Tekfir Ve Bazı Itikadi Meseleler

S Çevrimdışı

Sadat-ı Kiram

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bidatçıların kusurlarından biri birbirlerine kâfir demeleridir. Ehl-i Sünnet vel-Cemaat'ın güzel taraflarından biri ise, hata edince birbirine kâfir demiyorlar. Evet, her kim, Allah yaratıkları yaratma dan önce bilmiyordu, derse o kimse kâfirdir. Yine Allah Teâlâ'nın cisim olduğunu, mekânı bulunduğunu, Allah Teâlâ üzerine zaman geçtiğini söyleyen kimse de kâfirdir. Böyle bir kimse için iman ha kikati sabit olmamıştır.
Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'in:
Müslümana sövmek fasıklıktır, onu öldürmekse küfürdür.” (İbn-i Mace, c. II, s. 1259, Buharı, c. I, s. 17, K. İman/19. ) sözleri Buharı ve Muslim'in rivayet ettiği gibi helâl olduğunu kabul etmek manasına hamledilmiştir. Yahut müslüman olduğu için öldür mek mânasına gelmektedir.
Buhari ve Muslim'de yine zikredildiği üzere Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'in:
Bir müslüman kardeşine: ey kâfir, dediği zaman bu söz ikisin den birine döner.” (Buhari ve Muslim) hadisi, kâfir olduğuna inanırsa, mânasına ham ledilmiştir.

Bil ki Kudame b. Abdillah, şarap yasaklandıktan sonra şarap iç mişti. Kudame ve onunla birlikte bir grup Allah Teâlâ'nın:
İman edip iyi amel işleyenler üzerine, bundan böyle sakındık ları, güzel işlere devam ettikleri, sonra iman ve takvalarında kökleştikleri, daha sonra bu takva ile beraber güzel işlerle meşgul ol dukları takdirde, önceden tattıkları yiyecek ve içeceklerde bir günah yoktur.” (Maide 93) âyetini tevil ederek kendisi ve kendisine uyan bir grup şarap içmişlerdir.
Bu hal, Hz. Ömer'e intikal edince Ali b. Ebî Tâlib ve diğer Sahabilerle birlikte, eğer onlar günahkâr olduklarını itiraf ederlerse had cezası ile cezalandırılmaları, helâl olduğunda ıs rar ederlerse öldürülmeleri gerektiği üzerinde ittifak etmişlerdir.
Hz. Ömer Kuddame'ye şöyle demiştir. Hata ettin. Senin gideceğin yer çu kurdur. Eğer sen Allah'tan korkup ona inansaydın ve iyi amel yap saydın içki içmezdin.”
Bu âyetin esas iniş sebebi şudur:
Allah Teâlâ şarabı haram kıIınca ve bu haram kılma işi Uhud savaşından sonra vaki olunca sa habeden bir kısmı:
"Şarap yasak olmadan evvel şarap içtiği halde ölenlerin durumu ne olacak? Uhud savaşında, karınlarında içki ol duğu halde şehid olan arkadaşlarımızın durumu ne olacak?” dedi ler.
Bunun üzerine Allah Teâlâ yukarıda zikredilen âyeti indirerek orada şarap içmek haram kılınmadan evvel içip de ölenler için bir mahzur bulunmadığını açıkladı.
Kuddâme'ye uyarak bu âyeti de delil kabul ederek o şarap içenler sonradan pişman olup hata ettiklerini anladılar ve tevbe etmekten de ümidlerini kestiler.
Bunun üzerine Hz. Ömer, Kuddâme'ye şu ayetle başlayan bir mektup yazdı:
Hâmîm. Bu kitap aziz. Alîm olan Allah tarafından indirilmiş tir. O, günah bağışlayan, tevbe kabul eden, azabı şiddetli olan ihsan sahibi Allah tarafındandır ki, O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur.” (Gâfir (Mumin): 1-2-3)
Bilmiyorum, senin iki günahından hangisi daha büyüktür? Ha ram olan bir işi helâl kabul etmen mi, yoksa Allah'ın rahmetinden ümidini kesmen mi? (Sahabenin ittifak ettiği bu husus, bütün İslam âlimleri arasında da ittifak edilen bir husustur.)

Rivayet edildiğine göre, İbrahim b. Edhem Arefeden bir gün ev vel Terviye günü Basra'da görülmüş. Aynı günde yine Mekke'de baş kaları tarafından görülmüş.
İbn-i Mukatil diyor ki: Bunun caiz ol duğuna kim inanırsa tekfir edilir. Çünkü bu mucizedir, keramet de ğildir.” Bana göre ise böyle bir kimse kâfir değil, cahildir.”

Ben derim ki: (Aliyyul-kârî); böyle bir kimsenin tekfir de teçhil de edilmemesi gerekir. Çünkü bu mucize değil, keramettir. Zira mu cizelerde muarız bir kişinin mücadelesi ve karşı gelmesi gerekir. Bu rada ise böyle bir durum yoktur. Dolayısiyle mucize de değildir. Ehl-i Sünnet vel-Cemaat'a göre keramet caizdir.
Ben derim ki muaraza peygamberlik iddiasının bir parçasıdır. Peygamberimizden sonra böyle bir iddia ittifakla küfürdür Hz. Peygambere uyan müminler den harikaların ortaya çıkması ise ihtilafsız keramettir.
Sonra bil ki, bir kimse itikat etmese de mânasını bilerek küfür kelimesini konuşursa, fakat bu kelime kendisinden zorlama olmak sızın isteği dahilinde çıkarsa bazılarınca tercih edilen görüşe göre, küfrüne hükmedilir. Çünkü iman tasdik ve ikrarın tamamına de nir.
Küfür kelimesini söylediği için inkâr sebebiyle ikrar da değişmiş olur. Fakat bir kelimeyi konuşup bu kelimenin küfrü gerektir diğini bilmezse, Kadıhan fetvasında bu meselede tercihsiz ihtilâf zik redilmiştir. Şöyle denilmiştir: Bir görüşe göre, bu sözü söyleyen bil meme özrü sebebiyle kâfir olmaz. Başka bir görüşe göre ise bilmese de bu söz ile kâfir olur. Ben derim ki en doğrusu birinci görüştür. Ancak bu mesele bilinmesi zarurî olan dini bir mesele ise o zaman bilmemek sebebiyle özürlü kabul edilmez, tekfir edilir.

Fıkhu Ekber : Aliyyul Kari









La darara vela dirara...
Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur (sav
 
S Çevrimdışı

Saadetdevri

Üye
İslam-TR Üyesi
Namaz kilmayana kafir demek yanlistir zina edene kafir demek yanlistir
bunlari Allah affedeceni söylüyor..
Peki bir insan sirk islerse ozaman tekfir etmekten baska ne care kaliyor??
itikadi bozan,tevhidi bozan ameller meydana geldiginde napilcak??
onun icin düsün ve bir daha düsün insallah..
mesele Müslümana zülm etmek degil bilakis o anda yaptigin batil oldunu anlatmaktir
Bazen bir karsindaki tekfir etmez ama sen onu farkli algilarsin isine geldigi gibi yorumlarsin
Okumak arastirmak gerek..tagutu red etmeden iman olmaz akidesi tevhid olmayan seytanin maskarasi olur
4259... Ebû Mûsel-Eş'arî (r.a)'den; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurdu*ğu rivayet edilmiştir:
Şûphesiz kıyametin hemen önünde karanlık gecenin parçalan gibi büyük fitneler çıkacaktır. O fitnelerde, kişi, mümin olarak sabahla*yıp kafir olarak akşamlayacak; mü'min olarak akşamlayıp, kafir ola*rak sabahlayacaktır. O fitnelerde; oturan, ayakta durandan; yürü*yen, koşandan daha hayırlıdır. (O zaman) siz yaylarınızı kırınız, kiriş*lerinizi (yay iplerinizi) parçalayınız, kılıçlarınızı taşa vurunuz. Eğer sizden birinizi (öldürmek için) evine girilse, o Adem'in iki oğlundan hayırlısı gibi olsun.[
Ebu Davut..

