Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tevhid/Hasan El Benna Tavsiyeler

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hasan El Benna

TAVSİYELER

1 - Bir cüzden az olmamak şartı ile Kur'an-ı Kerim'den günlük bir virdin (belli vakitlerde okunması âdet haline getirilen Kur'an cüzleri) olsun. Yapacağın hatim süresi üç günden az ve bir aydan çok olmasın.
2 - Kur'an-ı Kerim'i güzel oku ve edeple dinle. Manasını düşün. Hz. Peygamber (S.A.S.) efendimizin hayatini, ashabı kiramın yaşayışlarını vaktinin müsaadesi nispetinde oku.
3 - Kendini umumi bir sıhhî muayeneden geçirt. Teşhis konan hastalığa göre tedavi cihetine git. Vücudunu kuvvetlendirecek şeylere ehemmiyet ver. Sıhhatini zayıflatacak şeylerden uzaklaş.
4- Çay, kahve ve benzerlerini israf derecesinde içmekten kaçın. Ancak mecbur kaldığın zaman iç. Kafi surette sigara içme.
5 - Evinde, elbisende, yiyeceğinde, bedeninde, iş yerinde ve her şeyde temizliğe titizlik göster. Zira din,temizlik üzerine kurulmuştur.
6 - Sözün doğru olsun, asla yalan söyleme.
7 - Taahhüdünü, sözünü ve vadini yerine getir. Vaziyet nasıl olursa olsun sözünden cayma.
8 - Meşekkatlere tahammül et, büyük şeceat sahibi ol. En büyük kahramanlık, hakkı beyan etmek, sırrı saklamak, hatayı itiraf etmek, nefsinin hakkını vermek ve kızdığın zaman nefsine hakim olmaktır.
9- Ciddiyet ifade eden bir vakara sahibol. Fakat bu vakar seni latifeden ve tebessümden men etmesin.- Son derece hayalı ve hassas ruhlu ol. iyiliği sev,kötülükten elem duy. Zillet göstermemek şartı ile mütevazi ol. Bir mevkie ulaşmak için bulunduğun mevkiden daha aşağı mevkie bak.
10 - Bütün hal ve durumlarda doğru hükümlü ve adil ol. Kızgınlık sana iyilikleri unutturmasın. Birisine karşı beslediğin sevgi, onun kötülüklerini görmene mani olmasın. Düşmanlık ise sana iyilikleri unutturmasın. Ne kadar acı olursa olsun kendi aleyhine veya yakınlarının aleyhine de olsa hakkı söyle.
11 - Daima umumun hizmetine hazır ol. İnsanlardan birisine karşı yaptığın hizmetten sevinç ve gurur duy.Hastayı ziyaret et. Muhtacı kolla. Zayıfı takviye et.Güzel sözle de olsa zavallıların gönlünü al.Daima hayra ve iyiliğe koş.
12 - Şefkatli, cömert, müsamahakâr, affedici, mülayim, ve halim ol. insan ve hayvana yumuşaklıkla muamele et, bir sohbet meclisinde yer göster.Müslüman kardeşinin ayıplarını araştırma. Meclislerde yüksek sesle konuşma, bağırıp çağırma, girerken çıkarken müsaade al.
13 - Zengin de olsan iktisada riayet et. Zayıf da olsan serbest çalışmayı ön plâna al.
14 - Devlet vazifelerine haris olma. Bil ki, devlet kapısı rızık kapılarının en darıdır. Eğer senin hak davetine muarız olmayan bir iş teklif edilirse reddetme.
15 - Vazifeni eda hususunda haris ol. iyi ve mükemmel yap, aldatma ve sözünden cayma.
17- Hakkını iyilikle ara ve al. insanların haklarını istemeksizin ve oyalamaksızın yerine getir.
18 - Kumarın bütün çeşitlerinden uzak dur. Sonunda ki kazanç ne olursa olsun. Her ne kadar sonunda peşin kazanç var ise de haram kazanç yollarından uzaklaş.
19 - Bütün iş ve muamelelerinde faizden uzak ol, elini eteğini ondan çek.
