E
Çevrimdışı
Ebu & Dücane
Misafir
وقوله :{ وما كان الله ليضل قوماً بعد إذ هداهم حتى يبين لهم ما يتقون إن الله بكل شيء عليم
“Allah bir topluluğu doğru yola ulaştırdıktan sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları saptıracak değildir. Allah her şeyi çok iyi bilen-dir.” (Tevbe: 115)
ولهذا قال أهل العلم : " لا يكفر جاحد الفرائض إذا كان حديث عهد بإسلام حتى يبين له "
Bundan dolayı ilim ehli derki: “Farzları inkar eden kişi, islamda yeni ise ve hükümler ona açıklanmamışsa, tekfir edilmez.
Tekfire manilerden biri: Tekfiri veya tefsıkı icab ettiren şeyin, o kişiden iradesi olmaksızın meydana gelmesi.
Diğer maniler: Hata, cehalet, acizlik, zorlama. Zorlamada, kalbi imanla dolu olan tekfir edilmez.
Başka bir mani: Üzerine gelen şiddetli ferah, hüzün, korku ve benzeri gibisiyle de tekfir edilmez. Bu hususta Enes’ten r.a. rivayet edilen hadisi şerifte, bedevinin devesini kaybedib sonra bulduğunda, şiddetli ferahından: Allahım sen benim kulumsun, ben senin Rabbinim. Demesi. Burada şiddetli sevincinden dolayı hata etti. (Bazı tasavvuf ehlinin sekir hallerindeki sözleri de bu kabildendir.)
Kavaid şerhi, Mücelli şerhi: 1/308
المجلي شرح القواعد المثلي - (1 / 308)
Tekfirde ileri gitmek – Mazbut: 1/24
الغلو في التكفير ـ مضبوط - (1 / 24)
اعلم أن التسرع في الحكم على مسلم يشهد أن لا إله إلا الله وأن محمدا رسول الله بالكفر والخروج من الإسلام لهو مزلة قدم لا ينزلق فيها إلا جاهل بأحكام الشريعة ، أو مغرور ، أو حاقد على الناس ، أو لديه غرض ما يسعى إليه من أغراض الدنيا كالحصول على المال أو السلطة أو الشهرة بين جاهلين مثله ، أو في حب المخالفة . لأن الله عز وجل لا يسأل عبده لما لم تكفر فلان ولا يحاسبه على ذلك ، ولكن قد يُسأل العبد على تكفير المسلمين بغير حق ؛
Tekfirde ileri gitmek – Mazbut: 1/24
Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed s.a.v in Allahın Resulü olduğuna şahitlik eden Müslüman üzerine, küfürle hükmetmek ve islamdan çıktığına hükmetmekte acele etmek, ayak kaydıran yerdir, ancak burada, şeriatın hükümlerini bilmeyen, veya aldanmış olan, veya insanlara hile yapan, veya dünyalık ulaşmak istediği bir garazı olan, (mesela mal elde etmek veya sulta kurmak isteyen gibi), veya kendi gibi cahiler arasında şöhret bulmak isteyen, veya muhalefet etmeyi seven kişiler kayar.
Zira Allahu teala, kuluna filancıyı niçin tekfir etmedin ve bunun üzerine onu niçin muhasebe etmedin diye sırmaz. Lakin kuluna, haksız yere müslümanı niçin tekfir ettiğini sorar. Zira Nebi s.a.v bu gibi işlerden son derece sakındırdı.
وعلى هذا فيجب قبل الحكم على المسلم بكفر أو فسق أن ينظر في أمرين أحدهما : دلالة الكتاب أو السنة على أن هذا القول أو الفعل موجب للكفر أو الفسق .
Buna göre, müslümanın üzerine küfürle veya fasıklıkla hükmetmeden evvel iki şeye bakmak gereklidir.
Biri: Kitabın veya sünnetin, şu işin veya fiilin, küfrü gerektirdiğine delalet etmesi.
الثاني : انطباق هذا الحكم على القائل المعين أو الفاعل المعين بحيث تتم شروط التكفير أو التفسيق في حقه وتنتفي الموانع .
İkincisi: Şu söylenen hükmün, söyleyen veya yapan muayyen kişinin üzerine mutabık olması; öyleki tekfir veya tefsık şartlarının o kişi hakkında tamam olması, manilerin yok olması.