Bunun icin Tevhidden yoksun sirk yollara kendini verenlere yaziklar olsun itikadi anlamda cökenleri mecburen tekfir edecez
baska caremiz yoktur ama bunu bazi sahsiyetlar anlayamaz tabi..sadece kuran ve sünnet yoluyla feyizlenen anlar..
 
S Çevrimdışı

SaidEREKLI

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Bende Saadetdevri kardeşe katılıyorum.
Bir kimse illa ki tağutu reddetmesi lazım.Yani Bu T.C.(sosyal hukuk demokratik yani küfür devletinde) oy vermemesi gerekir.Oy vermez ise yine de oy veren kimseleri; tağutu bilip tanımalarına ve buna rağmen oy vermelerine rağmen gerek akrabası gerek alim bildiği birisi olduğundan dolayı tekfir etmiyorsa o kimsede tağutu reddetmeyenleri reddetmediği için tekfir edilir.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Bende Saadetdevri kardeşe katılıyorum.
Bir kimse illa ki tağutu reddetmesi lazım.Yani Bu T.C.(sosyal hukuk demokratik yani küfür devletinde) oy vermemesi gerekir.Oy vermez ise yine de oy veren kimseleri; tağutu bilip tanımalarına ve buna rağmen oy vermelerine rağmen gerek akrabası gerek alim bildiği birisi olduğundan dolayı tekfir etmiyorsa o kimsede tağutu reddetmeyenleri reddetmediği için tekfir edilir.

Ben oy veren herkesi tekfir etmiyorum, buyur tekfir et, edebiliyorsan!!!
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İslam-tr Sakini
Site Emektarı
Namaz kilmayana kafir demek yanlistir zina edene kafir demek yanlistir
bunlari Allah affedeceni söylüyor..
Peki bir insan sirk islerse ozaman tekfir etmekten baska ne care kaliyor??
itikadi bozan,tevhidi bozan ameller meydana geldiginde napilcak??
onun icin düsün ve bir daha düsün insallah..
mesele Müslümana zülm etmek degil bilakis o anda yaptigin batil oldunu anlatmaktir
Bazen bir karsindaki tekfir etmez ama sen onu farkli algilarsin isine geldigi gibi yorumlarsin
Okumak arastirmak gerek..tagutu red etmeden iman olmaz akidesi tevhid olmayan seytanin maskarasi olur
4259... Ebû Mûsel-Eş'arî (r.a)'den; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurdu*ğu rivayet edilmiştir:
Şûphesiz kıyametin hemen önünde karanlık gecenin parçalan gibi büyük fitneler çıkacaktır. O fitnelerde, kişi, mümin olarak sabahla*yıp kafir olarak akşamlayacak; mü'min olarak akşamlayıp, kafir ola*rak sabahlayacaktır. O fitnelerde; oturan, ayakta durandan; yürü*yen, koşandan daha hayırlıdır. (O zaman) siz yaylarınızı kırınız, kiriş*lerinizi (yay iplerinizi) parçalayınız, kılıçlarınızı taşa vurunuz. Eğer sizden birinizi (öldürmek için) evine girilse, o Adem'in iki oğlundan hayırlısı gibi olsun.[
Ebu Davut..

Bunun icin Tevhidden yoksun sirk yollara kendini verenlere yaziklar olsun itikadi anlamda cökenleri mecburen tekfir edecez
baska caremiz yoktur ama bunu bazi sahsiyetlar anlayamaz tabi..sadece kuran ve sünnet yoluyla feyizlenen anlar..


alt komsusu john yan komsusu hans ust komsusu silyvia olan kafirlerle icli disli olanlarin tagutlarini nasil red ettigi konusunda aciklama yapsaniz seviniriz kafirlere her acidan gobeginden bagli olan muslumaniz diyenler tagutu nasil red edicekler yanit verirmisiniz?????
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
Peki arkadaş oy kullanma eylemi o zaman sevap öyle mi.Eğer Oy kullanma eylemi şirk ise bu işi yapan da müşrik olu haksız mıyım?

her tekfir gerektirmeyen sıfat sevab mıdır açıklar mısın ?
mesela yoldan bi taşı kaldırmadı . tekfir edemessin. kaldırmadı diye sevab mı oldu ?
ya da yalan söyledi vs vs...
 
S Çevrimdışı

SaidEREKLI

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
her tekfir gerektirmeyen sıfat sevab mıdır açıklar mısın ?
mesela yoldan bi taşı kaldırmadı . tekfir edemessin. kaldırmadı diye sevab mı oldu ?
ya da yalan söyledi vs vs...

Sözümün yanlış anlaşılacağını tahmin etmiştim.Ben asla ve kata tekfirci olmadım olmamda ben kimim ki.Fakat ben hayatımı idame ettirebilmem için arkasında namaz kılacağım adamın görüşünü bilmem lazım haksız mıyım?

Biz şu an İslam devletinde yaşamıyoruz.Ve halkıda gerek bilinçli gerek bilinçsiz bir şekilde bu küfür devletini destekliyor.Bu halk kitlesini top yekün tekfir etmem.Ancak temkinli yaklaşırım.Birebir diyaloğa girmeden ona tağutu anlatıp şirki anlatıp oy kullanmasının şirk olduğunu delilleri ile anlatıp hiç tereddüt bırakmadan konuyu açıkladıktan sonra eğer o kişi hala ben atalarımı bulduğum yol üzereyim derse işte o kişinin ne arkasında namaz kılarım ne o na müslüman nazari ile bakarım.Ha diğer kişilere gelince İslam devletinde Kelimei Tevhidi getiren herkes müslümsandır biz dış görünüşüne bakarız işte bu devlette de ben akpliyim yada ben chpliyim diye açık açık sistem taraftarı olduklarını belirtiyorlar.Ben bunlara rağmen kalkıp da yok efendim Lailahe illallah deyen herkes(şirk koşsa) dahi müslümandır ben kimim ki insanları tekfir edeyim demem.Bilmem anlatabildim mi?

Selam hidayete tabii olanların üzerine olsun...
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Peki arkadaş oy kullanma eylemi o zaman sevap öyle mi.Eğer Oy kullanma eylemi şirk ise bu işi yapan da müşrik olu haksız mıyım?

Öncelikle sizin arkadaşınız değilim. Önce siz soruma yanıt verin, ben tekfir etmiyorum. Hadi bakalım hangi usüle göre beni tekfir edeceksin yaz da görelim.

Son zamanlarda aklı kıt olan iftiracılar da türedi. Oy verenleri tekfir etmedik diye sanki oy vermeyi teşvik ya da oy vermeyi güzel görüyoruz gibi salakça yaklaşımlar alıyoruz.
 
