Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Şİİ KATLİAMI VE ARSIZ SUSKUNLUK!..

DjKarakurt Çevrimdışı

DjKarakurt

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi


[TD="class: bod, bgcolor: #FBFBFC, align: center"]Şİİ KATLİAMI VE ARSIZ SUSKUNLUK!..





[TD="class: bod, bgcolor: #FBFBFC, align: right"]
20-02-2013



[TD="class: bod, align: right"]


[TD="class: bod"]
80202.jpg
Ortadoğu’da, her zaman Emperyalizmin en güçlü silahlarından birisi “mezhepçilik” olmuştur. Şimdilerde de mezhepçilik, özellikle de Selefiler, El Kaide, Taliban eliyle tavan yapmış durumda… Özellikle Şiileri hedef alan ve “kim olursa olsun, nerede olursa olsun, nasıl olursa olsun” mantığı ile büyük çaplı katliamlar yapmaktalar… Sadece Şii oldukları için, Pazar yerinde alışveriş yapan, amele pazarında rızkını kazanmak için iş bekleyen, bir camide ibadet eden, kutsal bildiği mekânları ziyaret eden, hacca giden yakınlarını uğurlayan kişileri, çoluk çocuk, yaşlı, kadın demeden bombalarla paramparça eden bu teröristler, bir de cennete gideceklerine inanarak yapıyorlar bu eylemlerini… Pakistan ve Irak gibi yerlerde neredeyse her gün masum halk, sadece Şii oldukları için bombalarla paramparça edilmekteler... Suriye’de, eline bir bıçak tutuşturulan 12 yaşında bir çocuk; “Şiileri keseceğiz” diye marş söylüyor, etrafındakiler de tempo tutuyor, Özgür Suriye Ordusu sözcüsü; “Bizler, Şiaları öldürmek ve onları Irak’tan sürmek için açık emir almışız. Özellikle Irak’ın çoğunluğunu oluşturan Sadr ve El Hekim grubu mensuplarını ortadan kaldıracağız.”(3) Diye beyanat veriyor... Bahreyn’de, ellerinde silah olmadan, sadece sloganlar atarak hak ve özgürlüklerini talep eden halka yapılan zulümler, sırf Şii oldukları için görmezden geliniyor. Sanki orada hiç bir şey yokmuş gibi davranılıyor. Suudi Arabistan’da Şii olmak başlı başına bir suç zaten... Sadece oranın vatandaşları değil, hacca giden Şiiler dahi orada bu zulümden kurtulamıyorlar. Bu arada Suriye’deki olayları farklı yorumlayan İran’ı “mezhepçilik” yapmakla suçlayanların, Şiilere karşı yapılan bu saldırılara, bu katliamlara karşı tek kelime etmemeleri, dil ucuyla dahi kınamamaları asıl mezhepçiliğin kimler tarafından yapıldığını gösteren çarpıcı bir durum değil midir? Bu zihniyet bize ne kadar da tanıdık geliyor değil mi? “İslamcı”, “Mücahit”, “Allah yolunda cihad için canından geçen”, eylemlerini tekbir eşliğinde yerine getiren, ama sırf Şii olduğu için insanları bombalarla paramparça eden, tekbir eşliğinde kafa kesen, işkence yaparak öldüren günümüz Selefi, El Kaide, Taliban mensuplarının Muaviye ve Haricilerden ne farkları var?





RAST HABER
 
A Çevrimdışı

AlexanderHeek

Üye
İslam-TR Üyesi
Yazık günah değil mi müslümalar kendi aralarında uğraşacağına neden birlik olmuyor bu olaylar artıkça ne yazık ki müslümanlar birbirinden iyicene soğuyor.Sonrada kafir istediğini yapıyor.Bir araya toplansakta Allah'ın emretiği gibi birbirimizle kardeş olsak destek olsak olmaz mı?Ne yazık ki geçen bir haber sitesinde okumuştum almanyada,fransa ve ingilterede ırkçılığı savunarak Müslümanların evlerine ve camilere saldırdılar ve de nazi amplemini camii duvarlarına çizdiler.Neden oluyo cevabı çok basit birlik olamıyoruz ve yeterince tebliğ yapamıyoruz.
 
İkrime Çevrimdışı

İkrime

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Irak’ta Sünni halk göçettiriliyor | Küresel Haber
Irak’ta Sünni halk göçettiriliyor | Küresel Haber

Mezhepçi Şii milisler Irak’ın başkentinde bir semtte Sünnileri tehdit içerikli bazı broşürler dağıttı. Broşürlerde Sünni halka tehditlerin muhatabı olmak istemiyorlarsa evlerini terk edip göç etmeleri şart koşuldu.

Küresel Haber / Haber Merkezi

Irak’ın başkenti Bağdat’ta Şii militanlar Sünnileri evlerinden ve yurtlarından etmek tehdit içerikli broşürler dağıtıyor. Bu kapsamda Bağdat’ın El Cihad semtinde dağıtılan broşürler El Muhtar Ordusu’nun örgütleri imzasını taşıyor. Bu örgütler mezhepçi Şii militan olup Irak’ın çeşitli bölgelerinde ‘terörist örgütlere’ karşı koyma bahanesiyle, Hizbullah’ın Irak’taki ofislerinin Genel Sekreteri Vasik El Battat tarafından kurulmuş.

Sünni halkı korkutmak için dağıtılan broşürlerde kullanılan ifadeler ise şöyle: ‘Uyumsuzluk ve nifak ehline… El Cihad semtindeki Sünniler sizi gözetliyoruz. Size El Cihad semtinin bulunduğu bölgedeki El Muhtar Ordusu’yla geliyoruz ve size diyoruz ki: Saldırı vakti geldi. El Cihad semtinden ailelerinizle beraber göçedin.’

Kendilerini kötü bir azabın da beklediği belirtilen tehdit içerikli yazıda şöyle devam edildi: ‘Bizler hepinizi; Ehli Beyt (aleyhimisselam) düşmanı olduğunuzu biliyoruz.’

İslam Günlüğü Sitesi’nin haberine göre El Cihad Semti’ndeki bu kampanya Bağdat’ın başka bölgelerindeki tasfiye ve göçettirme operasyonlarıyla eşzamanlı geldi. Zira Es Seyyidiye’den dört Sünni aile göçettirilirken aynı bölgeden bir vatandaş öldürüldü. Eş Şaab bölgesinden de 8 aile göçettirildi. El Hurriye ve Hayyu’l Amil bölgelerindeki Sünni halk da tehdit edildi.
 
