Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tefsir Ve Te'vil Kavramı

KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
TEFSİR VE TE’VİL KAVRAMI


Tefsir kelimesi ''fesere'' veya taklib yoluyla ''sefere'' köklerinden gelmektedir. ''fesere'' kelimesi lügatte, tabibin hastalığı teşhis için bakmış olduğu az suya denir. Tabibler bu suyu tetkik etmek suretiyle hastalıkların illetini bulurlar. Bu manadan başka bu kelime, beyan etmek, keşfetmek, izhar etmek ve üzeri kapalı bir şeyi açmak manalarında da kullanılmaktadır.

Sefere kökü muhtelif manalara geliyorsa da bu kelime, Araplar arasında kapalı bir şeyi açmak, aydınlatmak ve işrak gibi anlamlara gelmektedir.Tevil kelimesi ''evl'' kökünden yapılmış tef'il ölçüsünde bir mastardır. ''evl'' kaynağa dönmek, asla dönmek, geri dönmek anlamlarına gelir.

ISTILAHİ OLARAK TEFSİR VE TEV'İL

RAGIB EL İSFEHANİ'YE GÖRE TEFSİR: İyice açmak ve alana çıkarmak suretiyle izah etmektir.

EBUL BEKA'YA GÖRE TEFSİR: Tefsir;sözünün aslının lafızlarından daha kolay bir lafızla tabir eylemektir.

FIKIH USULÜNDE İSE TEFSİR

Müşkil olan lafızdan murad edilen şeyi keşfetmektir. Yine tefsir mücmelin tefsiridir ki bu mücmeli ortaya koyanın beyanına bağlı olduğundan ancak Allah ve Rasulünün beyanıyla uygulanabilir.

BUGÜNKÜ TEFSİR ANLAYIŞI

Kuranın, belli bir ictihadi seviyeye ulaşmış veya belli bir bir ilmi kariyeri olan kişiler tarafından açıklanması, kapalı manaların açığa çıkarılmasıdır.

BUGÜNKÜ TE'VİL ANLAYIŞI

Zahiri mutabık olan iki ihtimalden birini redetmektir.

ZERKEŞİ, Te'vili ayetin muhetmel olduğu manalardan birine rucü' ettirilmesidir diye tarif eder.

ES SALEBİ ise tev'ili, ayetin ön ve arakasına muvafık olduğu muhtemel manalardan birine sarfıdır. diye tarif eder.

Bugün te'vil meseleyi aslından saptırmak veya herhangi bir şeyi kitabına uydurmak anlamında kullanılmaktadır.

TEFSİR VE TEV'İLİN KU'RAN'DA KULLANILIŞI


Kurandan tefsir kelimesi bir ayette geçmektedir. O da iyice açmak anlamında kullanılmaktadır.

Kuran tarafından ortaya konan tefsir ve te'vil kavramlarının birer beşeri faaaliyet olarak ortaya çıkmadıklarını görüyoruz. Tefsir, furkan suresinde;

25/Furkan-32 İnkâr edenler: "Kur'ân, ona bir defada indirilmeli değil miydi?" dediler. Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırmak için onu böyle ve onu ağır ağır okuduk.

25/Furkan-33 Onların sana getirdiği her misâle karşı mutlaka biz sana, gerçeği ve en güzel TEFSİRİ getiririz.

görüldüğü üzere Allah tarafından yapılmaktadır ve belirli bir tedrici kendisinde barındırmaktadır. Tefsir, Kur’an’ı yaşamaya koyulan bir topluluğa karşılaştıkları problemlerde Allah’ın bir yol göstermesidir. Bu yüzden sadece Allah tarafından ortaya konulabilir. Asla beşeri bir faaliyet olarak ortaya çıkmaz. Çünkü vahiy kendisini tefsir etmiştir. Onda hiç bir anlaşmazlık ve kapalılık söz konusu değildir.

''Elif lam ra. Bunlar apaçık olan kitabın ayetleridir. Gerçekten biz onu akıl erdiresiniz diye ''Arapça'' bir kuran olarak indirdik.'' Yusuf 1-2

''Sonra da onu açıklamak bize düşer.''

Kurana baktığımızda, bir yerde açıklanmayan bir durumun başka bir ayette açıklandığını görüyoruz.

Mesela:

''Andolsun semaya ve tarığa.Tarığın ne olduğunu bilir misin?''
ayetini bundan sonra gelen

''Karanlığı delen yıldızdır.'' ayeti açıklamaktadır.

Kuran kendini bu şekilde tefsir ederken yine bazı konuların sünnetle tefsir edilmesi söz konusudur.

''Allah ve resulü bir şeye hükmettiğinde mümin erkekler ve mümin kadınlar için söz söylemek düşmez.''

''Resul size neyi verdiyse onu alın ve neyi nehyettiyse ondan sakının.''

yukarıdaki ayetler Rasulün konumunu ortaya koymaktadır.
Sünnetin kuranı tefsir etmesine örnek verecek olursak bekarlara zina etmeleri halinde yüz değnek vurulması, Kur’an tarafından ortaya konulurken evlilerin recmedilmesi, sünnetin ortaya koyduğu bir tefsirdir. yine namaz, oruç, hac gibi durumların teferruatı Rasulullah -a.s- tarafından ortaya konulmuştur.

Tev'il kuranda sadece Allah'ın ortaya koyabileceği bir açıklama ve olayların içyüzü olarak ortaya konulmuştur.Ali İmran 7 deki muhkem ve müteşabih meselesinde görüldüğü gibi mütaşabihlerin anlamlarını ancak Allah bilmektedir. İlimde derinleşmiş olanlar ise ''Biz ona inandık hepsi Allah katındandır'' derler. Ama kalplerinde fitne bulunanlar Allah'ın istemediği yöne yönelerek mütaşabihleri tevil etmeye çalışırlar Kişinin bu şekilde tev'ile yeltenmesi ise ya bir sapıklıktan kaynaklanır ya da sapıklığı arttırmaktan başka bir sonuç doğurmaz.

BEŞERİ BİR FAALİYET AÇISINDAN TEFSİR VE TE'VİL

Peygamber dönemine baktığımızda sonradan kurumlaşmış bir tefsir ve te'vil kavramlarını görmemekteyiz. Ashab tefsiri Rasulullah’ın örnekliğinde Kuranı pratiğe aktarmak şeklinde anlıyordu. Tev'il kelimesini işin aslına döndürülmesi ve mananın beyanı olarak kullanıyorlardı. Daha sonraki dönemlerde tefsir ve te'vil anlayışında sapmalar başladı. Sahabe tev'ili farklı delillere sahip olan bir şeyin kuvvetli olana döndürülmesi şeklinde anlarken daha sonrakiler zayıf olana döndürülmesi şeklinde anlamaya başlamışlardır.