A Çevrimdışı

abdullahahmed

Misafir
İzz bin Abdusselam Rahimehullah, “Kavaidu’l-Ahkam fi Mesalihi’l-En’am” isimli kitabında, “Anlamını bilmediği sözden dolayı kişi cezalandırılmaz” başlığı altında şöyle der: “Arap olmayan kişi küfür, talak, iman, köle azadı, satış, alış, sulh gibi anlamını bilmediği kelimeler kullanacak olursa, onun için bağlayıcı olmaz ve cezalandırılmaz. Çünkü bu kelimelerin gereklerini kabullenmiş veya kastetmiş değildir. Aynı şekilde Arap olan bir kişi, anlamını bilmeden bu manalara delalet eden yabancı kelimeler söylerse, o da kendisi için bağlayıcı olmaz ve cezalandırılmaz. Çünkü kullanırken, bunların gereklerini kastetmemiştir. İrade, ancak bilinen veya zannedilen şeye yönelir. Arap olan bir kişi, anlamını bilerek bu kelimeleri söylüyorsa, söylediği yerine gelmiş olur. Ancak Arap olan bir kişi, karısına sünnet veya bid’at olan bir yöntem ile “sen boşsun” derse, ve her iki kelimenin anlamını da bilmiyorsa veya hul’, ricat, nikah, i’tak gibi arap olduğu halde anlamını bilmediği kelimeleri kullanırsa, bunlardan hiçbiri sebebi ile sorumlu olmaz ve söylediği geçerli kabul edilmez. Çünkü manasını bilmiyor ki delalet ettiği şeyi kastetmiş sayılsın.”[114]
Günümüzde, demokrasi terimini bilmeyen ve ondan maksadın ne olduğunu anlamayıp baskı, zulüm, tahakkum, hak ve hürriyetlerin yok edilmesi gibi uygulamaların zıddı anlamına geldiğini düşünen veya zanneden kişilerin durumu bu kabildendir. Demokrasinin hakikatinin, Allahu Teala’nın hakkı olan hakimiyeti halkın eline vermek ve halkın kendi kendisine hakimiyet kurması veya kanunlar yapması anlamına geldiği bu tür kişilere anlatılmadıkça ve bunun küfür olduğu hakkında kendilerine hüccet ikamesi yapılmadıkça, tekfir edilmezler. Bu tür insanlar, demokrasinin hakikatini bilmediği için ne işe yaradığını da bilmez, dolayısıyla demokrasi ile hakiki manası olan küfür yapısını de kastetmiş sayılmazlar.
İbnu’l-Kayyim Rahimehullah şöyle der: “Kadın, Arapça bilmeyen kocasına, “bana üç defa ‘boşsun’ de” derse ve kocası da bu sözlerin ne anlama geldiğini bilmeyerek bunu söylerse, Allahu Teala ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem hükmüne göre bu kadın boş olmaz. Yine bir kişi, diğerine, halk arasında saygı ifadesi olarak kullanılan manası ile, “Ben senin kulun kölenim” derse, o kişinin kölesi olarak sayılmaz. Sözlerin örfte kullanımlarını, niyet ve maksatlarını gözönünde bulundurmayanlara göre ikinci misaldeki adam, kendisine bu şekilde ifadede bulunan diğerine köle olarak sahip olabilir veya onu satabilir. Bu, cahil müftünün hata edebileceği büyük bir alandır. Bunu bilmeyen müftü insanları aldatır, Allahu Teala’ya ve Rasulü’ne iftira eder, dinini değiştirir, Allahu Teala’nın haram etmediğini haram ve helal etmediğini de helal yapar. Allahu Teala bundan bizi korusun.”[115]
Yine şöyle der: “Allahu Teala, insanların içindekilerine delalet etmesi için kelimeleri vazetmiştir. Biri diğerinden bir şey istediği zaman kelimeler ile ne istediğini ve maksadını ona anlatır. Bu isteklere de kelimeler vasıtasıyla hükümleri bina edilir. Söz veya fiilin delaleti olmaksızın insanların içlerinde olan şeylere ve yine kişinin anlamını bilmeden söylediği ve anlamını kastetmediği kelimelere hükümler bina edilmemiştir.
Aksine kişi, içinden geçirip işlemediği, söylemediği, hata ederek, unutarak, ikrah altında kalarak, anlamını bilmeyerek veya söylediğinin anlamını kastetmeyerek yaptıklarından dolayı sorumlu tutulmamıştır. Kasıt ve sözlü ya da fiili delalet bir araya gelirse, hüküm terettüp eder. Bu şer’i bir kuraldır. Allahu Teala’nın adalet, hikmet ve rahmetinin gereklerindendir.”[116]
İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Mü’min bir kişi, kullandığı kelimelerin anlamını bilmeden Allahu Teala ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem hakkında bir şeyi belirtmek için, söz söyler ve o sözün kasdettiği anlama delalet ettiğini zanneder, ancak o söz başka şeye delalet ederse, o mü’min kafir olmaz.
Allahu Teala şöyle buyurur: “Ey iman edenler, ‘Râina’ demeyin..”[117] Bu kelime ile Yahudiler, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem eziyet etmek ister, ancak Müslümanlar ise bunu kastetmezlerdi. Allahu Teala onu kullanmalarını yasakladı, ancak bu sözü kullanmalarından dolayı onları tekfir etmedi.”[118]
İbn-i Teymiye’nin Rahimehullah, İfk olayında Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem eziyet ve hakaret etmek isteyenler ile bu olaydan böyle bir hakaret ve eziyet amacı taşımayan Hassan, Mistah, Himne gibileri arasında ayırım yaptığına ilişkin söyledikleri, Allahu Teala’nın izni ile yirmi dokuzuncu bölümde gelecektir. Eziyet ve hakeret amacı taşımayanlar için şöyle der: “Onlar bunu kastetmediler ve buna delalet eden bir şey de söylemediler.”[119] Burada, maksadın kelimelerin delaletinden anlaşılacağı belirtilmektedir.
Yukarıda söylenenlerden şu sonuca varmaktayız: Tekfirin sebepleri, daha önce belirttiğimiz gibi, dünya ahkamına göre söz ve fiil ile sınırlı ise de, ahvalin ve manaların karışması, insanların cehaletleri, iş ve sözlerin anlamlarının hakikatini bilmemek gibi sebepler ile ihtimallerin birden fazla olması durumunda kişinin kastını araştırmak ve kesin olarak tesbit etmek gerekir. “Delaleti ihtimalli olan söz ve fiiller ile insanların tekfir edilmesi” bölümünde, kişinin söylediklerinin, örfüne göre değerlendirilmesi ve gerekli karinelere bakılması gerektiğini açıklamıştık.
Biz, kişinin kastının söylediği sözlerde ve işlediği fiillerde önemli olduğunu sözlerken, Cehmiyye ve Mürcie mensuplarının küfre götüren söz ve fiillerde bile, kişinin itikadını ve helali haram kılmasını şart koşmaları gibi bir şartı koşmuyoruz. Kişinin, söylediklerinde veya işlediklerinde kafir olmayı kastetmesi gerektiğini de söylemiyoruz. Küfre girenler arasında zaten böyle bir kastı olan neredeyse yok gibidir. İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Bir kimse küfür olan bir söz söyler ya da bir amel işlerse, kafir olmayı kastetmemiş olsa bile, bu nedenle kafir olur. Zira Allah’ın dilediği kimseler dışında hiç kimse küfrü kastetmez.”[120]
Bizim kasıt konusundaki amacımız bir çok defa tekrar ettiğimiz gibi, kişinin söylemiş olduğu küfür sözünü veya işlemiş olduğu küfür amelini kendi iradesi ile ve manasını bilerek işlemiş olmasıdır. Yoksa bu sözü veya ameli küfre girmek için yapmış olması ile bunu kastetmemiş olması arasında fark yoktur. Şari’, şer’i ahkamı (tekfir gibi) sebeplerine bağlamış ve bu konuda mükellefe hükmü ve sebeplerini birbirinden ayırma serbestisi tanımamıştır. Aksine ne zaman sebepler mevcut olur, şartlar yerine gelir ve engeller ortadan kalkarsa, kişi bu sebeplere binaen verilecek olan hükmü amaçlamasa da, hüküm meydana gelir. Çünkü önemli olan, söylenen söz veya yapılan iş ile kafir olmayı amaçlamak değil, küfür olan bu sözü söylemeyi veya işi yapmayı amaçlamaktır.
