Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tesride itaat etmede kisinin küfre girdiginin katilik ifade eden ilet nedir.?

Ö Çevrimdışı

önce iman

Üye
İslam-TR Üyesi
selamun aleykum kardeslerim ilmi calismalarima sizlerlede paylasmak istedim konu tesride itaat konu bagzi yönleriyle aciklik getirlmemis dolayisiyla tesride her itaat küfür sayilmis tabiki tesride itaat küfürde ama hangi durumda tesride itaat küfürdür deyip küfür demeyenide tekfir edecegiz iste ince nokta burada ondan dolayi bende bitmek bilmeyen bir konudan örenk verdim buyrun okuyun ilmi cevablarinza verin

Not altina cizdigim yerleri dikkatli oyup iyi deyerlendirin konunun tamamina

Tesride itaat etmede kisinin küfre girdiginin katilik ifade eden ilet nedir.?

Okula giden iki tane bayan düsünelim biri basina kapatiyor takva ehli , birisi de acik dolayisiyla fasik Devlet baslarina acmalari icin koymus oldugu tesri kanun olan basi acmak kanunu cikiyor .” tüm bayanlar okula basi acik gelmek zorundadir” diye
Basi kapali basina aciyor ve bunun üzerine bizde tesride itaat küfre gerektirir diye tekfir ediyoruz ve delil olarakta bas acmayi gösteriyoruz kanunun cikmasindan sonra tabiki tesride itaat küfürdür. Ama acik olan ilet nedir,? Bunun icin acik bir illet olmasi gerekmezmi ?.
Konunun anlasilmasi icin kendimize söyle sorular sorup cevap ariyalim.

Soru ? Bu bayan basina önceden acmis olsaydi o zaman itaat etmenin iletine ne olarak gösterirdiniz? . ikincisi basi acik bayannin durumu ise nedir? zira o sahis zaten kanun ciksada veya cikmasada zaten fasikliginda devam edip basi acik geleckti simdi böyle durumda olanlarin durumu nedir?

Muhtemel olan cevaplar.

1.cevap:
Hala o okula gitmeleri küfre riza olup ve dolayisiyla itaat etikleri icin küfürdür. Zorlama olmadan ilet oraya devam etmis olmaktir.o okula giden kisi ister basi acik ister basi kapali olsun. ilet okula devam etmis olmak kanun ciktiktan sonra.

2.cevap:
Hayir böyle durumda ne basina acan nede basina önceden acarak gelen küfre gider zira bu acik bir ilet degildir acik ilet onlarin cikan kanuna okul tarafindan bu kanuna baglanma sarti söz verme ,yemin veya bir yaziya imza atmayla olur. Yani İlet kanuna biat etmek

Neden? cünkü kanun ciktiktan sonra sirf basi kapali olanlarin baslarina acarak gelmeleri icin degil ayni zamanda basi acik olanlarida muhatab alir. Cünkü basi kapaliya “basina ac” diye emir etigi gibi basi acik olanada istikbalde basi acik olan bayanada gelecekte basi kapali gelmeyide önceden yasaklamis sayilir. Yani kisacasi basi kapaliya “hemen basina ac bu okula gelmek istiyorsan” . “sende basi acik bayan sende basina kapiyarak okula gelmeye sakin aklindan bile gecirme” demis olur yani kanun tüm kadinlari istisnasiz kendine muhatap alir sirf önceden baslarina kapatmis olanlarin baslarina acmalari icin degil eger öyle mantikla cikmis olsaydi kanun önceden basi acik olan sonradan basina kapatana muhatab almis sayilmadigindan basina sonradan kapatana bir sey deyemezdi o zamanda bastan kanunun cikmasinin anlami kalmazdi.Kanatimca burda yanliz basina acmis olanlara tekfir etmek ilmi olmasa gerek ve iletde onlarin kanununa biat etmekle olur iste o zamanda sek ve süphe kalmaz ve küfrü kati oldugu tam olarak meydana cikmis olur. Basina acmis olmak seklen itaa olsada hukuken onlarin kanununa biat etmek esas olur. Malum Allah.cc en dogrusuna bilendir.
 
Çay-Şakird Çevrimdışı

Çay-Şakird

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
başını açıp okula giden küfre mi girmiştir kesinlikle? şeytana itaat edip günah işleyenin hükmü ne oluyor?
 
Çay-Şakird Çevrimdışı

Çay-Şakird

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
başı kapalı olup sırf onlar için açarsa bu durumda allahın yerine onlara itaat ettiği için küfre girer.ama zaten başı açık olan biri gitse ve orada,o ortamda küfre girecek bir illet bulunmuyorsa bu kadın sadece günaha girer.allah doğruluktan ayırmasın..
bu küfür müdür? emin misiniz? helal kabul etmeden bunu yapan kişi tekfir edilmez diye biliyordum
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
bir insan allahın istemediği birşeyi yaparken h.z ammar gibi ölümle korkutuluyorsa eğer o zaman ruhsatı, yani içi imanla dolu olduğu halde onlara inanmış gibi yapar.fakat ölüm korkusu gibi birşey bulunmadığı zaman ruhsat geçerli olmaz diye biliyorum ki o zaman bu kadın burada küfre girer


akhim aşağıdaki linki bir oku istersen
(Dar'ul-Harb'te Çocukları Okula Göndermenin Hükmü)

Şeyh Makdisi; Akidemiz kitabı, Küfür babında şöyle buyurmaktadır :
"Tağutların okullarına buğzeder, onlardan uzak durmaya çağırırız. Eğitim ve öğretim olarak bu okullara giden kimseleri tekfir etmeyiz. Ancak bu kurumlara giden kimse küfre ortaklık eder veya onu caiz kılar ya da küfre çağırırsa, onu tekfir ederiz.
 
S Çevrimdışı

SaYFuLLaH

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Helalligine itikad etmeden harama itaat eden haram isler. Ancak bizatihi küfür veya sirk olan fiillere itaat eden kufre girer.
 
A Çevrimdışı

asrinsirri

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
akhim aşağıdaki linki bir oku istersen
(Dar'ul-Harb'te Çocukları Okula Göndermenin Hükmü)

Şeyh Makdisi; Akidemiz kitabı, Küfür babında şöyle buyurmaktadır :
"Tağutların okullarına buğzeder, onlardan uzak durmaya çağırırız. Eğitim ve öğretim olarak bu okullara giden kimseleri tekfir etmeyiz. Ancak bu kurumlara giden kimse küfre ortaklık eder veya onu caiz kılar ya da küfre çağırırsa, onu tekfir ederiz.
Makdisi Türkiye okulları için dememiştir, kendi ülkesine göre vermiştir fetvayı...
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
Makdisi Türkiye okulları için dememiştir, kendi ülkesine göre vermiştir fetvayı...

Şeyh Makdisi, okulların fesadlarını ayrıntılı bir şekilde anlatan yaklaşık 300 sayfalık bir kitap yazmıştır. İslam dünyasından çeşitli okulları önek göstermiştir. Şeyh Makdisi'nin tekfir konusunda taviz vermediği herkes tarafından bilinmektedir. Buna rağmen ne bahsedilen eserde ne başka eserlerinde nede diğer alimler çocuğun okula gönderilmesinin küfür olduğunu söylememiştir. Hatta getirdiği bazı örneklerde sanki Türkiye okullarından bahsediyormuş gibi görülebilir. Hatta bazı okulların Türkiye okullarından daha kötü olduğu görülüyor. Buna rağmen Şeyh Makdisi çocuğunu o okula gönderenleri tekfir etmemiş onların eleştirirken bile haklarında sık sık Müslüman ifadesi kullanmıştır.

