Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

TCK, OSMANLI, GENELEV, TEKFİR...(OSMANLININ KÜFÜRLERİ)

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
aknczlfkr Çevrimdışı

aknczlfkr

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
-Osmanlı'da Rusya'dan savaş sebebleriyle çokça kadın İstanbul'a gelir, bu kadınlar mülteci olarak kabul edilir. Yer verilir. Ama bir zaman sonra maddi sıkıntılar sebebiyle rahat durmazlar, bu günki nataşalar gibi, zina etmeye başlarlar. Tabi ki gizli saklı aşne fişnelerdir bunlar, eşekler gibi meydanda değil!.. Kısa zamanda çokça dedikodu yayılır ve Halife Abdulhamid hazretleri bunu işitir ve bu kadınların İstanbul'da dağınık halde denetlenmelerinin zor olacağını düşünerek hepsini bir beldede oturmaya mecbur eder. Maksat göz önünde tutmaktır.. Hadisenin aslı astarı bundan ibarettir.. Genelev vs değildir haşa.. Ve bu konuda sert sıkı önlemler alan Halife, bir çok evi takibata aldırır ve bazı konaklar vs basılır zaman zaman.. Zaten Abdulhamid hazretlerine "istibdatçı idi", "kimseye nefes aldırmazdı, herkesi takip ettiridi, baskınlar yaptırırdı" dedikleri istibdat baskınları dedikleri baskın ve takibatların çoğu da bu ahlak operasyonlarıdır.. Ve Şeriat'ta ve Hanefi Fıkhında; zina suçu tam sabit olmayıp eksik delillerle zaptedildiğinde tazir cezaları vardır, bunların bazısını ululemir tayin eder. Sürgün Teşhir kırbaç vs..

İbni Kemalpaşazade hakkında Birgivi de Ebu Suud da nice alim de hayırla anar, ama her biri de gerektiği yerlerde ki birisi de bu kabir meselesidir, tenkit ederler. Ama tekfir eden duymadık.. Ayrıca İbnu Hacer el Heytemi, Acluni, Nablusi gibi bir kısım sorunlu alimin de durumu aynıdır, onları da toptan tekfir etmeli bu efendi!...

Elbette bu düşünce küfürdür şirktir. Biz de her gün sofilere elli kere anlattığımız şey Tevhid'den ve kabirperestliğin bir şirk oldugundan başkası değil! Lakin bunu alimlerden bu bahsedilen şekilde dillendirenleri diğer sahih ve salih ulema tekfir etmiş mi etmemiş mi ona bakmak gerek..

Muhammed Bin Abdulvahab hz ve sonraki müdavimleri ise ayrı bir konudur; Alleme İbni Abidin, İmam Şevkani, Hasan İdrisi gibi bir çok alim ve ilim ehli, kimisi direk şeyh hazretlerini kimisi de sonrakileri tenkit etmişlerdir, bazı aşırı bulmuşlardır.. Hele hele sonraki gelenler hakkında:







…Muhammed Bin Abdulvahab Rahmetullahialeyh…


Vahhabilik denen Ehli Sünnet-Selefi Uyanış Hareketi,
Ve Tahrifçi Hariciler ve Hain Suudilerce Sömürülmesi
Ve Rafızilerce ve Bazı Sofilerce Çarpıtılması


Vahhabilik denilen Selefi uyanış hareketi, Muhammed Bin Abdulvahab isimli Ehli Sünnet Alimimiz’in ismine nisbetle Vahhabi diye anılagelmiştir. Bu isim Şeyh hazretlerinin vefatından 20 sene kadar sonra yani isyanlar başladığında onlar hakkında muhalifler tarafından kullanılmaya başlanmıştır, gerek Osmanlı gerek başkaları bu sıfatla anmışlardır. Şeyh hazretleri 1703’de nerdeyse Anadolu kadar bir büyüklükte olan Orta Arabistan çöllerinde yani Nect’de, Riyad yakınlarındaki Uyeyne karyesinde doğmuş ve hep Arabistan’da yaşamış, kısa bir süre Medine ve Basra’da da bulunmuş, ve 1791’de de vefat etmiştir.. Şeyh hazretlerine dönemindeki ve sonraki asırdaki Ehli Sünnet Alimleri de, Muasır Ehli Sünnet Harb Emirleri ve Alimleri hörmet etmektedirler, yer yer O’ndan alıntılar yapmakta veya kitaplarını tavsiye etmektedirler, çok konuda kendisinden faydalanmaktayız..

Vahabilik de denilen, Selefi uyanış hareketini, ve de sömürülmesini üç devrede ele almak mümkündür, zaten tarihçiler hep üç aşamada ele alırlar bu meseleyi, Şeyh hazretlerinin vefatından 10 küsur sene kadar sonra başlayan ilk isyanlara birinci devre, o asır boyunca devam eden irili ufaklı hareketlenmelere ikinci devre, 1. dünya savaşı sırasındakine de üçüncü devre diyerek tasnif ederler. Biz de biraz kronolojide kayma yaparak da olsa aynı şekilde üçe ayırıyoruz:

1. Devre Vahabilik dediğimiz şey yani Şeyh hz ve onun hayatı dönemindekiler, bunlar bizimdir. Nect civarındaki bidatçilerle ve eşkiyalarla mücadele etmişlerdir..

2. Devre Vahabi dedikleri el Turki kıyamı ve 19. asır boyunca yer yer devam eden bazı diğer isyanlar. Bunların durumu bizce biraz karışıktır, eleştirilerimiz elbette var, bazı aşırılıklar olmuş.. Nitekim İmam Şevkani de İmam İbni Abidin de tekfirde aşırılık ve haricilik olarak görürler bu İkinci devredekilerin tarzını..

3. Devre Vahabiliği dediğimiz, yani Cihan Harbi sırasında, hususan 1917 ve sonrasında, İngiliz General Allenby’in ve Yüzbaşı Lavrens’in, evet Haçlıların ve Yahudi Siyonist Nili örgütlerinin ve Yahudi Dönme Sulubilerin köpekliğini yapan mürted hain Suudi Aşiret büyükleri ve Mekke Emiri münafık mürted hain -şrfsiz Şerif Hüseyin ve bunların yandaşları ise elbette mürted ve hainlerdir. İşte biz özellikle bunlara, üçüncü devre Vahabiler denen mürtedlere düşmanız! Hala daha Arab topraklarında bu hainler hakimdir bu gün..

Muhammed Bin Abdulvahab hazretleri Uyeyne’de yaşar bir süre sonra Medine ve Basra’da ve değişik beldelerde daha bulunur, gerek geleneksel Mezhebci 4 mezheb alimleri gerek Sofi şeyhleri gerek Şiiler O’ndan nefret etti ve herkesi kışkırttılar. Bu sebeble çokça hicret etmek zorunda kaldı. Şeyhülislam İmam İbni Teymiyye hazretlerinden sonra Muhammed Bin Abdulvahab hazretleri de Selefi akideyi yeniden meşhur etmiş, davette bulunmuş ve uyumakta olan bir ruhu uyandırmıştır. Tek farkla ki, Şeyhülislam İmam İbni Teymiyye hz gibi Müçtehid değildir lakin çok kıymetli muhterem bir alimimizdir. O, ömrü hayatını bidatlerle ve zulümle mücadeleyle geçirmiştir. Yaşadığı yer yani Ceziretül Arab’ın içleri Nect çölleri ve yaylaları gerek “akidevi” açıdan gerek “siyasi” açıdan tam bir anarşi içinde idi kaos durumunda idi. Zira çok kardeş kanı dökülen aşiret savaşları yapılmakta, ve güçlü güçsüzü ezmekte, ve bedevi cahil halk nerdeyse bildik kadim cahiliyyeye irtica etmekte idi; bir İslami Devlet veya Birlik hüküm sürmemekte idi. Şeyh hz bunlara kalemiyle büyük bir muhalefette bulundu ve sürekli yer değiştirdi bir zaman, nihayetinde orta yaşlarına geldiğinde Deriyye Emiri Muhammed Bin Suud tarafından himaye gördü, onun kılıcı ile birleşen kalemi daha da çok hizmetlerde bulunmaya başladı ve yaklaşık kırk sene bu sürdü. Bu koca kırk sene zarfında sürekli Arabistan’daki bahsettiğim siyasi ve akidevi kargaşa ve zulümlere karşı çıktı.. O’nun Osmanlı’yı tekfir ettiği veya isyan ettiği masalı tamm bir iftiradır uydurmadır. Yine, O’nun döneminde Osmanlı’ya karşı asla silahlı isyanlar olmamıştır, daha çok ilimle irşadla ve münazaralarla vs meşgul olmuştur. Nect beldelerindeki iç çatışmalar olmuş, Şeyh hazretlerini himaye eden o günkü Suudiler ile diğer aşiretler arasında, amma Osmanlı Hilafeti ile bir sürtüşme olmamış ne silahlı ne de sözlü..

Sonradan yani onun 1791’de vefatından epey zaman sonra, en az 11 sene kadar sonra yani 1802 Kerbela -1805 Mekke vs ve sonrakiler, yani İkinci devre Vahabiler dediğimiz sonraki Suudi grup işi ranta siyasiye döküp silahlı isyanlar çıkartmışlardır. Ve maalesef ki Şeyh hazretlerinin bir kısım nesli de sürekli bunlara alet olmuş bunlarca kandırılmış, Suud aşireti ikiyüz senedir Şeyh hz ve torunlarının nüfuzunu kullanmışlardır hala daha O’nu ve davasını sömürmeye bundan nemalanmaya devam etmektedirler..

Evet, İkinci Devre Vahabilerde ilk silahlı isyanlar var Osmanlı’ya karşı. Daha doğrusu yine de ilk olarak Rafızilere saldırmışlar, sonra da o bölgedeki Osmanlı’ya bağlı aşiretler yani yerel Arab yönetim ile ve Mısır’daki müstakil paşalarla savaşmıştırlar. Yani, Osmanlı’ya çok da kasıtları yoktur. Osmanlı da bunlara vurmada uzun zaman isteksiz davranmış ve Rafıziler veya Haçlılar gibi olmadıkları, Müslüman ve Sünni oldukları için olsa gerek ki bunlara göz yummuş, daha fazla kan olmasın diye yüz yıla yakın Arabistan’ın bazı yerlerdeki kontrolünü kısmen onlara bırakmış amma asla da aç ve sahipsiz bırakmamış hatta Surre alayları dahi muntazam devam ettirilmeye çalışılmıştır, 1. cihan harbinde kaybedene dek Surre alayları devam etmiştir Hicaz’a gitmeye. Hatta Halife Sultan Abdulhamid hazretleri meşhur İstanbul-Hicaz tren yolunu inşa ettirmiştir..

Vahhabilerin, Arabistandaki aşiret savaşlarından sonra, Osmanlı hakimiyetinin veya nüfuzunun olduğu yerlerde İlk kılıca başvurmaları da şii Rafızi şehirlerine ve imamlar türbeleri çevresine saldırmakla olmuştur, esasen Rafızilerde daha fazla olan hurafelere bir tepki olarak doğmuş veya en şiddetli tepkilerini Şiilere vermiş bir harekettir bu, Osmanlı ve Geleneksel Sünnilerden ziyade; İmamlar türbeleri çevresinde tapınan Rafıziler ve Nect’deki Totemlere tapınan hatta nerdeyse kadim cahiliyyeye dönen bazı Bedevilere ve de gulatı Sofiyye öncelikli hedefleri olmuştur.. Asıl tepkileri Şiilerin kutsal saydıkları Ehlibeyt türbeleri, buralarda hala bu gün dahi yapılan ve günümüzde artık yüzbin şiinin iştirak ettiği sözde Hac ve buralardaki benzer çok aşırı tazimleri, hatta açıkça oralara tapınmalarınadır. Ve ilk tepkiler Rafızilere olmuştur, daha sonra Sünnilikle alakası olmayan Kabirci, Vahdetivücutçu vs Gulat Sofiyyeye olmuştur.

Özellikle belirttik, Şeyhin vefatından 15 sene kadar sonra başlamıştır devletle ciddi çatışılan Hicaz merkezli silahlı eylemler. Hicaz bazı dönemlerde bunlarda kalmıştır. Amma dediğimiz gibi, bu hareket ilk hedefi Şiiler ve Sofiyye olan bir hareketti.. Ve bir süre sonra da siyasi manada isyanlar düzenlenerek oklar ibreler namlular Osmanlı’yı göstermeye başlamıştır. Yani asıl dertleri kavgaları Osmanlı Hilafeti ile değil rafıza ve bazı gulat sofiye ile idi.

1802’de Irak’daki Şii türbeleri ve şehirleri yağmalanır. Osmanlı pek ilgilenmez. Ama ne zaman ki Hicaz’ı ele geçirirler, yani 1805, o andan itibaren Osmanlı ile direk çatışmalar başlar.. Yoksa, ilk tepkiler Putlara tapan Cahiliyyeye dönmekte olan Bedevilere ve de Şiilere ve Vahdetivücutçu Sofileredir. Düşünün ki, bizdeki bu günkü Eyup Sultan türbesi veya Yuşa türbeleri gibi de değil, direk olarak ne üdüğü belirsiz veya tağut olan yani totemlerin dikili taşları ve kabirleri olan Şemsan ve Yusuf adlı mekanlara gelip tapınıyorlar cahil bedeviler, namaz ve orucun dahi terk edildiğini de okudum konuyla alakalı araştırma yaparken, o halde gelmiş bazı kabileler. Nerdeyse bildik kadim cahiliyyeye dönmüşler 14 asır önceki! Şeyh hazretleri ve o günkü Suud emirleri de haklı olarak bunlara düşmanlık yapmıştırlar..

Fakat dediğimiz gibi, Şeyhin vefatından bir süre sonra Şeyh hazretlerinin adını ve akidesini sömürmeye başlayan Suud aşireti işi siyasi kavgaya çevirmiş, kendi sözde halifeliğini kurmak adına şeyhi ve fikirlerini istismar etmiştir.. Ayrıca şunu tüm vahabi ulema ittifakla söyler ve tarihçilerimiz de onaylar ki; Nect ve iç Arabistan zaten Osmanlı toprağı olmamış yerlerdir, çöl olması hasebiyle, dağınık ve göçer aşiretlerin bedevilerin adeta yaylası olması vs sebeblerle olsa gerek, gerek duyulmamış devlete katmaya. Biraz da bu sebeblerden dolayı kontrolü zor ve vakit kaybettirecek yerlerdi buralar belki.. Bazı coğrafi ve sosyal sıkıntılar sebebiyle hiç resmi sınırlar içine alınmamış bir yerde Arabistan içlerinde Necd’de başlatır bu muhalefet hareketi şeyh. Kendisi oralıdır çünkü. Ve kendisini himaye eden yegane idare olarak Emir Muhammed Bin Suud da oradadır…

Ve İbni Useymin, Bin Baz, Dr.Salih el-Abbud, Abdulaziz bin Abdullatif gibi günümüzdeki Suudilerin önemli alimlerine göre bu sebeble zaten asla Osmanlı’ya isyan etmedi O. Ve yine bu ulema söylüyor, 88 yıllık ömrü hayatında dört padişah değişti Osmanlı’da, Şeyh hazretleri bir tanesini yıpratacak bir söz ve fiil sarfetmedi, asla biatını da bozmadı..

