TEFSİRDE İSRÂILİYYAT (HİCRÎ 6. ASRIN BAŞINA KADAR KARIŞTIRILANLAR)

KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
TEFSİRDE İSRÂILİYYAT (HİCRÎ 6. ASRIN BAŞINA KADAR) 1


DOC.DR.ABDULLAH AYDEMİR (Rahimehullah)


Önsöz. 1

Gîrîş. 4

A- KUR'ÂN-I KERİM’İN DİĞER MUKADDES KİTAPLAR ARASINDAKİ YERİ 4
B- ÎSRÂİLİYYAT NEDÎR.. 6
1- İsraîlîyyatın Manâsı: 6
2- İSRÂÎLİYYATIN KISIMLARI: 6
a- Sened Ve Metin Bakımından Sahîh Ve Sağlam Olan İsrâîliyyat: 6
b- Sened Veya Metin Bakımından Zayıf Olan İsrâîliyyat: 7
İSLÂM'A UYUP UYMAMASI BAKIMINDAN ÎSRÂİLİYYAT. 7
1 — İSLÂM'A UYGUN OLAN ÎSRÂÎLÎYYAT: 7
2 — ÎSLÂM'A ZIT OLAN ÎSRÂÎLÎYYAT: 9
3 — TASDİK VEYA TEKZÎB EDİLEMEYEN İSRAÎLIYYAT (Meskutuncanh) 10
C- İSRAÎLİYYAT BİVÂYET ETMENİN HÜKMÜ.. 11
1- İSRÂÎLÎYYAT'IN NAKLÎNl YASAK EDEN HADÎSLER.. 11
2 — ÎSRÂÎLÎYYATIN NAKLÎNÎ TECVİZ EDEN HABERLER.. 13
3 — BAZI ÖZEL DURUMLAR.. 15
Ç — TARİHTE ARAB ve EHLİ KİTAB MÜNÂSEBETLERİ 18
1 — ARAB-YAHUDİ MÜNÂSEBETLERİ: 18
2 — TARİHTE ARAB-HRİSTtYAN MÜNÂSEBETIERİ: 21
D — ÎSRAÎUYYATIN İSLAM KÜLTÜRÜYLE KAKIŞMASI VE TEFSİRLERE GEÇÎŞt 22
1 — UMUMÎ OLARAK: 22
2 •— ÎSRÂÎLİYYATIN SİRAYETİNİ KOLAYLAŞTIRAN MÜHÎM BAZI FAKTÖRLER.. 23
E — İSRÂÎLİYYATI RÎVÂYET EDENLERDEN BAZILARI 26
1 — SAHABEDEN OLANLAR: 26
2 — TABİÎLERDEN OLANLAR.. 31
F — KUR'ÂNDAKÎ KISSALARDAN MAKSAD NEDİR?. 35

TEFSİRDE İSRÂILİYYAT (HİCRÎ 6. ASRIN BAŞINA KADAR)


Önsöz

Mîlâdî yedinci asrın birinci çeyreğinde Mekke'de doğan İslâm güneşi müzminlere yepyeni bir rûh ve aşk zerketti. Bu aşkla her tehlikeyi fütursuzca göğüsleyen bu yeni îmânın sahipleri az zamanda o günün eğilmez zannedilen nice başlarını eğdiler ve îran ile Bizans gibi iki büyük imparatorluğa kendilerini kabul ettirdiler. Sulh zamanında, insanlık, fazilet ve feragat dolu ilk müslümanlar îmân nurundan mahrum ve karanlıkta kalmış ülkelere bu îmânın ışığını, aydınlığını götürmek için gaza ruhuyla doluydular.


Meydâna atıldığı zaman Allah yolunda, vatan ve dîn uğrunda şehâdetten daha büyük mertebe tanımayan bu inanmışlar ordusu, dünyanın önemli bir bölümünü kısa zamanda hükümleri altına aldılar, islâm'a karşı olan gruplar, bütün kuvvet ve kudretlerinin bu yeni dîn önünde kırıldığını esef ve korkuyla müşahede ettiler ve kuvvetle karşı koyamıyacaklannı anladıktan sonra, hîle ve desise yoluna sapmaktan başka çıkar yol göremediler.


İslâm'a düşmanlıkta en ileri gidenler yahûdîlerdi. Çünkü onlar kendi kuruntularına göre Allah'ın seçkin bir kavmidirler. Kendilerinden başka kimselere bir fazilet tanımamakta ve yine kendi peygamberleri .dışında kalan diğer Allah elçilerini peygamber olarak kabul etmemektedirler. Bazı Ruhban ve ahbâr'lan - özellikle mağlup duruma düştükten sonra - arzularına kavuşmak yolunda hileden başka çıkar yol bulamadılar. Bunlar zahiren müslüman görünüp dîn ve itikadlarını içlerinde gizlediler. (Taqiyyecilik)

İslâm'ın çok erken bir devrinde ortaya çıkıp bir derviş kılığına giren ve gittiği her yerde ektiği fitne ve fesat tohumlarıyla müslünıanları birbirine katan ve nihayet Hz. Osman'ın şehâdetine vesile olarak, İslâm camiasında barışmaz grupların doğmasına âmil olan Abdullah İbn Sebe' bunların piridir.