ومن أهم الشروط : أن يكون عالماً بمخالفته (2) التي أوجبت أن يكون كافراً أو فاسقاً لقوله تعالى : { ومن يشاقق الرسول من بعد ما تبين له الهدى ويتبع غير سبيل المؤمنين نوله ما تولى ونصله
جهنم وساءت مصيراً } [ النساء : 115]
Şartların en mühiminden biri: Kafir veya fasık olmasını gerektiren şeydeki muhale-fetini, bilen bir alim olmalıdır. Zira Nisa: 115 te Mevla teala buyurdu:
“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber'e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (Nisa: 115)
شرح النووي على مسلم - (2 / 49 )
( باب بيان حال ايمان من قال لاخيه المسلم يا كافر [ 60 ] قوله صلى الله عليه و سلم ( اذا كفر الرجل أخاه فقد باء بها أحدهما
وفى الرواية الاخرى أيما رجل قال لاخيه كافر فقد باء بها أحدهما ان كان كما قال والا رجعت عليه
وفى الرواية الاخرى ليس من رجل ادعى لغير أبيه وهو يعلمه الا كفر ومن ادعى ما ليس له فليس منا وليتبوأ مقعده من النار ومن دعا رجلا بالكفر أو قال عدو الله وليس كذلك الا حار عليه )
هذا الحديث مما عده بعض العلماء من المشكلات من حيث أن ظاهره غير مراد وذلك أن مذهب أهل الحق أنه لا يكفر المسلم بالمعاصى كالقتل والزنا وكذا قوله لأخيه كافر من غير اعتقاد بطلان دين الاسلام
Müslim Şerhi - Nevevi 2/49
Nebi Sallallahü Aleyhi ve Sellem buyurdu: “Kişi Müslüman kardeşini tekfir ederse, muhakkak bu, ikisinden birine döner.”
Diğer bir rivayette: “Hangi kişi, kardeşi için –yâ kafir- derse, şayet dediği gibi ise, bu sözü iksinden birine döner. Dediği gibi değilse, kendi üzerine döner.”
Başka bir rivayette: “Hiçbir kişi yok ki bildiği halde, babasının gayrısını (babası olmakla) iddia ederse, küfretmiş olur. Kendisinin olmadığı nisbeti iidia eden, bizden değildir. Cehennemde yerini hazırlasın. Kim kişiye küfürle çağırırsa, veya –Allahın düşmanı- derse, halbuki dediği gibi değilse, kendi üzerine döner.”
Bu hadisler, bazı alimlerin müşkil saydığı hususlardandır. Zira zahirleri murad edilemez. Bu, ehli hak (ehli sünnet) in mezhebidir ki, Müslüman masıyetleri sebebiyle tekfir edilmez. adam öldürmek, zina etmek gibileri. Aynı şekilde, Müslüman kardeşine –kafir- demesi de, İslam dinini batıl görmesi itikadı olmaksızın derse, kafir olmaz.
<<< İmam Nevevi r.a. in açıklamalarından, hadisi şeriflerin müşkil olduğu ve yorumla-mada dikkat edilmesi lazım geldiği anlaşılır. Bu sebeble son kısımda dediği gibi –islamın batıl görme itikadı yoksa- cümlesi meseleyi aydınlatmaktadır.
Zaten, müslümanı öldürenin cehennemlik olacağını bildiren ayeti kerimenin tevili de böyledir, yani onu öldürmeyi helal görmesi sebebiyle cehennemi hak eder.
Demek ki tekfir eden, karşısındakinin itikadının da İslam dışı olduğunu inanırsa, iş karışıyor; eğer karşısındaki Müslüman ise, attığı söz kendine döner. Eğer karşısındaki Müslüman değilse veya üzerinde küfür alameti sayılan hususlardan biri varsa, o zaman sözü söyleyen kurtarır.
Küfür sözünü söyleyen, karşısındakininin dinini kasdederse, onun islam dışı Yahudi, Hıristiyan, Mecusi v.s. olduğuna hükmederse, halbuki böyle değilse, sözü kendine döner.
Şayet küfürle itham eden, karşısındakini dininden çıkmış değilde, sanki kafire benzemiş onlar gibi fiil işlemiş kasdederse, bu durumda kafir olmaz günahkar olur.