20 - Fabrikalar kurmak, iktisadi İslâm müesseseleri tesis etmek sureti ile İslâm servete hizmet et. Vaziyet ne olursa olsun, bir kuruşunun bile müslüman olmayanların eline geçmemesine çalış. Yerli malından giyin ve memleketinin mahsulünden yiyip iç.
21 - Kazancın az da olsa bir kısmını fevkalâde haller için biriktir. Hiçbir şeyde lükse kaçma.
22 - Bütün hayat tezahürlerinde gücün yettiği kadar İslâmi adetlerin ihyasına ve gayri İslâmi adetlerin imhasına çalış. Meselâ selâm, lisan, tarih, kılık, kıyafet,ev tanzimi, yeme içme ve bir meclise girip çıkma, keder, sevinç gibi hususlarda peygamber Efendimizin yolunu takib et.
23 - Allah'ü Tealâ'nın murakabesinde olduğunu düşün ve ahireti hatırlayıp Allah'ın rızasına yönelen merhaleleri himmet ve azimetle kat et.
24 - Gece namazı ve her ay üç gün oruç gibi nafile ibadetlerle kalbi ve lisanı zikirleri çoğaltmakla, ve bütün hallerde peygamberimizin duaları ile dua etmekle Allah'a yakın olmaya çalış.
25 - Temizliğe mükemmel surette riayet et. Ekseriyetle abdestli olmaya gayret et.
26 - Ramazan orucunu tut, şartları haiz olunca Hac vazifesini ifa et, bunu yerine getirmeye sahip olmaya çalış.
27 - Cihad niyetini ve şehadet sevgisini daima kalbinde taşı ve kabiliyetin nispetinde buna hazırlan.
28 - Daima tevbe ve istiğfar et, büyük günahlar şöyle dursun, küçüklerinden bile kaçın. Her gün yatağına, uzandığında uykudan önce o gün iyilik mi, yoksa kötülük mü yaptığının muhasebesini yap. Vaktinin kıymetini bil, çünkü o hayattır. Faydasız yere zamanının bir cüzünü bile harcama, Harama düşmemek için şüpheli şeylerden sakın.
29 - Dizginini eline alıncaya kadar nefsinle şiddetli bir mücadeleye giriş. Gözünü harama, bakmaktan koru. Hislerine hakim ol.
30 - Nefsini daima güzel ve helâl olan şeylere alıştırmakla onu yükselt. Haram olan şeyleri hangi çeşit olursa olsun nefsine tattırma.
31 - Şaraptan, sarhoşluk veren şeylerden son derece sakın.
32 - Servetin az da olsa bir kısmı ile İslâm'a hizmet et. Borcun olan zekâtı muhtaç olup isteyen veya istemekten çekinen müslüman kardeşlerine ver.
33 - Kötü arkadaştan, fasık dosttan, günah ve masiyet yerlerinden uzak dur,
34 - Oyun ve eğlence yerlerine yaklaşmak şöyle dursun, onları yok etmek için mücadele et. Oyun, israf ve gayri meşru olan eğlencelerin her türlüsünden uzak ol.
35 - Kardeşinin menfaatini kendi menfaatinden üstün tut. Mühim bir mazeretin olmadıkça toplantı ve sohbetlerine katıl. Kardeşlerinin işlerini ön plâna al.
36 - Senin mefkuren ve düşüncene bağlı olmayan cemaat ve topluluklardan el etek çek.
37 - Mükellef olduğun İslâm davet vazifesini her yerde yapmaya çalış. Kendine kışlada emir bekleyen bir asker nazarı ile bak. HASAN-ÜL-BENNA
Hiçbir müfsid, ben müfsidim demez. Daima sureti haktan görünür. Yahut, batılı hak görür. Evet kimse demez ayranım ekşidir? Fakat siz, mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor.Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsnü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de mufsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum, öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz, işte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalpte saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz? Evet, hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira, hakkın hatırı âlidir. Hiç bir hatıra feda edilmemek gerek. Fakat, şu hüsnü zanınızı kabul etmem. Zira, bir müfside, bir dessasa hüsnü zan edebilirsiniz. Delil ve akibete bakınız.
S - Nasıl anlayacağız, biz cahiliz, sizin gibi, ehli ilmi taklit ederiz.
C - Benden cahilsiniz, fakat akilsiniz, hanginizle zebib yani üzümü paylaşsam zekavetiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil
Bakınız günde beş defa geceli gündüzlü müezzinlerimiz yüksek sesle "Eşhedü en la ilâhe ilâllah" diyerek, bu mübarek kelimeyi, muhtelif ırk ve milletlerden meydana gelen bütün insanlığa duyuruyorlar.
Hepsi de tam bir emniyet ve sükûnetle onu dinliyorlar. Fakat, ne yazık ki kainlerimize ve zihinlerimize müessir olmuyor. Çünkü münâdî, insanları neye ve nereye davet ettiğini, insanlar da bu nidanın ne kadar yüksek bir manâyı ihtiva ettiğini ve onları nasıl yüksek bir maksada ulaştırmanın rehberi olduğunu anlamıyorlar. Fakat, bir gün gelir de bütün dünya bu davetin ne kadar ulvî bir hedefi olduğunu anlar, müezzin de tam bir ihlâs ve samimiyetle bu niyetini ilân ederse o zaman dünyanın nasıl bir inkilâba sahne olacağını yer yüzünün nasıl değişeceğini ve başka bir çehreye bürüneceğini göreceksiniz.
Heyhat! Cahiliyet memesinden süt emen ve onun kucağında terbiye gören insanlık böyle bir çağrıya nasıl kulak verebilir?.
Ama aslında o münâdî insanlığa şöyle haykırıyor :
- "Allah'tan (C.C.) başka hiçbir hâkim ve pâdişâh tanımıyorum, ilâhî kanundan, ilâhî düsturdan, ilâhî hükümetten başka hiç bir kanuna, düstura ve hükümete teslim olmuyor, boyun eğmiyorum. Dünyevî olan mahkemelerden ve kuvvetlerden hiç birini resmen tanımıyorum. Allah'ın (C.C.) emrinden başka hiç bir emre tabî olmuyorum. Cahiliyetten tevarüs eden hiç bir şarta, ölçüye ve kayda mukayyet değilim. Bazı insanların kendilerine izafe ettikleri beylik, ağalık, Efendilik, Şeyhlik gibi imtiyazlara itibar etmiyorum. Hiç bir zengine ağalık, hiç bir din adamına kudsiyet izafe etmiyorum. Hakka dayanmayan, hak olmayan, Hakka inat ve muhalefet eden hiç bir hükümet ve saltanattan korkum yoktur. Ancak ve ancak Allah (C.C.)'ın irâde ve takdirine boyun eğer teslim olurum. Bunun dışında bütün canlı putları ve yalancı ilâhları reddederim."
Acaba bütün dünyâ ve beni beşer bu manalara kulak verip hakkı ile anlasa hiç durması, susması mümkün mü? Katiyen. Bilâkis o mananın özünü anladı mı derhal harekete geçecek bizlere karşı savaş ilân ederek pusu kuracaktır. .Onlara karşı biz harp etmesek de küfür güruhu ayaklanarak bizi tuzağa, pusuya düşürmeye çalışacaktır. Hakikat çağrısında bulunan müezzinin sadâsını idrâk ettikleri an yer yüzünde büyük bir değişmenin vuku bulacağını bütün Ehl-i küfrün yılan ve akrep v.s. canavarlar gibi etrafınızı sarıp sizi soktuklarını ve parçaladıklarını görürsünüz.
İşte Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselam ortaya çıkıp bu ulvî daveti yaymaya başladığı zaman dünyanın hali yukarıda zikredildiği gibi derhal değişiverdi. O münâdî, Aleyhisselâtü Vesselam kendisi bu davetin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Keza bu daveti duyanların onu nasıl karşılayacaklarını ve nasıl bir yola başvuracaklarını maksadlarının ne olacağını da çok iyi biliyordu. Bu itibarla bu davetin kendilerine zarar getireceğini, menfaatlerini zedeleyeceğini anlayanlar bu mübarek sadâyı yok etmek, yükselen ilâhî nuru söndürmek için gayret sarf ediyorlardı. Mâbed ve manastırlarda din işlerini yürüten dinî liderler bu sâdayı işitmekten nüfuz ve iktidarlarının düşeceği tehlikesini anlıyorlardı. Kabile ve aşîret reisleri de bu sâdanın kendi reisliklerini temelinden yıktığını görüyorlardı. Aynı şekilde faizci sermayedarlar aile ve mezhep itibariyle yüksek şerefe sahip olanlar vatan ve kavmiyetperestler insanlar tarafından kendilerine tahsis edilen bu imtiyazdan mahrum olacaklarını hissediyorlardı. Âba ve ecdâdından intikal eden örf, âdet ve bâtıl itikatlara bağlı ve bunlardan geleneklerinin tehlikede olduğunu görüyorlardı. Kısacası bütün sevdikleri ve bağlandıkları şeylerin ortadan kalkma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu açıkça görüyorlardı. Ma'bûd olarak ittihâz ettikleri putların yok olacağını da arılıyorlardı
Bütün bu farklı inançlar, gelenekler, kabîle ve aşiretlere mensup insanlar daha evvel senelerce biribirleri ile mücadele etmişlerdi. Fakat bu ilâhî davet başladığı zaman hepsi bir araya gelmiş, anlaşmış ve birleşmişlerdi. Müşterek düşman olarak gördükleri tehlikeyi ortadan kaldırmaya azmediyorlardı.
Yalnız bu ahvâl ve şartlar içinde Hak ve hakikatı gören temiz ziynetli sadakat sahibi olanlar hak ve hakikati öğrendikten ve onun tadını aldıktan sonra bütün şiddet, meşakkat, işkence ve zorluklara kemâl-i afiyet ile tahammül ediyorlardı. Hakikat âşıkı bu insanlar bu yolda ölümü bile hiçe sayıyor, belki seve seve can vermeye hazır idiler. Çünkü davalarının hakkaniyetine, hakka ve hakikate inanmışlardı. Hepsi o kadar.
İşin başında Allah (C. C.) ve Resulünün S.A.V. davetine uyanlar çok azdı. Fakat tedrîcen sayıları artıyor, tek tek, grup grup insanlar Resul-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselama tabî oluyorlardı. Büyük bir imân ve şuur ile birleşiyor ve bir cemaat olmaya yönetiyorlardı. Hz. Peygamber Aleyhisselâtü vesselam hem onları fikren yetiştiriyor, hem de bu yeni cemaati organize ediyordu. Onların ameli ve hareketleri sayesinde ihlâs ve samimiyetlerinin bereketi ile iman nuru etrafa yayılıyordu. O nuru söndürmek veya yayılmasını önlemek isteyenler bütün şiddet ve tecavüzlerine rağmen iman edenlerin sayısı günden güne artıyordu, iman edenlerin bir çoğu işlerinden, makamlarından mal ve mülklerinden oluyor, bazıları evinden, yuvasından uzak düşüyor, bir kısmı eşinden dostundan ve yuvasından ayrı düşünüyor, nice kişiler dövüşüyor, yakılıyor, çeşitli işkencelere maruz kalıyor, kızgın kumlar üzerinde sürükleniyor, kızgın demir ile dağlanıyor, göğüslerine büyük taşlar konulmak suretiyle yakılıyorlardı. Çokları küfür ve hakaretlere marûz kalıyor, sokaklarda taşlanıyor, doğuluyor, soğuluyordu. Nicelerinin gözleri mil ile oyulmak suretiyle kör edilmiş ve görme nimetinden mahrum bırakılmıştır. Çoklarını bu davâdan vazgeçirmek için kendilerine kadın, mal ve rütbe teklif ediliyordu. Bütün bunlara rağmen hak ve hakikatten ayrılmıyorlardı.
Bütün bunlar hazmediliyordu. Hazmedilmesi de gerekirdi. Çünkü İslâm-î hareket tazyikler, baskı ve sıkıntılar karşısında ancak azamî sabır, itidâl ve mukavemet sayesinde ilerleyebilirdi. Keza : yeni dikilmekte olan İslâm idealinin fidanı da ancak bu nevî hasletler ile meyvesini verebilirdi. Esasen bütün bu musibetler ve zorlukların bir tek sebebi vardı. O da şu idi :
Bu zayıf iradeli, ahlâksız ve düşük insanlar o ulvî davete icabet etmek kudretini kendilerinde görmüyor, sarsılmaz iradeli, imanlı Hak ve hakikatten ayrılmayanların safına giremiyorlardı. Diğer taraftan bu direnme ve deneme neticesinde insanlık fezasında en parlak yıldızlar gibi parlayan ve insan neslinin zübde ve güzîdeleri olan bu insanlar o davetin verdiği saadeti anlayarak birer parlak elmas gibi ebede kadar insanlığın gözü önünde numune olarak kalacaklardır.
Evet, İslâm'ın o ulvî daveti böyle nezih ve yüksek karakter sahibi insanlara muhtaç idi. işin hakikati, bütün cemiyetlerde olduğu gibi ; burada da kötü insanlar arasından temizlerin ayrılması veya dürüst, sâdık ve muhlis azîm ve irâde sahibi, hak ve hakikat yolcuları olan insanların, bu deneme ve imtihanlar neticesinde saf altın gibi ayrılmaları idi. Hem öyle insanlar ki ; o davete icabet ettikleri an bu işkence ve zorluklara tahammül etmeyi göze almaları gerekiyordu. Doğrusu insafsız, zalim ve cebbar düşmanların işkencesine bu şekilde fedâkârâne ve can pahasına dayanmak gerçekten kolay bir şey değildir.
Bütün bunlardan başka şu hususu da gözler önüne arz etmek lâzımdır :
Allah'a C.C. ve Allah'ın C.C. gönderdiklerine inanan bu şahıslar şahsî maksat ve gayelerini veya nefsânî arzularını veyahut ailevî, ırkî ve kavmî çıkarlarını temin etmek için başlarına gelen musibetlere, eza ve işkencelerin tümüne mukavemet ve tahammül ediyor değillerdi. Bilâkis Allah (C. C.) 'in yolunda ve O'nun hesabına bu eziyet ve envaî türlü rezaletlere boyun eğdiler. Yalnız ve yalnız Allah (C. C.) için bu fedâkârlığa katlandılar O mübarek ve mukaddes yolda olmakla düşük ziynetli sapık insanların hücumlarına hedef oluyorlardı. Bu onların imanlarının kuvvetlenmesine vesîle oldu. Dünyanın şiddetle muhtaç olduğu yüce makama hasrederek o muktedir varlığını buldu. Onların bu sıkıntılara müptela olmaları onlara temiz ve yüksek İslâm ahlâkını kazandırdı. Yüksek bir tefekkür ve aksiyon kabiliyetini, sağlam bir inanç ve itikadı kazandırdı. Allah C. C. aşkı onların zihinlerinde ve şuurlarında yerleşti. Gönülleri ve ruhları İslâm'ın fikir, irfan ve marifet kaynağı ile dolup taştı. Bu sisteme olan iman ve inançları kan ve kemiklerine bile nüfuz etmişti.
Evet, İslâm fikriyatının zuhuru ve inkişâfı tamamen bu işkence, eziyet, mihnet ve meşakkatin tabi! sonucu idi. Çünkü mukaddes ve ulvî bir hedefe yönelen ve bu niyet ile yola çıkan bir insan açlık, susuzluk ve gariplik gibi pek çok güçlüklerle karşılaşır. Bir çok mücadele safhalarından geçmesi, bütün meşakkat, mihnet ve musibetlere tahammül etmesi gerekir. Böyle kimselerin edindikleri tecrübelerin tesiri ile mukaddes gaye ve ulvî maksatlarına olan muhabbetlerinin kat kat yükselmesi, çoğalması bunun tabiî sonucudur. Neticesinde de başka bir şahsiyet meydana çıkacaktır. Bu yeni şahsiyet elbette ki hedef ve gayeye uygun özel bir kalıpta yoğrulmuş olacaktır, öyle ki; o şahsın o gaye ve maksadın hedef ve yolundan dönmesine artık imkân kalmaz.
İşte İslâm'ın mübarek ve mukaddes şerîati böyle şahsiyetleri yetiştirmek ve böyle seciyyeleri korumak için müslümanlar üzerine günde beş vakit namazı farz kılmıştır. Bu vesile ile bütün fikirler ve görüşleri aynı ulvî hedefte toplanmış olsun. Bütün azîm ve gayretleri, kuvvet ve maksatları mukavemet ve istikamet ile arzu ve gayeye vuslatta birleşsin, İtikad ve imanlarından gelen kulluk ve muhabbet bağlarını yeniden gizli ve aşikâr, yerde ve göklerde olan bütün ruhanî mahlukların kuvvetlerinin ihtiyarına tabî olduğu İslâmî tefekkür ve düşünce böylelikle vücud hakimiyetinin vuslatını düşünüp itiraf ettikten sonra bütün irade ve muhabbeti ile onun iradesine teslim olmuş olsun.
İslâm şerîati müslümanların dinî duygu ve imanlarını takviye etmek için beş vakit namazı farz kılmıştır. Bu dünyada Allah'ın C.C. emirlerine inkiyâd için namaz kılmayı va'd etmişlerdir. Yani namaz bir bakıma Allah (C. C.)'ın emirlerine itaatin bir sembolüdür. O Allah (C. C.) ki bilinen ve bilinmeyen âlemlerin sahibi, gizli ve aşikâr her şeyi gören ve bilen ceza gününün hakimidir. Kulları üzerinde her kudrete sahiptir.
Kısacası bu ibâdetten yegâne maksat müslümanların Allah (C. C.)'ın emir ve hükümlerinden başka hiç bir kanuna ve kanun vaz eden makamlara itaat etmemelerini temin etmektedir.
Evet, bisetin başlaması ile İslâm'ı bağırlarına basanlar ve Kelime - i Tevhid'e iman edenler yukarıda arz olunduğu tarzda terbiye gördüler. Diğer taraftan bu eşsiz terbiyenin yayılması tebliğ ve propagandası müessir bir âmil idi. Çünkü cemiyet gözü ile görüyordu ki kendilerinden olan bazı insanlar bu davete kapılıyor, İslâm'a dehalet ettikten sonra bütün işkence ve sıkıntılara rağmen imanlarında en ufak bir sarsıntı olmuyor, çelik gibi imanları her türlü baskıya kâfi geliyordu.
Tabiî ki ; bu husus onların (kâfirlerin) fikirlerini çok meşgul ediyordu. Para ve pul, evlat ve iyâl, şan ve şöhret, kadın ve cariye kazanma gibi nefsânî arzuların sükût ettiğini bütün bunlardan el etek çekmeleri icap ettiğini gördüler. Diğer taraftan imanlarını muhafaza uğrunda her çeşit işkenceyi gönül rızası ile kabul eden kimselerin meftun olarak cazibesine kapıldıkları davânın hakkâniyyetine ve doğruluğuna delil oluyordu. Davaya karşı alâka ve tecessüsleri de artıyordu. LA İLAHE İLLALLAH mefhumunun hakikatini anlar anlamaz onların da hayatında bir inkılap ve bir değişme oluyordu. Az zamanda bu inkılap bütün ruhlarına nüfuz ediyor, kalplerine kök salıyordu. Bu mübarek kelime uğrunda dünyadan ellerini çekiyor, mal, can, evlat ve iyâl gibi dünyanın bütün lezzetlerini terk ediyorlardı. Bu iman ve akidenin nuru kalplerinin kasvetini yok ediyor, cehalet perdesini gözleri ve fikirleri önünden kaldırıyordu. Sonra da "vecilet kulubühüm " âyetinin izah buyurduğu gibi hakkın tecellîsi kalplerini açıyordu.
Bu nevi temiz kalpli ve dürüst insanların yanında mezaristan da yatan atalarının kemikleri ile öğünen cahiliyetin reislik gururuna kapılan, şehvanî arzuları peşinde koşan ve dünyevî lezzetlerin gözlerini kör ederek, hak ve hakikati görme hissinden mahrum olan, başka bir grup insan daha vardı. Fakat bu hastalığa kapılmayanlar kendi kendilerine bu davete kapılıyorlardı. Diğer bir gurup da güçleri olduğu müddetçe İslâm'a karşı direndiler. Sonunda hakkın azamet ve celâleti karşısında eğildiler. Nihayet öyle bir an geldi ki yalnız fıtrî ve temiz karakterlerden, selim akıl ve fikirden, doğruluktan ve temiz kalplilikten mahrum olanlar İslâm nimetinden mahrum kaldılar.
Diğer taraftan cereyan eden bu olaylar içerisinde cemiyete arz olunan bu davanın hak ve hakikat olduğunu apaçık bir şekilde meydana koyan Hz. Peygamber Aleyhisselâtü Vesselâm'ın numune olan yaşayışı idi. Çünkü Resulu Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâm'ı dinleyen, sözlerini işiten, mübarek cemâlini, hareket ve amâlini gören, sade yaşayışına, örnek âdetlerine ve temiz ahlâkına şahit olan herkes O'nun parlak hayatının berrak aynasında İslâm güneşinin mana ve mahiyetini, özünü ve hakikî ruhunu kolayca anlayabiliyor ve en güzel bir numunede açık ve mücessem olarak görebiliyordu, bu mühim mevzu her ne kadar etraflıca açıklanmaya muhtaç ise de bu bahsi kısa keserek esas maksada müteveccihen diğer mühim işleri gözden geçirelim:
Nübüvvet şafağının doğmasından önce yani kâinatın Efendisi cihana ışık ve hayat saçan İslâm'ın güneşi Hz. Resul-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselama Risâlet gelmezden evvel Hicaz'ın zenginlerinden ve sermayedarlarından biri olan, eşi Huveylid'ın kızı Hz. Hatice (R. Anhâ) nın kendisine verdiği mal ile ticaretle iştigâl ediyorlardı. Fakat Cenab - ı Allah O'nu hak kelimeye ve yola davet etmeye memur edince ticaret işi aksadı. Diğer taraftan Hz. Resul (A. S.) İslâm'ı tebliğ etmek için bir inkilâb harekâtına başlaması bütün Arabistan'dan O'nun aleyhine bir birleşme, uyanma ve silâhlanma hazırlıkları başladı. Fiilen harekete geçti. Hz. Resul-i Ekrem (A. S.) ve eşi Hz. Hatice (R. Anhâ) gönül hoşluğu ile, seve seve davet ve propaganda yolunda mallarını harcadılar, öyle bir an geldi ki kâinatın efendisi (A. S. V.) tebliğ için Taife gitmesi icabediyordu. Bir binek hayvanı bile yoktu. Mecburen yaya olarak yola koyulmuştu. Halbuki düne kadar Hicaz'ın en zengin tüccarı, kazancı, mal ve mülkü en çok olanların başında geliyordu.
İşte o, bu durumda iken Kureyş ululaları yanına gelerek O'na şöyle bir teklifte bulundular :
Eğer bu davada gayen mal, mülk, servet sahibi olmak ise sana o kadar mal toplayalım ki hepimizden daha zengin olasın. Eğer maksadın şan, şeref ve makam sahibi olmaksa sana mutlak bir reislik verelim ve senin emir ve iznin olmaksızın hiç bir işe teşebbüs etmeyelim. Ve senin emrinden asla dışarı çıkmayalım. Sultanlık istersen seni başımıza sultan olarak dikelim. Yok eğer kadın istiyorsan seninle evlendirmek üzere memleketin en güzel kızlarını getirelim."
Bütün bu teklifler kendisine arz edildi. Ama Allah (C. C.) 'in beşeriyeti ; küfrün ve cehaletin pençesinden, çaresizlikten ve biçarelikten kurtararak,
nâtın Efendisi cihana ışık ve hayat saçan İslâm'ın güneşi Hz. Resul-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselama Risâlet gelmezden evvel Hicaz'ın zenginlerinden ve sermayedarlarından biri olan, eşi Huveylid'ın kızı Hz. Hatice (R. Anhâ) nın kendisine verdiği mal ile ticaretle iştigâl ediyorlardı. Fakat Cenab - ı Allah O'nu hak kelimeye ve yola davet etmeye memur edince ticaret işi aksadı. Diğer taraftan Hz Resul (A. S.) İslâm'ı tebliğ etmek için bir inkılap harekâtına başlaması bütün Arabistan'dan O'nun aleyhine bir birleşme, uyanma ve silâhlanma hazırlıkları başladı. Fiilen harekete geçti. Hz. Resul-i Ekrem (A. S.) ve eşi Hz. Hatice (R. Anhâ) gönül hoşluğu ile, seve seve davet ve propaganda yolunda mallarını harcadılar, öyle bir an geldi ki kâinatın efendisi (A. S. V.) tebliğ için Taife gitmesi icabediyordu. Bir binek hayvanı bile yoktu. Mecburen yaya olarak yola koyulmuştu. Halbuki düne kadar Hicaz'ın en zengin tüccarı, kazancı, mal ve mülkü en çok olanların başında geliyordu.
İşte o, bu durumda iken Kureyş ululaları yanına gelerek O'na şöyle bir teklifte bulundular :
Eğer bu davada gayen mal, mülk, servet sahibi olmak ise sana o kadar mal toplayalım ki hepimizden daha zengin olasın. Eğer maksadın şan, şeref ve makam sahibi olmaksa sana mutlak bir reislik verelim ve senin emir ve iznin olmaksızın hiç bir işe teşebbüs etmeyelim. Ve senin emrinden asla dışarı çıkmayalım. Sultanlık istersen seni başımıza sultan olarak dikelim. Yok eğer kadın istiyorsan seninle evlendirmek üzere memleketin en güzel kızlarını getirelim."
Bütün bu teklifler kendisine arz edildi. Ama Allah (C. C.) 'in beşeriyeti ; küfrün ve cehaletin pençesinden, çaresizlikten ve biçarelikten kurtararak,omuzlarındaki ağır yükü indirip ellerine ve ayaklarına vurulan esaret zincirini kırsın diye seçmiş olduğu bir kimse bu tekliflere kanar mı idi. Kendisine gelecek her türlü belâ, işkence ve eziyetlere doğulup sövülmelere rıza göstererek bu tekliflere karşı şu cevabı verdi :
"Ne söylüyorsunuz ? Ben ne sizin malınızı isterim, ne saltanatınız ve ne riyasetinizi. Allah (C. C.) beni, sizleri inzâr etmek için gönderdi. Ayrıca bans bir kitap göndererek onunla sizleri müjdelemek ve ikâz etmeye memur etti. Yani sizlere Allah'ın nimetinin müjdesini veriyor, şiddetli azabı ile ikâz ediyorum. Âlemlerin Rabb'inin haberlerini tebliğ ederek sizlere vaz-u nasihat ediyorum. Eğer getirdiğim ve duyurduğum şeylere inanırsanız dünya ve ahiret saadetine kavuşursunuz. Yok, eğer reddetseniz benim ve sizin hakkınızda Allah'ın nasıl bir hüküm göndereceğini sabırla bekliyorum.)
"Müminler ancak onlardır ki, Allah (C. C.) anıldığı zaman yürekleri titrer, karşılarında âyetleri okununca (bu), imânlarını arttırır, onlar ancak Rablerine dayanıp güvenirler." (El- İnfak suresi âyet 2)
(*) Bu kısım Hilâl mecmuası sayı 85 den iktibas edilmiştir.
 
Z Çevrimdışı

zeynep__

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun paylaşımınız için .
hakkınızı helal edin kopyalayıp mail olarak arkadaşlarımla paylaşmak istiyorum.
selmetle
 
Üst Ana Sayfa Alt