İmam Malikin takrir ettiği kaidenin şerhi:
Esselamu aleykum
Bir gün adamın biri İmam malik'e gelip, الرحمن على العرش استوى ''Rahman arşa istiva etti'' (Taha-5) ayeti
hakkında كيف استوى؟ (Rahman nasıl istiva etti?) diye sordu.
İmam Malik bir müddet düşündükten sonra:
الاستواء معلوم والكيف مجهول والايمان به واجب والسؤال عنه بدعة وما أراك الا مبتدعا
''İstiva malumdur, nasıl olduğu mechuldür,ona iman etmek vaciptir, ondan sormak ise bidattır. Dolayısıyla ben senin bir bidatçı olduğunu zannediyorum.'' dedi.
Rivayetin başka bir versiyonunda والكيف غير معقول (keyfiyyeti makul değildir) olarak geliyor ki bu durumda ise anlamı: ''İstiva malumdur, nasıl olduğu makul değildir, ona iman etmek vaciptir, ondan sormak ise bidattır.'' şeklinde olur.
Rivayetin bu versiyonundaki bu kısmı delil alıp, istiva fiilinin zahiri üzere olduğu hakikatini reddetmeye delil yaptılar.
Şöyleki: ''Keyfiyyeti makul değil ise, demekki bizim istiva hakkında hiç düşünmeden manasını Allah'a havale etmemiz lazım. Aksi halde İmam Malik istivanın ne demek olduğunu bilmek makul bişey değildir demezdi!''
Cevaba gelince deriz ki: Bu hatalı bir yaklaşımdır.
Çünkü bu şekildeki bir yaklaşım, bizzat kendi aleyhlerine ilzam edilebilir. Şöyle ki: Eğer makul değildir sözünü istivanın manasına rucu ettirirsek bu durumda istiva akıl dışıdır, imkansız bişeydir anlamına çıkar. Çünkü sen ''bu akledilebilir veya makul bişey değildir'' dediğinde anlamı şudur: ''Bu, meydana gelmesi imkansız ve gerçekleşmesi akla yatmayan bişeydir'' demiş oluyorsun.
Oysa istivanın imkansız bişey olduğunu söylemek kendilerinin bile teslim etmeyecekleri, haberi külli olarak reddederek nassı inkar etmiş oluruz.!
Çünkü ''Allah teala Rahman arşa istiva etmiştir'' demektedir. Bu habere karşı Rahmanın arşa istiva etmesi imkansız akıl dışı olduğunu kimse söylemez. Nitekim kendileri istiva haberini değil, aksine istiva etmenin manasının zahiri üzere alınarak tefsir edilmesini reddediyorlar.
O halde ''makul değildir'' ifadesini istiva kelimesinin anlamına rücu ettiğini söyleyerek istivanın manasını bilmenin ''makul olmadığını'' söylemek batıl oldu.
Geriye ''makul değildir'' sözünü hamledeceğimiz tek şey kaldı. O şey ise zaten İmam Malik'in ibaresinde açıkça değindiği üzere istivanın keyfiyeti yani nasıllığıdır. O halde anlamı: ''İstiva dilde bilinen istivadır fakat, istivanın Allah hakkında nasıl bir istiva oluşunu biz şuan ki aklımız ile kavrayamayız, onu bizim sahip olduğumuz akıl ile kavramak imkansız akıldışı bişeydir'' demek olur.
Aksi halde birşeyin manasını sormak neden bidatçılık olsun ki? Rivayetin sonunda ''Ve ben senin bidatçı olduğunu düşünüyorum'' diyerek kızıyor ve hatta mescidden dışarı çıkarılmasını istiyor. Biri gelip kuranda geçen istivanın ne anlama geldiğini sorarsa neden ona kızasın? Aksine cevaben ''istiva yücelmek, yükselmek, üstte olmak anlamına gelir'' diye cevaplarsın. Soruda da dikkat edilirse zaten soru soran ''istiva nedir?'' diye anlamını değil, bilakis كيف استوى؟ ''Nasıl istiva eder?'' diyerek keyfiyyetini sormuştu. Böyle bir soruya kızılması da bu açıdan yerinde bir kızma olmuş olur.
İmam malik'in adama kızma sebebini, manasını bilme isteğine değil, aksine nasıllığını yani istivanın keyfiyetini bilme isteğine rucu ettirilirse çelişkiden arındırılabilir.
Zaten ibarenin başında ki الاستواء معلوم ''İstiva malumdur'' kısmından da nefyedilenin istivanın manası değil keyfiyyeti olduğu açıkça anlaşılır. ''İstiva malumdur'' demek ''dilde bilinen istivadır'' demektir.
Muhalifler cümlenin bu cüzünün etrafında da bir şüphe oluşturmak istemiş ve şöyle demişlerdir: ''İstivanın malum oluşu dildeki malum oluşu değil, kitapta ayet olarak var oluşu anlamındadır!''
Buna göre anlam: الاستوى ثابت ''İstiva (kitapta) sabittir'' olur. Oysa böyle bir tefsir, sahibine söylemediğini söyletmek babındandır.
Sonra adam istivanın ayet olarak kuran da geçtiğini sormamıştı dikkat edilirse.! Hatta Rahmanın arşına istiva ettiğini ifade eden ayeti okuyarak soruyu ayet hakkında yöneltmişti. İmam Malik kuranda mevcut olduğu herkes tarafından bilinen birşeyi neden bildirme gereği duysun?
Sonra onlara şöyle de deriz: Herbirşey için, o şeyin kendi sınırları içinde ona mutlaka bir mana isbat etmek zorunludur. Çünkü lugatı kullananlar herbir lafzı bir manaya delalet etsin diye koymuşlardır. Sen istivanın kelime manasını bile açıklamaktan kaçınarak Allah tealaya havale edersen bu durumda o lafzı aslen hükümsüz kılmış olursun.
Bu kural ihmal edildiği için bir çok kişi İmam ibn teymiyye'nin, istivanın lugattaki bilinen anlamının isbat edilmesi gerektiğinden hareketle, dilde bir takım kullanımlarına örnek vermesinden teşbihcilik yaptığını sanmışlardır.
Sonra istivanın anlamını külli olarak insanlar tarafından bilenmesini nefyetmek Allah tealanın; haşa manasız anlamsız birşey indirdiği lazım gelir. Oysa Allah teala bu kitabı biz anlayalım diye arapça bir dil ile indirdi.
Kuranda en gizli müteşabihattan olan surelerin başındaki hurufu mukattaa harflerinin bile anlamı hakkında; ''bunlar arap dilinin oluştuğu harflerdir'' diyerek asgari bir anlam isbat ederiz.
Yoksa: ''Bunlar sadece Allah tealanın bilebileceği müteşabih ayetlerdendirler, dolayısı ile bu harflerin ne harfleri olduğunu neyi ifade ettiğini hakkında da konuşmadan Allah a havale ederiz'' denmesi gülünç olur.!
Kısacası İmam Malik'in sözünü özetlersek şöyle olmuş olur:
''İstiva malumdur'' Yani:İstivanın ne anlama geldiği dilde bildiğimiz ve kullandığımız anlamda yükselmek-irtifa etmek anlamında malumdur.
Nitekim Allah teala bu kitabı arapça olarak manasını akledip bilelim diye indirmiştir.
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ''Biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik ki, aklınızı kullanıp anlayasınız diye.'' (Yusuf-2) Üstelik manasını bilmekten, keyfiyyetini yani nasıllığını bilmek lazım geleceği söylenemez.
Fakat ''Nasıl olduğu makul değildir'' Yani: Allah teala hakkında nasıl bir istiva olduğu bizim tarafımızdan bilinememektedir.Çünkü لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ ''Onun hiçbir benzeri yoktur'' (Şura-11)
O halde akıllarımızla biz, Allah tealanın zatını nasıl bilmemiz imkansızsa, aynı şekilde onun sıfatlarını da bilmemiz mümkün değildir. Çünkü Allah teala şöyle buyurur:
وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا ''Hiç kimse Onu bilgi bakımından kuşatamaz'' (Taha-110) Bir başka ayette:
لاَّ تُدْرِكُهُ الأَبْصَارُ'' Gözler onu idrak edemezler''(Enam-103) Demekki bilmemiz ve idrak etmemizin imkansız olduğu konu istivanın manası değil, aksine keyfiyetidir.
Devamında ''ona iman etmek vaciptir'' diyor.
Bu iki açıdan vacip olur. Birincisi; haberi doğrulama babından ki bu, istiva kitap ve sünnette varid olma yönü ile mevcut nassın kitaptaki varlığını ikrar babından olur. İkincisi ise; manasına dokunmadan nassı olduğu gibi zahiri üzere alarak Allah talanın zatına yakışır bir şekilde onu haber verdiği söz konusu malum sıfatla vasıflamakla olur.
Çünkü Allah teala kendisini en iyi bilendir. O halde o, kendisini nasıl vasıflamışsa bizde onun emirlerine imtisal etme babından onu o şekilde vasıflamakla mükellefiz.
''ondan sormak ise bidattır'' Yani; ''Bundan daha fazlasını, bir diğer ifade ile keyfiyyetini sormak bidattır'' şeklinde anlamalıyız. Nitekim manasını kişi sorabilir. Ehli sünnetin itikadını öğrenip Allah hakkında imanını güçlendirebilir. Ama soruyu bundan daha fazlası üzerine, mesela nasıllığı ile ilgili konusuna götürürse bu bidat olur.
Bidattır çünkü, elde etmemiz imkansız olan bir bilgi hakkında sormamız anlamsız ve mantık dışıdır.
Sonra bu, bir çok açıdan mahzurludur. Mesela hakkında bilgi sahibi olmadığımız şeyin ardına düşmek babındandır: Allah teala şöyle der: وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ ''Hakkında bilgi sahibi olmadığın birşeyin ardına düşme.''
Çünkü kıyamet günü tüm amellerimizden hesaba çekileceğimiz için kendimizi gereksiz maceralara atmış oluruz.
Ayetin devamında zaten bu sonuca işaret var: إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً ''Çünkü tüm bu kulak, göz ve kalp gibi azalar ondan sorguya çekilecekler.''( İsra-36)
Bir diğer tehlikeli mahzuru ise: Kavrayamadığımız bir şeyi ya; şekiller ve örneklerle mahlukata benzetip açıklamaya çalışırken Allah tealayı mahkukatına benzetme hatasına düşeriz, yada; mahkukata benzetme hatasından kaçınalım diye söz konusu sıfatın Allah katında hakikat olduğunu inkar ederiz.!
Birincisi müşebbihenin yolu ile iken diğeri, sıfatların hakikatini inkar eden muattılanın yoludur.
Ehli sünnetin yolu ise, mahlukata benzetmeksizin Allah tealanın şanına yaraşır bir şekilde sıfatları isbat etmektir. Nitekim لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ ''onun hiçbir benzeri yoktur.O işitendir ve bilendir'' (Şura-11)
Allah bizi hak üzere vasat ümmetin menheci üzere daim kılsın.
Esselamu aleykum
Bir gün adamın biri İmam malik'e gelip, الرحمن على العرش استوى ''Rahman arşa istiva etti'' (Taha-5) ayeti
hakkında كيف استوى؟ (Rahman nasıl istiva etti?) diye sordu.
İmam Malik bir müddet düşündükten sonra:
الاستواء معلوم والكيف مجهول والايمان به واجب والسؤال عنه بدعة وما أراك الا مبتدعا
''İstiva malumdur, nasıl olduğu mechuldür,ona iman etmek vaciptir, ondan sormak ise bidattır. Dolayısıyla ben senin bir bidatçı olduğunu zannediyorum.'' dedi.
Rivayetin başka bir versiyonunda والكيف غير معقول (keyfiyyeti makul değildir) olarak geliyor ki bu durumda ise anlamı: ''İstiva malumdur, nasıl olduğu makul değildir, ona iman etmek vaciptir, ondan sormak ise bidattır.'' şeklinde olur.
Rivayetin bu versiyonundaki bu kısmı delil alıp, istiva fiilinin zahiri üzere olduğu hakikatini reddetmeye delil yaptılar.
Şöyleki: ''Keyfiyyeti makul değil ise, demekki bizim istiva hakkında hiç düşünmeden manasını Allah'a havale etmemiz lazım. Aksi halde İmam Malik istivanın ne demek olduğunu bilmek makul bişey değildir demezdi!''
Cevaba gelince deriz ki: Bu hatalı bir yaklaşımdır.
Çünkü bu şekildeki bir yaklaşım, bizzat kendi aleyhlerine ilzam edilebilir. Şöyle ki: Eğer makul değildir sözünü istivanın manasına rucu ettirirsek bu durumda istiva akıl dışıdır, imkansız bişeydir anlamına çıkar. Çünkü sen ''bu akledilebilir veya makul bişey değildir'' dediğinde anlamı şudur: ''Bu, meydana gelmesi imkansız ve gerçekleşmesi akla yatmayan bişeydir'' demiş oluyorsun.
Oysa istivanın imkansız bişey olduğunu söylemek kendilerinin bile teslim etmeyecekleri, haberi külli olarak reddederek nassı inkar etmiş oluruz.!
Çünkü ''Allah teala Rahman arşa istiva etmiştir'' demektedir. Bu habere karşı Rahmanın arşa istiva etmesi imkansız akıl dışı olduğunu kimse söylemez. Nitekim kendileri istiva haberini değil, aksine istiva etmenin manasının zahiri üzere alınarak tefsir edilmesini reddediyorlar.
O halde ''makul değildir'' ifadesini istiva kelimesinin anlamına rücu ettiğini söyleyerek istivanın manasını bilmenin ''makul olmadığını'' söylemek batıl oldu.
Geriye ''makul değildir'' sözünü hamledeceğimiz tek şey kaldı. O şey ise zaten İmam Malik'in ibaresinde açıkça değindiği üzere istivanın keyfiyeti yani nasıllığıdır. O halde anlamı: ''İstiva dilde bilinen istivadır fakat, istivanın Allah hakkında nasıl bir istiva oluşunu biz şuan ki aklımız ile kavrayamayız, onu bizim sahip olduğumuz akıl ile kavramak imkansız akıldışı bişeydir'' demek olur.
Aksi halde birşeyin manasını sormak neden bidatçılık olsun ki? Rivayetin sonunda ''Ve ben senin bidatçı olduğunu düşünüyorum'' diyerek kızıyor ve hatta mescidden dışarı çıkarılmasını istiyor. Biri gelip kuranda geçen istivanın ne anlama geldiğini sorarsa neden ona kızasın? Aksine cevaben ''istiva yücelmek, yükselmek, üstte olmak anlamına gelir'' diye cevaplarsın. Soruda da dikkat edilirse zaten soru soran ''istiva nedir?'' diye anlamını değil, bilakis كيف استوى؟ ''Nasıl istiva eder?'' diyerek keyfiyyetini sormuştu. Böyle bir soruya kızılması da bu açıdan yerinde bir kızma olmuş olur.
İmam malik'in adama kızma sebebini, manasını bilme isteğine değil, aksine nasıllığını yani istivanın keyfiyetini bilme isteğine rucu ettirilirse çelişkiden arındırılabilir.
Zaten ibarenin başında ki الاستواء معلوم ''İstiva malumdur'' kısmından da nefyedilenin istivanın manası değil keyfiyyeti olduğu açıkça anlaşılır. ''İstiva malumdur'' demek ''dilde bilinen istivadır'' demektir.
Muhalifler cümlenin bu cüzünün etrafında da bir şüphe oluşturmak istemiş ve şöyle demişlerdir: ''İstivanın malum oluşu dildeki malum oluşu değil, kitapta ayet olarak var oluşu anlamındadır!''
Buna göre anlam: الاستوى ثابت ''İstiva (kitapta) sabittir'' olur. Oysa böyle bir tefsir, sahibine söylemediğini söyletmek babındandır.
Sonra adam istivanın ayet olarak kuran da geçtiğini sormamıştı dikkat edilirse.! Hatta Rahmanın arşına istiva ettiğini ifade eden ayeti okuyarak soruyu ayet hakkında yöneltmişti. İmam Malik kuranda mevcut olduğu herkes tarafından bilinen birşeyi neden bildirme gereği duysun?
Sonra onlara şöyle de deriz: Herbirşey için, o şeyin kendi sınırları içinde ona mutlaka bir mana isbat etmek zorunludur. Çünkü lugatı kullananlar herbir lafzı bir manaya delalet etsin diye koymuşlardır. Sen istivanın kelime manasını bile açıklamaktan kaçınarak Allah tealaya havale edersen bu durumda o lafzı aslen hükümsüz kılmış olursun.
Bu kural ihmal edildiği için bir çok kişi İmam ibn teymiyye'nin, istivanın lugattaki bilinen anlamının isbat edilmesi gerektiğinden hareketle, dilde bir takım kullanımlarına örnek vermesinden teşbihcilik yaptığını sanmışlardır.
Sonra istivanın anlamını külli olarak insanlar tarafından bilenmesini nefyetmek Allah tealanın; haşa manasız anlamsız birşey indirdiği lazım gelir. Oysa Allah teala bu kitabı biz anlayalım diye arapça bir dil ile indirdi.
Kuranda en gizli müteşabihattan olan surelerin başındaki hurufu mukattaa harflerinin bile anlamı hakkında; ''bunlar arap dilinin oluştuğu harflerdir'' diyerek asgari bir anlam isbat ederiz.
Yoksa: ''Bunlar sadece Allah tealanın bilebileceği müteşabih ayetlerdendirler, dolayısı ile bu harflerin ne harfleri olduğunu neyi ifade ettiğini hakkında da konuşmadan Allah a havale ederiz'' denmesi gülünç olur.!
Kısacası İmam Malik'in sözünü özetlersek şöyle olmuş olur:
''İstiva malumdur'' Yani:İstivanın ne anlama geldiği dilde bildiğimiz ve kullandığımız anlamda yükselmek-irtifa etmek anlamında malumdur.
Nitekim Allah teala bu kitabı arapça olarak manasını akledip bilelim diye indirmiştir.
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ''Biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik ki, aklınızı kullanıp anlayasınız diye.'' (Yusuf-2) Üstelik manasını bilmekten, keyfiyyetini yani nasıllığını bilmek lazım geleceği söylenemez.
Fakat ''Nasıl olduğu makul değildir'' Yani: Allah teala hakkında nasıl bir istiva olduğu bizim tarafımızdan bilinememektedir.Çünkü لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ ''Onun hiçbir benzeri yoktur'' (Şura-11)
O halde akıllarımızla biz, Allah tealanın zatını nasıl bilmemiz imkansızsa, aynı şekilde onun sıfatlarını da bilmemiz mümkün değildir. Çünkü Allah teala şöyle buyurur:
وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا ''Hiç kimse Onu bilgi bakımından kuşatamaz'' (Taha-110) Bir başka ayette:
لاَّ تُدْرِكُهُ الأَبْصَارُ'' Gözler onu idrak edemezler''(Enam-103) Demekki bilmemiz ve idrak etmemizin imkansız olduğu konu istivanın manası değil, aksine keyfiyetidir.
Devamında ''ona iman etmek vaciptir'' diyor.
Bu iki açıdan vacip olur. Birincisi; haberi doğrulama babından ki bu, istiva kitap ve sünnette varid olma yönü ile mevcut nassın kitaptaki varlığını ikrar babından olur. İkincisi ise; manasına dokunmadan nassı olduğu gibi zahiri üzere alarak Allah talanın zatına yakışır bir şekilde onu haber verdiği söz konusu malum sıfatla vasıflamakla olur.
Çünkü Allah teala kendisini en iyi bilendir. O halde o, kendisini nasıl vasıflamışsa bizde onun emirlerine imtisal etme babından onu o şekilde vasıflamakla mükellefiz.
''ondan sormak ise bidattır'' Yani; ''Bundan daha fazlasını, bir diğer ifade ile keyfiyyetini sormak bidattır'' şeklinde anlamalıyız. Nitekim manasını kişi sorabilir. Ehli sünnetin itikadını öğrenip Allah hakkında imanını güçlendirebilir. Ama soruyu bundan daha fazlası üzerine, mesela nasıllığı ile ilgili konusuna götürürse bu bidat olur.
Bidattır çünkü, elde etmemiz imkansız olan bir bilgi hakkında sormamız anlamsız ve mantık dışıdır.
Sonra bu, bir çok açıdan mahzurludur. Mesela hakkında bilgi sahibi olmadığımız şeyin ardına düşmek babındandır: Allah teala şöyle der: وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ ''Hakkında bilgi sahibi olmadığın birşeyin ardına düşme.''
Çünkü kıyamet günü tüm amellerimizden hesaba çekileceğimiz için kendimizi gereksiz maceralara atmış oluruz.
Ayetin devamında zaten bu sonuca işaret var: إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً ''Çünkü tüm bu kulak, göz ve kalp gibi azalar ondan sorguya çekilecekler.''( İsra-36)
Bir diğer tehlikeli mahzuru ise: Kavrayamadığımız bir şeyi ya; şekiller ve örneklerle mahlukata benzetip açıklamaya çalışırken Allah tealayı mahkukatına benzetme hatasına düşeriz, yada; mahkukata benzetme hatasından kaçınalım diye söz konusu sıfatın Allah katında hakikat olduğunu inkar ederiz.!
Birincisi müşebbihenin yolu ile iken diğeri, sıfatların hakikatini inkar eden muattılanın yoludur.
Ehli sünnetin yolu ise, mahlukata benzetmeksizin Allah tealanın şanına yaraşır bir şekilde sıfatları isbat etmektir. Nitekim لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ ''onun hiçbir benzeri yoktur.O işitendir ve bilendir'' (Şura-11)
Allah bizi hak üzere vasat ümmetin menheci üzere daim kılsın.