Beşeri tev'ilin faaliyeti ancak hadiselerin tev'ilinde ortaya çıkan bir durumdur. Beşeri tev'il insanın Allah'ın ortaya koymuş olduğu tev'ile karşı bir tavırdır. Bu tavra göre insanlar açısından iki tür te'vil söz konudur.

A) Hak Tev'il ( Tevhidi tev'il)
B) Batıl Tev'il ( Şirki Tev'il)

Hak tev'il insanın meselelerinin çözümünü Allah ve resulüne döndürmesidir. Müslüman herhangi bir meselesinde teslimiyetle Allah ve Rasulünün hükmüne boyun eğdiğinde ve onu pratiğe aktardığında hak tev'il yapmıştır.

4/Nisa-59: Ey inananlar, Allah'a itâ'at edin, Elçiye ve sizden olan buyruk sâhibine itâ'at edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; -Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız -onu Allah'a ve Elçiye götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.

Batıl tev'il ise meselelerin çözümünde Allah'a ve Rasulüne teslim olmayıp kendi heva ve heveslerini veya tağutu hakem kabul etmesidir.

4/Nisa-60 :Şunları görmedin mi, kendilerinin, sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını sanıyorlar da hakem olarak tâğûta başvurmak istiyorlar! Oysa kendilerine onu inkâr etmeleri emredilmişti. Şeytân da onları iyice saptırmak istiyor.

Ayetlerin açıklanmasında insanın kendisini hakim görmesi, olayları ve ayetleri kendi aklını hakim kılarak tefsir ve te'vil etmesi şeytani bir tefsir ve tev'il olarak kendini göstermektedir.

TEFSİR ANLAYIŞINDA ORTAYA ÇIKAN YANLIŞ ANLAYIŞLAR.

Sahabe ,tefsiri Allah ve Rasulünün vermiş olduğu direktifleri anlayıp hayata aktarma olarak anlarken sonra gelen nesil bu anlayıştan uzaklaştı.

Tefsirin yanlış anlaşılmasının ve sahabenin anladığı anlamdan farklı algılanmasın çeşitli sebepleri vardı.

A) Sahabe kuranın , müşkil, mübhem manalarının bulunması gibi problem bilmezken sonraki nesil kuranın bazı kapalı anlamlarının olduğu görünüşte bazı çelişkili durumların olduğu fikrine eğilim göstermeye başladı.

Bunun sebebi tefsire bir ilim gözüyle bakılmasıdır. İnsan bir kere Kur’ana salt ilim gözüyle baktığında artık bir çok yeni kavramlar türetmekten kendini alamaz. Nitekim; mücmel, müşkil, hafi, mutlak, mukayyed, zahir, batın, vs kavramlar bu nedenle ortaya çıkmıştır.

B) Sahabe döneminde, üstünlüğün ölçüsü fertlerin hareketleri, davranış ve niyetleri olarak değerlendirilirken daha sonraları bilgi sahibi olma ön plana çıktı. Bu durum tefsirin, alimler adı verilen sınırlı bir zümrenin tekelinde bir ilim olarak algılanması neticesini doğurdu.

C) Tefsir bu şekilde algılanınca tefsir masa başında oturularak cilt cilt kitapların karıştırılması ve bunlardan yararlanılarak kitaplar yazmak olarak değerlendirilir oldu.

D) İnsanlar her şeyden önce Kuran ve vahiy karşısında kendi akıllarının konumunu belirleyemedikleri için vahyi kendi akıllarının kalıplarına dökerek bambaşka bir şekilde Kur’an’ı insanlara sundular.

Bütün bulardan sonra tefsir uleması denilen kimseler tefsir ilmi alanında tefsirler yazmaya başladılar.

Şimdi bunları teker teker inceleyelim.

1) Rivayet tefsiri: Buna me'sur veya nakli tefsir de denir. Kur’an’ı açıklamak mübhem noktalarını açıklığa kavuşturmak için Kur’an, sünnet, sahabe, tabiilerin sözlerine göre tefsir etmektir. Rivayet tefsirinde Rasulullah’ın hadislerine başvurulmuş fakat başvurulurken hadisin derecesini, senedini, araştırmamışlardır.

Hatta İsrailiyatın etkisiyle tefsir yapmışalardır. Zayıf hadislerle yapılan tefsirler Kur’anın mesajını gözardı edilmesi sonucunu doğurdu. Bu tefsirde Yahudi ve Hıristiyan kaynaklı bilgilerin kullanılması yani israiliyatın bulunması Kur’anın pratik hayattan uzaklaştırılmasında ve mesajın saptırılmasına büyük etkisi olmuştur. Çünkü bu tefsirler insanın pratiğini ilgilendirmeyen son derece önemsiz ayrıntıları ortaya getirerek bunlarla kafa bulandırıyordu.

Mesela: Adem'in cennette meyvesini yediği ağaç hakkında tartışmalar olmuş sanki bu çok gerekliymiş gibi, Nuh'un gemisinde kaç kişinin bulunduğu, geminin hangi ağaçtan yapıldığını ve Ashab-ı kehf'in köpeklerinin sayısı,rengi hep tartışma konusu olarak ortaya konulmuştur. Halbuki müslümanın bunları bilmesiyle ne kazanacağı hiç düşünülmemiştir. Halbuki, Allah ayetinde bize bunlarla uğraşmamız gerektiğini söylüyor.

'' Hakkında bilgin olmadığın şeyin ardına düşme. Muhakkak göz, kalp ve kulak bunladan sorumludur.'' İsra 36

Rivayet tefsirinin önde gelenlerinden olan İbn-i Kesir tefsirinde bile israiliyat haberleri vardır ki İbn-i Kesir,her ne kadar kaçınırsa kaçınsın yine israiliyat rivayetleri olduğunu tefsirinin başında zikretmiştir.

2) Dirayet tefsiri: buna rey ile ma'kul tefsir de denir. Rivayetle sınırlı kalmayıp dil, edebiyat, din, tarih, ve diğer ilimlere dayanılarak yapılan tefsirdir. Bu tür tefsirin yazılması eski yunandan çeviriler yapılmasına İran ve Roma medeniyetlerinin etkisi daha sonra gelenlerin zevklerini değişmesine neden oldu. Bu tefsirde akıl hüccet olarak ele alınır ve vahyi, akıl açıklar.
Bu iki tefsirden sonra zamanla başka tür tefsir hareketleri de cerayan etmiştir.

3) İşari tefsir: Tarikat ve tasavvuf ehlinin ayetlerin zahirini bunun dışında anlama, tev'il etmek maksadıyla ve işaret yoluyla geldiğini söyledikleri tefsirdir.(BU TEFSİR BATILDIR.)