Bu sinsi düşman grupların gayretiyle îslâm'a yabancı olan baza şeyler zamanla müslümanlar arasında yayıldı ve bunlardan tefsirlere girme fırsatı bulanlar bile oldu.

İslâmiyet daha Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hayatında- geniş bir sahaya yayılmıştı, ilk dört halîfe devrinde ise Arap yarımadası dışındaki bir çok ülke fethedildi ve müslümanlar muhtelif din ve inanışlara mensup kavimlerle karıştılar. Bunlarla bir arada yaşama mecburiyyeti yeni mes'eleler doğurdu.

Devamlı ittisal, tabiatiyle bu kavimlere ait bazı görüş ve fikirlerin müslümanlar arasında yayılmasına vesile oldu. Bu yayılmada, bilhassa kendi dinlerini terke-dip İslâm'a girenlerin rolü çok büyüktür. Bunlar islâm akaidini kabul etmekle beraber, eski inanç ve fikirlerinden tamamiyle tecerrüd edemiyorlardı. Bu sebeple islâm'ı kabul eden kimseler, herhangi bir kasıtları olmaksızın eski dînî alışkanlıklarım ve bir takım hurafeleri yeni girdikleri dîne ve bunun mensuplarına aktarıyorlardı.

Bunlar dışında —biraz önce bahis konusu ettiğimiz yahûdîler-den ayrı olarak— sayıları az da olsa bazı kimseler İslâm'a girmekle beraber içlerinde daha başka gayeler besliyorlardı:

Ya elde edecekleri rütbeleri veya sahip olacakları bol serveti düşünüyorlar, yahut da kendi dinlerine son veren Islâmiyyeti ve müslümanları içten vurma çâreleri arıyorlardı. Bu gaye ile düşmanlıklarını içlerinde gizleyerek ve müslüman görünerek, müslümanlara tesir etmeğe, hîle ve desîselerle İslâm'ı yıkmaya çalıştılar. Bunlar tarafından getirilen az da olsa bir takım görüş ve fikirler, zamanla müslümanlar arasında yayıldı ve tefsirlere girme fırsatı buldu.

Burada, yahûdîler başta olmak üzere hıristiyanlarm ve diğer din mensuplarının ortaya attıkları çeşitli fikirlerle bazı kelâm mezheplerine tesir ettiklerini, bir ölçüde onların doğmasına, gelişip kuvvetlenmesine vesile olduklarını, onlan fikren beslediklerini ve böylece de yabancı olan fikirlerin İslâm'a girdiğini hatırlayalım.

Hicret'ten sonra Medine'de ve diğer îslâmî mıntıkalarda müslümanlar Ehl-i Kitâb olarak adlandırılan yahûdî ve hıristiyanlarla geniş çapta temasa geldiler. Hz. Peygamberin risâletine kadar mensup oldukları din ve mukaddes kitaplarıyla mağrur olan bu gayr-i müslimler, ümmî olan ve o zamana kadar kendileri gibi şerefli menkıbe ve geçmişe sahip olmayan araplar üzerinde büyük bir otorite kurdular. Ticarete ve mühim bazı sınâ'î kollara da hakim olan bu zümreler araplan hudutsuz bir aşağılık duygusuna ittiler.

Önemine binâen Medine yahûdîlerinden bir iki cümle ile söz etmek yerinde olur: Zekî ve çalışkan olan Medine yahûdîleri buraya ilk gelişlerinden itibaren bütün şehirde çabucak iktisadî hayata hakim oldular. Bütün dünyada küçük gruplar halinde yaşayan bu kavmin kendi aralarında yardımlaşması ticarette muvaffak olmalarına yardım etti. Zenginleştiler, borç para verdiler, faizcilik yaptılar ve yavaş yavaş başkalarının mülklerini de ele geçirdiler. Araplar üzerinde tam bir hakimiyyet kurdular.

Hz. Peygamber Medine'ye intikal ettikten sonra Tevrat'a inananlarla yeni îmanın sahipleri olan müslümanlar sıkı bir işbirliğine girdiler. Bir şehirde yaşayan iki ayrı din erbabı ne gibi kaynaşma içine girerlerse durum öyle oldu. Münâsebetler dînî ve siyâsî açıdan bazan dostâne, bazan da hasmâne bir hava içinde gelişti. Hz. Peygamber onlara en yüksek insanî muameleyi gösterdi. Hz. Peygamberin sâdık arkadaşları sahabenin, O'nu taklîd etmeleri ise tabî'î idi. Nazil olan Kur'ân âyetleri çeşitli vesilelerle onlara okundu, anlatıldı. Kur'ân, Tevrat ve İncil'in bazı olayların özünde müştereklik ar-zetmeleri sebebiyle karşılıklı dînî kültür ahş-verişi başladı. Malûm olduğu üzere Kur'ân-ı Kerîm, müteaddit âyetlerinde Tevrat ve İn-cîl gibi kitapların tebdil ve tahrif edildiğini açıkça bildirir.

