İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler
İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
ÇözüldüTağutun Mahkemesine Başvurmak, Temyiz İçin Mahkemeye Gitmek Caiz mi?
S.A yüklü bi para cezası geldi.temyize gitmek tagut-muahkeme konusunda nereye gider.bu kişi istemıyor gitmeyi ama parası yokmuş.mecbur bi durum var..bilen kardeş delil ile sölerse iyi olur aeo
Dar'ul Harbde ikamet eden muslumanların sıkıntılarından biri de Dar'ul harbin (Tağutun) mahkemeleri konusudur.
Tağuta muhakeme konusunda muslumanların, mecburi bir durum olmadıkça başvurmamaları, sizin bahsettiğiniz tarzda bir zorlama ve muslumanın hakkının gasbedilmesi durumunda, hukum istemeden, kendisine hakkının verilmesi için mahkemeyi uyarmasında Allahualem bir beis olmaz düşünüyoruz.
Tağutu mahkemeye her başvurmak, gitmek tağutun hukmunu istemek değildir. Tağutun vereceği hükmü isteyen munafığın durumu, Dar'ul İslam'da İslami bir mahkeme varken, onun verdiği hükmü beğenmeyip, tağutun mahkemesine gönül rahatlığı ile gitmesinden dolayı (Nisa 60) ayet nuzul olmuştur.
Buna rağmen muslumanın başına gelecek sıkıntıları göze alarak azimeti seçerek mahkemeye gitmeyebilir. Fakat azimeti seçmeyip, hakkı gasbedilen muslumanın bilgi vermek için mahkemeye gittiğinden dolayı kesinlikle kanı canı malı helal kafir olarak demeyi isabetli görmüyoruz.
Tağuta muhakeme olmamayı emreden bahsi geçen ayet şudur :
"Şunları görmüyor musun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürüyorlar da tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Şeytan da onları bir daha dönemeyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek istiyor." (Nisa 60)
Mufessirler bu âyet-i kerimenin nuzul sebebi hakkında çeşitli rivayetler zikretmişlerdir.
İbn Abbâs'tan rivayete göre bu âyet-i kerime Eşlem kabilesinin kâhini Ebu Burde el-Eslemî hakkında nazil olmuştur. Yahudilerin, kendisine götürdüğü anlaşmazlıklarda hüküm verir, anlaşmazlıkları çözerdi. Bir keresinde Eşlem kabilesinden bazı kimseler de ona dava götürünce Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.
Katâde'den rivayete göre ise Ansar'dan Kays adında bir sahabî ile bir yahudi arasında, çekiştikleri bir hak konusunda Peygamber (s.a.v.)'e gelmek yerine Medine'nin kâhinine gitmişler de bu âyet-i kerime nazil olmuş. Yahudi, Peygamber (s.a.v.)'in hükümde kendisine haksızlık etmiyeceğini bildiği için "Hüküm vermesi için Allah'ın Rasûlu'ne gidelim." derken;
müslüman olduğunu sanan o ansarî "Hayır, kâhine gidelim." diye diretiyormuş da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur. (el-Vâhıdî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, sf: 112) Bu munafığın adının Bişr, Peygamber (s.a.v.) yerine hüküm vermesi için gitmek istediği kişinin Ka'b ibnu'l-Eşref ve bu olayın aynı zamanda Nûr Sûresinin 48. âyetinin de nuzul sebebi olduğu da söylenmiştir. (el-Vâhıdî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, sf: 231)
Şa'bî'den gelen rivayette de bir yahudi ile müslümanlardan bir munafık arasındaki bir husumette yahudinin, rüşvet almıyacağını bildiği için "Aramızda hüküm vermesi için Muhammed'e gidelim" derken munafığın, hüküm verirken rüşvet aldığını bildiği kendi hâkimlerine gitmekte diretmesi üzerine ne ona, ne diğerine değil Cuheyne'den bir kâhine gitmeye karar veriyorlar da Allah Tealâ bunlar hakkında bu âyet-i kerimeyi indiriyor. (el-Vâhıdî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, sf: 112)
İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: el-Culâs ibnu's-Sâmit, Muattib ibn Kuşeyr, Rafı' ibn Zeyd ve Beşîr müslüman olduklarını iddia ederlerdi. Bir keresinde kavimlerinden bazıları ile bir ihtilâfları oldu da onların kavminden müslüman olanlar bunları, aralarındaki ihtilâfta hüküm vermesi için Peygamber (s.a.v.)'e gitmeye davet ettiler. Bunlar ise kavimlerinden müslüman olup da o anlaşmazlığa düştükleri kimseleri câhiliye kâhinlerine gitmeye çağırdılar. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Haberi İbn Ebî Hatim, İbnu'l-Munzir ve İbn İshak tahric etmişlerdir. (es-Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, nf 580; Abdulfettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nuzûl ani's-Sahâbe ve'1-Mufessirîn, Kahire tarihsiz (Birinci baskı). s. 68)
Rebî' ibn Enes'den gelen bir rivayette o şöyle demiştir:
Peygamber (s.a.v.)'in ashabından birisi mûmin, diğeri munafık iki kişi arasında bir anlaşmazlık meydana gelmişti. Mûmin, anlaşmazlığın giderilmesi için hüküm vermek üzere Peygamber (s.a.v.)'e gitmelerini, munafık ise Ka'b ibnu'l-Eşref'e gitmelerini istiyordu. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Küfretmeleri emrolunmuşken Tâğût'un önünde muhakeme edilmelerini isterler. Halbuki şeytan, onları uzak bir sapıklıkla saptırmak istiyor."âyet-i kerimesini indirdi. (Taberi, V, 98)
İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette de âyetin bir yahudi ile bir munafık arasında cereyan eden bir anlaşmazlık üzerine indiği anlatılırken Ömer de hadiseye mudahil gösterilmekte. Şöyle ki:
Bir yahudi ile Bişr adında bir munafık arasında bir anlaşmazlık oldu da yahudi: "Muhammed'e gidelim." dedi. Munafıksa "Hayır, Kâ'b ibnu'l-Eşref'e gidelim." dedi. Allah Tealâ kitabında o Ka'b'ı "Tâğût" olarak adlandırmıştır. Yahudi, illâ Muhammed'e gideceğiz diye ayak direyince munafık istemeye istemeye radı oldu ve Peygamber (s.a.v.)'e gelerek davalarını Efendimiz (s.a.v.)'e anlattılar. Allah'ın Rasûlu (s.a.v.) yahudi lehine hükmetti.
O'nun yanından çıkınca munafık yahudiyi yakaladı ve: "Bunun hükmüne radı değilim, Ebu Bekr'e gidelim." dedi.
Ona gittiler, o da yahudi lehine hüküm verdi. Munafık Ebu Bekr'in hükmüne de radı olmayıp "Gel, bir de Ömer ibn Hattâb'a gidelim." dedi. İkisi birlikte Ömer'e geldiler.
Yahudi: "Ey Ömer, ben ve bu adam Muhammed'e davamızı götürdük, Muhammed benim lehime, bunun aleyhine hükmetti, bu adam onun hükmüne radı olmadı, davamızı sana getirmek istedi ve bana (beni sana getirmek için) asıldı, işte ben de onunla birlikte sana gelmiş oldum." dedi.
Ömer (r.anh), munafığa: "Öyle mi oldu?" diye sordu.
Onun "Evet", cevabı üzerine ikisine: "Ben size çıkıncaya kadar şurada biraz durun." deyip evine girdi, kılıcını kuşanıp çıktı ve kılıcıyla vurup munafığı öldürdü, sonra da: "Allah'ın ve Rasûlu'nün hükmüne radı olmıyan hakkında işte ben böyle hüküm veririm." dedi.
Yahudi (öldürülme sırası kendisine de gelir korkusuyla) kaçıp gitti ve işte bunun üzerine "Haklarında verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar." (âyet: 65)'e kadar olmak üzere bu âyet-i kerimeler nazil oldu.
Cibril gelip şöyle dedi: "Ömer, hak ile bâtılı birbirinden ayırdı." ve ondan sonra Ömer, Faruk diye isimlendirildi." (el-Vâhıdî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, sf: 112 - 113; Kurtubi)
Suddî ise Evs ve Hazrec'in andlaşmalıları olan Nadîr oğulları yahudileri ile Kurayza oğulları yahudileri arasında bir öldürme hadisesinin diyeti konusundaki anlaşmazlık üzerine bu âyetin indiğini söylemiştir.
Suddî kavlinde hadise şöyle gelişmiştir: Yahudilerden bazı kimseler müslüman olurken diğer bazıları da munafıklık yapmaktaydılar. Cahiliye devrinde Kurayza oğullarından birisi, Nadîr oğullarından birini öldürdüğünde karşılık olarak katil öldürüldüğü gibi üstüne bir de yüz vesak hurma diyet olarak alınır; Nadîr oğullarından birisi, Kurayza oğullarından birini öldürdüğünde ise karşılık olarak katilin öldürülmesi bir yana sadece 60 vesak hurma diyet verirlerdi. Bunlardan Nadîr oğulları, Arablardan evs kabilesinin, Kurayza oğullan da Hazrec kabilesinin antlaşmahsı idiler. (Peygamber (s.a.v.)'in Medine'ye gelişi ve bunlardan bazısının müslüman, bazısının munafık olduğu bu dönemde) Nadîr oğullarından birisi, Kurayza'dan birisini öldürdü ve bu konuda tartışmaya başladılar.
Nadîr oğulları: "Biz sizinle cahiliye devrinde katil sizden olduğu takdirde karşılık olarak öldürülmesi, bizden olduğunda sizin bu katili öldürmemeniz, her bir vesak 60 sâ' olmak üzere sizin diyetinizin 60 vesak, bizim diyetimizin (bize verilecek diyetin) ise 100 vesak olması vonusunda anlaşmıştık. Biz size sadece bunu, yani 60 vesak diyeti veririz.' dediler.
Hazrecliler ise: "Bu, cahiliye devrinde yaptığınız bir şey idî Çünkü o zaman siz çok, biz ise azdık ve siz bize üstün gelmiştiniz. Şimdi ise biz ve siz kardeşleriz" dinimiz ve dininiz birdir ve sizin bize bir üstünlüğünüz yok." dediler.
Munafıklar bu anlaşmazlık üzerine hakemliğine muracaat etmek üzere "Eşlem kabilesinden Kâhin Ebu Burde'ye gidelim." dediler. Müslümanlar ise: "Hayır, tam tersine Peygamber'e gidelim." dediler. Munafıklar, Ebu Burde'ye gitmekte ayak dirediler de aralarında hakem olması ve hüküm vermesi için Ebu Burde'ye gittiler.
Ebu Burde: "Lokmayı büyütün." diyerek verecekleri rüşveti artırmalarını istedi."Sana on vesak veririz." dediler. "Hayır, diyetim 100 vesaktır; çünkü Kurayzalı lehine hüküm versem Nadîrli, Nadîrli lehine hüküm versem Kurayzalılar beni öldürecekler." dedi. O, yüz vesak rüşvette ısrar ederken hüküm için gelenler de 10 vesakta direttiler de aralarında hüküm vermedi. işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Peygamber Eşlem kabilesinin kâhinini İslâm'a davet etti, o ise müslüman olmayarak huzurundan ayrılıp gitti. Peygamber (s.a.v.), kâhinin müslüman olan iki oğluna: Babanıza yetişin, eğer filân geçidi öte geçerse bir daha asla müslüman olmaz." buyurdular.
Babaları, Peygamber (s.a.v.)'in işaret buyurduğu geçide varmadan peşinden yetiştiler, müslüman olması için onunla konuşmaya ve iknaya çalıştılar da bu çabaları semere verdi. Geri dönüp geldi ve müslüman oldu. Peygamber (s.a.v.) Medine İçinde birisini çıkartıp "Ey ahali, haberiniz olsun Eşlem'in kâhini müslüman olmuştur." diye nida ettirdi. (Taberi, Tefsiri, V, 98)
Taberî Tefsirindeki Suddî rivayetinde bu kâhin'in adı Ebu Berze olarak verilmekte ve hadisenin sadece bu ayet-i kerimenin değil,
"Hayır, Rabbına andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar." (âyet: 65) âyet-i kerimesine kadar olan âyetlerin nazil olduğu belirtilmektedir. (el-Vâhıdî en-Neysâbûrî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 112 - 113; Kurtubi)
Suddî'den gelen ikinci bir rivayette bu âyet-i kerime yanında "Biz Tevrat'ta üzerlerine yazdık ki cana can, göze göz, kulağa kulak, dişe diş; bütün yaralar birbirine kısastır." (Mâide, 45) ve "Onlar halâ cahiliye devrinin hükmünü mü arıyorlar?..." (Mâide, 50) âyetlerinin de bu hadise üzerine indiği kaydedilmektedir. (es-Suyûtî ed-Durru'l-Mensûr, II,581)
Anlaşmazlık ister iki mûmin arasında, isterse bir mûmin ile gayr-ı muslim arasında vuku bulsun halledilmesi için gidilmesi gereken yer aynı olduğu için rivayetler arasındaki bu farklılıklar çok fazla önem taşımamaktadır. Öte yandan bu hadiselerin birbirine yakın zamanlarda, belki aynı günde meydana gelmiş ve hepsinin akabinde bu âyet-i kerimenin inmiş olması da ihtimal dışı değildir.
İmam Taberi, tefsirinde ayrıca şunları zikretmiştir:
a- Âmir eş-Şa'bi, Hadremi ve Katade'ye göre bu âyet-i kerime, bir munafık ile bir Yahudi hakkında nazil olmuştur. Bunlar bir kâhinin hakemliğini kabul etmişler ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur.
Şa'bi'ye göre kâhin, Cuheyn'e kabilesinden bir kimsedir. Hadremi'ye göre bu kâhine başvuran munafık, Yahudi iken müslüman olduğunu söyleyen biridir. Katade'ye göre ise Ensar'dan Bişr adında biridir.
Bu hususta Âmir eş-Şa'bi diyor ki: "Yahudilerden biri ile munafıklardan bir kişi arasında andlaşmazlık çıktı. Munafık olan kimse, Yahudilerin rüşvet aldıklarını bildiği için onların huzurunda muhakeme olunmak istiyordu. Yahudi ise müslümanlann, rüşvet almadıklarını bildiği için onların huzurunda muhakeme olunmak istiyordu. Bu iki kişi Cuheyne kabilesinden bir kâhinin huzurunda muhakeme olmak üzere anlaştılar. İşte bunun üzerine Allah teala bu âyet-i kerimeyi indirdi.
b- Suddi'ye göre ise bu âyet-i kerime, Nadr ve Kurayza oğulları Yahudilerinden, müslüman olduklarını iddia eden munafıklarla, yine bu iki Yahudi kabilesinden, gerçekten müslüman olanlar hakkında nazil olmuştur. Munafıklar, Ebu Berze el-Eslemi adındaki bir kâhine başvurmak istemişler, müslümanlar ise, Rasululllah'ın hakemliğini istemişlerdir. Bunun üzerine de bu âyet-i kerime inerek munafıkları kınamıştır.
Bu hususta Suddi diyor ki: "Yahudilerden bir kısım insanlar müslüman olmuşlardı. Müslüman olduklarını söyleyen bu kişilerden bir kısmı da munafıktı. Cahiliye döneminde Nadr oğullan, daha kuvvetli olduklarından Kurayza oğullarından biri Nadr oğullarından bir kimseyi öldürdüğünde katile kısas tatbik edilirdi. Fakat Nadr oğullarından biri Kurayza oğullarından birini öldürecek olursa katile kısas tatbik edilmezdi. Öldürülen kişinin altmış Vesk yiyecek ölçüsündeki diyeti verilirdi.
Kurayza ve Nadr oğullarından bir kısım insanların müslüman olmalarından sonra, Nadr oğullarından biri Kurayza oğullarından bir kimseyi öldürdü. Taraflar Rasululllah'ın hakemliğine başvurdular.
Nadr oğulları dediler ki: "Ey Allah'ın Rasulu, biz cahiliye döneminde bu gibi durumlarda onlara diyet veriyorduk."
Kurayza oğullan da dediler ki: "Hayır bunu kabul etmeyiz. Biz hem soy bakımından hem de din bakımından sizinle kardeşiz. Bizim kanımız da sizin kanınız gibidir. Fakat sizler cahiliye döneminde bize galip gelmiştiniz. Artık Allah İslamı getirdi."
Bunun üzerine Allah teala da Yahudilerin, birbirlerine karşı haksızlık yapmalarını ayıplayarak şu âyeti indirdi: "Biz Tevrat'ta onlara şu hükümleri farz kılmıştık: "Cana can, göze göz buruna burun"
Allah teala Nadr oğullarının diyet vererek kısas uygulamamalarını ayıplayarak da şu âyeti indirdi: "Onlar cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar?" Bundan sonra Rasulullah, Nadr kabilesinden olan katili ona kısas tatbik etti. Bundan sonra Nadr ve Kurayza oğullan birbirlerine karşı övünmeye başladılar. Nadr oğulları da "Biz daha üstünüz" demeye başladılar. Yahudiler daha sonra Medine'ye gelip Ebu Berze el-Eslemi adındaki kâhinin yanına gittiler. Ve "Biz Ebu Berze'nin hakemliğine başvuralım da lehimize hüküm versin." dediler.
Bu iki kabileden gerçekten müslüman olanlar ise "Hayır, biz Rasulullah'a gidelim de aramızda o hüküm versin." dediler. Fakat munafıklar bunu kabul etmediler ve Ebu Berze'nin yanına gittiler. Onun, aralarında hakemlik yapmasını istediler.
O da dedi ki: "Lokmayı büyük yapın."
Onlar da dediler ki: "Sana on vesk ölçüsü yiyecek verelim."
Ebu Berze "Hayır almam. Benim diyetim olarak yüz vesk vereceksiniz. Çünkü" ben, Nadr oğullarına lehine hüküm verecek olsam, Kurayza oğullarının beni öldüreceklerinden korkarım. Kurayza oğullarının lehine hüküm verecek olursam. Nadr oğullarının beni öldüreceklerinden korkanın." Fakat munafıklar, Ebu Berze'ye on vesk'ten fazla yiyecek vermemekte direttiler. Ebu Berze de bu ücretle aralarında hüküm vermemekte diretti. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Ve Nadr ve Kurayza oğullarının munafıklarını ve hakemliğine başvurdukları Ebu Berze'yi kınadı. Onun bir tağut olduğunu beyan etti.
c- Abdullah b. Abbas, Mucahid İbn-i Guraye ve Ata'ya göre bu âyet-i kerime Kâ'b b. el-Eşref adlı Yahudinin hakemliğine başvuran bir munafıkla bir Yahudi hakkında nazil olmuştur.
Bunlara göre munafık olan kişi, Kâ'b b. el-Eşrefe, Yahudi de Rasulullah'a giderek hakem olmalarını istemişler âyet de bunun üzerine nazil olmuş ve Kâ'b bin el-Eşref in bir tağut olduğunu beyan etmiştir. (Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, C.3, S. 28-33) "Munafıklara, “Allah’ın indirdiğine(Kur’an’a)ve Peygambere gelin” dendiği zaman, onların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün."(Nisa 61)
Ey Muhammed, sana indirilen Kur'an'a iman ettiklerini zanneden şu munafıkları ve senden önce indirilen kitablara iman ettiklerini iddia eden şu kitab ehlini görmez misin? Onlara: "Allah'ın kitabında indirdiği hükme ve Peygamberinin hükmüne gelin." denildiği zaman onların senden şiddetle yüz çevirdiklerini, başkalarının da sana gelmelerine engel olduklarını görürsün. Çünkü sen herkese eşit muamele yapar, maddi menfaatler gözeterek kimseyi kayırmazsın. Tağutlar ise bunun aksine hareket ederler.
Bu konuda Hanefi mezhebi alimlerinden İmam Muhammed (rahimehullah) şunları zikretmiştir; "harb ülkesinde velayetin olmaması nedeni ile İslam hukukunun uygulanamayacağını" (es-Serahsi, Şerhu Siyeri’l-Kebîr, V, 1890); "burada hakimiyet kime ait ise, onun kurallarının geçerli olacağını söylemiştir. Bu ülke mahkemesine başvuranların birinin yahud her ikisinin Müslüman olması fark etmez. Hâkimin verdigi hüküm, bunlar İslam ülkesine geldikleri zaman da geçerliliğini korumaktadır."(es-Serahsi, Şerhu Siyeri’l-Kebîr, IV, 1743, 1744)
"Velev ki davanın görülmesi için tekrar İslam mahkemesine başvurulmasın. Bir ihtilaf İslam mahkemesine getirildiğinde ise, ihtilaf konusu olan şey, davaya bakılıp bakılmayacağının, dolayısıyla İslam ahkâmının uygulanıp uygulanmayacağının belirlenmesi yönünden önem taşımaktadır. Örneğin harb ülkesinde yapılan bir akitle ilgili ihtilaf İslam mahkemesine getirildiğinde, akdin burada tamamlanmış olup olmaması önem taşımaktadır." (es-Serahsi, Şerhu Siyeri’l-Kebîr, V, 1888)
"Yabancı ülkede velayetin olmaması nedeni ile İslam ahkâmının uygulanamayacağı görüşü özellikle Hânefi mezhebinde öne çıkmaktadır. Buna göre bir Müslüman İslam ülkesinde yaptığı zaman had cezasını gerektirecek (Zina, içki içme, dirhemin dirhemle satışı vs.) bir fiili, harb ülkesinde gerçekleştirecek olsa bundan dolayı kendisine herhangi bir mueyyide uygulanmaz." (es-Serahsi, Şerhu Siyeri’l-Kebîr, II, 225; IV, 1486; Atar, 227-228)
"Müslüman nerede olursa olsun İslam ahkâmı ile sorumlu olacağını kabul edenlere göre ise, İslam
ülkesinde meydana gelen ihtilaflarda geçerli olan hüküm ne ise, harb ülkesinde de aynı hükümler geçerli olacaktır." (ed-Damiriyye, I, 357; İbn Nuceym, V, 169)
TEKFİRDE AŞIRILIKTAN SAKINDIRMA KONUSUNDA 30 RİSALE
23. RİSALE :
İSLAM DEVLETİNİN BULUNMADIĞI BİR YERDE TAĞUTLARDAN VEYA DESTEKÇİLERİNDEN YARDIM İSTEYEN YA DA MAHKEMELERİNE BAŞVURAN HER KİŞİYİ AYIRIM YAPMADAN TEKFİR ETMEK
Tekfir konusunda yapılan hatalardan biri de, İslam devletinin bulunmadığı bir zamanda, hakkını almak veya bir haksızlığı önlemek için tağutların yahud destekçilerinin mahkemesine başvuran veya onlardan yardım isteyen her kişiyi ayırım yapmadan tekfir etmektir.
TEKFİRDE AŞIRILIKTAN SAKINDIRMA KONUSUNDA 30 RİSALE
24. RİSALE : İDARİ SİSTEME UYMAK VE MUHAKEME OLMAK İLE,
KAFİR KANUNLARLA MUHAKEME OLMAK ARASINDA AYIRIM YAPMAMAK
Tekfir konusunda yapılan hatalardan biri de; idari sisteme uymak ve muhakeme olmak ile, kafir kanunlarla muhakeme olmak arasında ayırım yapmamaktır.
Hatta aşırı gidenlerden bazıları devlet dairelerinde, kurumlarında ve şirketlerinde bulunan bütün emir, talimat ve levhalara uyanların hepsinin kafir olduklarını söylemektedir. Bu tür talimatları da küfür kanunlarından saymakta ve kendi düsturları niteliğinde tağutların ortaya koydukları mutlak kanunlar ile bu tür idari talimatlar arasında ayırım yapmamaktadırlar.
Seçimlerde Oy Kullanmak - Cahiliyye Düzenlerine İştirak Etmek OY İSTEME, OY VERME, DEMOKRATİK SEÇİMLERE KATILMA , TAĞUTUN KURUMLARINDA GÖREV ALMAK İçindekiler: 1- İslam’da laiklik yoktur! 2- Türkiye’de laiklik, Atatürk'çülük ve demokrasi 3- Demokratik çalışma ve amel ilişkisi 4- Demokratik...
Ebu Ubeyde ismınde bir hoca şu şekilde fetva vermiş : Avukat tutmanın İslamda bağlı olduğu esas kafire verilen vekalettir. Vekalet kafirede verilebilir. Bu caizdir. Sahihi Buhari de sahabelerin kafirlere kendi mübah işleri hakkında vekalet verdiği sabittir. Ancak günümüzdeki meseleye gelince...