4) Mezhebi tefsir: Kişilerin kendi mezheplerini ve ekollerini desteklemek amacıyla Kur’anın tefsir edilmesidir. İslami pratikliği açısından fazlaca önemli olmayan konularda ve bunların şartlarıyla uğraşılan tefsir çeşididir.

5) Kelami tefsir: Hilafetten saltanata geçilişi de tefsir anlayışının değişmesine sebep olan amillerden birisidir. Bu dönemde tefsirle uğraşan kimselerin iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak gibi hayatları için tehlikeli hareketlerle uğraşmaktansa pratiği hiç bir suretle ilgilendirmeyen konularda uğraşmayı yeğlemişleridir. Bu kimseler artık Kur’an’ın mahluk olup olmadığını, Allahın sıfatlarının hangilerinin zati, hangilerinin subuti olduğu, yedullah kelimesinden neyin kastedildiği gibi konularda tartışmalar oluşturmuşlardır. Böylece kelami tefsir ortaya çıkmıştır.

6) İlhadi tefsir: Bu tefsir, kişinin heva ve hevesine göre yapmış olduğu tefsirdir. Kişi kendi haraketlerinin doğru olduğu için veya başka bir sebepten dolayı Kur’andaki ayeti kendine göre tefsir eder. (TAMAMI İLE BATIL TEFSİRDİR)


7) İcazi tefsir: Kurandaki edebi üstünlüğü insanlara göstermek için yapılan tefsirlerdir. Bu tefsirler;Batı topluna karşı aşağılık duygusunun bir tezahürü olarak ortaya çıkmıştır.

Bütün bu ortaya konulan tefsirler daha sonra gelen insanlar arasında büyük bir titizlikle korundu.

Kuranı bir araştırmacı ve ilim adamı olarak değil de bir dava adamı olarak tefsir ediyorlardı Asıl olan da tefsirin bu şekilde anlaşılmasıydı. Tefsir bu şekilde anlaşıldığında sadece belli kişilere has kılınan bir faaaliyet değil, müslüman olan herkesin yapması gereken bir faaliyettir. Çünkü bu müslüman olmanın bir gereğidir. Kuranın Rasulün örnekliğiyle anlamak ve hayata geçirmek.

Ashabın tefsir konusunda aralarında ihtilaf pek azdır. ve bu ihtilaf birbirleriyle çelişki arzeden bir ihtilaf değildir. Ancak bazı kısımlarla olan bir ihtilaftır. Bu kısımlardaki ihtilafları iki kısıma ayırabiliriz.

* Bir ibareyi tefsir ve tabir ederken kullanılan ibarenin değişikliği yani kastedilen şey aynı ibareyle değil de o ismin değişik bir adıyla ifade edilmesi.

Mesela: kılıç kelimesini Araplar üç değişik şekilde kullanımışlardır.

a) seyf b)sarım c) müenned

İşte birinin seyf dediğine diğeri müenned demiştir.ihtilaf bu nev'idendir.

* Ayetlerin nazil olmasında olayların farklılığı yani sebepleri veya kişilerin farklılığı.

Bunların doğrulama imkanı var ise bunlar bir çok şey için nazil olmuş olabilir.

İşte sahabenin tefsirde ihtilaf ettiği hususlar.....Ama daha sonrakilerin tefsir ve te'vildeki anlayış ve ihtilafları çok değişiktir. Mesela kimisi tefsir yaparken temel ölçü olarak rivayetleleri esas alırken diğerleri aklı esas almıştır. kimileri de Kuuranın zahirini bir kenara atıp batınla uğraşmışlardır. Böylece mesele içinden çıkılmaz bir hal almıştır.

Bizim tefsir anlayışımız sahabenin tefsir anlayışından farklılık arzetmeyecektir.

TEFSİRDE İZLENMESİ GEREKEN YOL

Daha önce de belirttiğimiz gibi tefsir Rasulün örnekliğinde Kuranı anlama ve pratiğe aktarma çabasından başka birşey değildir. Herşeyden önce Kuran Allah tarafından tefsir ve tev'il edilmiştir.

Bizim ayetler karşısındaki tavrımız onu anlamak, düşünmek ve pratik olarak hayata aktarmaktır. Böyle bir tefsir anlayışı her müslümanın yapması gereken bir şeydir. Çünkü her müslüman Kuranı anlayıp onu pratiğe dünüştürmekle yükümlüdür. Kuranı ancak vahyin ortaya koyduğu şekilde anlayabiliriz. Ne fazla bir şey ekleyebiliriz. ne de eksiltebiliriz.Kuranın ortaya koyduğuyla ve Peygamber -a.s.-ın, ayetleri hayatına nasıl pratize ettiği de bizim için önemli bir yer tutar . Bizim yapacağımız tefsir çalışması ve yine tefsir bir zümrenin malı da değildir.

Tefsiri vahyin tefsir ettiği anlayışından yola çıkarak açıklamak mecburiyetindeyiz. Çünkü din tamamen ekmel kılınmıştır. Bundan sonra hiçbir şeyin hüküm olarak vahyin önüne alınması söz konusu değildir.

Tefsir yapılırken Kuranın kendisini açıkladığı fikirnden yola çıkmamız zorunlu olarak bizi meseleleri Kuranın bütünlüğü içerisinde değerlendirmeye götürür.

Bu durumda namaz, zekat, içki, kıtal,vb. konularla ilgili ayetlerde hiçbir müşkillik, tenakuz gibi görünme olayları ortaya çıkmayacaktır.

Ayrıca sebeb-i nüzulun bilinmesi ayetleri pratik hayata geçirilmesi açısından bilinmesi gereken bir husustur. mesela: ''kendi ellerinizle kendinizi helaka-ateşe- atmayınız.'' ayetinin nüzul sebebi bilinmesi gereken bir husustur. Nitekim bu ayet insanları savaştan el çekmeye değil savaşa devam etmeye teşvik etmektedir.

Tefsirde teslimiyet önemlidir. Kişinin kendisini Kurana teslim edip onun yönlendirmesine gönül rahatlığıyla bırakmalıdır. Kuran esas alınıp hayat Kurana döndürülmelidir. Yaşanılan hayat esas kabul edilerek bu hayata Kur’anı sıkıştırmaya çalışmak Kur’an’ın katli demektir.

Kurana yaklaşırken açık ve tarafsız bir kafa ile yaklaşılmalıdır. Sahip olunan ön yargıların tümünden zihin temizlenmelidir. Önceden şuradan buradan elde edilen fikirler kafadan silinmelidir.Çünkü kendi ön yargılarla Kur’ana yaklaşan kişiler satırlar arasında kendi düşüncelerini okurlar ve bu nedenle Kur’anın iletmek istediği mesajı kavrayamazlar.