'Türkiye’nin durumu farklıdır !' Zannı :

Bu şüphe onların diğer İslam ülkelerindeki halkı tekfir etmemelerine mazeret olmaktadır. Bu şekilde Müslümanların ekseriyetini tekfir etmekten kurtulmuş olurlar. Çünkü Müslümanların ekseriyetini tekfir edenlerin harici olduklarında şüphe yoktur. Yoksa tekfirde sadece Türkiye ile sınırlı kalmayacaklardır. Aynı şekilde bu şüphe, bu grubun selef âlimlerine ve muasır cihad âlimlerine muhalefet etmemek için bir bahane olmuştur.'Bu âlimler Türkiye’nin durumundan haberdar değildirler' sözü ile kendilerini (iç duygularını yatıştırmaya)ikna etmeye çalışırlar. Ama sadece kendilerini kandırırlar.

İlk olarak bu söz gerçekten doğru ise yani Türkiye halkının durumu diğer İslam ülkelerinin halkından farklı ise bu durum; ehliyeti ve ilmi olmayan kimselere böyle hassas bir konuda konuşma hakkı vermez. Ancak durum muteber âlimlere iletilir ve onlardan bir bilgi gelene kadar durmak gerekir.

İkinci olarak ise; küfür konusunda sayı ile değil, nevi ile davranılır. Yani bir küfür fiili işleyen kâfir olduğu gibi 15 küfür fiili işleyende kâfirdir. İkisi de İslam’ın gözünde birdir.

Misal verecek olursak, Türkiye okullarında 15 küfür akidesi öğretiliyorsa ve başka Müslüman ülkenin okulunda sadece bir tane küfür akidesi öğretiliyorsa iman ve küfür yönünden her iki okula çocuk göndermek aynı olur.


Aynı şekilde ülkeler arasında farklılığa bakarken küfür eylemlerle, günah fesat ve ahlaki bozukluklar arasında ayırım yapmak gerekir. Şüphesiz ki Türkiye, Tunus gibi ülkeler bu yönden daha ağırdır. Toplumlarında munkerler, içkiler, zinalar.....daha yaygındır. Ancak ilim ehli duygusal bir şekilde davranmamalıdır. İslam veya küfür hükmü vermek için halkın fesatlarına değil şeriatın ölçülerine bakılmalıdır.


Şeyh Makdisi; Akidemiz kitabı, Küfür babında şöyle buyurmaktadır :
"Tağutların okullarına buğzeder, onlardan uzak durmaya çağırırız. Eğitim ve öğretim olarak bu okullara giden kimseleri tekfir etmeyiz. Ancak bu kurumlara giden kimse küfre ortaklık eder veya onu caiz kılar ya da küfre çağırırsa, onu tekfir ederiz.
Şeriatın yasakladığı bir durum olmadığı sürece, faydalı dünyevi ilmin öğrenilmesine engel olmayız. Vesileleri terk etmeye çağırmayız.
Nesilleri Tevhid üzere terbiye etmeye ve Allah’ın dininin sadık askerleri ve yardımcıları olmaları için, dinve dünya işlerinde onları bilinçlendirmeye teşvik ederiz."
“Zalimler, nasıl bir inkılab ile devrileceklerini pek yakında görecekler!” ( Şuara 227)

https://www.islam-tr.org/tevhid/13915-darul-harbte-cocuklari-okula-gondermenin-hukmu.html
 
Çay-Şakird Çevrimdışı

Çay-Şakird

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
konu okullara sapmasın arkadaşlar onu ayrı bir başlıkta tartışırsınız. tağuta teşride itaat dinden çıkartıyorsa tüm günahlar şeytana itaat ile yapılmaktadır, bu mantık ile haricilerin tuttuğu yolu tutmamak için sebep nedir ki? darul harbde günah işleyen kafir, darul islamda işleyen fasık mümin mi oluyor, daha doğrusu öyle iş nasıl oluyor?
 
S Çevrimdışı

SaYFuLLaH

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
MÜŞRİKLERE TAĞUTLARA İTAAT:

Üzerinde Allah’ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin; çünkü bu fısk’tır (yoldan çıkıştır). Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli çağrılarda bulunurlar. Onlara itaat ederseniz şüphesiz siz de müşriklersiniz. [en'am 121]


İman kurtubi (en-am 121.) ayetin tefsirinde şöyle der:

“Eğer onlara itaat ederseniz.” yani, meyteyi helâl kabul etmek hususunda onlara uyarsanız, “elbette siz de müşrikler olursunuz.”

Âyet-i kerime şu¬na delildir: Kim Allah’ın haram kıldığı herhangi bir şeyi helâl kabul edecek olursa, bununla müşrik olur. Şanı yüce Allah ise meyteyi açık nass ile haram kılmıştır. Başka herhangi bir kimsenin koyduğu bir hüküm ile meyte helâl ka¬bul edile-cek olursa, kabul eden şirk koşmuş olur.


İbnü’l-Arabî der ki:
Mü’min bir kimse itikadı ilgilendiren hususlarda müş¬rik bir kimse-ye itaat edecek olursa bu itaati sebebiyle o da müşrik olur.


Fakat fiilen ona itaat etmekle birlikte onun inancı tevhid üzere sağlıklı bir şekilde devam ediyor ve tasdikini sürdürüyorsa asi olur. Bunu böylece belleyiniz. (Kurtubi)



İbn-i Teymiye Rahimehullah, haham ve rahiplerine tabi olup, onlara itaat edenleri iki kısma ayırarak şöyle der:

“Birinci Kısım: Allahu Teala’nın dinini değiştirdiklerini bildikleri halde, değiştirenlere uyanlardır. Peygamberlerin dinine muhalefet ettiklerini bile bile büyüklerinin helal ve haram kararlarına inanırlar ve uyarlar. İşte bu küfürdür. Uydukları kişiler için namaz kılmasa ve secde etmeseler bile, Allahu Teala ve Rasul’ü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara uymalarını şirk saymıştır.

İkinci Kısım: Helal ve haramı değiştirdiklerine inandıkları halde sadece Allahu Teala’ya masiyette (günahta) onlara itaat etmiş olanlardır. Müslümanın masiyet olduğuna inandığı halde haramı işlemesi gibi. Bunların hükmü, diğer günahkarların hükmü gibidir.” [Mecmuu’l-Fetava, 7. Cilt, İman bahsi]
 
Ö Çevrimdışı

önce iman

Üye
İslam-TR Üyesi
selamun Aleykum kardeslerim
ilmi bilgilerinize paylastiniz icin Allah razi olsun ama benim asil sizden istedigim malum tesride itaat küfürdür burda ihtilaf yok ama biz tesride itaat küfürdür derken hangi karineyi yani delile kabul edecegiz kisaca tekrar anlatayim mesela basina acana "sen basina actin tesride itaat etin." deyip tekfir etik birde önceden basi acik olan bayan icin nediyecegiz mesela basi acik bayan tövbe edip basina kapatmak istese kanundan dolayi kapatamayacak dolayisiyla cikan kanuna itaat etmis olacak mesela bu kisinin hükmü ne ? cünkü oda itaat ediyor ben sundan dolayi örnek verdim genelde hep önceden basi kapaliyken sonradan acanlari hüküm veriliyor onndan basi aciklarida örnek verdim dolayisiyla tekfir etmek icin ilet

