''MART 1917 BEYLERBEYİ SARAYI
Musahibim evvelki gün fransızca 'küçük bir kitap getirdi. Adı: «Piyer Kiyar'ın Hatırasına»dır. Methiye ve hicviyelerden yapılmış bir kitapçık. Övülen, Piyer Kiyar, yerilen de ben.. «Piyer Kiyar'ı, ismen bilirim. Yirmi üç yıl önce İstanbul'a gelmişti. Ermeni mekteplerinde fesad muallimi idi. Üç dört sene kaldıktan sonra da def olup gitti. Tuhaf!. Bana : (Kızıl Hayvan - Bete Rouge) lakabını takan Piyer Kiyar'mış.. Sözü bilirdimse de ortaya atanını bilmezdim. Taşıdığım yabancı ülke nişanları kadar, yine o yabancı ülkeler tarafından bana yakıştırılmış böyle birçok unvanlarım vardır! Ben, bunlarla iftihar etmekte haksız değilim, İşte bakınız, «Kızıl Hayvan» payesinin verilme sebebini bu kitaptan öğrendim. Ve öğreten de Aharonyan, Çobanyan adındaki iki Ermeni hatibinin hararetli nutuklarıdır! Musahibimin getirdiği kitapta ünlü, ünsüz bir sürü Fransız Edebiyatçısının da nutuk tarzında hicviyeleri var ise de «Kızıl Hayvan» isminin niçin konmuş olduğunu, insan dış düşmanlarından değil, iç düşmanlarından işitmek ve öğrenmek ister. Böylesi daha belgeli ve güven verici olur. Aharonyan efendi de, Mösyö Çobanyan da ağız birliği edip allandıra ballandıra anlatıyorlar ki: Piyer Kiyar, Ermeni okullarına öğretmen olarak 1893 yılında İstanbul'a gelmiş, Ermeni gençlerine felsefe ve edebiyat tarihi ile birlikte «Türklerin boyunduruğundan kurtulmak için çalışmak» dersleri vermiş!.. Ermeni öğrencilerinin felsefe ile edebiyat tarihi derslerinden ne kadar yararlandıkları belli değildir ama, ihtilâlciliği öğretmek ve inandırmakta o kadar başarı kazanmış ki; «Sason» meselesinde, «Zeytun» meselesinde, yâni. Ermeni kanının dökülüp, Ermeni ocağının sönmüş olduğu her meselede, bu Piyer Kiyarı minnet ve şükranla anmak, Ermeni cemaatına kutsal bir vazife olmuş!....
Ermeni meselesi, Ermeniler meselesi değildir. Rahat bir rekle söyleyebilirim ki, Ermeni kavmi (milleti), Osmanlıyı en iyi benimsemiş, onu en iyi temsil etmiş bir kavimdi. Medeniyetimize hizmet etmişler, devletimizin bekasına çalışmışlar, hizmetleri ile ve sadakatleri ile mümtaz Osmanlı çıkarmışlardır. Ermenilerin bizden hiçbir şikâyetleri yoktu. Fakat Ruslar, Bulgaristan üzerindeki emellerine ulaşınca, Osmanlı imparatorluğundan yeni bir parça daha koparmak için, Ermenileri parmaklarına doladılar. Gönderdikleri ajanlarla, önce papazları, öğretmenleri ele geçirdiler, sonra buldukları macera düşkünü Ermenileri bizim aleyhimize çevirdiler. Hiçbir kavim, bağlı olduğu ülke zayıflarsa rahat durmaz. Bu sebeple, Ermenilerin de tek başlarına uslu oturduklarını söylemek istemiyorum. Fakat tek başlarına hiçbir güçleri olmadığı için, diğer kavimler gibi onlar da bir süre bekleyebilirlerdi. Ancak tahrik ve fitne, bazılarını hemen ayaklandırmaya yetti. Aslına bakacak olursak Ruslar, Türkiye'de müstakil bir Ermenistan kurulmasından yana değildiler. Çünkü kendi sınırları içinde de Ermeniler vardı, o zaman bunlar da bu Ermenilere katılmak isteyeceklerdi. Rusların hesabı, kendi Ermenilerinin ağızlarına bir parmak bal çalmak. Türkiye'nin başına bir gaile çıkarmaktan ibaretti.
Çok geçmeden buna Fransızlar ve İngilizler de katıldılar. Osmanlı ülkesinden koparılacak yeni parçada, onlar da söz sahibi olmak istiyorlardı, ilk Ermeni komitesinin Türkiye'de değil de Pariste kurulmuş olması, her şeyi ortaya koyar. Fitnenin başı dışarda idi.'' Sultan II. Abdülhamid Han