Bu ihtimallerden dolayı acele etmemek lazımdır. Şimdi aşağıda yazacağımız bölüm bunu açıklıyor:>>>
159- Allah'tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert, katı kalpli biri olsaydın, kuşkusuz çevrenden uzaklaşırlardı. Onları bağışla, kendileri için Allah'tan af dile, yapacağın işler hakkında onların görüşlerini al, ama karar verince artık Allah'a dayan. Hiç kuşkusuz Allah kendisine dayananları sever. gerçeği eksenine sıkı sıkıya bağlı birçok temel gerçeği ve aynı zamanda kısa ifadelerin içerdiği büyük esasları görürüz. Öncelikle Peygamber'in (salât ve selâm üzerine olsun) ahlâkında, kalplerin üzerinde toplanması, ruhların etrafında birleşmesi için hazırlanan şefkatli, hoşgörülü, yumuşak ve güzel tabiatın da somutlaşan ilahi rahmeti görürüz. Aynı zamanda, İslâmî toplum hayatının dayandığı temelin şûra olduğunu ve bunun sonucunun dış görünüşü bakımından acı da olsa yeri geldikçe emredildiğini görürüz. Şûra ilkesinin yanında, verilen kararın büyük bir kararlılık ve kesinlikle uygulanması ve yürütülmesi ilkesini görürüz. Şûra ve uygulamanın yanında, tasavvur, hareket ve düzenlemeyi tamamlayan Allah'a güvenip dayanma gerçeğinin yeraldığını görürüz. Ayrıca Allah'ın çizdiği kaderi görürüz. Herşeyin neticede O'na döneceğine vakıf oluruz. Olaylar ve sonuçları üzerinde kendisinden başka hiçbir etken gücün bulunmadığı gerçeğini de kavrarız. Ganimet konusunda; ihanet, hile ve ihtirastan sakındırmanın yeraldığını görürüz. Değerlerin, ölçülerin, kazanç ve zararın gerçeğini ortaya çıkaran Allah'ın hoşnutluğuna uyanlar ile O'nun hışmına uğrayanların arasındaki kesin farkı gördüğümüz gibi... Bölüm, bu ümmete peygamberini göndermekle yüce Allah'ın yaptığı iyiliğin yüceliğini göstermekle son buluyor. Öyle ki bu iyiliğin yanında, ganimetler gibi çekilen acılar da çok küçük kalır. Evet bütün bu hususlar şu az sayıdaki ayette toplanmıştır:
"Allah'tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert ve katı kalpli biri olsaydın, kuşkusuz çevrenden uzaklaşırlardı. Onları bağışla. Kendileri için Allah'tan af dile. Yapacağın işler hakkında onların görüşlerini al. Ama karar verince artık Allah'a dayan. Hiç kuşkusuz Allah kendisine dayananları sever."
Ayetlerin akışı burada Resulullah'a ve O'nun şahsında da Medine'den çıkmak için başta öne atılan, sonra safları karışan ve böylece savaş öncesinde üçte biri geri dönenlere, hitabını tevcih etmektedir. Bunlar daha sonra O'nun emrine karşı gelmiş, ganimet arzusuna yenik düşmüş ve Resulullah'ın öldürüldüğüne ilişkin söylenti karşısında zayıflık göstermişti. Yine bunlar yenilerek topukları üzerinde geri dönmüş, O'nun az kişiyle başbaşa ve yara bere içinde peşlerinde çağırır halde bırakıp, buna rağmen hiç kimseye dönüp bakmamış kişilerdi. Peygamberin gönlünü hoş tutmak, müslümanların da Allah'ın nimetini anlamalarını sağlamak için onlara yönelmekte ve çevresinde kalplerin toplandığı Peygamberin yüce ve şefkatli ahlâkında somutlaşan Allah'ın rahmetini O'na ve onlara hatırlatmaktadır. Böylece O'nun kalbindeki gizli rahmeti harekete geçirmekte ve bu davranış sonucu kalbinde yereden kırgınlığı da gidermektedir. Müminlerin de, bu şefkatli peygamberle kendilerine ulaşan ilahi nimeti duyumsamalarını sağlamaktadır. Sonra Peygamber'i, onları affetmeye, onlar için bağışlanma dilemeye ve meydana gelen sonuçtan ötürü İslâmî hayatın bu temel ilkesini iptal etmeksizin her zaman olduğu gibi onlarla müşavere yapmaya çağırmaktadır.