E Çevrimdışı

Ebu & Dücane

Guest
ŞÎA (Şiilik): Hz. Peygamber'in vefatından sonra İmametin Hz. Ali ve evlatlarına ait bir hak olup nass ve tayinle gerçekleşeceğini iddia eden birbirlerinden farklı mezheplerin müşterek adıdır. Şiilik, Büyük imameti, yani devlet reisliğini, Hazret-i Ali ve soyundan kabul edip başkalarını o makama müstehak görmezler ve Peygamber soyu haklarının gaspedilmiş olduğunu iddia ederler.
Şiî kolları arasında doğrudan doğruya küfrü dillendiren bir sınıf, Cebrail'in, şaşırıp da vahyi Hazret-i Ali yerine Resule götürdüğü hezeyanına kadar vardı.
Ancak Şiiliğin, Hazret-i Ali'yi aşırı sevmek ve halifelik hakkını onda ve sülalesinde görmek, diğer üç büyük sahabiyi de küfürle suçlamamak şeklinde sınırlı ve itidalli Şiilik te vardır bunlar Kıble Ehli sayılır Şiilerden mutedil diye sıfatlandırdığımız, Hz Ali'yi üstün tutma yolunda olsa da büyük sahabileri tasdik; ve Allahı, Resulünü, Kitabını ve şeriati doğrulayanlar hariç, gerisi, küfür tek bir millettir (El'küfrü milletün vâhide) hükmü altındadır.
Şîa kelimesi Arapcada fırka, bölük, taraftar, yardımcı, bir kimseye uyan ve yardımcı olan manalarına gelen bir kelimedir. Kur'ân-ı Kerîm'de değişik yerlerde geçen bu kelime Arapçada daha çok taraftar anlamında kullanılmıştır. Genel olarak Hz Osman’ın öldürülmesinden sonra meydana gelen olaylarda Hz Ali tarafını tutan, onunla birlikte düşmanlarına karşı savaşan ve mücadele edenlere denildiği görülmektedir Şîa kelimesinin bu manada kullanılışı genel olarak Hz. Hüseyin'in 681 tarihinde Kerbelâ'da şehid edilişinden sonraya kadar devam etmiştir.
Şîa diger fırkalar gibi, İslâm'da ana bünye diyebileceğimiz cemaatten ayrılarak, yine İslâm içinde ortaya çıkan bir zümreleşme hareketidir.
Şiiliğin Doğuşu:
Yahudilerin tesiriyle İslâmda ilk defa büyük sapık kol Şiîlik, Haricilerin kurduğu baş kaldırma zemini üzerinde itikadî hastalıklar kapısını açmış, kendisinden sonra gelenler üzerinde daima aşısını göstermiş ve hak dinin hiçbir devrinde tam kapatılamayan yarası olmuştur. İslâmî temsil kadrosunu lekeleyen üç tesir vardır:
1-Yahudiler
2-Bizans
3-Fars Bâtıniliği
Hz. Ali'nin, Hz. Peygamber tarafından takdir edilen, yiğitlik, kahramanlık, ilim ve takva gibi şahsî meziyetleri bize kadar intikal eden özellikleridir. Onun bu özelliklerinden dolayı bazı sahabîler tarafından beğenilip takdir edilmesi ve üstün görülmesi manevi bir bağlılık ve samimi bir dostluk ifade etmektedir.
Hz. Peygamber'in ashabından bazılarını takdir eden ifâdeler kullanması ve onlara iltifatı düşünüldüğünde sadece Hz. Ali'nin özelliklerini takdir etmediği de görülür. Bütün bunlar dikkate alındığı takdirde Hz. Ali devri de dâhil Hulefâyı Raşidin devrinde, dostluk ve sevgi izharı ötesinde bir mezhepî gruplaşma olmadığı anlaşılır. Bu açıdan Şîa'nın Hz. Peygamber devrinde teşekkülü mümkün görülmemektedir.
Şîa en erken, Hz. Hüseyin'in şehâdetinden sonra siyasî bir eğilim olarak kamuoyu oluşturmaya başlamıştır. Hz. Hüseyin'in intikamını almak üzere toplanan, onu davet ettikleri halde yardımsız bıraktıkları için ızdırap duyan ve tevbe eden Kûfelilerin oluşturduğu Tevvâbin hareketi, Şîa'nın bir terim haline gelişinin ve İslâm içinde bir kitleleşme hareketinin başlamasının ilk belirtilerinden biri olarak kabul edilebilir.
Safevilerin kurulmasıyla İmamiyye kendisini himaye eden bir devlete sahip olmuştur. Şah İsmail Safevi'nin resmen Şiiliği ilân etmesiyle bu mezhepe yataklık eden ve başta Yavuz Sultan Selim, Osmanlı Padişahlarını bir hayli uğraştıran ve Anadolu topraklarına Alevîliği sokan Farslar İslâmı yüceltmekte ve batırmakta iki ters istikamet sahibidirler. Şah İsmail devrinden itibaren İran'da camilerde ilk üç halifeye lânet edilmesi kararlaştırılmış, ezana ilaveler yapılmıştır. Şîa, Ayetullah Humeynî'nin çabalarıyla 1979 yılından itibaren İran'da hâkim kılınmış ve mezhepin prensipleri devletin yürütülmesinde esas olarak kabul edilmiş bulunmaktadır. Tevhid, nübüvvet, imamet, adl ve mead esaslarını usuluddin olarak kabul eden bu fırka Zeydiyye'den sonraki mutedil bir şii firkası olarak kabul edilir. Kitap, sünnet, icma ve aklı, şer'i deliller olarak kabul eden bu fırka, ibâdet ve muameleler konusunda mut'a nikahı hariç Ehl-i Sünnet fıkhı ile cüz'i ayrılıklar göstermektedir. Günümüzde İran, Irak ve Pakistan'da bulunan bu mezhepin mensupları Şîa'nın büyük ekseriyetini teşkil etmektedirler .
Şiiliğe göre Hz Ali, Tanrı'nın dostu anlamında velidir. Buysa onu sadece bir peygamber olan Muhammed'e üstün kılar. Hz Ali'nin tanrılığı, Abd Allah b. Saba'nın kendisine, tanrı'nın niteliklerinden biri olan Hz Ali niteliğini kasdederek "sen osun" demesiyle filizlenmiştir. İmamlığı da, peygamberin : "Ben kimin efendisiysem Hz Ali de onun efendisidir" sözüne dayanır. Gizemcilik, Hz Ali 'nin şu sözlerinden güçlenmiştir : "Ben her akşam peygamberin evine giderim. Peygamber birçok ayetleri bana yazdırır, gizli anlamlarını açıklardı".
Çeşitli sapık Düşünceleri:
-İsna Aşeriyye adı altında Hazreti Ali soyundan 12 İmam nazariyesini güdüp bu imamlardan onikincisini gaip ve son zamanlarda zuhuru bildirilen Mehdi'yi temsil ettiğini ve hepsini birden insanüstü sayanlar.
-Tenasühe yani ölümden sonra ruhun başka cesetlerde ortaya çıkacağına inananlar;
-Allah'ı insan şeklinde hayal edip zamanla yıprandığını, yalnız yüzünün kaldığını, ruhunun da Ali'ye geçtiğini öne sürenler
-Herşeyi bâtına, içyüze bağlayanlar ve zahire, dış yüze ait. Bütün yasak ve emirleri inkâr edenler
-Hazret-i Ali'nin öldürülmediğini, yerine şeytanın öldürüldüğünü ve onun göğe kaldırıldığını, bulutlarla sarılı olduğunu, “şimşek onun kamçısı ve gök gürültüsü sesidir!” iddiasında bulunanlar.
-Dünyanın en galiz teşbihiyle, Allah'ın Resulünü, iki karganın birbirine benzediği kadar Hazreti Ali'ye benzetip vahy meleğini bu yüzden şaşırmış ve Kur'anı Ali yerine Peygambere indirmiş sananlar
-Hazret-i Ali'yi ilâh kabul ettikten sonra, onun, Peygamberi Resul olarak gönderdiğini fakat Resulün insanları Ali'ye bağlayacağı yerde kendisine bağladığını iddia etmeye dek gidenler vardır.