Kurana yaklaşırken aklın sınırlarını iyi çizmek zorundayız. çükü mistik ve modernistlerin düştüğü hataya düşmemek için bu gereklidir.

Bizler kurana yaklaşırken aklımızı vahye uydurmak zorundayız. yoksa modernistlerin yaptığı gibi vahyi akla uydurmak zorunda kalırız. Vahyi akla uydurduğumuzda Kuran iyi olarak anlaşılamaz ve Kuranın kastettiği anlamların dışına çıkılır. İnsan aklı ancak selbi bir kontrol mekanizmasıdır. görevi hayata bedenin adımlarını ve kalbin duygularını vahye göre atıp atmadığını tesbit etmektir.

Tefsir çalışması yapılırken tahrif edilmiş kavramları kullanmamak, anlamı asli kaynağından öğrenerek ortaya koymaktır. çünkü tahrif edilmiş bir kavramı tahrif edilmiş şekliyle kullanmak Kur’anın tahrifi demektir. Halbuki Kur’an terminolojisini kendisi oluşturmuştur. ve gerektiğinde Kur’andan yola çıkılarak kavramların aslı anlamlarına ulaşmak mümkündür.

Tefsir çalışması yapılırken ,İslamın metoduna uygun hareket edebilmek için Resulün ve sahabenin hayatıyla ilgi kurarak hareket etmeli ve onlarla kendi aramızda bir atmosfer birliği oluşturmak zorundayız aksi takdirde islami bir hayatı yaşamamız mümkün değildir. Resulün, Ömer'in, EbuBekir'in, Kaab bin Malik'in hayatlarıyla hayatımız arasında bir paralellik olmazsa ne onları ne islamı ve ne de onların anladığı tefsir anlayışını anlayamayaz.

En Doğrusunu Allah Bilir

Kaynak: FECR
 
M Çevrimdışı

mümkündür

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bizim ayetler karşısındaki tavrımız onu anlamak, düşünmek ve pratik olarak hayata aktarmaktır. Böyle bir tefsir anlayışı her müslümanın yapması gereken bir şeydir. Çünkü her müslüman Kuranı anlayıp onu pratiğe dünüştürmekle yükümlüdür. Kuranı ancak vahyin ortaya koyduğu şekilde anlayabiliriz. Ne fazla bir şey ekleyebiliriz. ne de eksiltebiliriz.Kuranın ortaya koyduğuyla ve Peygamber -a.s.-ın, ayetleri hayatına nasıl pratize ettiği de bizim için önemli bir yer tutar . Bizim yapacağımız tefsir çalışması ve yine tefsir bir zümrenin malı da değildir[yukardaki yazıdan alıntıdır]

PEKİ KARDEŞ PEYGAMBER ALLAH IN VAHYATTİĞİNE EKLEME YAPABİLİRMİ DELİLLERİ İLE YAZARMISINIZ.
VE BİZ KURANI ANLAMAYA VE YAŞAMAYA ÇALIŞIRKEN KURANDA PEYGAMBERE NASIL BİR YER TAYİN EDİLMİŞTİR.SAYGILAR
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
PEKİ KARDEŞ PEYGAMBER ALLAH IN VAHYATTİĞİNE EKLEME YAPABİLİRMİ DELİLLERİ İLE YAZARMISINIZ.
VE BİZ KURANI ANLAMAYA VE YAŞAMAYA ÇALIŞIRKEN KURANDA PEYGAMBERE NASIL BİR YER TAYİN EDİLMİŞTİR.SAYGILAR


Maşallah kardeşim Çok Güzel Bir Soru sordunuz ?Ancak Sizde bu Konuda bildiklerinizi Yazmalısınız ''Ben Bir Beşerim Eksiklerim/Hatalarım olabilir.Bunu Göz Önünde bulundurun...Beni Tamamlayın veyahut Delilleri ve Güzel bir Uslup ile Hasret kaldığım bir yaklaşımla Tenkid ediniz...''


Katılım gösterdiğiniz için Rahmen Size ve Ailenizin Hidayetini Arttırsın...Allahumme Amin..



Peygamber ve Peygamberliği Yanlış Anlamak

Peygamberi ve peygamberliği doğru anlamadan, İslamı doğru anlamanın mümkün olamayacağı bilinen bir gerçektir. Bu gerçeği, Kurana götürerek, mevcut anlayışımızı yeniden gözden geçirmek ve Kur'an'ın şaşmaz doğrularına uymayan yanını atmak zorundayız.

Biliyoruz ki:

Peygamber, Allah'ın vahyini kullarına sunmak için, kullan içinden seçtiği elçidir, Onu diğer insanlardan ayıran, farklı ve üstün kılan, elçilik boyutudur.

İnsan Muhammed ile Peygamber Muhanımed(sav) ayrı ayrı değerlendirilmeden, peygamberliği doğru tanımlamak mümkün değildir, insan olma boyutu ile Hz. Muhammed (sav), fiziki anlamda bizden farklı olmayan, bizim gibi acıkan, susayan, yorulan, üzülen, sevinen, öfkelenen, unutan". bir insandır.


قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا


"De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım, ancak bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahy ediliyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa salih amel işlesin ve kulluğunda Rabbine hiç kimseyi ortak koşmasın" (18 Kehf-110).

Gerek ''sünnetle', gerek "hadisle' ilgili değerlendirme yaparken, peygamberin bu yönünü dikkate almak zorundayız. Peygamberin kendi şahsı ile ilgili yaptıkları, bizim için yapılması ve uyulması şart olan şeyler değildir, Diyelim ki, Peygamber(sav) renklerden beyazı seviyor diye, bizim de beyazı sevmemiz; yemeklerden kabağı seviyor diye, bizim de kabak yemeğini sevmemiz gerekmez.

Bizi bağlayıcı olan ve asıl uyulması gereken O'nun peygamberlik boyutudur. Ne var ki peygamberlik boyutu, bağlılarınca doğru değerlendirilmediğinden sünnet de yanlış anlaşılmaktadır. Öncelikle ifade edelim ki, Peygamber ( sav), ne Allah'a, ne de O'nun gönderdiği dine ortak olmadığı gibi, kendiliğinden din adına hüküm koyan da değildir.

O, sadece konulmuş olan hükümleri açıklayan, bildiren ve uygulayandır, insanları kendine değil, Allah'a çağırandır. Hüküm koyucu yalnız Allah'tır.