"Allah'tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert ve katı kalpli olsaydın, kuşkusuz çevrenden uzaklaşırlardı." Bu O'nu ve onları kuşatan Allah'ın rahmetidir. Yüce Allah, Peygamberini müminlere karşı şefkatli ve son derece yumuşak kılmıştır. Şayet kaba ve katı kalpli olsaydı etrafında kalpler birleşmez ve çevresinde duygular toplanmazdı. Çünkü insanlar sürekli; şefkatli üstün bir gözetime, güler yüzlü bir hoşgörüye, kendilerini saran bir sevgi atmosferine, bilgisizlikleri, zayıflık ve eksiklikleri yüzünden sıkmayan bir yumuşaklığa ihtiyaç duyarlar. Ayrıca, kendilerine veren; ancak onlardan birşey beklemeyen, üzüntüleriyle ilgilendiği halde kendi derdiyle onları üzmeyen, yanında her zaman, ilgi, gözetim, şefkat, hoşgörü, sevgi ve hoşnutluk buldukları büyük bir kalbe muhtaçtırlar. İşte Resulullah'ın (salât ve selâm üzerine olsun) kalbi böyle bir kalpti ve insanlarla birlikte böyle yaşıyordu. Bir kerecik olsun kendi şahsı için onlara kızmadı. Beşeri zaaflarından dolayı onlara karşı kalbinde bir sıkıntı hissetmedi. Hayatın nimetlerinden hiçbir şeyi kendine mal etmedi; aksine, elinde ne varsa hepsini büyük bir hoşgörü ve cömertlikle onlara verdi. Yumuşaklık, iyilik, şefkat ve yüce sevgiyle onları sardı. O'nunla konuşan, O'nu gören hiç kimse yoktur ki, kalbi O'nun büyük ve geniş gönlünden fışkıran sevgi duygularıyla dolmasın.
Bütün bunlar O'na ve ümmetine Allah'ın bir rahmetiydi. Yüce Allah, bütün bunları, bu ümmetin hayatı ve dilediği düzeni yerleştirmek için hatırlatmaktadır.Seyyid kutup fizilal kuran A liimran 159
"Böyle birisi; gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten korkan, Rabbinin rahmetini uman biri gibi midir? De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Ancak gönül ve akıl sahipleri düşünüp ibret alır." 39-Zümer : 9
“Allah bir topluluğu doğru yola ulaştırdıktan sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları saptıracak değildir. Allah her şeyi çok iyi bilen-dir.” (Tevbe: 115)
ولهذا قال أهل العلم : " لا يكفر جاحد الفرائض إذا كان حديث عهد بإسلام حتى يبين له "
Bundan dolayı ilim ehli derki: “Farzları inkar eden kişi, islamda yeni ise ve hükümler ona açıklanmamışsa, tekfir edilmez.
Tekfire manilerden biri: Tekfiri veya tefsıkı icab ettiren şeyin, o kişiden iradesi olmaksızın meydana gelmesi.
Diğer maniler: Hata, cehalet, acizlik, zorlama. Zorlamada, kalbi imanla dolu olan tekfir edilmez.
Başka bir mani: Üzerine gelen şiddetli ferah, hüzün, korku ve benzeri gibisiyle de tekfir edilmez. Bu hususta Enes’ten r.a. rivayet edilen hadisi şerifte, bedevinin devesini kaybedib sonra bulduğunda, şiddetli ferahından: Allahım sen benim kulumsun, ben senin Rabbinim. Demesi. Burada şiddetli sevincinden dolayı hata etti. (Bazı tasavvuf ehlinin sekir hallerindeki sözleri de bu kabildendir.)