Ayrıca, Şeyh hazretleri Halife Sultan 3. Selim hazretlerine nasihatlari olan bir de Mektub yollar. O sırada İstanbul’daki siyasi bazı kargaşa ve gerilimlerden dolayı olsa gerek ciddi bir makes bulmamış olabilir sarayda. Amma aynı 3. Selim; Yeniçeriliğe de altarnatif olarak Nizam-ı Cedid adlı bir askeri birimi kurduğunda bakın ordu imamları için ne şartlar getirmiş:

III. Selim’in kurduğu Nizâm-ı Cedîd ordusunda uygulanmak üzere hazırlanan Levent Çiftliği Kanunnâmesi’nde her bölüğe birer İmam tayin edilmesi, askerlerin Cemaatle namaz kılmaları ve “İmam Birgivî Risâlesi”ni okumaları hükme bağlanmıştı. Yeniçeri Ocağı’nın II. Mahmud tarafından 1826 yılında kaldırılmasından sonra onun yerine kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adlı teşkilâta getirilen dinî eğitim tedbirleri ise şunlardı: “Her saf (bölük) için bir mektep açılacak, buralarda her gün “Kur’ân-ı Kerîm” ve “ilmihal” dersleri verilecektir. Neferlerin “beş vakit namazı cemaatle” kılmaları için her safa birer “imam” tayin edilecektir.”..

Osmanlı böyle bir devletti. Ehli Sünnet bir Şeriat Devleti idi. Ne Tarikat Sofi devleti idi ne de Şii ne Harici ne Mürci ne Mutezili! Bu gün ecdada saldıranların bir kısmı Batılı asli kafirler ve laikçiler, bir kısmı da bu tarihi kuyruk acıları olan sapık fırkalardır, ve hain mürted Suud tağutu ve Rafızi İran tağutlarıdır; gerçek bir Ehli Sünnet Müslüman bunu yapmaz, 1300 senelik İslam İktidarlarına asla dil uzatmaz!

Genelde “3 devre” derken M Bin Abdulvehhab’ın vefatından sonraki üç siyasi hareketli devre kastedilir, yani 1805 isyanları, ve aynı asrın sonlarına yeniden alevlenen bazı kıpraşmalar ve de cihad harbindeki üçüncü dönem; amma ben şahsen birinci devre derken hazretin hayatta olduğu ilim irşad dönemini, ikinci devre derken de sonraki asır yani 1805’de başlayan ve bundan sonra ve yüz sene boyunca parçalı bulutlu devam eden tüm o çatışmaları, o iki büyük isyan ve ayrılma dönemlerini; üçüncü devre derken de Allenby’in Lavrens’in köpekliğini yapanları yani 1.Cihan harbi dönemini kastediyorum, Mekke Emiri Şerif Hüseyin kafiri ve o günkü Suud kafirini kastediyorum ve hala devam eden Suudi tağut devletini!

Evet ilk iki devre vahabiler dedikleri Müslümanlar bizimdir, bu dönemdeki iç savaş veya kargaşaları icabında sahabe arasındaki iç niza ve savaşlara benzetebiliriz, neticede iki taraf da kardeştir müslimdir. Amma 3. devre Vahabiler denen hain mürtedler yani 1917’de Halife-Sultanı, İslam devleti ve ümmetini arkadan vuran, İngiliz’in Yahudi’nin köpekliğini yapan, Kut el Amara’da, Kanal’da, Gazze’de, Şam’da, Bağdat’da vs imkansızlıklara ragmen destan yazarak gaza eden Şerefli yiğit İslam Ordusu’na karşı İngilizlerle bir olup savaşan ve İngiliz Generalinin bu hainlerin yardımıyla Hicaz ve Filistin’i, Şam’ı, Bağdat’ı işgal ettiği ve Şam alındığında, hazreti Sultan Salahaddin Eyyubi’nin kabri başına gelip pis ayağını lahde basıp “işte döndük Salahaddin!” dediği zaman o piç Komutanın yanında av köpekliğini yapan satılmış mürted kafirlerin, yani son doksan senelik ve hala devam etmekte olan şu andaki Suudi hanedanı’nın; ne bizimle Cihadi Selefilerle ne de M Bin A.Vahap hz ile alakası yoktur düşmanımızdır tağutturlar, bunların o Hazret ile alakaları sadece İsevilerin Hz İsa Aleyhisselam ile veya Rafızilerin Hz Ali Radıyallahuanh ile olan alakası gibidir…Tamamen sömürü ve ihanettir.. İşte bu üçüncülere düşmanız biz.. Hazret yaşasaydı bunları ancak lanetlerdi! Ben çok yerde hazret hakkındaki suizanları ve iftiraları cevaplamışımdır, en çok söylenen şey de, onun Lavrens’le işbirliği yaptığıdır(?). Oysa o öldüğünde Lavrens’in babası hatta dedesi bile doğmamıştır arada en az yüz küsur sene var.. Bilhassa bu bazı rabıtacı sofi kafirlerin ve laik tağutun komedi uydurmalarıdır bunlar! Elbette 3. devre Suudi mürtedler veya 2. devredeki bağiler olmasaydı şeyh hazretlerini bu gün bu millet belki de bir İmam Birgivi’yi bildiği gibi bilecek ve ismine antipati duymayacaktı. Çok da aleyhinde propaganda yapıldı, değil Vahhabiler, artık Muhammed Bin AbdulVahab kelimesi bile geçince insanlar rahatsız oluyor. Bunun asıl vebali Suudi hain mürtedleredir!

Kitabımızda “3 devrede Ashab-Tabiin arasındaki savaşlar ve 3 devrede Vahabilik bahsi” diye, bazı benzerliklere de dikkat çekerek açıkladık burada girmeyeyim fazla; daha doğrusu her birinin bir sonrakine zincirleme gidip kartopu gibi büyüyen fitneye dönüşmesi ve bir sonraki musibete gebe olması veya sonrakilerce sömürülmüş olması sebebiyle benzetmiştik bu üç aşamaları; “Kerbela ve Harre” denen üçüncü devre olaylar ile ikinci devre olaylar yani “Sıffın” bir değildir, hele hele birinci devre yani tamamen bir yanlış anlaşılma ve gece ok atma provakasyonu kargaşası veya kısa küçük bir iç savaşımız olan “Cemel”, hiç de bir değildir. Üç dönem arasında da dağlar kadar fark vardır ve üçüncü devredeki zalimler iki tarafın da ‘bizim’ oldugu ilk ikiyi sadece sömürmüş ve onların davasına ihanet etmiştir, biz muhalifiz ve nefret duyuyoruz onlara, hele de “olayları el altından kışkırtan derindeki meçhul failler olan o birilerine”.. Aslında biz öncelikle “görünmeyen münafıklara”, mesela Cemel’de karanlıkta ilk oku atan gizli ellere, Sıffında hz Ammar Radıyallahuanh’ı şehid eden ve belki hz Muaviye Radıyallahuanh’ı bu yönde “kışkırtan, ayartan derindeki” birilerine, Kerbela ve Harre’de de Ehli Beytin Ashabın kanına el bulayan “asıl ele başları” her kimlerse onlara özellikle düşmanız…Bazen her şey kontrollü olmaz, liderlerin de kul olup her şeye müdahale edemediklerini düşünmek lazım. Neyse, Mekke’den Kufe’ye darbe amaçlı gidişi ne kadar hatalı bulsalar bile Hazreti Peygamber Aleyhisselatuvesselam’ın torunu ve ailesini alçakça hayvanca katletme hiçbir hatalı içtihadla vs açıklanamaz! Ve aynı şekilde; Hilafete karşı İngiliz Kraliyeti ile ve Yahudi Siyoniyye ile, Siyonist Nili örgütüyle, Sulubilerle vs birlik olup Ümmete o gün de ve tam doksan sene boyunca ve bu gün de hala arkadan -açıktan- vurmak hiçbir şekilde hata ile açıklanamaz bu irtidattır veya zındıklıktır tağutluktur..

Yezid’in Haccac’ın kafirliği ihtilaflıdır da Suudi’lerinkisi çok nettir kesindir.. Neyse..
Tarihi iyi okumalı, yoksa tarih değil tahrif olur..

(İstismar kavramına dikkat: Bazen bir hakikati en şiddetle savunan hatta tekelinde görme derecesinde kraldan kralcı dedikleri türden bir kendine endeksleme içindekiler aslında o hakikatin en mahrumu, en nasipsizi hatta haini, sömürücüsü olabiliyor. İsevilerle İsa Aleyhisselam, Rafızilerle Ali Radıyallahuanh, Suudilerle Muhammed Bin Abdulvahab Rahmetullahialeyh, Faşistlerle Osmanlı Türk Halife ve Sultanları, veya da mesela; Sofilerle Kurandaki İhlas kavramı, Mealci Modernistlerle Kurandaki Akletmek kavramı, Haricilerle Tekfirle veya Azabla ilgili ayetler, Mürcielerle Rahmetle alakalı ayetler arasındaki alaka bu türden bir alakadır…Tamamen sömürü ve tahriftir, tek yönlü ve yanlı, adeta tek gözlü deccallik ve de çarpıtmadır..)

Şeyh hazretlerine bakışta çarpık gözlükleri olan fırkalar çoktur; Günümüzde kendilerini Selefi sanan Tekfirciler ve Hariciler kendilerini O’na nisbet ederler, oysa O mutlak ifadelerde çok net ve keskin olsa da muayyen tekfirde gayet mutedil idi.. Ve Suudcu Mürcieler de kendilerini O’na nisbet ederler, oysa bu günkü Batı işbirlikçisi Tağut Suudi Devleti’ni görse Şeyh ne derdi acaba?.. Bu çağdaş haricilerin ve de mürted suud yanlısı zavallıların bu zat ile alakaları sadece bir sömürüdür o kadar! Cihad Cemaati’nin Harb emir ve alimlerinin bakışı Ehli Sünnet bir bakıştır sadece.. Şeyh hazretlerine tabi olduklarını iddia eden Harici Telefiler ve Suudcu Mürcie Telefiler bir yana; bir de düşman olanlar ve hep ön yargıyla bakan hatta çamur atanlar vardır; Şiiler ve Sofiler.. Kuyruklarına çok bastığı için O’na düşmanlıkta en başta gelirler. Çokça da iftiralarda bulundular. En barizler iftira ve çarpıtmalardan biri İngilizlerle veya Lavrens ile işbirliği yaptığıdır(!) Oysa şeyh hazretleri öldüğünde Lavrens’in dedesi bile doğmamıştı (!) Bu ihaneti yapanlar 3. devre Vahabiler dediğimiz Şerif Hüseyin ve o günkü Suud’dur.. Bir diğer iftira da Osmanlı Hilafetine isyan eden bir baği olduğudur..

Bir İngilzi Casusunun İtirafları adlı sözde kitap ise Türkiye’de Rabıtacı Halidi Nakşiler tarafından yaygınlaştırılan bir masal kitabıdır sadece. Çeşitli dillere çevrilmişse de asıl ilk hali Farsça(?)dır.. Tahmin etmişsinizdir.. Arkasında Rafızi İran Tağutu var vesselam..

Hey muhterem! Bir taraftan Mürted Suudiler bir taraftan Rafızi İran sana en büyük düşmanlık ve ihaneti yapıyor! Biri iftira ve düşmanlıkta öbürü de sömürü ve tahrifatta ihanette yarışıyorlar!!!

Muhammed Bin Abdulvahab hazretleri Osmanlı’ya asla ve asla İsyan etmedi! Tekfir de etmedi. Evet, dönelim tekrar işin aslına; Bu günkü Arabistan uleması en başta da o ismini verdiklerim olmak üzere hep ittifakla o günkü Necd’in Osmanlı resmi hudutları içinde olmadığını ve buralarda bağımsız çokça emirliğin ve şeflerin olduğunu ve bu emirlerin şeflerin ara ara birbirleri ile savaştıklarını, ve bidatin hurafenin de alıp yürüdüğü yayıldığını ve şeyhin isyanının bu akidevi ve siyasi kaos-anarşi ortamına olduğunu söylüyorlar. Ve o günkü Nect çöllerinin devletin resmi sınırları içinde olmadığı bilgisi bilinen tarihin de Osmanlı resmi harita ve kayıtlarının da söylediği ile aynıdır ve doğrudur. Hatta şeyh hazretlerinin 88 yıllık ömrü hayatı boyunca 4 padişah gelip geçtiği, ve hiç birisine de olumsuz bir söz veya tavrının olmadığı, ve imama itaat gibi genel bir Ehli Sünnet kaidesine bağlı olduğunu söyler aynı ulema. Aşağıdaki bilgiler Selefi bir Arab siteden tercüme edilmiştir halen internette de http://selef.blogcu.com/seyhulislam-...eserle/4363824 adresinde mevcuttur.. Aynı yazıda Şeyh hazretleri ve akidesi hakkında bir çok güzel bilgi daha vardır tavsiye ederim..

