1) BEN SAPIK DEĞİLİM AMA SEN BENZİYORSUN
2)BEN HUMEYNİYİ FALAN TANIMAM, HZ MUHAMMED (S.A.A) VE ONUN EVLATLARINDAN OLAN 12 İMAMDAN BAŞKASINA İNANMAM
SENİN İMZAN OLAN YAZIYA BİR AYETLE CEVAP VEREYİM.
Onu (insanı) önünden ve arkasından izleyenler vardır ki kendisini Allah'ın emriyle korurlar. Bir topluluk kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.RAD 11
FİLİSTİNDE O KADAR MÜSLÜMAN ŞEHİT EDİLİYOR ETRAFINDADA MİLYONLARCA KENDİLERİNE MÜSLÜMAN DİYEN İNSANLAR O YAHUDİLERİ TÜKÜRSELER BOĞARLAR NEDEN YAPAMIYORLAR BİLİYON MU?
MİLYONLARCA SUNNİ SİNİZ ANCAK SEYREDİYORSUNUZ VE GALİP GELEMİYORSUNUZ, NEDEN Mİ?
ÇÜNKÜ SİZ TOPLULUK OLARAK BOZULMUŞSUNUZ.
EBUL HASAN EL MAKSADİ DEMİŞ Kİ ÜÇ HALİFEYİ NASIL GÖRÜYON HADİSE İNANMIYON
1) HADİSLERE İNANIRIM TABİKİ AMA EBUBEKİRİN TOPLATIP YAKTIRDIĞI HADİSLERE , YAKTIRILDIKTAN SONRA UYDURULAN HADİSLERE DEĞİL.
2) ÜÇ HALİFEYİ NASIL GÖRDÜĞÜMÜ BENİMLE KAFİR SIFATINDA YAZIŞACAĞIMI YAZMIŞSIN
3) SEN KİMSİNDE BENİ YARGILIYORSUN, O HAKKI SANA KİM VERİYOR, ADAMA OLAMAMIŞSINIZ Kİ MÜSLÜMAN OLASINIZ.
4) BEN HZ ALİ’ NİN DİĞER HALİFELERE ÜSTÜNLÜĞÜNÜ KENDİ ÜZERİNE İNEN YAZDIĞIM SADECE İKİ AYETLE İSPATLADIM Kİ DAHA NİCE AYETLER VARDI YAZILACAK. SİZİN YAZACAĞINIZ İKİ AYET BİLE ÇIKMAZ. DÜŞÜNSENE 3 HALİFEYE İNEN 2 AYET BİLE YOK. BİR TANESİ BEN YAZDIM BİR TANEDE SİZ UYDURURSUNUZ ÜSTÜNÜZE YOK ZATEN.
BEN ALLAH’ A ÇOK ŞÜKÜR KAFİR DEĞİLİM AMA SİZ BENİM GÖZÜMDE ÖLMÜŞ SİNEKLER GİBİSİNİZ
BEN SİTENİNİZDEN DEFOLUP GİTMEM ALLAHIN İZNİYLE ALNIMIN AKIYLA GİDERİM. ALIN SİTENİZ SİZİN OLSUN.
O kadar çirkefleşmiş ki yüreğin ; batılı hak olarak anlamak ve anlatmak akidene yerleşmiş. Delil diye sapık tevilleri getir sonrada millete bozuksun ayakları yap. Daha önce mesajlarında islam tarihi oku diye bahsettiğin konuya neden sen okuyarak katılmıyorsun. Kaç tane ehli sünnet alimi ömerin ayet inmeden önceki içtihadları ile ayet indiktenten sonraki hükümle bir olduğunu söylemiş. Senin kur'an da isimleri yok gibi salakça ölçülerin le mi hak bulunacak. Kur'an'ı kerim çerçeveyi çizmiş ve senin inanmadığın hadislerle yol belirlenmiştir. Sen islam diye kafanda kurguladığın dine bizden ehli sünnetten delil istiyorsun. Sana inanmadığın bir şeyi nasıl delil olarak getirmemi istiyorsun. Bu kadar mı salaksın.
Demişsin ki sizlerin gözümde sinek kadar değeri yok. Bil ki bir kafirin gözünde ki değerimiz değil Rabbim katındaki değerimiz bizler için ölçüdür. Onun için fazla uğraşma ve git inandığın şeyleri yaşamaya devam et. Bizler dini sizler gibi el müracattan , el hukumetul islamiyye den ve rafizi kitaplarından öğrenmedik. Bizler islamı da mücadeleyide hak için canını ve emeğini vermiş insanlardan öğrendik.
Son kez kardeşleriminde faydalanması için Hz.Ömer hakkında bir yazı veriyorum. Dileyen faydalanır.