1. o okula ikrah olmadan gitmek ve dolayisiyla tesriye itaati riza göstermekten dolayi küfürdür. 2. cikan o kanuna okul tarafindan sunulan kanuna kabul etigine dayir bir imza atmak . iste benim arastirmama göre cok acik ve süphesiz hic bir ihtilaf birakmadan kesin ilet 2. sekliyle 1. sekliyle olursa belki kisinin niyetine göre deyisebilir ? ama 2. sekliyle herseyi ile aksine baska ihtimal olmadigindan ilet onlarin kanununa biat edip kabul ve uyum saglayacagina teminat vermesi oluyor yani amelde nasina acmis olmak nekadarda kuvetli bir karine isede ama tekfir edip birde tekfir etmeyene tekfir etmek icin yeterli karine degil ilet icin ama 2. sekliyle ise her yönüyle ister basi acik bayan ister basi kapali icin acik teredütsüz acik ilet sayiliyor

Mesela ilginc bir soru sizleri ilmi konularda derinnesmeniz icin tesetürü kaldiran kanun bayanlara kapsadasa demiki ikrah yok zaruret yok böyle bir okula erkeklerin gitmesi ve dolayisiyla o okulun talebsinin cogalmasina sebeb olmasi ve maddi para vererekte o okulun ayakta kalmasina sebeb olmanin hükü nedir sizce erkekte olsaniz baska okula gitme imkani varken ? yoksa burada lazumul meseb leyse bi mesep kaidesimi gecerli?

selamlarimla
 
Ömer İbn Abdulaziz Çevrimdışı

Ömer İbn Abdulaziz

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Haramda itaat haram, küfürde itaat küfürdür. Alimlerden bunun aksini söyleyen bilmiyorum.

Örneğin bir kimse tesettür, sakal gibi İslam'ın emirlerini haram olduğuna itikad ederek ihmal ediyorsa bu kimse fasık olur. Günümüz okullarında da durum böyledir. Mesela Üniversitelerde sakal bırakmanın yasak olduğunu düşünelim. Bir kimse sakal kesmenin haramlığına itikad etse, fakat diploma, meslek edinmek vb. dünyalık sebepler yüzünden bu haramı işlese bununla "fasık" ismini alır. Eğer helalliğine itikad ederse kafir olur.

(Okullardan kastım üniversitelerdir. Eğer kişi bu okullarda eğitim görüyor ve küfür ameli işliyorsa o kimse zaten Müslüman değildir.)

Yahudiler Sahabeye dediler ki; sizler Allah'ın öldürdüğü (leş) hayvanları yemiyorsunuz ama kendi öldürdüklerinizi yiyorsunuz. Sahabe bu durumu Rasulullah(aleyhisselatu vesselam)'a sordular ve bunun üzerine "..eğer onlara itaat ederseniz müşriklerden olursunuz" ayeti inmiştir. Burada haramı helal sayma durumu vardır ki bu İslam ulemasının ve avamının icmasıyla küfürdür.

Meseleye sığ bir şekilde bakıldığında bu şekilde ki itaatin de küfür olduğu ortaya çıkar. Fakat bu büyük bir hatadır. O zaman her haramda itaat küfür olur. Misalen bir firmada iş kanunlarında sakal kesmek mecburi olsa, bir kimsede o işte çalışabilmek için sakalını kesse, bu kimseninde kafir olması gerekir.

Allah en doğrusunu bilir.
 
G Çevrimdışı

gulyabanii

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
seyyid kutub Allah svt ondan razı olsun, bir laf dedigimiz yok,lakin sen seyyid kutub un bu sozlerini alıyorsun kendine alakasız bir konuya delil getiriyorsun.

sen eski mesajların başka bu mesajların başka şimdi de diyorsun ki zorlama vs varsa..

fakat market sahibi sana zorla dinleyeceksin,bu helaldir derse,ölüm tehdidi olmadan mesela(mal korkusu v.b gibi) ve sende ondan korkarak bu haramı işlersen.

senin bu dediklerin ikrahdan sayılır

1 zor var kendin diyorsun
2 mal korkusu (şafi mezhebine göre bu ikrahtandır)
 
F Çevrimdışı

ferbay1

Üye
İslam-TR Üyesi
(Ebu muazın kitabından alıntı. Konumuz ile alakalı ayet ve hadislere açıklama getirmiş. Biraz uzun ama faydalı bilgiler.)

İtaat ve Tabi Olmak
Bazıları şöyle söyler: "Müslüman, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyen kimselere itaat edip tâbi olduğu zaman mürted, kâfir ve müşrik olur. İtaat ve ittiba' (uymak) amel ile olup niyetlerle itikada bakılmaz."
Yine bunlar şöyle der: Allah'ın indirdiklerini emretmeyen kimselerin davetlerine uygun amel eden bir kimse, bununla onlara itaat etmiş, onlara tâbi olmuş, Allah'ı bırakıp onları ilâh edinmiş olur. Onun:
1. Bu işi yaparken, emir veren kişinin Allah'ın vermiş olduğu bir hükmü emrettiğine yahut da yüce Allah'ın emir vermesini mübâh kıldığı bir şeyi emrettiğine - hatalı olarak - inanarak amel etmesi;
2. Ya da âmirin bu emrine göre amel ederken âmirin Allah'ın indirmiş olduğu hükme aykırı olarak emir verdiğini bilmesi, âmirin Allah'ın hükmünü değiştirmek imkânına sahip olmadığına inanması, onun bu emri uygulamasının yüce Allah'a isyan olduğunu bilmemesi;
3. Veya âmirin emrini yerine getirirken ve ona göre amel ederken, bu emri veren bir kişinin Allah'ın hükmüne aykırı bir hüküm verdiğini bilmekle birlikte; bu âmirin sahip olduğu kutsiyet ve üstünlüğü dolayısıyla Allah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını haram kılabileceğine ve Allah'ın hükmüne aykırı hüküm vereceğine, ona itaat edip tâbi olmanın Allah'ın emrini göz önünde bulundurmaksızın vacip bir iş olduğuna inanması arasında hiç bir fark yoktur.
Onlar buna dair bir örnek de vererek, şöyle derler:
Şayet yüce Allah'a imân eden, O'nun kendisinin dışında kalan herşeyi yarattığına, O'nun mutlak hâkim ve kendisinden başka hiç bir kimsenin hüküm koymak yetkisine sahip olmadığına inanan bir müslüman, yüce Allah'ın emirlerine uymak, yasaklarından sakınmak konusunda alabildiğine gayret eden, namaz, zekât, oruç, hacc gibi farzları büyük bir titizlikle yerine getiren bir müslüman, yüce Allah'ın hükmünün ne olduğunu bilmediği, kendisi de delilleri incelemeye ve bu delillerden hüküm çıkartmaya muktedir olmadığı bir durumla karşı karşıya kaldığında; fıkıh ve takvası ile tanınan bir âlime bu durum hakkında Allah'ın hükmünü gidip sorsa; bu âlim de ona fetva verip de hata etse ve Allah'ın o durumla ilgili gerçek hükmüne isabet ettiremezse; daha sonra fetva isteyen bu müslüman güvendiği kişiden almış olduğu bu fetvanın, Allah'ın hükmü olduğuna inanıp O'nun hükmünü uyulamakta olduğuna itikâd ederse - onlar böyle bir kişi hakkında da – bu ameli ile Allah'a şirk koşmuş ve bu fetva veren kişiyi Allah'ın dışında rab edinmiş olduğunu söylerler.
Bunlar söyledikleri bu sözlere yüce Allah'ın şu (mealdeki) buyruğunu delil gösterirler:
"Onlar hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesîh (İsa)yı Allah'ın dışında rabler edindiler."
Yine bununla ilgili olarak Adiy b. Hâtem'in rivayet ettiği hadisi de gösterirler. Şöyle ki: Adiy, Rasûlullah (s.a.v.)'e:
"Onlar (Yahudi ve Hıristiyanlar) hahamlarına ve rahiplerine ibâdet etmiyorlardı" deyince; Rasûlullah (s.a.v.), İbn Kesîr'in Tefsirinde rivayet ettiğine göre şu cevabı vermiştir:
"Hayır, o hahamlarla rahipler onlara helâli haram, haramı da helâl kıldılar. Yahudi ve Hıristiyanlar da bu konuda onlara tâbi oldular. İşte bu onların kendi haham ve rahiplerine ibâdetleridir."
Bu iddianın sahipleri konuyla ilgili olarak şöyle söylerler: Onların ittibâ'ları rahiplerle hahamların söylediklerine göre amel etmek şeklinde olup amel eden kimselerin itikadına bakılmaz. İşte itaat budur. Ayet-i kerimenin nassı, haham ve rahiplerin emirlerine göre amel etmek ile Mesihin Allah'ın oğlu olduğu inancının arasını eşit tutmuştur. Bu da şeriat hükmünde amel ile itikadın eşit olduğuna delildir. Bunlardan herbirisi şirke düşmeye götürür. Bu kanaata daha da bir kuvvet veren husus ise âyet-i kerimenin bütün yahudilerle hıristiyanlar hakkında kendi haham ve rahiplerini Allah'ı bırakıp rabler edindiğini belirtmesi ve kendilerinden hiç kimseyi istisna etmeksizin bu konuda hata eden ile etmeyen, itikâd eden ile etmeyen arasında ayırım gözetmemiş olmasıdır.
Yine bunlar yüce Allah'ın şu buyruğunu da delil gösterirler:
"(Haram ayları) ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir..." (Tevbe, 37)
"Ve haram ayları geciktirmek (nesî') bir amel olup yüce Allah bu ameli irtikâb eden kimselerin küfrüne hüküm vermiştir," derler. Yine yüce Allah'ın şu buyruğunu da delil gösterirler:
"De ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.' De ki: 'Allah'a ve Rasûlu ne itaat edin!' Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah kâfirleri sevmez." (Âl-i İmrân, 31-32)
Bununla ilgili olarak da şöyle derler: "Gerçek şu ki ittibâ, Rasûlullah (s.a.v.)'in getirdikleri gereğince amel etmektir. Onun getirdikleri gereğince amel etmeyen kimse ona tâbi olmamış olacağından, yüz çevirmiş demektir ve öyle bir kimse de kâfirlerdendir."
Bir başka delilleri de yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücâdele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz." (En'âm, 121)
Bu âyet ile ilgili olarak da şu açıklamayı yaparlar: "Âyet-i kerimede kastedilen
itaat yüce Allah'ın haram kıldığı şeyden yemek ya da yememektir. Bu konuda yiyen kimsenin akidesine de bakılmaz. Eğer Müslüman bir kimse ne açlığı gidermek, ne de insanı şişmanlatmak konusunda hiç bir faydası olmayan bir et parçası yemek konusunda itaat etmesi sebebiyle müşrik oluyor ise, durumu bundan çok daha büyük olan hallerdeki itaatinin vaziyeti acaba nasıl olur?"
İşte bu gibi kimselerin delilleri bundan ibarettir. Aslında bu konuda kendilerine delil olabilecek bir şey de yoktur.
"Yahudiler, 'Uzeyr Allah'ın oğludur' dediler. Hıristiyanlar da, 'Mesih (İsâ) Allah'ın oğludur' dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar! Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini, Meryem'in oğlu Mesîh'i ilâhlar edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilaha kulluk etmeleri emrolundu. Ondan başka ilâh yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır." (Tevbe, 30-31)
Şimdi bu âyet-i kerîmeyi yüce Allah'ın şu buyruğu ile karşılaştıralım:


"Bundan (Kur'ân'dan) önce kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da iman ederler. Onlara (Kur'ân) okunduğu zaman: 'Ona iman ettik. Çünkü o Rabbi- mizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce de müslüman idik' derler." (Kasas, 52-53)
Bu iki âyeti birbiriyle karşılaştırdığımız takdirde açıkça şunu görürüz: Her iki âyetin de taşıdığı hüküm - bütün Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında geçerli olmak üzere - genel bir hüküm değildir. Çünkü yüce Allah'ın lanet etmiş olduğu ve onların kendi hahamlarını, rahiplerini, Meryem oğlu Mesih'i yüce Allah'ı bırakıp rabler edindiklerinden söz ettiği kimseler, en ufak bir tereddüt söz konusu olmaksızın - yüce Allah'ın, Peygamberin peygamber olarak gönderilmesinden ve Kur’ânın nüzulünden önce müslüman olduklarını söylediği kişilerden kesinlikle ayrıdır. Bunu yüce Allah'ın şu (mealdeki) buyruğu da daha bir pekiştirmektedir:
"Hepsi bir değildir; Kitâb ehli içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar. Onlar Allah'a ve âhiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler, hayırlı işlere koşuşurlar. İşte onlar salihlerdendir. Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah takva sahiplerini çok iyi bilir." (Âl-i İmrân, 113-115)
İşte yüce Allah'ın sâlihlerden olduklarını bildirdiği bu kesim, kesin olarak ve en ufak bir şüphe söz konusu olmaksızın, kendilerine lanet ettiği ve şirk koştuklarına hüküm verdiği, hahamlarını, rahiplerini, Uzeyr'i ve Mesih'i, Allah'ı bırakıp rabler edindiğini haber verdiği kesimden başka bir kesimdir.


O halde kesin olarak, Tevbe Sûresinde yer alan âyet genel olarak bütün Yahudilerle Hıristiyanlar hakkında hüküm vermemekte, sadece onlar arasından şirk koşmuş olan kesimi kapsamaktadır, diyebiliyoruz.
Sözlükte ittibâ' (tâbi olmak, uymak); benzemek için çalışmak ve itaat etmek, demektir. İtaat ise; emir gereğince amel etmek, demektir.
Şerîatte (terim olarak) itaat ise: Niyet ve itikâd ile birlikte emri uygulamak üzere amel etmektir. Bu Rasûlullah (s.a.v.)'in Ömer b. Hattâb (r.a.) tarafından rivayet edilen hadisinde vermiş olduğu hükmün gereğidir.
(Ömer r.a. şöyle der:) "Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu işittim: Muhakkak ameller niyetlerledir. Her kişi için niyet ettiği şey (ne ise o) vardır. Kimin hicreti Allah ve Rasûlü için ise, onun hicreti Allah ve Rasûlü içindir. Kimin de hicreti ele geçireceği bir dünyalık yahut da nikâhlıyacağı bir kadın için ise onun da hicreti hicret ettiği şey içindir."


Bu hadis-i şerifin sahih olduğunda Buharı ve Müslim'in ittifakı vardır. Mâna itibariyle de mütevâtirdir. Çünkü çeşitli tariklerden ve harflerinde bazı değişikliklerle farklı lafızlarla rivayet edilmekle birlikte, hepsinin ifâde ettiği mâna birbiriyle uyum halindedir.
Hadisin taşıdığı nassa uygun olarak: Kişi, şer'an yapmakla emredilmiş ve yapmaması istenmiş (nehyedilmiş) işleri yaptığı takdirde, bu işleri hakkında verilecek hüküm, onun taşıdığı niyete bağlıdır.
Çünkü:
"Muhakkak kişi için yalnızca niyet ettiği vardır."
O halde yüce Allah'a itaat etmek ve onun hükmünü uygulamak maksadını güden bir kimse, kesinlikle kendisine bu hükmü aktaran ya da ona bunu emreden ya- hut bu konuda ona fetva veren bir kimseye tâbi olmuyor, ona itaat etmiş olmuyor. Bu hükmü nakleden kimsenin, âmir ya da müftünün gerçekte Allah'ın hükmüne isabet etmesi, ya da etmeyip yanılması, hiç bir şekilde durumu değiştirmez.
Diğer taraftan herhangi bir kimseye bilerek itaat eden ve onun emrini uygulayan bir kişi; - ameliyle - kendisine emir verenin emrine, emri Allah'ın emrine muhalif bile olsa yine de itaat ediyorsa o, Şer'î mânası itibariyle kendisine emir verene tâbi oluyor demektir. Bu emreden kişinin vermiş olduğu emrin Allah'ın hükmüne uyması ya da aykırı olması, durumu hiç bir şekilde değiştirmez.
Kendisine emir veren kişinin Allah'ın şeriatını değiştirmek imkânına sahip olamayacağına, onun Allah'ın Şeriatına muhalif olarak vermiş olduğu hükmün bâtıl olduğuna, Allah'ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını da helâl kılamayacağına, böyle bir âmirin emrine uygun olarak amel ettiği takdirde yüce Allah'a âsi olacağına itikâd ettiğinde; onun böyle bir âmirin emri, ya da müftünün fetvası gereğince amel etmesi halinde, o bu ameliyle bu kişiye şer'î manasıyla tâbi olmadığı gibi, onu yüce Allah'ı bırakarak rab de edinmiş olamaz.
Ancak bu genel ilkeden, failinden niyyetine ve akidesine bakılmaksızın ve şehâdet kelimesini söylemesine rağmen, iman ismini nefyettiğine dâir nassın bulunmuş olduğu ameller, istisna edilir. Rasûlullah (s.a.v.) hicreti emrettiği zaman hicret eden bir kimsenin herhangi bir dünyalığı ele geçirmek, yahut da bir kadını
nikahlamak kasdıyla hicret etmesi halinde, onun bu hicretinin hicret ettiği şey için olacağını, yani bu amelin kesinlikle Allah'a ve Rasûlüne itaat ve onlara ittibâ olmayacağını belirtmiştir.


Meselâ, bir kimse yeryüzünün en uzak bölgesinden, yolculuğun her türlü sıkıntılarına katlanarak ihramı giyinmiş olarak gelse, tavaf etse, say'ini yapsa, Zülhicce'nin dokuzuncu günü Arafatta vakfe yapsa, daha sonra oradan Müzdelife'ye gitse, arkasından Minâ'ya geçerek cemreleri taşlasa, orada iki gün kalsa ve Beytullah'ı tavaf etse, fakat bütün bunları yaparken Haccı emreden Şeriatın ve ilgili şer'î hükümlerin bâtıl olduğuna inansa, Şer'î manasıyla Allah'ın Rasûlü'nün emrine tâbi olmadığı, onlara itaat etmediği konusunda iki müslüman bile ihtilâf etmez.
Tevbe Sûresi'nde yer alan, "Onlar kendi hahamlarını ve rahiplerini, Allah'ı bırakıp, rabler edindiler." buyruğunda amelden söz edilmediği gibi, amele herhangi bir işaret de yoktur. Burada sedece "edinmek"ten nas ile söz edilmiş bulunuyor.
"Edinmek" ise sadece niyet ve itikâd ile gerçekleşir, bunun için amele de ihtiyaç yoktur. Herhangi bir kimsenin bir başkasının emrine, emri Allah'ın emirlerine muhalif bile olsa itaat etmenin gereğine itikâd etmesi, onun bu kimseyi Allah'ı bırakıp rab edinmiş olması için yeterlidir.
Zaten İbn Kesîr'in Tefsîr'inde geçen şekliyle Adiy b. Hâtem'in hadisi şu şekildedir:
"Evet onlar (haham ve rahipler) onlara (Yahudi ve Hıristiyanlara) helâli haram, haramı da helâl kıldılar, onlar da onlara tâbi oldular."
Bu hadiste de aynı şekilde amel zikredilmemekte, sadece tâbi olmak (ittibâ)dan söz edilmektedir. Şer'ân itibar edilecek ittibâda ise niyet ve itikadın bulunması zorunludur.
İtikâd, nefsin (ruhun, kalbin) tek başına yapmış olduğu bir davranış, bir iş olup bedenin bu konuda onunla herhangi bir müşterek davranışı, hareketi yoktur.
Amel ise, nefsin bedeni harekete geçirmek suretiyle yaptığı bir iştir. Dolayısıyla amel, itikâddan başka bir şeydir. Zaten Rasûlullah (s.a.v.): "Ameller ancak niyyetledir." buyruğu ile bunları birbirinden ayırdederek, niyyeti (ki itikadın kendisidir) amelden başka bir şey olarak ortaya koymuştur.
İbn Kesîr, zikretmiş olduğu hadisin Rasûlullah (s.a.v.)'e kadar ulaşan muttasıl senedini vermemektedir. Aynı hadisi İbn Hazm, Tirmizî, İbn Cerîr et-Taberî ise sika ve âdil râviler zinciriyle Rasûlullah (s.a.v.)'e kadar varan bir senet ile bizim daha önce zikretmiş olduğumuz lâfızlarla rivayet ederler ki şöyledir:
"Onlar sizlere haramı helâl kılıyorlar, siz de onu helâl olarak kabul ediyordunuz. Helâli de haram kılıyorlar, siz de onu haram olarak kabul ediyordunuz. (Öyle değil mi?)' (Adiy) 'Evet!' diye cevap verdim. Bu sefer Rasûlullah (s.a.v.): 'İşte bu onların ibâdetidir!' diye buyurdu."
Bir şeyi helâl ya da haram kabul etmek ise, amele gerek kalmaksızın yalnızca akide ile gerçekleşir. Buna göre bir kişi, şarabın helâl olduğuna itikad ederse onu helâl kabul etmiş olur, isterse onun bir damlasının tadına bile bakmasın. Yine bir kimse talâkın haram olduğuna itikad ederse onu haram kılmış olur. Dilerse hiç evli olmasın ve onun boşayacak bir kadını bulunmasın. İşte hadisin ayrı her bir rivayetine uygun olarak haram kılmak, ya da kabul etmek için amel kesinlikle gerekli değildir. Zaten haram kabul etmek amelden imtina etmektir. Buna göre:
"Burada akide söz konusu olmaksızın itibar, yapılan ameledir." şeklindeki sözler nasıl doğru olabilir ve nasıl akide ve amel söz konusu olmaksızın haram kıldıkları şeylerde rahiplere ve hahamlara ittibâ etmekten söz edilebilir!?
Gerçek şudur, âyet-i kerime amel ile akideyi değil de, özleri itibariyle bir olan iki akideyi eşit olarak değerlendirmiştir. Ayet, Uzeyr'in Allah'ın oğlu, Mesih'in Allah'ın oğlu olduğunu söylemek ve inanmak ile, rahiplerin, hahamların onlara tâbi olup, bağlanmayı gerektiren; emirleri Allah'ın şeriatına aykırı bile olsa, emirlerine uymayı ve bağlılığı gerektiren kutsallık ve yanılmazlıklarının olduğuna itikad edip söylemek arasında herhangi bir fark gözetmemektedir.
Zaten fiilen gerçekte olan da budur, görülen de budur. Onlar papalarına, "Kutsal Papa" demektedir. Burada onların kullandıkları bu sıfat, dilde: temizlik anlamınadır. Bununla onun masum olduğuna dair inançlarını dile getirirler. Onlara göre o, kesinlikle hata etmemekte, yanılmamaktadır.
Yakın bir geçmişte, papa hamileliği önleyen yolların kullanılmasını yasaklayan bir karar çıkartmıştı. Ona tâbi olanların tümünün bildikleri ise, bu kararın çıkartılmasına kadar bu yolların kullanılmasının helâl ve mubah olduğu ve Allah tara- fından kendilerine haram kılınmadığı şeklinde idi. Fakat onun bu yolları yasaklayan kararı çıktığı andan itibaren bu durum onların akidelerine göre haram oluverdi. Yine tarihen sabit olan ve bilinen durum şu ki;
Mesihilerce talâk (boşanma) mübâh idi. Zaten ellerinde bulunan İncillerde de onu haram kılan herhangi bir ifade yoktur. Ancak bir konsey toplanarak talâkı haram kılmayı kararlaştırmış, böylece boşanmanın haram olduğu inançları haline gelivermişti.
Şimdi, "itaatta itibar ameledir, akide söz konusu değildir" diyenlere soruyoruz: Bir müftü, bir müslümana talâk haramdır derse veya bir hâkim ona zevcesini boşamamasını emretse, böyle bir kimsenin acaba Allah'ı bırakıp ona tâbi olmaması ve onu Allah'ın dışında Rab edinmemesi için zevcesini boşaması gerekir mi? Yoksa böyle bir kişi fetvanın yanlış, emrin de bâtıl olduğuna imân etmesi halinde mi - zevcesini boşamasa bile - onu rab edinmemiş olur?
Yine soruyoruz: Şayet bir müftü, şarabın helâl olduğuna fetva verse yahut da bir hâkim aynı şekilde karar verse, bir kişi de bunun böyle olduğuna itikad etse ve artık bundan sonra bu şarabı Allah'ın haram kılmış olduğuna dair olan bilgisine rağmen, içmesinin helâl oluverdiğine inansa, acaba böyle bir kişi - şarabı ister içsin isterse içmesin - bu şekilde fetva veren müftüyü veya hâkimi Allah'ı bırakıp rab
edinmiş olmaz mı?
Amel etmediği ve şarabı içmediği sürece, böyle bir kişinin bu müftü ve hâkime tâbi olmayacağını ileri süreceklerini kesinlikle sanmıyoruz. Çünkü onun, o müftü ve hâkime Allah'ı bırakıp itaat etmek suretiyle şarabı helâl kıldığında şüphe yoktur. Böylelikle o kişi bu müftü ya da hâkimi - ister fetvayı ya da emri uygulayarak şarabı içmiş olsun, isterse içmesin - Allah'ın dışında rab edinmiş olur.
O halde burada hükme esas teşkil eden, niyet ve itikâddır. Niyet ve itikâddan tecrit edilmiş (soyutlanmış) amel değildir.
Onlara tekrar soruyoruz: İslâm Şerîatı'nın hükümlerinin egemen olup uygulandığı bir ülkede yaşayan ve haram olduğuna inanarak şarap içen bir müslüman ile; mülhid, helâl ve haram tanımayan bir ülkede yaşayıp aynı şekilde haram olduğuna inanıp şarabı içen ve bu şekilde yasaları bâtıl olan bir ülkede bulunan bir müslüman arasında nasıl fark vardır?
Yüce Allah'ın Kitâbı'ndan ve Rasûlü'nün sünnetinden bu iki durum arasında fark gözetmek için hangi nassa dayanıyorsunuz ki, sizler o inkarcı ülkede bulunan bir kimse ameliyle o inkarcı ülkenin şeriatına tâbi olmuş ve o ülkenin yöneticilerini Allah'ı bırakıp rabler edinmiş olduğunu söyleyebilirsiniz?
Eğer sizler "İslâm şeriatının hâkim olduğu bir ülkede şarap içen bir kimseye şarap içtiği zaman o şeriata boyun eğmekte ve ona şer'î ceza tatbik edilmektedir," diyorsanız, cevap olarak şunu söyleriz:
Hüküm onun şarabı içtiği sıradaki durumuna göre verilir. Cezanın uyulanması ise onun fiiline bağlı bir şeydir. Bu cezanın uygulanmasının onun iradesiyle herhangi bir ilgisi yoktur, ondan başkaları sorumludur. Hükümler ise kişiyi nitelendirir ve onun herhangi bir işi yapması haliyle ilgilidir. Başkalarının yapmış olduğu ve bizzat kendi iradesiyle ilgisi olmayan, işleyenin amelini değiştirmeyen durumların, amel ettiği zaman onun davranışıyla ilgisi olmayan hallerin, hükümlerle ilgisi de yoktur.
Yine şöyle deriz: Müslüman kişi bazen İslâm Şeriatının hâkim olduğu bir ülkede şarap içtiğinde, bu fiili açıkça ortaya çıkmadığı için, ona herhangi bir ceza uy- gulanmaz. Rasûlullah (s.a.v.) böyle bir durumdan söz ederek; Ubâde b. es-Sâmit'in rivayet ettiği hadiste şöyle buyurmuştur:
"Her kim de haddi gerektiren bir iş işler, o had ona uygulanırsa, bu onun için bir keffâret olur. Allah'ın setrettiği kimsenin işi ise Allah'a kalmıştır, dilerse onu azaplandırır, dilerse ona mağfiret buyurur.‖