Şiilik 3 kısımdır:
Kaynağı insan olan ideolojiler her toplumun kültür, sınır ve bölgesine göre ayrı ayrı aynı başlık altında uygulanabilir teorisinden hareketle Şiilik sayısız kollara ayrılmıştır.
Hak bir batıl ise sayısızdır. Şiilik 45 kollu bir mezheptir.
1-Galiye: (Gulât-aşırı gidenler)
Bu şube 15 fırkadır.
Galiye koluna bağlı olanlara göre Hz Ali tanrı'dır ve bulutlar üstünde oturmaktadır. Bir gün yeryüzüne inerek dünyayı düzeltecektir. Gök gürlemesi Hz Ali’nin sesi, yıldırım kamçısıdır. Haram denilen şeylerin, gizli anlamlarında, hepsi helaldır.
Gulat, galiye yahut aşırı şiî fırkalar Sebeiyye, Beyâniyye, Muğiriyye, Harbiyye, Mansuriyye, Cenâhiyye, Nusayriyye, Hattabiyye ve Gurâbiyye gibi fırkalar Hz. Ali'yi ilâh yahut Allah'ın ona hulûl ettiğini iddia ettikleri için mutedil Şîa tarafından İslâm ve Şîa dışı olarak kabul edilmektedir. Kamiliye, ulkaniye, nusayriye, cenasiyye, gurabiyye, rezamiyye, zerrariyye, müteveffiziyye, bedaiyye, benaniyye vs. bununla beraber şiiliğin bütün kolları sıralanmayacak kadar çoktur.
Alevilik:
“Gulât” kadrosunda en aşırı giden ve sapık kol da yine türlü şubeleriyle Alevîlerdir.
Şiiliğin Gulat kolundan olan Aleviliği, Mutedil ve sınırlara riayetkâr Şiiler kendilerinden saymazlar; hatta bunları “Kıble Ehli” yani mümin kabul etmezler. Hz. Ali’den öncesine dayandırılıp güçlendirmeye çalışılan Alisiz Alevilik toplumda pekte ilgi göremeyince Hz Ali Aleviliğe dahil edildi.
İmam-ı Rabbani Hazretleri, Aleviliği de sapıklıkların en korkunç halleriyle vasfeder ve belli başlı şubelerini tek tek sayarak. Hazret-i Ali'ye ulûhiyet konduran dallarına kadar belirtir. İmam-ı Rabbani Hazretleri Aleviler için kaleme aldığı bir risalede şöyle buyuruyor:
Bugün Şiilerin en azgın fırkasına Alevi deniliyor. Çoğu, okuma yazma bilmeyen din ve dünya cahilleri dediği alevilere şu hadis ile cevap veriyor:
“Fitneler, bid'atler ortaya çıkıp sahabilerime dil uzatıldığı zaman doğruyu bilenler onu bildirsin! Eğer bildirmezlerse, Allahın, meleklerinin ve insanların laneti bildirmeyenin üstüne olsun! Allah, böyle bilginlerin, ne farz, ne nafile, hiçbir ibadetini kabul etmez!”
Diğer bir hadis’te şöyledir: Ben her günâhın şefaatçısıyım; illâ sahabilerime sövenlere şefaat etmem.
"alevilik" ve öncesinde "kızılbaşlık" alevilerin icat ettiği bir kimliktir.

Tanrı'nın insanda tecelli ettiğini, en üstün insanın da Hz. Ali olduğunu söylerler ve tövbe haşa Hz Aliye Allah ismini yakıştırırlar

Anadolu Aleviliği:
Selçuklularda ve Osmanlılarda "Alevi" sözcüğü yoktur. Ondan önce Kızılbaşlık, Rafizilik, Işık, Taife-i Bektaşiyan, Torlak, Güruhu Naci gibi sayısız isim vardır. Alevi ismi Osmanlının son dönemlerinde ateist bir şekilde yaşayan bazı halkın kendisine verdiği bir isimdir. "Müslüman kimliğe sahip olursak devlet bize birşey yapmaz" mantığının bir ürünüdür, Alevi ismi. Ali yanlısı anlamındadır.

*Şah ismail'in askerlerinin İslami osmanlı ordusuna karşı savaşlarda 12 köşeli kızıl börk giymeleri üzerine Aleviler kızıl börklü veya kızılbaş olarak nitelendirildiler.