Hak ile bâtılı ayırt eden mânâsına "Faruk" unvanının sahibi Hz. Ömer, peygamberâne kabiliyetlerle donatılmış lisanına hakkın konulduğu mülhemun'dan bir zat idi. Elbette bu mantık, bu basiret ve bu firasete sahip insanın hayatı da biteviye bir hayat yaşayan düz insanların idrak sınırlarını aşacak olağanüstülüklerle doluydu. Bu hakikate işaretle Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Şüphesiz Ömer hepimizden daha çok Allah'ı tanıyan, hepimizden daha çok Allah'ın kitabını okuyan ve bilen kimse idi." Hz. Huzeyfe ise, "Bize öyle geliyor ki, bütün insanların bilgisi sanki Ömer'in kafasında saklıdır." der. Evet, cevher kadrini bilen cevherfürûşânların değerlendirmeleri bunlar. Bu kervana Hz. Ali de bir dua ile katılır. Ramazan'da mescidin kandillerle parıl parıl parıldadığını ve halkın Kur'ân okuduğunu gören Hz. Ali "Ey Hattaboğlu sen Allah'ın evlerini nasıl ışıklandırdınsa, Allah da senin kabrini ışıklandırsın." der.
Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer hakkında İbnu Abbas: Hz. Peygamber (aleyissalâtu vesselâm)'in "iki havarisi ve iki veziri" olarak tavsif eder
(İbnu Kesir, Tefsir, 3, 143). ifadesini kullanır.
Resulullah (aleyissalâtu vesselâm)'ın devlet işlerinin yürütülmesinde bu iki zata ne kadar ehemmiyet verdiğini: "Ebu Bekr ve Ömer benim nazarımda, bir baş için göz ve kulak mesabesindedir" hadisinden anlayabiliriz
.( Münavi, Feyzu'l-Kadir 1, 189)
Hz. Peygamber bu kulak ve göz gibi kıymetli tuttuğu müşavirlerin görüşlerini ne kadar üstün tuttuğunu, "Ebu Bekr ve Ömer istişare sırasında bir meselede ittifak edip birleştiler mi asla itiraz etmem" sözüyle ifade eder
(Heysemi, Mecmeu’z-Zevaid, 9, 53)
Hz. Peygamber'in "İkinizle beni takviye eden Allah'a hamd olsun" dediği de rivayetler arasında gelmiştir.
(Usdü'l-Gabe, 6, 10.)
Hz. Ömer için oğlu Abdullah: "Ömer'in birşey için: "Zannederim bu şöyle olmalıdır" deyip de onun zannettiği şekilde hasıl olmadığı vaki değildir" der.
( Buhari, Menakıb 35)
Yine Abdullah İbnu Ömer'in ifadesiyle ortaya çıkan bir meselede herkes bir görüş beyan ederken Hz. Ömer bir başka görüş beyan edecek olsa meseleyle alâkalı olarak gelen ayet her seferinde Hz. Ömer'i te'yid etmiştir
(İbnu Hacer, Fethu'l-Bari, Kahire, 1959, 2, 51).
İşte yapageldiği uygulamalarla 14 asırdır tüm inananları adeta teshir eden Hz. Ömer'in bir başka özelliği ise tevafukâtıdır. Bu, kendi beyanına göre 3, İbni Hacer'e göre 15, İmam*ı Suyutî'nin tahkikine göre ise 21 defa Hz. Ömer'in düşüncesi istikametinde ayet*i kerimelerin nüzul etmesi demektir. Rabbani hükme muvafık düşen Hz. Ömer'in görüşlerinden bazıları şunlardır:
1) Makamı İbrahim'in namazgah edinilmesi.
2) Ezvâcı tâhirâtın tesettüre bürünmesi
3) Ezvâcı tâhirâtın kıskançlık adına birleşmeleri üzere "O'nun Rabbi sizleri boşar ve sizden daha hayırlı zevcelerle değiştirir." demesi ve aynı çizgide ayetin gelmesi.
(Buharî, Salât, 32; Müslim, Fedâilü's Sahabe, 24)
4) Bedir esirlerine ne yapılacağı hakkında, istişare esnasında arz ettiği görüşü.
(Enfal, 8/67)
5) Meşhur münafık Abdullah b. Übeyy b. Selul üzerine, Hz. Peygamber'in cenaze namazı kılmamasını istemesi.
(Tevbe, 9/84)
6) İçki hakkında kesin ve net bir hükmün gelmesini istemesi.
(Mâide, 5/90)
7) İnsanın yaratılışını anlatan ayeti ilk defa dinlerken Allah'ın kudretine hayranlığın ifadesi olarak kendinden geçip, ayetin fezlekesini aynen söylemesi.
(Mü'minun, 23/14)
8) İfk hadisesinde kendisi ile istişare eden Hz. Peygamber'e bunun bir iftira olduğunu söylemesi ve aynı ifadelerle ayetin nüzulü.
(Nur, 24/16)
9) Hz. Peygamber'in hükmüne razı olmayan kişiyi öldürmesi, bunun üzerine Hz. Ömer'in haklılığına delâlet eden ayetin inmesi.
(Nisa, 4/65)
10) Cibril'e "Bizim düşmanımızdır." diyen Yahudilere karşı Hz. Ömer'in söylediği aynı sözlerle ayetin nazil oluşu.
(Bakara, 2/98)
Burada bu tevâfukâtların hepsini uzun uzadıya anlatmamıza imkân yok. Onun için bir fikir vermesi açısından sadece Bedir esirleri ile ilgili ayeti, nüzul sebebi ile beraber kısaca arz etmeye çalışalım: Bedir Savaşı sonrası Allah Rasûlü (sas) elde edilen esirlere ne yapılması gerektiği hakkında ashabıyla istişare etti. Esir meselesi o güne kadar Müslümanların ilk defa karşılaştıkları bir durumdu. Bu konuda Allah'tan gelen bir beyan da yoktu. Hz. Ebu Bekir esirlerin fidye karşılığı salıverilmesi görüşünde olduğunu söyledi. Hz. Ömer ise "Ben Ebu Bekir'in görüşünde değilim. Bunlar Kureyş'in liderleri, imamları, komutanları. Onun için bana, Ali'ye, Hamza'ya en yakınlarımızı ver, onları öldürelim. Ta ki Allah, akrabamız bile olsa müşriklere karşı kalplerimizde bir sevgi taşımadığımızı bilsin." dedi. Allah Rasûlü, Hz. Ebu Bekir'in görüşüne göre hareket etti. Ve devamını Hz. Ömer anlatıyor. "Ertesi gün Allah Rasûlü'nün yanına gittim. Yanında Ebu Bekir vardı ve beraber ağlıyorlardı. Israrla niye ağladıklarını sordum. Allah Rasûlü nihayet alınan fidyeler karşılığında şu ayetin indiğini söyledi: "Yeryüzünde ağır basıp (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esir bulundurması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için ebedî olan) ahireti istiyor. Allah, Azîz'dir, Hakîm'dir.
(Enfal, 8/67)
Aslında küfrün beli kırılıp, hak düşüncesi hakim olduktan sonra esirler o günkü şartlara göre tutulur, salıverilir veya fidye karşılığı serbest bırakılabilir. Muhammed suresinin dördüncü ayeti bunu âmirdir. Ama bu, düşman kuvvetlerinin kımıldayamaz hale getirilmelerinden sonradır. "Halbuki Bedir'de düşman ordusu üzerinde tam bir hakimiyet, gerçek anlamda bir ihsan hasıl olmuş değildi, henüz İslâm'ın gücü bütün katılığıyla ağır basmış değildi. O sırada düşmanın biraz uyanık davranması büyük bir felâket getirebilirdi." İşte o engin dehasıyla, firasetiyle, basiretiyle bunu sezen Hz. Ömer, fıtratındaki celadetin de tesiriyle esirlerin öldürülmesi görüşünde olduğunu söylemişti. Aslında Allah Rasûlü de belki aynı düşüncedeydi. Ama af ve müsamaha ikliminin yegâne temsilcisi, Kehf Sûresi 6. ayetinde bildirilen şekliyle başkalarının iman etmemesi karşısında neredeyse kendini helak edecek derecede üzülen Nebiler Serveri, bi'setten bu yana Müslümanlara kan kusturan bu azılı müşriklerin kalplerine girme, onları ebedî azaptan kurtarma adına bir yol olabilir düşüncesi ile Hz. Ebu Bekir'in görüşüne meyletmişti. Fakat İlahî irade, Hz. Ömer'e muvafakat etti.
Sair tevafukât için, daha teferruatlı bilgi edinmek isteyenleri ilgili kitaplara havale edip, bu faslı Abdullah b. Ömer'in sözleriyle kapatalım: "Hiçbir mesele meydana gelmemiştir ki, insanlar bir türlü, Ömer de bir türlü görüşte bulunmuş olsunlar da Kur'ân, Ömer'in dediğine uygun nazil olmuş olmasın."
Şimdi pis rafizi dilediğin yere git ve dilediğin şekilde yaşa. Burada müslümanlar var ; burada senin sinek kadar değer vermediğin kişiler var. Sen sapık zümrene git ve şirkine devam et.
Kulunu haklı çıkaran Allah'a hamdolsun.