Tekrar belirtmek isteriz ki, anayasaya yemin etmek, ona ve kanunlarına saygılı olmak ve anayasaya uygun kanunlar yapmak gibi bizzat küfür olan işler için parlamenterleri seçen kişileri cehaletlerinden dolayı mazur görmüyoruz. Bu konuda cehalet özrü muteber değildir. Çünkü bu, bütün peygamberlerin gönderiliş amacı olan Tevhid ilkesine açık bir küfürdür. Bunu bilmemek, öğrenme imkanı ve kolaylığı bulunduğu halde dinin temeli olan bir şeyi öğrenmeyi reddetmek demektir. Kaldı ki aklı başında bir insanın yasama hakkının Allahu Teala’nın hakkı olduğunu bilmemesi mümkün değildir. Özellikle tağutların kendi ve parlamentolarının hakkı olarak gördükleri ve genel olarak bütün din ve dünya işlerini kapsayan yasama konusundan insanın habersiz olması sözkonusu değildir.
Alimler, helal ve haram kılma veya kanunlar belirleme iddiasında bulunan kişinin, rablık iddiasında bulunmuş olacağını belirtmişler, Allahu Teala’nın helal kıldığını haram veya haram kıldığını helal yapan, Allahu Teala’nın izin vermediği kanun koyma işine girişen alimlere, yöneticilere veya hükümdarlara itaat edenlerin, onları rabler edinmiş olacaklarını söylemişlerdir. Çünkü yasama konusunda itaat, ibadettir ve Allahu Teala’ya hükümde ve ibadette ortak koşmaktır.
Bu konuda bir çok delil bulunmaktadır. Allahu Teala şöyle buyurur: “Üzerine Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Çünkü onu yemek günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkin ederler. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah’a ortak koşanlardan olursunuz.”[121]
Ebu Davud, İbn-i Mace, Hakim ve İbn-i Cerir, İbn-i Abbas’tan Radıyallahu Anhuma şöyle rivayet ederler: “Müşrikler, ölü hayvanın eti hakkında Müslümanlarla tartışır ve, “Allah’ın kestiğini yemiyorsunuz, ama kendi kestiklerinizi yiyorsunuz” derlerdi. Bunun üzerine Allahu Teala, “Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah’a ortak koşanlardan olursunuz”[122] ayetini indirdi.” Bu ise Allahu Teala’nın helal kıldığını haram ve haram kıldığını helal kılan veya Allahu Teala’nın izin vermediği yasama işini yapan kişilerin Allahu Teala’ya ortak koşmuş olduklarını göstermektedir.
Allahu Teala’nın, “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i Rabler edindiler. Halbuki hepsine de tek İlah’a kulluk etmekten başka bir şey emrolunmadı. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden münezzehtir”[123] ayeti de bu kabildendir. Rivayet yollarının toplamı ile hasen derecesinde olan Tirmizi ve diğerlerinin Adiy bin Hatim’den Radıyallahu Anhu rivayet ettikleri hadiste şöyle geçer: “Boynumda altından bir haç olduğu halde Allah Rasûlü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanına geldim. Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana: “Ey Adiy, şu putu boynundan at” dedi. Ben onu boynumdan attım. Yanından ayrıldığım esnada Allah Rasûlü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu ayeti okuduğunu duydum: “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i Rabler edindiler.”[124] Bunun üzerine ben: “Biz onlara ibadet etmiyorduk” dedim. Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Allah’ın helal kıldıklarını haram, haram kıldıklarını ise helal sayıyorlar ve siz de bunları helal ya da haram kabul etmiyor muydunuz?” dedi. Ben: “Evet” dedim. Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “İşte ibadetiniz budur” diye buyurdu.” İbn-i Teymiye Rahimehullah, el-Fetava’sında, bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir.
Hadisten anlaşılmaktadır ki onlar, helaller ve haramlar konusunda kişilere yapılan itaatin ibadet olduğunu bilmemekteydiler. Ancak buna rağmen bu cehaletleri sebebi ile mazur olarak kabul edilmemişlerdir. İbn-i Cerir Rahimehullah, Huzeyfe’den Radıyallahu Anhu şöyle rivayet eder: “Onlar bu haham veya rahipleri için oruç tutmuyorlardı ve namaz da kılmıyorlardı. Ancak onların helal kıldıklarını helal ve Allahu Teala’nın kendileri için helal kıldığı bir şeyi haram kıldıklarında da haram olarak kabul ediyorlardı. Onları Rab olarak benimsemeleri bu yöndendir.”
Denilebilir ki; “İçerisinde bir takım müeyyide ve cezalar içeren kanunlar yapmak, helal ve haramlar kılmak gibi tevhide ve şeriata aykırılıkta açık olan kanunlar yapmak niteliğinde değildir. Günümüzde yapılan kanunlar genelde bu tür cezaları kapsamakta ve helal ya da haramlar konusuna girmemektedir. Bu bakımdan günümüzdeki kanun yapanlara itaat edenleri mazur saymamak için bu deliller yeterli değildir. Çünkü bu ayetler, zina, içki ve faiz gibi dinden zaruri olarak haram olduğu bilinen şeyler ile ilgilidir. Bu nedenle kendilerine uyulan kanunların türü konusunda onların cehaletine itibar etmek ve hüccet ikame etmedikçe tekfir etmemek gerekir.”
Ancak anayasa gereği yasama yetkisinin parlamenterlere ve tağutlara kayıtsız şartsız mutlak olarak verilmiş olması, bu itirazı geçersiz kılmaktadır. Çünkü bu yetkinin kapsamına helal ve haram kılma veya buna benzer diğer hükümler de girmektedir. Parlamenterlere bu mutlak yetkinin verilmesi ve bu yetkinin onun hakkı olduğunu kabul etmek, tek başına o parlamenterin ve o parlamenteri seçen kişinin tekfiri için yeterlidir. Helal veya haram ilan etsin veya etmesin, cezalar ve hadler alanında kanun yapsın veya yapmasın, hüküm koyma hakkını kullara veren küfür anayasası üzerine yemin etsin veya etmesin, farketmez. Çünkü mutlak yasama hakkı sadece Allahu Teala’ya mahsustur ve sadece O’na verilmesi gerekir. Kim bu hakkı, Allahu Teala’dan başkasına verirse, Allahu Teala’dan başka ilah, rab ve hakem aramış olur ve İslam’dan çıkmış sayılır.
İslam’ın, kitap ehli alimlerini ve onlara uyanları tekfir eden hükmünün sadece helal ve haram kılma sebebine dayandığını kim iddia edebilir ki?
Onların ortaya koydukları hükümlerin çoğunun hadler ve cezalar ile ilgili olduğu sabittir. “Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir”[125] ayetinin nüzul sebebi ile ilgili olarak gelen rivayetlerin birinde şöyle belirtilmektedir: Bu ayetler Beni Nadir ve Beni Kureyza Yahudileri hakkında inmiştir. Beni Nadir’in öldürülenleri şerefli sayılıyor ve diyetleri tam olarak veriliyordu. Ancak Beni Kureyza’nın öldürülenleri zelil sayılıyor ve diyetleri de yarım veriliyordu. Bunun üzerine Rasulullah’ı Sallallahu Aleyhi ve Sellem aralarında hakem yaptılar. Rasulullah’da Sallallahu Aleyhi ve Sellem diyetlerini eşitledi. Bunu İman Ahmed Rahimehullah rivayet etmiştir. Ayrıca İbn-i Cerir de Rahimehullah bunu tefsirinde belirtmektedir.
Yine, zina eden Yahudi ile ilgili olarak, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem recm cezasını ona tatbik ettiğini bildiren rivayet Müslim’de aktarılmaktadır. Onların, bu hadiste aktarılan ve Maide Suresi’ndeki ayetin iniş sebebi olan suçları zinayı kendilerine helal kılmaları değil, zina konusundaki cezayı değiştirerek atalarına uymalarıdır. Eğer zinayı kendilerine helal etmiş olsalardı, herhangi bir ceza belirlemezlerdi. Çünkü helal veya mübah olan bir işten dolayı kimse cezalandırılmaz.
Ayrıca gerek çokca konuşulması ve gerekse kafir ve mürtedlerin hemen her platformda sık sık suçlama maksadıyla gündeme getirmeleri sebebi ile, İslam şeriatındaki hadler, Müslümanlar bir yana, kafirler için bile meşhur hale gelmiştir. Bugün herkes tarafından bilinmektedir ki, tağutlar İslam’ın bu hükümlerini yürürlükten kaldırmış ve küfür devletlerinden ithal ettikleri aşağılık uydurma cezalar ile bunları değiştirmişlerdir. Bilindiği gibi İslam’ın hükümlerine bedel olarak getirilen hükümleri yasalaştırmak, zorlaştırmak veya basitleştirmek, parlamento üyeleri ve onların başında bulunan diğer tağutların görevidir.