“”Necid (Seyhin hareketinin baslangic noktasi) Osmanli devleti yönetiminde miydi veya Osmanli topraklari icinde miydi? Dr.Salih el-Abbud bu soruya söyle cevablandirir: „Necid hic bir zaman Osmanli yönetiminde degildi, zira Osmanli devleti bu noktaya hic ulasmadi, hic bir vakit bir Osmanli valisi tarafindan yönetilmedi“ Buna ilaveten Seyhin davetine basladigi dönemde Osmanli aslerleri hic bir zaman bu bölgeye girmediler. Bu delil, kücük vilayetlere ayrildigi gercegi göz önünde bulunduruldugunda daha da kuvvet bulur. Bu, Cemiin Ali Effendi tarafindan yazilan hicri 1018/miladi 1609 tarihli „Kavanin al-i Osman Mudaamin defter el-divan“ isimli bir Osmanli dökümaniyla da ispatlanmistir. Bu evrak Osmanli Devletinin hicri 11. yüzyilin baslarinda 23 vilayeti ayrildigi, bunlardan 14ünün arap vilayetleri oldugunu ve Necid bölgesinin bu vilayetlerin bir parcasi olmadigini te'yid eder. ( Akide't-us Seyh Muhammed bin AbdulVehhab ve eserehu fil alem el-islam 1/27)

Dr.Abdullah el-Useymin der ki:“Muhammed bin AbdulVehhab davetinden önce Necid hic bir zaman Osmanli devleti hakimiyetine girmedi ve Osmanli devletinin Necid bölgesinin icindeki yasama hic bir tesiri ve nüfuzu yoktu. Aslinda hic bir kimsenin nüfuzu yoktu zira beni Cabir'in veya beni Halid'in bazi bölgelerde ve beni Esref'in civarlarda ki nüfuzlari oldukca sinirliydi. Bunlardan hic kimse bu bölgeye siyasi istikrar getiremiyordu, bundan dolayi Necid'in degisik bölgeleri arasinda sık sı savaslar oluyordu. Burada yasayan asiretler aralarinda siddetli catisiyorlardi.“ (bknz.Muhammed bin AbdulVehhab, hacetehu ve fikrehu, 11.s)

Biz de bu bahsi Seyh bin Baz'in bu yanlis ithamlara karsi söyledikleriyle kapatalim: Seyh Muhammed bin AbdulVehhab Osmanli hilafetine karsi isyan etmedi, cünkü Necid'in icindekin bölgeler Osmanli hakimiyetinde degildi. Necid daha ziyade aralarinda catismalarin, savaslarin ve kavgalarin oldugu kücük emirlikler ve birbirleriyle irtibati olmayan köylerden ibaretti. Ve her sehir veya köy ne kadar kücük veya büyük olursa olsun bir emir tarafindan yönetiliyordu. Dolayisiyla Seyh Muhammed bin AbdulVehhab Osmanli devletine karsi isyan etmemis, dogdugu bölgedeki karmakarisik/anarsik duruma karsi isyan etmistir.“ (Seyh bin Baz'in kaydedilmis bir bantindan)

Dr.Salih el-Abbud der ki: „Seyhin yasadigi dönemde (ki Seyh Muhammed bin AbdulVehhab 88 küsür sene yasamistir) dört padisah degistigi halde hilafet hic bir mudahalede bulunmamis veya tepki vermemis veya hosnutsuzluk göstermemistir.“ (bknz. Mucellet el-Muctema, 510. mesele)

Bu gülünc iddia hakkinda Mahmud Mehdi el-Istanbuli der ki:“ Kalem sahibleri/yazarlar iddialarini ispatlamali ve delil bulmalidirlar. Eskiden yasamis bir sair demistir ki: 'Sayet iddialar destekleyici delillerle ispatlanmazsa sadece ahmaklar icin delil olurlar'.“

Yukarida zikrettigimiz ifadelerde görüldügü gibi seyhe karsi yapilan suclamalar tutarsizdir. Buna ilaveten seyhin risale ve kitaplarinda ki belirgin akademik deliller onun yüksek ilmi seviyesine sahittir. Suclamalarin yalandan ibaret oldugu bir cok adil kisi tarafindan kayit altina alinan tarihsel dökümanlarla da ispatlanabilmektedir.“ (Abdulaziz bin Muhammed Ali Abdullatif “Daava’l-Munaviin li Daveti eş-Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab” 239.-240. s.) (Abdullatif bin Abdurrahman Alu’ş-şeyh “Misbahu’z-Zalam fi’r-Reddi ala Men Kezebe ala’ş-Şeyhi’l-İmam”, “Minhacu’t-Tesis ve’t-Takdis fi keşfi Şubuhati Davud bin Cercis”)””

Kısacası şeyhin namını sömüren birileri var piyasada ve bizim de bu konuda muhalif olduklarımız bunlardır, Suudi Tağutu ve bir kısım sözde selefi aslında telefi bir kısım Muasır Haricilerdir! Bu ve benzeri istismarcı, tahrifatçı veya hain taifelerledir bizim sorunumuz, Şeyh hz ile değil, bilakis çoğu zaman şeyhin eserlerinden istifade eder ve ona Rahmet dileriz. Bu meselenin de aslı faslı budur! Şeyh hazretlerini ve Selefiliği sömüren istismarcı bir kısım Harici ahmaklara ve Muasır Suudi hainlere ve de Rafızi ve bazı Sofi müfterilere duyrulur



Sonuç:




1) Şeyh Muhammed Bin Abdulvahab hazretleri büyük bir İslam-Ehli Sünnet Vel Cemaat-Selefi Alimimizdir.




2) Şeyh hazretleri haşa bidatçi, fitneci veya ajan değildir ve asla da Osmanlı Hilafetini tekfir etmedi, isyan da etmedi, biatını da bozmadı Bu tür iddialar bazı O’nu “Sömürücü” Suudcuların ve Muasır Haricilerin, ve O’na çamur atmak isteyen “Müfteri” Şii ve Sofilerin iftira ve tahrifleridir




3) Şeyh hazretlerinin adından esinlenilerek Vahhabiler denen Selefi Uyanış Hareketi ve de Sömürücüleri toplam üç devredir. İlk devredekiler yani Şeyh hazretleri ve o günkü Suud ve tabileri sevenleri bizimdir, İkinci devrenin durumu şüphelidir, Üçüncü devre Vahabiler dedikleri ve 1917 de Siyonist Nili örgütü ile, Yahudi Sulubilerle, ve Haçlı İngilizlerle Tapınakçı Masonlarla bir olup Osmanlı Hilafetine ihanet eden Şerif Hüseyin ve Suudlar ise açıkça mürtetdir tağuttur




Bu bahsi geçen baş tağut ve münafıklar;


Sulubilere ve Suudilere Arabistan’ı,


Sabatayist Yahudilere Kemalistlere de Türkiyye’yi


Anlaştıkları üzere hediye ettiler; biri güneyden biri kuzeyden merkezden,
birlikte Hilafetin başını yemelerinin ödülü olarak!




Bu konuda bizim “Kitabul Akıncı” adlı eserimizde ve bunun şerhi mahiyetindeki sesli
“İslam ve Dünya Tarihi Sohbetleri”mizde ve “Filistin’den Yahudi’yi Hicaz’dan Suudi’yi” başlıklı ve de


“Sulubi Kemal Atam ve Sabatayist Kemal Ataturk” başlıklı vs Reddiyelerimizde daha fazla analizler deşifreler ve lazım gelen isbat ve izahat yapılmıştır






alıntı: Akıncı
 
aknczlfkr Çevrimdışı

aknczlfkr

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
OSMANLI BİR ŞERİAT DEVLETİ İDİ,
TARİKAT DEVLETİ DEĞİLDİ;

SOFİLERİN CANINI ÇOK YAKMIŞTIR !


Vapurda rastladım Üç dört kişi idiler. Takım elbiseli, badem bıyıklı cemaatçi gençler. Eminönü-Harem vapurlarında sık rastlardım benzer tiplere. Hep derdim bir gün bir sorayım neciler neyin nesi bunlar diye. Bazı tahminlerim vardı gerçi. Belli ki ya üniversiteli ya da liseli veya Kuran Kursu talebeliği yapan gençlerdi bunlar, muhtemelen de cemaatin yurdunda kalıyorlar. İlk önce okullarından yurtlarına dönüyorlar sandım. Selam verdim çayımla birlikte masalarına oturdum. Bir iki selam sabahtan sonra sordum siz Nurcu musunuz Süleymancı mı? Velhasıl, Süleymancılar diye bilinen Rabıtcı Halidi Nakşi cemaatindenmişler. Meğer sık sık bu vapurda bu eşkalde gençler görmemin sebebi yurt vs değilmiş zaten Harem ya da Eminönü civarında da yurt yokmuş, Karacaahmet Kabristanı’na Süleyman Hilmi Tunahan’ın kabrine gidip duruyorlarmış vesselam Beni sordular, Akıncı’yım dedim, tüm Muvahhidleri severim, amma şahsen Kaideyi Cihada tabi bir Ehli Sünnet-Selefi Müslümanım dedim Laf lafı açtı, maksadım da buydu ya zaten; gayet ilmi ve saygılı bir sohbetimiz oldu, baktım efendi de çocuklar, az dakikalar içinde kırmadan usulünce tebliğ yapayım en azından bir merak uyansın da belki vesile olur bu Hakikati bulmalarına Dedim gençler siz İmam Birgivi’yi bilirsiniz değil mi? Evet dediler. Biliyordum, bu Süleymancılar olsun Mahmutçular olsun vs diğer bütün medrese eğitimi yapanlar Birgivi hazretlerinden sarf ve nahiv okurlar. Evet dediler, O’ndan okuyoruz zaten nahiv’i, İzar’ından Dedim gençler, bu şah eseri dışında hiç diğer Birgivi Risaleleri’ni okuyor musunuz? Mesela Tarikat-ı Muhammediye adlı eserini veya Kabirlerin Ziyaretleri adlı Risalesi’ni Yok dediler, isimlerini bile ilk defa duyuyorlardı Yazık, koskoca Tevhid insanı neler yazmış akideye dair, adamdan ala ala sadece Arabca alıyorlar Elbette Arabca ilmin ilk anahtarıdır amma, kadim tağut Ebu Cehil ya da muasır tağut Esad da Arabcayı mükemmel konuşuyordu lakin bu onu küfürden kurtarmadı Söylemeden geçemeyeceğim; Arab ülkelerinde veya yurt içinde bir iki sene basit Arabca, yani temelin de temeli, yani sadece bir Arap turistle anlaşacak avamca dersek la teşbih tarzanca konuşabilecek kadar Arabcayı kapan nefesini meclislerde alıyor ve alim oluyor Bir iki ezberden okuyup sonra mealini okuyunca gariban cahil vatandaş hemen söylenir: “Ooo, derin hoca! Bah ayete me’na verir!” Ve başlıyorlar zehirlerini akıtmaya Bir çok sapık fırka senelerdir bu çeyrek Arapçalarının ardına saklanarak işi götürdü bu ülkede Hülasa, bu gençler az sonra gidip kabirde tapınacaklardı buna dair neler yazmış İmam hazretleri bir bilseler kim bilir nasıl bir tepki verirlerdi Biraz açtım bu iki eseri, ve bu tadımlık olsun dedim, doymak için gidin bu eserlerden edinin ve okuyun inşallah.

Bakınız; Sesli “İslam ve Dünya Tarihi Sohbetleri”mizde de, bunlarla şerhini yaptığımız “Kitabul Akıncı”da da, “Hilafet” adlı risalemizde de olsun “Pavlus” başlıklı risalemizde de olsun vurguladık, aslında Risale demeye de utanıyoruz biz alim değil mütefekkiriz, bunca büyük risalelerin yanında bizim tarih, sosyal psikoloji ve siyaset temalı çalışmalarımıza risale demeye de dilimiz varmıyor ya Evet Sohbetlerde ve Hilafet’de de Pavlus’da da değindim uzunca;

Asrı Saadetten bu asrın başlarına 1920’lere dek, 1300 senelik İslam devleti İzzeti İktidarı boyunca Emevi, Abbasi, Endülüs, Karahanlı, Gazneli, Selçuki, Eyyubi, Baybarsi, Osmanlı vs gelip geçmiş tüm bu Devletlerimiz birer İslam Devleti idi, bu asırdakiler gibi Tağut değillerdi; bazı dönemlerinde zulüm ve bidatler var olmuş bazı altın çağlar yaşanmış, hülasa hatasıyla sevabıyla hepsi bizimdir, "Bzden olan Ulul Emirler"dir bu sebeble tarih boyunca Ehli Sünnet Uleması icma halinde Devlete Biatlı olmuş hatta yer yer devletin direk resmi vazifeli memuru olmuşlardır Biz, bu sebeble ne tekfir ne de tahkir edebiliriz haşa; bunlara dil uzatanlar hep bunlardan yana kuyruk acıları olan bir takım Sapık taifelerdir ve Batılı kafirler ve uzantıları olan Laikçi kafirlerdir Evet bunlar “İslam” Devleti idiler ve de Umumi manada da “Ehli Sünnet” birer Devletlerdi. Bu devletlerimiz her devirde Rafızi, Sofi, Felsefeci, Harici vs Tahrifçi ve de genelde de Hain olan fırkaların sık sık kuyruğuna basmışlardılar. Bu Devletlerimizin Cihadı Zülfikar ağzı gibi çift cepheli idi, bir yandan dıştaki Haçlıyla Moğolla Avrupayla vs asli kafirlerle gaza ederlerdi, bir yandan da içteki tahrifçi bidatçi ve de umumiyetle de hain olan sapık fırkaların kafasını koparırlardı Halife’nin Sultan’ın Kılıcı ve Şeyhülislam’ın Kadı’nın Kalemi birlikte, Sahibülseyfivelkalem bir zülcenaheynlikte, bu İstikamet üzere İstikrarla tam 13 asır devam etti İslam İktidarı

Bu gün bir çok sapık fırka bu ecdada ya sövüyor, şucuydu bucuydu şöyleydi böyleydi deyip tekfir veya tahkir ediyor; ya da kendine yontma çalışıyor kendinden gibi göstermeye çalışıyor Kitabımızda da ayrıntıyla anlattık, burada kısaca bir özet geçeyim bu bahsi bilhassa sofi meselesini

Başta sapkın sofiler olmak üzere herkes kafasına soksun ki; ‘Osmanlı’ Tarikat devleti değildi Şeriat devleti idi! Her padişahın bir sofi şeyhi vardı vs sözler tam bir iftira ve tarikatçi uydurması bir yalandır yanlıştır! Osmanlı Ehli Sünnet bir İslam Devleti idi. Ve son Hilafet onunla birlikte bitti. Çokça sapkın Tarikatçi, Şeriat Şeyhülislamlarının ve Halife-Sultanlarının Fetva ve Fermanlarıyla hemen her dönemde yer yer asılmış, kesilmiş, hatta bazı diri diri yakılmış. Boşuna demez sapkın sofiler,

‘Şeriatın Kadısı -sözde- Hakikatin Evliyasını Astırdı!’…

Melami, Hurufi, Vahdeti Vücutçu vs nice sapkın sofinin de kuyruğuna basmıştır Osmanlı. Tıpkı Rafızileri yurt içinde temizlediği, hatta yurt dışına, Safevi üstüne sayısız sefer düzenlediği gibi, diğer sapıkların da mesela sapkın sofilerin de kuyruğuna basmıştır zaman zaman.

İmam Birgivi’nin gayet Ehli Tevhid, Ehli Şeriat, Ehli Sünnet ve hatta Ehli Eser olan malum Kitabları hakkında “dokunulmazlık-tartışılmazlık” kararı çıkartan ve bazı dönemlerde mesela Halife-Sultan 3. Selim hz’nin Nizam-ı Cedid Ordusuna Birgivi Risalelerini okumayı mecburi kılan ferman çıkarttığındaki gibi, Saf Ehli Sünnet bu tür eserleri askere okumayı mecburi kılan da Osmanlı Hilafetidir.

Ve; sıkı durun: Osmanlı'ya matbaa getirildiğinde basılan ilk Dini kitap Birgivi Risaleleri'dir!!! Hem derhal basılıp dağıtımı yapılmış hem de askere okuması mecburi tutulmuş!!!

Osmanlı Devleti, Halife ve Sultanlarının fermanı ve Şeyhülislamlarının Kadılarının fetvasıyla, çok sofinin kuyruğuna basmış, kısıtlamış, takibata almış, sürgün etmiş, asmış, kesmiş, diri diri yakmış hatta

Mesela; Sultan Fatih hazretlerinin Şeyhülislamı olan Fahreddin el Acemi; Hurufileri diri diri yaktırmış hatta herhangi bir askerin yapacağı işi kendisi yapmak istemiş, ilk ateşi ben yakacam deyip meşhurdur Edirne’de dev bir ateş yakmış, ateşe üfürürken sakalı tutuşmuş ama gene de üfürmekten, ilk ateşi bizzat kendisi yakmaktan geri durmamıştır

Yine Halife-Sultan Yavuz Selim hz’nin Şeyhülislamı İbni Kemal Paşazade hz’nin Vahdeti vücutçu olduğundan dolayı ölüm fetvası verdiği İsmail Maşuki adlı Melami Şeyhi de gebertilmiştir müritleri de

Yine, Halife Sultan Süleyman hz’nin Şeyhülislamı Ebu Suud hz’nin, yine Vahdeti Vücutçu olması sebebiyle Hamza Bali Bosnavi adlı Melami şeyhini ve yüzlerce müridini Bosna-Tuzla deresinde geberttirmiştir

Niyazi Mısri adlı Vahdetçi de Rodos ve Limni’ye sürülmüş ve onbeş seneden fazla süre ve de geberene dek orada kalmıştır

Mecnun şair Celali de gizli Hurufilerdendir, bazı zırvalıklarını fark eden bir Kadı’nın kararıyla bir sene kadar hapis yatmıştır

Halife Sultan 2. Abdulhamid hazretleri zamanında olması lazım, doğuda Nakşi-Halidi Rabıtacı bir grup sofi bir dergahta cezbe dedikleri şeytani histerik taşkınlıklar yapıyor tam bir ay boyunca köpekleşiyorlar, yani bildik köpek gibi havlıyorlar, bölge ulemasının İstanbul’a bildirmesi sonucu ta Libya Fizan’a sürülüyorlar ve sürgünleri de asla kalkmıyor

Yine aynı Halife Sultan Abdulhamid hz, şimdilerde birilerince şişirilip duran Erbilli Esad isimli Halidi-Nakşi şeyhini sapık bir eseriden dolayı Erbil’e sürüyor ve gizli Yahudi-Mason olan İttihatçılar darbeyle iktidar olduklarında sürgününü kaldırıp 1913’de İstanbul’a getiriyor hatta bütün tarikatları ve icazetlerini denetleyen baş kurum olan Meclisüşuyuh yani Şeyhler Meclisi adlı kurumun başına tayin ediyorlar

Yine aynı Halife Sultan Abdulhamid hz, şimdilerde Nakşilerce şişirilip duran Rabıtacı Taha Hakkarili’nin oğlu Ubeydullah İngiliz destekli ve Kuzey Irak petrolü için yaptırtılmış bir Kürtçü isyan yapınca onu da Mekke’ye sürgün etmiştir ve Şeyh Ubeydullah ölene dek orada kalmıştır

Daha bir çok örnekler vardır sayacak, bunlar ilk aklıma gelenler sadece Osmanlı, şii yayılmacılığına karşı zaman zaman sofileri kullanmış, ama zaman zaman çığrından çıkanları da takibata almayı, mahkeme etmeyi, sürgün etmeyi ve kıtır kıtır kesmesini hatta diri diri yakmasını da bilmiştir Oysa sofi karşıtı olan kimseye asla ceza verilmemiştir. Sadece kadızadelerin bir dönemden sonra, sık sık sofileri kafalarına göre toplanıp dövme, basma, dağıtma eylemlerini artık silahlı kılıçlı can almalı hale getirmeye başladıklarında müdahale etmek zorunda kalmıştır devlet.

Bakınız, Kadızade Üstünvani Mehmed hazretlerinin Talibanı, anti-tarikat eylemlerinde, merkezi otoriteyle beraber hareket etmeyip de başıbozuk bir takım eylemlere gittiğinde devlet uzun bir süre bunların sofileri basıp dövmelerine vs göz yumdu yol verdi. Ta ki Ululemirden izinsiz yargısız infazlara gitmek istediklerinde bunları sürmek zorunda kaldı aslında ise bu bir ‘hele siz biraz dinlenin” kabilinden bir şeydi Onları İstanbul’dan uzaklaştırıp istirahate yolladı, oysa Devlet sapıklık ya da sorun çıkaran sofileri en sert şekilde cezalandırıyordu, sofileri kesiyor, asıyor ve hatta diri diri yakıyordu. Bunlar ise Ehli Sünnet hatta biraz Selefi birer Şeriat Talibanı olduğu için, haşa fikir veya akidelerinden, isteklerinden dolayı değil, sadece gitgide haricileşmelerinden endişelenilip, usulsüz davranıp bazı dengeleri halk içinde “her kılıcı alıp toplananın kolayca başına buyruk iş yapacağı” imajı oluşmasından, bir takım baği ve bidatçilere de yol olur bu, Ulul Emirden emir gelmeden ve Başıbozuk Serbestçe ve Yargısız infaz yapma girişimleri artar diye, İstanbul’dan sürmekle yetinilmiştir, malum kazan devirme ve isyan zaten zaman zaman vuku bulan bir kargaşa idi bu tür hadiselerle Devletin otoritesi daha da yıpranmamalıydı; ve bu gençler bazı sofilere vs yapıldığı gibi aşağılanarak değil gayet edeblice sürülmüş daha doğrusu İstanbul’dan uzak tutulmuşlardır. Osmanlı tarihinde, Şeriatı veya Ehli Sünneti savununca ceza alan tek taife ve hadise budur, burada da cezadan ziyade anarşi doğmasından korkularak şehir dışına gönderilme vardır. Asla savundukları hakikatlerden dolayı bir ceza değildir bu Haddi zatında Halife Sultan 4. Murad hazretleri de Şeriatçı Kadızade Üstünvani'yi tutardı sapkın Tarikatçi Halil Sivasi'yi değil Evet, Osmanlı sofileri hemen her devirde takibata alıyor, yer yer sorguluyor ve kısıtlıyor, bazen de asıyor veya kafasını kestiriyor hatta diri diri yaktıkları oluyordu

İşte o dönemlerde; bazı tekkelere sıcak bakan veya tekke-medrese çatışmasının ortasını bulmak isteyen bazı alimler ve şeyhler, Birgivi’nin eserlerinden dolayı bu gençlerin bu duruma geldiğini bu sebeble yasaklanmasını önerirler, fakat dönemin büyük Şeyhülislamları Alimleri Sarayı ikna eder ve hatta bir daha da sorgulanmayacağına, doğruluğu veya gerekliliği tartışılmayacağına dair bir karar çıkarttırırlar Birgivi’nin eserleri için!!!! Ve sonraki dönemlerde de o karar asla iptal edilmemiştir

Nitekim Halife Sultan dördüncü Murad hazretlerinin Birgivi Mektebinin Alimlerinden olan Kadızade Üstünvani Mehmed Efendi hazretlerini kendisine yakın dost ve üstad edinmiş ve ona bu sebeble Padişah Şeyhi denmiştir. Veya Vani Efendi’nin bidatçilere karşı mücadelesinde Birgivi hazretleri’nden ne kadar etkilendiği İmam Birgivi Rahmetullahialeyh’den elli ve yüz sene geçmiş amma bakın hala mesajı dipdiri ve Devlet buna ittiba ediyor! Halife Sultan üçüncü Selim hazretleri, ki Muhammed Bin Abdulvahab hazretleri de O’na bir nasihat mektubu yollamıştır malum; Nizamı Cedid Ordusunu kurduğunda koyduğu tüzükdeki şartların içinde şunlar vardı; Her Bölüğün Bölük İmamları olacak ve asker cemaatle namaz kılacak; İlmihal okutulacak; Birgivi Risaleleri okutulacak! Bakınız Birgivi hazretlerinden iki asırdan fazla zaman geçtiği halde bile eserleri ışık olmuş ve devlet de ittiba etmiş

Kaldı ki Birgivi Osmanlı’da bidatlere ve bidatçilere karşı duruşunda en parlak olan yıldızdır, yoksa, diğer ulemamız da, Fahreddin Acemi’ler, Ebu Suud’lar, Vani Efendi’ler, Rudani'ler, Üstünvani'ler, Aliyül Kari'ler, İbni Abidin'ler, Sabri Efendi'ler vs tüm diğer Şeyhülislamlar da Kadılar, Müftüler, Alimler de, hep Şeriat Alimidir ve Medreseden Mezundur; Tekke Mahsulü ve Tarikat şeyhi değildir hiç birisi! Yukarda birkaç misal saydık daha çook benzer icraatları vardır, tamamı da Ehli Sünnet Vel Cemaat olan Halifelerimiz Sultanlarımız ve Şeyhülislamlarımız Alimlerimiz Kadılarımız Müftülerimiz; yeri gelmiş “Rafızi”lerin, yeri gelmiş “Sofi”lerin, yeri gelmiş “Felsefeci”lerin, “Harici”lerin vs tahrifçi ve hain fırkaların kuyruguna basmıştır

Aha; Fetvalarıyla Vahdeti Vücutçuyu, Hurufiyi, Melamiyi, Rabıtacıyı vs süren, asan, kesen, hatta yakan; Fahreddin Acemi, İbni Kemal, Ebu Suud, İmam Birgivi, Kadızade Üstünvani, Vani Efendi vs Şeyhülislamlar ve Kadı ve Müftüler, yani Şeriat Alimleri; aha bunların Fetvalarıyla Ferman çıkartan bunlarla birlikte davranan Halife ve Sultanlar, Fatih, Yavuz, Süleyman, Murad, Selim vs büyüklerimiz

Neresi sofi idi bu devletin? Asla! Osmanlı Hilafeti; ne başta ne ortada ne sonda asla bir Tarikat Devleti değil “Şeriat Devleti”dir Tüm evvelki diğerleri gibi Sürekli Medrese-Şeriat Şeyhülislamları ve Alimleri, Kadıları, Müftüleri hakimdi, Halife ve Sultanlar Ferman çıkartacakları zaman bunların Fetvasına mecbur idi Tarikat Şeyhlerine ise, umumi manada Şeriata ve Ehli Sünnete uyanlara serbestlikler verilmiştir, zaman zaman da bunlardan çıkan sapıklar bunu istismar etmişse de, devlet her devirde budamasını bilmiştir

Osmanlı'ya Fahreddin el Acemi'ler, Ebu Suud'lar, İmam Birgivi'ler, Üstünvani Mehmed'ler, Vani Efendi'ler, Akhisarlı Hasan Efendi'ler, Rudani'ler yani Medrese Mezunu Şeriat Alimleri rengini vermiştir; Tarikatçi Sofi Şeyhleri değil! Bunları, Laik TC Tağutu döneminde yani son doksan senede bilhassa, uyduruk menkıbe ve masallarla şişirdi pişirdi senelerce medya üzerinden halka böyle lanse etti sofiler bilhassa da Rabıtacı Yogiler yani Halidi Nakşiler! Yok her padişahın bir şeyhi vardı, yok sultanlar bunların ardı sıra yürüdü, yok bunlar devletin gizli sultanlarıydı vs vs Evet Her Halifenin Sultanın bir resmi Şeyhülislamı var idi, ve Kadıları var idi, Emirler bir ferman çıkaracağı zaman bu resmi vazifeli ve çok yetkili Şeyhülislam ve Kadıların fetvasına mecbur olduğu Alimleri vardı ve onlar da hep Şeriat Alimi idi Tarikat Şeyhi değildi! Bunu kıt kafasına soksun soficiklerimiz

Osmanlı da; evvelki İslam Devletleri de hemen hep Ehli Sünnet birer hanedanlardı. Evvelki Devletlerimizde İbni Sebe, Ca’d Bin Dirhem, Hidaş, Muhtar, Şebib, Babek, Hallacı Mansur, Sühreverdi, Fazlullah Esterabadi, Şair Nesimi hadiselerinde görülen hassasiyet Osmanlı da da bakınız nasıl devam etti; mesela bakınız Osmanlı’da; İsmail Maşuki, Hamza Bali Bosnavi, Molla Kabız, Molla Lütfi, Canberd Gazali, Şeyh Bedreddin, Torlak Kemal, Şahkulu, Pir Sultan Abdal, Niyazi Mısri, Şair Celali, Nehrili Ubeydullah, Erbilli Esad, Hurufiler, Melamiler, Vahdetçiler, Rabıtacı Halidiler, Küfreviler vs daha niceleri asıldı, kesildi, hatta yakıldı, veya hapsedildi veya sürüldü; kimisi şiilik propagandası yaptıgı kimisi vahdetivücutu savunduğu için, kimisi hurufi olduğu için, kimisi baği olduğu için vs sebeblerle yer yer çok ağır şekillerde cezalandırılmışlardır Bu liste de bu kadar değil bunlar en meşhurlarından bazıları

Evet; İslam Devletlerimize, Ehli Sünnet dışı Sapık ve Hain fırkalardan ya bir takım "saldırılar" var tekfir veya tahkir etme şeklinde; ya da zaman zaman bazılarında "kendilerine mal etme" çabası var;

Buradan her iki tutum içinde olanlara da, bu bir kısım Sapık Sofi, Rafızi, Modernist, Harici, İrca vs zındıka’ya son nasihatim şudur: Evvela; Ehli Sünnet Halifeleri Sultanları ve Şeyhülislamları Alimleri bu konularda gerekenleri hemen her asırda söylemiş ve yapmışlardır bundan dolayı çabanız boşadır; Saniyen; Muasır Cihad Cemaati’nin El Kaide ve Taliban’ın Harb Emirleri ve Alimleri de bu konuda gerekenleri yazmış çizmişlerdir bundan dolayı da çabalarınız boşa çıkacak demektir; ve ayrıca, İslam Tarihi konusunda bu Ümmete Biiznillah önemli bir basiret kazandıracak acizane Kitabımızda bunlar gereğince açıklandığı için de çabalarınız iyiden iyiye faydasız kalacaktır






alıntı: akıncı
 
aknczlfkr Çevrimdışı

aknczlfkr

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ayrıca, akıncı bu türden ne kadar makalesi varsa bazısında uslup hataları dolayısıyla bazı küçük bilgi hataları vs sebeblerle hepsini değiştirip yenilediğini, bazı düzeltmelerle ve eklemelerle daha da genişlettiğini söyledi. bu türden çalışmalarının hepsinin de eski-amatör çalışmaları oldugunu, hepsinin genişletilmiş nihai halini ve daha fazla çalışmasını ileride paylaşacağını söyledi.. yani arkası var.. kısacası harici kardeş; selametderkenarest..
 
aknczlfkr Çevrimdışı

aknczlfkr

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bildik tüm bidatler, hem de ilk örneklerinde en galiz versiyonlarını görebildiğimiz Cehmiyye, Şia, Hürremilik, Karmatilik, Batınilik, Cebriyye, Mücessime vs tamamı da Osmanlı değil; Emevi ve Abbasi devrine ihdas olundu.. Malumdur ki bir bidati devam ettirmek ilk kez ihdas etme fitnesinden daha şerli değildir.. Oysa selef bu devletleri ve halife ve emir ve kadılarını ve reayayı asla tekfir etmemiş, bidat ve zulümlerde iştirak ve itaat etmemiş ama hak olan işlerinde, gaza ve bazı zındıkların üstüne gidilmesinde vs her daim devletin yanında yer almışlardır..

Ehli beyt imamlarından bazılarına zulmeden de Osmanlı değildi, Emevi ve Abbasi idi.. Oysa Osmanlı seyitlere her daim nakibül eşraflık kurumunun da ihyasıyla hörmet etmiş ve tamamına da maaş bağlamış ve kuruyup kollamıştır..

Dört Mezheb imamlarına "akide ve siyasetinden dolayı" zulmeden de Osman değildi, Emevi ve Abbasi idi.. Oysa o alimler yine de biatlarını sürdürmüşler ve asi baği olmamışlardır..

Kısacası hangi konuda osmanlıyı yargılarsan aynı konuda evvelkiler daha da eksi puan aldığını görürsün..

Ve aynı mantıkla tamamını tekfir veya tahkir etmen gerekir; ki; bu da

1) İslam Devleti diye bir şey yoktur, zaten hiç olmamıştır ki! Bırakın bu siyasal islam düşüncesini! vs diyen Laikçilerin ve Batılı ve Doğulu küffarın ekmeğine yağ sürmektir..

2) Kuran ve Sünnet tahrif edildi, gerçeği mehdi ile gelecek diyen Şiilerin ve de Devlet aklı hür dünceyi yasaklıyor diyen kankaları Mutezililerin akidesi gibi oluyor..

3) Her daim Devletlerimizden darbeler alan Hariciler de tarihi tekfir eder doğal olarak..

4) Gulat Sufiyye de tarihi kuyruk acıları sebebiyle elbette tarih düşmanlığı yaparlar.. Bu beş altı taife de kuyruk acısıyla ecdada saldırmaktadır malum..

5) Tüm hadis ve selef ve halef sözlerinin, kütüphanelerde ve koruyucu ailelerde vs muhafaza edilip yok edilmemesi (Moğol ve Haçlı ve Endülüs işgallerinde lokal olarak yaşanan tahribat örneğindeki gibi) günümüze ulaşmasına vesile ve hamilik yapan halifelerin kılıçları ve bunlara nezaret refakat eden alimlerin kalemlerini silip atmak demek, bindiği dalı kesmek demektir.. Tarih boyunca tüm Ehli Sünnet Ulema İttifak İcma halinde adeta, her daim Devlete biatlı olagelmiştir.. Bidat ve hatalarda iştirak etmekten uzak duran hassas bir çok alim, yine de biatını sürdürmüş ve devlete ve halifeye isyan etmemiş tekfir veya tahkirde bulunmamıştır..

Zaten tarihin, devlet ve halifelerin tekfiri demek otomotikman tüm ulemayı da tekfir etmek ve belamlıkla suçlamak demektir..

6) Taifetül Mansura hadislerinde her daim gaza edenlerden bahsedilir; bu Gaziler Abbasi'de mesela Avasım gazileri, Selçuki'de Gaziyan, Osmanlı'da akıncı sipahi vs değilse kim o halde? Hadisler atıl kalır haşa.. Oysa, bu saatten sonra haşa ne hadisleri ne de tarihi değiştirmeyeceğimiz açıktır.. Değişmesi gereken bu kör ve nankör Ehli Sünnet dışı "çarpık" bakışımızdır...

7) Tüm Ehli Sünnet Ulema, her biri bulunduğu beldedeki sultanlara beylere ve merkezdeki (Şam, Bağdat, Kahire, istanbul) Halifeye biatlı olagelmiştir.. Tüm Ehli Sünneti tekfir demektir tarihi silip atmak demek..

8) 4 Raşid Halife Radıyallahuanhumecmaiyn'den sonraki halifelerin raşid ve kamil olmaması, halife olmaması manasına gelmez.. Bu cihette karine teşkil eden bir çok hadisler ve selef ve halef sözleri evcuttur.. Ama adili var, ama nisbeten adili var, ama zalimi var, ama bidatçısı da var, o başka..

Bu sebeble; Ehli Sünnet Ümera ve Ulema; 1300 sene boyunca İslam devleti teşkilatında sacın iki ayağı olaraktan Ümmete hamilik etmiş ve Emevi, Abbasi, Osmani hepsi bizimdir. Hiç birisine laf ettirmeyiz.. Laf derken; tekfir veya tahkir manasında.. Ve elbette EDİLLEİ ŞERİYYE bellidir.. Biz tarihe ecdada sahip çıkarız, her iş ve sözüne değil..

Son olarak Şeyhülislam Ebu Suud Rahimehullah'ın fethinde bizzat bulunduğu ve bizzat hazırladığı Budin -Budapeşte- Kanunnamesi'nin başında Halife Sultan Süleyman Rahimehullah için yazdığı şu sözleri nakledelim anlayana kafi:

"Halife-i Resul-i Rabb-il-Alemiyn, Mümehhidü Kava'id'iş-Şer'il-Mübin..."

Bu da İmam Birgivi Rahimehullah'dan gelsin:

"Padişah-ı İslam'a.. Hayır Dua etmek cemi müslümanlara vacibdir ve cümleye racidür.. Niteküm Emiril Müslimiyn'dür.."
 
Çay-Şakird Çevrimdışı

Çay-Şakird

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
akıncı'dan bu gibi yaygın olan hatalı bilgilerin düzeltilmesi adına yazılan yazıların derlenmiş halini de bekliyorum, Allah razı olsun yazan ve ulaştırandan.
 
İ Çevrimdışı

İbn Abdilberr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
-Osmanlı'da Rusya'dan savaş sebebleriyle çokça kadın İstanbul'a gelir, bu kadınlar mülteci olarak kabul edilir. Yer verilir. Ama bir zaman sonra maddi sıkıntılar sebebiyle rahat durmazlar, bu günki nataşalar gibi, zina etmeye başlarlar. Tabi ki gizli saklı aşne fişnelerdir bunlar, eşekler gibi meydanda değil!.. Kısa zamanda çokça dedikodu yayılır ve Halife Abdulhamid hazretleri bunu işitir ve bu kadınların İstanbul'da dağınık halde denetlenmelerinin zor olacağını düşünerek hepsini bir beldede oturmaya mecbur eder. Maksat göz önünde tutmaktır.. Hadisenin aslı astarı bundan ibarettir.. Genelev vs değildir haşa.. Ve bu konuda sert sıkı önlemler alan Halife, bir çok evi takibata aldırır ve bazı konaklar vs basılır zaman zaman.. Zaten Abdulhamid hazretlerine "istibdatçı idi", "kimseye nefes aldırmazdı, herkesi takip ettiridi, baskınlar yaptırırdı" dedikleri istibdat baskınları dedikleri baskın ve takibatların çoğu da bu ahlak operasyonlarıdır.. Ve Şeriat'ta ve Hanefi Fıkhında; zina suçu tam sabit olmayıp eksik delillerle zaptedildiğinde tazir cezaları vardır, bunların bazısını ululemir tayin eder. Sürgün Teşhir kırbaç vs..

İbni Kemalpaşazade hakkında Birgivi de Ebu Suud da nice alim de hayırla anar, ama her biri de gerektiği yerlerde ki birisi de bu kabir meselesidir, tenkit ederler. Ama tekfir eden duymadık.. Ayrıca İbnu Hacer el Heytemi, Acluni, Nablusi gibi bir kısım sorunlu alimin de durumu aynıdır, onları da toptan tekfir etmeli bu efendi!...

Elbette bu düşünce küfürdür şirktir. Biz de her gün sofilere elli kere anlattığımız şey Tevhid'den ve kabirperestliğin bir şirk oldugundan başkası değil! Lakin bunu alimlerden bu bahsedilen şekilde dillendirenleri diğer sahih ve salih ulema tekfir etmiş mi etmemiş mi ona bakmak gerek..

Muhammed Bin Abdulvahab hz ve sonraki müdavimleri ise ayrı bir konudur; Alleme İbni Abidin, İmam Şevkani, Hasan İdrisi gibi bir çok alim ve ilim ehli, kimisi direk şeyh hazretlerini kimisi de sonrakileri tenkit etmişlerdir, bazı aşırı bulmuşlardır.. Hele hele sonraki gelenler hakkında:







…Muhammed Bin Abdulvahab Rahmetullahialeyh…


Vahhabilik denen Ehli Sünnet-Selefi Uyanış Hareketi,
Ve Tahrifçi Hariciler ve Hain Suudilerce Sömürülmesi
Ve Rafızilerce ve Bazı Sofilerce Çarpıtılması


Vahhabilik denilen Selefi uyanış hareketi, Muhammed Bin Abdulvahab isimli Ehli Sünnet Alimimiz’in ismine nisbetle Vahhabi diye anılagelmiştir. Bu isim Şeyh hazretlerinin vefatından 20 sene kadar sonra yani isyanlar başladığında onlar hakkında muhalifler tarafından kullanılmaya başlanmıştır, gerek Osmanlı gerek başkaları bu sıfatla anmışlardır. Şeyh hazretleri 1703’de nerdeyse Anadolu kadar bir büyüklükte olan Orta Arabistan çöllerinde yani Nect’de, Riyad yakınlarındaki Uyeyne karyesinde doğmuş ve hep Arabistan’da yaşamış, kısa bir süre Medine ve Basra’da da bulunmuş, ve 1791’de de vefat etmiştir.. Şeyh hazretlerine dönemindeki ve sonraki asırdaki Ehli Sünnet Alimleri de, Muasır Ehli Sünnet Harb Emirleri ve Alimleri hörmet etmektedirler, yer yer O’ndan alıntılar yapmakta veya kitaplarını tavsiye etmektedirler, çok konuda kendisinden faydalanmaktayız..

Vahabilik de denilen, Selefi uyanış hareketini, ve de sömürülmesini üç devrede ele almak mümkündür, zaten tarihçiler hep üç aşamada ele alırlar bu meseleyi, Şeyh hazretlerinin vefatından 10 küsur sene kadar sonra başlayan ilk isyanlara birinci devre, o asır boyunca devam eden irili ufaklı hareketlenmelere ikinci devre, 1. dünya savaşı sırasındakine de üçüncü devre diyerek tasnif ederler. Biz de biraz kronolojide kayma yaparak da olsa aynı şekilde üçe ayırıyoruz:

1. Devre Vahabilik dediğimiz şey yani Şeyh hz ve onun hayatı dönemindekiler, bunlar bizimdir. Nect civarındaki bidatçilerle ve eşkiyalarla mücadele etmişlerdir..

2. Devre Vahabi dedikleri el Turki kıyamı ve 19. asır boyunca yer yer devam eden bazı diğer isyanlar. Bunların durumu bizce biraz karışıktır, eleştirilerimiz elbette var, bazı aşırılıklar olmuş.. Nitekim İmam Şevkani de İmam İbni Abidin de tekfirde aşırılık ve haricilik olarak görürler bu İkinci devredekilerin tarzını..

3. Devre Vahabiliği dediğimiz, yani Cihan Harbi sırasında, hususan 1917 ve sonrasında, İngiliz General Allenby’in ve Yüzbaşı Lavrens’in, evet Haçlıların ve Yahudi Siyonist Nili örgütlerinin ve Yahudi Dönme Sulubilerin köpekliğini yapan mürted hain Suudi Aşiret büyükleri ve Mekke Emiri münafık mürted hain -şrfsiz Şerif Hüseyin ve bunların yandaşları ise elbette mürted ve hainlerdir. İşte biz özellikle bunlara, üçüncü devre Vahabiler denen mürtedlere düşmanız! Hala daha Arab topraklarında bu hainler hakimdir bu gün..

Muhammed Bin Abdulvahab hazretleri Uyeyne’de yaşar bir süre sonra Medine ve Basra’da ve değişik beldelerde daha bulunur, gerek geleneksel Mezhebci 4 mezheb alimleri gerek Sofi şeyhleri gerek Şiiler O’ndan nefret etti ve herkesi kışkırttılar. Bu sebeble çokça hicret etmek zorunda kaldı. Şeyhülislam İmam İbni Teymiyye hazretlerinden sonra Muhammed Bin Abdulvahab hazretleri de Selefi akideyi yeniden meşhur etmiş, davette bulunmuş ve uyumakta olan bir ruhu uyandırmıştır. Tek farkla ki, Şeyhülislam İmam İbni Teymiyye hz gibi Müçtehid değildir lakin çok kıymetli muhterem bir alimimizdir. O, ömrü hayatını bidatlerle ve zulümle mücadeleyle geçirmiştir. Yaşadığı yer yani Ceziretül Arab’ın içleri Nect çölleri ve yaylaları gerek “akidevi” açıdan gerek “siyasi” açıdan tam bir anarşi içinde idi kaos durumunda idi. Zira çok kardeş kanı dökülen aşiret savaşları yapılmakta, ve güçlü güçsüzü ezmekte, ve bedevi cahil halk nerdeyse bildik kadim cahiliyyeye irtica etmekte idi; bir İslami Devlet veya Birlik hüküm sürmemekte idi. Şeyh hz bunlara kalemiyle büyük bir muhalefette bulundu ve sürekli yer değiştirdi bir zaman, nihayetinde orta yaşlarına geldiğinde Deriyye Emiri Muhammed Bin Suud tarafından himaye gördü, onun kılıcı ile birleşen kalemi daha da çok hizmetlerde bulunmaya başladı ve yaklaşık kırk sene bu sürdü. Bu koca kırk sene zarfında sürekli Arabistan’daki bahsettiğim siyasi ve akidevi kargaşa ve zulümlere karşı çıktı.. O’nun Osmanlı’yı tekfir ettiği veya isyan ettiği masalı tamm bir iftiradır uydurmadır. Yine, O’nun döneminde Osmanlı’ya karşı asla silahlı isyanlar olmamıştır, daha çok ilimle irşadla ve münazaralarla vs meşgul olmuştur. Nect beldelerindeki iç çatışmalar olmuş, Şeyh hazretlerini himaye eden o günkü Suudiler ile diğer aşiretler arasında, amma Osmanlı Hilafeti ile bir sürtüşme olmamış ne silahlı ne de sözlü..

Sonradan yani onun 1791’de vefatından epey zaman sonra, en az 11 sene kadar sonra yani 1802 Kerbela -1805 Mekke vs ve sonrakiler, yani İkinci devre Vahabiler dediğimiz sonraki Suudi grup işi ranta siyasiye döküp silahlı isyanlar çıkartmışlardır. Ve maalesef ki Şeyh hazretlerinin bir kısım nesli de sürekli bunlara alet olmuş bunlarca kandırılmış, Suud aşireti ikiyüz senedir Şeyh hz ve torunlarının nüfuzunu kullanmışlardır hala daha O’nu ve davasını sömürmeye bundan nemalanmaya devam etmektedirler..

Evet, İkinci Devre Vahabilerde ilk silahlı isyanlar var Osmanlı’ya karşı. Daha doğrusu yine de ilk olarak Rafızilere saldırmışlar, sonra da o bölgedeki Osmanlı’ya bağlı aşiretler yani yerel Arab yönetim ile ve Mısır’daki müstakil paşalarla savaşmıştırlar. Yani, Osmanlı’ya çok da kasıtları yoktur. Osmanlı da bunlara vurmada uzun zaman isteksiz davranmış ve Rafıziler veya Haçlılar gibi olmadıkları, Müslüman ve Sünni oldukları için olsa gerek ki bunlara göz yummuş, daha fazla kan olmasın diye yüz yıla yakın Arabistan’ın bazı yerlerdeki kontrolünü kısmen onlara bırakmış amma asla da aç ve sahipsiz bırakmamış hatta Surre alayları dahi muntazam devam ettirilmeye çalışılmıştır, 1. cihan harbinde kaybedene dek Surre alayları devam etmiştir Hicaz’a gitmeye. Hatta Halife Sultan Abdulhamid hazretleri meşhur İstanbul-Hicaz tren yolunu inşa ettirmiştir..

Vahhabilerin, Arabistandaki aşiret savaşlarından sonra, Osmanlı hakimiyetinin veya nüfuzunun olduğu yerlerde İlk kılıca başvurmaları da şii Rafızi şehirlerine ve imamlar türbeleri çevresine saldırmakla olmuştur, esasen Rafızilerde daha fazla olan hurafelere bir tepki olarak doğmuş veya en şiddetli tepkilerini Şiilere vermiş bir harekettir bu, Osmanlı ve Geleneksel Sünnilerden ziyade; İmamlar türbeleri çevresinde tapınan Rafıziler ve Nect’deki Totemlere tapınan hatta nerdeyse kadim cahiliyyeye dönen bazı Bedevilere ve de gulatı Sofiyye öncelikli hedefleri olmuştur.. Asıl tepkileri Şiilerin kutsal saydıkları Ehlibeyt türbeleri, buralarda hala bu gün dahi yapılan ve günümüzde artık yüzbin şiinin iştirak ettiği sözde Hac ve buralardaki benzer çok aşırı tazimleri, hatta açıkça oralara tapınmalarınadır. Ve ilk tepkiler Rafızilere olmuştur, daha sonra Sünnilikle alakası olmayan Kabirci, Vahdetivücutçu vs Gulat Sofiyyeye olmuştur.

Özellikle belirttik, Şeyhin vefatından 15 sene kadar sonra başlamıştır devletle ciddi çatışılan Hicaz merkezli silahlı eylemler. Hicaz bazı dönemlerde bunlarda kalmıştır. Amma dediğimiz gibi, bu hareket ilk hedefi Şiiler ve Sofiyye olan bir hareketti.. Ve bir süre sonra da siyasi manada isyanlar düzenlenerek oklar ibreler namlular Osmanlı’yı göstermeye başlamıştır. Yani asıl dertleri kavgaları Osmanlı Hilafeti ile değil rafıza ve bazı gulat sofiye ile idi.

1802’de Irak’daki Şii türbeleri ve şehirleri yağmalanır. Osmanlı pek ilgilenmez. Ama ne zaman ki Hicaz’ı ele geçirirler, yani 1805, o andan itibaren Osmanlı ile direk çatışmalar başlar.. Yoksa, ilk tepkiler Putlara tapan Cahiliyyeye dönmekte olan Bedevilere ve de Şiilere ve Vahdetivücutçu Sofileredir. Düşünün ki, bizdeki bu günkü Eyup Sultan türbesi veya Yuşa türbeleri gibi de değil, direk olarak ne üdüğü belirsiz veya tağut olan yani totemlerin dikili taşları ve kabirleri olan Şemsan ve Yusuf adlı mekanlara gelip tapınıyorlar cahil bedeviler, namaz ve orucun dahi terk edildiğini de okudum konuyla alakalı araştırma yaparken, o halde gelmiş bazı kabileler. Nerdeyse bildik kadim cahiliyyeye dönmüşler 14 asır önceki! Şeyh hazretleri ve o günkü Suud emirleri de haklı olarak bunlara düşmanlık yapmıştırlar..

Fakat dediğimiz gibi, Şeyhin vefatından bir süre sonra Şeyh hazretlerinin adını ve akidesini sömürmeye başlayan Suud aşireti işi siyasi kavgaya çevirmiş, kendi sözde halifeliğini kurmak adına şeyhi ve fikirlerini istismar etmiştir.. Ayrıca şunu tüm vahabi ulema ittifakla söyler ve tarihçilerimiz de onaylar ki; Nect ve iç Arabistan zaten Osmanlı toprağı olmamış yerlerdir, çöl olması hasebiyle, dağınık ve göçer aşiretlerin bedevilerin adeta yaylası olması vs sebeblerle olsa gerek, gerek duyulmamış devlete katmaya. Biraz da bu sebeblerden dolayı kontrolü zor ve vakit kaybettirecek yerlerdi buralar belki.. Bazı coğrafi ve sosyal sıkıntılar sebebiyle hiç resmi sınırlar içine alınmamış bir yerde Arabistan içlerinde Necd’de başlatır bu muhalefet hareketi şeyh. Kendisi oralıdır çünkü. Ve kendisini himaye eden yegane idare olarak Emir Muhammed Bin Suud da oradadır…

Ve İbni Useymin, Bin Baz, Dr.Salih el-Abbud, Abdulaziz bin Abdullatif gibi günümüzdeki Suudilerin önemli alimlerine göre bu sebeble zaten asla Osmanlı’ya isyan etmedi O. Ve yine bu ulema söylüyor, 88 yıllık ömrü hayatında dört padişah değişti Osmanlı’da, Şeyh hazretleri bir tanesini yıpratacak bir söz ve fiil sarfetmedi, asla biatını da bozmadı..

Ayrıca, Şeyh hazretleri Halife Sultan 3. Selim hazretlerine nasihatlari olan bir de Mektub yollar. O sırada İstanbul’daki siyasi bazı kargaşa ve gerilimlerden dolayı olsa gerek ciddi bir makes bulmamış olabilir sarayda. Amma aynı 3. Selim; Yeniçeriliğe de altarnatif olarak Nizam-ı Cedid adlı bir askeri birimi kurduğunda bakın ordu imamları için ne şartlar getirmiş:

III. Selim’in kurduğu Nizâm-ı Cedîd ordusunda uygulanmak üzere hazırlanan Levent Çiftliği Kanunnâmesi’nde her bölüğe birer İmam tayin edilmesi, askerlerin Cemaatle namaz kılmaları ve “İmam Birgivî Risâlesi”ni okumaları hükme bağlanmıştı. Yeniçeri Ocağı’nın II. Mahmud tarafından 1826 yılında kaldırılmasından sonra onun yerine kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adlı teşkilâta getirilen dinî eğitim tedbirleri ise şunlardı: “Her saf (bölük) için bir mektep açılacak, buralarda her gün “Kur’ân-ı Kerîm” ve “ilmihal” dersleri verilecektir. Neferlerin “beş vakit namazı cemaatle” kılmaları için her safa birer “imam” tayin edilecektir.”..

Osmanlı böyle bir devletti. Ehli Sünnet bir Şeriat Devleti idi. Ne Tarikat Sofi devleti idi ne de Şii ne Harici ne Mürci ne Mutezili! Bu gün ecdada saldıranların bir kısmı Batılı asli kafirler ve laikçiler, bir kısmı da bu tarihi kuyruk acıları olan sapık fırkalardır, ve hain mürted Suud tağutu ve Rafızi İran tağutlarıdır; gerçek bir Ehli Sünnet Müslüman bunu yapmaz, 1300 senelik İslam İktidarlarına asla dil uzatmaz!

Genelde “3 devre” derken M Bin Abdulvehhab’ın vefatından sonraki üç siyasi hareketli devre kastedilir, yani 1805 isyanları, ve aynı asrın sonlarına yeniden alevlenen bazı kıpraşmalar ve de cihad harbindeki üçüncü dönem; amma ben şahsen birinci devre derken hazretin hayatta olduğu ilim irşad dönemini, ikinci devre derken de sonraki asır yani 1805’de başlayan ve bundan sonra ve yüz sene boyunca parçalı bulutlu devam eden tüm o çatışmaları, o iki büyük isyan ve ayrılma dönemlerini; üçüncü devre derken de Allenby’in Lavrens’in köpekliğini yapanları yani 1.Cihan harbi dönemini kastediyorum, Mekke Emiri Şerif Hüseyin kafiri ve o günkü Suud kafirini kastediyorum ve hala devam eden Suudi tağut devletini!

Evet ilk iki devre vahabiler dedikleri Müslümanlar bizimdir, bu dönemdeki iç savaş veya kargaşaları icabında sahabe arasındaki iç niza ve savaşlara benzetebiliriz, neticede iki taraf da kardeştir müslimdir. Amma 3. devre Vahabiler denen hain mürtedler yani 1917’de Halife-Sultanı, İslam devleti ve ümmetini arkadan vuran, İngiliz’in Yahudi’nin köpekliğini yapan, Kut el Amara’da, Kanal’da, Gazze’de, Şam’da, Bağdat’da vs imkansızlıklara ragmen destan yazarak gaza eden Şerefli yiğit İslam Ordusu’na karşı İngilizlerle bir olup savaşan ve İngiliz Generalinin bu hainlerin yardımıyla Hicaz ve Filistin’i, Şam’ı, Bağdat’ı işgal ettiği ve Şam alındığında, hazreti Sultan Salahaddin Eyyubi’nin kabri başına gelip pis ayağını lahde basıp “işte döndük Salahaddin!” dediği zaman o piç Komutanın yanında av köpekliğini yapan satılmış mürted kafirlerin, yani son doksan senelik ve hala devam etmekte olan şu andaki Suudi hanedanı’nın; ne bizimle Cihadi Selefilerle ne de M Bin A.Vahap hz ile alakası yoktur düşmanımızdır tağutturlar, bunların o Hazret ile alakaları sadece İsevilerin Hz İsa Aleyhisselam ile veya Rafızilerin Hz Ali Radıyallahuanh ile olan alakası gibidir…Tamamen sömürü ve ihanettir.. İşte bu üçüncülere düşmanız biz.. Hazret yaşasaydı bunları ancak lanetlerdi! Ben çok yerde hazret hakkındaki suizanları ve iftiraları cevaplamışımdır, en çok söylenen şey de, onun Lavrens’le işbirliği yaptığıdır(?). Oysa o öldüğünde Lavrens’in babası hatta dedesi bile doğmamıştır arada en az yüz küsur sene var.. Bilhassa bu bazı rabıtacı sofi kafirlerin ve laik tağutun komedi uydurmalarıdır bunlar! Elbette 3. devre Suudi mürtedler veya 2. devredeki bağiler olmasaydı şeyh hazretlerini bu gün bu millet belki de bir İmam Birgivi’yi bildiği gibi bilecek ve ismine antipati duymayacaktı. Çok da aleyhinde propaganda yapıldı, değil Vahhabiler, artık Muhammed Bin AbdulVahab kelimesi bile geçince insanlar rahatsız oluyor. Bunun asıl vebali Suudi hain mürtedleredir!

Kitabımızda “3 devrede Ashab-Tabiin arasındaki savaşlar ve 3 devrede Vahabilik bahsi” diye, bazı benzerliklere de dikkat çekerek açıkladık burada girmeyeyim fazla; daha doğrusu her birinin bir sonrakine zincirleme gidip kartopu gibi büyüyen fitneye dönüşmesi ve bir sonraki musibete gebe olması veya sonrakilerce sömürülmüş olması sebebiyle benzetmiştik bu üç aşamaları; “Kerbela ve Harre” denen üçüncü devre olaylar ile ikinci devre olaylar yani “Sıffın” bir değildir, hele hele birinci devre yani tamamen bir yanlış anlaşılma ve gece ok atma provakasyonu kargaşası veya kısa küçük bir iç savaşımız olan “Cemel”, hiç de bir değildir. Üç dönem arasında da dağlar kadar fark vardır ve üçüncü devredeki zalimler iki tarafın da ‘bizim’ oldugu ilk ikiyi sadece sömürmüş ve onların davasına ihanet etmiştir, biz muhalifiz ve nefret duyuyoruz onlara, hele de “olayları el altından kışkırtan derindeki meçhul failler olan o birilerine”.. Aslında biz öncelikle “görünmeyen münafıklara”, mesela Cemel’de karanlıkta ilk oku atan gizli ellere, Sıffında hz Ammar Radıyallahuanh’ı şehid eden ve belki hz Muaviye Radıyallahuanh’ı bu yönde “kışkırtan, ayartan derindeki” birilerine, Kerbela ve Harre’de de Ehli Beytin Ashabın kanına el bulayan “asıl ele başları” her kimlerse onlara özellikle düşmanız…Bazen her şey kontrollü olmaz, liderlerin de kul olup her şeye müdahale edemediklerini düşünmek lazım. Neyse, Mekke’den Kufe’ye darbe amaçlı gidişi ne kadar hatalı bulsalar bile Hazreti Peygamber Aleyhisselatuvesselam’ın torunu ve ailesini alçakça hayvanca katletme hiçbir hatalı içtihadla vs açıklanamaz! Ve aynı şekilde; Hilafete karşı İngiliz Kraliyeti ile ve Yahudi Siyoniyye ile, Siyonist Nili örgütüyle, Sulubilerle vs birlik olup Ümmete o gün de ve tam doksan sene boyunca ve bu gün de hala arkadan -açıktan- vurmak hiçbir şekilde hata ile açıklanamaz bu irtidattır veya zındıklıktır tağutluktur..

Yezid’in Haccac’ın kafirliği ihtilaflıdır da Suudi’lerinkisi çok nettir kesindir.. Neyse..
Tarihi iyi okumalı, yoksa tarih değil tahrif olur..

