İbn Teymiyye : "Küfür, bir şer'î hüküm olup, yalnızca şer'î delillerle sabit olur. Şer'î delillerin göstermediği, sadece akıl ile bilinen bir şeyi reddeden kişi kâfir sayılmaz. Kâfir, ancak Peygamber ﷺ'in getirdiğini reddeden kişidir."
İbn Teymiyye rahimehullah’ın bu sözünde, küfür meselesinin mahiyeti ve hüküm kaynağı net bir şekilde açıklanmıştır. Ona göre küfür, Allahu Teâlâ’nın indirdiği şeriatla belirlenmiş bir hükümdür. Yani bir kimsenin kâfir sayılabilmesi için onun şer‘î bir delile muhalefet etmesi gerekir. Sadece akılla bilinebilecek şeyleri inkâr eden bir kimseye, şer‘î bir delil yoksa “kâfir” hükmü verilmez. Küfrün ölçüsü, akıl değil; Allahu Teâlâ’nın kitabı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetidir.
Bu sözün temelinde şu ilke vardır: Küfür, Allahu Teâlâ’nın diniyle çatışan, O’nun gönderdiği vahyi reddeden tutum ve davranıştır. Nitekim Allahu Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur:
İbn Teymiyye rahimehullah’ın bu sözünde, küfür meselesinin mahiyeti ve hüküm kaynağı net bir şekilde açıklanmıştır. Ona göre küfür, Allahu Teâlâ’nın indirdiği şeriatla belirlenmiş bir hükümdür. Yani bir kimsenin kâfir sayılabilmesi için onun şer‘î bir delile muhalefet etmesi gerekir. Sadece akılla bilinebilecek şeyleri inkâr eden bir kimseye, şer‘î bir delil yoksa “kâfir” hükmü verilmez. Küfrün ölçüsü, akıl değil; Allahu Teâlâ’nın kitabı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetidir.
Bu sözün temelinde şu ilke vardır: Küfür, Allahu Teâlâ’nın diniyle çatışan, O’nun gönderdiği vahyi reddeden tutum ve davranıştır. Nitekim Allahu Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur:
“Kim Allah’a ve Peygamberine iman etmezse, bilsin ki Biz kâfirler için alevli bir ateş hazırlamışızdır.” (Fetih, 13)
Bu ayet açıkça gösteriyor ki, iman ve küfür, Allahu Teâlâ’nın belirlediği ilkelere bağlıdır. Bir kişinin iman etmiş sayılması için sadece aklıyla doğruyu bulması yetmez; Allahu Teâlâ’nın indirdiği vahye inanması gerekir. Aynı şekilde, bir kişinin küfre düşmesi de akıl yürüterek ulaştığı bir hatadan değil, Allahu Teâlâ’nın gönderdiği vahyi bilerek reddetmesinden kaynaklanır.
İbn Teymiyye rahimehullah, burada özellikle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiği dinin reddedilmesinin küfür sayıldığını vurgular. Çünkü küfrün ölçüsü budur. Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
İbn Teymiyye rahimehullah, burada özellikle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiği dinin reddedilmesinin küfür sayıldığını vurgular. Çünkü küfrün ölçüsü budur. Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine ve ona indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, o derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisâ, 136)
Bu ayet de gösteriyor ki, iman ve küfür, vahiy temelli hakikatlerdir. Akılla bilinen genel doğrulara inanmak bir kişiyi mü’min yapmaz; peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiklerine inanmak gerekir.
Sahabe-i kiramdan radıyallahu anhum birçokları, kişileri tekfir etme konusunda aşırı gitmemiştir. Örneğin, bir kimse namazı terk ettiğinde onun durumu değerlendirilmiş, eğer açıkça Allahu Teâlâ’nın farz kıldığını inkâr ediyorsa kâfir sayılmış, ancak tembellikten dolayı terk etmişse, bazılarına göre fâsık, bazılarına göre ise kâfir olarak değerlendirilmiştir. Bu ihtilaf, küfür meselesinin şer‘î delillere dayalı olduğunun başka bir delilidir.
İbn Teymiyye rahimehullah, burada aynı zamanda tekfir konusunda aceleci davranılmaması gerektiğine dikkat çeker. Çünkü bir kimseye “kâfir” demek, çok ağır bir hükümdür ve bunu sadece Allahu Teâlâ’nın hükümlerine ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in beyanlarına dayandırmak gerekir. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Sahabe-i kiramdan radıyallahu anhum birçokları, kişileri tekfir etme konusunda aşırı gitmemiştir. Örneğin, bir kimse namazı terk ettiğinde onun durumu değerlendirilmiş, eğer açıkça Allahu Teâlâ’nın farz kıldığını inkâr ediyorsa kâfir sayılmış, ancak tembellikten dolayı terk etmişse, bazılarına göre fâsık, bazılarına göre ise kâfir olarak değerlendirilmiştir. Bu ihtilaf, küfür meselesinin şer‘î delillere dayalı olduğunun başka bir delilidir.
İbn Teymiyye rahimehullah, burada aynı zamanda tekfir konusunda aceleci davranılmaması gerektiğine dikkat çeker. Çünkü bir kimseye “kâfir” demek, çok ağır bir hükümdür ve bunu sadece Allahu Teâlâ’nın hükümlerine ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in beyanlarına dayandırmak gerekir. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse kardeşine ‘Ey kâfir’ der de o dediği gibi değilse, bu söz kendisine döner.” (Buhârî, Edeb 44; Müslim, Îmân 111)
Bu hadis, tekfirin gelişigüzel yapılmaması gerektiğini, ciddi bir delil ve bilgiye dayanması gerektiğini gösterir. Şöyle ki küfür hükmünün Allahu Teâlâ ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şer’î delillerine dayanması gerektiğini kesinlikle ortaya koyar. Küfür, felsefi bir kavram değil, ilahi bir hüküm olup sadece vahyin ölçüsünde sabit olur. İnsanların iç dünyasını ve imanını sadece Allahu Teâlâ bilir; bu nedenle aklî veya zanî kanaatlere dayanarak kimseye “kâfir” demek caiz değildir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Bir kimse kardeşine ‘Ey kâfir’ der de o dediği gibi değilse, bu söz kendisine döner” buyruğu, tekfirin ağır bir hüküm olduğunu ve delil olmadan asla yapılmaması gerektiğini bildirir. Selef-i salihin’in ittifakı, küfür ve iman sınırlarının sadece Kitap ve Sünnet’ten alınacağıdır. Şer’i delil olmadan tekfir, büyük bir tehlike ve bid’attir; dinin temel ilkesi delile bağlılık ve ölçülülüktür. Bu, İslam’ın adalet ve hakikate olan bağlılığının gereğidir.
İbn Teymiyye rahimehullah’ın ifadesi, küfür hükmünün şer‘î delillere dayanması gerektiğini, aklî ya da zannî delillere dayanarak kişilere kâfir denemeyeceğini açıkça ortaya koyar. Bu ilke, hem sahih bir itikadı muhafaza eder, hem de tekfirde aşırıya gitmeyi engeller. Dinin temel ölçüsü, Allahu Teâlâ’nın gönderdiği vahiydir; ölçü de hüküm de ona aittir.
Voice of Ibn Taymiyyah