Kendisinde hiç şüphe bulunmayan kesin bilgi ise, Rasûlullah (s.a.v.)'in bize haber verdiğidir. Onun haberine göre; kişinin amelleri hakkındaki hüküm bizzat kendi- sinin niyetine bağlıdır; başkasının niyetine değil. Hüküm bizzat onun o işten gözettiği maksada bağlıdır; başkalarının maksadına değil. Hüküm bizzat onun akidesine bağlıdır; başkalarının akidesine değil.
Burada ortaya; "Sizler, niyet sadece nefsin bir ameli olup ancak gizlilikleri bilen şâm yüce Allah'ın muttali olduğu bir şeydir, dediğinize göre insanların amelleri hakkında bu dünyada nasıl hüküm vereceğiz?" şeklinde bir soru çıkarsa, cevabımız şu olur:
Rasûlullah (s.a.v.) bizlere bu dünyada insanların zahirine ve kişilerin de dilleriyle söylediklerine göre hüküm vermemizi emretmiştir.
Hâlid b. Velîd, Rasûlullah (s.a.v)'e: "Nice namaz kılan vardır ki, kalbinde olmayan şeyleri diliyle söyler" dediğinde Peygamber s.a.v. ona şöyle buyurur:
"Ben insanların kalplerindekini eşeleyip, araştırmakla; onların karınlarını yarmakla emrolunmadım."190
Bizzat Rasûlullah (s.a.v.)'in, Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehâdet getiren kimseler hakkındaki uygulamalarından aldığımız delilleri daha önceden sunmuş idik. Artık bu şehâdeti yapan bir kimse, ameliyle herhangi bir nassa muhalefet edecek olursa, o bununla âsi olur. Şayet onun bu amelinden maksadı bu nassa muhalefet etmeyi helal kılmak değil ise ve bununla onu inkâr etmiyorsa, diliyle de onun o nassı inkâr ettiğini ve ona muhalif olarak amel etmeyi helâl kabul ettiğini ortaya koyan bir delil yoksa, sadece âsi olmakla kalır.
Allah'ın Kitâbı'ndan ve Rasûlü'nün Sünneti'nden getirmiş olduğumuz delillerle bu belirttiklerimizin doğruluğu ortaya çıktığına göre, kesin olarak şu sonuca varırız:
―Üzeyr'i, Mesih'i ve rahipleri Allah'ı bırakıp rabler edindiklerinden dolayı, yüce Allah'ın, Yahudi ve Hıristiyanlar arasından lanet ettiği kesim, bizzat Üzeyr'in Allah'ın oğlu, Mesih'in Allah'ın oğlu olduğuna ya da hahamlarla rahiplere mutlak olarak itaat edip bağlı olmaya, emirleri Allah'ın emirlerine muhalif bile olsa onları kabul etmek gerektiğine inanan kesimdir.‖
İbn Teymiyye, îmân adlı kitabında şöyle söyler: "Rabî' b. Enes'den: Ben Ebû'l- Aliye'ye İsrailoğullarındaki bu rubûbiyyetin nasıl olduğunu sorduğumda şu cevabı verdi:
―Onların rubûbiyyetleri şöyleydi. Onlar Allah'ın Kitâbı'nda emredildikten, ya da kendilerine yasak kılınan bir şey buldukları zaman, bizler hahamlarımızın önüne geçmeyiz, onlar bize neyi emrederse emir olarak kabul eder, neyi de yasaklarsa ondan da sakınır ve dediklerine uyarız, dediler. O bakımdan onlar adamlardan doğruyu göstermelerini beklediler, Allah'ın Kitabını da arkalarına atıverdiler."
İbn Teymiyye şöyle devam eder: "Hahamlarına ve rahiplerine Allah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını da haram kabul etmek suretiyle itaat ettiklerinden; hahamlarını, din bilginlerini rabler edinen bu kimselere gelince; bunlar iki çeşittir:
Birincisi: Onların Allah'ın değiştirdiklerini bilerek bu değiştirmeye rağmen onlara
190 İbn Hazm, el-Muhallâ, 11/220
tâbi olmaları şeklindedir. Bunun sonucunda da Allah'ın haram kıldığının helâl, helâl kıldığının da haram olduğunu kabul ederek reislerine ittibâ etmek suretiyle itikâd ederler. Bununla birlikte onlar rasûllerin dinine muhalefet ettiklerini de bilirler. İşte bu küfürdür. Allah da, Rasûlü de bunu şirk olarak değerlendirmiştir. İsterse onlara namaz kılıp, secde etmesinler. Buna göre dine muhalif konularda onun dine muhalif olduğunu bilmekle birlikte başkasına tâbi olan ve onun bu dediğine Allah'ın ve Rasûlü'nün dediklerine aykırı olarak itikâd ederse, o da onlar gibi müşrik olur.
İkincisi ise: Onların helâli haram, haramı da helâl kabul etmeye dair itikâd ve imânları sabit olmakla birlikte, Allah'a mâsiyet konusunda onlara itaat ederler. Nitekim onların bu durumları, müslümanın mâsiyet olarak itikâd edip, işlemiş olduğu mâsiyetlerdeki gibidir. Bu gibi kimselerin hükmü, benzerleri olan günahkâr kimselerin hükmüne benzer."191
Yüce Allah'ın şu (mealdeki) buyruğuna gelince:
"(Haram ayları) geciktirmek ancak küfürde bir artıştır. Onunla kâfirler şaşırtılır. Onlar bunu bir yıl haram, bir yıl helâl sayarlar ki, Allah'ın haram kıldı- ğına sayıca uysunlar da (varsın) Allah'ın haram ettiğini helâl kılmış olsunlar. Bu suretle de onların amellerinin kötülüğü kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah o kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez." (Tevbe, 37)
İbn Kesîr bu âyetle ilgili olarak şu açıklamaları yapar:
"Bu, Allah'ın şeriatında bozuk görüşlerine göre olan tasarrufları ve Allah'ın hükümlerini bozuk hevalarına göre değiştirmeleri, Allah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını da haram kılmış olmaları sebebiyle Allah'ın müşrikleri zemmetmesidir. Çünkü onlar kuvvet, asabiyyet, şehâmet ve hamiyete o kadar sahiptiler ki, bunlardan uzak kalmayı yasaklayan üç haram ayda, süreyi uzun buluyorlardı. Çünkü bu üç haram ay, onlara istediklerini yapma imkânını vermiyordu. Bu bakımdan onlar İslâm'dan önce haram kılman ayların süresini helâl kılmakta yeni bir şey uydurarak, Muharrem ayını helâl kılıp onu Safer ayına geciktiriyorlardı. Böylelikle haram olan bir ayı helâl, helâl olan bir ayı da haram kılıyorlardı. Bu şekilde Allah'ın haram kıldığına sayıca uymakla birlikte, bu dört ayın dışında bu işi yapıyorlardı. Nitekim onların Cezl et-Taân olarak bilinen şairleri Umeyr b. Kays bu anlamda şu beyitleri söylemiştir:
Mead bilir ki, kavmim en kerîmleridir insanların.
Geciktirip helâl ayları, Mead'e haram kılan biz değil miyiz?
Ali b. Ebî Talha, İbn Abbâs'tan: '(Haram ayları) geciktirmek küfürde bir artıştır.' buyruğu hakkında şöyle söyler:
―Nesî (haram ayları geciktirmek) şudur: Kinâne'li Cünâb b. Avf b. Umeyye her yıl Hac mevsiminde bir tamamlama yapıyordu. Künyesi Ebû Sumâme idi. Bunu ilân etmek üzere şöyle seslenirdi:
191 İbn Teymiye, el-İmân (el-Kebir), Ensâru's-Sünneti'l-Muhammediyye bsk., 41-43
'Haberiniz olsun, Ebû Sumâme'ye karşı ne cevap verilir, ne de ayıplanır. Haberiniz olsun ki, bu sene Safer ilk aydır, bu yıl helâldir.' Böylelikle bu ayı onlara helâl kılardı. Bu şekilde bir yıl Saferi haram, bir başka yıl, Muharremi haram kılıyordu."192
Açıkça görüldüğü gibi, bu bir amel değildir. Bilâkis o dil ile söylenen bir söz olup Allah'ın malum ve bilinen şeriatını değiştirmek üzere yapılan bir ittifak, Allah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını da haram kılmak üzere kasten yapılan bir iştir.
Aslında haram aylarda savaşan herkes, gerçekte nesi' (haram ayları geciktirmek)de bulunmuyor. Yine diğer aylarda savaşmayan kimse de bu aylan geciktirdiği için savaşmıyor. Asıl bu işi yapan, onu ilân eden, yahut onunla ittifak eden ya da haram ayların herhangi birinde savaşmanın helâl olduğuna inanan, buna karşılık diğer her hangi bir ayda savaşmayı haram kılan kimsedir.
Zaten şair, kendi kavminin Allah'ın şeriatına muhalif olan bu şeriatı uygulamak durumunda olmaları dolayısıyla, övünerek şöyle demiyor mu:.
Mead bilir ki, kavmim en kerîmleridir insanların.
Geciktirip helâl ayları, Mead'e haram kılan biz değil miyiz?
Bizim söylediğimiz ve yüce Allah'ın huzurunda dinimiz olarak kabul ettiğimiz husus şudur: İkrah söz konusu olmaksızın, Allah'ın kendisine ulaşmış olan Şeriatına muhalif olarak bir şeyi helâl kabul ettiğini diliyle söylerse, yahut da bu Şeriatın hükümlerinden herhangi bir hükmü, Allah'ın haram kıldığını bildiği bir şeyi helâl, ya da helâl kıldığını bildiği bir şeyi haram kılmak maksadı ile değiştirmeyi kastederse; o kimse kâfirdir, müşriktir.
Âli İmrân Sûresi'nde yer alan şu (mealdeki) âyet-i kerîme'ye gelince:
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir. De ki: Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez." (Âl-i İmrân, 31-32)
Allah'ın ve Rasûlü'nün emri gereğince amel eden bir kimse, ameli ile birlikte Allah'ın ve Rasûlü'nün emrine uymak niyeti olmadığı sürece, ne tâbi oluyor, ne de itaat ediyor. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ameller ancak niyetlerledir. Her kişi için de niyet ettiği şey vardır."
Şu hususta hiç bir şüphe yoktur: Müslüman Allah'ın bütün emir ve yasaklarına itaat edip, tâbi olmakla emredilmiştir. O, hiç bir küçüğü kolay göremeyeceği gibi, büyük bir günahı işlemeye de cesaret edemez. Bunun vacip olduğuna, Allah'ın bütün emir ve yasaklarında Allah'a itaat edip tâbi olmanın vacip olduğuna itikâd etmeyen bir