Kavaid şerhi, Mücelli şerhi: 1/308
المجلي شرح القواعد المثلي - (1 / 308)
Tekfirde ileri gitmek – Mazbut: 1/24
الغلو في التكفير ـ مضبوط - (1 / 24)
اعلم أن التسرع في الحكم على مسلم يشهد أن لا إله إلا الله وأن محمدا رسول الله بالكفر والخروج من الإسلام لهو مزلة قدم لا ينزلق فيها إلا جاهل بأحكام الشريعة ، أو مغرور ، أو حاقد على الناس ، أو لديه غرض ما يسعى إليه من أغراض الدنيا كالحصول على المال أو السلطة أو الشهرة بين جاهلين مثله ، أو في حب المخالفة . لأن الله عز وجل لا يسأل عبده لما لم تكفر فلان ولا يحاسبه على ذلك ، ولكن قد يُسأل العبد على تكفير المسلمين بغير حق ؛
Tekfirde ileri gitmek – Mazbut: 1/24
Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed s.a.v in Allahın Resulü olduğuna şahitlik eden Müslüman üzerine, küfürle hükmetmek ve islamdan çıktığına hükmetmekte acele etmek, ayak kaydıran yerdir, ancak burada, şeriatın hükümlerini bilmeyen, veya aldanmış olan, veya insanlara hile yapan, veya dünyalık ulaşmak istediği bir garazı olan, (mesela mal elde etmek veya sulta kurmak isteyen gibi), veya kendi gibi cahiler arasında şöhret bulmak isteyen, veya muhalefet etmeyi seven kişiler kayar.
Zira Allahu teala, kuluna filancıyı niçin tekfir etmedin ve bunun üzerine onu niçin muhasebe etmedin diye sırmaz. Lakin kuluna, haksız yere müslümanı niçin tekfir ettiğini sorar. Zira Nebi s.a.v bu gibi işlerden son derece sakındırdı.
وعلى هذا فيجب قبل الحكم على المسلم بكفر أو فسق أن ينظر في أمرين أحدهما : دلالة الكتاب أو السنة على أن هذا القول أو الفعل موجب للكفر أو الفسق .
Buna göre, müslümanın üzerine küfürle veya fasıklıkla hükmetmeden evvel iki şeye bakmak gereklidir.
Biri: Kitabın veya sünnetin, şu işin veya fiilin, küfrü gerektirdiğine delalet etmesi.
الثاني : انطباق هذا الحكم على القائل المعين أو الفاعل المعين بحيث تتم شروط التكفير أو التفسيق في حقه وتنتفي الموانع .
İkincisi: Şu söylenen hükmün, söyleyen veya yapan muayyen kişinin üzerine mutabık olması; öyleki tekfir veya tefsık şartlarının o kişi hakkında tamam olması, manilerin yok olması.
ومن أهم الشروط : أن يكون عالماً بمخالفته (2) التي أوجبت أن يكون كافراً أو فاسقاً لقوله تعالى : { ومن يشاقق الرسول من بعد ما تبين له الهدى ويتبع غير سبيل المؤمنين نوله ما تولى ونصله
جهنم وساءت مصيراً } [ النساء : 115]
Şartların en mühiminden biri: Kafir veya fasık olmasını gerektiren şeydeki muhale-fetini, bilen bir alim olmalıdır. Zira Nisa: 115 te Mevla teala buyurdu:
“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber'e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (Nisa: 115)
شرح النووي على مسلم - (2 / 49 )
( باب بيان حال ايمان من قال لاخيه المسلم يا كافر [ 60 ] قوله صلى الله عليه و سلم ( اذا كفر الرجل أخاه فقد باء بها أحدهما
وفى الرواية الاخرى أيما رجل قال لاخيه كافر فقد باء بها أحدهما ان كان كما قال والا رجعت عليه
وفى الرواية الاخرى ليس من رجل ادعى لغير أبيه وهو يعلمه الا كفر ومن ادعى ما ليس له فليس منا وليتبوأ مقعده من النار ومن دعا رجلا بالكفر أو قال عدو الله وليس كذلك الا حار عليه )
هذا الحديث مما عده بعض العلماء من المشكلات من حيث أن ظاهره غير مراد وذلك أن مذهب أهل الحق أنه لا يكفر المسلم بالمعاصى كالقتل والزنا وكذا قوله لأخيه كافر من غير اعتقاد بطلان دين الاسلام
Müslim Şerhi - Nevevi 2/49
Nebi Sallallahü Aleyhi ve Sellem buyurdu: “Kişi Müslüman kardeşini tekfir ederse, muhakkak bu, ikisinden birine döner.”
Diğer bir rivayette: “Hangi kişi, kardeşi için –yâ kafir- derse, şayet dediği gibi ise, bu sözü iksinden birine döner. Dediği gibi değilse, kendi üzerine döner.”
Başka bir rivayette: “Hiçbir kişi yok ki bildiği halde, babasının gayrısını (babası olmakla) iddia ederse, küfretmiş olur. Kendisinin olmadığı nisbeti iidia eden, bizden değildir. Cehennemde yerini hazırlasın. Kim kişiye küfürle çağırırsa, veya –Allahın düşmanı- derse, halbuki dediği gibi değilse, kendi üzerine döner.”
Bu hadisler, bazı alimlerin müşkil saydığı hususlardandır. Zira zahirleri murad edilemez. Bu, ehli hak (ehli sünnet) in mezhebidir ki, Müslüman masıyetleri sebebiyle tekfir edilmez. adam öldürmek, zina etmek gibileri. Aynı şekilde, Müslüman kardeşine –kafir- demesi de, İslam dinini batıl görmesi itikadı olmaksızın derse, kafir olmaz.
<<< İmam Nevevi r.a. in açıklamalarından, hadisi şeriflerin müşkil olduğu ve yorumla-mada dikkat edilmesi lazım geldiği anlaşılır. Bu sebeble son kısımda dediği gibi –islamın batıl görme itikadı yoksa- cümlesi meseleyi aydınlatmaktadır.
Zaten, müslümanı öldürenin cehennemlik olacağını bildiren ayeti kerimenin tevili de böyledir, yani onu öldürmeyi helal görmesi sebebiyle cehennemi hak eder.
Demek ki tekfir eden, karşısındakinin itikadının da İslam dışı olduğunu inanırsa, iş karışıyor; eğer karşısındaki Müslüman ise, attığı söz kendine döner. Eğer karşısındaki Müslüman değilse veya üzerinde küfür alameti sayılan hususlardan biri varsa, o zaman sözü söyleyen kurtarır.
Küfür sözünü söyleyen, karşısındakininin dinini kasdederse, onun islam dışı Yahudi, Hıristiyan, Mecusi v.s. olduğuna hükmederse, halbuki böyle değilse, sözü kendine döner.
Şayet küfürle itham eden, karşısındakini dininden çıkmış değilde, sanki kafire benzemiş onlar gibi fiil işlemiş kasdederse, bu durumda kafir olmaz günahkar olur.
Bu ihtimallerden dolayı acele etmemek lazımdır. Şimdi aşağıda yazacağımız bölüm bunu açıklıyor:>>>
159- Allah'tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert, katı kalpli biri olsaydın, kuşkusuz çevrenden uzaklaşırlardı. Onları bağışla, kendileri için Allah'tan af dile, yapacağın işler hakkında onların görüşlerini al, ama karar verince artık Allah'a dayan. Hiç kuşkusuz Allah kendisine dayananları sever. gerçeği eksenine sıkı sıkıya bağlı birçok temel gerçeği ve aynı zamanda kısa ifadelerin içerdiği büyük esasları görürüz. Öncelikle Peygamber'in (salât ve selâm üzerine olsun) ahlâkında, kalplerin üzerinde toplanması, ruhların etrafında birleşmesi için hazırlanan şefkatli, hoşgörülü, yumuşak ve güzel tabiatın da somutlaşan ilahi rahmeti görürüz. Aynı zamanda, İslâmî toplum hayatının dayandığı temelin şûra olduğunu ve bunun sonucunun dış görünüşü bakımından acı da olsa yeri geldikçe emredildiğini görürüz. Şûra ilkesinin yanında, verilen kararın büyük bir kararlılık ve kesinlikle uygulanması ve yürütülmesi ilkesini görürüz. Şûra ve uygulamanın yanında, tasavvur, hareket ve düzenlemeyi tamamlayan Allah'a güvenip dayanma gerçeğinin yeraldığını görürüz. Ayrıca Allah'ın çizdiği kaderi görürüz. Herşeyin neticede O'na döneceğine vakıf oluruz. Olaylar ve sonuçları üzerinde kendisinden başka hiçbir etken gücün bulunmadığı gerçeğini de kavrarız. Ganimet konusunda; ihanet, hile ve ihtirastan sakındırmanın yeraldığını görürüz. Değerlerin, ölçülerin, kazanç ve zararın gerçeğini ortaya çıkaran Allah'ın hoşnutluğuna uyanlar ile O'nun hışmına uğrayanların arasındaki kesin farkı gördüğümüz gibi... Bölüm, bu ümmete peygamberini göndermekle yüce Allah'ın yaptığı iyiliğin yüceliğini göstermekle son buluyor. Öyle ki bu iyiliğin yanında, ganimetler gibi çekilen acılar da çok küçük kalır. Evet bütün bu hususlar şu az sayıdaki ayette toplanmıştır:
"Allah'tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert ve katı kalpli biri olsaydın, kuşkusuz çevrenden uzaklaşırlardı. Onları bağışla. Kendileri için Allah'tan af dile. Yapacağın işler hakkında onların görüşlerini al. Ama karar verince artık Allah'a dayan. Hiç kuşkusuz Allah kendisine dayananları sever."