Bu tağuti sistemlerin düzen ve kanunlarını incelediğimiz zaman, değişik şekillerde helal ve haram kıldıklarını da görürüz. Mesela İslam dininde haramlığı zorunlu olarak bilinen faiz ve buna benzer diğer büyük günahlar bu tağutların kanunlarında mübahtır. Hatta bu tür günahların düzenli olarak uygulandığı ve bu kanunlar tarafından korunduğu kurumlar da bulunmaktadır.
Aynı şekilde, Allahu Teala’nın haram kıldığı içki de böyledir. İçkinin üretildiği, satıldığı ve içildiği yerler bu sistemlerde açıkça bulunmaktadır ve hatta bizzat bunlar tarafından kurulmaktadır. Bu kurumlara ruhsat verilmekte ve hem bu kurumlar hem de içenler kanun ve uygulayıcıları tarafından korunmaktadır. Kanunlarının mübah kıldığı ve koruma altına aldığı fuhuş da böyledir.
Bunlardan da önemlisi, bu sistemlerde, bütün şekilleriyle küfür ve riddet mübahtır. Kanunları ve uygulayıcıları tarafından, inanç hürriyeti adı ile her türlü küfür ve riddet korunmakta ve insani bir hak olarak savunulmaktadır. Kanunlarının hiçbir yerinde küfrü veya riddeti yasaklayan ve cezalandıran bir hüküm yoktur. Bu kanunlara göre riddet, cezası olan bir suç değildir. Aksine bu küfür kanunlarının tanıdığı ve koruduğu kişisel bir hak ve özgürlüktür. Bu konuları burada ayrıntılı olarak anlatmamız uzun sürer. Bunlar üzerinde daha geniş olarak başka kitaplarımızda durduk.
Özet olarak, Allahu Teala’nın hükümlerinden başka hüküm ve kanun koyanları seçenleri veya yaptıkları bu işlerinde onlara itaat edenleri mazur olarak saymıyoruz. Aksi halde papaz ve hahamlara ibadet eden Yahudi ve Hristiyanları da mazur görmemiz gerekir. Çünkü şeriatta benzerler arasında ayırımın yapılması yoktur. Allahu Teala şöyle buyurur: “Şimdi sizin kafirleriniz, onlardan daha mı iyidirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir beraet mi var?”[126]
Bu konuda avamdan olan Müslümanları mazur görmemezin sebebi, tekfirin kurallarında muteber bir şart niteliğinde olan, kişinin küfre götürücü olan ameli kastetmesi yani ameli bilinçli olarak yapması konusudur. Ki bu insanlarda, tekfirin şartlarından olan muteber kasıt bulunmamaktadır. Bizler, seçtiği insanları, kanun koyan, anayasaya saygı yemini eden, kanunlara muhakeme olan ve parlamento üyelerinin işlediği, kişiyi küfre götüren diğer söz ve fiilleri işleyen olarak seçmeyen ve bu maksatla seçmeyi de kastetmeyen kişileri mazur görmekteyiz. Mazur gördüğümüz bu insanların, parlamenterlerin işledikleri bu suçlar hakkında bilgileri yoktur. Dolayısıyla bu işleri yapmalarını kastetmeleri de imkansızdır. Aksine Müslüman olduğunu iddia etmeleri ve Allahu Teala’nın şeriatını egemen kılmayı vaadetmeleri sebebi ile onlara oy vermektedirler. Ya da bu insanlardan bazılarını, dünyevi hizmetler için seçmektedirler.
Böyle kişiler, ancak kendilerine hüccet ikamesi yapıldıktan sonra hala inat etmeleri halinde tekfir edilebilir. Çünkü bugün insanlar hak ile batılı karıştırmakta ve batıl şeylere hak süsü verilerek halk kandırılmaktadır. Bu nedenle İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Bazı yerlerde ve zamanlarda heva sahipleri çok olabilir ve söyledikleri sözler, cahiller tarafından ilim ve sünnet erbabının sözleri derecesinde görülebilir. Öyleki bunları yöneten kişiler de ne yapacağını bilmez olur ve Allahu Teala’nın hüccetini ortaya koyacak kişilere ihtiyaç duyalabilir.”[127]
Hüccetin ikame edilmiş olması, sadece Allahu Teala’nın ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem, o konudaki kelamını insanlara ulaştırmaktan ibaret değildir. Özellikle İslam yayıldıktan, Allahu Teala’nın koruduğu Kitap’ı uzak ve yakın herkese ulaştıktan sonra hücceti ikame etmek, tebliğden ibaret de değildir. Aksine çoğu zaman şüpheleri gidermek, karışıklıkları ortadan kaldırmak, vakıayı, yani sözün hakikatini, sözün anlamını ve işin mahiyetini ortaya koymaktır.
Sözü anlamamak ve nereye varacağını bilememek veya şiddetli korku ya da sevinçten dolayı kişinin ne dediğini bilememesi sebebi ile kişinin mazur sayılacağına ilişkin açıklamayı yukarıda yapmıştık. Mükellefin, hakikatını ve manasını bilmediği bir işi yapması da bu kabildendir. Çünkü böyle bir kişi, işin, bilmediği hakikatını kastedemez. Bineğini kaybedip sonra tekrar bulduğunda “Allah’ım, sen benim kulumsun ben de senin rabbinim” diyen adamın anlatıldığı hadis de bunun delillerindendir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu, “Sevincinin şiddetinden hata etti” diye nitelendirmiştir.
Bu delillerden biri de, kendi nefsine yazık edip; ailesine, öldüğü zaman kendisinin yakılmasını ve külünün yarısını karaya diğer yarısını ise denize savurulmasını isteyen adamın kıssasıdır. Bu şekilde, Allah’ın tekrar kendisini diriltmeye güç yetirme kudretine sahip olmadığını zannetti. Bu ise küfürdür. Ancak bu adam cahil olduğu ve Allah’tan korktuğu için Allah onu affetti. Bunun üzerinde, Allahu Teala’nın izni ile, ileride de duracağız.
Dolayısıyla parlamento seçimlerinde tafsilata inmeden ve ayırıma tabi tutmadan, bu seçimlere katılan bütün herkesi tekfir etmek, yapılan açık hatalardandır. Özellikle bu parlamentoların ve parlamenterlerin hakikatinin bilinmediği, bu konuda kasıtların ve durumların farklı olması mutlaka gözönünde bulundurulması gerekenlerdendir.
Bununla beraber bu şirk parlamentolarının hakikatini ve parlamenterlerin nasıl bir şirk içinde görev yaptıklarını bilen birisi olarak şunu da rahatlıkla söyleyebiliriz ki, yasama yapan parlamento seçimlerine katılma işi açık bir küfürdür.[128] Bu hüküm, bu tür seçimlere katılma işi hakkında verilmiş olan mutlak bir hükümdür. Bu parlamentolardan sakındırmak ve insanların onlardan uzak durmasını sağlamaya çalışmak için bu hükmü mutlak olarak vermekteyiz. Ancak mutlak olan bu hükmü muayyen bir şahsa indirgemek istediğimizde, gerekli araştırmayı yapıp, kişilerin kasıt ve bilgi seviyelerine göre hüküm vermekteyiz. Kanun çıkarması veya buna benzer, kişiyi küfre götüren işleri yapması için milletvekili seçimlerine katılanların kafir olduğunu söylüyoruz. Çünkü küfrün sebeplerinden birini işlemiştir. Bu iş ile kafir olmayı veya dinden çıkmayı kastetmese bile, hakkında verilen bu hüküm değişmez.
Parlamentonun hakikatini ve üyelerinin çalışmasının tabiatını bilmeyenlere, hüccet ikame edilmesi ve parlamento ve milletvekillerinin yaptığı işlerin mahiyetinin açıklanması gerekir. Buna rağmen bu işte ısrar ederse tekfir edilir. Ancak hüccet ikamesi yapılmadan ve kendisine gerekli açıklamada bulunulmadan tekfir etmekten kaçınmak gerekir.
İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Kendisine delil gösterilmeden ve doğru açıklanmadan, kimsenin, hata ve yanlıştan dolayı bir Müslümanı tekfir etmeye hakkı yoktur. Kişinin İslam’ı kesin olarak sabit olduktan sonra, şüphe ile yok olmaz. Ancak şüphe giderildikten ve gerekli hüccet ikamesi yapıldıktan sonra hala ısrar etmesi halinde, onun İslam’ı yok olur.”[129]
ebu muhammed asım el makdisi
 
ebubeyza Çevrimdışı

ebubeyza

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Allah Şeyhten razı olsun birçok kimsenin Tevhidi anlamasına vesile olmuştur.
Lakin bu konuda getirdiği deliller maalesef makbul değildir. Konu ile ilgili çok acımasız ve Şeyhe yakıştırılmayacak ifadelerle reddiyeler kaleme alınmıştır.
 
I Çevrimdışı

ibn teymiyye

Üye
İslam-TR Üyesi
Allah Şeyhten razı olsun birçok kimsenin Tevhidi anlamasına vesile olmuştur.
Lakin bu konuda getirdiği deliller maalesef makbul değildir.

Yanlış anlamadıysam, şeyh makdisi ( hafızehullah)'nin yukarıda errisaletu's-selasiniyye kitabının bir risalesinin delillerinin makbul olmadığını söylemişsiniz. Kusura bakmayın kardeş, demek istediğiniz şöyle olmalıydı herhalde: Lakin bu konuda getirilen deliller delillendirme açısından isabetli değil, şeklinde olmalıydı sanki. Sizin yukarıda alıntısını yaptığım cümleniz tamamen yanlıştır. Çünkü delilin makbul olmayışı, delilin sahihlik şartı ile ilgilidir. Delilin istidlal yönünden makbul olmayışı ise ilim ehli arasında genelde kullanılan kuraldır. Çünkü makbul olmayan şey, üzerine herhangi bir şeyi bina etmeye tamamen engel olur ve konu için tüm kapılar kapanır. Fakat bizim, sizden istediğimiz şekilde cümleyi kullanmanız, bunu bir ictihadi mes'eleye sokar.
Bu ifademden sonra:
Makdisinin getirdiği delillerin (kabul olmayacağı değil), istidlal açısından yetersiz olduğunu savunuyorsanız, bunu hangi usul ile yapıyorsunuz?

 
M Çevrimdışı

Mutedeyyin

Misafir
Bazı kimseler tekfir hükmünü vermede, failin küfrü kastetmiş olmasını şart koşarlar. Bir kişi küfre götürücü bir söz söylediğinde veya bir fiil işlediğinde, bununla küfrü kastetmemişse tekfir edilmeyeceğini söylerler.

Şu hadisten dolayı ilk bakışta bu doğru gibi görünebilir:

“Ameller niyetlere göredir ve herkes için de niyet ettiğinin karşılığı vardır” (Muttefekun Aleyh).
Ancak niyet veya kastın iki türü arasındaki fark -diğer delillerle birlikte- bu şartın batıl olduğunu ortaya koyar.

Birinci Tür: İnsanın küfre düşüren bir söz söylerken o söylediği şeyi kastederek söylemesi, yani hatayla değil bilinçli olarak yapmasıdır. Sözünden dolayı söz sahibinin cezalandırılmasında şart koşulması gereken ve muteber olan kasıt budur. Burada karainul hal’e bakmanın, kasıtlı olanı hatayla olandan ayırmada önemli bir etkisi vardır. Biraz ileride gelecek olan bineğini kaybeden adamın hadisi de buna örnektir.

İkinci Tür: Kişinin bilinçli olarak söylemiş olduğu sözü ile küfrü kastetmiş olmasıdır. Bu kasıt muteber olmayıp, sözü söyleyen kimseyi tekfir etmede şart değildir. Bunun delillerini aşağıda vereceğiz. Konuyu kolaylaştırmak için Kadı Şihabuddin el-Karâfî’nin Talakta niyetin şart olması ve şart olmaması ile ilgili kural hakkında söylemiş olduğu sözü aktaralım:

“Açık olan talak ( boşama ) sözünde niyet icmaen şarttır, yine icmaen şart değildir. Fukahanın bununla ilgili sözlerinin özeti olarak niyetin şart koşulması hususunda (şart olması ve şart olmaması şeklinde) iki görüş vardır. Her ne kadar çelişkili gibi görünse de aslında burada herhangi bir çelişki yoktur.
Fukaha açık olan talak sözlerinde niyet şarttır derken, kastedilmeyen bir şeyi dil sürçmesi ile söylemiş olmaktan korunmak için talak siğasının kullanılmasının kastedilmiş olmasını amaçlamışlardır.
Örneğin ismi “Târık” olan bir kadına dil sürçmesiyle “ya tâlık” dese (tâlık: boşanmış kadın) bir şey gerekmez, çünkü kişi bunu kastetmemiştir.

Açık olan lafızlarda niyet şart değildir, demekle ise; siğayı kullanırken talak kastının şart olmadığını amaçlamışlardır. Çünkü sarih (açık) olan sözlerde icmaya göre, niyet şart değildir. Niyetin şart koşulması, kendileriyle talak kast edilmiş olması için sadece kinayeli sözlere has birşeydir. Açık olan sözlerde böyle bir şart söz konusu değildir.” (El-Furûk : 3/163)

Küfre delalet ettiği açık olan sözde de dil sürçmesi ihtimalinden korunmak için o sözü söylemeyi kastetmek şart koşulmuştur. Küfrü kastetmiş olmak şart değildir.
Küfre delalet edişi ihtimal taşıyan amellerle yapılmak istenen şeyi belirleyebilmede dikkate alınan kasıt, küfür kastı değildir, sadece amelin neye delalet ettiğini ayırt etmede etkili olan kasıttır.
Örneğin bir kişi bir kabrin başında kurban kesse ve bu kurbanı kimin için kestiği bilinmese, o kişiye kastı sorulur. Eğer: “Bu kabirdeki kimseye kestim, benim sıkıntılarımı gidereceğini ümit ediyorum” derse bununla kafir olur. Bundan sonra ona: “Bu amelinle küfrü kastettin mi kastetmedin mi?” diye sorulmaz. Bu konuya ihtimal taşıyan ameller konusunda değinmiştik.

Küfre düşüren amellerde küfrü kastetmiş olmayı şart koşanlar şöyle derler:

“Bir kimse Allah’a ve Rasulüne hakaret etse, “Allah’ın kabirdekileri dirilteceğini zannetmiyorum” ya da “Kıyametin kopacağını zannetmiyorum” veya “Allah Meryem oğlu Mesihtir” gibi küfür olan sözler söylese ve; “Ben kalben bunlara inanmıyorum, küfre göğüs açmadım, bununla küfrü kastetmedim”dese kafir olmaz. Bu kişinin kafir olmayı amaçlaması gerekir.”

Bu fasit bir şarttır. Kafirin kendisini koruması için bunu bir hile olarak kullanması mümkündür. Doğru olan ise şudur: Kim bu şekilde küfür olan sözler söylerse, bununla küfrü kastetmedim dese dahi kafir olur. Küfre düşüren amellerde, küfrü kastetmiş olma şartı, şer’i nassların kabul etmediği batıl bir şarttır.
Rasulullah şöyle der: “Kim bizim işimiz üzere olmayan bir amel işlerse o reddedilmiştir.” (Muslim)

Küfrü kastetmiş olma şartının batıl olduğunun delilleri şunlardır :

a) “Onlara sorarsan andolsun “biz dalmış eğleniyorduk” derler. De ki: “Allah ile, Onun ayetleriyle ve Rasulüyle mi alay etmekteydiniz?”
“Özür bildirmeyiniz. İmanınızdan sonra kafir oldunuz” (Tevbe 65-66).

Ayette bahsedilenler küfre düşürücü söz söylemişlerdi -ki bu alay etme idi- ancak bununla küfrü kastetmemişlerdi. Şöyle mazeret gösteriyorlardı: “Biz dalmış eğleniyorduk.” Allahu Teala onların bu mazeretlerini yalanlamadı. Bu da onların oyalandıklarının ve bu sözleriyle küfrü kastetmediklerinin doğru olduğuna delildir. Anacak bu özür, yalnızca oyalanırken söyledikleri sözleriyle kafir olduklarına hükmedilmesine engel olmadı: “Özür bildirmeyiniz. İmanınızdan sonra kafir oldunuz.”

İbn Teymiyye bu ayetler hakkında şöyle der:
“Allah Subhanehu ve Teala onların; “Biz kalben inanmaksızın küfür sözünü söyledik yalnızca dalmış eğleniyorduk” demelerine rağmen onların imanlarından sonra kafir olduklarını bildirmekte ve Allah’ın ayetleriyle alay etmenin küfür olduğunu açıklamaktadır. Bu alay etme işi ancak küfre göğüs açan kimselerde olur. Eğer kalbinde iman varsa onu bu sözü söylemekten alıkoyar.” (Mecmuu’l-Fetâvâ:7/220)

“Ayetler onların kendilerine göre küfür işlemediklerini bilakis bu yaptıklarının küfür olmadığını zannettiklerini göstermekte ve Allah ile, ayetleriyle ve Rasulu’yle alay etmenin, kişiyi imandan sonra kafir yapan bir küfür olduğunu açıklamaktadır. Yine bu ayetler onlarda çok zayıf bir imanın bulunduğunu gösterir. Onlar haram olduğunu bilerek bunu işlediler; ancak küfür olduğunu bilmiyorlardı. Yaptıkları şey onları kafir yapan bir küfür ameli idi; oysa onlar bu yaptıklarının caiz olduğuna inanmıyorlardı.” (Mecmuu’l-Fetâvâ:7/223)

Bu ayetler, bu konudaki tartışmaları sona erdirir. Bir kimsenin kafir olduğuna hükmetmede, o kişinin küfrü kastetmiş olması şartını batıl kılar. Yani küfre niyet etmiş olmanın şart koşulmasının batıl olduğunu ortaya koyar. Aynı şekilde nass, söz ve fiiller hakkında hüküm vermede insanların, amelleri hakkındaki zanlarına değil, şeriata başvurmaları gerektiğine de delalet eder.

b) Kafirlerin çoğunun kendi amelleri ve üzerinde bulundukları itikatları hakkında hüsnü zanda bulunup kendilerinin hayır üzere ve iman edenlerden daha doğru yolda olduklarını zannettikleri Kur’an nassıyla sabittir.
Onlar iman edenleri gördüklerinde bunlar sapıktırlar derler, onlarla alay ederler. Bu fasit şartı bu kafirler için geçerli sayıp onlardan birisine:
“Bu yaptığın şeyle küfrü mü kastediyorsun” diye sorduğumuzda: “Bilakis biz hidayette olanlarız” veya “Biz Allah’ın oğulları ve sevdikleriyiz” derler.
Bu fasit şart onlar için geçerli sayılıp onların sözleri doğrulanacak olursa, Allah’ın ayetleri ve onların (kafirler oldukları) hakkındaki haberi yalanlanmış olur. Bu yalanlamadan dolayı da kişi kafir olur. İşte bu da, bu şartın fasit bir şart olduğunu açıklamak için yeterlidir.

Tefsircilerin üstadı Taberî şu ayetlerin tefsirinde bu konuya dikkat çekmiştir:

“De ki; ameller bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?
Onların dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanırlar.
İşte onlar Rablerinin ayetlerini ve ona kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp ettikleri boşa çıkmıştır. Kıyamet günüde onlar için bir tartı tutmayacağız” (Kehf 103-105)

İbn Cerîr et-Taberî şöyle der: “Bu ayetler bir kimsenin ancak, Allah’ın birliğini bildiği halde küfrü kastederse kafir olacağını iddia edenlerin yanlış bir şey iddia ettiklerinin en kuvvetli delillerindendir.
Allahu Teala ayette sıfatlarını bildirdiği bu kimselerin yapıp ettiklerinin boşa çıktığını, onların ise yaptıkları şeyleri güzel şeyler saydıklarını ve yine onların Rablerinin ayetlerini inkar eden kimseler olduklarını bildirmektedir. Eğer doğru olan, bilerek küfre yönelenlerden başkasının kafir olmayacağını söyleyenlerin sözleri olsaydı, bu şekilde Allahu Teala’nın ayette bildirdiği, kendilerinin iyi bir şeyler yaptıklarını zanneden kimselerin karşılık olarak sevap ve ecir almaları gerekirdi. Ancak gerçek, onların söylediklerinin tam tersidir. Allahu Teala onların Allah’a küfreden kimseler olduklarını ve amellerinin batıl olduğunu haber vermiştir.” ( Câmiu’l-Beyan: 16/34-35)

Şeyhulislam Muhammed ibn Abdilvahhab, küfür sözü söyleyip bunun küfür olduğunu bilmeyen kimse hakkında şöyle der:
“Kendisini küfre düşüreceğini bilmiyorsa bu durumda şu ayet yeterlidir:
“Özür bildirmeyiniz, imanınızdan sonra kafir oldunuz” ayette bahsedilen bu kimseler, sözlerinin küfür olduğunu bilmediklerini söyleyip Nebi’den Aleyhissalatu Vesselam özür diliyorlardı. Allahu Teala’nın şu sözlerini işitip de hala buna başka anlamlar yüklemeleri ne garip:
“Kendilerini güzel iş yapmakta sanıyorlar”(Kehf /104).
“Onlar Allah’ı bırakıp şeytanları dostlar edinmişlerdi. Ve gerçekten kendilerini doğru yolda saymaktaydılar”(A’raf /30).
“Gerçekten bunlar, onları yoldan alıkoyarlar. Onlar ise kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar”(Zuhruf /37)
(Ed-Dureru’s-Seniyye Fi’l-Ecvibeti’n-Necdiyye: 8/105 “Kitâbu’l-Murted.”)

O’nun zikrettiği ayetlere şunları da ekliyoruz:
“Yahudi ve Hıristiyanlar: “Biz Allah’ın çocukları ve sevdikleriyiz” dediler”(Maide /18).
“Dediler ki: “Yahudi ve Hıristiyan olmadıkça kimse cennete giremez” (Bakara /111).

Kafirin kendisinin iyi ve hidayette olduğuna veya cennetlik olduğuna inanması, -küfrü delil ile sabit ise- onun tekfirine engel olmaz. Buna ilaveten; bu şekilde kafirin kendisini iyi zannetmesi sapıklığına ve azgınlığına devam etmesi için Allah’ın ona vermiş olduğu bir cezadır:

“Biz onlara bir takım arkadaşlar musallat ettik de, onlar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler. Kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinler ve insanlar için uygulanan söz (azap)onlara da gerekli olmuştur. Çünkü onlar hüsrana düşenlerdi” (Fussilet /25).

“Kim Rahmanın zikrinden yüz çevirirse ona bir şeytanı arkadaş veririz ve o şeytan artık onun ayrılmaz dostudur. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar da onlar kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf /36-37).

Bu kaderî ceza nasıl olur da onlar hakkında kafir olduklarına dair verilecek olan şer’î hükme engel olarak kabul edilebilir?

c) Üçüncü delil ise Nahl suresindeki şu ayettir:

“Kim imanından sonra küfre girerse...” bununla ilgili açıklama inşaallah biraz sonra İbn Teymiyye’nin sözünde gelecektir.

Özetleyecek olursak; Tekfirde muteber olan kasıt küfre götürücü olan ameli kast etmek yani ameli bilinçli olarak yapmaktır, bu amelle küfrü kast etmek değildir. Bu ikisi arasındaki farkı İbn Teymiyye kısaca şöyle açıklamıştır:
“Kısacası, kim küfür olan bir söz ya da fiilde bulunursa, bununla kafir olmayı kast etmemiş olsa da kafir olur. Çünkü -Allah’ın dilediği hariç- kimse küfrü kast etmez.” (Es-Sârimu’l-Meslûl: 177-178)

Buhari Rahimehullah “Sahih” inde “İman” bölümü, “Mu’minin Farkında Olmadan Amelinin Boşa Çıkmasından Korkması” bâbında “küfür hükmü verilmesi için küfrü kast etmenin şart olmadığı” konusunda bâb açmıştır. (Fethu’l-Bârî: 1/109)

Haricilerle ilgili hadislerin şerhinde de bu konudan bahsedilir. Rasulullah’ın şu hadisi de bunlar arasındadır:
“Okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar”
İbn Hacer şöyle der:
“Müslümanlardan, dinden çıkmayı ve İslam Dini’nden başka bir din seçmeyi kast etmeksizin dinden çıkanlar bu hadisin kapsamına girerler. (Fethu’l-Bârî: 12/301)

Tekfirde geçerli bir şart sayılan kasıt; tekfirin kuralını açıklarken, hükmün şartları ve engelleri konusunda da dikkat çektiğimiz gibi küfre götürücü ameli işlemeyi kast etmektir. Bu amelle küfrü kast etmiş olmak ise muteber olmayan bir şeydir.

Bu şekildeki kasıtla, yani küfre düşürücü ameli bilinçli olarak yapmakla, insanlarda şu kısımlara girenler tekfir edilmezler:

a) Şer’an Kastı Muteber Olmayanlar:
Küçük yaşta olup mümeyyiz olmayan, akılsız olan, veya uyuyan kimse gibi.

b) İhtimal Taşıyan Bir Amel İşleyen Kimse:
Bu kişinin işlemiş olduğu amel ile ne kastettiğinin araştırılması gerekir.

c) Hata Eden Kimse:
Küfür ameli olduğu açık olan bir ameli işleyen mükelleftir, ancak bu ameli işlerken bilerek değil hatayla işlemiştir. Aynen “Allah’ım, sen benim kulumsun ben de senin rabbinim”diyen adam gibi. Bu küfre düşüren bir sözdür, ancak Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu kişiyi ; “Sevincinin şiddetinden hata etti” (Muttefekun Aleyh) diye nitelendirmiştir. Hata ise affedilmiştir:

“Yanılarak yaptıklarınızda size günah yoktur, fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir”(33el-Ahzab/5).

d) Hatalı Tevilde Bulunan Kimse:
Tekfirin engellerinde de bahsettiğimiz gibi geçerli olan tevil özür olarak kabul edilir. Çünkü bu da bilinçli olarak yapılmış bir şey değildir. İşte tekfirde geçerli olan kasıt budur: Küfre düşüren ameli kastetmek, küfrü kastetmek değil.


Abdulkadir Bin Abdulaziz
 
Üst