*Hz Aliye saygi duydukları ama müslümanligin gerektirdigi bazi sartlari reddedmeleri tezattır. Çünkü hz Ali zaten müslümandir ve bütün sartlarina uyulmasi gerektigi görüsündedir.
* Yusuf Ziya Yörükan’a göre Anadolu Alevîliği isteyerek, şuurlu bir şekilde seçilmiş unsurların bir araya getirilmesi ile meydana gelmiş bir oluşum değildir. Yani ekletik değildir. Çeşitli amaçlarla veya bazı dâilerin özel faaliyetleri sonucunda geleneksel Türk adetlerine eklenmiş, bazen birbirine aykırı unsurlardan meydana gelmiş, sonra da İslamî kisveye büründürülmüş bir senkretizmdir.
*Alevilikle ilgili ilkelerin Her zaman ve her bölgede aynı olmak zorundadır ilkesi savunulmakta olup, ancak biz kürt alevisiyiz, biz arap alevisiyiz, biz çin alevisiyiz, biz japon alevisiyiz, biz italyan alevisiyiz diyerek herkes kendi kafasına ve çıkarına göre bir alevilik anlayışı çıkarmaktadır.
*Anadolu’da alevilerin bazısı Aleviliği İslama ve bir etnik yapıya bağlamaya çalışanları kendilerine karşı yapılan bir saygısızlık olarak nitelemekte, aleviliği bir yaşam biçimi olarak görmekte ve İslam dinini reddetmektedirler.
*İslamiyet'ten önceki çok tanrılı doğu dinlerinin etkisi altında olan (Şamanizm, Zerdüşt, Buda, Manihaizm, Taoizm Mazda dini vb) Anadoluda hızlı bir Müslümanlığı isteyerek kabul etme sonunda bu dinlerin öğretilerinin bazılarından geleneklerinden (yüksek tepelere, sulara, ulu ağaçlara, yatırlara kurban kesilir, ip bağlanır, lokma yapılır, ateş yakılır. Ateş yakılan ocaklar kutsal sayılır. Suyu kirletmek günah sayılır, şarabın Orta Anadolu'da kurulmuş Frigya, Lidya medeniyetlerinde olduğu gibi, aynı bölgede gelişen Bektaşilikte de kutsaldır.) bazı halklar vazgeçmemişler bu gününmüz Alevileri de bu gelenekleri sürdürmektedir.
* Aleviler, Hz Ali’yi siyasi manada sevenlerdir.
Bunlar daha önce Münafik ve yahudi dönmeleriydi. İkiyüzlü, sahtekâr, yalanci, karanlik fikirli ve karanlik ruhlu insanlardi. Hz. Ali'ye muhabbet fikrin altinda gercek yüzlerini gizliyorlardi. Müslümanlar arasinda fitne cikartiyor, sürekli sapik fikirler üretiyorlardi. Gayeleri islamiyeti icten yikmak, inanc ve itikadlari sarsmak ve müslümanlari birbirine düsürmekti. Bu grubun islam dünyasinda yapmis oldugu ihanetin boyutlari cok derindir. Bunlar arasinda ciddi bir hedef birligi yoktur; herbiri, ayri bir sebeple hz. Ali'yi taraftarlik gösterirler.
*Anadolu'da Alevilik dinsel olmaktan çok kendine özgü bir kültür olayı yaşam biçimi olmuştur. Bir kimlik meselesidir. Anadolu Aleviliği’nin İslamiyet ve Ali ile hiçbir alakası yoktur. Günümüzde Anadolu Alevileri içinde, yükselen Sünnilere karşı “laik” devlete destek verme eğilimi de bunu göstermekte Laikliği kendilerini koruyacak bir araç olarak görerek irtica diye yaygaralar çıkarmaktadırlar.
*Anadolu Aleviliği içinde Tunceli de Zerdüştlük ; Bingöl, Muş da Yezidilik ; Tokat, Çorum, Kırşehir, Nevşehir’de Şamanizm etkileri vardır. Tunceli’de, Bingöl’de, Muş’ta, bütün eski yerleşim birimlerinde evlerin kapıları güneşin doğduğu yere dönüktür. Sabah kalkar kalkmaz güneşe karşı dua edilir. Danslı ya da müzikli ayin İslamiyet’te yoktur. Anadolu’daki Zerdüştler’den bazıları İslamiyet’in yayılmaya başladığı dönemde göç ettiler. Kalanlar ise İslamiyet’e entegre olmak için Hz. Ali taraftarı olmak zorunda kalarak Alevilik diye bir yaşam içine girdiler.
Bugün Dersim bölgesinde Kureyşan ocağının cemlerinde çok çarpıcı şekilde eski Zerdüşt gelenekleri vardır. Dersim'de Ateşe, Ocağa saygı büyükdür Aşure kaynayan kazana dedenin kolunu sıyırarak sokması, elleriyle ateşten kor parçalarını alıp ağızlarına alarak siyah kömür olarak çıkarmaları hep Zerdüşt kültürünün etkileridir. Yakın bir zamana kadar köylerde sabah güneşe dönüp dua edilirdi. ve akşam güneş batarken aynı şekilde dua ederlerdi Ayrıca Nevruz geleneği de Zerdüşt kökenli bir inancdır
Tuncelinin kimi yerlerinde defin sırasında mezara ölenin eşyaları da konmaktadır bu da şamanlıktan gelen bir gelenektir.
Anadolu'da özellikle Dersim'de, Pazarcık'ta Arap Alevilerinde yani Nusayrilerde sabah erkenden güneşe eğilip dua edilir. Ayı görünce "ya Fatma Ana" diyerek kadınların yüzlerini sıvazlamaları eski Mitra yani Zerdüşt inancının, Şaman inancının izleridir.
Kars'taki Türkmenler Alevidir. Ama aynı Türkmenler Antep Bölgesi'nde Sünnidirler. Bu durum Anadolu Aleviliğinde çoktur. Yavuz döneminde Dulkadiroğulları’nın izlenmesi sonucunda Alevilerin çoğu, Kürtçeyi öğrenip dağ tepelerine gitmişlerdir. Buna karşılık Şah İsmail Bölgesi'nde çoğu Kürt aşiretleri kendi dillerini bırakıp Türkleşmişlerdir. Bu bakımdan Anadolu Aleviliği tek bir etnik gruba ve kültüre bağlanamaz.
*İslamda kulluk vardır. Alevilikte kulluk yoktur. Çünkü Alevi karşısında oturan, cemde oturan kişiye secde etmektedir. Bazı aleviler ise şiilerin yanında olup, Hz.Ali’ye Anadolu Halklarının belleğinde tutuğu değer özgür birleşik toplum yaratma hevesinde bir başkaldırı öndegideni şeklinde yeni bir kimlik yakıştırarak ona taraftar olmuşlardır. Ancak İslam karşıtı başkaldırılar Ali tarafından acımasızca bastırılmıştır. Bu yönden tezat vardır.
*Anadolu Aleviliğinin Şiilerle Hz. Ali ve Ehlibeytine olan saygı ve sevgi dışında ortak bir yanı yoktur. Alevi İnancına Göre Allah Katında En Değerli İbadet Ahlak Güzelliği Ve Doğruluktur.
*Kimilerince Anadolu Aleviliğinin öncüsü veya kurucusu Hoca Ahmet Yesevi sayılır. Ancak Hoca Ahmet Yesevi’nin Türkistan’da kurduğu Yesevilik tarikatı Sünni/Hanefi’dir. Oysa Anadolu Aleviliği Batınidir. Yesevilik kimi Sufi kavram ve uygulamaları Türklere tanıştırmış olabilir. Ancak bu tarikat Sünni İslam çerçevesinde kalmıştır. Dolayısıyla Anadolu Aleviliği ile Yesevilik arasında doğrudan bir bağlantı sözkonusu değildir.
*Anadolu Aleviliği, bugün Şiilik kavramıyla özdeşleşen Oniki İmamcılık (Caferilik) mezhepinden köklü biçimde farklı bir inanç sistemidir. Caferilik İslam’ın temel kurallarını (Sünnilikten farklı bir yorumla da olsa) benimseyip bir Şii şeriatını uygularken Anadolu Aleviliği şeriatı bir bütün olarak reddeder. Caferilik namaz, oruç, hac, zekat verme şeklindeki İslam’ın şartlarını yerine getirirken Anadolu Aleviliği bunların hiçbirini yerine getirmez. (Muharrem ayında Kerbela için yas uygulaması ortaktır.) Ayrıca Caferilik sıkı bir dinsel-kurumsal örgütlenmeye sahiptir. Anadolu Aleviliğinde ise birbirinden bağımsız pir ocakları sözkonusudur. Anadolu Aleviliği bir tarikat örgütlenmesi de değildir.
*Alevi ögretisinin temelini insan sevgisi olusturur. Aleviler insanda tanrisal özellikler görürler. Onlara göre insan tanrinin yeryüzündeki yansimasidir. İnsana gösterilecek sevgi ve saygi yeryüzündeki her türlü ibadetten daha degerlidir. insana deger verilmelidir çünkü insan dünyadaki her seyin yaraticisidir. insan yaratan ve yasatandir. İnsan sevgisi temelinde tüm “kerametlerin/ mucizelerin” insanda olduguna inanir. Bunu “her ne arar isen insanda ara” özdeyisiyle dile getirirler.
*Alevilikte islamiyetten sapma vardır. Bir çok çelişkiler bulunur. çünkü alevi namaz kılmaz, oruç tutmaz, hacca gitmez, zekat vermez. Camiye gitmez ve kurana inanmazlar Alevilik bir inançlar karışımıdır. Hristiyanlık, islam, zerdüştlük, şamanizm v.b. dinlerden birçok öge almıştır.

1-Hristiyanlıkta baba-oğul-kutsal ruh üçlemesi vardır.alevilikte de Allah-Muhammed-Ali üçlemesi vardır.
2-Hristiyanlıkta isa ve 12 havarileri vardır.alevilikte muhammed ve 12 imamlar vardır.
3-şamanizmde ozan(kam, baksı, şaman) kopuz çalar halk dönerdi.alevilikte dede saz çalar halk döner.
4-zerdüştlükte güneş ve ay kutsaldı.alevilikte de kutsaldır.