(İstismar kavramına dikkat: Bazen bir hakikati en şiddetle savunan hatta tekelinde görme derecesinde kraldan kralcı dedikleri türden bir kendine endeksleme içindekiler aslında o hakikatin en mahrumu, en nasipsizi hatta haini, sömürücüsü olabiliyor. İsevilerle İsa Aleyhisselam, Rafızilerle Ali Radıyallahuanh, Suudilerle Muhammed Bin Abdulvahab Rahmetullahialeyh, Faşistlerle Osmanlı Türk Halife ve Sultanları, veya da mesela; Sofilerle Kurandaki İhlas kavramı, Mealci Modernistlerle Kurandaki Akletmek kavramı, Haricilerle Tekfirle veya Azabla ilgili ayetler, Mürcielerle Rahmetle alakalı ayetler arasındaki alaka bu türden bir alakadır…Tamamen sömürü ve tahriftir, tek yönlü ve yanlı, adeta tek gözlü deccallik ve de çarpıtmadır..)

Şeyh hazretlerine bakışta çarpık gözlükleri olan fırkalar çoktur; Günümüzde kendilerini Selefi sanan Tekfirciler ve Hariciler kendilerini O’na nisbet ederler, oysa O mutlak ifadelerde çok net ve keskin olsa da muayyen tekfirde gayet mutedil idi.. Ve Suudcu Mürcieler de kendilerini O’na nisbet ederler, oysa bu günkü Batı işbirlikçisi Tağut Suudi Devleti’ni görse Şeyh ne derdi acaba?.. Bu çağdaş haricilerin ve de mürted suud yanlısı zavallıların bu zat ile alakaları sadece bir sömürüdür o kadar! Cihad Cemaati’nin Harb emir ve alimlerinin bakışı Ehli Sünnet bir bakıştır sadece.. Şeyh hazretlerine tabi olduklarını iddia eden Harici Telefiler ve Suudcu Mürcie Telefiler bir yana; bir de düşman olanlar ve hep ön yargıyla bakan hatta çamur atanlar vardır; Şiiler ve Sofiler.. Kuyruklarına çok bastığı için O’na düşmanlıkta en başta gelirler. Çokça da iftiralarda bulundular. En barizler iftira ve çarpıtmalardan biri İngilizlerle veya Lavrens ile işbirliği yaptığıdır(!) Oysa şeyh hazretleri öldüğünde Lavrens’in dedesi bile doğmamıştı (!) Bu ihaneti yapanlar 3. devre Vahabiler dediğimiz Şerif Hüseyin ve o günkü Suud’dur.. Bir diğer iftira da Osmanlı Hilafetine isyan eden bir baği olduğudur..

Bir İngilzi Casusunun İtirafları adlı sözde kitap ise Türkiye’de Rabıtacı Halidi Nakşiler tarafından yaygınlaştırılan bir masal kitabıdır sadece. Çeşitli dillere çevrilmişse de asıl ilk hali Farsça(?)dır.. Tahmin etmişsinizdir.. Arkasında Rafızi İran Tağutu var vesselam..

Hey muhterem! Bir taraftan Mürted Suudiler bir taraftan Rafızi İran sana en büyük düşmanlık ve ihaneti yapıyor! Biri iftira ve düşmanlıkta öbürü de sömürü ve tahrifatta ihanette yarışıyorlar!!!

Muhammed Bin Abdulvahab hazretleri Osmanlı’ya asla ve asla İsyan etmedi! Tekfir de etmedi. Evet, dönelim tekrar işin aslına; Bu günkü Arabistan uleması en başta da o ismini verdiklerim olmak üzere hep ittifakla o günkü Necd’in Osmanlı resmi hudutları içinde olmadığını ve buralarda bağımsız çokça emirliğin ve şeflerin olduğunu ve bu emirlerin şeflerin ara ara birbirleri ile savaştıklarını, ve bidatin hurafenin de alıp yürüdüğü yayıldığını ve şeyhin isyanının bu akidevi ve siyasi kaos-anarşi ortamına olduğunu söylüyorlar. Ve o günkü Nect çöllerinin devletin resmi sınırları içinde olmadığı bilgisi bilinen tarihin de Osmanlı resmi harita ve kayıtlarının da söylediği ile aynıdır ve doğrudur. Hatta şeyh hazretlerinin 88 yıllık ömrü hayatı boyunca 4 padişah gelip geçtiği, ve hiç birisine de olumsuz bir söz veya tavrının olmadığı, ve imama itaat gibi genel bir Ehli Sünnet kaidesine bağlı olduğunu söyler aynı ulema. Aşağıdaki bilgiler Selefi bir Arab siteden tercüme edilmiştir halen internette de http://selef.blogcu.com/seyhulislam-...eserle/4363824 adresinde mevcuttur.. Aynı yazıda Şeyh hazretleri ve akidesi hakkında bir çok güzel bilgi daha vardır tavsiye ederim..

“”Necid (Seyhin hareketinin baslangic noktasi) Osmanli devleti yönetiminde miydi veya Osmanli topraklari icinde miydi? Dr.Salih el-Abbud bu soruya söyle cevablandirir: „Necid hic bir zaman Osmanli yönetiminde degildi, zira Osmanli devleti bu noktaya hic ulasmadi, hic bir vakit bir Osmanli valisi tarafindan yönetilmedi“ Buna ilaveten Seyhin davetine basladigi dönemde Osmanli aslerleri hic bir zaman bu bölgeye girmediler. Bu delil, kücük vilayetlere ayrildigi gercegi göz önünde bulunduruldugunda daha da kuvvet bulur. Bu, Cemiin Ali Effendi tarafindan yazilan hicri 1018/miladi 1609 tarihli „Kavanin al-i Osman Mudaamin defter el-divan“ isimli bir Osmanli dökümaniyla da ispatlanmistir. Bu evrak Osmanli Devletinin hicri 11. yüzyilin baslarinda 23 vilayeti ayrildigi, bunlardan 14ünün arap vilayetleri oldugunu ve Necid bölgesinin bu vilayetlerin bir parcasi olmadigini te'yid eder. ( Akide't-us Seyh Muhammed bin AbdulVehhab ve eserehu fil alem el-islam 1/27)

Dr.Abdullah el-Useymin der ki:“Muhammed bin AbdulVehhab davetinden önce Necid hic bir zaman Osmanli devleti hakimiyetine girmedi ve Osmanli devletinin Necid bölgesinin icindeki yasama hic bir tesiri ve nüfuzu yoktu. Aslinda hic bir kimsenin nüfuzu yoktu zira beni Cabir'in veya beni Halid'in bazi bölgelerde ve beni Esref'in civarlarda ki nüfuzlari oldukca sinirliydi. Bunlardan hic kimse bu bölgeye siyasi istikrar getiremiyordu, bundan dolayi Necid'in degisik bölgeleri arasinda sık sı savaslar oluyordu. Burada yasayan asiretler aralarinda siddetli catisiyorlardi.“ (bknz.Muhammed bin AbdulVehhab, hacetehu ve fikrehu, 11.s)

Biz de bu bahsi Seyh bin Baz'in bu yanlis ithamlara karsi söyledikleriyle kapatalim: Seyh Muhammed bin AbdulVehhab Osmanli hilafetine karsi isyan etmedi, cünkü Necid'in icindekin bölgeler Osmanli hakimiyetinde degildi. Necid daha ziyade aralarinda catismalarin, savaslarin ve kavgalarin oldugu kücük emirlikler ve birbirleriyle irtibati olmayan köylerden ibaretti. Ve her sehir veya köy ne kadar kücük veya büyük olursa olsun bir emir tarafindan yönetiliyordu. Dolayisiyla Seyh Muhammed bin AbdulVehhab Osmanli devletine karsi isyan etmemis, dogdugu bölgedeki karmakarisik/anarsik duruma karsi isyan etmistir.“ (Seyh bin Baz'in kaydedilmis bir bantindan)

Dr.Salih el-Abbud der ki: „Seyhin yasadigi dönemde (ki Seyh Muhammed bin AbdulVehhab 88 küsür sene yasamistir) dört padisah degistigi halde hilafet hic bir mudahalede bulunmamis veya tepki vermemis veya hosnutsuzluk göstermemistir.“ (bknz. Mucellet el-Muctema, 510. mesele)

Bu gülünc iddia hakkinda Mahmud Mehdi el-Istanbuli der ki:“ Kalem sahibleri/yazarlar iddialarini ispatlamali ve delil bulmalidirlar. Eskiden yasamis bir sair demistir ki: 'Sayet iddialar destekleyici delillerle ispatlanmazsa sadece ahmaklar icin delil olurlar'.“

Yukarida zikrettigimiz ifadelerde görüldügü gibi seyhe karsi yapilan suclamalar tutarsizdir. Buna ilaveten seyhin risale ve kitaplarinda ki belirgin akademik deliller onun yüksek ilmi seviyesine sahittir. Suclamalarin yalandan ibaret oldugu bir cok adil kisi tarafindan kayit altina alinan tarihsel dökümanlarla da ispatlanabilmektedir.“ (Abdulaziz bin Muhammed Ali Abdullatif “Daava’l-Munaviin li Daveti eş-Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab” 239.-240. s.) (Abdullatif bin Abdurrahman Alu’ş-şeyh “Misbahu’z-Zalam fi’r-Reddi ala Men Kezebe ala’ş-Şeyhi’l-İmam”, “Minhacu’t-Tesis ve’t-Takdis fi keşfi Şubuhati Davud bin Cercis”)””

Kısacası şeyhin namını sömüren birileri var piyasada ve bizim de bu konuda muhalif olduklarımız bunlardır, Suudi Tağutu ve bir kısım sözde selefi aslında telefi bir kısım Muasır Haricilerdir! Bu ve benzeri istismarcı, tahrifatçı veya hain taifelerledir bizim sorunumuz, Şeyh hz ile değil, bilakis çoğu zaman şeyhin eserlerinden istifade eder ve ona Rahmet dileriz. Bu meselenin de aslı faslı budur! Şeyh hazretlerini ve Selefiliği sömüren istismarcı bir kısım Harici ahmaklara ve Muasır Suudi hainlere ve de Rafızi ve bazı Sofi müfterilere duyrulur



Sonuç:




1) Şeyh Muhammed Bin Abdulvahab hazretleri büyük bir İslam-Ehli Sünnet Vel Cemaat-Selefi Alimimizdir.




2) Şeyh hazretleri haşa bidatçi, fitneci veya ajan değildir ve asla da Osmanlı Hilafetini tekfir etmedi, isyan da etmedi, biatını da bozmadı Bu tür iddialar bazı O’nu “Sömürücü” Suudcuların ve Muasır Haricilerin, ve O’na çamur atmak isteyen “Müfteri” Şii ve Sofilerin iftira ve tahrifleridir




3) Şeyh hazretlerinin adından esinlenilerek Vahhabiler denen Selefi Uyanış Hareketi ve de Sömürücüleri toplam üç devredir. İlk devredekiler yani Şeyh hazretleri ve o günkü Suud ve tabileri sevenleri bizimdir, İkinci devrenin durumu şüphelidir, Üçüncü devre Vahabiler dedikleri ve 1917 de Siyonist Nili örgütü ile, Yahudi Sulubilerle, ve Haçlı İngilizlerle Tapınakçı Masonlarla bir olup Osmanlı Hilafetine ihanet eden Şerif Hüseyin ve Suudlar ise açıkça mürtetdir tağuttur




Bu bahsi geçen baş tağut ve münafıklar;


Sulubilere ve Suudilere Arabistan’ı,


Sabatayist Yahudilere Kemalistlere de Türkiyye’yi


Anlaştıkları üzere hediye ettiler; biri güneyden biri kuzeyden merkezden,
birlikte Hilafetin başını yemelerinin ödülü olarak!




Bu konuda bizim “Kitabul Akıncı” adlı eserimizde ve bunun şerhi mahiyetindeki sesli
“İslam ve Dünya Tarihi Sohbetleri”mizde ve “Filistin’den Yahudi’yi Hicaz’dan Suudi’yi” başlıklı ve de


“Sulubi Kemal Atam ve Sabatayist Kemal Ataturk” başlıklı vs Reddiyelerimizde daha fazla analizler deşifreler ve lazım gelen isbat ve izahat yapılmıştır






alıntı: Akıncı

Akıncı bence sarma sigara içmeyi bırakıp ilim okumalısın. İlim bilmeden birşeylerin peşine düşersen böyle hem sapıkça konuşursun, hemde iftiraların meydana çıktığında rezil olursun.

Muhammed bin Abdulvahhab hakkında ki ümmetin SAPIKLIĞINDA ŞÜPHE ETMEYECEĞİ İFTİRALARINA CEVAP VERECEĞİM ancak önce kısa bir noktaya değinmek istiyorum. Birgivi, Tarikatı Muhammediye'de buyurur ki ; "Kim ölüden isterse kafirdir ve ruhu nazır derse kafirdir." Şu sözden sonra İbn Kemal'i tekfir etmediğine delilin nedir? Birgivi hareketi Osmanlı'da ki Vahhabilik diye tanımlanırken, bu çabaların niye? Hakeza Nablusi gibi sapıklığı ve küfürleri açık bir vahdeti vücudçuyu kim tekfir etmez? Ayrıca Acluni ve İbn Hacer el-Heytemi gibi küfrü olmayan, ancak hataları olan insanlar ile İbn Kemal ve Nablusi'nin ne alakaları var?

Gelgelelim senin safsatalarına;

1. Muhammed bin Abdulvahhab hiç bir zaman Osmanlı'yı tekfir etmedi demişsin. Muhammed bin Abdulvahhab'ın Osmanlı'yı tekfiri açıktır, herkesçede bilinir. Osmanlıcı tarihçiler bu yüzden Muhammed bin Abdulvahhab'ı "Harici baği" olarak nitelendirmiştir. Hatta Abdulvahhab ve ehli, ilk başta güçleri yok diye Osmanlı'ya değilde komşu şehirlere saldırmışlardır. Ahsa gibi. Haydi bunlar yalan ya, senden ricam Shamela'dan Durerus Seniyye ve Mecmuatur Resail'in içinde "Türkler" diye bir arat bakalım neler çıkıyor. Oku, sonra konuşalım.

2.Utanmadan birde Muhammed bin Abdulvahhab'ın evlatlarına, torunlarına "Kullanılmış, şüpheli" diyorsun. Onlar babalarının itikadı üzere idi. Bunun için torunu tarafından "Ed-Delail" kitabı yazıldı ve Osmanlı'ya yardım edenlerin kafir olacağı açıklandı. Hamd bin Atik hakeza "Türklere Yardım Etmenin Hükmü" ismiyle bir kitap telif etti. Diğer ismi ise "MÜRTEDLERE VE MÜŞRİKLERE YARDIM ETMENİN HÜKMÜ"

Yine Abdullah bin Abdullatif'e Osmanlı'yı tekfir etmeyen Müslüman mıdır diye sorulmuş oda şu cevabı vermiştir : "Onların kafirliğine hükmetmeyenler İslam'ı anlamamışlardır" Yine durerus seniyye sekizinci cilt 247 syf.

Ve yine Süleyman bin Sehman, Divanu Suleyman'da (syf 191) şöyle der : "Türklerin küfrü hakkında konuşan kimse, onların fırkalar arasında EN KAFİR FIRKA olduğunu farkeder"

Son olarak kısa nakillerime şu söz ile son veriyorum. Abdullah bin Abdullatif dedi ki : "Türk devleti, şirki kendine kılavuz edinmiş bir putperest devlettir."

Bu arada Akıncı, sarma sigaranın dumanı kafanı vurmuş olacak ki Muhammed bin Abdulvahhab'ın muayyen tekfir hakkında "Tekfirci" diye isimlendirdiğin kimseler gibi olmadığını söylemişsin. Soruyorum, arapçan yok, Muhammed bin Abdulvahhab'ın hangi kitabını okudunda buna hükmettin bre cahil? Guraba'nın bastığı iki kitabıyla mı? Durerus Seniyye'yi okumamışsın, Feteva-i Necdiyye'yi okumamışsın, Mecmuatur Resail'i okumamışsın burada vır vır yapıyorsun.

Aç şu kitabı oku, Muhammed bin Abdulvahhab'ın yazdığı "Mufidil Mustefid fi Kufri Tarikit Tevhid" Gör bakalım muayyen tekfir hakkında ne diyor.

Son olarakta Osmanlı'da Birgivi'ye kadar tevhidi bir duruş gelmemişki sen Birgivi harekatını Osmanlı'ya yayıyorsun bre cahil. O zaman ki sultan keyfinden mi kahveleri kapattıda Birgivi'nin kitaplarını okumaya zorladı? Yoksa halk kadızadelileri tutuyor diye mi? Eğer Osmanlı dediğin gibi şirk karşıtı ise, neden Kadızadeliler zayıflayınca Koprulu ile hepsini katledip Birgivi'nin kitapları üzerinde olan zorlamayı kaldırdı? Bırak bu safsataları. Tutturmuşsun Birgivi diye. Birgivi'nin doğum yılı ile Osmanlı'nın kuruluşuna bir bak arada kaç sene var, sana zahmet onuda buraya yaz.

Bu arada Osmanlı'nın Şeriyye Sicilleri vardır. Aç bakalım Kadirilikten, Bektaşiliğe, Nakşilikten, Mevleviliğe nasıl destekler verilmiş, hangi tarikatlara devlet kendi eliyle tekke açmış. Yaz bunları. Hacı Bayram veli Bektaşi-Halveti karışımı tarikatını DEVLET ELİYLE Ankara'da ki AK VE KARA MEDRESESİNDEN, BACIM SULTAN TEKKESİNE KADAR 16 TEKKEDE NASIL TARİKATÇILIĞA DAVET ETMİŞ. Anlat bunlarıda bizde bilelim.
 
portalkal Çevrimdışı

portalkal

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Suud un torunları o kadar müslümanlarsa eğer 1900-2013 arasında ümmetin tek devletini yıkıp israili kurduranlara karşı dursalardı.şarap ve kadınla kandırıldıklarını ve bugunki körfez ülkelerinde şeriatla yönetiliyoruzun altında ne pislikler dönüyor.
osmanlıyı viyana kapılarınA hangi şuur dayadı,bunu bir araştır istersen
 
ibnikayyim Çevrimdışı

ibnikayyim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ne kadar itici bir sohbet buram buram tekfirci kokuyor...bir hastalığı bu kadar dürtersen yaranın kabuğuyla oynarsan bu iyileşirmi... bu bir bislik....pisliği karıştırdıkca kokar...usluba bak...:(
 
M Çevrimdışı

Muhaajir

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Suud un torunları o kadar müslümanlarsa eğer 1900-2013 arasında ümmetin tek devletini yıkıp israili kurduranlara karşı dursalardı.şarap ve kadınla kandırıldıklarını ve bugunki körfez ülkelerinde şeriatla yönetiliyoruzun altında ne pislikler dönüyor.
osmanlıyı viyana kapılarınA hangi şuur dayadı,bunu bir araştır istersen

1900'lardan sonra Suudun irtidat ettigi bilinen bir gercek. Sapla samani karistirma. 1900 sonrasi ile 1900 öncesi iki ayri dönem. Bugün Misir, Ürdün, Suriye ne ise Suudi Amerika da odur. 1. ve 2. Suudi devletleri ile 3. ve sonrasini karistirmayin. Osmanlinin fetihleri hak üzerinde oldugunu göstermez.

ne kadar itici bir sohbet buram buram tekfirci kokuyor...bir hastalığı bu kadar dürtersen yaranın kabuğuyla oynarsan bu iyileşirmi... bu bir bislik....pisliği karıştırdıkca kokar...usluba bak...:(

Allah'in kafir dedigine, kafir diyenin (sana göre tekfricinin) yaptigi fiile (yani tekfire) "hastalik, itici, pislik," ve saire dersen, buram buram cehalet kokan bir kafir olursun. Bilmis ol. Birakin artik bu sloganik, holiganik naralari. Eger ilmi yönden cürütebiliyorsan ve bir yerde bir asirilik görüyorsan, veya bir hata. O hatayi ilmi bir sekilde ele alip muhaliflerini susturursun. Yok bunu yapmiyorsan. O zaman sus.

Size göre bir kesim tekfirde asiriya gidiyorsa, ve hatta size göre haricilerse ve Selefin yolundan gittigini iddia ediyorsan, o zaman Ibnu Abbas -Ra- gibi beyan ve hüccet ile o Haricilerle konus. Bak bakalim Ibnu Abbas -Ra- senin gibi sloganlar ve bos sözler mi söylemis, yoksa hüccet ve beyanla mi gelmis.

Sahabeler zaman zaman hata ederek, birbirlerini tekfir ediyorlardi, gördükleri bir fiile binaen. Ömer ibnu-l Hattab -Ra- bir hata olarak Hatib ibnu Ebi Belta -Ra-'i tekfir etmis ve bununla kalmamis, boynunu vurmak istemis. Bunlarda mi sana göre, hasta olan ve sana göre tekfir pisligine bulasan hasta ve itici insanlar?

Konusursan kaynaklarla, delillerle, hüccet olabilecek bir nakille bir nasla konus. Ümmetin sorunlari sloganlarla cözülmez. "Ne pis bir harici, ne pis bir mürci," gibi sloganlarla yol katedilmez. Oturdugumuz yerde sayariz ve simdi hala oldugu gibi böyle bölük pörcük oluruz.

La havle ve la kuvvete illa billah, vAllahu-l Muste'an, wAllahu Te'ala a'lem.
 
ibnikayyim Çevrimdışı

ibnikayyim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Tekfircilerin nihayetini çok gördük ve malesef tarih tekerrür edecek.. inşeeAllah ahirete kalmaz..
 
A Çevrimdışı

asrinsirri

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bir önceki başka bir konuda dedim ki; FATİH SULTN MEHMET BEŞERİ HÜKÜMLE HÜKMETTİYSE KAFİRDİR. Ama nedense tepki aldım, hakk ortaya çıkarmak tepki sebebi midir ?
 
HAMAS Çevrimdışı

HAMAS

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
yani herşeyin cevabı ilmi olarak verilmek zorunda mı ?

Belki ben ağız burun kırarak,ya da zibidilere etek giydirerek cevap veriyorum ne olacak şimdi ?
 
M Çevrimdışı

Muhaajir

Üyeliği İptal Edildi
Banned
yani herşeyin cevabı ilmi olarak verilmek zorunda mı ?

Belki ben ağız burun kırarak,ya da zibidilere etek giydirerek cevap veriyorum ne olacak şimdi ?

Eger konu "Filan ibnu Filan kafir midir, degilmidir." ise, o zaman "Neden Kafirdir. Kafir degilse, neden kafir degildir. Sözü nasil anlasilmasi gerek. Sözü tevil edilebilir mi. Bu konuda daha baska neler söylemis. Sözü kaynaklarda gercekten sabit mi. Sözü yanlis mi anlasildi. Bu konuda neleri delil olarak almis. Delil olarak aldigi seyler sahih mi, uydurma mi, zayif mi. Muhkemlere mi basvurmus, mütesabihlere mi. Cagdaslari hakkinda ne demis. Tevhid, Sirk, Iman, Küfür konusunda itikadi neymis." gibi sorular sorulur.

Konudan konuya ve kisilere göre, üslup ve metod degisebilir. Ama eger ümmetin arasinda bir sorun varsa. Ümmeti parcalayan bir sorun varsa. Ve bu sorunun yok olmasiyla ümmet birlesecekse, o zaman mutlaka ilmi bir cevap verilmesi ve üsluba dikkat edilmesi gerek. Ümmet, agiz burun kirarak veya birilerine etek giydirilerek birlestirilmez. Ihtilaflar böyle cözülmez. Eger birileri, ben selefin yolundan gidiyorum, ben Sünnet-Hadis ehliyim, diyorsa ve bu kalabaliklar arasinda ihtilaflar varsa, o zaman bu sorunlari ve ihtilaflari cözmeye dayali ilmi calismalar ve münazaralar olmali.

Münazara dediysem, telefon münazarasi degil elbette. Konusan kisi ne muhatabini anliyor, ne de tersi. Herkes söz kesiyor. Konudan konuya atlaniyor, ve saire. Münazara ya mektuplar (mail) yoluyla veya beraber oturularak yapilir. Bir firkaya -sirk ve küfürlerinden dolayi- kinimiz ve nefretimiz bizi adaletsizlige, iftiralara sevkemtmemeli. Bu ister Cübbeli Ahmet olsun, Mustafa I-oglu olsun veya baska birisi. Bunlar ile bizim aramizda tabiki daha cok farklar var. Ve zemin daha da farkli.

Ama kendini selefe, Kur'an ve Sünnete, Ehl-i Hadis ve Ehl-i Esere nisbet eden bizler ayriliga düstügümüz konulari cözüp, ihtilaflari ortadan kaldirip ümmetin birlesmesine vesile olmaliyiz. "Sen asagilik bir mürciesin, sen Cehmiye köpegisin, sen Tekfirci pisligisin, sen söylesin veya böylesin", gibi sözlerin Ümmete hic bir faydasi yok. Tam tersine daha cok zarari var. Daha cok ayrismaya, daha cok sogumaya, daha cok kutuplasmaya, daha cok kin ve nefrete ve daha cok bölük pörcük olmaya yol aciyor.

Eger biz Allah Subhanehu ve Te'ala'ya ve Rasulüne -Savs- iman ettigimizi iddia ediyorsak, ihtilaf ettigimizde basvuracagimiz ilk mercii Selefin fehmi ve fikhi ile Kur'an ve Sünnet olmasi lazim. Eger basvurdugumuz ilk mercii nefsimiz, atalar sevgisi, atalar dini, olursa bu hem kendimiz icin hemde ümmet icin zarar olur, ve kisiyi hüsrana sürükler.

En dogrusunu Allah Subhanehu ve Te'ala bilir.
 
Mukim Çevrimdışı

Mukim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
[QUOT
Allah'in kafir dedigine, kafir diyenin (sana göre tekfricinin) yaptigi fiile (yani tekfire) "hastalik, itici, pislik," ve saire dersen, buram buram cehalet kokan bir kafir olursun. Bilmis ol. Birakin artik bu sloganik, holiganik naralari. Eger ilmi yönden cürütebiliyorsan ve bir yerde bir asirilik görüyorsan, veya bir hata. O hatayi ilmi bir sekilde ele alip muhaliflerini susturursun. Yok bunu yapmiyorsan.


Allah c.c. kimin kafir kimin müslüman olduğunu bildiği için kafir der. O kalpleride olanı bilen ve nihai kararı verecek olan olduğu için kafire kafir der. Biz ne kalpleri göreniz nede gaybı bileniz. Biz sadece görünene göre hüküm veririz. Ömer r.a. örneğini veriryorsun tekfir örneğine. Sen onun kadar gerçeği kavradın mı ki onun gibi hüküm veresin? Zzorlarsan bir kişide bulursun elbet küfür veya şirk belirtisini.


Misal: cephede savaşıyoruz, sen bir grup mücahidi tekfir ediyorsun. Sonra dinen tekfir ettiğin grubu öldürmen gerekir öyle değil mi. Çünkü dinden dönmüştür. Başlarsın onları öldürmeye bu arada kafirler müslümanların topraklarına girer, evlerini basar, öldürür, zulmeder, hakimiyetini kurar sonra defolup gider. Ama sen hala tekfir ettiğin grubu öldürmekle uğraşırsın. Bu verdiğim misal ne yazık ki gerçek. Müslümanlar kendilerini tekfir edip, boğazlamakla meşgul.


TEKFİR ETMENİN ÇOK CİDDİ SONUÇLARI VAR: HADİSİ ŞERİFE GÖRE DİNDEN DÖNENİ ÖLDÜRMEK VACİB!!! TEKFİR ETMEK BU KADAR KOLAY DEĞİL VE OLMAMALI!!
 
HAMAS Çevrimdışı

HAMAS

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Peki bu tarz ilmi konuşmaları yapmak için kişide hangi vasıfların olması gerekir.Kişi ben ilim ehliyim deyip konuşursa ya da ben ilim adamıyım deyip konuşursa uzlaşma nasıl olacak ?

Ben Ehl-i Sünnet mezheplerin ve tasavvufu aşındırmaya çalışanlardan bugüne kadar Kur'an'a dayandığını iddia etmeyenini görmedim..Herkes ben kur'an ve sünneti baz alıyorum diyor.

Yani biz kadımıyız davetçi miyiz bunu iyi anlamak gerekiyor.

Ben daha önce de söyledim.Ben ne ilim adamıyım ne de ilim ehliyim.Ben ehli kötekçiyim.Ben bundan anlıyorsam ne yapayım.
 
Mukim Çevrimdışı

Mukim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
MUHACİR KARDEŞ SEN TEKFİRİN VUCUBİYETİ ÜZERİNDE DURURYORSUNDA DİNDEN DÖNENİ ÖLDÜRMENİN VUCUBU HAKKINDA TEK SÖZ ETMEZSİN. SAMİMİ İSEN TEKFİR ETTİĞİNİ ÖLDÜRÜRSÜN BİZDE SENİN BURDA MARTAVAL OKUMADIĞINI ANLARIZ VE SÖZÜNÜN ERİ OLDUĞUNA ŞAHİDLİK YAPARIZ. OTURDUĞUN YERDEN TEKFİR KOLAY İŞ CİDDİYE BİNİNCE ZOR AMA DEĞİL Mİ??
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt