Hadisi rivayet eden ve o dönem Hırıstiyan olan Adiy b. Hatem ""Ey Allahın Rasulu biz onlara ibadet etmiyorduk ki." diyerek şirk koştuğunu bilmediğini ifade etmekteydi.
"Onlar, hahamlarını, papazlarım ve Meryemoğlu İsa Mesihi, Allah'tan başka rabler edindiler. Halbuki onlar, ancak bir olan ve kendisinden başka ilah olmayan Allaha ibadet etmekle emrolunmuşlardi. Allah, onların koştukları ortaklardan munezzehtir." (Tevbe 31)
Adiy b. Hatim (r.anh) diyor ki:
"Ben, Rasulullahın yanına gittim. Boynumda altın'dan bir haç bulunuyordu.
Bana dedi ki: "Ey Adiy, bu putu çıkarıp at."
Ben onun, Tevbe suresinin "Onlar, hahamlarını, papazlarını ve Meryemoğlu İsa Mesihi, Allah'tan başka rabler edindiler." âyetini okuduğunu işittim.
Dedim ki: "Ey Allahın Rasulu biz onlara ibadet etmiyorduk ki."
Rasulullah da buyurdu ki: "Dikkat edin, Yahudi ve Hristiyanlar, din adamlarına tapmıyorlardı. Fakat onlar, hahamlar ve papazlar kendilerine bir şeyi helal kılınca onu helal sayıyorlardı, bir şeyi haram kılınca da onu haram kabul ediyorlardı. (İşte bu Allah’tan başkasını Rabb edinmek demektir.)"
(Tirmizi K. Tefsir el-Kur'ân sure 9 bab: 10, Hadis No: 3095)
Tirmizî: Tirmizî rivâyet etmiştir. Bu hadis garibdir. Bu hadisi sadece Abdusselam b. Harb’in rivâyetiyle bilmekteyiz. Gutayf b. A’yan hadiste tanınmış bir kimse değildir.
Huzeyfetu'l Yeman: "Yahudi ve Hristiyanlar, Allahı bırakıp da hahamlarım ve papazlarını Rabb'ler edindiler." buyuruluyor. Bunlar, haham ve papazlara tapıyorlar mıydı?" diye sorulunca o şu cevabı vermiştir:
"Hayır Yahudi ve Hristiyanlar, bunlara tapmıyorlardı. Fakat haham ve papazları, kendilerine bir şeyi helal yapınca onlar onu helal görüyorlar bir şeyi haram yapınca da onu haram sayıyorlardı."
Abdullah b. Abbas da demiştir ki: Hahamlar ve papazlar, Yahudi ve Hristiyanlara, kendilerine secde etmelerini emretmemişlerdir. Fakat onlar, Allah'ın emirlerine aykırı emirler vermişler, onlar da bu emirleri tutmuşlardır. Bu sebeble Allah, hahamları ve papazları "Rabb'ler" diye isimlendirmiştir."
Rebi' b. Enes diyor ki: "Ben, Ebul Âliye'den "Yahudiler ve Hristiyanlar, hahamlarını ve papazlarını rabler edindiler." âyetinin manasını sordum ve dedim ki: "îsrailoğullarında bu Rabb edinme olayı nasıldı?"
O dedi ki: "Hahamlar bize ne emrettiyse ona uyduk. Neyi de yasakladıysa, sözlerini dinledik. Halbuki bunların emrettikleri ve yasakladıkları şeylerin hükmü, Allahın kitabında mevcuttu. İnsanlar din adamlarının telkilerini nasihat kabul edip aldılar ve Allahın kitabım arkalanna attılar. Böylece Allahi bırakıp din adamlarım rabler edinmiş oldular.
Âyet-i kerime'de "Halbuki onlar, ancak bir olan ve kendisinden başka ilah olmayan Allaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı." buyurulmaktadır. Bunun izahı şöyledir:
"Hahamlarını, papazlarını ve îsa Mesihi rabler edinen Yahudi ve Hristiyanlar, yalnızca tek bir ma'bud olan Allaha ibadet etmekle ve tek bir rabbe itaat etmekle emrolunmuşlardı ki, o da her şeyin kendisine kulluk ettiği ve her yaratığın, kendisine itaat ettiği Allah'tır. Bütün yaratıklarının, birliğine ve Rabb'liğine boyun eğmeleri gerekmektedir. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Allah, "Uzeyir, Allahın oğludur, İsa Mesih Allahın oğludur... diyen ve Allahı bırakıp ta hahamlarını ve papazlarını Rab edinip onların koydukları nizamlara uyan muşriklerin söylediklerinden ve yaptıklarında uzaktır beridir."
Fahraddin Razi şöyle demektedir:
Muhakkik alimlerin ve muctehidlerin sonuncusu hocamız ve ustadımız şöyle dedi: "Fakihleri taklid eden bir grup kimse muşahade edip gördüm, Onlara bazı meseleler hakkında, Kur'an'dan pek çok ayet okudum. Onların inanç ve mezhebleri bu ayetlere uymuyordu. Onlar bu ayetleri kabul etmediler ve iltifat etmediler. Bana, şaşıp kaldılar. Adeta onlar, "Selefimizden bunların aksine gelen rivayetlere rağmen, nasıl bu ayetlerin zahirleri ile amel edilebilir?" diyorlardı. Sen, gerçekten iyice düşünürsen bu hastalığın, dünyada yaşayanların çoğunun damarlarına sirayet etmiş olduğunu görürsün."
Eğer: "Allah Teâlâ, o yahudi ve hristiyanları, ahbar ve ruhbanlarına itaat etmelerinden dolayı, kâfir olduklarını bildirdiğine göre, fâsık (günahkâr) kimse de şeytana itaat etmiş olmaktadır. Dolayısıyla Haricîlerin dediği gibi, fâsığın da kâfir olduğuna hükmetmek gerekmez mi?" denilirse, şöyle cevap verilir:
"Fâsık (günahkâr), her ne kadar şeytanın günaha davetini kabul etmiş ise de, şeytanı gözünde büyütmemiş, aksine ona lanet etmiş ve ona değer vermemiştir. Fakat hristiyan ve yahudiler, din bilginlerinin ve ruhbanlarının sözlerini kabul ediyor, onlara son derece saygı duyuyorlar. Binaenaleyh bu iki durum arasındaki fark meydana çıkmaktadır.
İlahlaştırmanın Bir Başka Anlamı
Ayette bahsedilen, "Rab edinme" ile ilgili ikinci bir tefsir de şöyledir: Câhiller ve Haşviyye, şeyhlerine ve imamlarına (önderlerine) saygıda çok ileri gittikleri için, bazan onların tabiatları "hulul" ve "ittihad" inancına meyletmektedir. Bu şeyh, dünya peşinde ve dinden uzak biri ise, kendisine uyanlara, işin onların dediği ve inandığı gibi olduğu fikrini vermektedir. Ben, dinden uzak bazı düzenbaz şeyhlerin, tabi olanlara ve taraftariartna, kendisine secde etmelerini emrettiğini ve onlara: "Sizler benim kultarımsıntz" dediğini gördüm. İşte böylece o, taraftarlarına, hulul ve ittihad fikrini telkin ettiğini, bahusus kendisine tabi olan bazı ahmaklarla başbaşa kaldığında çoğu zaman uluhiyyet iddiasında bile bulunduğunu tesbit ettim. Binâenaleyh bu husus, bu ümmet içerisinde bile muşahade edilip durulurken, böyle birşeyın geçmiş ümmetlerde bulunmuş olması nasıl yadırganır?
Sözün özü şudur:
Ayette bahsedilen "rab edinme"den, yahudi ve hristiyanların, Allah'ın hükmüne ters olan hususlarda, din alimlerine ve ruhbanlarına itaat etmiş olmaları manası kasdedilmiş olabileceği gibi,
onların küfür (inkâr) sayılabilecek çeşitli şeyleri kabul etmiş olmaları ve bu sebeple Allah'ı inkâr etmiş olmaları manası da kastedilmiş olabilir.
Böylece bu, onların, Allah'ı bırakarak, din alimlerini ve ruhbanlarını adetâ rab edinmeleri gibi olur. Bu ifade ile, yahudi ve hristiyanların ruhban ve ahbarları hakkında, (Allah'ın onlara) hulul ettiğine ve onlarla "ittihad" ettiğine inanmış olmaları manasının kastedilmiş olması da muhtemeldir. İşte bu dört husus, ummet-i Muhammed'de de görülmüştür ve mevcuddur.
Mevdudi şöyle der:
"Bu hadis-i şerif, Allah'ın kitabına yetki tanımaksızın helal ve haramın sınırlarını belirleme yetkisini kendisinde görenlerin nefislerini ilah ve Rabb ittihaz ettiklerini ve onlara kanun koyma yetkisi tanıyanların da onları Rabb'ler edindiklerini göstermiş olmaktır. Onların,
a) Allah'a oğullar isnad etmek,
b) Kanunları yapma yetkisini Allah'tan başka kimselere vermekle itham edildiklerine ayrıca dikkat edilmesi gerekir.
Bu iki husus Allah'ın varlığına inansalar bile, onların O'na inandıklarına dair iddialarının inandırıcı olmadığını isbat eder. Allah hakkındaki böyle yanlış bir kavrayış, mensublarının Allah'a olan inançlarını anlamsız kılar." (Mevdudi, Tevhimu'l Kur'an, Tevbe 31 tefsiri)