192 İbn Kesîr, Tefsir, 2/356


kimse inkârcıdır, kâfirdir, müşriktir. Onda imânın varlığı söz konusu değildir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) in nas ile buyurduğu şudur:
"Ben insanlarla Allah'tan başka ilâh olmadığına şahitlik edinceye, bana ve getirdiklerime imân edinceye kadar savaşmakla emrolundum.."
Bu hükmü ortaya koyan yüce Allah aynı şekilde mahlûkatına ve kullarına geniş rahmeti ile fazl-u keremde bulunarak niyet ile ameli birbirinden ayırdetmiş ve kendisine ve Rasûlü'ne, Rasûlü'nün Rabbi'nden vahiy ile aldığı şeylerin tümüne imân ettiği halde, emirlere muhalefet ederek amel eden bir kişinin, kâfir ya da müşrik olmadığına hüküm vermiştir. Tabii nassın, o işi yapan kimseden şehâdet kelimesini söylemesine rağmen imanın gittiğini belirttiği amelleri işleyen kişiler hariçtir. Zaten bundan önce küfür ile isyan arasındaki farka dair açıklamaları yapmış, yüce Allah'ın Kitabı'ndan ve Rasûlü'nün Sünnetinden konu ile ilgili delilleri ileri sürmüş bulunduğumuzdan burada onlara fazla bir şey eklememize gerek yoktur. O halde kesin olarak yüce Allah'ın:
"Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez." buyruğunda kastedilen kâfirler, Allah'a teslimiyeti kabul etmeyip, kalbi bir kasıt ile şehâdet kelimesini söylemeyen, ya da ahdini bozup müslümanlıktan sonra irtidat eden kimseler olduğu kesinlikle ve doğru olarak ortaya çıkmış bulunuyor. En'âm Sûresinde yer alan âyet-i kerimedeki:
"Üzerlerine Allah'ın ismi anılmayandan yemeyin. Çünkü bu muhakkak ki fısktır. Gerçekte şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına mut- laka telkinde bulunurlar. Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz ki siz de Allah'a şirk koşanlardansınızdır." (En'âm, 121) buyruğuna gelince; bunu delil göstermenin yanlışlığı açıkça ortaya çıkmış bulunuyor. Çünkü bizler Şerîatte itaatin ne anlama geldiğini açıklayıp hadiste de belirtilmiş olduğu şekilde herkes için niyet ettiğinden başka bir şey olmadığını ortaya koyduk.
Şeytanların dostlarının, haram kılmanın yerinde olup olmadığı konusunda mücâdelelerini yaptığı apaçıktır. Nitekim haberler de bunu belirterek bu şekilde gelmiştir. İbn Kesîr ve Kurtubî şöyle derler:
"Müşrikler Müslümanlarla mücadele ederek şöyle derlerdi: Allah'ın öldürdüğünü yemiyorsunuz, fakat bizzat öldürdüğünüzün etlerini yiyorsunuz."
Mücâdele ise delil göstermek suretiyle ve kuvvetle bir sözü geri savmaktır.193
Âyet-i kerîmenin lafzî terkibinden ve akışından yüce Allah'ın: "Eğer onlara itaat ederseniz..." şeklindeki buyruğundan açıkça anlaşıldığına göre, onların mücadele ve tartışmalarında söylediklerine kani olmaları kastedilmektedir. Bu bakımdan Kurtubî:
"Eğer onlara leşin yenmesinin helâl kılınması konusunda itaat ederseniz..." şeklinde bir ifade kullanılmaktadır der.
193 Kurtubî, el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân, 7/77
Bizim görüşümüz de zaten budur. Çünkü yüce Allah'ın haram kıldığı bir şeyi helâl kılmak konusunda kendisine ileri sürülen delillerde Allah'tan başkasına itaat eden bir kimse, kendi Rabbini yalanlamış ve kendisince bilinen nassı inkâr etmiş oluyor. O bakımdan böyle bir kişi ihtilafsız olarak kâfirdir, müşriktir.
İbnü'l-Arabî de şöyle söyler: "Mü'min, müşrike itikadda itaat ettiği takdirde itâat etmek suretiyle müşrik olur. Şayet fiilen ona itaat eder, ancak akîdesi selîm, tevhîd ve tasdik üzere kalmakta devam ediyorsa bu kişi âsidir. Bunu iyice belleyiniz."194
Nitekim İbn Teymiye de, az önce geçen sözünde aynı şeyleri söylemektedir.
194 Kurtubî, el-Câmi' Li-Ahkâmi’l-Kur'an, 7/77-78
 
G Çevrimdışı

gulyabanii

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Boyunuzu asacak konularda tartisiyorsunuz. Dilinizi tutmaniz sizin icin daha hayirli olabilir, vAllahu a'lem. Ikrah konusu kadilarin ve müftülerin isidir.
Mehmed icin bir yumruk, ikrah olabilirken, ahmed icin ikrah olmiyabilir. Su, su ve su ikrahtandir demek, biraz büyük söylenmis bir söz.
Ikrahin hükmü, mükrehe ve icinde bulundugu duruma göre degisebilir. Bu konuda malumat sahibi olmadan kesin seyler söylememek lazim.
Kadilar, mükrehin durumunu, sahitleri, olay mahalini ve bu konuya tealluk eden ahkami ve saire tanidiklari icin saglikli bir hüküm verebilirler. Saydigim konularda malumat sahibi olmadan verilecek her hüküm zulüm olur, vAllahu a'lem.

kusura bakmayın ama ben arkadaş gibi hevamdan ikrahın tanımını yapmadım, şu buna girer şu girmez diye, sadece mezhebin goruşunu zikrettim, arkadaş gibi kendim ikrah tablosu cizmedim imam şafinin goruşunu soyledim bu kadar...
 
Ö Çevrimdışı

önce iman

Üye
İslam-TR Üyesi
selamun aleykum kardeslerim ebu zerka gibi adamlari su soruya sorun " bir kisi ihtikaden olmamak sartiyla islam dininden ciksa bakin helal saymiyor sonrada hiristiyan dinine girse yine helal saymiyor ve ihtikaden bu dini yani hiristiyanligi hakk din kabul etmiyor " simdi soru bu ebu zerka gibi adamlara bunlara göre böyle yapanin islama göre durumu nedir ? halla müslümanmi kalir yoksa islamdan cikarmi ? bu soruya sorun bu gibi adamlari

selamlarimla
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
NOT :
tevhidsancağı isimli üyemizin görüşünden rûcu ederek özelden ricâsı üzerine konudaki mesajları kaldırılmıştır.


tevhidsancağı' Alıntı:
abi kusura bakmada ben birşey isteyecektim: benim "teşride itaat etmede kişinin katilik ifade eden sözleri nelerdir"diye bir konudaki mesajlarımı silermisin abi? yanlış düşünüyormuşum meğerse. bu konudada baya bir cedelleştim arkadaşlarla. fakat arştırdım ve doğrusu meğerse benim bildiğim gibi değilmiş.o yüzden benim yanlış yere savunduğum görüşlerimi,mesajlarımı silermisin? ben silecektim ama silme yerini bulamadım.başkaları görüp benim yanlış yazdığımdan etkilenir belki.yanlış anlamalara kapı açmak istemiyorum:(
 
Üst Ana Sayfa Alt