* Cem : Eski Şaman Türklerinin Ve Zerdüşt Kürtlerinin Yaptıkları Toplumsal Kültürel Bir Toplantı olan Cem, Alevilikte de vardır. Cemlerdeki ikrar ve musahiplik törenlerinde boyuna sucum bağlanması, musahipliğe girenlere kuşak bağlanması Zerdüşti inançlarının devamıdır. Zerdüşti din adamlarının yönetiminde yapılan ayinlerde yoksul-varsıl herkeskatılır, yüz yüze oturulur. Herkes varlığına göre çeşitli yiyecekler getirir, birlikte yenir. Şiir ve müzik eşliğinde dinsel danslar yapılır ve vecd haline (trans, kendinden geçme) girilir. Alevilerin ceminde de aynı özellikler görülür. Alevilerin yaptığı Cem’e kadın-erkek, yaşlı-genç herkes katılır. Dede denen birinin önderliğinde ve bağlama eşliğinde oturulur. Sohbet yapılır. Saz çalınır ve halk döner. Ayrıca Zerdüştilikte görülen, “dara kalkma” (topluluğun önünde işlediği günah ve hatayı itiraf edip af dilemesi) ve “dardan indirme” (ölen kişinin günah ve hatalarının, bir yakını şahsında sorgulanıp affedilmesi) Alevi cemlerinde aynı biçimde uygulanır. Zerdüştiliğin “iyi düşünülsün, iyi söylensin, iyi iş yapılsın” temel ilkesi Alevilikte biraz değişerek “eline, diline, beline sahip ol” şeklini almıştır. Gerek Zerdüştilikte, gerekse Alevilikte insanların kaderinin önceden belirlendiği inancı yoktur. İnsanlar doğruyu ve eğriyi ayırt etme yeteneğine ve sorumluluğuna sahiptir. Öte yandan Alevilikte insanları iyiliğe yöneltmekte cehennem korkusu ve cennet vaadinden çok toplumsal denetim (bu dünya) öne çıkmaktadır. Oysa Zerdüştilikte öte dünyadaki cennet-cehennem fikri güçlüdür. Anadolu Alevilerinde içki serbesttir. İnsan yüzüne bakmak Alevilerde ibadetin esası sayılır. Hz. Ali’nin Camii de şehit edilmesini bahane göstererek kendilerininde camii ye gitmemesi gerektiğine inandıran aleviler ''Bizim namazımız kılınmış, orucumuz tutulmuş'' derler. Kuranı kerimin Ebubekir, sonra da Ömer tarafından sahabelerden alınan bilgilerle yazıya geçilmesi sırasında toplanan bazı ayetlerin yok edildiğini, yakıldığını da iddia ederek eldeki Kuran'ın 3. halife Osman zamanında oluşmuş olduğundan "Kuran'a kalem karıştı" diye ifade ederek Kurana inanmazlar.
*Anadolu Alevilerince ateş, su, güneş ve ay, dağlar kutsal sayılır. Genel olarak Anadolu’da suların kirletilmesi yasaktır. Yeni doğan çocuklar babaları tarafından havaya kaldırılarak güneşe “gösterilir”; kız çocukları ise güzel olsunlar ve adet günleri düzenli olsun diye ay’a “gösterilir” (Karadeniz Alevileri). Dağlardan yardım istenir. Yüksek dağ doruklarında kurbanlar kesilir. Buralarda ulu kişilerin mezarının olduğuna inanılır. Tek tek iri kayalara da çeşitli hikayeler yakıştırılır ve saygı gösterilir. Zerdüşti etkiler özellikle Kürt Aleviler üzerinde daha belirgindir.
Anadolu Alevileri evin eşiğine saygı gösterir. Cem odasının eşiği öpülür, evlerin eşiğine basılmaz.
Aleviler sık sık evliyalara dua eder, onlardan yardım bekler. Daha çok dağ başlarında bulunan mezarlar kutsanır, topluca ziyaret edilir, orada kurbanlar kesilir. Çevrelerinde semah dönülür.
Anadolu Alevileri geyikleri, kurtları, ayıları kutsal sayar. Onları vurmaz. Özellikle geyik vurmak uğursuzluk sayılır. Geyik boynuzları evlerin kapısına asılır. Ayılara “kardeş” denir (Karadeniz Alevileri). Cem sırasında köye bir kurtun gelmesinin ve ulumasının cemi kutsadığına inanılır (Kars Türkmenleri). Anadolu’da ata saygıyla bakılır, at için semah yapılır.

*Alevilik bir din değildir. Hiç bir insan sonradan alevi olmamıştır. Herhangi bir dine mensup bir kişinin aleviliğe geçmesi söz konusu olmamıştır. Alevi anne ve babadan doğan çocuk alevi olmuştur.
* Alevilik zamanla bektaşiliği de içine alarak tarihsel bir hüviyete bürünmüş islamdan uzaklaşmış bir inançlar karışımıdır.
Hz. Ali’nin turna kılığında göründüğüne, Hacı Bektaş’ın Horasan’dan Anadolu’ya güvercin şeklinde geldiğine inanılır. Bu kuşlar kutsal sayılır.Anadolu Alevileri arasında yaşatılan eski Orta Asya kültlerinden biri de tahta kılıçtır. Şamanların evindeki kutsal eşyaların arasında tahta kılıç da vardır. Şamanlar ayin sırasında coşunca bu kılıçla kötü ruhları kovalarlar. Alevi dinsel edebiyatında tahta kılıçla ilgili pek çok hikaye vardır. Rivayete göre Alevi babaları, mürşitleri tahta kılıç kuşanır, bu kılıcın yardımıyla Anadolu’da ve Rumeli’nde kafirleri imana getirir.
Alevi dedelerinin yılda bir veya birkaç kez taliplerini dolaşıp cem yapmasına, “hakkullah” almasına benzer. Törenlerde şamanlar kopuz, dedeler saz çalıp söylerler.
Anadolu Alevileri cemlerde, ziyaret yerlerinde kurban keserler. Bu kurbanların etleri topluca yenir. Kurban eti (“lokma”) yenmesi kutsallık taşır, törenin bir parçasıdır.
*Anadolu Aleviliği İslami bir örtüye bürünmesine ve ondan belli ölçülerde etkilenmesine karşın İslam’ın bir kolu, mezhepi değildir. Apayrı bir inanç sistemine, ibadet ve yaşam tarzına sahiptir. Anadolu Aleviliği geniş anlamda “şia” (Ali yanlısı) sayılsa bile, dar anlamıyla “Şii” (Oniki İmamcı/Caferi) değildir.
*Türkiye’de Kemalist devrim sürecini sahiplenen aleviler, Laiklik ayağıyla devletin üst kademelerinde kadrolaşmış, Sünnilere karşı irtica yaygarası çıkararak, İslam dinine karşı hareket etmektedirler. Devlet politikalarının alevileri yok saydığını, din dersinin kaldırılmadığını, Diyanet İşleri Başkanlığının İslam dinine hizmet ettiği ve anti laik kurum olduğunu, devlet bütçesinin de Sünni inançlı olduğunu savunan aleviler, Sünni-Alevi çatışmalarında devlet içinde gizli bir ayrılıkçılık gütmektedirler. Türkiye’yi ateistleştirmeye çalışmaktadırlar.

* Alevilik ile ilgili yaşayış ve bilimum yönleri inceleyen bazı alevilerin aleviliğin uydurma olduğunu, bir din olmadığını bir fiyasko olduğunu bir boşlukta bulundukları ve İslamla hidayetlenemedikleri için Agnostisizm (bilinmezcilik) denen Tanrının ya da tanrıların varlığının ya da yokluğunun bilinemeyeceğini öngören felsefe akımına tabi olarak ateistleştikleri görülmektedir.

*Alevilerin İslamiyet için söyledikleri Sapkın Düşünce ve İddialar:
1-Aleviler Kur’an-ı Kerim’in değiştirildiğinden söz ederek Kur’an’ı Reddederler.
Kuran-ı Kerim’in Önce Hz Ebubekir, sonra Hz.Ömer tarafından bazı ayetlerinin yok edildiğini, yakıldığını, Hz Osman zamanında da değiştirildiğini mesnetsiz olarak iddia ederler. Bir kısmı da Kuran'ı Kerim’i bâtıni yoruma tabi tutup, Kuran'ın ilham kaynağı olması gerektiğine inanırlar. Bu nedenle de Hz. Ali'yi "Konuşan Kuran" olarak değerlendirirler.
Alevilerin Kur’an-ı Kerim’i reddeddikleri halde reddeddikleri namaz, oruç vb ibadetlerin inkârını Kur’an’daki bir kısım ayetleri çarpıtarak ispat etmeye çalışmaları ne denli büyük bir sapıklık ve çelişki içinde olduklarını göstermektedir.
Prens Bismark şöyle söylemektedir.
"Muhtelif devirlerde, insanlığı idare etmek için Allah'tan geldiği iddia olunan bütün semai;Kitapları etrafıyla tetkik ettimse de, bozuldukları için aradığım hikmet ve tam isabeti göremedim. Lâkin Muhammedi'lerin Kur'ân'ı bundan müstesnadır. Ben Kur'ân'ı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Muhammedlerin düşmanları, bu kitabın Muhammed (s.a.) 'in eseri olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel, hatta en gelişmiş bir beyinden böyle hakikatin çıktığını iddia etmek, hakikatlere göz kapayarak kin ve garaza âlet olmak manasını ifade eder. Bu da ilim ve hikmetlerle, bağdaştırılamaz, kabili te'lif değildir. Sana muasır bir vücut olamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammedi. Muallimi ve naşiri bulunduğun bu kitap senin değildir; O ilâhidir. Bu kitabın Allah'tan olduğunu inkâr etmek müspet ilimlerin batıl olduğunu ileri sürmek kadar gülünçtür"