Ayetlerin akışı burada Resulullah'a ve O'nun şahsında da Medine'den çıkmak için başta öne atılan, sonra safları karışan ve böylece savaş öncesinde üçte biri geri dönenlere, hitabını tevcih etmektedir. Bunlar daha sonra O'nun emrine karşı gelmiş, ganimet arzusuna yenik düşmüş ve Resulullah'ın öldürüldüğüne ilişkin söylenti karşısında zayıflık göstermişti. Yine bunlar yenilerek topukları üzerinde geri dönmüş, O'nun az kişiyle başbaşa ve yara bere içinde peşlerinde çağırır halde bırakıp, buna rağmen hiç kimseye dönüp bakmamış kişilerdi. Peygamberin gönlünü hoş tutmak, müslümanların da Allah'ın nimetini anlamalarını sağlamak için onlara yönelmekte ve çevresinde kalplerin toplandığı Peygamberin yüce ve şefkatli ahlâkında somutlaşan Allah'ın rahmetini O'na ve onlara hatırlatmaktadır. Böylece O'nun kalbindeki gizli rahmeti harekete geçirmekte ve bu davranış sonucu kalbinde yereden kırgınlığı da gidermektedir. Müminlerin de, bu şefkatli peygamberle kendilerine ulaşan ilahi nimeti duyumsamalarını sağlamaktadır. Sonra Peygamber'i, onları affetmeye, onlar için bağışlanma dilemeye ve meydana gelen sonuçtan ötürü İslâmî hayatın bu temel ilkesini iptal etmeksizin her zaman olduğu gibi onlarla müşavere yapmaya çağırmaktadır.
"Allah'tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert ve katı kalpli olsaydın, kuşkusuz çevrenden uzaklaşırlardı." Bu O'nu ve onları kuşatan Allah'ın rahmetidir. Yüce Allah, Peygamberini müminlere karşı şefkatli ve son derece yumuşak kılmıştır. Şayet kaba ve katı kalpli olsaydı etrafında kalpler birleşmez ve çevresinde duygular toplanmazdı. Çünkü insanlar sürekli; şefkatli üstün bir gözetime, güler yüzlü bir hoşgörüye, kendilerini saran bir sevgi atmosferine, bilgisizlikleri, zayıflık ve eksiklikleri yüzünden sıkmayan bir yumuşaklığa ihtiyaç duyarlar. Ayrıca, kendilerine veren; ancak onlardan birşey beklemeyen, üzüntüleriyle ilgilendiği halde kendi derdiyle onları üzmeyen, yanında her zaman, ilgi, gözetim, şefkat, hoşgörü, sevgi ve hoşnutluk buldukları büyük bir kalbe muhtaçtırlar. İşte Resulullah'ın (salât ve selâm üzerine olsun) kalbi böyle bir kalpti ve insanlarla birlikte böyle yaşıyordu. Bir kerecik olsun kendi şahsı için onlara kızmadı. Beşeri zaaflarından dolayı onlara karşı kalbinde bir sıkıntı hissetmedi. Hayatın nimetlerinden hiçbir şeyi kendine mal etmedi; aksine, elinde ne varsa hepsini büyük bir hoşgörü ve cömertlikle onlara verdi. Yumuşaklık, iyilik, şefkat ve yüce sevgiyle onları sardı. O'nunla konuşan, O'nu gören hiç kimse yoktur ki, kalbi O'nun büyük ve geniş gönlünden fışkıran sevgi duygularıyla dolmasın.
Bütün bunlar O'na ve ümmetine Allah'ın bir rahmetiydi. Yüce Allah, bütün bunları, bu ümmetin hayatı ve dilediği düzeni yerleştirmek için hatırlatmaktadır.Seyyid kutup fizilal kuran A liimran 159
"Böyle birisi; gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten korkan, Rabbinin rahmetini uman biri gibi midir? De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Ancak gönül ve akıl sahipleri düşünüp ibret alır." 39-Zümer : 9