Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale TAKVÂ ŞUURU

Necati Koçkesen Çevrimdışı

Necati Koçkesen

İyi Bilinen Üye
İslam-tr Yazar
TAKVÂ ŞUURU

Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, dindar olmak, itaat etmek, korkmak, çekinmek” anlamlarındaki vikāye masdarından türeyen takvâ kelimesini Seyyid Şerîf el-Cürcânî, “Allah’a itaat ederek azabından sakınmaktır, bu da ceza almayı haklı kılan davranışlardan nefsi korumak suretiyle gerçekleşir” şeklinde tarif eder (et-Taʿrîfât, “vḳy” md.). Ragıp el-İsfehani’nin Müfredat isimli eserinde bu kavram, bir nesneyi kendisine eza ve zarar verecek şeylerden korumak anlamında tanımlanmıştır. İslami anlamda ise günaha girmeye neden olacak şeylerden nefsi korumak olarak anlaşılır.Takvâ ve kökün ittikā, etkā, müttakī gibi diğer türevleri ve fiil şekilleri Kur’ân-ı Kerîm’de 285 yerde geçmektedir. Kur’an’da ve hadislerde takvâ bazan sözlük anlamında, bazan da “Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak azabından korunma” anlamında kullanılır.

Takvâ, bir kalb eylemidir, Îman kalbde başlayıp fiil ve davranışlara yansıyan ve takvâ ile gelişip kemâle eren bir fiildir.

Takvanın aslı önce şirkten, sonra kötü ve günah fiillerden daha sonra da günah olma ihtimali bulunan davranışlardan sakınmaktır. En son fuzûli ve lüzûmsuz mubahları terketmektir. Takvâ bir bakıma Allah’a itâat sûretiyle azâbından korunmaktır.

Takvâ, seni Allah’tan uzaklaştıracak şeylerden uzaklaşmandır. Fırtınalı dünyada Allah’ın herhangi bir emrine toz kondurmamak için titremektir.

Kur’an’ı kerimde yer alan takvâ kelimesine müfessirler genellikle “Allah’tan korkun” mânâsını vermişlerdir.
Peki bu nasıl bir korkudur? Bu, seven birinin sevdiğini incitmekten duyduğu korkudur. Allah’a karşı saygı ve sorumluluk bilincine duyulan hassâsiyetin korkusudur.

Bütün bu açıklamalardan sonra diyebiliriz ki, takvânın en alt sınırı Allah’a îman etmek, Allah’ın yasaklarından kaçınarak emrettiklerini de emrettiği gibi yapmaktır.

Takvânın en olgun şekli ise, Allah’ın emrettiklerinden kaçındığı gibi şüpheli şeylerden de uzak durmak, emrettiklerini yaptığı gibi tavsiyelerine de uymak, nâfile ibadetlerle Allah’a yaklaşmaya çalışmak, mübahların lüzümsuz olanlarından kaçınmak, mâlâ yâni’den (boş söz ve fiillerden) de uzak durmaktır.

Kur’an’ı Hakîm’de takvâ hakkında bir çok âyet vardır. Şimdi biz onların bazılarını verelim.

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

“Yüzlerinizi doğu ya da batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere inanan; malını sevdiği halde akrabasına, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, dilenenlere, hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren; namazı dosdoğru kılıp zekâtı ödeyen; antlaşma yaptığında sözünde duran; sıkıntı, darlık, hastalık ve şiddetli savaş zamanlarında sabredenlerin yaptığıdır. Kulluklarında samimi ve dürüst olanlar işte bunlardır; gerçek takvâ sahipleri de yine bunlardır.” (Bakara, 177)

يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَار۪ي سَوْاٰتِكُمْ وَر۪يشًا۠ وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

“Ey Âdem oğulları! Size hem edep yerlerinizi örtecek bir elbise, hem de giyinip süsleneceğiniz bir elbise indirdik. Takvâ elbisesine gelince, en güzel ve en hayırlı elbise işte odur. Bunlar, insanlar düşünüp öğüt alsınlar diye Allah’ın indirdiği âyetlerdendir.” (A’raf, 26)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan ve adâletle şâhitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz öfke, sakın sizi adâletsiz davranmaya sevketmesin! Adâletli olun; takvâya en uygunu, en yakışanı budur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdârdır.” (Mâide, 8)

فَاِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لِتُبَشِّرَ بِهِ الْمُتَّق۪ينَ وَتُنْذِرَ بِه۪ قَوْمًا لُدًّا

“Biz bu Kur’an’ı senin dilinde indirip anlaşılmasını kolaylaştırdık ki, kalpleri Allah korkusu ve saygısıyla dopdolu olup günahlardan sakınanları onunla müjdeleyesin; boş bir inatla küfürde direnenleri de yine onunla uyarasın.” (Meryem, 96)

وَيُنَجِّي اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا بِمَفَازَتِهِمْۘ لَا يَمَسُّهُمُ السُّٓوءُ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“O gün Allah, gönülleri Rablerinin saygısıyla dopdolu olup O’na karşı gelmekten sakınanları üstün gayret ve başarılarından dolayı kurtuluşa erdirecek. Artık onlara hiçbir fenâlık dokunmayacak; hiçbir şeye de üzülmeyecekler.” (Zümer,61)

TAKVÂ İLE İLGİLİ HADİSLER

إِنَّ الْحَلَالَ بَيِّنٌ وَإِنَّ الْحَرَامَ بَيِّنٌ وَبَيْنَهُمَا مُشْتَبِهَاتٌ لَا يَعْلَمُهُنَّ كَثِيرٌ مِنْ النَّاسِ فَمَنْ اتَّقَى الشُّبُهَاتِ اسْتَبْرَأَ لِدِينِهِ وَعِرْضِهِ وَمَنْ وَقَعَ فِي الشُّبُهَاتِ وَقَعَ فِي الْحَرَامِ كَالرَّاعِي يَرْعَى حَوْلَ الْحِمَى يُوشِكُ أَنْ يَرْتَعَ فِيهِ أَلَا وَإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمًى أَلَا وَإِنَّ حِمَى اللَّهِ مَحَارِمُهُ أَلَا وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ أَلَا وَهِيَ الْقَلْبُ

1. "Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şubheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şubheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur. Kim de şubheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalbdir." (Buharî, İman 39, Buyû 2; Muslim, Musakat 107, (1599); Ebu Davud, Buyû 3, (3329, 3330); Tirmizî, Buyû 1, (1205); Nesâî, Buyû 2, (7, 241), eşribe 50; İbn Mâce, fiten 14; Dârimî, buyû 1; Ahmed b. Hanbel, IV, 267, 269, 270, 271)

2. Ebû Zer (r.a.) der ki: Resûlullah bana şöyle buyurdu:

“Nerede ve nasıl olursan ol, Allah’dan kork! Kötülük işlersen, hemen ardından bir iyilik yap ki, o kötülüğü silip yok etsin. İnsanlara karşı da güzel ahlakla muâmele et!” (Tirmizî, Birr, 55/1987)

3. Atıyye es-Sa’dî’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Bir kul günaha girerim korkusuyla, yapılması mahzurlu olmayan bazı şeylerden bile uzak durmadıkça, müttakîler/takvâ sahipleri derecesine ulaşamaz.” (Tirmizî, Kıyâmet, 19/2451. Ayrıca bkz. İbni Mâce, Zühd, 24)

4. Ebû Zer (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah bir gün:

«–Ben öyle bir âyet biliyorum ki, şayet insanların tamamı onunla amel etseydi, hepsine de kâfi gelirdi» buyurmuştu. Ashâb-ı Kirâm:

«–Ey Allah’ın Resûlü, bu hangi âyettir?» diye sordular. Allah Resûlü:

«Kim Allah’a karşı takvâ sahibi olursa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder» âyetini tilâvet buyurdu.” (İbni Mâce, Zühd, 24)

5. Sa’d bin Ebû Vakkâs (r.a.), “Resûlullah Efendimiz’i şöyle buyururken dinledim” demiştir:

“Allah Teâlâ müttakî, gönlü zengin, kendi hâlinde işiyle ve ibadetiyle meşgul olan kulunu sever.” (Müslim, Zühd, 11)

6. Ebû Hüreyre (r.a.) der ki: Peygamber Efendimiz’e:

“–Ey Allah’ın Resûlü! İnsanların en keremlisi (hayırlısı, şereflisi ve değerlisi) kimdir?” diye soruldu. Resûlullah:

“–En çok takvâ sahibi olanlarıdır” buyurdu. (Buhârî, Enbiyâ, 8, 14, 19; Menâkıb, 1; Tefsîr, 12/2; Müslim, Fedâil, 168)

7. Ebû Ümâme (r.a.) der ki: Resûlullah Efendimiz’i Vedâ Haccı’nda insanlara hitâb ederken dinledim. Şöyle buyurdu:

“Rabbiniz olan Allah’a karşı takvâ sahibi olunuz! Beş vakit namazınızı kılınız. Ramazan orucunuzu tutunuz. Mallarınızın zekâtını hakkıyla ödeyiniz. İdârecilerinize itaat ediniz! (Bu takdirde doğruca) Rabbinizin Cennet’ine girersiniz.” (Tirmizî, Cum’a, 80/616)

8. Adiy bin Hâtim (r.a.), “Resûlullah Efendimiz’i şöyle buyururken dinledim” demiştir:

“Bir şey hakkında yemin eden kişi, sonra takvâya ondan daha uygun bir şey görürse, (yemininden vazgeçip) takvâya uygun olanı yapsın!” (Müslim, Eymân 15)

9. Zeyd bin Erkam (r.a.) der ki: Nebiyy-i Ekrem şöyle dua ederdi:

“…Allah’ım! Nefsime takvâsını ver ve onu tezkiye et! Sen onu en iyi tezkiye edensin. Sen onun velîsi ve Mevlâ’sısın…” (Müslim, Zikir, 73)

10. Hz. Ömer, bir gün Übey bin Kâ’b Hazretlerine takvânın ne olduğunu sormuştu. Übey (r.a.) da ona:

“–Sen hiç dikenli bir yolda yürüdün mü ey Ömer?” diye sordu. Hz. Ömer:

“–Evet, yürüdüm” karşılığını verince bu sefer Übey (r.a.):

“–Peki, ne yaptın?” diye sordu. Hz. Ömer:

“–Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesi için bütün dikkatimi sarf ettim” cevabını verdi. Bunun üzerine Übey bin Kâ’b (r.a.):
“–İşte takvâ budur” dedi. (İbni Kesîr, Tefsîr, I, 42)

11. Abdullah bin Ömer (r.a.), arkadaşlarıyla birlikte Medîne civârında bir yere çıkmıştı. Sofra kuruldu. Bu esnâda yanlarına bir koyun çobanı uğradı ve selâm verdi. İbni Ömer (r.a.):

“–Gel ey çoban, sofraya buyur” dedi. Çoban:

“–Ben oruçluyum” cevabını verdi. İbni Ömer hayretle:

“–Bu şiddetli ve boğucu sıcakta oruç mu tutuyorsun? Bir de bu hâlde koyun güdüyorsun!” dedi. Daha sonra çobanın verâ ve takvâ duygusunu ölçmek için:

“–Şu sürüden bize bir koyun satsan, parasını sana ödesek, etinden de iftar edeceğin kadarını sana versek olmaz mı?” teklîfinde bulundu. Çoban:

“–Benim sürüm yok, bu koyunlar efendimindir” cevabını verdi. İbni Ömer (r.a.):

“–Kayboldu, dersin, efendin nereden bilecek ki?” dedi. Çoban ondan yüzünü çevirdi ve parmağını semâya kaldırıp:

“–Allah nerede?!.” dedi. İbni Ömer (r.a.), çobanın bu takvâ hâlinden çok müteessir oldu. Çobanın sözünü kendi kendine tekrar ederek;

“Çoban dedi ki, Allah nerede? Çoban dedi ki, Allah nerede?” deyip durdu. Medîne’ye geldiğinde, çobanın efendisine bir elçi gönderip sürüyü ve çobanı satın aldı. Köle olan çobanı âzâd etti ve sürüyü de ona bağışladı. (Beyhakî, Şuab, VII, 223/4908; İbni Esîr, Üsdü’l-Gâbe, III, 341)

12. İmâm Ahmed bin Hanbel’in oğlu Abdullah şöyle anlatır:

Günün birinde babamın huzûruna bir kadın gelip şöyle bir soru yöneltti:

“‒Ey Ebû Abdullah! Ben geceleyin kandil ışığında yün eğiririm. Ancak bazen kandilim söner de ben ay ışığında eğirmeye devam ederim. Acaba bu iplikleri satarken hangisini ay ışığında, hangisini lamba altında eğirdiğimi beyan etmem îcâb eder mi?”

Babam Ahmed bin Hanbel:

“‒Sana göre aralarında bir kalite farkı varsa beyan etmen îcâb eder” cevabını verdi. Kadın ikinci bir soru sordu:

“‒Acaba hastanın iniltisi hastalıktan şikâyet mânâsına gelir mi?” Ahmed bin Hanbel:

“‒Şikâyet olmayacağını umarım. Herhalde bu, hastanın içinde bulunduğu hâli Yüce Allah’a arzetmesidir” cevâbını verdi. Kadın ayrılıp gidince babam bana:

“‒Oğlum, ben bu tarz soru soran birine çok ender rastladım. Onu bir izle bakalım, kimlerdendir” buyurdu. Ben de tâkip ettim. Bişr-i Hâfî’nin evine girdiğini gördüm. Onun kız kardeşi olduğunu öğrendim. Dönüp babama durumu haber verince:

“‒Böyle bir kadının Bişr-i Hâfî’nin kız kardeşinden başkası olması imkânsızdır zâten!” buyurdu.

13. Hz. Ömer’in takvâ hakkındaki gayretini Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle anlatır:

“Ömer’in (r.a.) sesini işittim. Hemen yanına çıktım. Bu esnâda o da bir bahçeye girmişti. Aramızda bir duvar vardı. Bahçenin içinde şöyle dediğini işittim:

«–Ömer (r.a.), Mü’minlerin Emîri! Bak dikkat et, dikkat et!.. Vallâhi ya Allah’a karşı takvâ sahibi olursun ya da sana azap eder.»” (Muvatta’, Kelâm, 24)

İşte Hz. Ömer bu şekilde devamlı nefsine takvâ telkin ederek müttakîler derecesine ulaştı ve takvâsı dillere destân oldu. Allah kendisinden râzı olsun.

14. Ebû Katâde ve Ebu’d-Dehmâ (r.a.), Beytullah’a çokça sefer yaparlar, çok haccederlerdi. O ikisi şöyle anlattılar:

“Bir defâsında çöl ehlinden bir kişinin yanına vardık. Ona:

«–Hiç Resûlullah Efendimiz’den bir şey işittin mi?» diye sorduk. O bedevî de:

«–Evet, işittim» dedi ve şunları anlattı:

Resûlullah elimi tuttular ve Allah Teâlâ’nın kendisine öğrettiği şeylerden bana öğretmeye başladılar. Kendilerinden öğrendiğim şeyler arasında şu mübârek sözleri de vardı:

«–Sen Allah’tan korkarak (yanlış) bir şeyi terkedersen, Allah sana ondan daha hayırlısını (dünyada veya âhirette) mutlaka ihsân eder!».” (Bkz. Ahmed, V, 78, 79, 363)

15. Hz. Ali der ki: “Dünyada insanların efendisi cömert olanlar, ahirette takva sahibi bulunanlardır.” Takva ehli ulaşamadığı nimete tevekkülle, nail olduğu nimete rıza ve şükürle, kaçırdıklarına da sabırla mukabele eder.

Sahabe arasında Hz. Peygamber (sav) devrinden itibaren takvâyı; bir şeye arka dönme, dünyadan yüz çevirme, ona rağbet etmeme, dünya sevgisinin kalpten sökülüp atılması şeklinde anlayanlar da olmuştur. Hz. Peygamber'in (sav) her husustaki öğretilerini hayat tarzı haline getiren Sahabe takvâ konusunda da gönüllerin Allah (cc) korkusu ile tezyin edilmesi hususunda son derece titiz davranmışlardır. “Allah (cc) bir kula hayır murat ettiğinde, nefsinde zenginlik ve kalbinde takvâ bulunur” (Gümüşhânevî 1982:27/14) hadisi doğrultusunda dünya ve dünyalıklara karşı mesafeli durmuşlardır.

“Rivayete göre (selef-i salihin) diyorlardı ki:

“Biz bir harama girme endişesiyle yetmiş helali terk ederdik.”

Ömer b. Abdülaziz (ra) der ki:

Hiçbir kimse dünya ve ahirette kendisini utandıracak şeylerden uzak kalmadıkça“takvâ” makamına ulaşamaz.

Bir defasında adamın biri ona “kişi takvâ makamına nezaman ulaşır” diye sorar. Şöyle cevap verir: “Kul, kalbindeki düşüncelerin hepsini bir tabak içine koyar ve çarşıda dolaştırır da içinde kendisini utandıracak bir şey bulunmazsa, takvâ makamına ermiş olur.”(Şarânî 1971:243)

Sahâbeler ve onlardan sonra gelen selef-i sâlihîn haramlardan küfürden kaçar gibi kaçıyorlar, nice helalleri de içinde bazı şüpheler barındırdığı için terkediyorlardı. Bir misal verecek olursak, onlar günde üç defa yemek yemek mübah olmasına rağmen bunu israf sayıyorlar, kimisi günde iki defa, kimisi de günde bir defa yemek yemeyi yeterli görüyorlardı.

Yine bir misal verecek olursak, onlar, diyelimki on tane âlimden sekizi bir şey hakkında helal deseler ve fakat bir iki âlim de haram deseler, harama düşmemek için o helal diyenlerin görüşüne göre değil de haram diyenlerin görüşüne göre hareket ediyorlardı.

Bugünkü insanlar ise, bırakın mübah olan şeylerin lüzümsuz olanlarını terketmeyi, bırakın şüpheli şeylerden kaçınmayı, haram işlemek için çâreler arıyorlar. Başka bir deyişle, haram işlemeya karar vermiş de bu haramına fetvâ verecek âlimler (daha doğrusu zâlimler) arıyorlar. On tane âlim bir şey hakkında haram dese de bir tâne âlim de helal dese, o dokuz tane âlimin dediğini görmezden geliyor da o bir âlimin dediğine göre hareket ediyor.

Mesela TOKİ’den ev almak hakkında takva ehli âlimlerin fâizli işlem olduğu için haram demelerine hiç bakmıyor da Diyânet’in “eğer fâizi alan devlet olursa caizdir” fetvasına göre hareket ediyor.

Başka bir misal verecek olursak, sigara hakkında mübah diyen âlimler de, mekruh diyen âlimler de, haramdır diyen âlimler de vardır. Bugünkü takvâ ehli âlimlerin ekserîsi, önceki âlimlerin sigaranın zararlarını tam olarak bilmediklerini, o devirde ameliyat yapılamadığı, sigaranın ciğerlere, yemek ve nefes borularına, boğaza, dudağa ne kadar zarar verdiğini bilmedikleri için kimisi, “haram olduğuna dâir kesin bir delil olmadıkça her şey mubahtır” kâidesine göre hareket ederek mubahtır demişler, kimisi sigaranın kokusundan yola çıkarak “mekruhtur” demişler, kimisi de boşa harcanan bir mal olduğu için israf olarak görmüşler ve haramdır demişlerdir. Zâten mübah diyen âlimler de “eğer zararlı olduğu tesbit edilirse haram olur" demişlerdir. Doktorların tamamı hatta sigara içen doktorlar bile sigaranın zararlı olduğu konusunda ittifak hâlindedirler. Yani tıp âlimleri sigaranın zararlı olduğu konusunda icmâ etmişlerdir. Bugünkü takvâ ehli ve ehli sünnete bağlı âlimlerin kahhar çoğunluğu doktorların “sigara zararlıdır” demelerinden yola çıkarak sigaranın haramlık yönü ağır basmaktadır, demektedirler. Sigara meselesini “haram bellidir, helal bellidir. Bunun ikisinin arasında insanların (haram mı helal mi olduğunu) bilmedikleri şüpheli şeyler vardır. Kim bu şüpheli şeylerden kaçınırsa dînini ve ırzını korumuş olur”, hadisine göre değerlendirirsek, en azından şüpheli bir şeydir ve mü’minlerin de bu şüpheli şeyden uzak durmaları gerekir. Kaldıki Allah rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz:

«Kim sarımsak, soğan, pırasa yemişse, mescidimize yaklaşmasın. Çünkü insanoğlunun rahatsız olduğu şeyden melekler de rahatsız olur.» buyurmuştur. (Müttefikun aleyh)

Allah rasûlü madem ki soğan, sarımsak ve pırasa gibi şeyler yiyenlerin mescitlere gitmemesi gerektiğini söylüyor, sigara da onlardan daha çok koktuğuna göre demek ki onları içenlerin de mescitlere gitmemesi gerekir. Bir Müslüman kendisini mescitlere gitmekten men eden bir şeyi neden içer ki? Kaldı ki mescitlerde soğan ve sarımsak gibi şeyler yiyenler üç beş kişiyi geçmez. Ama bugün mescide gidenlerin çoğu sigara içmektedirler. Soğan ve sarımsak gibi şeyler yiyenlerin sâdece nefesleri kokarken sigara tiryakilerinin hem nefesleri hem de üstlerindeki elbiseler kokmaktadır.

Asgarî ücretle çalışan veya emekli olan bir sigara tiryakisini ele alırsak ve bir paket sigaranın 25 ilâ 30 TL. arasında fiyatının olduğunu düşünürsek, günde bir paket sigara içen bir kimse sigara için ayda 750- 1000 TL. ödemektedir. Hele bir paket de karısı içiyorsa 1500 TL. eder. 5200 TL. asgarî ücret alan veya emekli olan bir kimse için 1500 TL. çok paradır ve bunun ailesini ne denli sıkıntıya sokacağı su götürmez bir gerçektir. Bunun adı israf değil de nedir?

Mü’min kardeşlerim takvâya göre hareket etsinler. Haramlardan küfürden kaçar gibi, şüpheli şeylerden haramlardan kaçar gibi, lüzümsuz mubahlardan da mekruhtan kaçar gibi kaçsınlar. Allah bizleri takvâlı olanlardan eylesin.
 
İ Çevrimdışı

İki Hicretyolu

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Rabbim seni hayırla mukafatlandirsin.
 
Üst Ana Sayfa Alt