Bu sebepten Ötürü mü'minlerin —doğruluğu Kur'ân veya hadîsçe tasdik edilmediği müddetçe— onların dînî kültürüne asla ihtiyaçları yoktur. Dînî konularda saplan olan bu iki cemaatin müslümanları doğruya ulaştırmaları hiç bir halde söz konusu olamaz. Bu sebeple Hz. Peygamber, Ehl-i Kitâb'a bir şey sorulmamasını; onlarca anlatılanlarında tâsdîk veya tekzibini men etmiştir. Sahabenin aynı konuyla ilgili dikkate şayan beyanları olmuştur.

Buna rağmen, yukarıda bahis konusu ettiğimiz hasım grupların gayret ve çalışmalarından ayrı olarak —mühtedî olsun veya olmasınlar— Ehl-i Kitâb'ca anlatılanlar yavaş yavaş müslümanlar arasında yayıldı, dilden dile dolaşır oldu. Kur'ân'in yaratılış peygamberler ve geçmiş milletlerle ilgili mücmel hususlarım tefsir etmek için bîr gayret başladı. Kur'ân'm kısaca —belki bir âyet veya bir cümle ve hatta îmaen— temas ettiği hususlar, Tevrat ve încîl'de bulunan veya bunlara inanan çevrelerde şifahî olarak yaşayan mufassal bilgiler ve hurafelerle aydınlatılmaya çalışıldı.

Bu arada, kassasların (cami ve benzeri yerlerde halka hikâye anlatan kişiler) oynadığı rol de küçümsenemez: Kur'ân müfessiri olarak ortaya çıkan bu kişiler —nereden olursa, olsun— buldukları malûmata hayalhanelerinden çok şeyler ilâve ettiler. Kur'ân'ın beyânları ve hadîslerle yetinmediler. Küçük çapta da olsa sahabe asrın da îsrâîliyyat muhtelif yollarla İslâmî çevrelere girdi. Bu rivayetler tabi'îler devrinde daha da arttı. Tebe'u't-tabi'în zamanında en geniş hudutlarına ulaştı.

Kur'ân'ın mücmellerini, kısa ve kapalı yerlerini vuzuha kavuşturmak iğin daha evvel başlayan hırslı gayret hareketlendi ve Ehl-i Kitâb'dan geniş çapta nakiller yapıldı. Halkın îs-râîlî kıssalara tepki göstermemesi, her söylenenin doğru farzedilmesi ve hattâ teşvîk görmesi bu işi kamçıladı.
Tedvin devrine kadar senedli bir tarzda rivayet edilen bu haberler kolayca kitaplara aktarıldı; senedlerin Ebu Hüreyre, ibn Abbas, Abdullah İnb Amr, Abdullah îbn Selâm v.s. gibi mümtaz ve islâmî muhitlerde büyük hürmete mazhar olan şahıslara müntehi olması kabulün en büyük şartı telâkki edildi; bu isimlerin de istismar edilebileceği hususu çoklarınca hesaba katılmadı.

Taberîden itibaren yetişen bazı müfessirler, kendilerinden önce tedvin edilmiş eserlerde ne buldularsa aynen benimsedüer. Bir kaç isim istisna edilirse1 müfessirler, israîliyyattan olan merviyyatm kaynağını araştırmadılar. İslâm'a uygun olup-olmaması üzerinde durmadılar. îs-lâm'a yüzde yüz zıt olanlar bile bazı tefsirlerde yer aldı. Asırlar boyunca islâm âleminde yetişen birçok din bilgini, (vaiz, hatîb müderris, mürşid v.s.) veya kendilerini irşada memur görenlerin büyük bir ekseriyyeti tefsirlerde buldukları isrâîliyyatı cemaat ve talebelerine, meclislerinin müdavimlerine göz yaşları içinde ve büyük bir aşkla anlattılar. Dinleyiciler bunlarla coşturuldu, ağlatıldı.

Efsanevî şeyler dinlemeye alıştırılan cemaatler ciddî şeyleri dinlemez oldular. Bu hal bir ölçüde mü'minleri ciddî şeylerden ve sahîh sened-lerle bize ulaşan Hz. Peygamberin hadîslerinden alıkoydu. Dînin ikinci kaynağı durumunda olan Sünnet bazı kimseler yanında âdeta metruk hâle geldi. Kur'ân'dan alınması gereken ibret dersleri bir kenara itildi. Bunlar düşünülmez oldu. Böylece bazı hakikatler efsane ve isrâîliyyat içinde boğuldu. [1]

Ebussu'ûd Efendi'nin tefsiri üzerinde daha Önce yapmış olduğum çalışma münâsebetiyle, İslâm âleminin tefsir vadisinde ün yapmış sımalarının eserleriyle ilgilenme fırsatı bulmuştum. Bu eserlerde gördüğüm ve hayretimi mucip olan Isrâîlî rivayetler üzerinde fırsat zuhurunda bir çalışma yapmayı düşünmüştüm. Elinizdeki çalışma bu düşüncenin mahsûlüdür.

Bu konunun seçilmesine mühim bir âmil de, türkçemizde bu yolda hiç bir eserin mevcut olmayışıdır. Konu, islâm dünyasında da müstakil eserlere mevzu olmamış sayılır. Muhammed Hüseyn ez-Zehebî, "et-Tefsîr ve Müfessirûn" adlı üç ciltlik eserinin[2] birinci cildinde israîliyyattan ve bu konuda isim yapmış kişilerden bahsetmiştir (s. 165-201). Müellif ayrıca eserinde bahis konusu etttği müfessirler için şöyle bir başlık açmıştır: Bu başlık altında müfessirin isrâîliyyat konusundaki tutumundan bir veya İki sayfalık bilgi ve misâller vererek bahsetmiştir.

Bt-Tefsîr ve'1-Müfessirûn'daki bu bilgiler müellif tarafından biraz daha genişletilerek, "el-lsrâîliyyat fi't-Tefsîr ve-Hadîs" adı altında daha sonra müstakil bir kitap hâlinde neşredilmiştir[3]. Müellif bir cep kitabı eb'adındaki bu eserinde altı müfessir üzerinde durmuş ve bunların tefsîrlerindeki israîliyyattan örnekler vermiştir[4].

Bu çalışmanın ikmaline bir ay kala arapça ikinci bir esere muttali' oldum. Remzi Na'nâ'a tarafından hazırlanan bu eser Ezher Üniversitesinin Usûlü'd-Dîn fakültesinde tefsir ve hadîs'ten doktora çalışması olarak yapılmış[5].

Eser her yönüyle, Muhammed Hüseyn ez-Zehebî'nin yukarıda isimlerini verdiğimiz iki eserinin stil ve muhtevasına uygun biçimde. Zaten tezin iki idarecisinden biri de M.H. ez-Zehebî, R. Na'nâ'a eserinde on beş müfessirden ve eserlerinden bahsetmiş[6]; bunlardaki israîliyyattan Örnekler vermiştir.

Tefsirdeki israiliyyata ayrılan kısım eserin umûmî hacminin üçte biri kadardır 18 sahîfe). Hz. Âdem, Nuh, İbrahim, Süleyman, Dâvûd v.s. gibi ygamberler veya diğer konulara ait bir örnek hemen her eser inâsebetiyle tekerrür etmiştir. İsrâüiyyatın- ta'rîfi ve buna bağlı suslarla "hadîs'te isrâîliyyat" eserin mühim bir kısmını teşkil edi-■ (213 sahîfe).

Bunlar dışında isrâîliyyatla doğrudan veya dolayısıyla ilgili baş-herhangi bir çahşmaya muttali' olamadım. Bu da konuyu tercinindiğerbirsebebidir. .


Bu Çalışmada Ne Yaptım?


ilk önce "Tefsirde İsrâîliyyat" olarak tesbît tiğim konunun sonradan, islâm dünyasında üzerinde en çok çalışanın yapıldığı sahalardan biri de tefsir olduğu için hicrî 6. asrın
ına kadar sınırlanması mecburiyyeti doğdu. Çalışma, bir

"Giriş"dört ana bölümde toplandı:


Bîrîncî Bölüm: Yaratılışla îlgüi Haberlerdeki isrâîliyyat;

Îkincî Bölüm: Ümem-i Sâlifeyle (Geçmiş ümmet veya milletler) ilgili Haberlerdeki îsrâîliyyat;


Üçüncü Bölüm: Peygamberlerle ilgili Haberlerdeki îsrâîliyyat-

Dördüncü Bölüm: Âhiret ve Diğer Müteferrik Konulara Ait Haberlerdeki îsrâîliyyat.


Hicrî 6. asrın başına kadar te'lîf edilen, bütün basma ve yazma Esirlerden görme fırsatı bulduklarım, çalışmanın ana eserleri oldu,ender hallerde ve daha ziyâde haberlerin tenkidi konusunda müteakip sırlardaki tefsirlere baş vurdum. Konunun muhtevası îcabı tarih, ıbakât, hadîs ve usûlü, kasas, siyer ve megâzîye ait eserler —yazı-asırlarına bakılmaksızın— müracaat eserleri içine girdi.

Bilhassa üç bölümde isrâîliyyat nâmına ne varsa hepsini tesbîte çalıştım; istedim ki, bir kimse Hz. Âdem'le ilgili olarak, yaratılmasından vefâtına kadar ne kadar isrâîliyyat varsa hepsini bir arada görsün, bu, çalışmanın çok yorucu taraflarından biri oldu. Ama bundan yılmadım. .


Tefsirlerimize isrâîliyyatın ne Ölçüde girdiğinin bir şahidi olmak üzere, Ashâb-ı Kehf, Tâlût ve Câlût, Hârût ve Mârût gibi konularda biraz fazlaca rivayet kaydettim. Yeri geldikçe, Kitab-ı Mu-kaddes'ten tefsirlere nelerin ne miktar geçtiğini göstermek için Tevrat'tan metinler naklettim.


Haberlerin tenkîdi uzun olduğu takdirde "Rivayetlerin Tahlili" şeklinde bir başlık açtım, tsrâîliyyat denen şeylerin tamamını Tevrat ve incil'de bulmak mümkün değildir. Olanlarına atıflar yaparak gösterdim. Olmayanlarını diğer islâmî eserlere istinaden tesbît ettim.


îsrâîliyyat olarak tesbît edilen haberler, hemen her konuda akıl, manbk, tarih, coğrafya, islâmî inanç ve amel v.s. bakımlardan tahlî-le tabî tutulabilirdi. Bu takdirde söylenenler çok kerrre hep aynı olacağı için sıkıcı ve tatsız olurdu. Bu düşünceyle —ender haller hâriç— bundan vazgeçtim.


Bir insanın her şeyi bilmesi imkânsızdır. Keza bir müfessirin de her şeyi bilmesi mümkin değildir ve yanılmak, hata etmek insanın mayasında vardır. Şayet bir müfessirin eserinde isrâîliyyat'tan bazı örnekler varsa bile bu, onun eserinin kıymetini külliyyen bertaraf edemez. O eser terkedilmez, yakılmaz. Piyasadan kaldırılmaz. Onda istifâde edilecek namütenahi hususlar olabilir. Benim içlerinde isrâîliyyat tesbît ettiğim tefsirlere karşı kanaatim budur. Bunu arz ve ifâde etmek benim için bir vecîbe durumundadır.

Bu çalışmayı yönetme lütuf ve nezâketini gösteren muhterem Doç. Dr. Cerrahoğlu Beyefendiye; her hususta yardımlarını seferber-eden muhterem Prof. M. Tayyib Okiç, Doç. Dr. Tal'at Koçyiğit ve Doç. Dr. Mehmet Said Hatiboğlu beyefendilere; kitap ve mikrofilm temini hususunda samimi desteklerine mazhar olduğum dost ve arkadaşlarıma, eserin daktilosunda büyük emeği geçen öğrecim Süleyman Kara-ca'ya şükranlarımı sunarım.

Hakk kendilerinden razı olsun

Erzurum, 1974[7]

KAYNAK;

[1] Başlıcaları: el-Muharraru'1-Vecîz sahibi İbntt Atıyye (ö. 54Ş/1U8) el-■ Bahru'l-Mulıît Sahibi EbÛ Hayyan (ö. 745 H) ve Tefsıru'1-Kur ânı I-Azim sahibi Ibnü Kesîr (ö. 774 H.). v.b.

[2] Kahire, 1961/1381.

[3] Kahire, 1971/1391 (Mecme'u'l-Bühûsi'l-tslâmiyye'nin 3. yılına ait 37. kitap), öyle anlaşılıyor ki bu kitap daha evvel de neşredilmiştir ve 1971/1391 tarihi kitabın ikinci baskısına aittir.

[4] Taberi, Sa’lebi, İbnü Kesir, Hâzin, Alûsi ve Menar tefsırleri. Bunlara ayrılan sahıfenin tamamı (115)’tir.

[5] El-îsrâîliyyat ve Eseruhâ fî Kütübi't-Tefsîr, Dımesk, 1970/1390.

[6] Mukatil, Taberî, Sa'lebî, Begavî, tbnü 'Atıyye, Zemahşerî, Razî, Kurtubî, Nesefî, Hazin, Ibnü Kesîr, SÜyûtî, Şerbînî, 'Âlûsî ve Menâr tefsirleri.

[7] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, Diyanet İşleri Başkanlığı: XIII-XIX.
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
A- KUR'ÂN-I KERİM’İN DİĞER MUKADDES KİTAPLAR

ARASINDAKİ YERİ


İslâm inancına göre ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem'den itibaren, Allah yolunun da'vetçileri olan peygamberler, insanlığı tek bir istikamete sevk için gayret göstermişlerdir: Allah'a îman ve kulluk. Bu, bütün ilâhî dinlerde müşterek olan bir hususiyettir. Bu müşterek gaye Kur'ân'da "islâm" kelimesiyle ifâde edilmiştir. Her peygamber ümmetine ve yakınlarına bu yolu öğütlemiştir. Hz. Nûh (a.s.) kavmine şöyle söylemiştir:
... Ben müslümanlardan olmakla emrolundum[8]". Hz. Ya'kûb oğullarına şu öğüdü vermiştir;

"Ey oğullarım, Allah sizin için (İslâm) dînini beğenip seçti. O halde siz de (başka değil) ancak müslümanlar olarak can verin"[9]. Babalarının bu öğüdüne oğulları şu karşılığı verdiler:
"... Senin ma'bûduna ve babaların İbrahim'in, İsmail'in, îshak'ın bir tek ma'bûd olan Allah'ına ibâdet edeceğiz. Biz, O'na teslim olmuşuzdur"[10]. Hz. Mûsâ da milletine şöyle demişti:

"Ey kavmim, eğer siz (gerçekten) Allah'a îman ettiyseniz, O'na (samîmiyyetle) teslim olmuş müslümanlar iseniz, artık ancak O'na güvenip dayanın"[11].