Bernard Shaw ise:
"Hayat âleminin değişen devrelerine göre uyum kabiliyeti olan ve her devre hitap edecek güçte bulunan tek din İslâmiyettir. Ben, müslümanlığın yarın ki Avrupa için kabule değer olacağını söylemiştim. Nasıl ki, bugünkü Avrupa'nın kabule değer bulduğunu öğrenmeye başladık. Daha şimdiden benim milletimden ve öteki Avrupalılardan birçok kişiler Hz. Muhammed (s.a.v)'in dinine girmiş bulunuyorlar Bu suretle Avrupa'nın, İslâmlaşmaya başlamış olduğunu söyleyebilirim. 1900 milâdı asrının bitmesinden evvel bütün Britanya İmparatorluğunun Muhammed (s.a.v)'in dinini kabul edeceğini sanıyorum"diyor.2-Aleviler İslamın 5 şartı İnkâr ederler.

3-Aleviler Kur’anın öngördüğü Namazı İnkâr ederler.Aleviler Kuran'da 5 vakit namaz kılmanın ne sayısı, ne şekli, ne de yeri olmadığına inanırlar. Namazın bu biçimde ve 5 vakit kılınmasının islama Emeviler ve Abbasiler zamanında konan kurallardan biri olduğuna inanırlar. Şiilerin namazı 5 değil de 3 vakit kılmalarını da şiilerin oluşturduğu bir kural olarak değerlendirirler.
ibadetin biçimi ile ilgili olarak Ali imran Suresi 191. Ayeti gösterirler."Onlar ki, ayakta iken, otururken, yatarken Allah'ı anarlar" şeklinde olduğunu anımsatarak ibadetin bazı kurallara bağlanamayacağını, bunların göstermelik ve şekilcilikten kaynaklandığını iddia ederler. Kuran'da namaz kılınız biçiminde bir ifade de yoktur. Söz konusu olan salat’tır. Salat, namaz değil, Tanrı'yı içten anıp selamlamaktır. Eğer bugünkü anlamda eğilip doğrulma gibi bir namaz biçimi kesin şart olsaydı, bunun Tanrı tarafından biçiminin bildirilmesi gerekirdi. derler.

Alevi-Baktaşi inancında, beş vakit namaz yoktur. Alevi-Bektaşi ibadetindeki cemin, erkânında; kıyamın, rükunun ve secdenin olduğunu, Namaz sözünün Kuran’da salât olarak dile getirildiğini, Salât, kulun Allah’a takva yoluyla yönelişi olduğunu, Bu yönelişin, Alevi-Bektaşi geleneğinde niyaz ile yapıldığını. Bu yönelişin, tamamen kulun kendi iradesine göre yapılan bir teslimiyet hali olduğunu ve bunun için de bir mabet veya camiye gerek duyulmadığını, her yerin bir ibadet yeri olduğunu söylerler.
Namaz, Kuran’ın pek çok ayetinde “salât” olarak geçer. Salât, aynı zamanda salavâttır. Salavât, ibadet olarak alındığı gibi, aynı zamanda Hz. Muhammed’e ve onun Ehl-i Beyt’ine okunan duadır. Aleviler Salâvatı, dua ve ibadet olarak kabul ederler. Alevililerin Aleviliğe göre, Sünnilerin Sünniliğe göre ibadet biçimleri vardır. Sünnilikteki namaz’ın karşılığı, Alevilikte niyaz’dır. Yani, Sünni’nin namazı, Alevilerin de niyazı vardır. Namaz da , niyaz da dua’dır, ibadettir. Derler.
Bu düşünce ve sözde ispat bile Aleviliğin ne derece sapıklık ta olduğunu göstermektedir. İster şiiler gibi 3 vakit olsun, isterde ehl-i sünnet gibi 5 vakit olsun namaz Kur’an da farz kılınmıştır ve islamın 5 şartından biridir. Hz Ali’de Camide namaz kılardı. Ki Hz. Ali de Camide namaz kılarken şehit edildi. Bu da alevilerin de namaz kılmayacağı namazı inkâr etmesi anlamına kesinlikle gelmemektedir. Alevilerin Namazın yeri, şekli ve sayısı konusundaki iddiaları da Peygamberimizin sünnet ve hadislerini de inkâr ettiklerini göstermektedir. Oysa bu konular peygamberimizin sünnetlerinde bellidir. Burada Kur’an’ı kabul etmedikleri halde namaz kılmanın inkârını Kur’an ayetlerini çarpıtarak ispata yeltendikleri de görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’de namazın yanında niyaz ve zikir de vardır. Kur’an’dan istediğini alıp, istemediğini inkâr eden bir düşünce insanın nefsi ve hevai duygularına işarettir ve küfürdür.

4-Aleviler Kur’anın öngördüğü Oruçu İnkâr ederler.
Aleviler 30 gün orucun da Kuran'da olmadığını söylerler. Orucun süresi, ne de ibadetin biçimi ve sayısı Kuran'da yoktur derler. Alevilerin orucun şekli ve sayısı konusundaki iddiaları da Peygamberimizin sünnet ve hadislerini de inkâr ettiklerini göstermektedir. Oysa bu konular peygamberimizin sünnetlerinde bellidir.
5-Aleviler Cami ve Camiye gitmeyi de Reddederler.
*Alevilikteki sapkınlık alevi şairler arasında da kendini göstermektedir:
Abdesttimiz katlanmak.
Namazımız sabretmek.
Biz bir oruç tutarız.
Ramazana benzemez.
Kitabımız da kıl var.
Dağlar kadar görünür.
Biz bir ayet okuruz.
Bir Kur’an’a benzemez.
Nesimi
Zühd ü riya ile olan ibadet
Hatadır Hz. Settar'a karşı
Böyle namaz ile olamaz ümmet
Hiç kimse Ahmet-i Muhtar'a karşı

Tarikatsız mü'min olamaz kimse
Nur'u nübüvvetle dolamaz kimse
Hakk'ı Peygamber'i bulamaz kimse
Yatup kalkmak ile duvara karşı

Allah gözlerine çekmiş bir perde
Yok dersin Allah'ı gökde ve yerde
Gösterelim gelde gör Hakk'ı nerde
Secde edersin Didar'a karşı"
Harabi
Gafil kaldır gönlündeki gümanı
Bu mülkün sahibi Ali değil mi?
Yaratmıştır onsekizbin âlemi
Irızkları veren Ali değil mi?

Ali ismi dört kitapta okunur,
Lâ ilâhe illâ Ali yazılı,
Zikr edenler ezazilden sakınır
Lâ ilâhe illâ Ali yazılı.
Kul Himmet
2-Rafızilik: (İlk iki Halifeyi reddedenler)
Bu şube de 24 fırkadır imamiye adını da taşır. Bunlara özel olarak rafızi de denilmektedir. Bu terim, arapçada terketmek anlamındaki rafaza sözcüğünden türetilmiştir. rafızilik, genel olarak bütün Şiileri adlandırır ve ebu bekir'le ömer'in imamlıklarını yadsımayan başkanları terkedenler anlamındadır.
Hadis: Öbürlerinden farklı olarak sahabiliğinin inkârı küfre varıcı, nebilerden sonra insanoğlunun en büyüğü Hazret-i Ebubekir'i kötülemeye kadar giden Rafızilik hakkındaki hadis:
“-Son zamanlarda Rafızi diye isimlendirilen bir topluluk türer. Bunlar İslâm'ı terkederler. Onları öldürün, çünkü şirktedirler!”
Hazret-i Ali'ye hitap eden bir hadis daha:
“- Benden sonra bir topluluk gelir. Onlara Rafızi ismi verilir. Sen onlara yetişirsen, ya Ali, onları yaşatma! Onlar müşriktir!”
Hazret-i Ali buyuruyor:
- Bu emir üzerine sordum: Alâmetleri nedir, ey Allahın Resulü? Dediler ki. “Sende olmayan şeylerle seni medh ve sena edecekler ve evvelkileri kötüleyecekler!”
Rafızîlik, Ebubekir ile Ömer'in halifeliklerini kabul etmeyen Şiilik koludur. VII. yy. ortalarında yahudi asıllı İbni Sebe tarafından ayrılıkçı olarak kurulan, halife Ali ve evlâdına aşırı ölçüde bağlanan, sünni mezhepinin bütün görüşlerine karşı çıkan bir inançtır. Genellikle Şii mezhepinin fırkalarından biri sayılır. Hz. Muhammed'in ölümünden sonra ortaya çıkan halifelik meselesi Müslümanlar arasında birtakım anlaşmazlıkların doğmasına yol açtı. Bazısı Ali'nin halife olması gerektiğini, Hz. Muhammed'in sağlığında onu kendisine halife olarak seçtiğini ileri sürdü. Müslümanların çoğu, özellikle Ebubekir'i tutanlar bu görüşe karşı çıktıkları için Ali halife olamadı. Halifelik makamına sırayla Ebubekir, Ömer ve Osman geçti. Ali, ancak onların ölümünden sonra halife olabildi. Bu yüzden, anlaşmazlık büyüdü.
Ali'yi tutanlar Ebubekir, Ömer, Osman ve Muaviye'ye karşı direnişe geçtiler. Halifelik konusundaki anlaşmazlığı din anlayışına bağlayan İbni Sebe sonradan
Rafızilik diye anılan görüşlerini üç noktada topladı:
1. Hz. Muhammed bir peygamber olduğuna göre ölmemiştir. O da İsa peygamber gibi günün birinde tekrar yeryüzüne gelecektir. Buna inanmayanlar, Kur'an'ın gerçek anlamını kavrayamayanlardır.
Kur'an’ın biri zahiri (görünüşte), biri de batıni (içrek) olmak üzere iki anlamı vardır. Onun görünüşteki anlamına bağlananlar, özünü bilmedikleri için, bu gerçeği anlayamamışlardır. Ebubekir, Ömer, Osman ve Muaviye, Ali'nin hakkını yediler. Hz. Muhammed'in yolundan ayrıldılar. Ali ölmedi, tekrar dünyaya dönecek, insanlara adalet dağıtacak, Allah'ın yolunu gösterecektir;
2. Her peygamberin bir vasisi vardır. Hz. Muhammed'in vasisi de Ebu Talib'in oğlu Ali'dir.
Hz. Muhammed'den sonra Müslümanların başına geçmek, onları yönetmek görevi Ali'nindir. İmamlık hakkını Ali'nin elinden alanlar, İslam dinine göre büyük zalimlerdir. Ali'nin hakkını ilk defa inkâr eden Ebubekir, sonra sıra ile Ömer, Osman ve Muaviye'dir;
3. Allah, Ali ve evlâdında görünüş alanına çıktı. Onların özünde Allah'ın bir cüz'ü saklıdır (hulul). Bu yüzden Ali, belli bir anlamda Allah'dır. Allah, Ali'nin kişiliğinde göründü, onun dilinden konuştu, öyleyse Ali'ye inanmak Allah'a iman etmek; Allah'a inanmak Ali'ye iman etmektir.
İbni Sebe'nin bu düşünceleri kısa bir süre içinde geniş bir çevreye yayıldı, özellikle İranlılar tarafından kolaylıkla benimsendi. Bu inanca bağlananların kimi Ali'yi bir ilâh, kimi de Nebiyyi nâtık (konuşan peygamber, yeniden ortaya çıkan bir resul) olarak kabul ettiler. Her iki görüşe göre Ali'ye itaat etmek bir din borcudur, bir tanrısal buyruktur. Ali'ye inanmayan, onun izinden yürümeyen Müslüman değildir, din açısından suçludur.Yahudiliğin özü ve Haricilikle beraber Şiiliğin mayalandırıcısı İbn-i Sebe, Hz Ali'ye haşa ilah gözüyle baktığı ve bunu dile getirdiği Hz Ali’nin de buna karşı büyük tepki gösterdiği ve sert konuşmaları üzerine Hazret-i Ali muhitinden kaçtığı ve fitne tohumlarını her tarafa serpmeye koyulduğu ve İslamda ilk ciddi ayrılığa neden olduğu Hazret-i Ali'ye insan üstü bir hüviyet verme ve onu, hatta kâinatın efendisine takdim etme dalâletini tohumlandırmış oldu.
Rafıziliğe göre Kur'an, görünüş bakımından bir kabuktur; gerçek, bu kabuğun içinde gizlidir. Namaz, zekât gibi din görevlerinin amacı Hz. Muhammed ile Ali'yi sevmektir. Hz. Muhammed ile Ali'yi candan sevenler namaz kılmış, zekât vermiş sayılır. İslâm dininde muharremat adı verilen yasaklar Ebubekir ile Ömer'in yolundan gitmek, hatmiye mezhepinden olanlara karşı çıkmak, direnmek demektir.
Rafızilik İslam birliğini parçalamak için ortaya atılan siyasi bir görüştür.
Râfızîler, tarihte her zaman, dördüncü halife Ali ve Peygamber'in amcası Abbas'ın torunlarının birinin etrafında toplanıp çeşitli fırkalara ayrıldılar. İmam Zeynel Abidin vefat edince, birçoğu imamın oğlu Zeyd'in etrafında toplandı. Emevi Devleti'nin Irak valisi olanSakifli Yusuf oğlu el-Haccac ile harp etmeye giderken bir kısmı Zeyd'den ayrıldı. Ayrılanlar, Zeyd'e; "Ebu Kuhafe oğlu Ebu Bekir'e ve Hattab oğlu Ömer'e düşman ol!" demişti. Bunun üzerine Zeyd; "Büyük dedem olan Resulullah'ın sevdiği kimselere düşmanlık edemem." dedi. Bunun üzerine Zeyd'i terketmek için bahane bulmuş oldular. Zeyd bunlara "Rafaztumunî! (Beni terkedin!)" dedi. Bunun üzerine onu terkettiler ve terkedenler anlamında Rafiziler olarak bilindiler. Rafiziler, Peygamber'den sonra hilafetin 12 imamın hakkı olduğunu savunan gruplardandır.
Rafizilik birden fazla isimle tanınmaktadır. Bunların başında da Şia ve kolları gelmektedir.
Şia'nın en yaygın kolu olan İmamiyye fırkası, inançlarının temeline "imam" anlayışını koymaları yönüyle İmamiyye adıyla tanınırken:
On iki İmama inanmaları ve onları esas almaları yönüyle İsnâ Aşeriyye;
On iki imamdan yedincisi olan Cafer-i Sadık'ı amelde ve itikatta esas almalarından dolayı da Caferiyye olarak bilinmektedirler.
Rafizilik Fırkası da bunun örneklerinden birisidir. Bu fırkaya bu ismin verilmesi ve böyle bir fırkanın varlığı konusunda bazı farklı görüşlere rastlanmaktadır.
Rafizilik ismi, bazı müelliflere göre Şiiler için kullanılan isimlerden birisidir. Ebû Hasan el-Eşarî'ye göre, Rafizilik, İmamiyye'nin başka bir adıdır. Zira O, Rafiziliği Zeydiler ve Gulat fırkalarıyla birlikte Şia'nın üç fırkasından birisi olarak göstermektedir. el-Eşarî bu ismin verilmesine sebep olarak da, Zeyd b. Ali'nin terk edilmesi olayını göstermektedir Malati de, Rafıza kelimesinin İmâmiyye ile aynı fırkaya işaret ettiğini belirtmekle beraber, Rafizileri, Zeydiyye'nin onsekiz fırkasının sonuncusu olarak saymaktadır (Mezhepler tarihinde önemli bir kaynak olarak bilinen el-Fark Beynel-Fırak'ın Müellifi Abdulkahir Bağdadi ise, Zeydiyye, İmamiyye ve Keysaniyye fırkalarını ve kollarını "Ravafız" başlığında ele almakta, yani bu üç fırkayı Rafizilerden saymaktadır. Bu tasnife göre Rafizilik bir anlamda Şiilik ile aynı fırka olarak görülmektedir. Zira, Bağdadi, eserinin tasnifinde "Ravafız" başlığının dışında ayrıca Şiilik ayrımına gitmemekte ve diğer Şii fırkalarını bu başlık altında ele almaktadır Bu fırkaya Rafizilik isminin verilmesi ile ilgili olarak gösterilen olaya gelince;
Bilindiği üzere, Emevilere karşı Ehli Beyt adına ilk ayaklanmayı yapan Hz. Hüseyin'in torunu Zeyd b. Ali (80-122/699-740) dir. Zeyd b. Ali, Ehl-i Beyt içinde gerçekten bilgili ve fakih bir zât idi. Devrin ileri gelen müslümanları gibi o da, Emeviler'in kötü idaresinden ve zulümlerinden şikayetçi idi. Sadece şikayetçi olmaktan öte, aynı zamanda bu durumu devrin hükümdarı olan Hişam b. Abdilmelik'e açıkça söyleyen birisiydi. Fakat ne yazık ki bu ikazları fazla etkili olmuyordu.
Bu pasif ikazlarının etkili olmaması üzerine Zeyd b. Ali, Kufe'ye geçer ve Emevî hükümdarına isyan için zemin hazırlamaya başlar. Halkın nabzını yoklar, kardeşi Ebû Cafer Muhammed el-Bakır ile istişare eder. O kendisine, Kufelilere güvenilemeyeceğini söylerse de, onu dinlemez. Kufe'de kendisine bey'at eden onbeş bin kişi ile birlikte zamanın Kufe-Basra valisi Yusuf b. Ömer es-Sakafi (127/744) ye karşı H. 122/M. 740 yılında ayaklanır.
Savaş devam ederken ve Zeyd b. Ali'nin üstünlüğü söz konusu iken, Hişam'ın casusları, Zeyd b. Ali'nin taraftarlarını o gün için güncel ve hassas olan bazı konularda tereddüde düşürürler. Bir taraftan eğer bu hareket devam ederse Hişam'ın Küfe halkının bütün mallarına el koyacağı sözünü yayarken, diğer taraftan da Zeyd b. Ali'den Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer hakkında görüşünü sormasını isterler. Bunun üzerine, onlardan bir grup, Zeyd'e gelerek, "Gerçek şu ki, biz düşmanlarına karşı, sana, atan Ali b. Ebî Talib'e haksızlık eden Ebû Bekir ve Ömer hakkında görüşünü söyledikten sonra yardım edeceğiz" derler. Bu soru karşısında Zeyd, "Bu ikisi hakkında iyilikten başka bir şey söyleyemem ve babamdan da onlar hakkında iyilikten başka bir şey söylediğini işitmedim. Ben, atam Hüseyin'i öldüren ve el-Harra gününde Medine'ye saldıran, sonra da Allah'ın evini (Kabe) mancınıkla taşa tutup ateşe veren Ümeyye oğullarına karşı ayaklandım" der. Bu cevap üzerine onlar, Zeyd'i terkederler. O da, onlara, "Beni bırakıp kaçtınız, terkettiniz" der. Bunun Arapçasında "Râfaztumunî" ifadesi geçmektedir. İşte bundan dolayı bunlara o günden beri "Rafızî" denmiştir. Sonuç olarak Zeyd'in yanında çok az sayıda insan kalmıştır. Zeyd ve çok az sayıdaki arkadaşları son nefeslerine kadar çarpışırlar. Zeyd şehit edilir. Sonra cesedi kabrinden çıkarılarak asılır ve daha sonra da yakılır İşte burada sözü edilen Rafizilik fırkasının ismi ve ortaya çıkışı bu olay ile başlamıştır. Bu olaydan sonra Kufeliler vefasızlık ve cimrilikle vasıflandırılmıştır. O kadar ki, bu iki hususla ilgili olarak onlar hakkında "Kufeli'den daha cimri, Kufeli'den daha hain ve vefasız" deyimi söylenir olmuştur
Buna göre Rafizilik ismi, Şii olarak kabul edilen kimseler için yanlış olarak kullanılmış bir tabir şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Zira, bu isimde hiç bir müstakil fırkaya rastlayamıyoruz. Bu tabir Şii fırkalarının hiç birisi için müstakil olarak kullanılmamıştır. Yukarıda da izah edildiği üzere, böyle bir durum sadece bu isim için söz konusu olmuş değildir. Aynı durum, İmamiyye'nin diğer isimleri için de geçerli olmuştur. Bu durumun başka örneklerini de görmek mümkündür.
 
DjKarakurt Çevrimdışı

DjKarakurt

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Şiilik 3 kısımdır demişsin ilk iki kısmı yazmışsın kardeş 3. kısmıda yazarsan sevinirim güzel bi çalışma olmuş eline emeğine sağlık...
 
Ömer İbn Abdulaziz Çevrimdışı

Ömer İbn Abdulaziz

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Haberi rafızi şeytanları hazırlamış besbelli. Muaviye (radiyallahu anh)'ı haricilerle aynı kefeye koymuşlar. DjKarakurt sende sahabeye hakaret edilen şiilerin bu tarz yazılarını neden paylaşıp şerre aracılık ediyorsun? Başka bir başlıkta da şiilerin haberlerini paylaşmışsın. Bence bunların yayılmasına vesile olma.

Allah azze ve celle Sahabeye söven şiilerin, alimininden avamına ekserisine lanet etsin. Amin.
 
DjKarakurt Çevrimdışı

DjKarakurt

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ömer İbn Abdulaziz bu haberleri paylaşma sebebim hem bilgi sahibi olmam hem de onlara karşı sempati besleyenlere bi reddiye olması sebebiyle güncel ortamı takip etmemiz kanısındayım... böylece google indexinde arama yapan bi şia bu reddiyeleri okumasını vesile olarak kendilerine Allahın hidayet etmesi için bu yolda çaba sarf ediyorum ve şia tehlikesine karşı halka eğitim verilmesine vesile olup sevaptan payıma düşeni almak istiyorum onlarla yüzyüze konuştuğumda takiyyeden başka bişi yapmıyorlar kendi nefisleri ile başbaşa kaldıklarında hakikata bi yol açmak için paylaşıyorum.. Ehlisünnetvelcemaat biri gibi takfir yerine tebliğ yapmaya çalışıyorum ve dahası.. açıklamam yeterli olmuştur inşaalah. Zaten sahabeye söven kafir olur.Allahdan adaletine uygun bizi cezalandırmasını niyaz ederim. Amin
 
M Çevrimdışı

Musluman.

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Site zaten belli Djkarakurt ehlibeyt haber ajansını bilen biliyor zaten.

Artı olarak Örneğin Suriye konusunda Ben İranın görüşünü gösterme açısından * düşerek paylaşıyorum ancak bu haber paylaşılmaması gerekirdi diye düşünüyorum
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt