-“Bu bayana soyunma ruhsatını siz mi verdiniz”?
Yıllardır işlevini sürdüren cafe ve benzerleri hakkında bir mülahazadır. Arabayla önünden geçtiğim sırada cafe’den dışarı fırlayan bir kız, henüz belki onüç-ondört yaşında. Üzerindeki kıyafet vücudunu örtmeye yetmediği gibi cafedeyken fazlasıyla açılan yerlerini de dışarı çıkışından yaklaşık on metre sonra ben gördüğüm sırada düzeltmeye benzer bir uğraşla gûyâ hallediverdi. Halinden anlaşılan sarhoşluğu meşkten mi meyden midir bilinmez ama peşinden koştuğu oğlan da zibidi kılıklı, daha doğrusu kılıksızın biriydi. İşin onların içgüdülerini ilgilendiren kişisel boyutu bir yana onlar bu toplumun çocuklarıydı. Belki falan mahallede, belki karşı binada, belki kapı komşumuz, belki akrabamız, ya da bizim kanımız canımız kendi yavrularımız. Onları, sokaklarda büyüyen ve kovalaşan köpekler gibi yetişmeye terk eden ve onlar için köşe bucak cafe adı altında kovuklar yapan herkim ise bu toplumun felaketinden sorumlu olanlar da onlardır.
Günün ilerleyen saatlerinde bir evrak münasebetiyle uğradığım ruhsat işlerine bakan memura sordum.
-Cafelere ruhsatı siz mi veriyorsunuz ? Evet dedi.
-Buralarda ne işler yapıldığını siz biliyor musunuz ?
-Evet biliyoruz, fakat bizim görevimiz ruhsat vermek.
-İyi ama zampara yuvası olmuş oralar, küçücük kızlar oğlanlar fink atıyor !
-Doğuran düşünsün !
-Peki sizin ruhsat vermenizden sonra, görevi buraları denetlemek olan kimse yok mu ? -Hayır neyi veya kimi denetleyecek ? Fuhuş suç olmaktan çıkalı yıllar oldu flörtün adı da zaten sosyete aşkı polis bu tür işlere karışamaz, karışırsa süs kabağı gibi ortada kalır, üniforma devletin hizmetkarıdır ve içindeki adam o üniformayı hareket ettirmeye yarar !
-Bunlar nasıl sözler hepimizin oğlu kızı var, gelecek nesiller tehlikede, sizin de yavrularınız yok mu ?
-Aah kardeşim ah! Ben sana tasvip etmediğim bir durumu arzediyorum. İş anne babalara kaldı, evinde korudun ne alâ, kimse kimseden bir şey beklemesin artık, ceza yok kardeşim, ceza yok, hırsıza, katile, ....., ....... ceza yok. Namuslu insan korkuyor kanundan, namussuza ceza yok. Allah halimizi hayırla ıslah etsin. Düşündüm gün boyu yetmedi gece boyu, her insanın başına polis mi dikeceksin veya herkesin evi barkı yok mu, herkes sokakta mı yaşıyor, anne baba eğitsin öğretsin işinin adı ne dedim kendi kendime, olmazsa razı olsun başına gelenlere. Sonra lânetli kutu geliverdi aklıma, elektrik, su gibi hatta hava gibi ihtiyaç zannedilen, başköşeye –dedelerin yerine- oturan lanetli kutu! Evlerin içine kapakları açılmış kanalizasyonlar ve ardamarı çatlamış lâğım faresi kılıklı gûya sanatçıların hayasızca evlere doluşması geldi aklıma. Eğitim, öğretim öyle mi ? İlkokul talebelerine sınıfta popstar yarışması yaptıran öğretmen mi eğitecek, yoksa kendisi necasete bulaşmış anne baba mı temiz ahlak verecek bu nesillere ?
Sorumlu arıyorsan aklı ve yetkisi olanlar dedi peygamberim. “Hepiniz bir çobansınız ve güttüğünüzden mesulsünüz” buyurdu. Yani teşhis edilecek suçlu, elinin altında suçlu/ günahkar yetişen her adammış, koyunun bile hesabının sorulacağı biri varmış, çobanlar evet çobanlar ! Dünyada ceza yok kanun yok olsa da Allah onlardan soracakmış ve layık oldukları akıbet onların olacakmış. Koyunlara uçurumun kenarında otlama ruhsatı veren çoban , kanatları olmadığı için uçamayan koyunların hesabını verecekmiş. Kaçıp dağlara çıkan koyunlar için bile, niçin kaçırdın, gözün körmüydü, aklın nerdeydi, niye tutmadın denecekmiş. Yani ruhsatlı ve ruhsatsız olarak hasıl olan zarar çobanın boynunda yükmüş.
Ertesi gün işin asıl sorumlularını tesbit etmiş olarak caddeleri arşınlamaya başladım. Bir deli edasıyla veya bir dilenci yüzsüzlüğüyle tanımadığım insanlara “bakar mısınız” diyordum ve ardından soruyordum, “ yanınızdaki bu kıza böyle soyunma ruhsatını siz mi verdiniz?” Afallayan insanlar önce yanındaki kıza bakıyor sonra şeyy.. diyor ve ardından bir soru daha sormamam için kaşlarını çatıp “deli mi ne” diyerek hızla çekip gidiyorlardı. Bir beye daha sordum aynı soruyu, bu defa tersinden. Hanımıydı galiba, elinden tutuyordu, hanımı da köpeğinin zincirinden. O beye dedim ki “afedersiniz, bu köpeğe giyinme ruhsatını siz mi verdiniz ?” Evet dedi kırışarak.
Biraz zor olmuyor mu, hani köpektir de dedim. Hayır biz onu giydirmekten zevk alıyoruz, ihtiyacı olduğunu anladığımızda elbisesini çıkarıyoruz, medeniyet kardeşim medeniyet dedi. Yâ helal valla biz bunu akıl edememiştik bizim mahalledeki itler hep elbisesiz dolaşıyor dedim. O da işaret parmağını başına koyup bir gözünü de kırparak yâ tabi saksıyı çalıştırıcaksın dedi. Bir sorum daha olacak izin verirseniz dedim. Buldun yol ortasında bedava danışmayı sorarsın tabi sor bakalım bu son olsun dedi. -“Bu bayana soyunma ruhsatını siz mi verdiniz”?
Adam gözlerime öyle bir baktı ki, sanki kendisine küfretmişim gibi kaşlarını çattı, sonra külhanbeyi edasıyla yamuldu sağına doğru, yanındaki bayanı yeni görüyormuş gibi süzdü baştan aşağı, süzülen bayan kızarırken bay süzgeç eli belinde bir ayağını hafifçe yerden kesip kafayı büktü ve düşünen adam pozlarıyla gözlerini kısıp bana bakmaya başladı. Bu adam belasını mı arıyor acaba diyenlere bir ip ucu olsun diye “aklınızdan geçenleri tahmin edebiliyorum” dedim. Yâ öyle mi ne geçiyormuş dedi. ”Sen şimdi diyorsun ki köpeği ihtiyacı olduğunda soyuyoruz ihtiyacını gideriyor. Bu karının neye ihtiyacı var da bu kadar soyduk acaba! Ve cevap bulamıyorsun en iyisi soyunma ruhsatını iptal etmek diyorsun. İnan sen şanslısın bu soruya cevap bulanların işi daha zor, yani ihtiyacı için soyunuyor diyenlerin, dedim. Bir sessizlik çöktü üstümüze, ne yapacağı belli olmayan adamların sessizliği ! Delikanlı bayanın elini bıraktı, başını yere yıktı, ağır ağır yürümeye başladı, umduğumdan çok uzaklara dalmıştı. Meğer gerçekten de düşünüyormuş. Yüzü hafifçe kızaran bayan da bir bana baktı bir de itine, düştü oğlanın peşine, her ne kadar kocasının yanına vardıysa da durum belli ya onun düşüncesinde gittiği yere bu bayanın hayali bile ulaşamazdı. Yine de etkilenmedi değil. Sadece ipinden çekilen süs köpeği bu sohbetten nasibini alamadı. İpsiz olan süs köpekleri de anlamazdı zaten.
Kendi iyiliği veya toplumun selameti için aynı soruyu yönelttiğim bir başka nasipsizde umduğumuzu bulduk. Gözümüz şişmiş olarak polis otosuna bindirildik, adam karakolda davacı olmaktan vazgeçirilirken, “şu mahkemelere gelip gitmek olmasa ben sana yapacağımı bilirdim dedi. Haklısınız dedim, size sorulan soruyu anlamamaya çalışmakla haklısınız, bilin ki size dedenizin, babanızın veya samimi arkadaşlarınızın sorması gereken bu soruyu ben sormakla suçluyum fakat Allah sorduğunda sen suçlu olacaksın ve cezanı bulacaksın. Polisler adamı sakinleştirip gönderdiler, iş bana nasihat etme sırasına geldi ve komiser bey sağolsun epeyce de dertliymiş anlattı, anlattı. Bense vazifesini yapmış bir memur gibi gayet memnun ve serinkanlı ve emeğinin karşılığını alacağından emin olarak geçen bu günü ömrün kâr hanesine yazabilirdim. Namusluların gözünü şişirip karakolluk ederken namussuzlar caddelerde serbest ve Allah’a tevekkülden sonra güveneceğimiz devlet fuhuşu serbest bırakmış komiser bey, siz emir kulu olduğunuza göre biz bari kulluğumuzu yapalım, tanıştığımıza memnun oldum ve gerçekten ben bu derdi çok sevdim bu karakolu da. İnşallah görüşmek ümidiyle.
Biz Kendisine kulluk edelim ki bizi Allah korusun .
Yıllardır işlevini sürdüren cafe ve benzerleri hakkında bir mülahazadır. Arabayla önünden geçtiğim sırada cafe’den dışarı fırlayan bir kız, henüz belki onüç-ondört yaşında. Üzerindeki kıyafet vücudunu örtmeye yetmediği gibi cafedeyken fazlasıyla açılan yerlerini de dışarı çıkışından yaklaşık on metre sonra ben gördüğüm sırada düzeltmeye benzer bir uğraşla gûyâ hallediverdi. Halinden anlaşılan sarhoşluğu meşkten mi meyden midir bilinmez ama peşinden koştuğu oğlan da zibidi kılıklı, daha doğrusu kılıksızın biriydi. İşin onların içgüdülerini ilgilendiren kişisel boyutu bir yana onlar bu toplumun çocuklarıydı. Belki falan mahallede, belki karşı binada, belki kapı komşumuz, belki akrabamız, ya da bizim kanımız canımız kendi yavrularımız. Onları, sokaklarda büyüyen ve kovalaşan köpekler gibi yetişmeye terk eden ve onlar için köşe bucak cafe adı altında kovuklar yapan herkim ise bu toplumun felaketinden sorumlu olanlar da onlardır.
Günün ilerleyen saatlerinde bir evrak münasebetiyle uğradığım ruhsat işlerine bakan memura sordum.
-Cafelere ruhsatı siz mi veriyorsunuz ? Evet dedi.
-Buralarda ne işler yapıldığını siz biliyor musunuz ?
-Evet biliyoruz, fakat bizim görevimiz ruhsat vermek.
-İyi ama zampara yuvası olmuş oralar, küçücük kızlar oğlanlar fink atıyor !
-Doğuran düşünsün !
-Peki sizin ruhsat vermenizden sonra, görevi buraları denetlemek olan kimse yok mu ? -Hayır neyi veya kimi denetleyecek ? Fuhuş suç olmaktan çıkalı yıllar oldu flörtün adı da zaten sosyete aşkı polis bu tür işlere karışamaz, karışırsa süs kabağı gibi ortada kalır, üniforma devletin hizmetkarıdır ve içindeki adam o üniformayı hareket ettirmeye yarar !
-Bunlar nasıl sözler hepimizin oğlu kızı var, gelecek nesiller tehlikede, sizin de yavrularınız yok mu ?
-Aah kardeşim ah! Ben sana tasvip etmediğim bir durumu arzediyorum. İş anne babalara kaldı, evinde korudun ne alâ, kimse kimseden bir şey beklemesin artık, ceza yok kardeşim, ceza yok, hırsıza, katile, ....., ....... ceza yok. Namuslu insan korkuyor kanundan, namussuza ceza yok. Allah halimizi hayırla ıslah etsin. Düşündüm gün boyu yetmedi gece boyu, her insanın başına polis mi dikeceksin veya herkesin evi barkı yok mu, herkes sokakta mı yaşıyor, anne baba eğitsin öğretsin işinin adı ne dedim kendi kendime, olmazsa razı olsun başına gelenlere. Sonra lânetli kutu geliverdi aklıma, elektrik, su gibi hatta hava gibi ihtiyaç zannedilen, başköşeye –dedelerin yerine- oturan lanetli kutu! Evlerin içine kapakları açılmış kanalizasyonlar ve ardamarı çatlamış lâğım faresi kılıklı gûya sanatçıların hayasızca evlere doluşması geldi aklıma. Eğitim, öğretim öyle mi ? İlkokul talebelerine sınıfta popstar yarışması yaptıran öğretmen mi eğitecek, yoksa kendisi necasete bulaşmış anne baba mı temiz ahlak verecek bu nesillere ?
Sorumlu arıyorsan aklı ve yetkisi olanlar dedi peygamberim. “Hepiniz bir çobansınız ve güttüğünüzden mesulsünüz” buyurdu. Yani teşhis edilecek suçlu, elinin altında suçlu/ günahkar yetişen her adammış, koyunun bile hesabının sorulacağı biri varmış, çobanlar evet çobanlar ! Dünyada ceza yok kanun yok olsa da Allah onlardan soracakmış ve layık oldukları akıbet onların olacakmış. Koyunlara uçurumun kenarında otlama ruhsatı veren çoban , kanatları olmadığı için uçamayan koyunların hesabını verecekmiş. Kaçıp dağlara çıkan koyunlar için bile, niçin kaçırdın, gözün körmüydü, aklın nerdeydi, niye tutmadın denecekmiş. Yani ruhsatlı ve ruhsatsız olarak hasıl olan zarar çobanın boynunda yükmüş.
Ertesi gün işin asıl sorumlularını tesbit etmiş olarak caddeleri arşınlamaya başladım. Bir deli edasıyla veya bir dilenci yüzsüzlüğüyle tanımadığım insanlara “bakar mısınız” diyordum ve ardından soruyordum, “ yanınızdaki bu kıza böyle soyunma ruhsatını siz mi verdiniz?” Afallayan insanlar önce yanındaki kıza bakıyor sonra şeyy.. diyor ve ardından bir soru daha sormamam için kaşlarını çatıp “deli mi ne” diyerek hızla çekip gidiyorlardı. Bir beye daha sordum aynı soruyu, bu defa tersinden. Hanımıydı galiba, elinden tutuyordu, hanımı da köpeğinin zincirinden. O beye dedim ki “afedersiniz, bu köpeğe giyinme ruhsatını siz mi verdiniz ?” Evet dedi kırışarak.
Biraz zor olmuyor mu, hani köpektir de dedim. Hayır biz onu giydirmekten zevk alıyoruz, ihtiyacı olduğunu anladığımızda elbisesini çıkarıyoruz, medeniyet kardeşim medeniyet dedi. Yâ helal valla biz bunu akıl edememiştik bizim mahalledeki itler hep elbisesiz dolaşıyor dedim. O da işaret parmağını başına koyup bir gözünü de kırparak yâ tabi saksıyı çalıştırıcaksın dedi. Bir sorum daha olacak izin verirseniz dedim. Buldun yol ortasında bedava danışmayı sorarsın tabi sor bakalım bu son olsun dedi. -“Bu bayana soyunma ruhsatını siz mi verdiniz”?
Adam gözlerime öyle bir baktı ki, sanki kendisine küfretmişim gibi kaşlarını çattı, sonra külhanbeyi edasıyla yamuldu sağına doğru, yanındaki bayanı yeni görüyormuş gibi süzdü baştan aşağı, süzülen bayan kızarırken bay süzgeç eli belinde bir ayağını hafifçe yerden kesip kafayı büktü ve düşünen adam pozlarıyla gözlerini kısıp bana bakmaya başladı. Bu adam belasını mı arıyor acaba diyenlere bir ip ucu olsun diye “aklınızdan geçenleri tahmin edebiliyorum” dedim. Yâ öyle mi ne geçiyormuş dedi. ”Sen şimdi diyorsun ki köpeği ihtiyacı olduğunda soyuyoruz ihtiyacını gideriyor. Bu karının neye ihtiyacı var da bu kadar soyduk acaba! Ve cevap bulamıyorsun en iyisi soyunma ruhsatını iptal etmek diyorsun. İnan sen şanslısın bu soruya cevap bulanların işi daha zor, yani ihtiyacı için soyunuyor diyenlerin, dedim. Bir sessizlik çöktü üstümüze, ne yapacağı belli olmayan adamların sessizliği ! Delikanlı bayanın elini bıraktı, başını yere yıktı, ağır ağır yürümeye başladı, umduğumdan çok uzaklara dalmıştı. Meğer gerçekten de düşünüyormuş. Yüzü hafifçe kızaran bayan da bir bana baktı bir de itine, düştü oğlanın peşine, her ne kadar kocasının yanına vardıysa da durum belli ya onun düşüncesinde gittiği yere bu bayanın hayali bile ulaşamazdı. Yine de etkilenmedi değil. Sadece ipinden çekilen süs köpeği bu sohbetten nasibini alamadı. İpsiz olan süs köpekleri de anlamazdı zaten.
Kendi iyiliği veya toplumun selameti için aynı soruyu yönelttiğim bir başka nasipsizde umduğumuzu bulduk. Gözümüz şişmiş olarak polis otosuna bindirildik, adam karakolda davacı olmaktan vazgeçirilirken, “şu mahkemelere gelip gitmek olmasa ben sana yapacağımı bilirdim dedi. Haklısınız dedim, size sorulan soruyu anlamamaya çalışmakla haklısınız, bilin ki size dedenizin, babanızın veya samimi arkadaşlarınızın sorması gereken bu soruyu ben sormakla suçluyum fakat Allah sorduğunda sen suçlu olacaksın ve cezanı bulacaksın. Polisler adamı sakinleştirip gönderdiler, iş bana nasihat etme sırasına geldi ve komiser bey sağolsun epeyce de dertliymiş anlattı, anlattı. Bense vazifesini yapmış bir memur gibi gayet memnun ve serinkanlı ve emeğinin karşılığını alacağından emin olarak geçen bu günü ömrün kâr hanesine yazabilirdim. Namusluların gözünü şişirip karakolluk ederken namussuzlar caddelerde serbest ve Allah’a tevekkülden sonra güveneceğimiz devlet fuhuşu serbest bırakmış komiser bey, siz emir kulu olduğunuza göre biz bari kulluğumuzu yapalım, tanıştığımıza memnun oldum ve gerçekten ben bu derdi çok sevdim bu karakolu da. İnşallah görüşmek ümidiyle.
Biz Kendisine kulluk edelim ki bizi Allah korusun .