Hz. İsa'nın has arkadaşları havariler kendisine şöyle hitap ettiler:

"Allah'a inandık. (Ky 'îsâ!) şahid ol ki biz, muhakkak müsîü-man (kişiler)'iz[12].

Bunlar —ve me'allerini yazmaktan sarf-ı nazar ettiğimiz diğer âyetler— gösteriyor ki, peygamberlerin yolu birdir, özde müşterektir. Yalnız dinlerin ibâdet tarz ve şekilleri, hukukî ta'lîmatları farklıdır. Buna da Kur'ân'ın bir âyetinde işaret edilmiştir;

"(Ey Musa'nın, 'isa'nın ve Muhammed'in ümmetleri!) sizden her biriniz için bir şerî'at, bir yol ta'yîn ettik. Eğer Allah dileseydi (topunuzu bir şerî'ate tabî) tek bir ümmet yapardı"[13].

Sayıları yüzlere ulaşan Allah elçileri Âdem (a.s.)'den itibaren kendi milletlerine dâima "îslâm" üzere olmayı ve gayet zamanına ulaşırlarsa, âhir zamanda gelecek olan Hz. Muhammed'in dînine uymayı emretmişlerdir[14]. Bunun bir neticesi olarak —bir âyette ifâde edildiği gibi— Kur'an'ı dinleyen bazı yahûdî ve hıristiyan-lar derhal müalüman olmuşlardır: "Bundan evvel kendilerine kitap verdiğimiz (nice kimseler vardır ki) onlar buna (Kur'an'a) inanıyorlar. Kendilerine (Kur'an) okunduğu zaman: Buna inandık. Şüphesiz ki bu, Rabbimizden gelen bir haktır, dediler".[15]

Kur'an'ı Kerim dışında kalan ilâhî kitaplardan Tevrat ve İncil'den başka hiç biri zamanımıza kadar gelmemiştir. Hepsi tarihin nisyan sahîfeleri içine gömülüp gitmiştir. Bugün elde bulunan ve ilâhî kitap diye vasfedilen Tevrat, Hz. Musa'ya gelen Tevrat'ın aynı değildir. Hz. Musa'dan çok sonra yazılmış, muhtelif müelliflere ait parçalardan meydâna gelmiş anonim bir eserdir. İncil de böyledir. Yalnız biz mü'minler, Hz. Musa'ya Cenabı Hak tarafından "Tevrat" isimli bir kitabın indirildiğine şeksiz inanırız. Bu hususta şüphe etmek mü'minlerin akıllarının kenarından bile geçmez. Hz. Musa'ya indirilen Tevrat bozulmuş, tahrif edilmiş ve fanîlerin elinde bir oyuncağa dönmüştür. Ama bugün elde mevcut Tevrat'-da Hz. Musa'ya gelen vahiylerden hiç bozulmayan kısımlar da olabilir.

Biz bunun miktarım ve hangileri olduğunu bilemeyiz.

Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm, kendinden önce indirilmiş olan ilâhî kitapları tasdik eden bir mu'cizedir. Onların gerçek hüviyetlerini ortaya koyar; tahrif edildiklerine beyân eder:

"îşte bir kitap ki onu —bir feyz kaynağı ve elleri arasındaki (Tevrat ve încîl'i) tasdik edici (ve doğrultucu) olarak... indirdik"[16].

"(Rasulum) de ki: Kim Cebrail'e düşman olursa (kahrından gebersin). Çünkü kendinden evvelki kitapları tasdîk edici (ve doğrultucu) ve mü'minler için ayn-ı hidâyet ve müjde olan Kur'an'ı Allah'ın izni ile sana o indirmiştir"[17].


Netîce olarak söyliyeceğimiz şudur ki; bugün. yeryüzünde mevcut, ilâhî ve el değmemiş tek eser Kur'ân-ı Kerîm'dir. Ondan başkasma güvenilemez ve itimâd edilemez. Kur'an dışında kalan diğer ilâhî kitapların bozulduğuna-muhteviyatlarmdaki tenakuzları ve birbirini tutmayan hususları[18] bahis konusu etmeden-bir iki âyetle işaret edelim:

"Yahûdî olanlardan kimi kelimeleri (Allah tarafından) konuldukları yerlerinden (kaldırıp) değiştirirler"[19]...

"(Yahudiler de) Allah'ın kadrini, O'na lâyık olacak bir surette, hakkıyla takdir etmediler. Çünkü, "Allah hiç bir beşere, hiç bir şey indirmedi" dediler söyle (onlara) ki: "Musa'nın insanlara bir nûr ve hidâyet olmak üzere getirdiği ve sizin de, parça parça kâğıtlar hâline koyup (işinize geleni gösterip) açıkladığınız, (fakat) çoğunu gizlediğiniz o kitabı kim indirdi? Sizin de, atalarınızın da bilmediğiniz şeyler Kur'ân'da size öğretilmiştir[20].

Kur'ân-ı Kerîm'in Tevrat ve incil'in muharref oluşlarına işaret eden bu âyetleri dışında, aynı konuya dâir Hz. Peygamberin de mühim açıklamaları vardır. Çok eski devirlerden beri hem şark ve hem de garpta bu konu müstakil eserler veya bölümler içinde ele alınmış ve incelenmiştir[21].

Kur'ân'a tekaddüm eden ilâhî kitapların "ilahî hüviyetlerini" gördükten sonra bir iki cümle üe de Kur'ân-ı Kerîm'den bahsedelim:

Kur'ân-ı Kerîm, nazil olduğu şeküde muhafaza edilen, asla bir harfine bile halel gelmemiş biricik ilâhî eserdir. Zaten Kur'an-ı Kerim bizzat Allah'ın garantisindedir:

**... O, cidden sarp bir kitaptır ki, ne önünden, ne ardından O'na hiçbir bâtıl (yanaşıp) gelemez. (O), bütün kâinatın hamdettiği, O yegâne hüküm ve hikmet sahibi Allah'tan indirilmedir"[22].


"Kur'ân'ı biz indirdik, biz. O'nun koruyucusu da, şüphesiz ki biziz".[23]

Asırlardan beri hem sark ve hem de garp âleminde, Kur'ân'ın tanramiyeti aleyhine ortaya atılan iddialar asla isbat edilememiştir. Zaman zaman şîi'lere isnâd edilmek istenen bazı iddialar, bizzat şî'aya mensup âlimlerce reddedilmiştir, Şî'îlerden en mühim bir fırka olan ''İmamiyye" nin bu husustaki inanışlarını Ebû Ca'fer el-Kummî hulâsa ederek, şimdiki Mushaf'ın iki Kapagı arasında bulunan metinden başka tek bir sözün mevcut olmadığım ve Kur'ân'dan bazı şeylerin çıkarıldığı yolundaki iddiaları şî'îlere isnâd edenlerin yalancı olduklarını söylemektedir[24].


Şî'îlerin en mühim tefsirlerinden olan "Tefsîr-i Safî" de Molla Muhsin şöyle der: "İçimizden bazı kimseler, Kur'ân'da tahrif ve noksanlıklar olduğunu söylüyorlar. Fakat dostlarımızın ve ek-seriyyetimizin itikadı buna muhaliftir. Çünkü Kur'ân Hz, Muham-med'in mu'cizesidir. Dînî ilimlerin menba'ıdır... Müslümanlar bu kitabı muhafaza için bütün gayretlerini sarfetmişler ve herhangi bir tahrife mani olmuşlardır.., Kur'ân elimizde bulunan şekliyle Hz. Peygamberin hayatında toplanmış ve tertip olunmuştur...".


Molla Muhsin, bu açıklamalardan sonra şî'î alimlerden bir çoğunun aynı me'âldeki beyanâtını nakletmektedir.

Bütün bu izahlar, Hz. Ebû Bekr devrinde toplanan Kur*an nüshasının, Hz. Peygambere vahyolunan, O'nun tarafından yazdırılan sahabe tarafından ezberlenen Kur'ân olduğunu gösterir. Bunda hiç bir sek ve şüphe yoktur[25].

Ayrıca, Dr. Teodor Nöldeke - Dr. Friedrich Schwally tarafından yazılan Kur'ân Tarihi isimli eser bu açıdan dikkatle okunmaya değer. F. Buhl, İslâm Ansiklopedisine yazdığı "Kur'ân" mad[26] desinin bilhassa Kur'ân'ın tamamiyyetiyle ilgili olan kısmında çok dikkate şâyân hususlar üzerinde durmuş ve âdeta madde sünnî görüşün zaferiyle neticelenmiştir.

Bütün bunlardan şu netîce çıkıyor ki, Kur'ân-ı Kerîm, bir harfi bile değişmeyen, vahyediidiği tarzda ilâhî hüviyetini koruyan bir kitaptır. Bu kitap, Tevrat ve încîl ve bunların dışında kalan diğer semavî kitapların asılları hakkında bize bilgi veren, onların yanlışlarını düzelten bir kitaptır. îhanç ve amel hususunda eski milletlerin ve ehl-i kitabın düştüğü hataları gösteren bir kitaptır[27] Tah-rîf edilmiş eski kitapların âdeta muhafızıdır:

"(Rasulum), sana da hak olarak kitabı (Kur'ân'ı) - kendinden evvelki kitapları tasdjtk edici ve ona karşı bir gâhid olmak üzere -gönderdik[28]....


Kur'ân'ın, belirtmeye çalıştığımız bu vasıflarını gayet özlü bir tarzda ortaya koyan bir hayli hadîs de vardır[29]. Bunlarla konuyu uzatmryacağız.

Yalnız şu kadarını söylemek gerekir ki Kur'ân-ı Kerîm, hiç bir hususta tahrif edilmiş, insan eli değmiş, ilâhî hüviyetinden uzaklaştırılmış olan Tevrat ve İncîl'e ve bunların şerhlerine muhtaç değildir. Hiç bir konuda —hangi cins konu olursa olsun— Tevrat ve încîl'e baş vurulamaz. Ne Kur'ân'ın izah ve tefsiri ve ne de diğer îs-lâmî ta'Iîmatın açıklanması sadedinde bu kitaplar müracaat kaynağı olamazlar. Bizzat Tevrat ve Incîl hakkında bile bilgi sahibi olmak için onlara gidilmez. Biz onlar hakkındaki en doğru bilgiyi de Kur'ân ve hadîslerden öğreniriz.

Kur'ân ve Sünnet'in bunlar hakkında doğru dedikleri doğrudur; eğri dedikleri eğridir. Bunun ötesinde bir yol tanımamak, müslümanlar için takip edilecek en doğru hareket tarzıdır. Bize bu konuda şâhid ve delîî olarak bu iki asıl (Kur'ân ve Sünnet) yeter[30].

İleride görüleceği gibi, bilhassa Kur'ân tefsiri hususunda elde mevcut ve mahfuz îslâmî rivayetlerle yetinilmediği; Tevrat'a, încîl'e ve bunların şerhlerine müracaat edildiği; yazılı veya şifahî olan Ehl-i Kitap bilgilerine başvurulduğu için kitaplarımız yer yer "isrâîliyyat" denilen menkûlâtin deryası hâline gelmiş, bu hurafeler arasında, îs-lâm'ın malı olan nice eşsiz güzellikler gölgelenmiştir[31].

Kaynaklar:

[8] Yunus, 10/73..
[9] Elbakara, 2/132.
[10] El-Bakara, 2/133.
[11] Yûnus, 10/84.
[12] Âlü İmran, 3/52.
[13] El-Mâide, 5/48.
[14] En-Nesâî, K. Isti'âze, bâb. 48; İbnü Kesîr, I. 542.
[15] El-Kasas, 28/52-53.
[16] El.En'âm, 6/92.

[17] El-Bakara, 2/97. Aynı mealdeki âyetler için bak. Fâtir, 35)31; el-Ahkaf, 46/30; eg-Şûra, 42/13? 'Âlü 'Imrân, 3/50; el-Mâide, 5/48.

[18] Buna ait misâller için bak. Rahmetıülah el-Hindî, Izharu'1-Hakk; Mirza Begîru'd-Dîn Mahraud Ahmed, K. Kerîmin Tetkikine Girig, s. 26 v.d.

[19] En-Nisâ, 4/46.

[20] El-En'âm, 6/91. Aynı me'âldeki diğer âyetler için bak. el-Mâide 5/13, 41; İbnü Kesîr, II. 572 v.d.

[21] Bu konu için bak. Tefsîru'l-Men&r, II, 473; îbnü Kesîr, H. 62; tbnü Hazm, El-Fasl (ilgili bölüm); Ibnü Teymiyye, el-Cev&bü's-Sahîn (ilgili bölüm); Ibnü Kayyim el-Cevziyye, Iğasetü'l-Lehfan (ilgili bölüm); Du-ha'1-lslâm, I. 327-30; Rahmetullah el-Hindî, Izharu'1-Hakk, s. 352-4,70; M. B. Mahmud Ahmed, K. Kerîmin Tetkikine Giriş, s. 7 v.d.; İslâm An-siklopedisi, Tevrat mad,; R. Na'na'a, el-tsraSHyyat. s. 31-70; islâm Pey-, gâmberi, I. 401-402,

[22] Fussılet, 41/41-42.

[23] El-Hıcr, 15/&

[24] Ömer Rıza, Asr-ı Se'adet, îst. 1928/1347, VI. 134-85.

[25] Ömer Rıza, Asr-ı Se'âdet, 1928/1347, VI. 134-35.

[26] Bu eser Muammer Sencer tarafından türkçeye çevrilmiştir, ilke Yayınevi, îst. 1970.

[27] 'Alü' Irman, 3/93.

[28] El-Mâide, 5/48.

[29] Ibnü Kesîr, Fedailü'l-Kur'ân, a. 434 v.d. (tefsirinin zeyli).

[30] Bak. M.H. ez-Zehebt, el-tsrâîliyyat, s. 17-18.

[31] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, Diyanet İşleri Başkanlığı: 1-6.
 

Benzer konular

Üst