Kimi ayetlerde, Peygambere itaat etmemizi isteyen Allah bu itaat emri ile peygamlerlerin şahsen söyledikleri sözlere değil, vahye ait hükümleri açıklayan sözlerine itaat etmemizi kastetmektedir:

إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللَّهُ وَلَا تَكُنْ لِلْخَائِنِينَ خَصِيمًا

" Şüphesiz, Biz, Kitab'ı sana, insanlar arasında, Allah'ın sana gönderdiği şekilde hükmetmen için hak ile gönderdik. Hainlerden taraf olma (4 Nisa-105).

Peygambere tabi olmak demek, o'nun kendisine değil, O'nun şahsında(O'nun Kuran'a uyduğu gibi)Kur ana uymak demektir, Çünkü, O bir elçiydi ve insanları Allah'a çağırıyordu:


قُلْ لَا أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَائِنُ اللَّهِ وَلَا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ

"De ki: "Size Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum." De ki: "Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?" ' (6 En'am-50).

Peygamberliğin doğru anlaşılması için, Peygamberliği, Kur'anın bir bütün olarak ifade ettiği anlam içinde ele alarak ve bütün ayetleri göz önünde bulundurarak değerlendirme yapmak gerekir. Ve bunun için de önce 'Peygamberlik nedir?' sorusuna doğru cevap verilmelidir.

Peygamberlik Nedir?

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
"Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler. (34 Sebe-28).


فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنْتَ مُذَكِّرٌ (21) لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُسَيْطِرٍ (22)

"Onlara öğüt ver; zira sen ancak bir öğütçüsün. Yoksa sen onlara musallat olmuş bir zorlayıcı değilsin"(88 Gaşiye-21,22).

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ فَمَنْ آمَنَ وَأَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

"Peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndeririz. Kim iman edip kendini düzeltirse bilsin ki onlar ne korkar ne de üzülürler" (6 En'am-48).

Bu ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi, "," însanlara, kendilerine indirileni açıklamak için,,." (Nahl-44) seçilen Peygamberimizi adeta açıklama yerine kendiliğinden "din" koyma gibi bir konuma getirmek ve buna da sünnet demek, Allah'ın dini yanında başka bir din icat etmektir.



Oysa sünnet başka bir din değil, Kur'an'ın pratize edilişidir. "Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmayan.,." (En'am-38) ve ''dininizi tamamladım" (Maîde-3) diyen Allah, elçisine de bunu açıklama görevini vermiştir. Kur'anın pratize edilişi olan sünnet, İslam'ın "olmazsa olmaz' şartıdır.


Ancak, Kur' an'ın özünü kavrayamayanlar aşağıda yazılı ayetleri delil göstererek sünneti Kur'an'ın açıklaması olarak değil, Peygamberin din adına koyduğu kurallar ve bu kurallara uymayı da Allah'ın emri olarak nitelendirmektedirler. Bu anlayış ile Tevhid inancı bozulmuş, bid'at ve hurafe sünnet ve hadis adı altında dîne sokulmuştur.

Boylece Kur'ana güç yetirmeyen şirk, sünnet/hadis postuna bürünerek İslamı can evinden vurmayı başarmıştır. Sürekli olarak Kendisi ile birlikte Rasulüne itaat etmemizi; Rasulü bize neyi uygun görmüşse, ona uymamızı, sakındırdıklarından sakınmamızı, aramızdaki ihtilafları Rasule götürmemizi, O'nun vereceği kararlara içtenlikle uymamızıisteyen Allah'ın, bu hükümleri sanki Rasulüne dinde kural koyma yetkisi vermiş gibi anlaşılmaktadır.

Oysa ki Allah kendisinden başka hiç bir varlığa, dinde hüküm koyma hakkı/yetkisi vermediğini, Kitab'ında çok açık birşekilde ortaya koymaktadır. Peygambere hüküm koymada yetkisi verme gibi görülen bu ayetler Kur'an bütünlüğü içinde değerlendirildiklerinde, peygamberin hüküm koyma hakkına sahip olduğunu belirten ayetler değil, peygamberlik konumunu ifade etmektedirler.

Zira, Kitap ve Peygamberlik vahy bütünlüğünü oluşturan iki ayrı parçadır. Yoksa, hiçbirimize Allah'tan, doğrudan peygamberin Hz.Muhammed (sav) olduğunu, Kur'an'nın Allah tarafından Hz,Muhammed (sav)'e gönderildiğini bildiren özel bir haber/ayet gelmedi, Biz Allah'ı da, Kitab'ı da Peygamberin aracılığı ile biliyoruz.

Böyle olunca da elçilik, vahyin bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu özelliğinden dolayı da elçiye itaat etmek, vahyi onaylamanın bir gereğidir. Bu konumundan dolayı peygambere itaat etmek peygamberin kendisine değil, O'nun şahsında vahye uymaktır. Peygamberi onaylamadan getirdiklerini onaylamak mümkün değildir. Kur'an'ın bütünlüğü içinde peygamberliğin/sünnetin konumu bu olmasına karşılık, günümüz anlayışında peygamber Allah'a dinde ortak edilmiş bir konumdadır.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
M Çevrimdışı

mümkündür

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
kardeş sizinle hemfikirim ama peygamberin kurandaki yeri hakkında araştırma yapmam lazımdı en yakın yazıda sizindi.

sizden ricam şu ben [mealci denilen bir guruplada yazışıyorum] kafam çok karıştı bir ara sadece meal diyen lerin sakatlıkları hakkında yazılar lazım.yardımcı olsan iyi olur faydalıda olacak inşaallah.
not.danışıklı atışmak için değil gerçekten tevhidi bir istikamette olup ama ilimce eksik olan kardeşlerin kafasını çok karıştırıyorlar bunun için konuyu araştırmam lazımdı. size teşekkür eder rabbim e şükürler olsun.rabbim hayrınızı artırsın[CEZEKELLEHU HAYRAN]
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Mümkündür ; Allah Size ve Banada İlmini versin ve arttırsın...Hidayetimizi eksiksiz ve tamam bir halde ayaklarımızı Sabit Kılsın...Gözlerimizi ve Kulaklarımızı,Dilimizi Vahye Endeksli,Vahyle Bakan AKLIN Hizmetine versin...

Yeni açtığımız Bir Bölüm olan ''MEALCİLİK HAKKINDA BİLGİ'' Bölümünde bu konuda Vahye bakışın ve Sünnet ve Hadislere ''Mutedil'' yaklaşmayı ve Mealciliğin ve Tarihselciliğin ''Rezevyonist'' yaklaşımın Doğrularını ve Yanılgılarını Değerlendireceğiz...İnşallah bu bölümden takip edeceksiniz...Bizzat Mealci dediğimiz İnsanlarıda Davet edecek ve karşılıklı Konuşacağız yazışacağız O Bölümde...

Mealciler - Mealcilik Hakkında - Islam-Tr.Net - islami filmler, islami kitaplar, islami programlar, islami sohbet

Konuya Giriş:

Hadis/Rivayetleri Vahye Arz etmenin Metodolojisini iyi bilmek gerekmektedir...Bir tarafda ''Mealci/Kuraniyyun'' Yaklaşımı diğer tarafda ''Selefiyyun -Ehl Eser'' in Yanılgılarını Değerlendirmek zorunda Kalacağız...Tepkiselliğini birbirinden alan iki Temel faktörü Değerlendireceğiz...

Bir tarafdan Rivayetleri/Hadisi Kur'ana Eşdeğer Gören Tutumu değerlendireceğiz...Diğer tarafdan da ''Rezevyonist/Kuraniyyun'' yani (Tarihi Kaynaklar,Yapıtlardan eserlerin üzerinde yazılı kağıtlar ile Arkeolojik kalıntılara dayalı yaklaşım) İki UÇ Noktanın arasında ki ''Mutedil'' duruşuda değerlendireceğiz...
 
M Çevrimdışı

mümkündür

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
kardeş ALLAH HEPİMİZE yaşayacağımız ilim ve hikmeti versin..konu hassas bir konuydu ve ilgilerinizden dolayı teşekkürler.ama günümüz muvahhidlerin[araştırmacı olanların] önüne çıkabilecek en büyük tehlikedir.geniş bir bilgi araştırma ve müslümanlara sunulması lazım kanaatindeyim.
HİDAYETİ ARAYANLAR VARDIR,BİRDE HİDAYETİ BEKLEYENLER .
 
K Çevrimdışı

kilicaslan

Üye
İslam-TR Üyesi
Mutasabbih ayet ne demektir?

Mu ile tasabbih kelimelerinin bir araya gelmesindendir. Yani "tesbih in oldugu ayettir, tesbihin gectigi ayettir ". Tesbih in gectigi bir ayetin zahiri manada anlasilmamasi lazim oldugu asikar olmalidir.

Ali Imran 7, de mutasabbih ayetlerinin dogru manasini sadece ALLAH in bildigi gecmekte.
Burdan cikarilan sonuc, mutasabbih ayetlerinin tevilinin(yorumunun) yapilamayacagiidir.

Selefiyye nin anlayisina göre bu ayetler zahiri manada anlasilir. Oysa mutasabbih ayet demek, tesbihin gectigi ayettir, yani zahiri manasinin disinda anlam tasiyandir. Ve bu ayetlerinin gercek manalarini sadece ALLAH bilir.

O halde mutasabbih ayetleri zahiri manada anlamak , nasil dogru olabilir?

Üstelik ALi Imran da ALLAH manalarini sadece ben bildigim dedigi halde, bu ayetlere zahiri de olsa mana vermek Ali Imran 7 ye muhalefet etmek degilmidir?
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Muhkem ve Müteşabih Konusu

Bu iki sözcüğün kavram olarak tanımlanmaları daha çok kişilerin anlayışlardan kaynaklanan bir yaklaşımla yapılmaktadır. Bu iki kavram üzerinde tanım birliği sağlayanlar bile, anlayışta birlik sağlayamamaktadır. Yani, aynı tanımdan farklı sonuçlar çıkarılmaktadır. Öncelikle muhkem ve müteşabih'in sözcük ve kavram olarak yaygınlık kazanmış tanımlarını kısaca özetlemenin, konunun anlaşılması açısından katkısı olacağına inanıyorum.

Muhkem: - Sağlam, anlamı açık, yorum götürmez, şüphesiz olan.

- Anlamı tevil kabul etmez derecede açık olan
- Zamanın ve şartların değişmesi ile anlam değişikliği olmayan
- Bir tek anlamı bulunan.
- Sağlam kılınan.
- Hükmü sabit olan, demektir.

Müteşabih: - Anlamı kapalı olan,

- Anlaşılması için akılca bir yol bulunmayan.
- Birden fazla anlamı olan.
- Anlamı kesinlik ifade etmeyen, başka açıklayıcıya ihtiyaç duyan.
- Birbirine benzeyen, kendisinde karışıklık bulunan.
- Bilinmeyen şey, demektir.

Muhkem ve müteşabih için yapılan ortak tanımlar kısaca böyle. Bu ön bilgiden yola çıkarak Kur'an'a göre muhkem ve mütesabih'in ne olduğunu bulmaya çalışalım.

Önce bu konuda yapılmış değerlendirmelere kısaca değinmekte yarar var. Özetle:

''Kendileri ile amel edilen nasihler, başka bir ifadeyle hükmü sabit olanlar muhkem, kendileri ile amel edilmeyenler ise müteşabih'tir"

"Helal ve haramları bildiren ayetler muhkem, diğer ayetler müteşabihtirler."

"Alimlerce anlamı bilinenler muhkem, Allah'ın anlamını kendisine sakladığı ayetler müteşabihtir."

"Tek anlamı olanlar muhkem, birden fazla anlamı olanlar miitcşabihtir.“

"Tek bir yoruma müsait olan ayetler muhkem, birden fazla yoruma müsait oları ayetler müteşabihtir."

"Muhkem ue müteşabih ayırımı kıssalarla ilgilidir“.

"Amele konu olan ayetler muhkem, imana konu olan ayetler müteşabihdir,"

Hiç kuşkusuz şimdiye kadar yapılmış olan gerek sözcük, gerek kavramsal tanımlara göre hareket edersek, elde edeceğimiz netice, çerçevesi önceden çizilmiş bu dar alanla sınırlı kalacağından, Kur-'anı doğruya ulaşmamıza engel olacaktır.

Böylesi bir engele takılmamak için muhkem ve müteşabihi Kur'an'ın çizdiği/belirlediği (Kur'ani) alan içinde değerlendirmek zorundayız. Ancak o zaman, özden yoksun tanımlardan, kısır anlayışlardan ve yanlı yaklaşımlardan oluşan engelleri aşabiliriz. Yoksa kendi tanım ve anlayışımızın doğruları ile Kur'an'a gittiğimizde, Kur'an'ın akletmeye dayalı olarak önümüze serdiği geniş sahayı daraltmış oluruz. Kur-'an'ı, daraltmış olduğumuz bu alan içine sığdırmaya çalışma yanlışı, bizim O'nu doğru anlamamıza olumsuz olarak yansıyacaktır.

Şu gerçek çok iyi bilinmelidir ki, Muhkem ve müteşabih konusuna takılarak, Kur'an'ı anlamayı, bunları anlamaya bağlayanlar, bu anlama işini birilerine havele ederek, onların yardımı olmaksızın Kur'an'ı anlamanın mümkün olamayacağını sananlar, anlamını bilemediği ve kavrayamadağı kimi ayetleri bahane ederek Kur'an anlaşılmazdır düşüncesiyle onu anlamada , anlayan ve bilen birilerine gitmeyi esas alanlar, bu tercihleri ile Kur'anla aralarında engel oluşturmaktadırlar.

Sözcük ve kavram olarak yapılan tanımlar ve bu tanımlarla muhkem ve müteşabihe yüklenen anlamların neticesinde oluşan anlayışların yanlışlığından dolayı Kur'anın bir bölümü ya işlevsiz (bilinmez) hale getirilmiş veya anlam sapmalarıyla tahrif edilmiştir.

Amacımız muhkem ve müteşabihe sözcük ve kavram olarak yeni veya değişik bir tanım getirmek değildir. Çünkü yanlışlık tanımlamada değil, bu tanımların gereğinden fazla öne çıkarılarak yalın ve yetersiz ifade gücü içinde boğulan, kaybolan öz anlamın yok edilmiş olunmasındadır.

Sahih bir Kur'an'î anlayışa sahip olmadan yapılan tanımların ifade gücüne dayanarak elde edilecek her türlü bilgi ve netice, ya yanlış ya da eksik olacaktır.

Muhkem ve müteşabihe bakış açımızı belirlerken şu gerçek çok iyi bilinmelidir:

"Allah Kitab'ında bizim bilmemiz gereken ve bize gerekli olan her şeyi açık ve anlaşılır bir şekilde bildirmiştir. Bu konuda Kitap'ta müteşabih olan hiçbir şey yoktur. Müteşabîh olarak nitelenen ayetler Kur'an'ın amacına ulaşmasına ve anlaşılmasına asla engel değildir.

Gerçek bu olunca da müteşabih ayetler, Kur'an'ı anlama ve kavrama konusunda bir engel teşkil etmezler. Kur'anî anlayışın belirleyiciliği içinde, müteşabihten ne anlaşılmalıdır sorusuna cevap olarak şunları söyleyebiliriz:

a - Kur'an'da müteşabih anlatımlı kimi ayetlerin bulunuyor oluşu, bizim gücümüzün ve bilgimizin üstünde olan (gaybi) şeylerin, bize indirgenerek, kavramamıza yardımcı olmanın bir gereğidir.

b - Kur'an, gerekli oluşu ve bağlayıcılığı açısından bizim için tümüyle muhkemdir.

c - Kur'an'in bizatihi kendisi muhkemdir. (Allah'tandır ve korunmuştur.)

d - Bulunur muhkemlıği içinde, müteşabih kısımların oluşu onun mühkemliğine engel değildir. Zira, Kur'an'nın bütününe iman ederiz.

e - Bizim için kapalı olan, bilinmeyen ve anlaşılmayan olarak görülen ayetlerin (anlam olarak) bilgisinin saklı olması, gücümüzün üstünde olanı haber vermede kullanıldığından, bu ayetler, olduğu gibi ve bilindiği kadarı île bizim için yeterlidir. Asıl sorun, yeterli olanı yetersizmiş gibi görerek, onu yeterli hale getirmeye çalışmaktır.

Gören birisinin, doğuştan kör birisine anlattığı bir şey, kör için bilinen özü kavranan olmaz. Ancak kör, bilmediği ve özünü kavramadığı bu şeyi kabul eder ve ona.inanır. O şey'in nasıllığını bilinmeyişi, var olanı bilmede, kabul etmede bir engel değildir.

Müteşabih ayetler de gören bir kimsenin, doğuştan görmeyen birine herhangi bir cismi anlatmasına benzer. Anlatılan cismin görmeyen için müteşabihe giriyor olması, anlatılan şeyin gerçekliğine, anlaşılmasına engel değildir.

Elbetteki görenin, görmeyene bir şeyi izah etmesi, görmeyenin neyi, nasıl bildiğinden hareketle mümkün olabilir. Allah'da tıpkı bunun gibi gücümüzü aşan, mevcut halimizle kavrama imkanımız olmayan, fakat gerçekte var olan şeyleri, bize benzetmelerle, sembollerle anlatmaktadır.
İşte, amacına bağlı olarak Kur'an, bu anlamda tamamen muhkemdir. Yani kimi ayetlerin müteşabih olması, gerçeği kavramamız için bir anlatım yöntemidir. Bir ayette geçen kelimeleri anlamasak da, o kelimelerle anlatılan şeyi anlam aya çalışır ve anladığımız kadarına iman ederiz.

Şu tesbitlerle konuyu açmaya çalışalım;

a - Müteşabih olan, kelimenin (lafzın) kendisidir. Bu müteşabih olan kelimelerle anlatılan şey ise muhkemdir. Kelimeler sadece bir araçtır. Aracın kendisi (kelime) müteşabih olsa da, amaç (anlatılmak istenen şey) muhkemdir. Kalplerinde eğrilik olanlar anlatılan şeye (amaca) değil, anlatan şeye (araca/kelimelerin yalın anlamına) yönelmekte ve onları tevil ederek, sapıklığa düşmektedirler.

Zira, ayetin kendisini lafzen anlamasakda anlattığı şeyi, yeterli görür ve ona iman ederiz. Müteşabîh ayetlerle, anlatılan şeyi değil de, bizzatihi o şeyi anlatan kelimelerin kendisini tanımlamaya kalkmak, körün fili tanımlamasına benzer.

Filin neresinden tutarsa, onun için fil orasıdır. Zira kör, kendisine izah edilen şeyi ne kadar iyi anlarsa anlasın, gören kadar iyi anlaması ve kavraması mümkün değildir,

b - Müteşabih ayetlerde geçen sözcüklerin kendisini tanımlamaya çalışmak ne kadar yanlışsa bu sözcüklerden gerçek anlamlarının bilinmeyişinden dolayı ayetin kendisini dikkate almamak ta en az onun kadar yanlıştır. Çünkü, muhkem olsun müteşabih olsun, bizim için anlamı olmayan hiçbir ayet olamaz. Mevcut bilgimizle tanımım (izahını) yapamadığımız ayetleri dikkate almamak veya yok saymak doğru bir tutum değildir.

c - Muhkem ve müteşabihi sözcük tanımları içinde değerlendirmek ve bu tanımlara göre bir anlayış geliştirmek, Kur'an'ın muhkem ve müteşabihe yüklediği anlamı daraltmak olur. Her ne kadar yapılan tanımları temel alsak ta yine de Kur'anın bu sözcükleri Kur'anî bir zeminde ele aldığını dikkate almalıyız. Yoksa, yapılan tanımların dar anlamı İçinde kalırsak yanlış bir neticeye varırız.

d - Kendi tanımlarının sınırları içinde kalarak ayetlere yaklaşan bazı kimseler, ayetleri anlamada çaresizliğe düştükleri yerlerde bu çaresizliklerini gidermek için sürekli tevil yapmak zorunda kalmışlardır. Hatta bu çaresizlik yüzünden daha önce yapılan tanımlardan bile vazgeçme zorunluluğa doğmuştur.

Tıkanma giderilemeyince çözüm tanım değişikliğinde aranmıştır. Öyle ki kimi alimler „müteşabihayetler mensuh ayetlerdir“ diyecek kadar ileri gitmişlerdir. (Sanki Kur'an'da mensuh ayet varmış gibi). Bazıları da, kıyametin kopmasına dair ayetleri müteşabih saymışlardır. Oysa ki kıyametle ilgili ayetler hüküm bildiren ayetler değil gayibten haber veren ayetlerdir. ve biz de görmediğimiz ve nasıl olduğunu bilmediğimiz halde iman ederiz.
Bu tür ayetlerin müteşabih sayılması geleneksel tanıma göre anlam verilmesinin bir neticesidir,

e - Bilinmezi, bilinen şeylerle izah etmek, müteşabihin kapsamına girmektedir. Ve bu bilinmezin (kelimelerin yalın anlamları) anlamı peşine düşmeyin, bildirdiği şeye inanın o size yeter anlamına gelmektedir.

Ne var ki Al-i İmran 7 ayeti yanlış değerlendirilerek, kimileri bildirilen şeyden de uzak durmanın gereğine inanmaktadır.

Özetlersek; Yüce Allah, gücümüzün yetmediği ve bizim için bilinmez olanı anlatırken, anlamamızı sağlamak için, anlatımda kullandığı şeylerin (araçların) anlamını (ki müteşabih olan kısım burasıdır) bilmemizi değil, anlatılan şeyi(amacı) bilmemizi istemektedir.

Bunun böyle olduğunu Kur'an;

هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلَّا اللَّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُوْلُوا الْأَلْبَابِ (7)

"Sana bu kitabı indiren O'dur. Bunun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir ki, bu âyetler, kitabın anası (aslı) demektir. Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir. Kalblerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyflerine göre te'vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Halbuki onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez. İlimde uzman olanlar, `Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır` derler. Ancak akıl sahipleri düşünüp öğüt alır" (3 Al-i îmran 7) ayetîyle ortaya koymaktadır.

Örneğin;

"Allah 'in eli onların elleri üstündedir" ayetinde müteşabih olan kısım, 'Allah'ın eli nitelemesidir. Çünkü Allah'ın eli, burada, bizim somut olarak algıladığımız el değildir. Ya nedir ? işte bu sorunun peşine düşmek hastalıktır. Çünkü bizim için Allah'ın elinin nasıl olduğunu bilmek gerekli birşey değildir. El bizim için müteşabihe girmekte ve bir araçtır. Asıl amaç bu deyimle (müteşabihle) bize anlatılmak istenen şeydir. Allah bu anlatımla, müminlerin gücüne güç katacağını ifade etmektedir. Bunu görmezlikten gelerek el nasıldır? Bizim elimiz gibi ellerden mi söz edilmektedir? Allah'ın eli mi var? gibi anlamsız soruların cevabını aramak hiçbir şeyi çözmez ve gereksizdir,

f - Kur'an kapsadığı herşeyin bir hikmet ve amaca yönelik olduğunu bildirmektedir. Bu gerçekten şu sonucu çıkarmaktayız; Kur'an'da bizim için gereksiz olan hiçbirşey yoktur. İnsan bilgisini ve gücünü aşıyor olduğu için müteşabihatı değerlendirmeye almamak, Kur'an'ın bîr kısmını işlevsiz kılmak olur.

g - Müteşabihat konusunda ortak bir sonuca varabilmek mevcut anlayışı düzeltmekle ve bu konuya, verilen önemin, verilmesi gerekenden çok fazla olduğunun kavranılmasiyla mümkündür.

Tutarsız ve dayanağı olmayan söylemlerle konuya izah getirmeye çalışmanın şimdiye dek bir yararı olmadığı gibi bundan böyle de olması sözkonusu olamaz. Söylenenlerin çoğu, daha önce söylenenlerin aktarılması veya tekrarı oluşu, başlangıçdaki yanlış anlayışın günümüze dek sürmesine ve bundan sonra da süreceğine neden olacağa benzemektedir,

Sonuç olarak:

Kur'an'ın muhkem ve müteşabih ayetlerden oluşan iki gruba ayrıldığını (Al-i îmran-7) ayetinde gördük. Anlaşmazlık Kur'anın müteşabih ayetleri üzerinde yoğunlaşmış ve bu konuda biri diğerini geçersiz sayacak birbirinden farklı tanımlar konunun anlaşılmasına katkıda bulunmamış, daha da anlaşılmaz kılmıştır.

Bu bakımdan önceki kabullerin ortaya koyduğu sonucun, konuya yeterince açıklık getirmediği ortadadır. Varılan sonuçla, Kur'an'ın bir bölümü (müteşabih olanı) anlaşılamaz kabul edilip işlevsiz kılınmıştır. Oysa ki Kur'an, bizim için gereksiz ve anlaşılmaz bilgilerin içinde bulunduğu bir kitap değildir, ö halde bu anlayış temelde Kur'an'la çelişmektedir.

Bu bakımdan müteşabihatta bizim üzerinde durmamız gereken kısım, kelimelerin tek tek anlamının verilmesi yoluyla anlaşılmasını sağlamak değil, müteşabih (aracı) kelimelerle anlatılmak istenen şey neyse (amacı) onu kavramaya çalışmaktır. Evet müteşabihat bir anlatım tekniğidir. Anlatan (yani konuyu anlatırken kullanılan kelimeler) müteşabih olabilir, bu anlatılanı anlamamıza engel değildir.

Yani, anlatan (tanımlayan) ve anlatılan (tanımlanan) vardır, Anlatan(tanımlayan) müteşabîhse de anlatılan(tanımlanan) muhkemdir. Anlatanın müteşabih oluşu, anlatılanın anlaşılmasına engeî değildir. Bizim bilmediğimiz, görmediğiniz, anlayamadığımız şeylerin bizini bildiğimiz, gördüğümüz ve anladığımız şeylerle anlatılması, bizim o şeyleri görüyor, ve anlıyor gibi anlamamızı sağlar.

Ve bu anlatım tekniğini Kuran, müteşabih olarak nitelemektedir. Müteşabihlik Kur'an'ı anlamada ve ona göre yaşamada bir engel değildir, bir gerekliliktir. Yoksa birçok şeyi kavramamız asla mümkün olmayacaktır
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt