Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tüm Detaylarıyla Namaz

I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
YOLCULUK HALİNDE NAMAZ

Yolculuk halinde namaz ile ilgili İslamın teşrî’ buyurduğu hükümler, onun müsamaha ve kolaylık göstermesinin bir sonucudur . Zorluk sözkonusu oldu mu orada kolaylaştırma da sözkonusudur. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Allah size kolaylık diler, güçlük istemez." (el-Bakara, 2/185); "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez." (el-Bakara, 2/286)
Yolculukt a namaz ikamet halindeki namazdan farklıdır. Çünkü yolculukt a namazın kısaltılması, Ramazan ayında oruç açmanın mübah olması, mestler üzerine mesh süresinin uzaması, sabah sünneti dışında cuma ve nafileler in düşmesi ile bayram namazları ve kurban kesme yükümlülüğünün kalkması gibi birtakım farklı hükümler vardır.
Yolculuk (sefer), ikamet olunan yerden ayrılmak demektir. Kişinin yolculuğu ister kara, ister deniz, ister havada olsun dört rekâtli olan öğlen, ikindi ve yatsı farzlarını kasretmes i gerekir. Sabah ve akşam namazının kasrı icma ile caiz değildir. Çünkü bunlar da kasredile cek olursa bu namazlard an gözetilen maksat ortadan kalkmış olur. Sabah namazının kasredilm esi azlığından ötürü onu tamamen ortadan kaldırabilir ve onu tek bir rekât haline düşürür. Akşam namazının kasrı ise onu tek rekâtli namaz olmaktan çıkartır. Üstelik aslolan, nassa ittiba etmektir.
Dört rekâtli namazların iki rekâte kasredilm esi sadece yolculuk halinde sözkonusu olur ve bu müekked bir sünnettir. Herhangi bir sebep olmadan tamam kılmak mekrûhtur. Hasta ve benzeri bir kimsenin ise namazları cem’ etmesi mümkün olduğu halde kasretmes i caiz değildir. Buna dair delil kitab, sünnet ve icma ile sabittir.
Kitabtan delil yüce Allah'ın şu buyruklarıdır: "Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, eğer kâfirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur." (en-Nisa, 4/101) İnsan kaldığı yerden dışarı çıkmadıkça yeryüzünde yolculuk yapan bir kişi olmaz. Vebalin sözkonusu olmaması, sadece günahın sözkonusu olmaması anlamına gelmez. Aksine engelin de sözkonusu olmadığı manasınadır. Namazı kısaltmanıza bir engel yoktur, demektir.
Âyet-i Kerime görüldüğü üzere kâfirlerin fitnesind en (fenalık yapmasından) korkulması hali ile kayıtlıdır. Yani onların namazınızı tamamlama nızı engelleye ceklerind en korkmanızla ilgilidir . Fakat bu kayıt, Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in bize Rabbinden haber verdiği üzere sünnet ile kaldırılmıştır. Ya'lâ b. Ümeyye'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben Ömer b. el-Hattab'a: "Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman eğer kâfirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur." (en-Nisâ, 4/101) buyruğu ile ilgili olarak insanlar artık iman etmiş (ve güvenliğe kavuşmuş) bulunuyor lar, dedim. Bana şu cevabı verdi: Senin hayret ettiğin şeye ben de hayret ettim, bunun üzerine Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'e buna dair soru sordum, şöyle buyurdu: "Bu Allah'ın size verdiği bir sadakadır. O'nun sadakasını kabul ediniz."357
Böylelikle güvenlik halinde namazı kısaltarak kılmak (kasr) Allah'ın bize bir tasadduku dur.
Sünnete gelince35 8 Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in ister hacca gitmek, ister umre yapmak, isterse de gaza yapmak üzere bütün seferleri nde namazlarını kasr ile kıldığına dair haberler tevatür derecesin dedir. İbn Ömer dedi ki: Ben Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ile birlikte yolculukl arda bulundum. Yüce Allah vefat ettirince ye kadar iki raketten fazla kılmadı. Ebu Bekir ile de yolculukl arda bulundum, o da Allah vefat ettirince ye kadar iki rekâtten fazlasını kılmadı. Ömer ile de birlikte oldum, o da Allah vefat ettirince ye kadar iki rekâtten fazla kılmadı. Daha sonra Osman ile birlikte yolculukl arda bulundum. O da Allah vefat ettirince ye kadar iki rekâtten fazla kılmadı. Yüce Allah da: "Andolsun ki sizin için... Rasûlullahda güzel bir örnek vardır." (el-Ahzab, 33/21) diye buyurmakt adır.359
Abdullah b. Mesud dedi ki: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ile birlikte Minâ'da (farzı) iki rekât olarak kıldım. Ebu Bekir es-Sıddîk ile birlikte Minâ'da iki rekât kıldım, Ömer ile birlikte Minâ'da iki rekât kıldım. Dört rekât kılmak yerine, keşke kabul olunan iki rekât nasib olsa."360
Enes b. Malik dedi ki: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ile birlikte Mekke'ye gitmek üzere Medine'den çıktık. O dönünceye kadar (dört rekâtli namazları) ikişer rekât, ikişer rekât olarak kıldım. (Enes b. Malik'ten rivâyette bulunan dedi ki:) Ben Mekke'de kaç gün kaldı? diye sordum, o: On gün, dedi.361
İcmâ’a gelince, İbn Kudame şöyle demektedi r: İlim ehli hac, umre ya da cihad gibi namazın kısaltılabileceği bir mesafeye yolculuk yapan kimsenin dört rekâtlik namazı kısaltarak iki rekât olarak kılabileceğini icmâ’ ile kabul etmişlerdir.362
Namazı Kısaltmanın Şartları
1. Yolculuk mesafesin in namazı kısaltmayı mübah kılacak kadar olması.363 Hikmeti sonsuz şeriat koyucu namazı kısaltıp, oruç açmanın mübah olmasını herhangi bir sınır sözkonusu olmaksızın mutlak olarak yolculuğa bağlamıştır. Şu kadar var ki, yolculukt a zorluk çekme ihtimali bulunduğundan zorluk da çoğunlukla ancak uzun yolculuk halinde sözkonusu olduğundan fukahâ -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- namazı kısaltmayı ve oruç açmayı mübah kılan sefer uzaklığını sınırlandırmakta farklı görüşlere sahib olmuşlardır.
Onlardan kimisi namazı kısaltıp, oruç açmanın caiz olacağı uzaklığın tam iki gün ve daha fazla yolculuk mesafesi olduğu kanaatind edir ki; bu da yaklaşık seksen kilometre ye denk düşer.
Kimisi namazı kısaltmayı ve oruç açmayı mübah kılan uzaklığın üç günlük mesafe olduğu görüşündedir.
Bazılarının görüşüne göre namazı kısaltmayı ve oruç açmayı mübah kılan uzaklık sadece bir günlük mesafedir .
Kimisinin görüşüne göre de namazı kısaltmayı ve oruç açmayı mübah kılan yolculuk mesafesin in sınırı yoktur. Aksine örfen yolculuk diye adlandırılabilecek herbir yolculukt a oruç açmak caizdir.
Tercihe değer olan görüş ise birincisi dir. Çünkü iki günlük mesafe bir hazırlığı gerektiri r ve böyle bir yolculukt a açıkça görülebilecek bir zorluk vardır. İşte ashab-ı kiram ve tabiinden bir topluluk bu görüşü kabul etmiştir. Üç mezhebin imamı Malik, Şafiî ve Ahmed (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun)'in görüşü de budur.
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şunları söylemektedir: "...Namazın kısaltılıp, oruç açılabilecek yolculuk miktarına gelince, Malik, Şafiî ve Ahmed'in görüşüne göre bu iki günlük mesafedir . Bununla deve ve piyade yürüyüşünü kastederl er ki bu da onaltı fersahtır.364 Mekke ile Usfan ve Mekke ile Cidde arası gibidir. Ebu Hanife der ki; bu üç günlük mesafedir . Selef ve haleften bir kesim de şöyle demiştir: Hatta iki günden daha az bir mesafe için de namazını kısaltır ve orucunu açar. Bu da kuvvetli bir görüştür..."365
İbn Kudame dedi ki: Eğer yolculuğun miktarı hususunda şüpheye düşerse namazı kısaltması mübah olmaz. Çünkü aslolan tamamlama ktır. Bu asıl, şüphe ile ortadan kalkmaz. Muteber olan da niyettir. Seferin hakikati değildir. Şâyet uzunca bir yolculuk niyet edip de namazını kısaltır, sonra yerinde kalmayı ya da dönmeyi uygun görürse, kıldığı namaz sahih olur. Şâyet kaçan bir köleyi yakalamak yahutta yağmur yağan bir yeri bulmak maksadıyla çıkacak olup da ne zaman bulursa geri döner yahut ikamet eder niyetinde ise; isterse bir aylık süre yolculuk yapsın namazını kısaltmaz.
Belli bir yere götürülmek maksadıyla zorla alınıp götürülen esir gibi kimseler, namazlarını kısaltabilirler. Çünkü bunlar namazı kısaltma mesafesi kadar yolculuk yapmayı kasteden kimselere tabidirle r. Onların şehirlerine ulaştı mı o vakit namazını tamam kılar. Şâyet şehrin biri uzun, biri kısa iki yolu var ve kasretmek için uzak yolu takip ederse bu hakkını kullanabi lir. Çünkü böylesi, benzerind e namazın kısaltıldığı bir yolculukt ur, onun için de namazı kısaltmak caiz olur. Tıpkı başka izleyecek yolu olmayan kimse durumunda dır.366
2. Yolculuğun mübah olması gerekir. Çünkü yolculukl ar beş kısma ayrılırlar:
a- Haram yolculukl ar. Küfür ülkesine, çıplaklık, uyuşturucu ve günah peşine takılmak kastıyla yolculuk yapmak gibi haram bir iş için sefere çıkmak. Yol kesiciler in, hırsızların ve onların hükmünde olup, yeryüzünde fesadı yayıp mü'minlere eziyet verenleri n yolculukl arı gibi, mahremsiz kadının yolculuğa çıkması da bu türdendir.
b- Mekrûh yolculuk. Tek başına yola çıkmak buna örnektir.
c- Mübah yolculuk. Kır gezintisi yapmak kastıyla yola çıkmak.
d- Vacib yolculuk. Hac, umre ya da cihad farizası için yolculuk yapmak gibi.
e- Müstehab yolculuk. İkinci defa haccetmek için yapılan yolculuk gibi.
Haram ve mekrûh olmayan yolculuğa da “mübah yolculuk” denilir.
İbn Kudame dedi ki: Kaçan köle gibi masiyet olan, yol kesmek yahut şarab ticareti gibi bir maksatla yolculuk yapanlar, namazlarını kısaltmazlar. Bunlara yolculuk ruhsatlarından hiçbir ruhsat yoktur. Çünkü ruhsatların masiyetle r ile alakalı kılınmaları caiz değildir. Zira bu durumda masiyetle rin işlenmesine bir yardım ve onlara bir propagand a olur. Şeriatte de böyle bir şey gelmez.36 7
Masiyet için yolculuğa çıkan kimsenin yolculuk ruhsatlarından faydalanm ası engelleni r. Namazını kısaltması, üç gün süreyle mestlerin e mesh etmesi, ramazan ayında oruç açması men olunur. Eğer haram yolculuğu -yolculuğundan tevbe ve istiğfar ederek dönmesi halinde olduğu gibi- mübah yolculuğa dönüşecek olursa, şartlarına uymak suretiyle namazını kasretmes i caiz olur.
3. Yolculuğa başlaması ve kasabasının mamur yerlerind en ayrılması. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman... namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur." (en-Nisa, 4/101) Çünkü böyle bir kimse yolculuğa başlamaksızın yeryüzünde yolculuğa çıkmış sayılmaz. Kendi şehrinde kalmaya devam ettiği sürece kasretmes i caiz değildir. İsterse yolculuk yapmayı kesin kararlaştırmış yahut yükünü yüklemiş ya da evler arasında bineği üzerinde gitmekte olsun, farketmez .
İbn Kudame dedi ki: Yolculuk yapmaya niyet eden kimsenin kasabasının evlerinde n ayrılıp onları geride bırakmadığı sürece namazını kısaltma imkânı yoktur. Malik, Şafiî, Evzaî, İshak ve Ebu Sevr böyle dedikleri gibi; bu görüş tabiinden bir toplulukt an da nakledilm iştir.368
İbnu'l-Münzir dedi ki: Kendisind en ilim bellediğimiz herkes icma ile şunu ifade etmiştir. Yolculuğa çıkmak isteyen bir kimse ancak yolculuğa çıkacağı kasabanın evlerinin dışına çıktığı vakit namazını kasredebi lir.369
Enes Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Ben Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ile birlikte öğlen namazını Medine'de dört rekât, Zu'l-Huleyfe'de iki rekât olarak kıldım."370
Seleften bazılarının görüşüne göre yolculuk yapmaya niyet eden bir kimse, evinde dahi olsa kasretmey e başlayabilir.
Ancak sahih olan görüş şudur: Kasretmek sadece yolculuk için meşru kılınmıştır. Dolayısıyla bir kimse yolculuğa başlayıp, şehir ya da köyde ikamet ettiği yeri bırakıp, ayrıldı mı kasretmes i de caizdir.
4. Namaza başlamak niyeti ile birlikte kasretmey i niyet etmelidir . Çünkü mutlak olarak niyet edecek olursa, bu niyeti asıl olan için muteberdi r ki; o da namazı tamam kılmaktır. Eğer tamam kılmayı da niyet ederse, bu niyetin gereğini yerine getirmeli dir.
5. Kılacağı namazın mukimken kılınması farz olan bir namaz olmaması gerekir. Şâyet mukimken bir namazı terkedip de yolculukt a onu kaza edecek olursa, onu kasr ile kılması caiz değildir. Çünkü o namazı dört rekât olarak kılması artık teayyün etmiş (kesinlik kazanmış)dır. Onu eksiltmes i caiz değildir. Tıpkı dört rekât kılmayı niyet etmiş gibidir. Ayrıca kaza edaya göre nazar-ı itibara alınır, eda da böyle bir durumda dört rekâttir.371
6. Mukim bir imama uymamalıdır. Eğer mukim bir imama uyarsa, namazını tamamlama sı gerekir. Namazın tümünde ya da bir bölümünde o imama uyması farketmez . Musa b. Seleme'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Mekke'de İbn Abbas ile birliktey dik, ben: Sizinle birlikte kılınca dört rekât kılıyoruz, kendi eşyamızın olduğu yere geri dönünce iki rekât kılıyoruz (olur mu?) dedim. O, işte Ebu'l-Kasım'ın Sallallah u aleyhi vesellem sünneti budur, dedi.372
İşte bu durum Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in sünneti ile alakalıdır. Kısaltılan namaz aslı itibariyl e dört rekâtlidir. Dolayısıyla onu (kısa olarak) dört rekâtli kılanın arkasında kısaltarak kılamaz.373
İlim ehlinin büyük çoğunluğu kasrın süresi içerisinde yapılması şartını koşmuşlardır. Bu da gittiği yerde ikamet etmeyi kararlaştıran bir kimse için dört gün veya daha az bir süredir.
Kasr (Yolculukt a Namazı Kısaltmak) İle İlgili Bazı Meseleler
1. Bir kimse namaza mukim olduğu beldede başladıktan sonra yolculuğa başlayacak olursa, namazını tamamlama sı vacibtir. Çünkü o namazı tamam kılması gereken bir halde namaza başlamıştır. Örneği şudur: Bir adam bir şehri boydan boya geçer, bir nehirde demirlemiş bulunan bir gemide bulunuyor ken namaza başlayarak tekbir alır, bu sırada gemi harekete geçer ve bulunduğu şehirden o henüz namazda iken ayrılır. Böyle bir kimse ikamet ettiği yerde namaza başladıktan sonra yolculuk başladığından ötürü namazını tamamlama sı gerekir.
2. Yolcu olan bir kimse şehrine girmeden önce namaza başladıktan sonra namazda iken şehre girerse, namazını tamamlama sı gerekir. Buna da şöyle bir örnek verilebil ir: Bir adam bir gemide iken şehrine girmeden önce namaza başlar, sonra namaz kılmakta iken şehre girerse namazını tamamlama sı gerekir.
Bu iki meselenin herbirisi nde (birincisi nde de, ikincisin de de) iki sebep birarada bulunmakt adır. Sebepleri n birisi namazı kısa kılmayı mübah kılarken, ikincisi engel teşkil etmektedi r. Bundan dolayı engel tarafı ağır basmıştır. Zira fukahânın kabul ettiği ilkeye göre; mübah kılan bir sebep ile yasak kılan bir sebeb bir araya gelecek olursa, hüküm yasak kılan sebepe göre verilir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sen, seni şüpheye düşüreni bırakarak, seni şüpheye düşürmeyene yönel."374 Yine Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "... Her kim şüphelerden sakınırsa o dini, şeref ve haysiyeti lehine kötülüklerden uzak kalmış olur..."375
İbn Kudame bu iki meseleyle ilgili olarak şunları söylemektedir: Çünkü bu, sefer ve ikamet halinde farklılık arzeden bir ibadettir . Bu ibadetin iki tarafından birisi ikamet halindedi r. Bundan dolayı -mesh meselesin de olduğu gibi- ikamet halinin hükmü daha galib görülmüştür.376
3. Mukimken kılmayı unuttuğu bir namazı yolcu iken hatırlayan bir kimse (namazını tam kılar); çünkü böyle bir namazı tam kılmakla yükümlü olmuştur. Dolayısıyla bunu tam olarak kaza etmelidir . Ebu Katade'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e uykuda kalıp, namaza uyanmamak haline dair soru sordular da şöyle buyurdu: "...Sizden herhangi bir kimse bir namazı unutur yahut uykuda olup uyanamazs a onu hatırladığı vakit kılıversin."377 Yani namazı hatırladığı vakit olduğu gibi kılsın.
4. Yolculukt a kılmayı unuttuğu bir namazı ikamet halinde hatırlayan bir kimseyle ilgili olarak Nevevî şunları söylemektedir: Yolculuk halinde kılamadığı bir namazı bulunan kimse hakkında iki görüş vardır. (Şafiî) kadim görüşünde şunları söylemektedir: Bu kimse namazını kısa kılabilir. Çünkü bu yolda kılınması gereken bir namazdır. Dolayısıyla kazası (rekât) sayı(sı) itibariyl e edası gibidir. Tıpkı mukim iken kaçırdığı namazı yolculukt a kılmak istemesi halinde olduğu gibi. Cedid (yeni) görüşünde de şöyle demiştir: Böyle bir kimsenin namazını kasr ile kılması caiz değildir. Daha sahih olan da budur. Çünkü bu bir özre bağlı olarak öngörülen bir hafifletm edir. Hasta namazında (ayakta duramayanın) oturması gibi.
Şâyet namazını yolcu iken geçirmiş de yolculukt a kaza etmeye kalkışırsa, bu hususta iki görüş vardır: Birincisi ne göre namazını kısaltarak kılamaz, çünkü bu dörtken iki rekâte indirilmiş bir namazdır. O halde cuma namazı gibi vakit de bu namazın şartları arasındadır.
İkincisi namazını kısaltabilir, görüşüdür. Daha sahih olan budur. Çünkü bu bir özre bağlı olarak sözkonusu olan bir hafifletm edir. Özür de devam etmektedi r. O halde hafifletm e hükmü de kalıcılığını sürdürür. Hasta namazında oturmak gibi.378
Şâyet mukimken kılması gereken bir namazı yine mukimken kaçırmış ve bunu hatırlarsa, onu tam olarak kılar.
5. Yolcu mukim olan bir kimseye uyacak olursa namazını tamam kılmalıdır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem in "... Yetişebildiğiniz kadarını kılınız, yetişemediğinizi tamamlayınız."379 buyruğunun umumi oluşu bunu gerektirm ektedir. Şâyet öğle namazının bir rekâtine yetişirse, kendisi üç rekât kılar. Eğer son teşehhüde yetişirse dört rekât kılar. Eğer yolcu bir kimse cuma namazından bir rekâtten daha az bir bölümü yetişecek olursa mukim olan bir kimseye uyduğundan ötürü onu dört rekâte tamamlama sı gerekir.3 80 Bir tek rekât yetişirse, cuma namazı olarak tamamlar.
6. Yolcu bir kimse mukim olduğunu zannettiği yahutta misafir mi, mukim mi olduğunda şüphe ettiği birisine uyacak olursa, imamı kasr ile kılsa dahi niyete itibar edilerek namazını tamamlama sı gerekir. Çünkü kasrın şartlarından birisi de tereddüt sözkonusu olmaksızın kat'i bir şekilde kasra niyet etmektir.
Eğer niyetini: Benim imamım tamamlars a tamamlarım, kasreders e ben de kasrederi m diye imamına bağlı olarak yaparsa, imamına uyabilir. Eğer imam kasr ile kılarsa onun için de kasretmek farz olur. Şâyet tamamlars a onun da tamamlama sı farz olur. Bu şüpheye girmez. Aksine bu bir fiilin bağlı olduğu sebepleri ne taliki (ona bağlı kılınması) kabilinde ndir.
Şâyet hava alanında yolculuk eşyalarını taşıyan bir kimse olması gibi, yolcu olduğuna delil teşkil edecek belirtile r bulunduğundan ötürü ağırlıklı olarak yolcu olduğunu zanneders e, kasr ile kılmayı niyet edebilir. Fakat imamına uymakla görevlidir. Eğer imam kasr ile kılarsa ona uyar, tamamlars a yine ona uyar.
7. İbn Kudame yolcudan bahsederk en şunları söylemektedir: Şâyet namazını tamamlama yı niyet eder yahut mukim olan bir kimseye uyup namaz fasid olur ve kendisi bu namazı iade etmek isterse yine namazını tamamlama sı gerekir. Çünkü mukim olan bir kimsenin arkasında namaza durmak ve tamamlama k niyeti olduğundan ötürü namazı tam olarak kılması vacib olur. Şafiî'nin görüşü budur. es-Sevri ile Ebu Hanife şöyle demişlerdir: İmamın namazı fasid olursa misafir normal kendi haline döner.381
Tercih edilen görüş de misafirin eski haline döneceğidir. Tek başına yahutta kasr ile kılan bir cemaat ile birlikte namaz kılacak olursa namazını kasredebi lir. Çünkü onun başladığı namaz aslı itibariyl e tamam değildir. Bir imama tabi olarak tamamlama sı meşru kılınmış bir namazdır. Bu namaz fasid olduktan sonra tabi oluş ta ortadan kalkmış olur, geriye sadece namazı kasr ile kılma yükümlülüğü kalır.
Aynı şekilde yolcu bir kimse ikamet halinde olan birisine ve namaza başladıktan sonra uyacak olursa, kendisini n abdestsiz olduğunu hatırlarsa gider abdest alır. Geri döndüğünde insanların namazlarını bitirdikl erini görecek olursa, namazını tamamlama yükümlülüğü yoktur. Çünkü kılmak için başladığı namaz esasen akdolmuş değildir.
8. Yolcu bir kimse yolculuğunda iken namazın vakti girmekle birlikte daha sonra (vakit çıkmadan) şehrine girerse, namazın fiilen kılınması gereken halini nazar-ı itibara alarak namazını tam kılar. Şâyet kendisi şehrinde bulunuyor ken namaz vakti girer, sonra yolculuğa çıkarsa bu sefer de namazını kasr ile kılar.
İbn Kudame der ki: İbnu'l-Münzir dedi ki: Kendisind en ilim bellediğimiz her bir ilim adamı böyle bir kimsenin namazını kasr ile kılabileceğini icma ile kabul etmişlerdir. Malik, Evzai, Şafiî ve Re'y ashabının görüşü budur. Çünkü bu kişi namazın vakti çıkmadan önce yolculuğa çıkmıştır, namaz vacib olmadan yolculuğa çıkmış bir kimseye çok benzer.
9. Misafir kasrı da, tamam kılmayı da niyet etmeksizi n dört rekâtli bir namaz kılmaya başlayacak olursa, İbn Kudame der ki: "Bizim lehimize delil, aslın tamam kılınmasıdır. Niyet mutlak kılındığı takdirde buna göre değerlendirilir.382
Diğer taraftan aslın kasr olması dolayısıyla kasr ile kılacağı görüşündedir. Ancak daha ihtiyatlı olan tamam kılmaktır. Niyet edecek olursa, niyetine göre amel eder. Kasrı niyet ederse kasr ile, tamamlama yı niyet ederse tamamlaya rak namazını kılar.
10. Misafir bir kimse namaza başladıktan sonra kasra niyet edip, etmediğini bilemeyip niyetinde şüpheye düşerse İbn Kudame der ki: Eğer kasr niyetinde şüphe ederse tamamlama sı gerekir.
Diğer taraftan kasredeceği ve tamamlama kla yükümlü olmadığı görüşünde olanlar da vardır. Çünkü yolcu namazında aslolan, kasrdır. Ayrıca bir şeyin varlık ya da yokluğunda şüphe eden kimse hakkında aslolan böyle bir şeyin olmamasıdır. Bu durumda bu kişi niyeti olmayan bir kimseye benzer, bununla birlikte daha ihtiyatlı olan, namazını tamam kılmasıdır.
11. Yolcu bir kimse dört günden fazla ikamet etmeyi niyet edecek olursa, namazını tamamlama sı gerekir. Buna delil Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in uygulamasıdır. O Mekke'ye Veda haccında zulhiccen in pazara tesadüf eden dördüncü günü geldiğinde pazar, pazartesi, salı ve çarşamba günleri Mekke'de ikamet edip, perşembe günü Medine'ye çıkınca Mekke'de kaldığı dört gün süresince namazını kasr ile kılmıştır.
İlim ehli bu mesele hakkında oldukça geniş çapta ihtilâf etmişlerdir. Sahih olan şudur: Eğer dört günden fazla ikamet etmeye niyet edecek olursa, diğer mukimler gibi namazını tamamlama sı ve oruç tutması gerekir. Çünkü onun hakkında yolculuk hükümleri sona ermiş olur. Onun bu ikametini n öğrenim, ticaret yahutta bunların dışında mübah başka herhangi bir iş için olması arasında fark yoktur.
Şâyet dört gün ve daha az süre kalmayı niyet eder ya da ne zaman biteceğini bilemediği bir ihtiyacını görmek üzere ikamet ederse, hakkında yolculuk hükümleri sona ermediğinden ötürü namazlarını kasr ile kılabilir.383
12. Bir gemide yolculuk yapan ve gemi dışında evi bulunmaya n bir denizcini n eğer gemide aile halkı, tandırı ve diğer ihtiyaçları bulunuyor sa bu kimsenin ruhsatlar dan yararlanm ası mübah değildir. el-Esrem dedi ki: Ben Ebu Abdullah'a denizci kimseye, namazını gemide kasr edip ramazan orucunu açabilir mi, diye soru sorulması üzerine şu cevabı verdiğini gördüm: Eğer gemi onun evi ise bu kimse namazını tam kılar ve oruç tutar. Ona: Gemi nasıl olur, evi olur diye sorulunca şöyle der: Gemiden başka bir evi olmaz, ailesi onunla beraber gemide bulunur ve orada ikamet ediyorsa (gemi onun evi demektir). Ata'nın görüşü budur. Şafiî de şöyle demiştir: Nassların genelliği dolayısıyla namazını kasr ile kılar. Ramazan orucunu açabilir. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in Abdullah b. eş-Şihhir'e şöyle dediğini biliyoruz: "Allah'ın yolcu üzerinden neleri kaldırdığını biliyor musun?" Ben: Allah yolcudan neleri kaldırdı? diye sordum, O: "Orucu ve namazın yarısını" diye buyurdu.3 84 Diğer taraftan kişinin aile halkının kendisi ile birlikte bulunması bu ruhsatlar dan istifade etmesine engel değildir. Tıpkı deve kervancısının durumunda olduğu gibi.385
Sahih olan şudur: Denizcini n yanında aile halkı vardır. O ayrıldığı şehirde de, gideceği şehirde de ikameti niyet etmemekte dir. İşte böyle bir kimsenin namazını tamamlama sı gerekir. Çünkü onun şehri gemisidir . Şâyet herhangi bir beldede ikamet etmek niyeti olursa bu durumda az önce mesafe ve zaman ile ilgili kaydettiğimiz kayıtlara uygun olarak yolcu sayılacağından, namazını kasr ile kılar.
Ebu Davud dedi ki: Ben Ahmed'i ömrü boyunca yolculukt a olan kervancı hakkında şunları söylerken dinledim: Böyle bir kimsenin bir yere varıp, bir gün dahi olsa ikamet etmesi kaçınılmaz bir şeydir. Ona iki, üç ve dört gün yolculuk hazırlıkları için ikamet eder, denildi, o: Böyle bir kimse namazını kasr ile kılar dedi.
Kadı Ebu'l-Hattab'ın naklettiğine göre böyle bir kimse tıpkı denizci gibi namazını kasr ile kılamaz. Ancak bu sahih değildir. Çünkü böyle bir kimse kendisine şefkat duyulması gereken bir yolcudur. O bakımdan başkası gibi namazı kasretme hakkına sahiptir. Bunu denizciye kıyas etmek sahih olamaz. Çünkü denizci yolcu iken de, mukim sayılırken de kendi evindedir . Kendisi için gerekli ihtiyaçları, tandırı ve aile halkı onunla beraberdi r. Bu özellik ise denizcide n başkasında bulunmama ktadır. Eğer kervancı aile halkıyla birlikte yolculuğa çıkacak olursa, bu onun için daha ağır olur ve ruhsatlar dan istifade etmek hakkını daha çok elde eder.386
Posta adamına çokça benzeyen, bir şehirden öbürüne haberleri götüren ve böylelikle hızlıca yol alan kimseye "el-feyc" denilmekt edir ki, bu kişi de kasr hükmü itibariyl e tıpkı kervancı gibidir.
13. Bir başka şehire yolculuk yapıp, o şehrin birisi kasr mesafesin e ulaşan uzak, diğeri ise kasr sınırına ulaşmayan yakın olmak üzere iki yolu bulunuyor sa bu yolların uzağını izlerse, namazını kasr ile kılabilir. Çünkü böyle bir kimse hakkında, kasr yapılabilen bir mesafeye yolculuk yaptığı söylenebilir.
Ramazan ayında oruç açmaya yol bulmak için, kasten daha uzak yolu izlerse, oruç açması haram olur, bu durumda oruç tutması ona vacibtir (farzdır).
14. Yolculuk yapması engellene n ve ikameti niyet etmeyen bir yolcu -devlet yetkilisi nin haklı ya da zulmen alıkoyduğu yahutta düşman, hastalık veya korku sebebiyle alıkonulan kimsenin halinde olduğu gibi- eğer alıkonulması dört gün ve daha az bir süre ise namazlarını kasr eder. Şâyet dört günden fazla uzun olursa, ne kadar süre alıkonulacağını bilmeyen dışında namazlarını kasr ile kılmaz. Eğer bilmiyors a durum ne olursa olsun kasr ile kılar.
15. Yolcu dört günden fazla ikamet etme kararını vermezse, namazını kasr edebilir. İbn Kudame der ki: Eğer: Filan ile karşılaşırsam ikamet ederim, değilse ikamet etmem, diyecek olursa, yolculuğunun hükmü batıl olmaz. Çünkü o henüz ikamet etme kararını vermemiştir.387
Yine bir ihtiyacını görmek üzere kalan fakat mutlak olarak ikamet etmeyi niyet etmeyen bir kimse ne kadar kalırsa kalsın namazını kasr ile kılar. Çünkü böyle bir kimse bir yeri vatan edinmiş olarak değerlendirilmez. İkamet zaman ve iş ile kayıtlanır. Eğer dört günden fazla ikamet etmeye niyet eder ise namazlarını tamam kılar. Daha kısa süre kalmaya niyet eder ve oradaki kalışını herhangi bir işe bağlı kılarsa, bu süre uzayacak olsa dahi, namazını daima kasr ile kılar. Tedavi olmak üzere gidip de bunun ne zaman sona ereceğini bilmeyen kimsenin hali gibi.
16. Şâyet yolculuk mübah olmakla birlikte, niyetini değiştirerek masiyet için yolculuğunu sürdürürse ruhsatın sebebi ortadan kalktığından yolculuk sebebiyle yararlana bileceği ruhsatlar da sona erer. Eğer bir masiyet niyeti ile yolculuk yapıp da sonradan mübaha doğru niyetini değiştirirse, bu sefer yolculuğu mübah olur ve mübah seferde mübah olan şeyler onun için de mübah olur. Yolculuk süresi ise, niyetini değiştirdiği noktadan itibaren muteberdi r. Eğer yolculuğu mübah iken bu yolculuğunda masiyet işlemeyi niyet ederse, sonra mübah niyete geri dönerse kasr mesafesi mübah niyete dönüşünden itibaren muteberdi r. Çünkü onun yolculuğunun hükmü masiyet niyetiyle ortadan kalkmış olur. Bu haliyle ikamet etmeyi niyet eden kimseye benzer. Daha sonra tekrar yolculuğu (mübah) niyete geri dönmüş olur. Şâyet yolculuk mübah olmakla birlikte bu yolculukt a Allah'a asi olunuyor ise, bu hal onun ruhsatlar dan yararlanm asına engel değildir. Çünkü asıl sebep mübah olan yolculukt ur. Bu da baştan mevcut olduğundan ötürü böyle bir mübah seferin hükmü de sabit olur. Masiyetin varlığı buna engel teşkil etmez. Nitekim ikamet halinde iken masiyette bulunması bu hususlard a gerekli ruhsatlar dan yararlanm asına da engel olmaz.388
17. Misafir kısa bir mesafeye yolculuk yapmak üzere niyetini değiştirecek olursa, namazını tamamlama sı gerekir. Onun arkasında namaza duranların da ona uymaları gerekir.
18. Kasr ile kılmanın haram olduğuna inandığı halde, namazını kasr ile kılan bir kimsenin namazı fâsiddir. Çünkü böyle bir kimse haram olduğuna inandığı bir işi yapmaktadır.389
Namazı kasretmek bir ruhsattır. Özü itibariyl e, İslâmın müsamahâkarlığa ve müslümanların içinde bulundukl arı hallere ve şartlara riayet ettiğine delildir. Gerçekten yolcunun karşı karşıya kaldığı yorgunluk lar oldukça fazladır, geçirdiği meşakkatler pek çoktur.
Fakat farz olan ibadeti kesintiye de uğratmaması gerekir. Elinden geldiği kadarıyla sünnetleri, vacibleri de işlemeye çalışmalıdır. Ta ki mü'min nerede konaklar ve nereden göçerse Rabbi ile olan ilişkisini sürdürmeye devam etsin, hayatı itaatle dolu olarak yaşasın, iman, ruhunda iyice yer etsin.
Gerçekten bu İslâmın müslümanın yolculukl arında, hastalıklarında ve korku halinde müslümanın hallerine riayet eden müsamahakârlığıdır. Hikmeti sonsuz, ilmi herşeyi kuşatmış olan yüce Rabbimizi n şeriati de her zaman ve mekânda insanın durumuna uygun ve yeterli bir şeriat olarak tecelli etmiştir.
Şüphesiz ki bu, insanların şartlarını gözönünde bulundura n, bünyesinde şefkat, merhamet ve kolaylığı barındıran yüce Allah'ın adaletidi r. O şöyle buyurmakt adır: "Allah size güçlük çıkarmak istemez; ama sizi iyice temizleme k ve üzerinizdeki nimetini tamamlama k ister; ta ki şükredesiniz." (el-Maide, 5/6)
İbn Abdi'l-Berr dedi ki: Yolcu kimse mukim olanların namazına katılacak olursa ve bunun bir rekâtini kıldığı takdirde dörde tamamlama sı gerektiğine dair fukahânın çoğunluğunun ittifak halinde olması, kasrın ruhsat olduğunun açık bir delilidir . Çünkü eğer yolcunun kılması gereken farz, iki rekât olmuş olsaydı, hiçbir şekilde o dört rekât kılmakla yükümlü olmazdı.390
Yolculukt a Namazları Cem’ Etmek
Cem’in tanımı ve hükmü
Cem’ iki namazdan birini diğerine katmaktır. Öğle ile ikindi cem’ edilebild iği gibi, akşam ile yatsı da cem’ edilebili r. Başkalarında cem’ olmaz. Cem’ sebebi var olduğu takdirde aşağıdaki iki delil dolayısıyla sünnettir.
1. Cem’ bir ruhsattır, yüce Allah da ruhsat verdiği şeylerin yapılmasını sever.
2. Cem’ ile Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e uymak sözkonusudur. Çünkü o cem’ yapmayı mübah kılan sebebin varlığı halinde namazları cem’ ederdi. Bu da Nebi Sallallah u aleyhi vesellem'in: "...Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz, siz de öylece namaz kılınız..."391 buyruğunun genel çerçevesine girer.
Cem’ zamanı ve şekli
Cem’ yapmayı mübah kılan sebebin varlığından ötürü cem’ yapmak caiz olduğu takdirde, iki vakit tek bir vakit olur. Kişi iki namazı birincisi nin ya da ikincisin in vaktinde ya da ikisi arasındaki bir vakitte kılmakta muhayyerd ir. Çünkü Muaz b. Cebel Radıyallahu anh'dan gelen rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem Tebûk gazvesind e idi. Eğer yola koyulmada n önce güneş batıya doğru kaymışsa, öğle ile ikindiyi cem’ ile kılardı. Şâyet güneş batıya kaymadan önce yola koyulmuşsa öğleni ikindi vakti girene kadar geciktiri rdi. Akşam namazını da böyle yapardı. Eğer yola koyulmada n önce güneş batmış ise akşam ile yatsıyı kılardı. Şâyet güneş batmadan önce yola koyulmuşsa akşamı yatsı vakti girene kadar tehir eder, sonra iner her ikisini cem’ ile (bir vakitte) kılardı."392
Cem’ yapmayı mübah kılan sebebler
1. Namazın kısaltılabileceği bir yolculuğa çıkan yolcunun cem’ yapması caizdir. Nevevî der ki: Namazın kısaltılamayacağı yolculuk halinde ise iki görüş vardır. Birincisi ne göre cem’ caizdir. Çünkü bu binek üzerinde nafile kılmanın caiz olduğu bir yolculukt ur, o halde uzun yolculukt a olduğu gibi; bunda da cem’ yapmak caizdir. İkinci görüşe göre caiz olmaz, sahih olan da budur. Çünkü bu durumda bir ibadet, vaktinin dışına çıkarılmış olur. Bu da oruç açmak gibi kısa yolculukt a caiz olmaz.393 Yolcunun cem’ yapması caiz olan sefer, mübah seferdir, başkasında cem’ caiz değildir.
Yolcu kimsenin konaklamış yahutta yoluna devam etmek halinde iken cem’ yapmasının cevazı ile ilgili olarak ilim ehli arasında farklı görüşler vardır:
a- Yolcunun cem’ yapması ancak seyir halinde iken caizdir, konaklamışken caiz olmaz. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem hızlıca yoluna devam ettiği vakit, akşam ile yatsıyı birarada cem’ ile kılardı."394 Bununla yoluna devam halini kastetmek tedir, çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem Veda haccında iki namazı cem’ ile kılmadı. Çünkü o konaklamış bir durumda idi. Şüphesiz ki o misafir idi çünkü namazını kasr ile kılıyordu.
Bu görüşün sahipleri ne karşı Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in Arafat'ta konaklamış olduğu halde, öğle ile ikindiyi cem’ ile kıldığı delil gösterilmiştir. Buna öbür görüşün sahibleri Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in bu işi insanların cemaatle namaza yetişmeleri için yaptığını belirtere k cevaz vermişlerdir. Çünkü namazdan sonra Arafat'taki vakfe yerlerine dağılacaklar ve onları toplamak zor olacaktır.
Bunun bir benzeri şudur: İnsanlar cemaat toplansın diye yağmurlu zamanlard a akşam ile yatsıyı cem’ ile kılarlar. Yoksa evlerinde vaktinde namazı kılma imkânına sahibtirl er. Çünkü çamur dolayısıyla cemaate gitmemekt en dolayı mazur görülürler.
b- Misafir ister yoluna devam etmekte olsun, ister konaklamış olsun cem’ yapması caizdir. Bu görüşün sahipleri Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in Tebûk gazvesind e konaklamış iken namazları cem’ ettiğini delil gösterirler. Ayrıca yolcunun çoğunlukla herbir namazı kendi vaktinde kılmakta zorlanacağını da söylerler. Bu zorluk ise ya meşakkat ve bitkinlik yahut suyun azlığı ya da başka bir sebeble de olabilir. Ayrıca yağmur ve benzeri bir sebep dolayısıyla cem’ caiz ise, yolculukt a cem’in caiz olması öncelikle sözkonusudur. Diğer taraftan İbn Abbas Radıyallahu anh'ın rivâyet ettiği hadisteki umumi ifade de bunu gerektirm ektedir. O şöyle demiştir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı Medine'de bir korku hali olmaksızın yağmur da yağmıyorken cem’ etmiştir."395
Sahih olan yolcunun yoluna devam etmekte iken cem’in müstehak olduğu, konaklama k halinde ise caiz olduğudur. Eğer cem’ ederse bir mahzuru yoktur, cem’i terkeders e daha faziletli dir.
Cem’ için niyet şart değildir. Nevevî şöyle demektedi r: Muzenî ve Şâfii mezhebine mensup kimi ilim adamı niyetin şart olmadığını söylemişlerdir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem cem’ yapmış fakat onun cem’i niyet ettiği yahutta cem’in niyet edilmesin i emrettiği nakledilm emiştir. Onunla beraber böyle bir niyetin farkına varmayaca k kimseler de cem’ ediyordu. O bakımdan niyet vacib olsaydı, bunu mutlaka açıklardı.396
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye şöyle demektedi r: Cem’ ve kasr için niyetin gerekli olup olmadığı hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı vardır. Onların büyük çoğunluğu niyete ihtiyaç yoktur, demiştir. Malik, Ebu Hanife ve Ahmed b. Hanbel'in mezhebind eki iki görüşten birisi böyledir... Şafiî ile Ahmed b. Hanbel'in mezhebine mensub bir grub ilim adamı ise niyete ihtiyacı vardır, demişlerdir. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in sünnetinin delâlet ettiği ise cumhurun görüşüdür.397
O halde niyet, kılacağı ilk namaza başlarken şart değildir. Fakat cem’ yapılacağı vakit cem’in sebebinin var olması şarttır. Bundan dolayı namaz kılan kimse sebebin varlığı halinde kılacağı birinci vakit, namazın selâmını verdikten sonra ya da ikincisin in iftitah tekbirini alacağı sırada niyet etmesi caizdir.
İki namaz arasında muvalâatı (cem’ edilen iki namazın arka arkaya kılınmasını) engelleye n bir fasıla meydana gelirse:
Muhterem ilim adamı faziletli Şeyh Abdu'l-Aziz b. Bâz şöyle demektedi r:
Takdim cem’inde vacib olan iki namazın peşpeşe kılınması (muvâlâtı)dır. Örfen kısa sayılabilecek bir boşlukta bir mahzur yoktur. Çünkü bu hususta Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den sabit olmuş rivâyetler vardır. Tehir cem’inde ise durum daha geniştir. Çünkü ikinci vakit namaz, vaktinde kılınmaktadır. Fakat bunda da efdal olan Nebi Sallallah u aleyhi vesellem'e bu hususta uymak üzere her ikisini de arka arkaya (muvâlât ile) kılmaktır."398
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye de şöyle demektedi r: Sahih olan ne birincisi nin vaktinde, ne de ikincisin in vaktinde hiçbir şekilde müvâlâtın şart olmadığıdır. Şeriatte bunun için belirlenm iş bir sınır yoktur. Ayrıca buna riayet bu husustaki ruhsattan gösterilen maksadı da ortadan kaldırır.399 Çünkü ona göre cem’in manası ikincisin in vaktini birincisi ne katarak, ikisini tek bir vakit haline getirmekt ir Fiillerin birbirler ine katılması değildir.
2. İkamet halinde cem’ yapmayaca k olursa, meşakkat çekip, zayıf düşeceği korkulan hasta için de cem’ caizdir. Namazları ayrı ayrı kendi vakitleri nde kılmaktan ötürü zorluk çekilen herbir hastalık da bunun kapsamına dahildir. Çünkü yüce Allah'ın şu buyruğu umumidir: "Allah size kolaylık diler, güçlük istemez." (el-Bakara, 2/185); "O dinde size güçlük vermedi." (el-Hac, 22/78) İbn Abbas Radıyallahu anh'ın hadisi de bunu gerektirm ektedir. O şöyle demiştir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem korku da yokken, yağmur da yağmıyorken Medine'de öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı cem’ ile kıldı. İbn Abbas'a: Niye böyle yaptı, diye sorulunca, ümmetini sıkıntıya sokmamak için, diye cevab verdi."400
Bu korku ve yağmurun, aynı şekilde Medine'de olduğu için yolculuğun sözkonusu olmadığının delilidir . Buradan hareketle namaz kılmakla mükellef olan kişi cem’i terkettiği takdirde sıkıntıyla karşılaşacak olursa, cem’ yapması caiz olur. Buna göre hasta ayrı ayrı kıldığı takdirde sıkıntı çekecekse cem’ eder. Bu hastalığı ister başağrısı, ister sırt ağrısı, ister karın ağrısı, ister deri, isterse başka bir hastalık olsun farketmez .
İbn Kudame der ki: Cem’in mazeretsi z caiz olmayacağı hususu üzerinde bizler (ve muhalifle rimiz) ittifak etmiş bulunuyor uz. Geriye sadece hastalık kalmaktadır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem Süheyl kızı Sehle ile Cahş kızı Hamne'ye istihazal arı dolayısıyla iki namazı bir vakitte kılmalarını emretmiştir. Çünkü bu da bir çeşit hastalıktır. Bundan sonra hasta cem’i ilk namazın vaktinde "takdim ile" kılmak ve ikinci namazın vaktinde (tehir ile) kılmak arasında muhayyerd ir. Yani böyle hareket etmek hasta için daha kolaydır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem vaktin girişinden sonra yola koyulacak ise vakti girmiş namazın vaktinde cem’ ederdi. Eğer vakit girmeden önce yola koyulmuş ise tehir ile kılardı. Bununla daha kolay olanı yapıyor idi. Hasta olan da böyle. Eğer hangisind e kılarsa onun için farketmiy orsa efdal olan tehir etmesidir .401
3. Elbiseler i ıslatacak bir yağmur sebebiyle cem’ yapmak caizdir. Çünkü elbisenin ıslanması yahut soğuk dolayısıyla meşakkat sözkonusudur. Şiddetli rüzgarın varlığı ile birlikte bu meşakkat daha da artar. İnsanların yürümesini zorlaştıran bir çamur dolayısıyla da cem’ yapmak caizdir. Şiddetli ve soğuk esen rüzgar sebebiyle yahut şiddetli olmakla birlikte insanın etkilenec eği ve zorluk çekeceği şekilde tozutuyor ise, yine cem’ yapmak caizdir.
Beyhaki'nin İbn Ömer'den rivâyetine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem oldukça yağmur yağan bir gecede akşam ile yatsıyı cem’ ile kıldı.402 Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in yağmurlu bir gecede namazları cem’ etmiş olması yağmurlu bir günde cem’ yapmaya mani değildir. Çünkü burada illet meşakkattir yani zorluktur . Bundan dolayı bu gibi özürler sebebiyle öğle ile ikindiyi cem’ caizdir. Tıpkı zorluk sebebiyle akşam ile yatsıyı cem’ etmenin caiz oluşu gibi.
Cem’ yapabilme sebebleri sözünü ettiğimiz sebeplere münhasır değildir. Ancak403 ihtiyaç gerekir ve insanın herbir namazı kendi vaktinde kılması zor gelecekse o vakit cem’ etmesinde bir sakınca yoktur.
Buna dair bazı örnekler: İstihaza kanı gören kadın öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı -herbir namaz için abdest alma meşakkatinden ötürü- cem’ yapabilir . Hastanın yanından az da olsa ayrılamayan, onu izlemek durumunda bulunan hasta refakatçisi, ayrıldığı takdirde hastanın telef olmasından yahut iyileşmesinin gecikeceğinden korkuyor ise... cem’ yapabilir ve bundan dolayı onun bir vebali olmaz. Süt emziren kadın, takatsiz yaşlı ve cem’i terketmek kendileri ne zor gelen benzerler i de böyledir.
Şer'î bir mazeret olmadan cem’ caiz değildir. Çünkü herbir namazın kendisi olmaksızın sahih olmayacağı ve girmeden kabul olunmayac ağı özel bir vakti vardır. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Çünkü namaz mü'minler üzerine vakitleri belli bir farzdır." (en-Nisa, 4/103)
Herhangi bir özür olmadan namazın meşru olan vaktinden önce kılınması ya da sonraya bırakılması halinde ise, nefse zulüm sözkonusudur ve bu şanı yüce Allah'ın hadlerini, sınırlarını çiğnemektir. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zalimleri n ta kendileri dir." (el-Bakara, 2/229); "Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphe yok ki kendi kendisine zulmetmiş olur." (et-Talak, 65/1) Bütün bunların sebebi namazları vaktinde kılmanın farz oluşudur.404
Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh dedi ki: Mazeretsi z olarak iki namazı cem’ ile kılmak büyük günahlardandır.405
Cem’ ve Kasr Birbirind en Ayrılmaz mıdır?
Muhterem ilim adamı Şeyh Abdu'l-Aziz b. Bâz diyor ki: Aralarında (cem’ ile kasr arasında) ayrılmazlık yoktur. Yolcu bir kimse kasr etmekle birlikte cem’ etmeyebil ir. Eğer yolcu yoluna devam etmeyip, konaklamış ise cem’i terketmes i daha faziletli dir. Nitekim Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem Veda haccında Mina'da böyle yapmıştır. O namazları kasr ile kılmakla birlikte cem’ etmedi. Tebûk gazvesind e ise hem kasr, hem cem’ ile kıldı. Bu durumlar bu hususta genişlik olduğunun delilidir . Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bineğinin sırtında olup, bir yerde konaklama mış ise cem’ yapardı.
Cem’in durumu (uygulama alanı) daha geniştir. Hasta olan da cem’ yapabilir . Müslümanlar da yağmurlu olması halinde akşam ile yatsıyı, öğle ile ikindiyi de mescidler inde cem’ ile kılabilirler. Fakat kasr yapmaları caiz değildir. Çünkü kasr sadece yolculuk haline mahsustur .406
Eğer407 iki namazı ilkinin vaktinde tamamlaya cak olup da her ikisini bitirdikt en sonra mazeret te ikincinin vakti girmeden önce sona ererse, kıldığı namaz onun için yeterlidi r. İkincisini vaktinde kılması gerekmez. Çünkü namaz üzerindeki yükümlülüğü düşürmek için yeterli ve sahih olarak gerçekleşmiş ve bunu yapmakla da sorumluluğu kalkmıştır. Artık bundan sonra bir daha ondan sorumlu olması sözkonusu olmaz. Diğer taraftan o farzını mazeret halinde eda etmiştir. Bundan sonra bu mazeretin ortadan kalkmasıyla edası batıl olmaz. Tıpkı teyemmüm eden bir kimsenin namazı bitirdikt en sonra suyu bulması gibi.
Yolculuğun (Seferin) Ruhsatları
İslâm'da musamahakârlık
İslam mutedilli k karakteri ne sahip ebedi bir risaletti r. Bu risalet yeryüzündeki bütün insanlara uygundur. Zamanları ne kadar farklı olursa olsun, yaşadıkları bölgeler ne kadar çeşitli, toplumsal katmanları ve halleri ne kadar çeşitli olursa olsun farketmez .
İslam, insanın dini ve dünyevi maslahatl arını gözönünde bulunduru r. O bakımdan onun ilkeleri zorluğu ortadan kaldıran, kolaylığa yönelen, aşırılıktan ve sıkılıktan uzak kalan müsamahakâr bir özelliğe sahibtir.
Bu husus genel olarak İslam şeriatında açıkça görülmekle birlikte, özel olarak ibadetler de ve mükellefiyetlerde daha açık görülür. Böylelikle insan yapmakla yükümlü olduğu hususlar ile hayatın gerekleri ni zaafı dolayısıyla bir arada yerine getiremed iği hallerini gereği gibi gözetmiş olmaktadır. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Allah sizden (ağır yükümlülükleri) hafifletm ek ister. Zaten insan zayıf yaratılmıştır." (en-Nisa, 4/28)
Bundan dolayı İslam özel sebepler dolayısıyla ibadetler ile alakalı hususlard a yükümlülüğü hafifletm ek ya da tamamıyla muaf tutmak şeklinde ruhsatlar ilkesini getirmiştir. Böylelikle kul kesintisi z olarak Allah'a ibadet ile bağlantısını sürdürmeye devam edebilir. Üzerinde başkalarına ait hakları yerine getirebil ir. Bu yolla herhangi bir kusur ya da aşırılığa kaçmaksızın bütün görevlerini ifa edebilir.
Yolculuk, insanın rızık aramak, ilim tahsil etmek, hac ibadetini eda etmek ve buna benzer İslamın kabul ettiği dinî ve dünyevî birtakım ihtiyaçları karşılamak için insanın gerek duyacağı zorunlu haller arasındadır. Yolcunun karşı karşıya kaldığı birtakım zorlukların ve yorgunluk ların bulunduğu açıkça ortadadır. Bundan dolayı hikmeti sonsuz şeriat koyucu, İslamın büyüklüğünü ve müsamahakârlığını açıkça gösterecek şekilde yolcuya birtakım ruhsatlar tanımıştır.
Yolculuğun ruhsatları nelerdir?
Yolculuğun ruhsatları dört tanedir:
1. Dört rekâtli farz namazları iki rekât kılmak.
2. Ramazanda oruç açıp, diğer günlerde sayısınca kaza yapabilme k.
3. Meshin ilk yapıldığı vakitten başlayarak geceli gündüzlü üç gün mestler üzerine mesh edebilmek .
4. Öğle, akşam ve yatsı ile birlikte kılınan revâtib sünnetlerin düşmesi.
Sabahın sünneti ile diğer nafileler oldukları gibi meşru ve kılınmaları müstehab kalmaya devam eder. Buna göre yolcu gece namazını, sabahın sünnetini, kuşluk namazını, abdest sünnetini, mescide girme sünnetini, yolculukt an dönme sünnet namazlarını kılar... Çünkü yolculukt an dönen bir kimsenin evine girmeden önce Allah'ın evine (mescide) girip, iki rekât namaz kılmakla işe başlaması sünnettendir.
İşte diğer nafile namazlar da böyledir. Bunlar az önce söylediklerimiz dışında yolcu için kılınmaları meşru kalmağa devam eder. Bunlar da öğlenin sünneti, akşamın sünneti ve yatsının sünnetidir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem (sefer halinde) bu üç vaktin revâtib sünnetlerini kılmazdı.408
Yolculukt a revâtib sünnetlerin meşruiyeti kalkar mı?
Meşru olan, yolculukt a vitir ve sabahın sünneti dışında revâtib sünnetleri terketmek tir. Çünkü İbn Ömer ve başkalarının rivâyet ettikleri hadise göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem yolculuk halinde vitr ve sabah namazının sünneti dışında diğer revâtibleri kılmazdı. Mutlak olarak nafile olan namazlara gelince, bunlar hem yolculuk halinde, hem ikamet halinde kılınmaları meşrudur. Bir sebebe bağlı olarak kılınan namazlar da böyledir. Abdest sünneti, tavaf sünneti, kuşluk namazı, gece teheccüdü gibi. Çünkü bu hususta varid olmuş hadisler bunu göstermektedir.409
Binek Üzerinde Olanın Namaz Kılma Şekli
Bineğin üzerinde bulunan kimsenin namaz için bineğinden inmesi kendisine eziyet verecekse, özür sahibleri nden kabul edilir. İbn Âbidin şöyle demektedi r: Şunu bil ki, nafileler dışında kalan farz ve çeşitleriyle vacib namazların binek üzerinde kılınmaları bir zaruret olmadıkça sahih değildir. Bineğinden indiği takdirde hırsızın canına, bineğine ya da elbiseler ine zarar vereceğinden, yahut yırtıcı bir hayvandan, çamur ve benzeri şeylerden korkması buna örnektir.410
Bineğinden indiği takdirde arkadaşlarını kaybetmek ten korkması yahutta indikten sonra binemeyec ek halde olması yahut namaz vaktinde inemeyip, vakti geçmedikçe buna güç yetiremem esi halleri de bunlara örnektir. Buna göre bineğinden inmekte şer'î bir mazeret ile karşı karşıya bulunan bir kimse bineği üzerinde namazını kılar. Çünkü Ya'lâ b. Murre'nin rivâyet ettiği hadise göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ile birlikte bir yolculukt a bulundukl arı bir sırada dar bir geçide geldiler. Namaz vakti girdi, o sırada yağmur yağdı. Üstten yağmur, altlarından ise çamur vardı. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem bineği üzerinde olduğu halde ezan okuttu, kamet getirtti. Yahutta kamet getirdi. Bineği üzerinde öne geçerek onlara ima ile namaz kıldırdı. Secde ederken rükû’dakinden daha fazla eğiliyordu.411
Eğer gücü yetiyorsa kıbleye dönmesi icab eder. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Siz de nerede bulunursa nız, yüzlerinizi o yöne çeviriniz." (el-Bakara, 2/144) Rükû ve sücuda varır, eğer kıbleye dönemeyecek olursa durumuna göre namazını kılar. Şâyet rükû’ ya da sücûd yapamıyor ise yapamadığı için imada bulunur. Yüce Allah: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez." (el-Bakara, 2/286) diye buyurmakt adır.
Gemide Namaz
Gemiye binmiş olan kimsenin şer'î bir mazeret dolayısıyla farz namazı orada kılması caizdir. Ayrıca daha önce sözünü ettiğimiz deliller de bunu gerektiri r. Gemide gücü yetebildiği şekilde namaz kılar. Ayakta namaz kılabiliyorsa ayakta durur, değilse oturarak namaz kılar. Ruku’ etme imkânı varsa rükû yapar, değilse başıyla ima (işaret) eder. Eğer secde edebiliyo rsa secde eder, edemiyors a başıyla ima eder. rukû’ ve sücûd için imada bulunuyor ise sücûd için rukû’dan daha çok eğilir.
İftitah tekbirini aldığı vakit ve gemi yön değiştirdikçe imkânı varsa kıbleye yönelir. Şâyet buna güç yetiremey ecek olursa, namazı vaktinde eda etmek hususunda ki hassasiye t dolayısıyla eda edebildiği şekilde namazını kılar.
Gemi ile ilgili olarak söylenebilenler aslında tren ve benzeri diğer ulaşım araçları için de söylenebilir.
İlim ehli gemide ayakta durabilme gücü varken, oturarak namaz kılan kimsenin hükmü hakkında farklı görüşlere sahibtirl er:
1. Ebu Hanife bunu caiz kabul etmiştir. Çünkü Süveyd b. ⁄afle'den gelen rivâyete göre o şöyle demiştir: Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma gemide namaz kılmak ile ilgili şöyle demişlerdir: Eğer gemi yol almakta ise oturarak namaz kılar. Eğer demirlemiş durumda ise ayakta namaz kılar. Kâsanî ayakta durup, namaz kılabilme imkânına rağmen oturmanın caiz oluşuna geminin yol almasının çoğunlukla başdönmesine sebeb teşkil edeceğini gerekçe göstermiştir.412
2. Caiz değildir fakat yapacak olursa, namazı sahihtir. Ebu Yusuf ve Muhammed b. el-Hasen bu görüştedir. Züfer ve Şafiî ise ayakta kılmadıkça namazı yerini bulmaz demişlerdir.413
Bu görüşün sahipleri İmran b. Husayn'ın rivâyet ettiği şu hadisi delil gösterirler: Benim basurlarım vardı. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e namaza dair soru sordum, şöyle buyurdu: "Ayakta durarak namaz kıl, gücün yetmiyors a oturarak, gücün yetmiyors a yanın üzere yatarak (kıl)." diye buyurdu.4 14 Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem İmran'a ayakta namaz kılmasını, gücü yetmezse oturarak namaz kılmasını emretmiştir. Dolayısıyla ayakta namazı bırakıp oturarak namaz kılmak ancak kendisini ayakta durmaktan alıkoyacak şekilde güç yetiremem ek halinde sözkonusu olur. Burada gemide namaz kılan kişi ayakta durabilme ktedir. Dolayısıyla onun ayakta namaz kılma halini bırakıp, oturarak namaz kılma haline geçişi caiz değildir.
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den rivâyete göre o Cafer b. Ebi Talib Radıyallahu anh'ı Habeşistan'a gönderdiğinde -boğulmaktan korkma hali dışında- gemide ayakta namaz kılmasını emretmiştir. Diğer taraftan kıyam (ayakta durmak) namazda bir rükundür. Belli bir özür olmadan bu rükun kalkmaz. Burada da böyle bir özür yoktur.41 5
Tercihe değer olan görüş ikincisid ir. Çünkü sahih ve açık delillere dayanmakt adır. Ebu Hanife'nin delil diye gösterdiği Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma'ya ait sözü, geminin hareket etmesinin çoğunlukla başı döndürme sebebiyle olma ihtimali ile de başka bir mazeret dolayısıyla olma ihtimali ile de yorumlana bilir. Eğer delil hakkında farklı ihtimalle re göre yorum sözkonusu olabiliyo rsa onun delil olarak kullanılabilmesine imkân kalmaz.
Gemide ayakta cemaatle namaz kılmak -mümkün olduğu takdirde- caizdir. Şâyet gemide cemaatle ayakta namaz kılamıyor fakat tek tek ayakta namaz kılabiliyor iseler, acaba herkes tek başına mı kılar, yoksa cemaat olarak oturarak mı kılarlar? Bu hususta üç görüş vardır:
el-İnsâf adlı eserde416 şöyle demektedi r: mezhebde sahih olan görüşe göre kişi bunlar arasında muhayyerd ir. Bir görüşe göre cemaatle namaz kılmak daha uygundur. Bir diğer görüşe göre de ayakta namaz kılması gerekir.
el-İnsaf adlı eserin müellifi üçüncü görüşü tercih etmiş ve buna şunu gerekçe göstermiştir: Çünkü ayakta namaz kılmak güç yetirilme si halinde yerine getirilme dikçe namazın sahih olmadığı bir rükundür. Bu durumdaki kişi de ayakta durabilme ktedir. Cemaatle namaz kılmak ise o olmadan da namazın sahih olabileceği bir vacibtir.
Uçakta Namaz, Hükmü ve Kılınış Şekli
Uçak havaalanına inmeden sabah namazından önce güneşin doğması yahut ikindi namazı kılmadan önce batması gibi vaktin çıkacağından korkulduğu takdirde uçakta namaz kılmak caizdir. Bu durumda kişi uçakta namazını kılar ve onu vaktinden sonraya bırakmaz. Güç yetirileb ildiği halde namaz kılar, güç yetirebil diği hali bırakıp başka bir hale -âcizliği sözkonusu olmadıkça- intikal etmez.
Namazı ayakta edâ edebileceği bir yer bulursa, bunu yapar. Eğer bulamayac ak olursa ima ile dahi olsa koltuğunda namazını kılar. Eğer namaz öğlen ve akşam gibi cem’ ile kılınabiliyor ise, onları tehir eder. İsterse ikincisin in vakti girmiş olsun. Nihayet uçaktan indikten sonra her ikisini cem’ ile kılar. Eğer ikisinin de vaktinin çıkacağından korkarsa, o zaman durumu nasıl elveriyor sa, öylece ikisini de kılar.
Daimi fetva komisyonu na bu soru şöylece iletilmişti:
Bir uçakta yolculuk yapıyorken namaz vakti girerse acaba uçakta namaz kılmamız caiz midir, değil midir? Heyet aşağıdaki şekilde cevab verdi:
Namaz vakti girip uçak da uçmağa devam ediyorsa, herhangi bir havaalanına inmeden namazın vaktinin geçeceğinden korkuluyo r ise, ilim ehli namazın ruku’, sucud ve kıbleye yönelmek hallerind e güç yetirileb ildiği kadarıyla vaktinde eda edilmesin in farz olduğunu ittifakla kabul etmiştir. Çünkü yüce Allah: "O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun." (et-Teğabun, 64/16) diye buyurmakt adır. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem de: "...Size herhangi bir hususu emrettiğim takdirde onu gücünüz yettiği kadarıyla yerine getiriniz ..."417 diye buyurmakt adır.
Eğer vakit çıkmadan uçağın ineceğine ve namazını eda etmeye yetecek kadar bir sürenin kalacağını ya da namaz -öğlenin ikindi ile akşamın yatsı ile kılınması halinde olduğu gibi- cem’ ile kılınabilen namazlard an olup, ikincisin in vakti çıkmadan önce namazlarını eda edecek kadar bir süre kalacak şekilde uçağın ineceğini biliyor ise; ilim ehlinin çoğunluğunun kanaatine göre namazın uçakta eda edilmesi caizdir. Çünkü daha önce geçtiği üzere; namazın vaktinin girmesi ile birlikte güç oranında eda edilmesi emri vardır. Doğru olan da budur.
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
KORKU NAMAZI

Mübah olan herbir savaşta korku namazı caizdir. Haram olan bir çarpışmada caiz değildir. Çünkü korku namazı ruhsattır. Tıpkı namazın kısaltılarak kılınması halinde olduğu gibi, haram bir gerekçe ile mübah olmaz.418
Mübah olan savaş birkaç çeşittir. Bunlardan birisi kâfirlerle savaştır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "...Eğer kâfirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur." (en-Nisa, 4/101) Bayram namazını kılmak yahut ezan okumak, kamet getirmek gibi İslamın açıktan ifa edilen şiarlarını terkeden kimselerl e savaşmak da -az önce zikrettiğimiz nassa kıyasen- böyledir. Mü'minlerden iki kesimin birbiriyl e çarpışması halinde haddi aşıp saldırganlığını sürdüren kesimle savaşmak da bu kabildend ir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Eğer onların biri diğerine karşı haddi aşıyorsa o haddi aşan grubla Allah'ın emrine dönünceye kadar çarpışın." (el-Hucurat, 49/9)
Korku Namazının Meşru Oluşunun Delilleri
Kitabtan delili yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Sen de aralarında bulunup, onlara namaz kıldırdığında bir kısmı seninle birlikte namaza dursun ve silahlarını da alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (diğerleri) arkanızda bulunsunl ar. Namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber (bir rekat) namaz kılsınlar. Hem tedbirli bulunsunl ar, hem de silahlarını alsınlar..." (en-Nisa, 4/102)
O halde419 korku namazı Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in zamanında meşru idi. Onun meşruiyeti kıyamete kadar devam eder. Ashab ve diğer imamlar -önemsenmeyecek kadar basit görüş ayrılıkları dışında- bu hususta icma halindedi rler.
Düşmandan, insandan, yırtıcı hayvandan yahut yangından korkmak hallerind e korku namazı hem ikamet halinde, hem yolculuk halinde meşrudur. Ancak (düşmanın) kendisiyl e savaşılması caiz olanlarda n olması yahutta namazın eda edilmesi halinde müslümanlara hücum edeceğinden korkulması şartı aranır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Kâfirler siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafilken size ansızın bir baskı yapmayı arzu ederler." (en-Nisa, 4/102)
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye der ki: İmam Ahmed ve diğer hadis fukahası bu hususta Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den ve ashabından sabit olmuş hadisin umumi ifadesine uyarlar ve Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den rivâyetleri bellenmiş bütün türlerde korku namazını caiz kabul ederler.
Korku Namazının Kılınış Şekilleri
1. Düşman kıble tarafında değilse imamın kılacağı namaz da iki rekât değilse, ordu kumandanı orduyu iki bölüğe ayırır. Bir bölük onunla namaz kılar, diğeri ise hücum etmesin diye düşmanın önünde kalır. Birinci bölük ile bir rekât kılar, ikinci rekâte kalkınca ona uyanlar münferiden (tek başlarına) namaz kılmayı niyet ederek kendi kendileri ne namazı tamamlarl ar. Daha sonra düşmanın karşısına giderler ve ikinci bölüğün yerinde düşmanın önünde dururlar. İmam ise hala ayakta kalmaya devam etmektedi r. İkinci bölük gelip, imam ikinci rekâtte iken namaza başlarlar. İmam ikinci rekâti birincisi nden daha uzun tutar. İkinci bölükle geri kalan rekâti kılar, sonra teşehhüd için oturur. Teşehhüd için oturup fakat selam vermeden önce ikinci bölük secdeden kalkar ve geri kalan bir rekâti tamamlaya rak teşehhüdde bulunan imama yetişirler. İmam da onlarla birlikte selam verir.
Bu şekil Kur'ân'ın açık ifadeleri ne uygundur. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Sen de aralarında bulunup, onlara namaz kıldırdığında bir kısmı seninle birlikte namaza dursun ve silahlarını da alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (diğerleri)" yani namazı tamamladıklarında "arkanızda bulunsunl ar. Namaz kılmamış olan diğer kesim gelsin, seninle beraber (bir rekat) namaz kılsınlar." Bunlar ise daha önce düşmanın önünde bulunanla rdı."Hem tedbirli bulunsunl ar, hem de silahlarını alsınlar." (en-Nisa, 4/102)
İkinci bölüğün düşmana karşı duruşları daha tehlikeli olduğundan ötürü yüce Allah onlara tedbirli olmalarını ve silahlarını almalarını emretmiştir. Bu şekilde korku namazını Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem Zâtu'r-rikâ’ gazvesind e kılmıştır. Salih b. Havvât, Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ile birlikte Zâtu'r-rikâ’ günü korku namazı kılanlardan şunu rivâyet etmektedi r: "Bir bölük onunla (Peygamber le) birlikte saf tuttu. Bir diğer bölük ise düşmana yüzünü dönüp durdu. Kendisi ile birlikte bulunanla rla bir rekât namaz kıldı. Sonra ayakta durdu (onunla birlikte bir rekât kılanlar), kendi kendileri ne namazlarını tamamladıktan sonra dönüp gittiler ve düşmana karşı saf tuttular. Diğer bölük geldi ve onlarla birlikte de geri kalan bir rekâti kıldı. Sonra oturmaya devam etti, onlar kendi kendileri ne namazlarını tamamladıktan sonra onlarla birlikte selam verdi."420
2. Düşman kıble tarafında değilse: İbn Ömer Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem korku namazını iki bölükten birisi ile tek rekât olarak kıldı. Diğer bölük düşmana dönük durmuştu. Sonra (bir rekât kılanlar) gidip, arkadaşlarının yerlerind e düşmana yüzleri dönük durdular. Öbürleri geldi, sonra Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem onlara da bir rekât kıldırdıktan sonra Peygamber selam verdi. Daha sonra bunlar da bir rekât, öbürleri de bir rekâtı kaza ettiler (tek başlarına kıldılar)."421
Bu hadisten anlaşıldığına göre ikinci bölük, ikinci rekâti tamamlama dıkça selam vermez. Böylelikle namazı kesintisi z olur. Yerlerind en ayrılıp gittikler inde düşmana karşı dururlar, birinci bölük de ikinci rekâtin kazasını yapar.
3. Düşman kıble tarafında bulunursa: Câbir b. Abdullah Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ile birlikte korku namazında hazır bulundum. Bizi iki saf yaptı. Bir saf Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in arkasında idi. Düşmansa bizimle kıble arasında bulunuyor du. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem tekbir getirdi, biz de hep birlikte tekbir getirdik. Sonra rukû’a vardı, biz de hep birlikte rukû’a vardık. Sonra başını rukû’dan kaldırdı, hep birlikte başımızı rukû’dan kaldırdık. Sonra arkasındaki saf ile birlikte secdeye eğildi. Arkadaki saf ise düşmanın karşısında ayakta kaldı. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem secdeyi bitirip, hemen arkasındaki saf da kalkınca, arkadaki saf secdeye eğildi ve secdeden kalktılar. Daha sonra arkadaki saf öne geçti, öndeki saf da arkaya geçti. Sonra Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem rukû’ etti, biz de hep birlikte rukû’a vardık. Sonra başını rukû’dan kaldırdı, biz de hep beraber başımızı kaldırdık. Sonra birinci rekâtte arkada bulunan ve hemen onun arkasına geçmiş olan saf ile birlikte secdeye eğildi, arkadaki saf ise düşmana karşı ayakta kaldı. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem arkasındaki saf ile birlikte secdeyi bitirince, arkadaki saf secde için eğilip secde etti. Sonra Peygamber selam verdi. Biz de hep birlikte selam verdik. Cabir dedi ki: Sizin bu koruyucul arınızın emirlerin e yaptığı gibi (biz de yaptık)."422
4. İmamın herbir bölük ile iki rekât namaz kılması: Bu durumda imam dört rekât kılar, her iki bölük ikişer rekât kılar. Cabir Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ile birlikte yola koyulduk. Nihayet Zâtu'r-Rikâ’a varınca... (Câbir) dedi ki: Namaz için ezan okundu, birinci bölük ile iki rekât namaz kıldı, sonra onlar geri çekildiler. Diğer bölüğe de iki rekât kıldırdı. (Cabir) dedi ki: Böylelikle Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem dört rekât, bölüklerin herbirisi ise ikişer rekât kılmış oldu."423
Hadis-i şeriften Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in ancak dördüncü rekâtin sonunda selam verdiği anlaşılmaktadır.
5. İki bölükten herbirisi ile tam olarak iki rekât kılar ve selam verir. Çünkü Ebu Bekre'den gelen rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem korku halinde bölüğe iki rekât namaz kıldırdı, sonra selam verdi. Sonra diğer bölüğe iki rekât kıldırdı, sonra selam verdi. Böylelikle Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem dört rekât kılmış oldu.424
6. Herbir kesimin imam ile birlikte sadece tek bir rekât kılması: İmam iki rekât kılar, herbir bölük ise kaza edeceği rekât sözkonusu olmaksızın bir tek rekât kılar. Çünkü İbn Abbas Radıyallahu anh'dan gelen rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem Zu Kared de namaz kıldırdı. Müslümanları arkasında iki saf halinde dizdi. Bir saf onun arkasında, diğer saf ise düşmana karşı dizildi. Arkasındaki safa tek bir rekât namaz kıldırdıktan sonra arkasındakiler gidip öbürlerinin yerini aldılar. Öbürleri geldi, onlara da bir rekât namaz kıldırdı ve (diğer rekâti) kaza etmediler .425
Sözü edilen korku namazı şekilleri, korku şiddetlenmedikçe kılınmaz. Şâyet namaz vakti girip de savaş kızgınlığını sürdürüyor, atışlar kesintisi z devam ediyor, müslümanları namazı eda etmek üzere az önce geçen şekilde bölüklere ayırmaya imkân yoksa, namaz tehir edilmez. Aksine herkes kendi durumuna göre -kıbleye dönük olsun olmasın- namaz kılar. Ruku’ ve sücudu güçleri oranında ima ile yaparlar. Darbeleri ni düşmana indirir, ileri gider, geri çekilirler ve bu halleriyl e kıldıkları namazları sahihtir. Çünkü yüce Allah: "Şâyet korkarsanız o halde (namazı) yaya olarak veya binek üstünde (kılın)." (el-Bakara, 2/239) Bu da ister yürüyerek, ister durarak, isterse de binek üzerinde hangi halde olursanız olunuz, namazınızı kılınız demektir.
Bir düşmandan, selden, yırtıcı bir hayvandan yahut bir yangından korkup kaçan ya da kâfirlerin elinde namaz kıldığını gördükleri takdirde kendisini öldüreceklerinden korkan bir esir ya da ortaya çıktığı vakit öldürüleceğinden korkup, saklanan bir kimse ise gücü oranında durarak, yürüyerek, oturarak, kıbleye doğru ya da başka bir tarafa yatmış olarak yolcu ya da mukim dahi olsa korku namazını kılar, ruku’ ve sücûd için îmada bulunur.
İlim ehlinden bir kesimin kanaatine göre bu halde olup, korku şiddetlenecek olursa ve insanın ne söylediğini ya da ne yaptığını düşünmesine imkân vermiyor ise namazı vaktinden sonraya bırakması caizdir. Eğer namazda söyleyip, yaptığını düşünebilecek imkânı varsa hangi durumda olursa olsun namazını kılsın. Buna Ahzab gazvesind e Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in namazı geciktirm iş olmasını delil gösterirler.
Korku Halinde Akşam Namazının Kılınışı
Hafız İbn Hacer der ki: Korku namazı hakkında rivâyet edilen herhangi bir hadiste akşam namazının kılınış keyfiyeti ni sözkonusu eden hiçbir rivâyet bulunmama ktadır.426
Kimi ilim adamının naklettiğine göre imam birinci bölük ile iki rekât kılar ve bu bölük kendi kendisine bir rekât daha tamamlar, bu rekâtte Fatiha'yı okur. İkinci bölük ile de bir rekât kılar ve bu bölük kendisi iki rekât kılar, bunlarda Fatiha ile zamm-i sure okurlar.
İmam teşehhüd için oturduğu takdirde ikinci bölük gelinceye kadar oturuşunu uzatır. Onlar geldi mi ayağa kalkar. Birinci bölük üçüncü rekâti eda edip, selam vermek üzere teşehhüdü kısa tutup, ayağa kalkar. İmam da ayağa kalkar, ikinci bölük tekbir getirip onunla birlikte namaza uyarlar. İmam bu rekâti bitirip, teşehhüd için oturunca ikinci bölük kılamadıklarını kılmak üzere ayağa kalkar, onunla birlikte teşehhüde oturmaz. Şâyet bu bölük arka arkaya iki rekât kaza eder diyecek olursak, onunla birlikte teşehhüde oturabilm eleri de ihtimal dahilinde dir. Böylelikle namazda tek bir teşehhüd yapılmamış olur.
Şâyet birinci bölük ile akşam namazının ilk rekâtini kılar, ikinci bölük ile de iki rekâtini kılarsa, bu da caizdir. Çünkü şeriatte varid olan şekliyle iki beklemekt en daha fazla bir bekleme sözkonusu olmaz.427
Korku Namazı İle İlgili Bazı Meseleler
Korku namazında silâh taşımak
İlim ehlinin çoğunluğuna göre korku namazında silah taşımak müstehabtır. Sahih olan ise yüce Allah'ın bunu emretmesi nden ötürü silah taşımanın vâcib olduğudur. Çünkü yüce Allah: "Bir kısmı seninle birlikte namaza dursun ve silahlarını da alsınlar." (en-Nisa, 4/102) diye buyurmakt adır.
Diğer taraftan silahı taşımamak müslümanlar için bir tehlike ifade eder. Bunun telâfi edilmesi ve bu tehlikeye karşı gerekli tedbirin alınması gerekir. Bundan ötürü yüce Allah birinci bölüğe silahlarını almalarını emretmiş, ikinci bölüğe hem silahlarını almalarını, hem de tedbirler ini almalarını emrederek: "Hem tedbirli bulunsunl ar, hem de silahlarını alsınlar" diye buyurmakt adır. Burada taşınması emrolunan silah savunma silahıdır. Çünkü namaz kılan bir kimse namazında düşmana hücum edecek durumda değildir. Hacmi ve ağırlığı ile namazdaki huşûunu da engelleme melidir.
Güvenlik halinde korku namazı
Güvenlik halinde korku namazının kılınması caiz değildir. Eğer bu şekilde kılacak olursa sahih olmaz. Çünkü korku namazı ikamet halindeki namazdan çeşitli şekillerde farklılık arzeder. Bazıları şunlardır:
1. Kıbleye yönelmeyi terketmek .
2. Birinci bölüğün, selâmdan önce imamdan ayrı tek tek namazlarını kılabilmeleri.
3. İkinci bölüğün imamın selâm verişinden önce kılamadıkları namazların kazasını yapmaları.
4. İmama uyanın, imama uymayı terkedebi lmesi.
5. İmamdan ayrılmak.
6. Namaz şeklinin değişmesi ile birlikte namaz esnasında çok amelde bulunabil mek.
Bütün bu hususlar emniyet halinde, özürsüz yapıldığı takdirde namazı iptal ederler.
Şâyet ağırlıklı kanaatine göre düşmanın baskın yapacağını zanneder, bundan ötürü korku namazı kılar, sonra da bunun düşman olmadığı ortaya çıkarsa, yahutta düşman olduğu ortaya çıkmakla birlikte onu engelleye cek bir engelin bulunmasından ötürü kendisine varmasına imkân bulunmaya n bir düşman olduğunu anlarsa, o takdirde korku namazını mübah kılacak sebep bulunmadığından ötürü namazını iade etmesi gerekir. Tıpkı kendisini n abdestli olduğunu zannedere k namaz kıldıktan sonra abdestsiz olduğunu bilen kimse gibi.
Korkarak namaza başlayıp, sonradan emniyete kavuşursa namazını emniyet halindeki namaz olarak tamamlar. Şâyet namazına emniyet halinde iken başlar, sonra da korku ortaya çıkarsa korku namazı olarak tamamlar. Namazı da bu haliyle sahih olur. Çünkü namazına sahih olarak başlamıştır.
İslâmın Kolaylığı ve Müsamahakârlığı
Korku namazını ve çeşitli şekillerini düşünen bir kimse, önemli pek çok hususu tesbit eder. Bunların başında: İslamda namazın önemli yeri, ister güvenlik ister korku hallerind e, sağlık, hastalık hallerind e, yolculuk ya da ikamet hallerind e, her halde kulun namaz kılmasının farz olduğu gelmekted ir. Hikmeti sonsuz şeriat koyucu da mükellefi haline uygun bir şekilde namaz kılmakla yükümlü tutar. Güvenlik halinin kendisine göre bir namazı, korku halinin kendisine göre bir namazı olduğu gibi, sağlıklı iken namazın kendine göre bir şekli, hasta iken kılınacak namazın kendine göre bir şekli vardır... Bütün bunlar İslam şeriatının mükemmelliğini, onun her zaman ve mekâna uygunluğunu göstermektedir.
İslam dediğimiz şey kolaylık, zorluğu kaldırmak ve meşakkati bertaraf etmek üzerinde yükselir. İnsan yükümlülüklerinin hafifleti lmesini hakkettiği takdirde -oldukça hassas ölçülere uygun bir şekilde- ibadetler de ruhsat ilkesini esas almıştır. İslamın müsamahakârlığı özür sahipleri nin namazlarının hafifleti lmesinde de ortaya çıkar. Bu çok açık bir şekilde İslamda namazın büyük bir önemi olduğunu, cemaatle namaz kılmanın da oldukça önemsendiğini göstermektedir. Çünkü bunlar en zor hallerde bile sâkıt olmamakta dır.
Ateş sesleri yükselip, alevler etrafa saçılıp, kalbler korkudan yerinden fırlamış halde iken savaşta bile, müslümanların namazlarını cemaat ile az önce açıkladığımız şekilde eda etmek için nasıl saf tuttuklarını dikkatle düşünelim. Cemaatle namaz kılmak korku halinde bile vacib olduğuna göre, güvenlik halindeki vacibliği öncelikle sözkonusudur.
Müslümanlar yağmur halinde -herbir namazı vaktinde kendi evlerinde tek başlarına kılma imkânına sahib iken- cemaati kaçırmamak için iki namazı birarada cem’ ederek kılarlar.
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HASTANIN ve HASTA HÜKMÜNDE OLANLARIN NAMAZLARI

Enes b. Mâlik'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem’in canı, göğsünde hırıltılı soluyorke n, diliyle de hemen hemen net söyleyemiyorken yaptığı son vasiyeti şu olmuştu: Namaza dikkat edin namaza, bir de sağ elleriniz in sahib olduğuna (kölelerinize)."428
O halde namazın ebediyyen terkedilm eyecek bir ibadet olmasında hayret edecek bir şey yoktur. Ümmetini seven, ümmetine düşkün olan Muhammed Mustafa Sallallah u aleyhi vesellem yüce Allah'a yapılan en üstün ibadetler den, O'na yakınlaştıran en büyük amellerde n birisi olan bu ibadete dört elle sıkı sıkı sarılmayı teşvik etmektedi r. Bundan dolayı onun bu son vasiyeti, vasiyetle rin en önemlilerinden ve en büyüklerindendir.
İbadetlerin kolaylaştırılması, insanın karşı karşıya kaldığı çeşitli durumlara çözüm bulmak amacıyla İslâmın gözönünde bulundurd uğu bir yöntemdir. Hastalık insanın gücünü, şevkini, kudretini, hareket kabiliyet ini sınırlandıran bir arızadır. Hasta olanın farz bir ibadet ile Allah'a kendisiyl e yakınlaştığı ve hayatın yükümlülüklerini yerine getirebil mesi için, hastanın yaratıcısından kopmaması amacıyla İslâm, namazın eda edilmesin i emreder. Çünkü hastalığı ne olursa olsun aklı başında kalmaya devam ettiği sürece bu ibadet yükümlülüğü onun üzerinden düşmez.
Ancak hastanın kılacağı namaz durumuna göre olur. Çünkü yüce Allah: "O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan sakının!" (et-Teğâbun, 64/16) diye buyurmakt adır.
Hasta olan kimsenin küçük ya da büyük hadesten kurtulmak için su ile taharet alması icab eder. Çünkü taharet namaz için bir şarttır. Eğer buna gücü yetmiyor ise teyemmüm yapar.
Elbisesin i, bedenini necasetle rden temizleme si icab eder. Eğer buna gücü yetmezse, durumu neye elverir ise öylece namaz kılar, kılacağı namaz sahihtir, ayrıca iade etmesi de gerekmez.
Hastanın temiz bir şey üzerinde de namaz kılması icab eder. Eğer buna gücü yetmezse haline göre namaz kılar, namazı sahihtir, iade etmesi gerekmez.
Hasta olan kimsenin farz namazı eğilmiş bir vaziyette dahi olsa ayakta eda etmesi gerekir. Duvar ya da bir asaya dayanmasında bir sakınca yoktur. Ayakta duramıyor yahut ayakta durması açıkça bir zorluk getiriyor yahut hastalığının iyileşmesini geciktiri yor ya da hastalığını arttırıyor ise, bağdaş kurmak suretiyle oturarak namaz kılar. Çünkü Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Ben Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'i bağdaş kurarak namaz kılarken gördüm."429 Yahut teşehhüde oturduğu gibi oturur. Bununla birlikte kolayına gelen bir şekilde oturma imkânı da vardır. Bu durum onun sevabından hiçbir şey eksiltmez . Çünkü Ebu Burde'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben Ebu Musa'yı defalarca şöyle derken dinledim: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kul hastalandığı ya da yolculuğa çıktığı vakit mukimken ya da sağlıklı iken yaptığı amellerin bir benzeri ona yazılır."430 Bu durumda onun kıldığı namaz da sahihtir, onu tekrar iade etmez. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzereyken Allah'ı anın." (en-Nisa, 4/103)
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem İmran b. Husayn'a verdiği emirde şöyle buyurmuştur: "Ayakta namaz kıl, gücün yetmiyors a oturarak, gücün yetmiyors a yanın üzere yatarak (kıl)!"431
Şâyet oturamıyor yahutta oturması ona açıkça zor geliyor ise, kıbleye yönelik yanı üzere namaz kılar. Rukû’ ve sucûdu îmâ ile yapar, sucûda rukû’dan biraz daha fazla eğilir. Yüzünü gücü oranında yere yakınlaştırır. Efdal olan sağ yanı üzerinde uzanmasıdır. Eğer kıbleye yönelmekten âciz ise kolayına gelen tarafa namazını kılabilir.
Şâyet yanı üzere namaz kılmaktan da âciz ise kimi ilim ehline göre ayakları kıbleye doğru olmak üzere sırt üstü yatmış olarak namaz kılar.432 Rukû’ ve sucûd için başı ile işaret eder. Eğer buna da gücü yoksa göz kapaklarıyla işaret eder.433 Rukû’ için kapaklarını azıcık yumar, secde için daha fazla yumar. Bazı hastaların yaptığı şekilde parmakla işaret etmeye gelince, bu doğru değildir. Ben bunun Kitab ve sünnetten ve hatta ilim ehlinin görüşlerinden bir dayanağının olduğunu bilmiyoru m.434 Eğer gözü ile ima ya da işaret etmek gücüne sahib değilse kalbiyle kıyamı, ruku’u ve sucûdu niyet eder.
Şâyet hasta ayakta durabilme kle birlikte ruku’ ve sucûd yapamıyor ise ayakta namazını kılar, ima ile ruku’ yapar, sonra oturur ima ile secdesini yapar. Üzerinde secde yapmak üzere önüne bir yastık konulmasında bir mahzur yoktur. Gücü yettiği kadar da bu yastığı ince tutmaya çalışır. Çünkü Um Seleme'den rivâyet edildiğine göre o, gözlerindeki bir rahatsızlık dolayısıyla önüne konulmuş bir yastık üzerine secde ediyordu da Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem bu hususta ona engel olmamıştı.435
Eğer beli bükülmüş birisi ise, namaz kılan ayakta gücü yettiği kadar başını kaldırır, ruku’ halinde birazcık eğilir. Eğer ruku’ yapabiliy or, secde yapamıyor ise ruku’ sırasında ruku’ yapar, secde için imada bulunur. Eğer secde etmeye gücü yetiyor, ruku’a gücü yetmiyor ise secde sırasında secde yapar, ruku’unu da ima ile yapar.
Hasta oturarak namaz kıldığı takdirde yere secde edebiliyo r ise bunu yapması icab eder. İmada bulunması yeterli olmaz.
Müslüman bir kimse ayakta namaza başlamakla birlikte namaz sırasında ayakta duramayac ak olursa, gücü neye yetiyorsa öylece namazını tamamlar. el-Kâsânî dedi ki: Sahih olan namaza başlayıp, ondan sonra herhangi bir hastalık, arız olursa oturarak ya da yatarak imkânına göre namazının kalan bölümünü tamamlar. 436 Aynı şekilde namaza yanı üzerinde yatarak, yahut oturarak başlayan bir kimse namaz sırasında ayakta durabilec ek gücü bulursa, namazını ayakta tamamlar.
Çamur ya da su içinde bulunan bir kimse, eğer çamura bulaşmadan ve su ile ıslanmadan secde yapamıyor ise, ima ile de namaz kılabilir, bineği üzerinde de namaz kılabilir. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh'dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem yağmurlu ve soğuk bir gece olduğu vakit müezzine: "Yükleriniz arasında namaz kılın! diye seslenmes ini emrederdi ."437
Ya'lâ b. Mürre'nin rivâyetine göre bir yolculukt a Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ile birlikte idiler. Dar bir geçide vardıklarında namaz vakti girdi ve yağmur yağdı. Sema(nın yağmuru) üstlerinde, ıslaklık (ve çamur) altlarında idi. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem bineği üzerinde olduğu halde (emri ile) ezan ve kamet getirildi bineği üzerinde öne geçti. İma ile (namaz kıldırdı). Secdeye ruku’dan biraz daha fazla eğiliyordu.438
Şâyet ıslaklık rahatsız etmeyecek kadar az ise, secde etmesi gerekir. Çünkü Ebu Said el-Hudrî Radıyallahu anh'ın rivâyetine göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem "...sabah namazını kılıp bitirdiğinde yüzü çamur ve su ile dolmuştu."439
Hasta olan kimsenin namazı -vaktinde kılmak ona zor gelmedikçe- vaktinden sonraya bırakmazsı caiz değildir. Eğer vaktinde kılmak ona zor gelirse öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birlikte cem’ ile, cem’-i takdim (ikisini ilkinin vaktinde) yahut cem’-i te'hir (ikisini ikincisin in vaktinde) kolayına geleceği şekilde kılar. Çünkü yüce Allah: "Allah size kolaylık diler, güçlük istemez." (el-Bakara, 2/185) diye buyurmakt adır.
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
CUMA NAMAZI

Bu namaza bu ismin verilmesi pekçok insanı cem’ etmesi (toplanması) yahutta o namaz için insanların toplanmasından dolayıdır. Ya da Âdem Aleyhisse lam'ı yüce Allah bu günde yaratmış yahutta bugünde hayırların toplanmasından dolayı bu ismi almıştır... Cuma namazı İslamın farzları arasında en çok vurgulana n farzlarda n, müslümanların en büyük toplanma zamanlarından birisidir .440
Cuma Namazının Hükmü
Cuma namazı vacib (farz)dır. Onun vucubiyye ti kitab, sünnet ve icma ile sabittir. Müslümanlar cemaat ile onu iki rekât olarak kılarlar, farz-ı ayndır. Herhangi bir özür sebebiyle cuma namazı kaçırılacak olursa, öğle namazı onu telâfi eder.
Kur'ân'dan delili yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseni z bu sizin için daha hayırlıdır." (el-Cumua, 62/9) Yüce Allah bu buyruğu ile cuma namazına gitmeyi emretmekt edir. Emir ise vücub (farziyet) gerektiri r. Yürüyüp gitmek ancak bir vacib için sözkonusu olur. Alışverişin yasaklanm ası ise, alışverişle uğraşılarak o namazın kaçırılmaması içindir. Eğer farz olmasaydı o namaz dolayısıyla alışveriş yasaklanm azdı.441
Sünnetten deliline gelince; Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in hanımı Hafsa'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Cumaya gitmek ergenlik yaşına gelmiş her müslüman üzerine bir farzdır."442
İbn Ömer ve Ebu Hureyre'den; Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i minberin üzerinde şöyle buyururke n dinledikl eri rivâyet edilmiştir: "Birtakım insanlar cumayı terketmek ten ya vazgeçerler, yahutta yüce Allah onların kalblerin i mühürleyecek, sonra da onlar hiç şüphesiz gafillerd en olacaklar dır."443 Ebu'l-Câd ed-Damrî'den rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Her kim önemsemeyerek üç cuma terkedece k olursa Allah o kimsenin kalbini mühürler."444
İcmaa gelince, İbnu'l-Münzir ve İbnu'l-Arabî cuma namazının farz-ı ayn olduğu üzerinde icma bulunduğunu nakletmek tedirler. 445
Cuma Namazı Kimlere Vacibtir?
Cuma namazı ancak sekiz şartı taşıyan kimselere vacib (farz)dır:
1- Müslüman olmak,
2- Bâliğ olmak,
3- Akıllı olmak, -bu üç şart fer'î hükümlerle mükellef olmanın şartlarındandır-
4- Erkek olmak,
5- Hür olmak,
6- Yolcu olmamak. (Belli bir yerde yerleşik olmak, yörük olmamak)
Çünkü Tarık b. Şihâb'ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Cuma her müslümana cemaatle kılınması gereken bir hak ve bir vacibtir. Bundan dört kişi müstesnadır. Köle, kadın, küçük çocuk yahut hasta bir kimse."446 Çünkü kadın cemaatler e katılanlar arasında değildir. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem de cuma gününde Arafat'ta idi (yolcu idi) ve cuma namazı kılmadı... Diğer taraftan köle menfaati başkasının mülkiyetinde olup, efendisin in hizmeti için alıkonulmuştur. Dolayısıyla borcu sebebiyle hapiste tutulan kimseye benzer.
7- Yedinci şart, cemaate katılmamayı mazur gösteren sebebleri n bulunmama sıdır.
8- Sekizinci sine gelince, cuma namazı kılınacak yerde ya da ona yakın bir yerde ikamet halinde olmalıdır.447
Kâfirin de, delinin de kılacağı cuma namazı sahih değildir. Eğer bunlar bu namazı eda edecek olurlarsa bunlarla cuma namazı akd olmaz. (İmam olarakta kıldıramazlar, cemaat arasında da sayılamazlar.-çeviren-) Çünkü her ikisi de ibadet ehliyetin e sahib kimseler değildir.
Cuma namazı baliğ, erkek, hür ve belli yeri yurt ediniş kimselere vacibtir ve onlarla akd olur. Bu şartlardan birisine sahib olmayan kimse -cumanın farziyeti üzerinden düştüğünden ötürü- imam olamaz. Aynı şekilde bu şartlardan birisini ihlal eden kimse ile de akd olmaz. Çünkü cuma namazının onlar hakkında sakıt olması bir ruhsattır. Çocuk, kadın, köle, cariye ve yolcu gibi. Eğer eda edecek olurlarsa onlar için (öğle namazının yerine) geçerli olur.
Cuma namazı, (kılmamayı meşru kılan) özürlerin bulunmama sı halinde vacib olur. Eğer hasta zorlanara k da olsa cuma namazında hazır bulunursa onun cuma namazını kılması vacib olur ve onunla akd olur. Çünkü ruhsat meşakkati ortadan kaldırmak içindir. Hazır bulunmakl a artık meşakkat ortadan kalkmış ve ruhsat da kaldırılmış olur.
Mukim olmak, cuma namazının akd olması için bir şarttır. Buna göre meradan meraya dolaşanlar (göçebeler, yörükler) cuma namazını kılacak olurlarsa onlar için sahih olur, fakat onlarla (cemaat sayısına katılarak) akd olunmaz.
Suyutî der ki: İnsanlar cuma namazı bakımından birkaç kısımdırlar:
1. Cuma namazı kılmakla yükümlü olup, katılımlarıyla cuma namazının akd olduğu kimseler. Bu da erkek, sağlıklı, mukim, belli bir yeri yurt edinmiş, müslüman, bâliğ, akıl, hür ve mazereti olmayan kimsedir.
2. Cuma namazı kılmakla yükümlü de olmayıp, katılımı ile (cemaat arasından sayılarak) akd olmayan fakat kılması halinde onun için sahih olan kimseler. Bunlar da köle, kadın, hünsâ, çocuk ve yolcudur.
3. Cuma namazı kılmakla yükümlü olmakla birlikte, katılımı ile namaz akd olmayan kimseler. Bunlar da iki kişidir. Evi şehrin dışında olup, cuma namazı ezanını duyan ile yolcu niyetini sürdürmekle birlikte ikameti dört günden fazla devam eden yolcu.
4. Cuma namazı kılma yükümlülüğü olmamakla birlikte, katılımı ile onunla namaz akd olunabile n. Bu da sözü geçen mazeretle re sahib özür sahibi kimsedir. 448
Cuma Namazının Meşrû’ Kılınmasının Hikmeti
Müslümanların bu günde toplanmal arı şer'î bir hüküm olarak tesbit edilmiştir. Bunun sebebi onlara üzerlerindeki Allah'ın nimetinin büyüklüğünü hatırlatarak dikkatler ini çekmektir. Bu namazda hutbe de meşrû’dur. Ondan da maksat onlara bu nimeti hatırlatmak, bu nimete şükretmeye onları teşvik etmektir. Bugünde günün ortasında cuma namazı kılmak da şeriat tarafından tesbit edilmiştir. Böylelikle tek bir mescidde toplanmak gerçekleştirilebilsin.449 Bu haftalık toplantıda öğretme, yönlendirme, öğüt ve hatırlatma, İslama bağlılığı yenileme, kardeşlik bağını canlandırma, birliği sağlamlaştırma ve müslümanların gücünü ortaya koyma sözkonusudur.450
Cuma gününde yüce Allah, Âdem'i yaratmıştır. Abdu'r-Rahman b. el-A’rec'den rivâyete göre o Ebu Hureyre'yi şöyle derken dinlemiş: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kendisind e güneşin doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür. O günde Âdem yaratıldı, o günde cennete konuldu ve o gün de cennetten çıkarıldı."451
İnsan da esasen ancak ibadet etmek için yaratılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Ben cinleri ve insanları bana ibadet etmekten başka, bir şey için yaratmadım." (ez-Zariyat, 51/56) Buna göre bugünde insanın dünya telaşı ve meşguliyetlerinden uzak kalması, yaratıcısına ibadet ve şükür ile meşgul olması uygun düşmektedir. Böylelikle bugünde nereden gelip, nereye gideceğini hatırlayacağı, nefsi ile başbaşa kalacağı bir zaman elde etmiş olunur.
Cuma Gününün Fazileti
İbnu'l-Kayyim der ki: Bugünü tazim etmek, onu yüceltmek, bugüne diğerlerinden farklı özel ibadetler tahsis etmek, Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in hidayetiy le gösterdiği işlerdendi. İlim adamları cuma gününün mü yoksa Arafe gününün mü daha faziletil i olduğu hususunda iki farklı görüşe sahibtir. Bu iki görüş de Şafiî mezhebine mensub ilim adamlarının savundukl arı görüşlerdendir.452
Bugünde müslümanların toplanıp cuma namazını edâ etmeleri vâcibtir. Özürsüz olarak bu namazı terkeden bir kimsenin kalbini Allah cehâlet, haktan uzaklık, katılık ve kilitleme k suretleri yle mühürler ve böyle bir kimse gafillerd en olur.
Cuma gününde duaların kabul olunduğu bir an vardır. Bu her hafta tekrarlan an bir bayram günüdür. Ebu Lübâbe b. Abdi'l-Münzir Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz cuma günü, günlerin efendisid ir. Allah nezdinde en büyükleridir. O gün Allah nezdinde kurban bayramı birinci gününden de, ramazan bayramı birinci gününden de daha büyüktür. Bugünde beş özellik vardır: Allah bugünde Âdem'i yarattı. Bugünde Âdem'i yere indirdi. Bugünde Allah Âdem'in canını aldı. Bugünde öyle bir an vardır ki, kul Allah'tan bu anda bir şey dileyecek olursa, mutlaka onu ona verir. Elverir ki haram bir şey istemesin . Kıyamet bugünde kopacaktır. Gökte olsun, yerde olsun ne kadar mukarreb bir melek varsa, ne kadar rüzgar, dağ ve deniz varsa hepsi mutlaka cuma gününden korkarlar, çekinirler."453
İbnu'l-Kayyim dedi ki: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bugünün sabah namazında es-Secde suresi ile el-İnsan surelerin i okurdu... Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye'yi şöyle derken dinledim: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in bu iki sureyi cuma namazının sabahında okumasının sebebi; her iki surenin de o günde olanları ve olacakları ihtiva etmesinde n dolayıdır. Bu iki surede Âdem'in yaratılması, Allah'a dönüş, kulların haşredilmesi sözkonusu edilmekte dir. Onlar ise cuma günü olacaktır. Ayrıca bu günde bu iki surenin okunması suretiyle ümmete olmuşlar ve olacaklar hatırlatılmış oluyordu.
Bazı ilim ehli cuma gününde Kehf suresini okumayı müstehab kabul ederler. Buna delil olarak Ebu Said el-Hudrî'nin Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğuna dair rivâyetini gösterirler: "Cuma gününde Kehf suresini okuyan bir kimse için, her iki cuma arası nur ile aydınlatılır."454
Cuma gündüz ve gecesinde Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e çokça salât ve selâm getirmek de müstehabtır. Çünkü Enes'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Cuma gündüz ve gecesinde bana çokça salât ve selam getiriniz ."455
Bugünde gusletme emri verilmiştir. Bu müekked bir sünnettir. Gusletmen in vücubu hususunda ilim adamlarının üç görüşü vardır.456 : Vâcib değildir diyenler, vâcibdir diyenler ve giderilme si gereken kokusu olan kimseler ile öyle olmayanla r arasında farklı hüküm gözetenler. Giderilme si gereken kokusu bulunanla r için gusletmek vacibtir, buna ihtiyacı olmayanla r için de müstehabtır. Bu üç görüş de İmam Ahmed'e mensub ilim adamlarının görüşleridir.
Bugünde hoş koku sürünmek müstehabtır, haftanın diğer günlerinde hoş koku sürünmekten daha faziletli dir. Güzel giyinmek ve misvak kullanmak da müstehabtır. Çünkü Ebu Said el-Hudrî Radıyallahu anh'ın rivâyetine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Cuma günü gusletmek âkil bâliğ olan herkesin üzerine bir görevdir. Misvak kullanmak ve güç yettiği kadarı ile hoş koku sürünmek de."457 Yüce Allah da şöyle buyurmakt adır: "Ey Âdemoğulları! Her mescidde ziynetini zi alın, yiyin, için, israf etmeyin.. ." (el-A’raf, 7/31)
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Cuma gününde gusletmek, hoş koku sürünmek, misvak kullanmak her müslümanın üzerinde bir haktır."458
İmamın dışındakiler için cuma namazını kılmak üzere mescide erken gitmek müstehabtır. Burada nafile namaz kılmak, zikir etmek, Kur'ân okumak ile meşgul olunur, imam hutbeyi vermek üzere çıkana kadar böyle yapılır.
Kişi hutbeyi işittiği takdirde onu susup dinlemesi gerekir. Susup dinlemeye cek olursa, lağvetmiş olur. Lağveden kimsenin ise cuması yok demektir. Çünkü Alkame'nin rivâyetine göre Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: Ben Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i şöyle buyururke n dinledim: "İnsanlar Cuma’lara birinci, ikinci ve üçüncü olarak erken gidiş sırası ölçüsüne göre kıyamet günü Allah’a yakın makam sahibi olurlar.” Sonra Allah: (Ben) dört kişinin dördüncüsüyüm, dördüncü olan da uzak değildir, dedi.”459
Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan dedi ki: "Her kim cuma günü cünubluktan gusleder gibi gusleder, sonra cumaya giderse bir deve kurban etmiş gibi olur. Her kim ikinci saatte giderse, bir inek kurban etmiş gibi olur. Her kim üçüncü saatte giderse boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi olur. Her kim dördüncü saatte giderse bir tavuk tasadduk etmiş gibi olur. Her kim beşinci saatte giderse bir yumurta tasadduk etmiş gibi olur. İmam hutbe için çıktı mı melekler artık zikri dinlemek üzere hazır bulunurla r. (Bundan sonra gelenlere bir şey yazmazlar .)"460
Said b. el-Müseyyeb'den rivâyete göre Ebu Hureyre kendisine şunu haber vermiş: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Cuma gününde imam hutbe okumakta iken (yanındaki) arkadaşına “dinle!” diyecek olursan, lağvetmiş olursun."461
Cumanın fazileti ve özellikleri hususunda büyük ilim adamı merhum İbnu'l-Kayyim, Zadu'l-Meâd'de oldukça geniş açıklamalarda bulunmuştur.462
Cuma Namazına Gitme Adabı
Cuma günü bunca özelliklere sahib bir gün olduğuna göre bu büyük fazilete gereken dikkati göstererek mükafatı elde etmek için gayret eden, tembelliğe ve gaflete yenik düşmeyerek tevbe etmekte elini çabuk tutan kimselere Allah mükafatlarını verecekti r.
1. Cuma namazını kılmak üzere mescide giden kimsenin iyice temizlenm esi gerekir. Çünkü yüce Allah: "Gerçekten Allah çokça tevbe edenleri de sever, çokça temizlene nleri de sever." (el-Bakara, 2/222) diye buyurmakt adır. Temizlik, süslenmek ve koku sürünmek ile en güzel hal ve en parlak bir surette oraya gitmeli, en güzel elbiseler ini giyinmeli dir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Ey Âdem oğulları! Her mescidde ziynetini zi alın, yiyin, için, israf etmeyin." (el-A’raf, 7/31) Daha sonra sükûnet ve vakar ile camiye gitmek üzere çıkar. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in şu buyruğu dolayısıyla parmaklarını birbirine geçirmez: "Sizden herhangi bir kimse güzelce abdest alır, sonra mescide gitmek üzere çıkarsa sakın parmaklarını birbirine kenetleme sin. Çünkü o namazda demektir."463
Ayrıca İmam Ahmed Musned'inde Ebu Eyyub el-Ensari'den şöyle dediğini rivâyet etmektedi r: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i şöyle buyururke n dinledim: "Bir kimse cuma günü gusleder ve eğer varsa koku sürünür, en güzel elbiseler ini giyinir, sonra da sükunet ve vakar ile çıkarsa nihayet mescide vardığında eğer fırsat bulursa iki rekât namaz kılıp, kimseye de eziyet vermeyere k imamı (hutbe vermek üzere) çıktığında dikkatle dinler ve nihayet namaz kılarsa bu (kıldığı namaz) ile öbür cuma arasındakiler için bir keffaret olur."464
İnsanın namaz kılmak üzere gitmesi -bu husustaki emir dolayısıyla- gerekir. İlim adamları; "Ey iman edenler! Cuma günü için çağrıda bulunulduğunda Allah'ın zikrine koşun." (el-Cum'a, 62/9) buyruğunda geçen "sa'y: koşmak"ın anlamı hususunda üç ayrı görüş ileri sürmüşlerdir:
a. Bundan kasıt niyettir. Yani kalblerin koşmasıdır. Koşmanın başlangıcı ve en büyük maksadı da budur.
b. Maksat ameldir. Yani yüce Allah'ı anmak üzere gitmek için gusletmek, taranmak, yağ ve koku sürünmek, güzel elbiseler giyinmekl e süslenmek kabilinde n hazırlık olacak şeyleri yapınız, demektir.
c. Maksat ayaklar üzerinde koşmaktır. Bu da en faziletli sidir; fakat bu şart değildir. İbnu'l-Arabî der ki: "Âyetin zahiri hepsinin vacib olmasını ifade etmektedi r; fakat bunların müstehab oluşlarına dair deliller, vacib olduklarına dair delillerd en daha güçlüdür."465
2. İnsanın mescide gitmeden önce kötü kokularda n uzak durması gerekir. Çünkü Câbir Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kim sarımsak yahut soğan yerse bizden de uzak dursun, mescidimi zden de uzak dursun ve evinde otursun."466 Pırasa, turp ve buna benzer melekleri ve namaz kılanları rahatsız edecek şekilde kötü kokusu bulunan yiyecekle r de sarımsak ve soğana benzer şeylerdendir. Sigara ve benzeri yüce Allah'ın haram kıldığı pis şeylerin bunların kapsamına girmesi ise öncelikle sözkonusudur.
3. Cuma günü dolayısıyla ağzı temizleme k, dişlerin arasındaki yemek artıklarını ayıklamak da meşrû’dur. Böylelikle ağzın kokusu hoş olur. Diğer taraftan Ebu Umame'den gelen rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Misvak kullanınız. Çünkü misvak ağzı temizleyi cidir, Rabbi razı edicidir. Cebrail bana geldiği her seferinde mutlaka misvak kullanmayı bana tavsiye etmiştir. O kadar ki; bana ve ümmetime farz kılınacağından korktum ve eğer ben ümmetime zorluk vereceğimden korkmamış olsaydım, misvakı onlara farz kılardım. Şüphesiz ben çok misvak kullanırım. O kadar ki, ağzımın ön taraflarını yıpratacağından korktum."467
Evinden çıktığı vakit bu hususta vârid olmuş duaları okuması gerekir. Bu dualardan birisi de Enes b. Malik Radıyallahu anh'ın naklettiği rivâyettir. Buna göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kişi evinden çıkıp da (bismillah i tevekkelt u alallahi ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi: Allah'ın adı ile, Allah'a tevekkül ettim, Allah ile olmadıkça hiçbir şeye güç ve takat yetirilem ez, diyecek olursa, o vakit: Hidayete iletildin, Allah sana yeter ve sen (korkulan şeylerden) koruma altına alındın, denilir. Bunun üzerine şeytanlar onun önünden kenara çekilirler. Bir diğer şeytan ona: Hidayete iletilen, kendisine yeterli gelinen ve korunan bir kimseye sen ne yapabilir sin?" der.468
Um Seleme Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber benim evimden çıktığı her seferinde mutlaka gözünü semaya doğru kaldırır ve şöyle derdi:

Allah'ım, sapmaktan, saptırılmaktan, ayağımın kaymasından, kaydırılmasından, zulmetmek ten, zulmedilm ekten, bilgisizl ik etmekten, bana karşı bilgisizl ik edilmesin den sana sığınırım, derdi."469
Mescide ulaştı mı sağ ayağı ile girer ve nakledilm iş bir dua okur. Abdullah b. Amr b. el-Âs'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem mescide girdi mi şöyle derdi: "

Kovulmuş şeytandan O pek büyük olan Allah'a, O'nun kerim zatına, ezeli saltanat ve egemenliğine sığınırım." (Hadisin ravilerin den Ukbe kendisine bu hadisi rivâyet eden Hayve'ye): Sadece bu kadarı mı (benden sana ulaştı)? dedi. Bu sefer (Hayve): Evet, dedi. (Ukbe) dedi ki: Bunu söyledi mi şeytan şöyle der: "Bu günün diğer bölümünde de, benden koruma altına alındı."470
Mescidden çıkmak istediği takdirde önce sol ayağını atar. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Sizden herhangi bir kimse mescide girdi mi Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e salât ve selam getirsin. Sonra:

Allah'ım, bana rahmetini n kapılarını aç, desin. Çıktığı vakit de:

Allah'ım, ben senden lütfu kereminde n niyaz ederim” desin."471
Mescide girdiği takdirde insanların üzerlerinden atlamasın. Safta kimsenin yerini daraltmasın, yahutta yer konusunda başkasıyla anlaşmazlık çıkarmasın. Oturacağı yere ulaştı mı kendisine yakın olana selam versin. İki rekât tahiyyetu'l-mescid kılmadan da oturmasın. Çünkü Ebu-Katade'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse mescide geldiği takdirde oturmadan önce iki rekât kılıversin."472
İlk safa kimseye sıkıştırmadan otursun. Eğer yer bulamazsa bir arkadaki safta otursun. Safların sağ tarafları daha faziletli dir. Âişe Radıyallahu anhâ'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah ve melekleri safların sağ taraflarına salât getirirle r."473
Mescidde oturdu mu parmaklarını birbirine kenetleme si mekrûhtur. Çünkü o namazdadır. Parmaklarını çıtlatması da bu hükümdedir. Balgam çıkarmaz ve tükürmez. Allah'ın zikri ile meşgul olması gerekir.
Cumanın Sıhhat Şartları
1- Vakit: Yüce Allah: "Çünkü namaz mü'minler üzerine vakitleri belli bir farzdır." (en-Nisa, 4/103) diye buyurmakt adır. Dolayısıyla cuma namazı vaktinden önce, vaktinden sonra kılınırsa, icma ile sahih olmaz. Cuma namazının son vaktinin öğle namazının son vakti olduğunda da görüş ayrılığı yoktur.47 4
Cuma namazının zevalden sonra eda edilmesi hem daha faziletli, hem daha ihtiyatlıcadır. Çünkü Enes b. Malik Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem cuma namazını güneş (batıya doğru) kaydığı zaman kılardı.475
Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'ın çoğu zamanlard aki fiilî uygulaması budur. Zevalden önce eda edilmesi hususunda ise, ilim ehli arasında görüş ayrılığı vardır.
2- Cemaat: Cuma namazı tek kişi tarafından kılınamaz. Çünkü Târık b. Şihâb'dan gelen rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Cuma her müslümana üzerine cemaat ile kılınması vacib bir haktır..."476
Cuma namazı için gerekli olan cemaat sayısının ne kadar olduğu hususunda ilim ehli arasında pek çok görüş ayrılığı vardır. Bu husustaki en sahih görüş imam ve beraberin de iki kişi olmak üzere üç kişidir. Buna göre bir köy ya da kasabada mükellef, hür, orada yerleşik üç erkek bulunduğu takdirde cuma namazını kılarlar, öğle namazını kılmazlar. Çünkü cuma namazının meşruiyetine ve farz oluşuna dair deliller onları da kapsar.
Cuma namazının kılınabilmesi için kırk kişinin varlığını şart koşmak, ilim ehlinden bir grubun görüşüdür. İmam Ahmed b. Hanbel -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bunlardan dır. Fakat tercihe değer olan görüş bunun kırk kişiden az sayıda kimse ile kılınmasının caiz olduğudur. En az ise az önce geçtiği gibi üç kişidir... Kırk kişinin şart olduğuna dair hadis zayıftır. Nitekim bu hususu İbn Hacer Buluğu'l-Meram adlı eserinde açıklamış bulunmakt adır.477
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye şöyle demiştir: Cuma namazı üç kişi ile kılınabilir. Birisi hutbe okur, iki kişi de dinler. Bu aynı zamanda İmam Ahmed'den gelen rivâyetlerden birisi ve ilim adamlarından bir kesimin görüşüdür.478
Ebu Said el-Hudrî'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Üç kişi oldukları takdirde onlardan birisi onlara imam olsun..."479 Cabir Radıyallahu anh'dan rivâyet edilen: "Sünnet her kırk ve daha fazla kişinin cuma namazı kılması şeklinde uygulanag elmiştir." şeklindeki sözü ise sahih değildir. Çünkü aslolan cuma namazının ikamet halindeki cemaate vacib oluşudur. Üç kişi ise cuma namazı kılmak kendileri ne vacib olan bir cemaat teşkil ederler. Bu üç kişiden bu namazı düşürmeye dair bir delil yoktur. Onlardan bu namazı düşürmek ise kitabtan, sünnetten, icmadan, ashabın görüşünden ve hatta sahih bir kıyastan delili olmayan mücerred bir görüş ile tahakkümdür.480
3. Yerleşik olmak (yurt edinmek, istitan): Şeyhu'l-İslam dedi ki: Yapıları birbirine yakın, yaz ve kış bırakıp gitmedikl eri yerlerde ikamet eden herbir topluluk arasında cuma namazı kılınır. Eğer onların yapıları adet edindikle ri üzere toprak, tahta, kamış, hurma dalları, saz ve benzeri şeylerden yapılmış ise (bunlar yurt edinmiş, yerleşik kimseler sayılırlar). Çünkü binaların meydana geldiği parçalar ve malzemeni n bu hususta herhangi bir etkisi yoktur. Aslolan onların yerleşik olmaları ve çadır ile çoğunlukla yağmur yağan yerler arasında gidip gelen ve çeşitli yerlerde taşınıp duran, taşındıkları vakit de evlerini de beraberle rinde taşıyanlar gibi olmamalıdırlar. İlim adamlarının çoğunluğunun görüşü budur.481
İmam Ahmed göçebe kimselerd en cuma namazının düşmesine onların taşınıp durmalarını illet (sebeb, gerekçe) göstermiştir.482
Bundan dolayı Medine çevresinde bulunan arab kabileler ine Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem cuma namazı kılmalarını emretmemiştir.483
4. Cuma namazından önce iki hutbe verilmesi . Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bunlara sürekli devam etmiştir. İbn Ömer Radıyallahu anh şöyle demektedi r: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ayakta hutbe verir, sonra oturur, sonra tekrar şimdi yaptığınız gibi ayağa kalkar (bir daha hutbe verir)di."484 Âişe Radıyallahu anha dedi ki: Cumanın iki rekât olması hutbeden ötürüdür.485
Hutbenin Şartları
İbnu'l-Kayyim dedi ki: Cumanın özelliklerinden birisi de yüce Allah'a hamd ve senâ ile şanını yüceltmenin, vahdâniyetine ve Rasûlüne risâlet ile şehadet etmenin maksad olarak gözetildiği; Allah'ın kullarına, Allah'ın günlerinin hatırlatıldığı, O'nun azab ile yakalayıp, intikamından sakındırıldığı, kendileri ni Allah'a ve cennetine yaklaştıracak şeylerin tavsiye edilip, gazabına ve cehennemi ne yakınlaştıracak şeylerden vazgeçmelerinin hatırlatıldığı bir hutbenin verilmesi dir. İşte hutbenin maksadı budur ve bunun için bir araya gelinir.4 86
Hutbenin Sıhhat Şartları
1. Namazdan önce verilmesi . Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den, onun halifeler inden miras alınan budur ve müslümanlar bunun üzerinde icmâ’ etmişlerdir.
2. Niyet. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem: "Ameller niyetler iledir..."487 diye buyurmuştur.
3. Allah'a hamdetmek . Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kendisine elhamduli llah diye başlanmayan herbir söz kesiktir."488 Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bütün hutbeleri ne Allah'a hamd ile başlardı.489
4. İki kelime-i şehadeti zikretmek . Şeyhu'l-İslam ve başkaları Allah'a hamd ve senâda bulunmayı, iki şehadeti getirmeyi ve hutbede öğüt vermeyi vacib (farz) görmüşlerdir.
5. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'e salât getirmek. Çünkü yüce Allah'ı zikretmey i gerektire n herbir ibadet aynı şekilde Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i anmayı da gerektiri r.
6. Bir âyet dahi olsa Kur'ân-ı Kerim'den bir şeyler okumak. Çünkü Câbir b. Semura şöyle demiştir: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in iki hutbesi olurdu. İkisi arasında otururdu. Hutbesin de Kur'ân okur ve insanlara hatırlatmalarda bulunurdu ."490 Bir kaç âyet okumak ise müstehabtır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den böyle yaptığı nakledild iği gibi, bunun meşrûiyeti üzerinde icmâ’ vardır.491 Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in hutbeleri nden bellenenl erden görüldüğü üzere492 o Kur'ân-ı Kerim'den (bölümler) ve Kaf suresini okuyarak çokça hutbe okurdu. Hârise b. en-Numan'ın bir kızından gelen rivâyete göre şöyle demiştir: "Ben Kaf suresini ancak Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in ağzından ezberledi m. O her cuma bunu hutbe olarak okurdu..."493
7. Aziz ve celil olan Allah'a karşı takvâlı olmayı tavsiye etmek. İbnu'l-Kayyim'in naklettiğine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in hutbesi Allah'a, melekleri ne, kitablarına, rasûllerine, ona kavuşmaya iman gibi iman esaslarını hatırlatır; cennet ve cehennemi, Allah'ın kendi dostlarına ve itaat edenlere hazırladıklarını, düşmanlarına ve masiyet edenlere hazırladıklarını dile getirir, onları Allah'a davet eder, insanların Allah'ı sevmeleri ne sebep teşkil eden nimetleri ni hatırlatır, onun intikamından korkmalarını sağlayan günlerini hatırlatır, Allah'ı sevmeleri sonucunu verecek hususları, O'nu zikredip O'na şükretmeyi emrederdi . Böylelikle onun hutbesi, kalbleri iman ile, tevhid ile Allah'ı, O'nun âyetlerini, O'nun nimetleri ni, O'nun günlerini bilmek, O'na zikredip, O'na şükretmeyi sevmekle dolar taşardı. Onu dinleyenl er Allah'ı sevmiş, Allah da kendileri ni sevmiş olarak (cumadan) dönerlerdi.494
8. Cuma için şart koşulan sayıdaki kişinin her iki hutbeden dinlemesi vacib olan miktarı dinlemek üzere hazır bulunmala rı. Bu miktar da yüce Allah'a hamd, Rasûlüne salât ve selam, Allah'a karşı takvalı olmanın vasiyet edilmesi, Kur'ân'ı Kerim'den bir şeylerin okunmasıdır. Eğer uyumak, gafil olmak, sağırlık yahutta uzaklık gibi dinlemeye mani herhangi bir sebep varsa yine de hutbe sahih olur.
9. İki hutbenin peşpeşe verilmesi . İki hutbenin arasını yahutta aynı hutbenin bölümlerinin arasını ya da hutbeler ile namaz arasını az bir zaman ile ayırmakta bir mahzur yoktur; fakat bu süre uzayacak olursa batıl olur. Aradaki fasılanın uzunluk ya da kısalığını bilmek için örf ve adete başvurulur.
10. Vaktin girmesi. Şâyet vakit girmeden önce hutbe okuyup, namaz kılarsa sahih olmaz. Çünkü hutbeler iki rekâtin yerini tutar. Yüce Allah da: "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit..." (el-Cum'a, 62/9) diye buyurmakt adır. İbnu'l-Arabî der ki: Bu, cumanın ancak nidâ ile (cuma için okunacak ezan ile) vacib olduğuna delildir. Nidâ ise ancak vaktin girişinden sonra olur.495
11. Hutbeyi verecek olan hatibin bizatihi üzerine cuma farz olan kimselerd en olmalıdır. Mesela hür ve yerleşik olmalıdır. İmamlık için şart olanlar hutbe okumak için de şarttır.
12. İki hutbeyi de cuma için şart görülen sayıdaki kişinin duyacağı şekilde yüksek sesle okumak. Şâyet imam yüksek sesle okumakla birlikte kendileri ne cumanın vacib olduğu sayıdaki şahıslar gaflet, uyku yahut sağırlık gibi bir mazerette n ötürü işitmeyecek olurlarsa, yine hutbe sahih olur. Cabir b. Abdullah Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem hutbe verdi mi gözleri kızarır, sesi yükselir, hiddeti artar. Sanki o bir orduyu (tehlikele re karşı) uyaran bir kişi gibi idi...."496
13. Yerleşik olmak (istîtân, vatan edinmek, yurt edinmek). Cuma namazı şehirde de, kasabada da sahihtir. Elverir ki cuma namazı için şart koşulan sayıdaki şahıslar o yerde yerleşik bulunsunl ar. Herhangi bir gemide -mesela kendi şehrine varmadan önce- cumanın Rükunlerinden herhangi birisini yapacak olursa -yurt edinmek sözkonusu olmadığından ötürü- sahih olmaz.
14. Hutbe arabça olmalıdır. Şâyet arabça hutbe okumaktan âciz ise okuyacağı âyetin arabça olması yeterlidi r. Malikiler arabçayı güzelce konuşacak bir kimsenin bulunmama sı halinde cuma namazının sâkıt olacağını (yükümlülüğünün kalkacağını) söylemişlerdir. Hânefiler arabça dışında bir dille hutbeyi caiz görmüşlerdir. Sahih olan şudur: Eğer hatib hutbeyi arabça verebiliy or ise onu arabça vermesi gerekir. Eğer buna güç yetiremiy or ise kendi diliyle hutbeyi irad eder. Çünkü güç yetirebil mekle birlikte hutbe arabçadan başka bir dille verilirse sahih olmaz.
İki Hutbenin Rükunleri
Hem birinci, hem ikinci hutbede şu dört ruknün bulunması kaçınılmazdır:
1. "Elhamduli llah" diyerek Allah'a hamd etmek. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem "elhamduli llah" ile başlamadığı hiçbir hutbe vermezdi. 497
2. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e salât ve selam getirmek. Çünkü yüce Allah: "Ey mü'minler! Siz de ona salât ve selam edin." (el-Ahzab, 33/56) diye buyurmakt adır.
3. Yüce Allah'ın emirlerin i yerine getirmek, yasaklarından sakınmak demek olan Allah'a karşı takvalı olmayı tavsiye etmek, itaati teşvik, masiyette n uzak durmayı telkin etmek. Çünkü yüce Allah: "Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekirse, öyle korkun ve siz ancak müslümanlar olarak ölün!" (Al-i İmran, 3/102) diye buyurmakt adır. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in, ashab-ı kiram'ın hutbeleri ni inceleyen bir kimse bunların hidayeti ve tevhidi yeterli bir şekilde açıkladıklarını, yüce Rabbin sıfatlarını, imanın genel esaslarını sözkonusu ettikleri ni, Allah'a davet edip, onu kullarına sevdirece k şekilde nimetleri nin sözkonusu edildiğini, onları Allah'ın azabından korkutaca k şekilde günlerini hatırlattıklarını, kendileri ni Allah'a sevdirece k şekilde onu anıp, şükretmeyi emrettikl erini görürüz. Böylelikle yüce Allah'ın azametini, sıfatlarını, isimlerin i hatırlatarak, O'nu kullarına; O'na itaati, şükretmeyi ve O'nu anmayı emrederek kullarını Allah'a sevdirirl erdi. Bunun sonucunda hutbeleri ni dinleyenl er Allah'ı sevmiş, Allah da kendileri ni sevmiş olarak ayrılırlardı.
Daha sonra aradan uzun zamanlar geçti; peygamber lik nuru zayıfladı. Şeriatler, emirler, hakikat ve maksatlarına riayet edilmeden, yerine getirilme den birtakım merasimle r halini aldı. Bu merasimle re şekli bir hüviyet kazandırdılar ve onları çeşitli yollarla süslemeye koyuldula r. Sonunda merasimle ri ve görünen durumları adeta ihlâl edilmemes i gereken sünnetler haline getirdile r. Fakat asla ihlâl edilmemes i gereken maksatları ihlal ettiler. Hutbeleri seci'lerle, edebi sanatlarl a süslediler, bunun sonucunda kalblerin hutbeden alacağı pay azaldı; hatta büsbütün ortadan kalktı ve hutbeden gözetilen maksat kaybolup gitti.
4. Kur'ân-ı Kerim'den bir miktar okumak. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in hutbeleri nden bilinenle re göre o Kur'ân-ı Kerim'i ve Kaf suresini çokça okurdu.49 8
Haris b. en-Numan'ın bir kızından şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Ben Kaf suresini ancak Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in ağzından belledim. O her cuma hutbesind e onu okurdu..."499
Hutbenin Sünnetleri
1. Minber ya da benzeri bir şey üzerine çıkarak hutbe vermek. Zührî'nin, Salim'den rivâyetine göre Salim'in babası şöyle demiştir: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'i minber üzerinde hutbe verirken dinledim. .."500 İbnu'l-Kayyim'in belirttiğine göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem minber edinmeden önce bir yay’a yahutta bir asaya dayanırdı. Savaşta bir yay’a, cumada ise bir sopaya dayanırdı. Minberi üç basamaklı idi.501 Nevevi der ki: Minber edinmek müstehabtır. O üzerinde icmâ’ bulunan bir sünnettir.502
2. Hatibin minbere çıktığı vakit mü'minlere selam vermesi. Çünkü Cabir Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem minbere çıktığı vakit selam verirdi.5 03
3. Hatibin, hutbeden önce ezan bitinceye kadar minberin üzerinde oturması. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem iki hutbe verirdi. Minbere çıktığı vakit otururdu. Nihayet ezanı bitirince -(ravi) zannederi m müezzin de (dedi)- sonra kalkar hutbe irad eder, sonra konuşmaksızın bir süre oturur, sonra kalkar hutbe verirdi."504
4. Yüzünü insanlara dönmesi. Çünkü Adyy b. Sâbit babasından şöyle dediğini rivâyet etmektedi r: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem minber üzerinde ayağa kalktı mı ashabı ona yüzlerini dönerlerdi."505
İbn Hacer dedi ki: Hatibin yüzünü dönmesinin bir sonucu olarak arkasını kıbleye döner. Bunun müsamaha ile karşılanması, öğüt verdiği kimselere sırtını dönmemek içindir. Cemaatin imama yüzlerini dönmelerinin bir hikmeti de onun yapacağı konuşmayı dinlemek için hazırlanmak ve sözünü dinlerken ona karşı gerekli edebi takınmaktır. Hatibi dinleyenl er yüzlerini ona çevirip bedenleri yle, kalbleriy le ve uyanık zihinleri yle ona yönelecek olurlarsa hatibin vereceği öğüdü daha çok anlamalarını sağlar ve kendisi sebebiyle ayağa kalkması meşru olan hususta (hutbenin ihtiva ettiği öğütlerde) ona uygun hareket etmeyi daha bir gerektiri r.506
5. Hatibin bir yaya yahut asaya dayanması.507 Çünkü bu fiili sünnetlerdendir. Zira el-Hakem b. Hazm'in şöyle dediği sahih olarak rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ile birlikte bir heyetle beraber gittim... Orada birkaç gün kaldık. O süre zarfında Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ile birlikte cumada bulunduk. Bir asaya ya da bir yaya dayanmış olarak ayakta durdu, Allah'a kısa birtakım kelimeler le hamd-u senâlarda bulundu.. ."508
6. Hatibin iki hutbe arasında hafifçe oturması. İbn Ömer Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem iki hutbe verir ve ikisi arasında otururdu."509
7. Ayakta hutbe okuması. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem -şimdi yaptığınız gibi- ayakta hutbe okur, sonra oturur, sonra bir daha kalkardı."510 Bir diğer gerekçe de yüce Allah'ın: "...seni ayakta bırakıp..." (el-Cumua, 62/11) buyruğudur.
8. Hutbeyi kısa tutması. Çünkü Muslim'in Sahih'indeki rivâyete göre Ammar şöyle demiştir: Ben Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i şöyle buyururke n dinledim: "Şüphesiz ki kişinin namazı uzun tutması, hutbeyi kısa tutması, onun fıkhına işarettir. Bu sebeble namazı uzunca tutunuz, hutbeyi kısa kesiniz. Şüphesiz bazı sözler büyü (gibi) etkilidir ."511
9. İkinci hutbenin birinci hutbeye göre -ezana göre kamet gibi- daha kısa olması.
10. İmkânları ölçüsünde sesini gerekli miktardan fazla yükseltmesi. Çünkü Cabir b. Abdullah'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem hutbe verdi mi gözleri kızarır, sesi yükselir, gazabı şiddetlenirdi. Sanki o sabaha kalmaz, akşama kalmaz... düşman ordusu size baskın yapacaktır" diyen bir ordunun uyarıcısı gibi idi..."512
11. Müslüman erkeklere, müslüman kadınlara, kendisine ve hazır bulunanla ra dua etmesi. Çünkü böyle bir dua cenaze namazlarında ve başkalarında caiz olduğuna göre hutbede caiz olması öncelikle sözkonusudur.
12. Hutbesini ağır ağır ve net sözlerle acele etmeden, lafı da fazla uzatmadan anlaşılır bir şekilde vermelidi r. Çünkü böylesi daha beliğ ve daha güzeldir.513
13. İmam minbere oturduğu vakit hutbeden önce ezan okunması. Çünkü es-Sâib b. Yezid'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem döneminde, Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma dönemlerinde cuma günleri ezan ilkin imam minberin üzerine oturduğu vakit okunurdu. Osman Radıyallahu anh halife olup da insanlar çoğalınca (kamet ve ezandan başka) üçüncü bir ezanı ez-Zevrâ (denilen Medine çarşısındaki bir yer üzerinde) ilave etti."514
14. İki hutbenin bitirilme sinden hemen sonra araya fazla fasıla girmeden cuma namazının kılınması.
Cuma Hutbesini Dinleyeni n Uyması Gereken Âdâb
1. Namaz kılan mescide geldiği takdirde iki kişi arasında (kendisine) yer açmamalıdır. Çünkü Selmân el-Fârisî'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Her kim cuma günü gusleder ve gücü yettiği kadarıyla temizleni r, sonra (yağ) sürünür ya da bir koku sürünür, sonra (namaza) giderse, iki kişinin arasını ayırmayıp, kendisi için takdir edilen kadarıyla namaz kılar, sonra imam (hutbe vermek üzere) çıktığında susup dinlerse, o cuma ile gelecek cuma arası (küçük) günahları bağışlanır."515
2. Az önce kaydettiğimiz hadis-i şerif dolayısıyla hutbeyi dikkatle dinlemesi ve bunun için kendisini hazırlaması da gerekir.
3. Oturmak istediği takdirde oturan bir kimseyi kaldırarak yerine oturmaya kalkışmamalıdır. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh şöyle derdi: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem adamın kardeşini oturduğu yerden kaldırarak, kendisini n o yere oturmasını yasaklamıştır."516
4. Mescidde insanların omuzları üzerinden atlayıp, geçmek şiddetli bir şekilde mekrûhtur. Çünkü Abdullah b. Busr'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Cuma gününde onun yan tarafında oturuyor idim. Bir adam gelip insanların omuzları üzerinden atlayıp geçiyordu. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ona: "Otur, sen artık eziyet veriyorsu n." diye buyurdu.5 17
Sehl b. Muâz b. Enes el-Cühenî babasından şöyle dediğini rivâyet etmektedi r: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Her kim cuma günü insanların omuzları üzerinden geçecek olursa o cehenneme doğru bir köprü edinmiş olur."518
5. İmama yakınlaşmalı ve ona doğru yüzünü dönmeli, mümkün olduğu kadarıyla ön saflarda namaz kılmaya gayret etmelidir . Çünkü bunların faziletin e dair gelmiş rivâyetler vardır. Ayrıca bir yerde daha çok hak sahibi olmak, oraya daha erken varanındır.
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye der ki: Bir kimsenin hazır değilken bir şeyler sermesi ve bununla başkasını orada oturmasını engelleme si hakkı yoktur. Bu öyle bir yeri gasbetmek ve yüce Allah'ın müslümanlara emrettiği namaz kılmalarını engelleme ktir. Sünnet olan kişinin bizzat kendisini n gelip önde oturmasıdır. Kendisind en önce bir seccade gönderip yer tutan bir kimse zalimdir ve böyle bir işi yapması engelleni r. Bu gibi seccadele rin kaldırılması ve onun yerine insanların gelip oraya oturmasının sağlanması icab eder.519
6. İmam hutbe irad ederken konuşmak caiz değildir. Çünkü Sahih-i Buhârî'de Ebu Hureyre'nin rivâyet ettiği hadise göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Cuma gününde imam hutbe verirken arkadaşına "dinle" diyecek olursan, sen lağvetmiş (cumanın sevabını kaçırmış) olursun."520
Aslında "dinle" demek bir marufu (iyiliği) emretmekt ir fakat böyle bir konumda lağv yani günahtır. Bunun dışındaki sözlerin günah olması ise daha da ileri dereceded ir. Peygamber e salât ve selâm getirmek müstesnâdır. Hatibten bunu dinleyece k olursa, kendisini n de salât ve selâm getirmesi sünnet olur. Ancak başkasını meşgul etmemek için yüksek sesle getirmez. Aynı şekilde hutbeyi dinleyen kimsenin sesini yükseltmeden hatibin duasına âmin demesi de sünnettir. Şâyet kendini tutamayıp, hapşıracak olursa gizlice kendisi duyacak kadarıyla "elhamduli llah" der.
Başkasına "yerhamuke llah" demek, dinlemeni n vücubu dolayısıyla meşru değildir.521 Tıpkı namazda iken hapşırana yerhamuke llah denilmeye ceği gibi hutbe esnasında hapşırana da yerhamuke llah denilmez.
7. İmam hutbe okurken oturuş şekliyle yakınındakilerin yerini daraltması mekrûhtur. Bir yere yaslanması, ayaklarını uzatması, yahut elleriyle arkaya doğru dayanması gibi. Böylelikle normal oturan bir kimseden daha çok yer tutmuş olur. Ancak bir rahatsızlığı dolayısıyla bunu yaparsa sakıncası yoktur. Şâyet kalabalık olan bir yerden biraz uzağa çekilirse bu daha faziletli olur. Çünkü bu yolla başkalarının yerini daraltmad an kendi bedenini de rahatlatmış olur.
8. İmam hutbe verirken giren kimseleri n selam vermeleri caiz değildir. Bunun yerine sakin ve vakarlı bir şekilde safta yerini alır, kısa iki rekât kılar. Sonra da hutbeyi dinlemek üzere oturur. Etrafında bulunanla rla musafahası (tokalaşması) caiz olmaz. Şâyet "es-selamu aleykum" diyerek selam verecek olursa, cuması boşa çıkmış olur ve ecrinden mahrum kalır. Böyle birisinin selamını almak da caiz değildir. Eğer konuşmaksızın musafaha yaparsa, hatibi dinlemek ve onun için gerektiği gibi hazırlanmaya aykırı olduğundan dolayı mekrûhtur, fakat cuması boşa çıkmaz.
9. Hutbeyi dinleyen bir kimsenin çakıl taşları ve benzeri şeylere dokunması, sakalıyla, elbisesiy le ya da başka bir şeyle oynaması, huşûya aykırı olduğundan dolayı caiz değildir. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "...Çakıl taşlarına dokunan bir kimse lağvetmiş olur."522
10. Hutbe dinleyeni n sağa sola bakmaması, etrafına bakınarak meşgul olmaması gerekir. Ashab-ı kiram (Allah onlardan razı olsun) hutbe esnasında Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e yüzlerini dönerlerdi. Çünkü Abdullah b. Mesud Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem minberin üzerinde ayağa kalktı mı ashabı yüzlerini ona doğru dönerlerdi."523
11. Bir maslahat sebebiyle hutbeden önce, sonra ve iki hutbe arasında konuşmakta bir sakınca yoktur. Eğer cuma hutbesini dinleyen kimse konuşursa lağvolur. Hatib konuşursa caizdir. İbnu'l-Kayyim'in zikrettiğine göre524 Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem hutbesind e ashabına İslamın temel esaslarını ve şer'î hükümlerini öğretiyor, bir emir ya da bir nehiy gerektire cek bir durum sözkonusu olduğu takdirde onlara emirler veriyor ve nehylerde bulunuyor du. Nitekim kendisi hutbe okurken içeri giren bir zata iki rekât namaz kılmasını emretmişti. Çünkü Cabir b. Abdullah'tan şöyle dediği rivâyet edilmekte dir: "Bir adam cuma günü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem hutbe vermekte iken içeri girdi. Ona: "Namaz kıldın mı?" diye sordu. O: Hayır deyince şöyle buyurdu: "İki rekât kılıver."525
Yine insanların omuzları üzerinden atlayıp geçen kimseye bu işi yapmamasını söylemiş ve oturmasını emretmişti. Çünkü Abdullah b. Busr'den şöyle dediği rivâyet edilmekte dir: Cuma gününde onun yan tarafında oturuyor idim. Bir adam gelip insanların omuzları üzerinden geçti. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ona: "Otur, sen (başkalarına) eziyet verdin." diye buyurdu.5 26
Ortaya çıkan bir ihtiyaç yahutta ashab-ı kiramdan birisinin sorduğu bir soru dolayısıyla hutbeyi keser ve o kimseye cevap verir, sonra tekrar hutbesine döner, tamamlardı. Kimi zaman bir ihtiyaç dolayısıyla minberden aşağı iner, sonra dönüp onu bitirirdi . Nitekim Hasan ve Hüseyin radıyallahu anhuma’yı almak üzere minberden inmiş, onları almış, sonra onları da minbere çıkartarak hutbesini tamamlamıştı.
Hutbe verirken herhangi bir kimseyi: Ey filan gel diye çağırır, ey filan otur, ey filan namaz kıl, diye seslenird i.
Cuma Namazı İle İlgili Bazı Hükümler
İmam ikinci hutbeyi bitirdikt en sonra minberden iner. İcmâ’ ile iki rekât cuma namazı kılınır. Cuma namazı bağımsız bir namazdır. Bir özür sebebiyle bu namazı kılamayan bir kimse, bunun yerine öğle namazını kılar.
Cuma namazı için hatib minbere çıktıktan sonra ezan okunduğu takdirde yüce Allah'ın şu buyruğunun gereği olarak alışveriş haram olur: "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğunda Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın." (el-Cumua, 62/9)
Şevkânî diğer muamelât ta alışveriş gibi değerlendirilir, demektedi r.527
İbnu'l-Arabi de şöyle demektedi r: Cuma namazını kılmaktan alıkoyacak şekilde uğraştıran bütün akidler şer'an haramdır. Bu işten vazgeçirmek için de feshedili r.528
Cuma namazı kılması gereken kimseler için namaz vakti girdikten sonra namazı kılmadan yolculuğa çıkmak caiz değildir. Vakti girmeden önce yolculuğa çıkmaya gelince, bu hususta ilim adamlarının üç görüşü vardır. Bunlar imam Ahmed'in açıkça ifade ettiği sözlerden nakledile n rivâyetlerdir. Birincisi ne göre caiz değildir, ikincisin e göre caizdir. Üçüncüsüne göre ise özel olarak sadece cihad için caizdir.5 29
İmam cumanın iki rekâtinde de açıktan okur. Birinci rekâtte Fatiha suresinde n sonra Cumua suresini, ikinci rekâtte Fatiha suresinde n sonra el-Munafikun suresini okuması sünnettir. Çünkü Muslim, İbn Ebi Râfi'den şöyle dediğini rivâyet etmektedi r: Mervân, Ebu Hureyre'yi yerine Medine valisi olarak tayin etti ve Mekke'ye çıkıp gitti. Ebu Hureyre bize cuma namazını kıldırdı. (Birinci rekâtte) cum'a suresini okuduktan sonra son rekâtte: "Münafıklar sana geldiğinde...” (el-Münafikun) suresini okudu. İbn Ebi Râfi, dedi ki: Namazdan ayrılıp gidince Ebu Hureyre'ye yetiştim ve ona şöyle dedim: Sen Ali b. Ebi Talib'in Kufe'de iken (cuma namazında) okuduğu iki sureyi okudun. Ebu Hureyre dedi ki: Ben Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i bu iki sureyi cuma günü okurken dinledim. 530
Yine Fatiha'dan sonra birinci rekâtte el-A'lâ sûresini, ikinci rekâtte el-⁄âşiye sûresini okuması sünnettir. Bir tek sureyi iki rekâte bölüştürmez, çünkü sünnete muhalifti r.
en-Numan b. Beşir'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem iki bayram (namazın)da ve cuma (namazın)da! "O en yüce Rabbinin ismini tesbih et" (el-A'lâ suresi, 87/1) ile "Sana örtüp bürüyen (kıyamet)in haberi geldi ya!" (el-⁄âşiye, 88/1) sûrelerini okudu. (en-Numan b. Beşir devamla) dedi ki: Şâyet bayram ve cuma aynı günde bir araya gelirse, yine her iki namazda da her iki sureyi okurdu."531
Cuma namazına nasıl yetişilmiş olur?
Cuma namazı imam ile birlikte birinci rekâti kaçıran kimseler için ikinci rekâtin Ruku’una ve sücûduna yetişmekle yetişilmiş olur. Namaza başlamakla birlikte ikinci rekâte yetişemeyecek olursa, o namazı öğlen namazı olarak tamamlar. Çünkü Ebu Hureyre'den gelen rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Namazdan bir rekâta yetişen kimse, namaza yetişmiş demektir."532
Yine Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Siz gelip de bizim secdede olduğumuzu görürseniz, siz de secde ediniz; fakat onu bir şey saymayınız. Kim bir rekâta yetişirse, namaza yetişmiş sayılır."533
Cuma Namazının Sünneti
İlim ehli cuma namazından önce nafile kılmak hususunda farklı görüşlere sahiptir. Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye şöyle demiştir: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ezandan sonra ve cumadan önce hiçbir şey kılmazdı. Bir şey kıldığını kimse ondan nakletmiş de değildir. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem döneminde ancak minbere çıkıp oturduğu vakit ezan okunurdu. Bilal ezan okuduktan sonra Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem iki hutbeyi irad ederdi. Sonra Bilal kamet getirir, Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem de cemaate namaz kıldırırdı. Zaten bu durumda ezandan sonra ne onun, ne de onunla birlikte namaz kılmaya gelen müslümanlardan herhangi bir kimsenin namaz kılmasına imkân olmazdı. Kimse de cuma günü mescide çıkmadan önce evinde namaz kıldığını nakletmiş değildir. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem kendi sözü ile de cumadan önce belli bir miktarda namaz tayin etmemiştir. Aksine onun bu husustaki lafızları, kişi cuma günü mescide geldiği takdirde bir vakit ve miktar tayini sözkonusu olmaksızın namaza teşvik sadedinde dir. Şu buyruğu gibi: "Kim cuma günü gusleder, sonra cumaya gelir, onun için mukadder olan kadarı ile namaz kılar, sonra (hutbeyi) dinlerse. .."534 İşte ashab-ı kiram'dan nakledile n rivâyet bu şekildedir. Onlar cuma günü mescide geldikler inde girdikler i andan itibaren kendileri ne nasib olduğu kadarıyla namaz kılarlardı. Kimileri on rekât kılardı, kimileri oniki rekât kılardı, kimileri bundan daha az kılardı.
Bundan dolayı imamların çoğunluğu ittifakla şunu kabul ediyorlar dı: Cuma namazından önce belli bir vakitte, sayısı belli rekâtlerde sünnet bir namaz sözkonusu değildir. Çünkü böyle bir şey ancak Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in ya sözü ile ya da fiili ile sabit olur. O ise bu hususta ne sözü ile ne fiili ile herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Malik, Şafiî ve ashabın çoğunluğunun mezhebi budur. İmam Ahmed mezhebind e meşhur olan görüş de budur. İlim adamlarından bir kesim ise ondan önce bir sünnet namazı olduğu kanaatind edir.535
Doğrusu cuma namazından önce revâtib ve miktarı belli bir sünnet olduğunun söylenemeyeceğidir.536
Buna göre kişi imam hutbeye çıkmadan önce mescide girecek olursa, Allah'ın dilediği kadarıyla namaz kılabilir. Eğer mescide girdiğinde imam hutbe okumakta ise, oturmadan önce kısa iki rekât kılar. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse cuma günü geldiğinde eğer imam hutbede ise hemen iki rekât kılıversin ve bunları kısa tutsun."537
Cuma namazından sonra ise şâyet mescidde namaz kılacak olursa dört rekât kılar. Eğer evinde kılarsa iki rekât kılar. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh'dan rivâyete göre o Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in nafile namazını anlatırken şöyle demektedi r: "Cumadan sonra gidene kadar namaz kılmazdı. (Gidince de) evinde iki rekât namaz kılardı..."538
Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse cuma namazını kılacak olursa, ondan sonra dört rekât namaz kılsın."539
Cuma Namazını Kılmamayı Mübah Kılan Özürler
Genel ya da özel bir özür bulunmadıkça cuma namazına katılmama ruhsatı yoktur. Cuma namazı müslümanların icmâ’ı ile farz-ı ayn görüldüğünden cemaatle namazdan daha kesin bir yükümlülüktür. Çünkü yüce Allah: "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine koşun." (el-Cumua, 62/9) diye buyurmakt adır.
Cuma dışındaki farz namazları cemaatle kılmak da, tercih edilen görüşe göre farz-ı ayn'dır.
Cuma namazı ve cemaate katılmak aşağıdaki özürlerden birisi dolayısı ile düşer:
1. Genel Özürler
Şiddetli yağmur, elbiseler i ıslatacak şekilde yağan kar, insanın yürümesini zorlaştıran soğuk ve çamur ve mescidde namazı eda etmeyi zorlaştıran herbir mazeret.. . Çünkü Nâfi'den rivâyete göre İbn Ömer soğuk ve rüzgarlı bir gecede namaz için ezan okuyup, şöyle dedi: Dikkat edin! Eşyalarınızın arasında namaz kılın! Sonra dedi ki: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem soğuk ve yağmurlu bir gece olduğunda müezzine: Dikkat edin eşyalarınızın arasında namaz kılın, demesini emrederdi ."540
İbn Battâl dedi ki: İlim adamları icma ile şunu kabul etmişlerdir, Şiddetli yağmur, karanlık ve rüzgar ve benzeri hallerde cemaate katılmamak mübahtır.541
2. Özel Özürlerden Bazıları
a. Namaza gidecek olursa kişiye zorluk çıkaracak bir hastalık. Çünkü yüce Allah: "O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun!" (et-Teğâbun, 64/16) diye buyurmakt adır. Mü'minlerin annesi Âişe Radıyallahu anha'dan gelen rivâyete göre de Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem hastalığı sırasında: "Ebu Bekir'e müslümanlara namaz kıldırmasını emredin!" demişti.542
İbnu'l-Münzir dedi ki: İlim ehli arasında hastanın hastalığı dolayısıyla cemaatler den geri kalabilec eği hususunda bir görüş ayrılığı olduğunu bilmiyoru m.543
b. Küçük ya da büyük abdeste sıkışmak. Gaz sıkıştırması da buna dahildir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Yemek hazırken ve kişi küçük ve büyük abdestine sıkışmışken namaz olmaz."544
Burada (olmaz şeklindeki) nefy (yasak anlamında) nehy demektir. Çünkü sıkışmak, kalbin, ibadete bir halel meydana getiren namazdan başka şeylerle meşgul olmasını gerektiri r. Oysa cemaati terketmek, ibadetin dışında bir hususta halel meydana getirir. Bizzat ibadetin kendisini muhafaza etmek daha önemlidir. Ayrıca bu şekilde sıkışmak bedene de zararlı bir şeydir.
c. Yemek yeme ihtiyacı olan ve yeme imkânı bulunan kimsenin yanında yemeğin hazır bulunması. Az önce geçen "yemek hazırken namaz olmaz"545 hadisi bunu gerektirm ektedir.
d. Cana, mala yahutta namusa bir zarar geleceğinden korkmak. Çünkü İbn Abbas Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Herkim ezanı işittiği ve ezanın çağrısına uymaktan onu alıkoyan bir özrü bulunmadığı halde cemaate gelmez ise kıldığı namaz o kimseden kabul olunmaz." Ashab: Özür nedir? diye sordular, Peygamber şöyle buyurdu: "Korku ya da hastalıktır."546 Hasta yahutta ölmek üzere olan bir kimsenin refakatçisi de bu kabildend ir. Böyle bir kimse kendisi yokken hastanın öleceğinden korkar ve ona şehadet kelimesin i telkin etmek için yanında kalmak isterse, cumayı terketmek te mahzur yoktur.
e. Bir alacaklının kendisind en alacağını isteyip, yakasını bırakmaması, onu rahatsız etmesi, bununla birlikte beraberin de ona ödeyecek bir şeyinin bulunmama sı.
f. İtaat ya da mübah bir maksat ile yapılan seferde arkadaşlarının kendisini bırakması. Bineceği vasıtayı kaçıracağından yahut uçağa yetişememekten korkan bir kimse buna örnektir. Bu iki bakımdan bir özürdür. Evvela cuma namazını bekleyece k olursa, maksadını gerçekleştiremez, ikinci olarak kalbi böylece çokça meşgul olur.
g. Bir işte çokça yorulup, yoldan geri dönüp, uyuklayan kimsenin halinde olduğu gibi, ağır uykulu bir hal. Eğer bu şekilde namaz kılacak olursa, ne söyleyeceğini bilemeyec ekse bu kimse de mazurdur. Çünkü Ebu Katade'nin Peygamber efendimiz e merfu olarak rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurulma ktadır: "Gerçek şu ki, uykuda bir kusurlulu k sözkonusu değildir. Kusurlu davranmak uyanıkken sözkonusudur. Sizden herhangi bir kimse bir namazı unutur yahut uykuda iken namazı geçerse onu hatırladığı vakit kılıversin."547
h. İmamın hem hutbeyi, hem de namazı sünnetten daha ileri derecede uzatması. Buna delil Nesâî'nin Cabir'den yaptığı şu rivâyettir. O dedi ki: "Ensardan bir adam su taşıyan iki bineği ile birlikte akşam namazını kılmakta olan Muaz'ın yanından geçti. Muaz Bakara suresini okumaya başladı. Adam da (kendi kendine) namaz kılıp gitti. Bu husus Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'a ulaşınca: "Sen fitneye düşüren misin ey Muaz, sen fitneye düşüren misin ey Muaz? diye buyurdu. Niçin: "O en yüce Rabbinin ismini tesbih et." (el-A'la, 87/1) ve: "Andolsun güneşe ve aydınlığına" (eş-Şems, 91/1) surelerin i ve benzerler ini okuyarak kıldırmadın?"548
i. Cemaatin gerekeni yapmasına fırsat vermeyece k şekilde imamın hızlıca kıldırması. Eğer cuma namazının kılındığı bir başka mescid var ise mazeretin ortadan kalkması sebebiyle orada kılması icab eder.
j. Soğan, sarımsak, pırasa ve buna benzer muhatabla rı rahatsız eden ve yiyenden nefret ettiren türden ağzın kötü kokmasına sebeb olan şeyleri yemek. Mescidde bulunmayı yasaklama k, böyle bir kimsenin mazeret sahibi olması manasına değildir. Onun başkasına vereceği eziyeti önlemek içindir. Çünkü bu durumdaki kişi melekleri rahatsız eder, Ademoğullarını rahatsız eder. Cabir Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "...Şüphesiz melekler de Ademoğullarının rahatsız olduğu şeylerden rahatsız olurlar."549 Sadece bunları yemek ise icma ile helâldir.
Şâyet bu kokuyu ağızdan giderme imkânı varsa, rahatsızlık verici hususun ortadan kalkması dolayısıyla namaza katılır. Eğer cumayı terketmek için bir gerekçe olsun diye ağzını kokutacak bir şey yiyecek olursa, cuma namazı üzerinden düşmez ve haram olur. Çünkü Enes'den rivâyete göre ona sarımsak hakkında sorulmuş o şu cevabı vermiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Her kim bu bitkiyi yiyecek olursa, bizlere yaklaşmasın, bizimle birlikte namaz kılmasın."550
Bedeninde yahut elbisesin de giderilme si kendisi için kolay olmayacak şekilde kötü koku bulunan kimsenin durumu da böyledir. Mazerette n kasıt, günahın düşmesi ile birlikte ecri de tamamen almasıdır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Bir kimse hastalanır yahut yola çıkarsa, ikamet halinde iken ve sağlıklı iken yaptığı amelin bir benzeri yazılır."551
Soğan ve sarmısak yiyene gelince, ona cemaatin mükâfatı yazılmaz. Çünkü onun için cemaat yükümlülüğünün düşmesi çevresine verdiği rahatsızlığı önlemek maksadına binaendir .
k. Giyecek elbisesi bulunmaya n çıplak bir kimse olması.552
Suyutî dedi ki: Cemaat yükümlülüğünü düşüren herbir mazeret cumayı da düşürür. Şiddetli rüzgar bundan müstesnadır. Çünkü onun geceleyin esmesi şarttır. Cuma ise geceleyin zaten kılınmaz.553
Yine şöyle demektedi r: Cemaati terketmey e ruhsat teşkil eden mazeretle r yaklaşık kırk kadardır.554
Namaz esnasında bazı özürler ortaya çıkacak olursa, namaz kılan kişi namazını çabucak bitirir, aksi takdirde namazını bırakır. Çünkü Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem namazı uzatınca Muâz’a sitem etmiş, fakat Bakara suresini okumaya başlayınca, namazını bırakıp giden adama sitem etmemiştir.
Radyo ve Televizyo na Uyarak Cuma Namazı Kılmanın Hükmü
Kur'ân ve sünnette vârid olmuş nasslar namazın cemaat ile edâ edilmesin in vücubuna, cuma namazının da farz-ı ayn olduğuna, erkek, sağlıklı, mukim (yolcu olmayan), bir yerde yerleşik, müslüman, baliğ, âkil, hür ve mazereti bulunmaya n kimseye mescidde cemaatle kılınması gereken farz-ı ayn olduğuna delil teşkil etmektedi r. Cuma namazı müslümanların icmaı ile cemaatle namaz kılmaktan daha te'kidlidir. Mescidde kılınması ancak şer'î bir özür olması halinde kalkar.
Fakat bazı kimseler şer'an üzerlerine farz olan cuma namazı veya ondan başka bir namazı eda ettikleri ni zannedere k radyoya ya da televizyo na uymakta, bunu ya bilgisizl iklerinde n ya önemsemeyerek ve tembellik ederek yapmaktadırlar.
Doğru olan; bu şekilde namazın caiz olmadığıdır. Bir kimse kendi evinde imama uysa ve imamın sesini radyo ya da televizyo n ile duyuyor ise, onun kıldığı bu namaz -dinde bir bid'at ortaya koyması bir tarafa- sahih değildir. Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Her kim bizim bu işimizde onda olmayan bir şeyi sonradan ortaya çıkarırsa o merduttur ."555 Bununla birlikte namazı da fâsiddir. O Allah'ın şiârlarından birisini küçümsemiş, Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in sünnetine uymamış olur. Oysa o şöyle buyurmakt adır: "... Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz, siz de öylece kılınız..."556
Böyle bir kimse, ayrıca namaza gitmek ve cemaate katılmak için vaadolunm uş bulunan pek büyük bir ecri elde etme fırsatını da kaçırmış olmaktadır.
“İlmi araştırmalar ve fetva daimi komisyonu” bu hususta bir fetva vermiş bulunmakt adır ki, sözkonusu bu fetva aşağıdaki hususları dile getirmekt edir: "Erkekleri n kadınların, zayıf ya da güçlülerin evlerinde bir ve daha fazla bir kimsenin cemaatmiş gibi imama uyarak namaz kılıp, namazlarını sadece hoparlorün sesine göre tesbit etmeleri caiz değildir. Bu namazın farz ya da nafile cuma ya da başkası olması farketmez . Evlerinin imamın arkasında yahut önünde olmaları arasında da fark yoktur. Çünkü gücü yeten erkekleri n farz namazları mescidler de eda etmeleri icab eder. Bu yükümlülük ise kadınlar ve güçsüzler için sözkonusu değildir."557
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
NAMAZI TERKEDENİN HÜKMÜ

Yüce Allah insanı kendisine ibadet etmek için yaratmıştır. Yüce Allah buyuruyor ki: "Ben cinleri ve insanları bana ibadet etmekten başka, birşey için yaratmadım." (ez-Zariyat, 51/56) Onu bir günde beş vakit namaz kılmakla yükümlü tutmuştur. Yüce Allah başkasında bulunmaya n birtakım özellikleri bu ibadete tahsis etmiştir. O İslamda Allah'ın farz kıldığı ilk ibadettir . Dinde en son kaybedile cek olandır. Yüce Allah'ın semada miraç gecesinde farz kıldığı ve kulun amelleri arasında ilk hesaba çekileceği amelidir. Kul aklı başında kaldığı sürece farz oluşu da üzerinden kalkmaz. Bu ibadet İslâmın direğidir, hür de, köle de, erkek de, dişi de, mukim de, yolcu da, zengin de, fakir de, sağlıklı da, hasta da, yöneten de, yönetilen de eda eder.
Kur'ân-ı Kerim'de en çok anılan farz budur. Ebu Abdullah dedi ki: Kâfirler cehennem ateşine girdikten sonra onlara bir şekilde soru sorulacağı bize anlatılmaktadır: "Sizi Sekara (cehenneme) ne sürükledi? Derler ki: Biz namaz kılanlardan değildik!" (el-Müddessir, 74/42-43)
Namazı terkedişlerinden önce azab edilmeler ine sebeb herhangi bir ameli sözkonusu etmeyecek lerdir.55 8
Oruç, hac ve sadaka gibi diğer amellerin kabul edilmesi, namazın kılınmış olmasına bağlıdır. Çünkü İbn Ömer'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Ben insanlarl a Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet getirince ye, namazı kılıncaya ve zekâtı verinceye kadar... savaşmakla emrolundu m."559
Özetle namaz ibadetler in en önemlisidir. Bir mazeret olması hali dışında ertelenme si caiz değildir.
Âkil ve bâliğ müslümana namaz kılmak farzdır. Çünkü Âişe Radıyallahu anha Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedi r: "Kalem (sorumlulu k) üç kişiden kaldırılmıştır. Uyanıncaya kadar uyuyandan, ergenleşinceye kadar çocuktan, aklı başına gelinceye kadar deliden."560
Ay hali ve lohusa olanların dışındakilere farzdır. Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye şöyle demiştir: Küçük çocuk buluğa erse, yahut bir kâfir müslüman olsa yahut ay hali olan kişi temizlens e, yahut delinin aklı başına gelse ve henüz namaz vakti çıkmamış ise kaza olarak değil, eda olarak namazı kılmaları gerektiği bilinen bir husustur. Bunlar vakit çıktıktan sonra gerçekleşirse (o hallerind e iken geçirdikleri namazları için) herhangi bir günahları yoktur.56 1
Bunlara Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in daveti ulaşmadıkça namaz da üzerlerine vacib olmaz. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Biz bir rasûl göndermedikçe, azab ediciler değiliz." (el-İsra, 17/15); "...Ta ki insanların peygamber lerden sonra Allah'a karşı ileri sürecekleri bir delilleri kalmasın." (en-Nisâ, 4/165)
Namazı Terkeden
Çoğu müslüman namaz hususunda işi önemsememeye başlamış, namazdan yana gaflete dalmış, onu kaybetmişlerdir. Hatta kimileri namazı o derece önemsemez hale gelmiş ki, büsbütün terketmiş bulunmakt adır. Yüce Allah ise şöyle buyurmakt adır: "İşte (böyle) namaz kılanların vay haline ki; onlar namazlarından gaflet içindedirler. Onlar hem riyakârlık yapanların ta kendileri dir, hem mâûnu (en ufak çapta yardımlaşmayı) da engellerl er." (el-Mâûn, 107/4-7)
Bu buyrukla yüce Allah namazı vaktinden sonraya bırakanları -daha sonra kılsalar bile- veyl ile tehdit etmektedi r. Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmakt adır: "Bunlardan sonra ise namazı zayi eden, arzularına uyan bir kavim geldi. İşte onlar gayy ile karşılaşacaklardır." (Meryem, 19/59)
Hakim, Abdullah (b. Mesud) Radıyallahu anh'dan yüce Allah'ın: "İşte onlar gayy ile karşılaşacaklar." buyruğu hakkında şöyle dediğini rivâyet etmektedi r: O cehennemd e dibi oldukça derin, tadı oldukça kötü bir ırmaktır.562
Ebu Umame el-Bâhilî'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i şöyle buyururke n dinledim: "Eğer onlarca ve onlarca ağırlığında bir kaya cehennemi n kıyısından atılacak olursa, yetmiş yıl boyunca cehennemi n dibine ulaşmaz. Sonra Gayy ve Esâma ulaşır. Ben: Gayy ve Esâm nedir diye sordum. O: Cehennemi n dibinde iki kuyudurla r, dedi. Cehenneml iklerin irinleri onlara akar. İşte Allah'ın kitabında: "İşte onlar gayy ile karşılaşacaklar." (Meryem, 19/59) buyruğu ile: "Esâmâ" (el-Furkan, 25/68) buyruğunda zikrettiği bunlardır."463
Câbir Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kişi ile şirk ve küfür arasında namazı terketmek vardır."564
Şevkânî dedi ki: Hadis namazı terketmen in küfrü gerektire n hususlard an olduğuna delildir. Namazın farziyeti ni inkâr ederek terkedeni n kâfir olduğu hususunda müslümanlar arasında bir görüş ayrılığı yoktur. Eğer İslama yeni girmiş bir kimse ise yahutta namazın farz olduğuna dair bilginin kendisine ulaşabileceği bir süre kadar müslümanlarla birlikte kalmamışsa, müstesnâdır. Eğer namazı terketmes i -farz olduğuna inanmakla birlikte- tembellik ten kaynaklanıyor ise -insanların çoğunun hali nitekim böyledir- bu hususta insanlar farklı görüşlere sahibtirl er.565
İbnu'l-Kayyim dedi ki: Farz olan namazı kasten terketmen in en büyük günahlardan, büyük günahların büyüklerinden olduğu ve bunun günahının Allah nezdinde canı öldürmek günahından, malı almak günahından, zina, hırsızlık, içki içmek günahlarından daha büyük olduğu, bu kimsenin yüce Allah'ın cezasına ve gazabına layık olduğu, dünya ve âhirete rezil ve rüsvay edilmekle karşı karşıya olduğu hususlarında müslümanlar ihtilâf etmemişlerdir.566
Mükellef bulunduğu farz namazı terkeden bir kimse, şâyet farziyeti ni inkar ediyor ve bu hususta mazur görülebilecek bir hali yoksa, inkârı dolayısıyla kâfir olur. İsterse namaz kılsın. Çünkü o dinden olduğu kesinlikl e bilinen bir hususu inkâr etmiş, Allah'ı ve Rasûlünü yalanlamış olur. Böyle bir kimse öldürülür. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem: "Dinini değiştireni öldürünüz."567 diye buyurmuştur. Böyle birisine mürted hükümleri uygulanır.
Şâyet namazın farziyeti ne inanmakla birlikte vakit çıkana kadar tembellik ederek terkedece k olursa, böyle bir kimsenin durumu hakkında ilim ehli arasında görüş ayrılığı vardır. Böyle birisinin dinden çıkacak şekilde kâfir olduğu, tevbe edip namaz kılmadığı takdirde öldürüleceği söylendiği gibi, bunun kâfir olmayıp, fasık olacağı, tevbe ederse mesele kalmayacağı, aksi takdirde had olmak üzere öldürüleceği de söylenmiştir.
Bir diğer görüşe göre ne kâfir olur, ne öldürülür. Aksine böyle bir kimse tazir cezasına çarptırılır. (Hadden aşağı hafif cezalarla cezalandırılır) ve namaz kılıncaya ya da ölünceye kadar hapsedili r.
Birinci görüşü seleften bir topluluk kabul edilmiştir. Bu görüş Ali b. Ebi Talib'den rivâyet edilmiş olup, Ahmed b. Hanbel'den gelen iki rivâyetten birisi de böyledir. Abdullah b. el-Mübarek, İshak b. Rahaveyh de böyle demiştir. Şafiî mezhebine mensub bazı ilim adamlarının benimsediği bir görüş budur.
İkinci görüşü Malik ve Şafiî kabul etmiştir. Üçüncü görüşü Ebu Hanife, Kûfe ahalisind en bir topluluk ve Şafiî mezhebine mensub el-Muzenî kabul etmiştir.568
Namazı terkedeni n öldürüleceği görüşünü kabul edenler yüce Allah'ın şu buyruğunu delil gösterirler: "O haram aylar çıkınca artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün. Onları yakalayın, onları alıkoyun, onların bütün geçit yerlerini tutun. Eğer tevbe edip, namaz kılar ve zekat verirlers e yollarını serbest bırakın." (et-Tevbe, 9/5) Âyet-i kerime yollarını serbest bırakmak için tevbeyi şart koşmaktadır. Yapılacak ilk iş namazı dosdoğru kılmaktır. Eğer bu şart tahakkuk etmezse öldürülmeleri gerekir. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştur: "Ben Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şahidlik edinceye, namazı dosdoğru kılıncaya, zekâtı verinceye kadar insanlarl a savaşmakla emrolundu m. Şâyet bunu yaparlars a kanlarını ve mallarını bana karşı korumuş olurlar. İslamın hakkı ile olması müstesnâ. Hesapları ise Allah'a aittir."569 Bu hususta hadisler pek çoktur.
İkinci görüşün sahibleri böyle bir kimsenin kâfir olmayacağına, yüce Allah'ın: "Şüphesiz Allah kendisine eş koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını ise dileyeceğine mağfiret eder." (en-Nisa, 4/48 ve 116) buyruğunu delil gösterirler. Yine Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in Enes b. Malik tarafından rivâyet edilen Muâz b. Cebel hadisini de delil gösterirler: "Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet eden herbir kulu mutlaka Allah cehennem ateşine haram kılar..."570
Buna yakın bir ifade Ebu Hureyre Radıyallahu anh ve başkalarının rivâyet ettikleri hadislerd e vârid olmuştur.
Üçüncü görüşün sahipleri böyle bir kimsenin kâfir olmayacağına, ikinci görüşü savunanla rın delilleri ni göstermişler. Öldürülmeyeceğine dair de Mesruk'un, Abdullah'tan yaptığı şu rivâyeti delil gösterirler. Buna göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, benim Allah'ın Rasûlu olduğuma şehadet eden müslüman bir kimsenin kanı ancak şu üç husustan birisi ile helâl olabilir: Cana karşılık can, zina eden evli, Allah'ın dininden çıkıp cemaati terkeden kimse."571 Burada ise namazdan sözedilmemektedir.
Şevkânî der ki: Doğru olan görüş namazı terk edenin kâfir olduğu ve öldürüleceğidir. Kâfir oluşu şeriat koyucunun namaz kılana bu ismi verdiğine ve kişi ile ona bu ismi vermek arasındaki engelin namaz kılmak olduğuna dair hadisleri n sahih olarak bize gelmiş olmasıdır. Buna göre namazı terketmek böyle bir ismi vermenin caiz olmasını gerektirm ektedir. Öncekilerin ileri sürdüğü birtakım itirazların hiçbirisi bizi bağlamaz. Çünkü bizler şunu söylüyoruz: Bazı küfür çeşitlerinin mağfirete ve şefaate hak kazanmaya mani olmaması mümkündür. Kıble ehline mensub kimseleri n şariin "küfür" adını verdiği birtakım günahlar dolayısıyla kâfir olması gibi. Buna göre insanların dar geçitlerine düştüğü bir takım tevillere başvurmayı gerektire n bir husus bulunmama ktadır.572
Şevkânî böyle bir kimsenin öldürülmesi gerektiğine dair görüşe yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de yollarını serbest bırakmayı, tevbe, namazı kılmak ve zekâtı vermek şartına bağlamış olmasını delil göstermektedir. Buna göre namaz kılmayan bir kimse serbest bırakılmaz. Ayrıca açıkça öldürülmeyi gerektire n, sünnetten sahih olarak ulaşmış delilleri de buna gerekçe göstermektedir. Öldürülmeyeceğini söyleyenlerin delili olan: "Müslüman kanı... başkasıyla helal olmaz" hadisinin mefhumunu n bu itibar ile sahih ve sarih rivâyetlerin mantuku (sözlerinden anlaşılan ifade) ile çelişmeyeceğini sözkonusu etmektedi r.573
Namazı terkedeni n kâfir olmadığı ve öldürülmeyeceğini öngörenlerin ileri sürdükleri deliller ve bunların namazı terkeden kimseleri n kâfir olduğunu açıkça ifade eden hadislerd eki küfrün dinden çıkmak anlamındaki bir küfür olmayıp, nimete karşı küfür (nankörlük) yahutta büyük küfürden daha küçük bir küfür olduğu şeklindeki tevilleri ne gelince, bu da bir kaç şekilde cevablandırılabilir.
Herşeyden önce namazı terkeden bir kimse, İslâmın rükunlerinden birisini yıkmış olmaktadır. Bu ise İslâm yapısının içerden yıkılmasını, gevşetilmesini ve böyle bir kimsenin İslâm dairesind en çıkıp, küfre girmesini gerektirm ektedir. Özellikle namaz iki zıt şey olan iman ile küfür arasındaki ayırıcı sınırdır. Bunların birbirler i ile içiçe olmalarına imkân yoktur. Kişinin dinden çıkacağı anlamıyla kâfir olacağına dair delil teşkil eden nasslar ise sahih ve sarihtir. Hiçbir şekilde tevile ihtiyacı yoktur. Bunlardan birisi de Enes b. Malik'in Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'ın şöyle dediğine dair rivâyetidir: "Kul ile şirk arasında namazı terketmek ten başka hiçbir şey yoktur. Kişi namazı terketti mi artık şirk koşmuş olur."574
Yine Peygamber şöyle buyurmakt adır: "İslamın kulpları ve dinin kaideleri üç tanedir. İslâm onlar üzerine tesis edilmiştir. Bunlardan birisini terkeden bir kimse o şeye kâfir demektir. Kanı ise helâldir. (Bunlar) Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet getirmek, farz olan namaz ve ramazan orucudur."575
Acaba İslâmdan çıkan kimseden başkasının kanı helâl olur mu?
Namazı terkeden kimsenin kâfir olmayacağına dair ileri sürülen delillere gelince, bizler bunları düşündüğümüz vakit, bu delilleri n, kâfir olacağını söyleyenlerin söyledikleriyle çelişmediğini görürüz.576 İcma da namazı terkeden kimsenin kâfir olacağına delil teşkil etmektedi r.577
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye şöyle demektedi r: Eğer kişi içten içe namazı kabul ediyor, farz olduğuna inanıyorsa ve öldürülünceye kadar namazı terketmek te ısrar ediyor ve namaz kılmıyorsa; böyle bir duruma Âdem oğulları ve adetleri arasında rastlanılamaz. Bundan ötürü bu İslâmda katiyyen meydana gelmiş bir şey değildir... Kişi öldürülünceye kadar namaz kılmamaya devam ediyorsa, içten içe onun farz olduğunu hiçbir zaman kabul etmiyor, onu yerine getirmekl e kendisini yükümlü görmüyor demektir. Böyle birisi de müslümanların ittifakı ile kâfirdir.578
Namazı terkedeni n öldürüleceğini kabul eden ilim ehli kimseler, bu kişi had olarak mı öldürülür, yoksa kâfir olarak mı öldürülür, hususunda farklı görüşlere sahibtirl er.579 Buna bağlı olarak böyle bir kimseden tevbe etmesi istenir mi, istenmez mi?
Böyle bir kimsenin had olarak öldürüleceği kanaatind e olan kimseler, namazı terketmen in haddini öldürülmek olarak tesbit etmişlerdir. Hadler ise zina gibi daha önce sözkonusu olan birtakım sebeblerl e vacib olur. İmama götürülmesinden sonra tevbe bu hadleri kaldırmaz.
Kâfir olarak öldürüleceği kanaatind e olanlar ise, böyle bir kimsenin tevbe etmesinin isteneceği görüşündedir. Çünkü böyle bir öldürme vacibi (farzı) terketmek ten dolayı sözkonusudur. Bundan dolayı irtidad dolayısıyla öldürülmekte olduğu gibi, tevbe etmesini istemek onun hakkında meşru kılınmıştır. Hatta burada tevbe etmesini istemek öncelikle sözkonusudur. Çünkü böyle birisinin geri dönmesi ihtimali daha yüksektir. Zira onun İslâmı kabullenm esi kendisini dünya ve âhirette cezadan kurtaraca k bir husustan dolayı tevbe etmeye itebilir. İşte bu sahih olan görüştür.
Çünkü böyle birisinin en kötü hali mürted gibi olmasıdır. Ashab-ı kiram ise mürtedlerin ve zekâtı vermeyenl erin tevbesini n kabul edileceğini ittifakla kabul etmişlerdir. Yüce Allah da şöyle buyurmakt adır: "Sen o kâfirlere de ki: Eğer vazgeçerlerse onlara geçmiş (günahları) mağfiret olunur." (el-Enfâl, 8/38) Bu buyruk ise hem mürted olanı, hem diğerlerini kapsamına alan genel bir buyruktur . Meşhur olan böyle bir kimseden tevbe etmesinin isteneceğidir. Eğer tevbe edip, namazı terketmek ten vazgeçerse mesele yok, değilse öldürülür.
İlim ehli öldürülmeyi gerektire n namazı terkin mahiyeti hususunda farklı görüşlere sahibtir. Şevkânî der ki: Acaba öldürme gereği tek bir namazı terk halinde mi, yoksa daha fazlasını terk halinde mi sözkonusu olur? Cumhûrun görüşüne göre, tek bir namazı terkten dolayı öldürüleceği şeklindedir. Hadisler de bunu gerektirm ektedir. Bunun daha fazlası ile sınırlandırılmasının delili yoktur. Ahmed b. Hanbel der ki: Namaz kılmaya çağırıldığı halde kabul etmez ve: Ben namaz kılmıyorum deyip, sonunda namazın vakti çıkarsa öldürülmesi gerekir.5 80
Muâz Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmekte dir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem bana on kelime tavsiye buyurdu; dedi ki: "... Sakın kasten bir farz namazı terketme! Çünkü kasti olarak farz bir namazı terkeden bir kimsenin üzerinden Allah'ın himayesi kalkmış olur."581
Namaz kılmayı terkeden kimsenin öldürüleceğini kabul eden ilim ehli nasıl öldürüleceği hususunda farklı görüşlere sahiptir. Böyle bir kimsenin boynunun kılıçla vurulmasıyla öldürüleceği söylendiği gibi, namaz kılıncaya ya da ölünceye kadar odunla dövüleceği de söylenmiştir. Ölünceye kadar kılıçla dürtüleceği de söylenmiştir. Çünkü böylesi onu bu işten vazgeçirmekte daha etkileyic i ve vazgeçmesi noktasında daha umut verici bir uygulamadır.
Cumhur boynunun kılıçla vurulacağı görüşünü tercih etmiştir. Çünkü böyle bir uygulama canın daha çabuk çıkmasına sebeptir.
Namazı Terketmek Suretiyle İrtidâd Etmenin Sonuçları
A. Dünyadaki Sonuçları:
1. Velâyetinin devamı için İslâmın şart olduğu bütün hususlard a velâyeti düşer. Dolayısıyla buluğa ermeyen çocukları üzerindeki velâyeti kalmaz ve velâyeti altındaki kızları da evlendire mez.
2. Akrabalarından miras alma hakkı kalkar. Çünkü Usame b. Zeyd'in rivâyetine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Müslüman kâfire, kâfir de müslümana mirasçı olamaz."582
el-Muğnî, de şöyle demektedi r: İlim ehli kâfirin müslümandan miras almayacağını icmâ’ ile kabul etmişlerdir. Ashab ve fukahânın çoğunluğu da müslümanın da kâfire mirasçı olamayacağını söylemişlerdir.583
3. Mekke'ye girmesi haram olur. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir . Onun için bu yıllarından sonra artık onlar Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar." (et-Tevbe, 9/28)
4. Kestiği yenilmez. Çünkü o müslüman da değildir, kitab ehlinden bir kimse de değildir.
5. Öldükten sonra cenaze namazı kılınmaz, mağfirete ve ilâhî rahmete nâil olması için ona dua edilmez. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma! Kabrinin başında da durma! Çünkü onlar Allah'a ve Rasûlüne kâfir oldular ve fâsık olarak öldüler." (et-Tevbe, 9/84)
6. Müslüman bir kadını nikâhlaması haram olur. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret edenler olarak size geldikler inde onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilendir. Şâyet onların mü'min kadınlar olduğunu görürseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Hem bu kadınlar o erkeklere helâl değildir, hem de o erkekler bu kadınlara helâl olmaz." (el-Mumtehine, 60/10)
el-Muğnî’de şöyle demektedi r: Mürted bir kadını da hangi din üzere olursa olsun nikâhlamak haramdır. Çünkü böyle bir kadın için kabul ettiğini söylediği ve girdiği din ehli arasında herhangi bir hüküm sabit olmamakta dır. Dolayısıyla onu nikâhlamanın helâl olmadığını söylemek daha uygundur. 584
Yine şöyle demektedi r: Eşlerden birisi gerdeğe girmeden önce irtidad ederse, derhal nikâh fesh olur. Biri diğerine mirasçı olamaz. Şâyet erkeğin irtidadı gerdeğe girdikten sonra ise bu hususta iki rivâyet vardır. Birisine göre bir an önce ayrılık sözkonusu olur, diğeri ise iddetin sona ermesi halinde ayrılık sözkonusu olur. Hangisi ölürse, ötekisi de ondan miras almaz.585
7. Namazı terkeden bir kimse müslüman bir kadın ile evlenecek olursa, eğer kendi nikâhının batıl olduğunu biliyor ve buna inanıyor ise, çocukları onun nesebine katılmaz. Çünkü onun kendisine helâl olmayan bir kadın ile cima etmesi haramdır.
B. Âhiretteki Sonuçlar
1. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Melekleri n o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura ve: 'O yakıcı azabı tadın' diye diye canlarını alırken bir görseydin! Bu, elleriniz in daha önce yaptıkları yüzündendir ve hiç şüphesiz Allah'ın kullarına zulmedici olmadığındandır." (el-Enfal, 8/50-51)
Seyyid Kutub diyor ki: Bu iki âyet-i kerime Bedir gününde olsun, başka bir zamanda olsun melekleri n kâfirlerin canlarını aldıkları her seferini canlandıran sürekli bir hali tesbit ettiği gibi... Kur'ânî ifade kâfirlerin oldukça çirkin bir tablolarını çizmektedir. Melekler onların canlarını oldukça hakir düşüren bir tabloda, zorla çekip sıyırmaktadır. Bu hakirlik ve aşağılanmak azaba ve ölüme ilave edilen bir haldir... Daha sonra ifadeleri n akışı gaibi haber vermek kipinden hitab kipine dönüşerek: "O yakıcı azabı tadın" diye bir ifade ile ortaya çıkmaktadır. Böylelikle tablo adeta şu anda görülmekte olan bir hal-i hazırdaki tablo halini alıvermekte. Sanki cehennem ateşiyle, aleviyle bu tablo içerisindedir. Onlar azarlanılarak, tehdit edilerek oraya itiliverm ektedirle r. "Bu elleriniz in daha önce yaptıkları yüzündendir." Sizlerin bu görmekte olduğunuz şeyler adaletli bir cezadır. Daha önce elleriniz in yaptıkları sebebiyle siz bunu hak ediyorsun uz...586
2. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Toplayınız (şirkle kendileri ne) zulüm edenleri ve onlara eş olanları; Allah'tan başka taptıklarını da, onlara cehennemi n yolunu gösterin." (es-Sâffât, 37/22-23) Mürted, küfür ve şirk ehlinden olan zalimlerl e birlikte haşredilecektir. Çünkü bunlar birbirler ine benzer sınıflardır. Onlarla nasıl bir çeşit alaylı ifadeyle konuşulduğu üzerinde düşünmek lazım. Dünya hayatında dosdoğru yola hidayet bulmadıkları için haydi şimdi onları o alevli ateşin, cehennemi n yoluna iletin. O yolu onlara gösterin, (denilecek tir.)
3. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Muhakkak Allah kâfirlere lanet etmiş ve onlar için alevli bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar. Hiçbir veli (dost ve yardımcı da) bulmayaca klar. Yüzlerinin ateşte evirilip çevirileceği o günde diyecekle r ki: N’olaydı keşke biz Allah'a ve Rasûle itaat etseydik. .." (el-Ahzab, 33/64-66) Şanı yüce Allah kâfirlerin rahmetind en kovulacağını, onlar için alevli bir ateş hazırladığını, onların orada ebediyyen kalacakla rını, kendileri ni kurtaraca k hiçbir kimse bulamayac aklarını, bu arada ateşin onları herbir yandan çepeçevre kuşatacağını vurgulama ktadır. Temennile rine gelince, onun gerçekleşme ihtimali yoktur. Çünkü bu temennile rinin zamanı geçmiştir.
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
CENAZE NAMAZI VE İLGİLİ DİGER HUSUSLAR

Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Andolsun ki biz Ademoğullarını şerefli ve üstün kıldık. Onlara karada ve denizde taşıyacak vasıtalar verdik. Kendileri ne hoş ve temiz rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan oldukça üstün kıldık." (el-İsrâ, 17/70)
Gerçekten yüce Allah Âdemoğlunu şerefli kılmış, yarattıklarının çoğuna onu üstün yaratmıştır. Onun şerefli ve üstün oluşunun görüntüleri hayatta çok açık ve nettir. Bunlardan birisi yüce Allah'ın onu yarattığı şekildir. Ona bağışlamış olduğu yeryüzünde halifelik makamına getirilme si ile uyumlu fıtrî istidadla rdır. Ona etrafındaki kâinatı, o hayattaki görevini yerine getirmesi ne yardımcı olacak şekilde müsahhar kılmış, emrine vermiştir. Melekleri n O'na secde etmelerin i isteyerek onu şereflendirmiş, Kur'ân-ı Kerim'de bunu sözkonusu ederek bu şereflendirilişini ebedileştirmiştir.
Yüce Allah hayatta iken insanı üstün ve şerefli kıldığı gibi, ölümünden sonra da onu şerefli ve üstün kılmıştır. Bu da teşriîyle belirlediği yeni aşamaya hazırlanması için yıkanması ve temizlenm esi, sükûnet ve vakar kafilesi tarafından kabrine taşınması, namazının kılınması, Allah'ın onu şerefli ve üstün kılmasına yakışır bir şekilde defnedilm esiyle ortaya çıkmaktadır.
Ölümü Hatırlamak ve Yüce Allah’a Kavuşmaya Hazırlık
Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Onun (yerin) üzerindeki her canlı fanidir. Celal ve ikram sahibi Rabbinin yüzü ise kalıcıdır." (er-Rahman, 55/26-27); "Bir de azık edinin, şüphesiz ki azığın en hayırlısı takvadır ve ey üstün akıl sahibleri benden korkun." (el-Bakara, 2/197); "O günde malın da, evladın da hiç faydası olmaz. Allah'a salim bir kalb ile gelmiş olanlar müstesnâ." (eş-Şuara, 26/88-89)
İnsanların çoğu dünyaya yönelir, dünyanın güzellikleri ve çekiciliklerine aldanır. Dünyada ebedi kalacakla rını sanırlar. O bakımdan şehvet ve arzularına eğilir, itaatleri önemsemez olurlar ve ansızın ecelleri gelip, onları bulduğunda, önceden gönderdikleri amelin dışında hiçbir şeye sahib olmadıklarını anlayıverirler...
Selef-i salih dünyanın hakikatin i bildiğinden ötürü ona meyletmed iler. Âhiret için amel ettiler, dünyada iken tevbe ettiler, Rablerine karşı takvalı hareket ettiler.. . İmam Şafiî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle diyor: 587
"Şüphesiz Allah'ın vardır uyanık kulları,
Dünyayı terkedip, fitneden korkmaktır yolları.
Nazar ettiler dünyaya, anlayıverdiler
Hiçbir canlıya onun yurt olmadığını
Onu bir deniz belledile r de
Yol aldıkları gemi oldu, salih amelleri."
Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Lezzetler i kesip biçeni çokça anınız."588 Ölüm ansızın gelir, kapıları çalmaz. Kapıcılar onun içeriye girmesini engelleye mez. O küçüğe de gelir, büyüğe de. Birisini diğerinin yerine kabul etmez. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "O ecelleri gelince ne bir an geri bırakabilirler, ne de ileri alabilirl er." (el-A’raf, 7/34)
Bundan dolayı ölümün kaçınılmaz olarak geleceğine kesinlikl e inanan insanın buna hazırlanması gerekir. Yüce Allah: "Her nefs ölümü tadacaktır." diye buyurmakt adır. O halde samimi tevbe etmekte, Allah'a dönmekte, itaate sarılmakta, masiyetle rden uzak durmakta, hak sahipleri ne hakları vermekte eli çabuk tutmalıdır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmakt adır: "Her kimsenin bir başkasına namus, şeref ve haysiyeti nde veya herhangi bir hususta yaptığı bir haksızlık varsa, dinarın ve dirhemin olmayacağı bir gün gelmeden önce bu gün ondan helâllık dilesin. (Çünkü dinar ve dirhemin olmadığı o günde) eğer (haksızlık yapanın) salih bir ameli varsa, yaptığı haksızlık kadar salih amelinden alınır. Eğer hasenâtı yoksa bu sefer arkadaşının kötülüklerinden alınır, onun üzerine yükletilir."589
Ölüm sağlıklı olana da, hasta olana da ansızın geliverir . Bundan dolayı hayattan sonrası için hazırlanmak gerekir. Orada kabirlere bırakılacağız ve ölümden sonra dirilişe kadar orada kalınacaktır. Sonra cennet veya cehennemd e ebedî kalınacak yere geçilecektir.
Hasta Nasıl Hareket Etmeli?
Hastalık Allah'tan bir imtihan, bir sınamadır. Onunla herşeyin mutlak hakimi, bir ve tek Allah'a kulluğun hakikati açığa çıkar. Bundan dolayı hastanın Allah'ın takdirine razı olması, kendisi hakkında takdir olunan bu halde sabır ile Rabbine ibadet etmesi gerekir. Allah hakkında güzel zan beslemeli, Allah'ın geçmişteki ve hal–i hazırdaki nimetleri ni hatırlaması, iman ile kalbini arındırması gerekir.
Mübah bir yolla tedavi olmasında hasta için bir günah yoktur. Fakat haram birşeyle tedavi caiz değildir. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan gelen rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Allah indirdiği herbir hastalık için mutlaka bir de şifa indirmiştir."590 Yine Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah hastalığı ve ilacı yaratmıştır. O halde tedavi olunuz; fakat haram bir şey ile tedavi olmayınız."591
Sihirbazl ara, göz boyacılara, kâhinlere ve müneccimlere gitmek yahut Allah'tan başkası için kurban kesmek ya da muskalar asmak suretiyle akideyi bozan bir şeyle tedaviye kalkışmak caiz değildir.
Hastanın şunu bilmesi gerekir: Hastalık ölüme yaklaştırmaz. Tıpkı sağlığın ölümden uzaklaştırmadığı gibi. Bütün bunlar yüce Allah'ın insan için takdir ettiği ecel ile alakalıdır. Ortada sözkonusu olan, belirli yerlerde sayıları belli nefeslerd en başkası değildir. Bu nefesler sona erdi mi sağlıklı ya da hasta olsun ölüm insanı gelip bulur.
Fakat her durumda yüce Allah'a tevbe etmek, insan üzerinde bir görev olmakla birlikte, hastalık halinde daha da önemli bir görevdir.
Hastalığı arttığı takdirde hastanın ölümü temenni etmesi caiz değildir. Bunun için dua da etmemelid ir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmakt adır: "Sizden herhangi bir kimse ölümü temenni etmesin. Çünkü o ya iyilik yapan bir kimsedir, belki iyiliği artar. Yahutta kötülük yapan bir kimsedir, belki Rabbinin kendisind en razı olmasını isteyebil ir."592
Yani o işten vazgeçerek, mağfiret diliyerek Allah'ın kendisind en razı olmasını isteyip rızasını kazanabil ir.593
Muslim, Sahih'inde şu rivâyeti kaydetmek tedir: "Sizden herhangi bir kimse ölümü temenni etmesin. Ölüm ona gelmeden ölümü duasında istemesin . Çünkü sizden herhangi bir kimse öldü mü artık ameli kesilir. Mü'minin ömrü ise hayırdan başka bir şeyini arttırmaz."594
Hastanın korku ile ümit arasında olması gerekir. Çünkü Enes'ten rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ölüm halinde olan bir gencin yanına girmiş, ona: "Kendini nasıl buluyorsu n?" diye sormuş, genç şu cevabı vermiş: Allah'a yemin ederim ey Allah'ın Rasûlü, Allah'tan ümidim var, fakat günahlarımdan da korkuyoru m. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Böyle bir durumda bir kulun kalbinde bu ikisi bir arada oldu mu mutlaka Allah ona ümit ettiğini verir ve korktuğundan yana onu güvenliğe kavuşturur."595
Hastanın, üzerindeki hakları sahipleri ne vermesi, emanetler i sahipleri ne iade etmesi, başkasındaki haklarını alması da gerekir. Eğer buna imkânı olmazsa borç ve benzeri üzerindeki kul haklarının ödenmesini, keffaret,zekât ve benzeri Allah haklarının da yerine getirilme sini vasiyet eder. Müslüman bir kimsenin vasiyetin i yapmakta, elini çabuk tutması ve onu ölümün emareleri ortaya çıkıncaya kadar ertelemem esi gerekir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Hakkında vasiyette bulunacağı bir şeyleri olan müslüman bir kimsenin vasiyeti yanında yazılı olmadan iki gece geçirmesi onun hakkı değildir."596
Şâyet bir malı vasiyet edecekse, haram olmayan bir alanda üçte biri vasiyet etmesi caizdir. Ondan fazlası caiz değildir. Bununla birlikte üçte bir de fazladır. Mirasçı bir kimseye vasiyet caiz olmadığı gibi, vasiyette (mirasçılara) zarar kastını gütmek de caiz değildir. Bazı mirasçıları mahrum bırakmak yahutta birilerin i diğerlerinden üstün tutmak gibi.
Müslümanın sünnete göre teçhiz ve defin işlemlerinin yapılmasını, bu hususta bid'atlerden uzak durmalarını ve bu işi hayır ve salâh ehli kimseleri n üstlenmesini vasiyet etmesi gerekir.
Ölüm Yaklaştığı Sırada Yapılması Sünnet Olan İşler
Ölümü yaklaştığı anlaşılan bir kimseye "lâ ilâhe illâllah" demeyi telkin etmek sünnettir. Çünkü Ebu Hureyre'den rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Ölülerinize lâ ilâhe illâllah'ı telkin ediniz."597
Muaz b. Cebel'den de şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kimin son sözü lâ ilâhe illâllah olursa, cennete girecek."598
Bundan sonra başka bir söz söyleyecek olursa, lâ ilâhe illâllah ona tekrar telkin edilir. Böylelikle dünyada söyleyeceği son sözün tevhid kelimesi olması için çalışılır.
Ölümü yaklaşan kimsenin sırtı üzerinde ve ayakları kıbleye doğru, başı kıbleye dönük bir parça yükseltilmek suretiyle kıbleye yönlendirilmesi sünnettir. Çünkü Beyhaki'nin Sunen'inde rivâyet edildiğine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem Medine'ye geldiğinde el-Berâ b. Marur'u sordu. Onlar; vefat etti ve (malının) üçte birini sana vasiyet etti, dediler. Ayrıca ölümü yaklaştığı vakit yüzünün kıbleye döndürülmesini de vasiyet etti. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "O fıtrat olanı isabet ettirdi. Onun bana vasiyet ettiği üçte birini de çocuklarına geri veriyorum ."599
Ölümün alâmetleri
Ölümün alâmetleri baş gösterecek olursa etrafında yakınlarından ve arkadaşlarından takva ve salah ehli kimseleri n bulunması, ona ve hazır bulunanla ra çokça dua etmeleri müstehabtır. Ölümü aşağıdaki hallerle bilinir:
1. Şakaklarının içe gömülmesi
2. Bulûğ yaşına ermiş olanların gözlerinin karasının kaybolması
3. Burnun eğilmesi
4. Elin sinirleri nin gevşemesi ve dolayısıyla, sanki derisinde n ayrılmış gibi gevşeyerek kalması suretiyle ellerinin bilekten ayrılması
5. Ayaklarının gevşemesi yani ruhun çıkmasından sonra yumuşayıp, sarkması. Çünkü ondan önce katıdırlar.
6. Yüz derisinin ve -ölüm dolayısıyla husyeleri çekileceği için- husye derisinin uzaması.
7. Ölümün en açık alâmetlerinden birisi de ölenin kokusunun değişmesidir.


Ölümden sona ve gasilden önce yapılacaklar
Ölüm döşeğindeki hastanın ölümü tesbit edildikte n sonra gözlerini kapatmak sünnettir. Çünkü Um Seleme, rivâyet ettiği bir hadiste şöyle demiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem Ebu Seleme'nin yanına girdi. Gözü açıktı, gözlerini kapattıktan sonra şöyle buyurdu: "Ruh kabzedild iği vakit, göz ona arkasından bakar..."600
1. Gözünü kapatan kimsenin "bismillah i ve alâ milleti Rasûlullahi: Allah'ın adıyla ve Rasûlullah'ın dini üzere" demesi sünnettir. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh'dan gelen rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Ölülerinizi kabirleri ne koyduğunuz zaman: Bismillah i ve alâ milleti Rasûlullahi deyiniz."601 Ona dua etmesi, etrafında bulunanla rın ancak hayır ile konuşması da sünnettir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem, Um Seleme'nin rivâyet ettiği hadise göre şöyle buyurmuştur: "Kendi hakkınızda hayırdan başkasıyla dua etmeyin. Çünkü şüphesiz ki melekler sizin söylediklerinize âmin derler.” Daha sonra şöyle buyurdu: "Allah'ım, Ebu Seleme'ye mağfiret buyur. Onun derecesin i hidayete iletilmişler arasında yükselt. Onun geride bıraktığı kimseler üzerine sen halef ol. Bize ve ona mağfiret buyur. Ey âlemlerin Rabbi! Onun kabrini genişlet ve orasını onun için nurlandır."602
Ruhunun kabzedild iği elbiseler i çıkartıldıktan sonra üstünün açılmasını önlemek maksadıyla bütün bedenini örtecek bir örtü ile kapatmak sünnettir. Özellikle artık o gözlerin alışmadığı yeni bir surete bürünmüş olmaktadır. Çünkü Âişe Radıyallahu anha'ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem vefat ettiğinde bir Yemen kumaşı ile örtüldü.” Şâyet ölen ihramlı ise başı örtülmez.
Enlice bir bezle çenesinin bağlanması mendubtur . Bu bez başının üstünden bağlanır. Böylelikle çirkin bir görünüm arzetmez yahutta ağzından su ya da haşeratın girmesi önlenmiş olur. Vücud soğumadan önce yumuşak hareketle rle eklemleri n yumuşatılması mendubtur . Böylelikle normal halleri ile yerlerini alırlar, karnı şişmesin diye de üzerine bir şey konur.
Ölünün yüzünün açılması ve öpülmesi caizdir. Çünkü Âişe Radıyallahu anha rivâyet ettiği hadiste şöyle demektedi r: "Ben Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i Osman b. Maz'un'u ölü iken öperken gördüm. O kadar ki; gözyaşlarının aktığını da gördüm."603
Yine Âişe Radıyallahu anha Peygamber efendimiz ile ilgili şu haberi vermekted ir: "Ebu Bekr atı üzerinde Sunh denilen yerdeki meskenind en geldi, atından inip mescide girdi. Kimse ile konuşmadı. Âişe’nin yanına girdi. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e doğru yürüdü. O sırada yüzünün üzeri bir Yemen kumaşı ile örtülü idi. Yüzünü açtı, sonra üstüne kapandı, onu öptü ve ağladı..."604
Müslümanların cenazesin de bulunup, üzerine namaz kılmaları için şer'î bir yolla vefat ettiğini insanlara bildirmek te bir sakınca yoktur.
Teçhizine ölümü kesinleşmedikçe başlanmaz. Şâyet ölümü kesinleşirse teçhizinde acele edilir. Borcunu ödemek ve vasiyetin i yerine getirmekt e eli çabuk tutmak icab eder. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan gelen rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Mü'minin canı borcu ödeninceye kadar borcuna asılı kalır."605
Ölünün Yıkanması ve Kefenlenm esi
Ölüyü yıkamanın ve kefenleme nin hükmü:
Ölüyü yıkayıp kefenleme k farz-ı kifayedir . Müslümanların bazısı bu işi yerine getirecek olursa, diğerlerinden günah düşer. Onu bir defa yıkamakla maksat hasıl olur. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bineğinden düşüp, boynu kırılan ihramlı kişi hakkında: "Onu su ve sedir ile yıkayınız..."606 diye buyurmuştur.
Ölüyü yıkamakta öncelik:
İnsanlar arasında onu öncelikle yıkaması gereken kişi, bu hususta vasiyet ettiği kişidir. Çünkü Ebu Bekir es-Sıddîk karısı Umeys kızı Esma'nın kendisini yıkamasını vasiyet etmişti. O bakımdan hanımı öncelikle bu işi yaptı. Enes de kendisini Muhammed b. Sîrîn'in yıkamasını vasiyet etmişti. O da bu işi yapmıştı. Ayrıca bu ölenin bir hakkıdır. O bakımdan mirasının üçte birinin dağıtılması hususunda olduğu gibi, vasiyet ettiği kişiye bu hususta öncelik tanınır. Şâyet bunun için bir vasisi yoksa, erkeği herkesten önce yıkaması gereken kişi, onun babası, sonra dedesi, sonra oğlu ve aşağı doğru diğer torunlarıdır. Daha sonra asabe akrabalarından yakın olan yıkar. Arkasından zevilerha mdan erkek akrabalar gelir, daha sonra yabancılar gelir. Çünkü onun namazını kılmak hususunda da insanlar arasında öncelikli olanlar onlardır.
Kadını öncelikle yıkaması gereken onun annesi, sonra anneannes i, sonra kızı, sonra daha yakın olan, sonra da yabancı kadınlardır.607
Ölüyü yıkayacak kimsede aranan şartlar:
Ölüyü yıkayacak kimsenin müslüman, akıllı ve mümeyyiz olması şarttır. Ayrıca güvenilir, emin, gasl (ölü yıkama) hükümlerini bilen bir kişinin bu işi yapması gerekir.
Erkekleri n kadınları yıkamaları caiz olmadığı gibi, kadınların da erkekleri -hanımı dışında- yıkamaları caiz değildir. Yalnız kadın kocasını yıkayabilir. Kocası da onu yıkayabilir. Şâyet ölü yedi yaşından küçük ise erkeğin de, kadının da -ölen erkek ya da dişi olsun farketmez- onu yıkaması caiz olur. Çünkü küçük çocuğun avreti yoktur.
Ölü yıkamakta, ölüyü yıkayan ve ona yardımcı olan kimse dışında bulunmama lıdır. Başkalarının bulunması mekrûhtur. Ölenin yanına cünub, ay hali ya da loğusanın girmemesi gerekir. Çünkü bu hal, melekleri n girmesine engeldir.
Ölüyü yıkamanın şartları:
Ölüyü yıkamak için aşağıdaki şartlar bulunmalıdır:
1. Ölü müslüman olmalıdır. Kâfirin yıkanması farz değildir. Hatta haram olur. İlim adamlarının cumhuru bu görüştedir. Şafiîler ise haram değildir, demişlerdir. Çünkü onlara göre bu teabbüd için değil, temizlik içindir.
2. Düşük olmamalıdır. Çünkü düşüğün yıkanması farz değildir.
3. Ölenin cesedinde n az da olsa bir miktar bulunmalıdır.
4. Yüce Allah'ın adını yükseltmek uğrunda öldürülmüş bir şehid olmamalıdır.608
Ölü temiz ve mübah su ile yıkanır. Soğuk olması mendubtur . Ölüye yapışık bir kiri gidermek yahut aşırı soğuk gibi bir ihtiyaç dolayısıyla suyun ısıtılmasında bir sakınca yoktur.
Cenazenin yıkanması, gözün görmediği bir yerde bir çatı yahut bir çadır altında yapılmalıdır. Ölen kıbleye yönelik, ayakları tarafına doğru eğimli olacak şekilde, yıkama teneşiri üzerine konulur.
Ölüyü yıkama şekli:
Yıkayıcı yıkamaya başladığı vakit, ölenin göbek ile dizkapağı arasını örtmek vacibtir. Bundan sonra üzerindeki elbiseler i çıkartır. Ölüyü yıkayan kimsenin ölünün başını oturmaya yakın bir şekilde yumuşaklıkla kaldırması, sonra eliyle karnını -içindeki pislikler in çıkması için- sıkması gerekir. Hamile kadının ise karnı sıkılmaz. Yumuşak bir şekilde karnı sıkılırken, çıkanın gitmesi için su dökülür. Daha sonra eline bir bez sarar yahut bir eldiven giyer. Pislik çıkan yerlerini yıkar. Sonra ölüyü yıkamayı niyet eder, besmele çeker ve ona abdest aldırır. Ancak ağzına ve burnuna su sokmaz. Dişlerin ve burun delikleri nin meshedilm esi yeterlidi r. Ölenin cesedine dokunmama sı için eline bir bez sarması yahut bir eldiven giymesi müstehabtır. Bu bez ise ön ve arka taraftan çıkan pislikler i aldığı bezden başka bir bez olmalıdır.
Daha sonra başını ve sakalını sidr köpüğü veya benzeri çöven otu ya da sabunla yıkar. Sonra ön taraftan sağ yanını boynun sağ tarafından itibaren yıkar. Sonra sağ kolunu omuzdan eline doğru yıkar. Sonra göğsünün yarısının, sağ tarafını, baldırını, bacağını ve ayağını yıkar. Sonra onu sırtının sağ tarafını yıkayabilmek için sol yanı üzere çevirir fakat yüzüstü çevirmez. Daha sonra sol yanını ön tarafını yıkar, sonra sırt tarafını yıkar. Sonra da vücudunun tamamı üzerine su döker.
Gerek olmadıkça ölüye bakmak mekrûhtur. Hazır bulunanla rın ihtiyaç dışında ona bakmamala rı müstehabtır.609
Ölüyü üç defa yıkamak müstehabtır. Eğer temizlik hasıl olmazsa beş, yedi ya da daha fazla yıkayabilir. Fakat bu yıkamaların tek olmasına dikkat eder. Çünkü Um Atiyye el-Ensariyye Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem kızı vefat ettiğinde yanımıza girdi ve şöyle buyurdu: "Onu üç ya da beş ya da uygun görürseniz daha fazla yıkayınız..."610
Son yıkayışta ihramlı olmayanla r için kâfûr kullanması müstehabtır. Çünkü bu kâfûr ölenin bedenine hoş bir koku verir, onun bedenini soğutur ve katılaştırır. Kokusu ile ona gelecek haşeratı uzaklaştırır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem az önce geçen Um Atiyye hadisinde şöyle demektedi r: "...Son yıkayışta ise kâfûr kullanın, ya da bir parça kâfûr koyunuz.. ."
Gusul esnasında kadının saç örükleri iyice yıkanabilmesi için çözülür. Daha sonra saçları üç örük yapılır ve arkasına bırakılır. Yıkama işi bitinceye kadar cenazenin yıkandığı yerde buhur yakılması mendubtur .
Eğer cesedin bazı organları herhangi bir kaza ve benzeri sebepten dolayı ayrı ise, bunlar da yıkanır ve vücuttaki yerlerine konulur. Beden yıkama işi bittikten sonra -kefenlerinin ıslanmaması için- temiz bir havlu ile kurutulur .
Su bulunmadığından ötürü su ile ölüyü yıkamaya imkân olmaz yahutta yıkamak sonucu etin kopacağından korkulurs a, ölüye teyemmüm yaptırılır. Aynı şekilde ölü yabancı hanımlarla birlikte bulunan bir erkek olup, aralarında hanımı bulunmuyo rsa yahutta hanım olup, aralarında kocasının bulunmadığı erkeklerl e birlikte ise yine teyemmüm yaptırılır. Teyemmüm de meşru bir şekilde bir engel bulundurm ak suretiyle yüz ve ellerine mesh yapmakla gerçekleştirilir.
Ölünün Kefenlenm esi
Ölünün yıkanması bittikten sonra kefenleni r. Kefenlenm esi de farz-ı kifayedir . Kefenin bedenin tamamını örtecek şekilde olması gerekir. Çünkü Câbir Radıyallahu anh'dan gelen rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse kardeşini kefenleye cek olursa, kefenini güzel yapsın."611
Kefenin beyaz, temiz, yeni ya da yıkanmış olması müstehabtır.
Erkeğin kefen bezi üç; kadının ise izar (belden aşağısını örten peştemal), himar (başörtüsü), kamîs (gömlek) ve iki lifâfe (sargı) olmak üzere beş parçadan olmalıdır.
İbnu'l-Münzir dedi ki: İlim ehlinden çoğunlukla bellediğimiz kadının kefeninin beş parça olacağı şeklindedir.612
Küçük erkek çocuk tek bir beze sarılarak kefenleni r. Üç parça ile kefenlenm esi de mübahtır. Küçük kız çocuğu ise bir gömlek ve iki lifâfe ile kefenleni r.
Lifâfeler üstüste yayılır, sonra öd ve benzeri tütsü ile tütsülenir. Ölü, üstü örtülü bir şekilde lifâfe üzerine bırakılır. En dıştaki lifâfenin, üç lifâfenin en güzeli olmasına dikkat edilir. Arasına hanut konulur. Bu da bir çeşit karışık kokulardır. Sonra kaba etleri arasına kokulanmış pamuk konur, üzerine bir bez bağlanır. Daha sonra üst lifâfenin sağ tarafı ölünün sol yanı üzerine, sol tarafı ise sağ yanı üzerine bağlanır. Daha sonra ikinci ve üçüncü lifâfe de böylece sarılır. Lifâfelerin baş tarafında artan bölümünün, ayak tarafında artan bölümünden daha çok olmasına dikkat edilir. Başı tarafında artan kısım da yüzünün üstüne örtülür. Ayak tarafında artan kısmı da ayakları üzerine kapatır. Daha sonra bu lifâfeler açılmasın diye bağlanır, kabirde bunlar çözülür.
Kadın da az önce geçtiği şekilde iki lifâfe ile kefenleni r. Himâr başı üzerine, izâr ise vücudunun orta bölümü üzerine konulur, gömlek de ona giydirili r.613
Ölünün üç defa kokulanma sı güzeldir. Çünkü Câbir Radıyallahu anh'dan gelen rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Ölüyü tütsüleyip, kokulandırdığınız vakit onu üç defa kokulandırınız."614
İhramlı kimsenin başının örtülüp, örtülmeyeceği hususunda ilim adamlarının iki farklı görüşü vardır. Sahih olan ise şudur: Bir kimse ihramlı olduğu halde ölürse başı örtülmeksizin ihramı ile yıkanır ve defnedili r. Çünkü İbn Abbas Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Bir adam Arafe'de Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ile birlikte vakfede bulunuyor ken devesinde n düştü ve boynu kırıldı. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Onu su ve sidr ile yıkayınız. İki bez parçası ile kefenleyi niz -ya da iki ihram bezi ile diye buyurdu- fakat başını örtmeyiniz, ona hanût koymayınız. Şüphesiz Allah kıyamet gününde onu telbiye ederek diriltece ktir."615
İhramlı hanımın da yanında yabancı erkekler bulunmuyo rsa yüzü örtülmez. Çünkü başın açık olması, erkeğin ihramının bir parçasıdır. Yüzün açık olması da kadının ihramı için gereklidi r.
Allah'ın adını yüceltmek uğrunda öldürülen şehid ise yıkanmaz ve namazı kılınmaz. Çünkü Câbir b. Abdullah Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem Uhud harbinde öldürülenlerden iki kişiyi tek bir kefene koyuyordu ... Ve: "Ben bunlar hakkında şahidim” deyip, kanlarıyla defnedilm elerini emretti. Onların üzerinde namaz kılmadığı gibi, onları yıkamadı da.616
Şehid olarak ölüp de bir çarpışma esnasında kâfirler tarafından öldürülmeyen bir kimse ise, yıkanır ve namazı kılınır.
İbnu'l-Kayyim (Allah'ın rahmeti üzerine olsun)'in naklettiğine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem kefende aşırılığa kaçmayı yasaklamıştır. Eğer kefen vücudun tamamını örtmeyecek durumda ise, başını örter ve ayakları üzerine ot bırakırdı.617
Cenaze Namazı
Cenaze namazının hükmü ve delili:
Müslüman ölüye namaz kılmak farz-ı kifâyedir. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem bu namazı kılmış ve kılınmasını emretmiştir. Ganimette n çalan kişi hakkında: "Arkadaşınızın namazını kılınız."618 diye buyurmuş, ondan sonra gelen müslümanlar da bu namaza gereken dikkati göstermişlerdir.
Cenaze namazı ruhunu Allah'a teslim eden, amel diyarından, hesab yurduna göçen bir müslüman için bir ikram ve değer vermenin bir göstergesidir. Çünkü müslümanlar yüce Allah'ın o kişiye mağfiret buyurması, onu affetmesi, lütuf ve keremiyle ona ihsanda bulunması için Allah’a dua ederler. O halde cenaze namazı müslüman için bir çeşit şefaattir. Kâfirin cenaze namazını kılmak caiz değildir. Çünkü onun hakkında hiçbir hayır dua kabul olunmaz.
Cenaze namazını mescidde kılmak, Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in sürekli yaptığı işlerinden değildi.619 O cenaze namazını mescidin dışında kılardı. Bazan da cenaze namazını mescidde kıldığı olurdu. Suheyl b. Beydâ ve onun kardeşinin namazını mescidde kılması gibi. Fakat bu onun (sürekli yapageldiği) sünnet ve adeti değildi. O bakımdan her iki husus da caizdir. Fakat efdal olan cenaze namazını mescidin dışında kılmaktır.
Bununla birlikte eğer pisletilm esinden korkulmuy or ise mescidde cenaze namazını kılmakta bir sakınca yoktur.62 0 Şafiî, İshak, Ebu Sevr ve Davud (ez-Zahirî) bu görüştedirler. Malik ve Ebu Hanife ise bunun mekrûh olduğu görüşündedirler. Kabristan da kılınması da caizdir.6 21 Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem kabristan daki bir kabir üzerinde cenaze namazı kılmış bulunmakt adır. Namazın tek tek kılınması da caizdir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in cenazesi üzerine tek tek namaz kılınmıştır. Sünnet olan ise bunun cemaatle ifa edilmesid ir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bu namazı ashabı ile birlikte kılardı. Cenaze namazının kılınması için belli sayıda kimsenin bulunması şartı yoktur.
Cenaze namazının şartları:
Farz namaz için de şart olan niyet, mükellefiyet, kıbleye yönelmek, avretin setredilm esi, elbise, beden ve mekânın temizliği, namaz kılanın müslüman olması gibi; farz namaz için öngörülen şartlar cenaze namazı için de şarttır. Ayrıca cenaze namazı için ölenin müslüman olması, temiz olması, eğer o şehirde ise namaz kılanın önünde hazır bulunması da şarttır.
Cenaze namazı için belli bir vakit şartı yoktur. Bütün vakitlerd e edâ edilebili r. Fakat namaz kılmanın yasak olduğu üç vakitte kılınması mekrûhtur. Çünkü Ukbe b. Âmir'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem üç vakitte bizlere namaz kılmamızı ya da o zamanlard a ölülerimizi kabre koymamızı yasaklardı: Güneş etrafı aydınlatacak şekilde doğduğu andan yükselinceye kadarki vakit, öğle vakti ortada dikildiği andan (batıya doğru) eğilinceye kadarki vakit, güneşin batmak üzere olduğu andan batıncaya kadarki vakit.622
Cenaze namazının Rükunleri:
Güç yetirebil mek halinde ayakta kılınması, dört tekbir alınması, birinci tekbirden sonra Fatiha'nın okunması, ikinci tekbirden sonra Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem efendimiz e salât ve selam getirilme si, üçüncü tekbirden sonra ölüye dua edilmesi, bu Rükunlerin sıraya göre yapılması ve selâm verilmesi dir.
Sünnetleri:
Her tekbir getirildiğinde ellerin kaldırılması, kıraatten önce istiâze çekilmesi, Kur'ân okumanın gizlice yapılması, kişinin kendisine, anne-babasına ve bütün müslümanlara dua etmesi, dördüncü tekbirden ve selâm vermeden önce kısa bir süre durulması, sağ elini, sol elinin üzerine göğsünün üzerinde tutması ve selam verirken sağına dönmesi.
Cenaze namazını kılma şekli:
İmam veya tek başına namaz kılacak olan erkeğin baş tarafında, kadının göbeği hizasında durmalıdır. Erkeğin başı tarafında, kadının göbeği hizasında durmak Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in yol gösterici uygulamal arındandır.623
Cemaat imamın arkasında durur. En az üç saf dizilmele ri sünnettendir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Üzerinde üç safın namaz kıldığı bir kimse(nin cennete girmesi) vacib olur."624 Daha sonra iftitah tekbiri alır, fakat istiftah duası okumaz. Bunun yerine tekbirden sonra istiâze çeker, besmele çeker ve Fatiha'yı okur. Fatiha'dan sonra bir şey okumaz. Çünkü cenaze namazının esası işi hafif (çabuk) tutmaktır. Daha sonra ikinci tekbiri alır, rivâyetlerde vârid olmuş olduğu şekilde Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'a selâm getirir. -Teşehhüdde olduğu gibi- Sonra üçüncü tekbiri alır, ölüye, kendisine, anne babasına ve bütün müslümanlara dua eder. Yapılan bu duanın (Peygamber efendimiz den) nakledile n bir dua olması sünnettir. Daha sonra dördüncü tekbiri alır, bundan sonra kısa bir süre durur, arkasından sağına tek bir defa selam verir.
Üçüncü tekbirden sonra Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den rivâyet edilen lafızlarla dua eder. Yapacağı bu duayı ihlâs ve samimiyet le yapması gerekir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Siz ölenin namazını kılacak olursanız, ona ihlâsla dua ediniz."625
En faziletli dua şudur:

Allah'ım, hayatta olanımıza da, ölmüş olanımıza da, hazır bulunanımıza da, burada olmayanımıza da, küçüğümüze de, büyüğümüze de, erkeğimize de, dişimize de sen mağfiret buyur."626
Ebu Hureyre, Nebi Sallallah u aleyhi vesellem den buna yakın bir hadis rivâyet etmiş ve onda ayrıca şunları da eklemiştir:

Allah'ım, bizden kimi hayatta bırakırsan, onu iman üzere yaşat. Bizden kimin canını alırsan iman üzere canını al. Allah'ım, bunun ecrinden bizi mahrum bırakma, bundan sonra bizi saptırma."628
Yine Ebu Hureyre, Nebi Sallallah u aleyhi vesellem'den şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

Allah'ım, bu cenazenin Rabbi sensin, onu sen yarattın, onu İslâma da sen ilettin, canını da sen aldın, onun açığa vurduğunu da, gizlediğini de sen en iyi bilensin. Biz sana şefaatçiler olarak geldik, sen buna mağfiret buyur."629
Avf b. Mâlik'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Nebi Sallallah u aleyhi vesellem bir cenaze üzerine namaz kıldı. Onun duasından şu sözlerini belledim:

Allah'ım sen ona mağfiret buyur, ona merhameti ni ihsan et, ona afiyet ver, onu affet. Ona ikram ve ihsanlard a bulun. Gireceği yeri genişlet. Su, kar ve dolu ile onu (günahlarından) yıka. Beyaz elbise kirli elbiseden nasıl ayırdedilebiliyorsa sen de onu günahlardan öylece arındır. Ona kendi diyarından daha hayırlı bir diyar ver, ona aile halkından daha hayırlı bir aile halkı ver, ona eşinden daha hayırlı bir eş ver, onu cennete koy, onu kabir azabından -yahutta ateş azabından- koru..." (Avf b. Malik devamla) dedi ki: O kadar ki ölen o şahsın kendim olmasını temenni ettim.630
Şâyet ölü dişi ise zamiri de dişi kullanara k: Allah'ım o kadına mağfiret buyur... ve benzeri ifadeler kullanır.
Cenaze Namazına Ait Bazı Hükümler
Kadınların cemaat halinde cenaze namazı kılmaları caizdir. Tek tek kılmalarında da bir mahzur yoktur. Çünkü Âişe Radıyallahu anha, Sa’d b. Ebi Vakkas'ın cenaze namazını kılmıştır.
İnsanlar arasında cenaze namazını kıldırmaya en hak sahibi kimse, ölenin bu konuda vasiyet ettiği kişidir. Çünkü ashab-ı kiram bunun vasiyet edilebile ceğini icmâ’ ile kabul etmiş ve bu ölenin bir hakkıdır. Daha sonra ne kadar yukarı doğru giderse gitsin baba gelir. Sonra ne kadar aşağı inerse insin oğul gelir. Sonra asabeleri n en yakını gelir. Sonra zevilerha m’dan erkekler, daha sonra diğer yabancılar gelir. Kocanın, (kadının) asabesind en öncelikli olduğu hususunda iki rivâyet vardır. Şâyet akrabalar birbirler ine eşit olurlarsa, imamete en layık olanları,farz namazlard aki öncelik sırasına göredir. Hür akraba köleden önceliklidir. Çünkü kölenin velâyeti yoktur. Şâyet her hususta birbirler ine eşit olurlar, kimse hakkını vermek istemezse aralarında kura çekilir.631
Birden çok cenaze bulunduğu takdirde hepsine tek bir namaz kılmak caizdir. Onların en faziletli leri imama en yakın yerleştirilir. Başları aynı hizada yerleştirilirler. Şâyet erkekler, kadınlar ve çocuklar birarada bulunurla rsa öne erkekler, sonra çocuklar, sonra kadınlar dizilir ve kadının göbek kısmı erkeğin başının hizasına yerleştirilir.
Cenaze namazında pekçok müslümanın saf yapmaları müstehabtır. Çünkü Âişe Radıyallahu anha'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Ölü bir kimseye müslümanlardan sayıları yüz kişiye ulaşan bir topluluk namaz kılacak olup, hepsi de onun için şefaat dileğinde bulunurla rsa, mutlaka onun hakkında şefaat dilekleri kabul edilir."632
Abdullah b. Abbas'tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i şöyle buyururke n dinledim: "Bir müslüman ölür de onun cenazesi üzerinde kırk kişi durup, bunlar Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseler iseler mutlaka Allah onları onun hakkında şefaatçi kılar."633
Cenaze namazı sırasında safın düzgün tutulması müstehabtır. İmam Ahmed bunu açıkça ifade etmiş bulunmakt adır... Ebu'l-Melîc'den rivâyete göre o bir cenaze üzerinde namaz kılmış ve geri dönüp şöyle demiştir: Safınızı düzgün tutun ki; şefaatiniz de güzelce olsun.634
Şâyet imam bir cenaze için tekbir getirip de bir diğer cenaze getirilec ek olursa, ikinci tekbirini her ikisi için alır. Daha sonra üçüncü bir cenaze getirilir se, üçüncü tekbiri hepsi için alır. Arkasından dördüncü bir cenaze getirilir se, dördüncü tekbiri hepsi için alır. Sonra yedi tekbire tamamlar ki; dördüncüsü için de dört tekbir getirmiş olsun. Eğer bir cenaze daha getirilec ek olursa, getirilec ek tekbir sayısının yediden daha fazla, beşincisi için de dörtten daha az tekbir getirilme mesi için bir daha tekbir getirmez, çünkü her ikisi de caiz değildir. Şâyet birinci cenazenin sahibleri imam selam vermeden önce cenazeler ini kaldırmak isteyecek olurlarsa, caiz değildir. Çünkü selam namazın bir rüknü olup, henüz verilmemiştir. Dördüncü tekbirde Fatiha'yı okur, beşinci tekbirde Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e salât ve selam getirir. Altıncı tekbirde hepsine dua eder. Böylelikle bütün cenazeler in hükümleri tamamlanmış olur.635
Cenaze namazının başına yetişmemiş olan bir kimse, imam ile birlikte cenaze namazına katılır. İmam selam verdiği takdirde o yetişemediği tekbirler i yetişemediği şekilde yerine getirir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem, Ebu Hureyre'nin rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurmuştur: "Yetiştiğini kıl, yetişemediğinin de kazasını yap!"636
Şâyet namazını bitirmede n önce cenazenin kaldırılacağından korkacak olursa, arada bir fasıla koymaksızın tekbiri peşinden getirir, sonra da selâm verir.
el-Muğnî'de şöyle denilmekt edir: Şâyet hemen selam verip, yetişemediği tekbirler in kazasını yapmayaca k olursa yine de bir mahzur yoktur. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh: Yetişemediklerinin kazasını yapmaz, demiştir. Ayrıca bu tekbirler kıyam halinde ardı arkasına getirilen tekbirler dir.
Cenaze namazını kaçıran bir kimsenin, defnedilm ediği sürece cenaze namazını kılma imkânı vardır. Şâyet defnedile cek olursa, bir aylık bir süreye kadar kabir üzerinde namaz kılabilir. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ashabından ve diğerlerinden ilim ehlinin çoğunluğunun kabul ettiği görüş budur.637
İbnu'l-Kayyim'in naklettiğine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bir seferinde bir kabir üzerinde bir gece sonra namaz kılmış, bir seferinde üç gün sonra, bir seferinde bir ay sonra namaz kılmıştır. Bu hususta da kendisi herhangi bir vakit tesbit etmemiştir.638
Sahih olan kabir üzerinde namazın sünnet olduğu ve bunun için vakit bakımından bir sınırın bulunmadığıdır. Elverirki ölen, namaz kılan hayatta iken vefat etmiş olsun.
İbnu'l-Kayyim’ın -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- zikrettiğine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem in gaib (hazır olmayan) her ölü üzerinde namaz kılmak gibi bir sünneti yoktu. Çünkü müslümanlardan pek çok kimse Peygamber in yanında hazır bulunmuyo rlarken ölmüşler, fakat kendisi onların cenaze namazlarını kılmamıştır. Necâşî'nin üzerine cenaze namazı kıldığı ondan sahih bir rivâyetle sabit olmuştur. Fakat bu hususta insanların üç farklı görüşleri vardır:
1. Bu, ümmetin her hazır bulunmaya n kimse için namaz kılabileceği hususunda bir teşri' ve bir sünnettir. Şafiî ve Ahmed'in görüşü budur.
2. Ebu Hanife ve Malik, bu ona has bir durumdur. Bu özellik ondan başkasına yoktur, demişlerdir.
3. Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye şöyle demektedi r: Doğrusu şu ki; gıyabi cenaze kimse şâyet üzerinde namaz kılınmayan bir beldede ölmüşse, üzerine gıyabi cenaze namazı kılınır. Nitekim Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in Necaşi üzerine kıldığı namaz böyledir. Çünkü o kâfirler arasında ölmüş ve onun namazı kılınmamıştır. Şâyet öldüğü yerde cenaze namazı kılınmış ise, üzerine gıyabi cenaze namazı kılınmaz. Çünkü farz, müslümanların üzerine namaz kılması suretiyle sakıt olmuştur. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem in gaib üzerinde namaz kıldığı da olmuştur, terkettiği de olmuştur. Onun yaptığı bir iş te, terkettiği bir iş te sünnettir. Bunun belli bir yeri, ötekinin belli bir yeri vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İmam Ahmed mezhebind e üç görüş vardır. En sahih olanları bu şekilde duruma göre yapılacak uygulama şeklindedir.639
Küçük çocuğun cenaze namazını kılmak caizdir. Çünkü el-Muğire b. Şube'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i şöyle buyururke n dinledim: "Küçük çocuğun cenaze namazı kılınır."640
İbnu'l-Kayyim dedi ki: Ahmed b. Ebi Abde dedi ki: Ben Ahmed'e sordum: Düşük üzerine ne zaman namaz kılmak icab eder? Şöyle dedi: Eğer üzerinden dört ay geçmiş ise (kılınır). Çünkü ona ruh üflenmiş olur.641
el-Muğire b. Şube'den Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "...ve düşük üzerine namaz kılınır, anne ve babasına mağfiret ve rahmet ile dua olunur."642 Küçük çocuk için mağfiret dilenmez. Çünkü henüz onun kalemi yazmaya başlamamıştır ve ayrıca o şefaatçidir, kendisine şefaat olunacak durumda değildir.
Mürted, münafık ve aslen kâfir olan kimsenin namazı haramdır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma. Kabrinin başında da durma. Çünkü onlar Allah'a ve Rasûlüne kâfir oldular ve fâsık olarak öldüler." (et-Tevbe, 9/84)
Savaşta çarpışma esnasında şehit düşmüş olanın da namazı kılınmaz. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den Uhud şehidleri hakkında kanları ile defnedilm elerini emrettiği, cenaze namazlarını kılmadığı ve onları yıkamadığı rivâyet edilmiştir.643
Bir had uygulanar ak ölmüş olan kimsenin cenaze namazı caizdir. Şevkâni şöyle demektedi r: Yine tercih edici sebeplerd en birisi de recm edilmiş olan kimse üzerinde cenaze namazı kılınacağına dair icmaın bulunmasıdır.644 Bununla birlikte Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ganimette n hırsızlık yapan kimsenin namazını kılmayı terketmiş ve ashabına onun namazını kılmalarını emrederek: "Arkadaşınızın namazını siz kılınız!" diye buyurmuştur.645 Ganimette n çalmaktan vazgeçirmek için böyle davranmış olması ihtimali vardır.646
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem intihar eden bir kimsenin namazını kılmamıştır. Çünkü Cabir b. Semura'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e kendisini bir okun sivri tarafıyla öldürmüş bir adam getirilmiş, onun cenaze namazını kılmamıştır."647
Cenazenin Peşinden Gitmek Fazileti ve Keyfiyeti
Ölünün yıkanması ve kefenlenm esi bittikten sonra onu taşımak ve arkasından gitmek icab eder. Bunun fazileti çok büyüktür. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan gelen rivâyete göre o şöyle demiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Her kim cenazenin başında namazı kılınıncaya kadar hazır bulunursa onun için bir kîrat vardır. Kim defnedili nceye kadar yanıbaşında bulunursa onun için iki kîrat vardır." Ona: İki kîrat ne demektir diye sorulunca, "İki büyük dağ gibi" diye buyurdu.6 48
Cenazenin taşınması ve arkasından gitmek, ölenin müslümanlar üzerindeki haklarındandır. Cenazenin, tabutun bütün taraflarından taşınması sünnettir. Çünkü Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Her kim bir cenazenin peşinden giderse, teneşirin bütün yanlarından taşısın. Bu bir sünnettir. Sonra isterse nafile olarak taşısın, isterse bıraksın."649
Cenazenin çabucak götürülmesi sünnettir. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i şöyle buyururke n dinledim: "Cenazeyi (kabre götürmekte) elinizi çabuk tutunuz. Eğer salih birisi ise siz onu hayra yakınlaştırmış olursunuz . Eğer böyle değil ise, bu durumda boyunlarınızdan çıkaracağınız bir şer demektir."650
Cenazenin taşınması erkeklere hastır. Bu hadisten anlaşılan da budur. Kadınların cenazeler in peşinden gitmeleri caiz değildir. Çünkü Um Atiyye'nin rivâyet ettiği hadiste şöyle denilmekt edir: "Bize cenazeler in peşinden gitmek yasaklandı. Fakat bununla birlikte bu bizden kesinlikl e istenmedi ."651
Cenazenin arkasında da, önünde de yürümek caizdir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in bu şekilde hareket ettiği sabittir. Ancak daha faziletli olan arkasından yürümektir. Avf b. Mâlik'in Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den rivâyet ettiği şu hadisin mefhumund an anlaşılan da budur: "Hastayı ziyaret ediniz ve cenazeler in peşinden gidiniz."652 Binekli kimse cenazenin arkasından yürür. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Binekler cenazenin arkasından yürür."653 Efdal olan ise yürümektir. Çünkü Sevbân'dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'e bir cenaze ile birlikte bulunduğu bir sırada ona bir binek getirilmiş, ona binmeyi kabul etmemişti. Cenazeden döndüğü vakit ona yine binek getirildi, bu sefer ona bindi. Kendisine sebebi sorulunca şu cevabı verdi: "Melekler yürüyordu, ben onlar yürürken binmek istemedim . Onlar gidince ben de bineğe bindim."654
Nebi Sallallah u aleyhi vesellem bir ölü üzerine cenaze namazı kıldığı vakit, önünde kabristan a kadar yürüyerek giderdi. Ondan sonraki raşid halifeler in sünneti de budur. Ancak cenaze ile gidecek diğerlerinin, arkasında olmaları sünnettir. Şâyet yürüyor ise cenazeye yakın olmaya gayret eder. Arkasında, önünde, sağında ya da solunda farketmez . Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem cenazenin çabuk götürülmesini emrederdi . Öyle ki adeta koşa koşa götürüyorlardı. Günümüzde insanların adım adım ve ağır bir şekilde yürümeleri ise, sünnete muhalif ve mekrûh bir bid'attir. Ehl-i kitab yahudiler e benzemeyi ihtiva eder.655
Yüksek sesle ağlamak, zikir getirmek, tekbir ve rahmet okumak gibi sünnete muhalif bir üslubla cenazenin peşinden gitmek caiz değildir. Cenazenin arkasından buhur (tütsü) de caiz değildir. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Cenazenin arkasından yüksek sesle de, ateşle de gidilmez."656
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye diyor ki: Cenaze ile beraber ister Kur'ân okuyarak, ister zikir, ister başka bir suretle sesi yükseltmek müstehab değildir. Dört mezheb imamının görüşü budur. Selefi teşkil eden ashab ve tabiînden nakledile n de budur. Bu hususta muhalif bir kimse olduğunu bilmiyoru m.657
Davul çalarak, çalgılarla, hazin marşlarla, feryad etmek, el çırpmak gibi münker bir takım fiillerle cenazenin arkasından gitmek haramdır.
Kabristan uzak ise cenazeyi araba ve benzeri bir şey üzerinde taşımakta bir sakınca yoktur. Cenazenin peşinden giden kimsenin,658 huşû’ içerisinde, âkıbetini düşünürek ölümden ibret alarak, ölenin varacağı netice üzerinde düşünerek gitmesi, müstehabtır. Dünyevî sözler konuşmaz.
Cenazenin götürüldüğü sırada bir kimsenin kalkıp mesela onu tevhid ediniz deyip, bunu işitenlerin ona karşılık olarak; lâ ilâhe illâllah demeleri, bir diğerinin; Allah'ı zikredin gibi sözler söylemeleri bid'attendir. Çünkü böyle bir amelin sünnette de, selef-i salihinin (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun) uygulamasında da aslı yoktur.
Ölünün Defnedilm esi
Ölüyü taşımak ve onu defnetmek ona bir ikramdır ve farz-ı kifayeler dendir. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Biz arzı bir toplanma yeri kılmadık mı? Hem dirilere, hem ölülere." (el-Murselât, 77/25-26) Yüce Allah'ın: "Toplanma yeri" buyruğu ile ilgili olarak el-Ferrâ şunları söylemektedir: "Yani yer, insanlar hayatta iken evlerinde ve binalarında sırtı üzerinde onları toplamakt a, ölümleri halinde ise onları içinde saklayıp, barındırmaktadır."659
Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmakt adır: "Sonra onu öldürüp kabre koy(dur)du." (Abese, 80/21) Yani ona içinde gömüleceği, saklanacağı bir kabir yaptı. Yine el-Ferrâ şöyle demektedi r: Onu kabre konulan bir varlık olarak yarattı. Yırtıcı hayvanlar ve kuşlar gibi meydanda atılıp, bırakılan bir varlık yapmadı.”660
Ölüyü kabre koyma işini şu sebeplerd en ötürü -ölü dişi dahi olsa- kadınlar değil, sadece erkekler üstlenirler.661
1. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem döneminde görülen ve müslümanların günümüze kadar uygulayag eldikleri budur.
2. Erkekleri n bu işi yapabilme güçleri daha çoktur.
3. Kadınlar bu işi üstlenecek olurlarsa, yabancıların önünde bedenleri nin bazı yerlerini n açılması sonucunu verebilir . Bu ise caiz değildir. Ayrıca ölenin yakın akrabaları onu kabre indirmekt e daha bir hak sahibidir ler. Çünkü yüce Allah'ın: "Akrabalar Allah'ın kitabınca birbirler ine daha yakındırlar." (el-Enfal, 8/75) buyruğunun genel anlamı bunu gerektirm ektedir.
Ölünün kabristan da defnedilm esi sünnettir. Çünkü Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ashab-ı kiramını Bâkî'de defnederd i. Şehid ise şehid düştüğü yerde defnedili r. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem düştükleri yerde defnedilm eleri için geri Uhud şehidlerinin götürülmelerini emretmişti. Çünkü bazı şehitler Medine'ye taşınmıştı.
Kabrin derin ve geniş olması sünnettir. Çünkü Hişam b. Âmir'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'e Uhud günü çok yara almış şehitlerin durumu söylenince: "(Derin) kazınız, geniş tutunuz ve güzel yapınız..." diye buyurmuştur.662 Çünkü böylesi ölünün örtülmesi açısından daha uygun, kabrinin eşilmemesi ya da yırtıcı hayvanların ölüye ulaşmaması açısından daha bir ihtiyatlıdır. Ayrıca hayatta olanları rahatsız edecek kokuyu da önler.
Hazır olanlara ölümü ve sonrasını hatırlatmak maksadıyla defin sırasında kabrin yanında oturmak caizdir. Bütün vakitlerd e de defin caizdir. Ancak zaruret olmadan (namaz kılmanın) yasak olduğu üç vakitte defnetmek mekrûhtur.
Kadın kabre indirildiğinde üzeri kapatılıncaya kadar setredilm esi gerekir. Çünkü kadın avrettir. Erkek için ise bu uygulamayı yapmak -yağmur gibi bir mazeret olması hali dışında- mekrûhtur.
Ölüyü kabre yerleştirecek olan kimsenin "bismillah i ve alâ milleti Rasûlullahi" demesi sünnettir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Ölülerinizi kabirleri ne koyduğunuz vakit "bismillah i ve alâ milleti Rasûlullahi" deyiniz."663
Ölünün, lahdinde -uyku halinde sünnet olduğu gibi- kıbleye sağ tarafı üzerine yönelik olarak yerleştirilmesi sünnettir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e Büyük günahlar nelerdir, diye sorulduğunda aralarında şunu da zikretmişti: "...Hayatt a iken de, ölüden sonra da kıbleniz olan Beyt-i Haram'ı (saygınlığını çiğneyecek türden işler yaparak) helâl kabul etmek."664
Kefenin baş ve ayak tarafından yapılmış olan düğümlerini çözer, yüzünü açmaz. Çünkü böyle bir şey rivâyetlerde gelmemiştir. Başının altına bir kerpiç konur. Eğer kerpiç bulunamas a taş parçası konulabil ir. Şâyet o da bulunmazs a ve gerek görülürse toprak konulur, değilse bir şey konulmaz.
Ölünün, kabrin ön duvarına doğru yakınlaştırılması ve sırtının arka tarafının toprak ile beslenmes i gerekir; ta ki yüzü üstüne yıkılmasın yahut sırtı üzerine dönmesin. Yanağı yere değecek şekilde kefen yanağının üzerinden çekilir. Daha sonra lahdin açık tarafı kerpiç ve çamur ile kapatılır. Böylelikle toprağın ölünün üzerine gelmesi önlenmiş olur.
Üzerine üç defa el ile toprak atmak sünnettir. Daha sonra kabrin üzerine toprak doldurulu r. Başka bir şey konulmaz. Kabrin ayırdedilmesi, korunması, tahkir edilmemes i ve kabir sahibine rahmet okunması için bir karış kadar yerden yükseltilmesi sünnettir. Çünkü Câbir Radıyallahu anh'ın rivâyet ettiği hadise göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e lahit şeklinde mezar yapıldı ve onun üzerine kerpiçler dikine yerleştirildi. Kabri yerden yaklaşık bir karış kadar yükseltildi.665
Kabrin üst tarafının hörgüç gibi kambur bir şekilde yapılması, dümdüz yapılmasından daha faziletli dir. Çünkü Süfyan et-Temmâr şöyle demiştir: Ben Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in kabrinin deve hörgücü gibi tümsek yapılmış olduğunu gördüm.666
Kimi ilim ehli bunun hikmetini sözkonusu ederek şöyle demiştir: Deve hörgücü gibi tümsek yapılması halinde gelen yağmurlar ve seller etrafa dağılır. Ayrıca dümdüz yapılması dünya ehlinin yapılarına benzer. Dar-ı harbte defnedili p, dar-ı İslâm'a nakline imkân bulunmaya nların kabri de dümdüz yapılmaz; ta ki kabri deşilip, azaları kesilmeğe kalkışılmasın.
Kabrin üzerine çakıl taşlarının konulması, sonra toprağın birbirini tutması için su dökülmesi sünnettir. Çünkü Câfer b. Muhammed'in babasından rivâyetine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem oğlu İbrahim'in kabri üzerine su serpmiş ve üzerine çakıl taşları koymuştur.667
Kabrin iki tarafına dikine taşlar koymak suretiyle alâmetlendirilmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den rivâyet edildiğine göre Osman b. Maz'un vefat ettiğinde başı tarafına bir taşın konulmasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ben bununla kardeşimin kabrini tanıyacağım bir işaret koymuş oluyorum. Aile halkından ölenleri de onun yakınına defnedeceğim."668
Fakat bu taşların üzerine yazı yazmak caiz değildir. Çünkü Câbir'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem kabirleri n alçı ile sıvanmasını, üzerlerine yazı yazılmasını, üzerlerine bina yapılmasını ve üzerlerinden geçilmesini yasakladı."669
Ölünün defin işi bittikten sonra kabir yanında ona dua etmek müstehabtır. Çünkü Osman b. Affan Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ölüyü defnetme işini bitirdikt en sonra kabrinin üzerinde durur ve şöyle derdi: “Kardeşiniz için mağfiret dileyiniz, onun için sebat dileyiniz . Şu anda ona soru sorulmakt adır."670 Herkes kendi başına ona dua eder, topluca dua yapılmaz.
Ölü Defnine Dair Bazı Hükümler
1. Kâfirlerin müslüman kabristanında, müslümanların da kâfirlerin kabristanında defnedilm eleri caiz değildir.
2. Defin işini adaletli, defin hükümlerini bilen birisinin üstlenmesi gerekir.
3. Kabrin toprağını artırmak (başka yerden toprak taşıyarak üstüne koymak) yahut üzerine bina yapmak caiz değildir. Çünkü Câbir Radıyallahu anh şöyle demiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem kabrin üzerine bina yapılmasını ya da ona (başka yerden toprak alınarak) eklenmesi ni yasakladı..."671
4. Kabrin bir karıştan daha fazla yükseltilmesi mekrûhtur. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem, Ali Radıyallahu anh'a şöyle demiştir: "İmha etmedik hiçbir heykel bırakma, yükseltilmiş ne kadar kabir görürsen mutlaka dümdüz et!"672
5. Kabrin boyanması mekrûhtur. Çünkü bu kabirlere yakışmayan bir bid'attir. Aynı şekilde kabrin alçı ile sıvanması, ona yaslanılması mekrûh olduğu gibi, kabrin yanında geceyi geçirmek, dünya işlerinden sözetmek, tebessüm etmek de mekrûhtur. Gülmek ise daha ileri derecede bir mekrûhtur. Kabrin üzerinde yazı yazmak, kabrin üzerinde oturmak, üzerinden geçmek, üzerine kubbe yapmak da mekrûhtur. Çünkü Câbir'in rivâyet ettiği hadiste şöyle denilmekt edir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem kabrin alçı ile sıvanmasını, üzerine oturulmasını ve üzerine bina yapılmasını yasakladı."673 Tirmizî'de şu fazlalık da vardır: "...Ve kabirler üzerine yazı yazılmasını (yasakladı)"674 Yine Umare b. Hazm'den geleni "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem beni bir kabir üzerinde otururken gördü. Kabrin sahibine eziyet etme... diye buyurdu." rivayeti de bunu gerektirm ektedir.6 75
6. Âhiretin hatırlanması gereken bir yerde dünya işleri hakkında konuşmak, tebessüm ve gülümsemek yakışan bir iş değildir. İbn Mesud Radıyallahu anh'dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Ben sizlere kabir ziyaretin i yasaklamış idim. Artık kabirleri ziyaret edebilirs iniz. Çünkü kabirler dünyaya rağbeti azaltır, âhireti hatırlatır."676
7. Herhangi bir mazeret olmadan ayakkabılarla kabirler arasında yürümek mekrûhtur. Şâyet yer oldukça sıcak, yahut dikenli ve benzeri durumda ise o vakit ayakkabılarla yürümekte bir sakınca yoktur. Çünkü Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in azadlısı Beşîr b. Nehîk’in rivâyet ettiği hadiste şöyle demektedi r: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ile birlikte yürüyordum... İki nalin giyinmiş birisinin kabirler arasında yürümekte olduğunu gördü, şöyle buyurdu: "Ey nalin (veya terlik) giyen kimse, yazık sana! Sen onları ayağından çıkart!" Adam bize doğru baktı, Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i tanıyınca onları çıkartıp, atıverdi."677
8. Kabirlerd e (kandil ve benzeri şeyler) yakarak oraları ışıklandırmak haramdır. Çünkü İbn Abbas'tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem kabirleri ziyaret eden kadınlara ve kabirler üzerinde mescid edinip, kandil yakanlara lanet okumuştur.678
9. Kabirler üzerinde ya da kabirler arasında def-i hacet haramdır.
10. Kabirler üzerinde ya da kabirler arasında mescid bina etmek -az önce geçen hadis dolayısıyla- haramdır. Aynı şekilde mescidler de defin de haramdır. Çünkü mescidler in bina ediliş maksadı bu değildir.
11. Önceki ölünün toprak olduğuna dair kuvvetli bir kanaat sahibi olmadıkça, bir ölünün diğeri üzerinde defnedilm esi haramdır.
12. Birbirler iyle akraba ölülerin bir tek kabristan da bir arada bulunduru lmaları müstehabtır. Fakat zaruret olmadıkça tek bir lahitte toplanmal arı haramdır.
13. Üzerinde âyete'l-kürsi'nin yazılı olduğu bir yeşil kumaş parçasının naşın üzerine konulması caiz değildir. Çünkü bu yolla Allah'ın kelâmı tahkir edilmiş olur. Ayrıca bu hususta sünnette bir rivâyet vârid olmuş değildir. Ashabdan ya da tabiînden kimse de bunu yapmamıştır. Şâyet bunu yapmakta bir hayır bulunsaydı, hiç şüphesiz onlar bu işi bizden önce yaparlardı. Üstelik böyle davranmak, bunun ölüye fayda vereceği şeklinde bozuk bir itikada da sebeb olabilir. Doğrusu ise bunun ona bir fayda sağlayamayacağıdır.
14. Kabirleri n yanında hayvan kesmek ve orada kesilen hayvandan yemek haramdır.679 Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye şöyle demektedi r: Kabrin yanında hayvan kesmek ve kurban kesmek haramdır. İsterse bunu yapmayı adamış yahut vakfeden kişi vakfiyesi nde şart koşmuş olsun. Bu şart batıldır. Çünkü Enes Radıyallahu anh şöyle demiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "İslamda (meşru olmayan amaçlarla) hayvan kesmek yoktur."680
15. Definden sonra telkin caiz değildir. İbnu'l-Kayyim -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-'in belirttiğine göre; Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem‘in bugün insanların yaptığı şekilde ölüye telkin verdiği herhangi bir rivâyette sabit olmamıştır. Taberânî'nin Mu'cem’inde kaydettiği Ebu Umame'nin Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in: "Kardeşlerinizden birisi öldüğü takdirde kabri üzerine toprağı düzelttikten sonra biriniz kabrinin başında dursun, sonra: Ey filan desin..."681 hadisi ile ilgili olarak da: "Bu (Peygamber efendimiz e kadar ulaşan) merfu bir rivâyet olarak sahih değildir." demektedi r.682
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye'nin naklettiğine göre ise ölümden sonra telkinde bulunmak icmâ’ ile vacib değildir. İsterse bu Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in ve halifeler inin döneminde müslümanların yapmış oldukları bir iş olsun. Fakat Ebu Umame ve Vâsile b. el-Eska’ gibi bir grub ashabdan böyle bir nakil gelmiştir. İmam Ahmed buna ruhsat vermiştir. Onun mezhebine mensub bazı kimseler ile Şafiî mezhebine mensub alimler bunu müstehab görmüşlerdir. İlim adamları arasından bid'at olduğundan ötürü onu mekrûh görenler de vardır. O halde bu hususta: Müstehab, kerahet ve mübahlık olmak üzere üç görüş bulunmakt adır.683
Sahih olan ise bunun Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den sabit olmadığıdır. Meşru olan, ölüye dua etmektir. Çünkü bu sünnettir.
16. Kabrin yanında Kur'ân okumak caiz değildir. Çünkü ne Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den, ne de ashabından böyle bir şey vârid olmuştur. O halde bu işi yapan dinde bid'at çıkartan bir kimse demektir. Çünkü böyle bir kişi dinde olmayan bir şeyi dinde sonradan ortaya çıkarmış olur. Bu da caiz değildir. İbn Mesud'un rivâyetine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "...Sonrad an çıkartılan herbir iş bid'attir ve her bir bid'at bir sapıklıktır."684
17. Kadınların kabirleri ziyaret etmeleri caiz değildir. Çünkü İbn Abbas'tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem kabirleri ziyaret eden kadınları ve kabirler üzerinde mescid bina edip, kandil yakanları lanetlemiştir."685 Lanet okumak ise mübah ya da mekrûh bir fiil hakkında sözkonusu olmaz. Aksine haram bir fiil için sözkonusu olur. Kadınların kabirleri ziyaret etmeleri büyük günahlardandır. İşte bundan dolayı onun hakkında lanet sözkonusu olmuştur.
18. Kabrin üzerine hurma dalı ya da benzeri bir şey koymak caiz değildir. Çünkü bu bir bid'attir, ölü hakkında da kötü zan beslemeye sebebtir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in (hadiste sözkonusu edilen) iki kabir üzerine hurma dalını koyması, ancak onların azab görmekte olduklarını bilmesind en sonra olmuştur. Bizim ise bu konuda bir bilgimiz yoktur. Dolayısıyla böyle bir şey koymak, kötü bir zan olur. Ayrıca bizler Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in yaptığı gibi bu işi yapacak olursak, şefaatimizin Allah tarafından kabul edilip edilmeyec eğini bilmiyoru z.686
Ta’ziye
Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Allah'ın izni olmadıkça hiçbir musibet gelip çatmaz. Kim Allah'a iman ederse, onun kalbine hidayet verir. Allah herşeyi en iyi bilendir." (et-Teğâbun, 64/11) Kul eşini, çocuğunu, ebeveynin i yahutta yakın bir akrabasını kaybetmek gibi bir musibetin, ancak Allah'ın izni ile gerçekleştiğine kesinlikl e inanırsa, Allah onun kalbine teslimiye t ve ilâhî hükme rıza gösterme başarısını ihsan eder.
Bundan dolayı kulun pek büyük bir ecir elde edebilmes i için sabretmes i, Allah'a hamdetmes i, O'na yönelerek istircâda bulunması gerekir. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Andolsunk i sizi biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden yana eksiltmek le imtihan edeceğiz. Sabredenl eri müjdele! Onlar kendileri ne bir musibet gelip çattığında: 'Muhakkak biz Allah'ınız ve muhakkak biz O'na dönücüleriz' derler. İşte Rablerind en bir mağfiret ve bir rahmet hep onların üzerindedir ve onlar doğru yola erdirilen lerin ta kendileri dir." (el-Bakara, 2/155-157)
Müslümanın şunu bilmesi gerekir ki, dünya bir sınama diyarıdır. Bundan dolayı zorluk ve sıkıntılı zamanlard a sabır ile bezenmesi, kendisini tahammülsüzlükten ve kaza ve kadere karşı kızıp köpürmekten alıkoymalı, kötü söz söylemekten dilini engelleme li, organlarını masiyetle re yönelmekten zabt-u rabt altına almalıdır. Böyle bir musibet zamanında elbisesin i yırtmaya, yanaklarına vurmaya kalkışmamalıdır. Rabbinin razı olacağından başka bir söz söylememelidir. Bunu yapmakla onun bu mihneti bir armağana dönüşür.
Um Seleme Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i şöyle buyururke n dinledim: "Herhangi bir kula bir musibet isabet edip de o kimse:

Biz şüphesiz Allah'a aidiz ve muhakkak O'na döneceğiz. Allah'ım, bu musibetim in mükâfatını bana ver ve bana onun yerine daha hayırlısını ver!" diyecek olursa, mutlaka Allah ona o musibetin den ötürü ona ecir verir ve ona bu kaybettiğinden daha hayırlısını onun yerine ihsan eder."687
Merhum İbn Nâsıru'd-Din ed-Dımeşkî şöyle demektedi r:
"Kader yerini bulur, ondaki hayır ise fazladan
Allah'a güvenip, iman eden fakat oyalanmay an
bir kimseye. Bir kurtuluş gelse ya da bir musibet
Her iki halde nefsine der: Allah'a hamdet."688
Dininde musibete uğramayan bir kimse nasıl gazablanıp, öfkelensin ki? Çünkü Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem duasında şöyle derdi: "...Ve musibetim izi dinimizde kılma..."689 Musibetle ri unutmayıp da, nimetleri unutan kimse de nasıl kızıp, öfkelenmesin?
Ölünün yıkanması, kefenlenm esi, cenaze namazının kılınması, defnedilm esi, borcunun ödenmesi, şer'î vasiyetin in yerine getirilme si, ona dua edilip mağfiret dilenmesi ölenin haklarından olduğu gibi, ölenin yakınlarının musibetle rini söz ve fiil ile hafifletm eye çalışmak da onların hakkıdır.
Ölenin yakınlarına taziyede bulunmak, Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in sünnetlerindendir. Çünkü o şöyle buyurmakt adır: "Bir musibet sebebiyle kardeşine taziyede bulunan herbir mü'mine, Yüce Allah mutlaka kıyamet gününde şeref ve ihsan elbiseler inden giydirece ktir."690 Abdullah (b. Mesud), Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedi r: "Musibete uğramış bir kimseye, taziyede bulunan kişiye onun ecrinin bir benzeri verilir."691
Taziye ölenin yakınlarına bir teselli, sabra ve ilâhi kaza ve kadere rızayı ihtiva ettiği gibi; bu musibete katlanmak ve bunun ecrini Allah'tan beklemek için de onlara bir güçtür. Taziye zamanı musibetin gelip çatmasından itibaren definden önce ve definden sonra etkisi ruhun üzerinden geçip unutulunc aya kadar devam eder.
Taziye çarşı-pazarda, mescidde yahut iş yerinde.. . her yerde caizdir. Çünkü ölenin yakınlarını taziye etmek için onlara gitmek yahutta bu maksat için yola koyulmak caiz değildir. Bu sünnette yoktur. Ancak akrabalık bağının koparılmasından korkulurs a bir sakıncası yoktur.
Taziyede kullanılacak en güzel ifade Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in kızı Zeyneb'e yaptığı taziyede söylediği ifadelerd ir. Ona oğlunun ölmek üzere olduğunu haber veren bir elçi gönderdiğinde, Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz aldığı da, verdiği de Allah'ındır. O'nun nezdindek i herbir şey belli bir vâde iledir. O bakımdan sabretsin, ecrini de Allah'tan beklesin."692
Bazı ilim adamları şu kabilden ifadeleri tercih etmişlerdir: Allah ecrini arttırsın, senin matemini güzelleştirsin, ölüne mağfiret buyursun. Bu ve benzeri ifadeler de caizdir. Evlâ olan, sünnette varid olmuş lafızlarla taziyede bulunmaktır.
Kendisine taziye bildirile n kişinin de: Allah duanı kabul etsin, bize ve size rahmet ihsan etsin demesi müstehabtır. İmam Ahmed bu şekilde taziyeye karşılık vermiştir.693 Ancak geri kalan senin hayatına eklensin ve benzeri bid'at bir takım lafızlarla taziyede bulunmak caiz değildir.
Ölenin akrabaları kendi musibetle riyle meşgul olacaklarından, kendileri yle ilgilenem eyecekler i için onlara yemek yapmak sünnettir. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem Cafer b. Ebi Talib şehit düşünce böyle yapılmasını emrederek şöyle buyurmuştur: "Cafer'in ailesine bir yemek yapınız. Çünkü onlara kendileri ni yeteri kadar meşgul edecek bir iş gelmiştir."694
Evde ya da herhangi bir mekânda taziye için toplanmak, bunu ilan etmek caiz değildir. Çünkü bunun aslı (şer'î bir dayanağı) yoktur. Hatta seleften bazıları bu işi (yasaklana n) feryad ve figan etmek, ağıt yakmak kabilinde n saymışlardır.
Kur'ân okumak caiz değildir. Bazı İslâm topraklarında, yas ve matemlerd e Kur'ân okuyucula rın ücretle tutulduğu görülmektedir. Bunun caiz olmayışı hem bid'at oluşundan, hem de malı meşru olmayan bir yere harcamakt an dolayıdır.
Taziye için özel bir elbise caiz değildir. Bazı İslâm ülkelerinde görülen siyah elbise giyinmek gibi. Çünkü böyle bir davranışta Allah'ın kaderine razı olmamak gibi bir ifade vardır. Selef de böyle bir şeyi yapmamıştır.
Müslüman olmayanla ra taziyede bulunmak caiz değildir. Çünkü taziye musibete uğ
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
NAFİLELER

1. Revâtib (Nafileler)
Tatavvu’ (nâfile) namazın meşrûiyeti:
Şanı yüce Allah'ın hikmetini n, kullarına rahmetini n bir tecellisi olarak tatavvu’ (nâfile) namaz kılmayı meşrû kılmıştır. Farz olan herbir ibadet türünden -bu yolla farzlarda meydana gelebilec ek eksiklikl er telafi edilebils in diye- bir de tatavvu çeşidi kılmıştır.
Kimi namazlar vâcib (farz), kimileri tatavvu (farz olmayan nafile) türündendir. Orucun da kimisi vacib, kimisi tatavvu, haccın da kimisi vacib, kimisi tatavvudu r... Tatavvu namazı, vacib (farz) olmayan namaz demektir. Mükellef olan kimseden böyle bir namazı kılması kesin olmayan bir ifadeyle ve farz olarak yazılandan ayrı olarak yerine getirilme si istenir. Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde insanların amellerin den dolayı hesaba ilk çekilecekleri amel namazlarıdır. Aziz ve celil olan Rabbimiz meleklere -o en iyi bilen olduğu halde- şöyle der: "Kulumun namazına bir bakınız, onu tam mı yoksa eksik mi yerine getirmiştir?" Eğer namazı tam ise ona tam olarak yazılır. Şâyet ondan bir şeyleri eksik bırakmışsa "Kulumun herhangi bir tatavvu namazının olup olmadığına bakınız." diye buyurur. Şâyet tatavvu namazları var ise: "Kulumun farz namazını tatavvuun dan tamamlayınız" buyurur. Daha sonra diğer ameller de bu şekilde ele alınır.705
Tatavvu namazının bazıları farz olan namaza tabi değildir. Kusûf (güneş tutulması), husûf (ay tutulması), teravih, istiskâ (yağmur duası namazı) gibi. Kimi tatavvu namazları da farz namaza tabidir. Farzdan önce ve sonra kılınan nafileler (sünnetler) gibi. Kimi namazlar belli bir sebebe bağlı olarak kılınır. Kimileri belli bir sebebe bağlı olmaksızın kılınır. Kimilerin in vakitleri bellidir, kiminin belli vakitleri yoktur.
Revâtib sünnetler:
Farz namazlara tabi olarak kılınan nafileler, revâtib olan ve olmayan olmak üzere iki kısma ayrılır.
Revâtib sünnetler her zaman ve sürekli olarak farz namazlara tabidir. İlim ehli bunların sayıları hususunda farklı görüşlere sahiptir. Kimisinin kanaatine göre bunlar on rekâttir. İki rekât öğle namazından önce, iki rekât öğleden sonra, iki rekât akşam farzından sonra, iki rekât yatsı namazından sonra ve iki rekât sabah namazından önce. Buna delil İbn Ömer Radıyallahu anh'ın hadisidir: "Ben Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den on rekât belledim. İki rekât öğleden önce, iki rekât öğleden sonra, iki rekât akşamdan sonra evinde, iki rekât yatsıdan sonra evinde, iki rekât sabah namazından önce evinde..."706
Bazıları bu sünnetlerin oniki rekât olduğu görüşündedir. Buna delil de Âişe Radıyallahu anha'nın rivâyet ettiği şu hadistir: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem öğle namazından önce dört rekâti, sabah namazından önce iki rekâti terketmez di.707 Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in hanımı Um Habibe'den de şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i şöyle buyururke n dinledim: "Günde tatavvu olarak Allah için on iki rekât kılan herbir müslüman kula mutlaka yüce Allah cennette bir ev yapar. -Yahutta ona cennette bir ev bina edilir...-"708
Hafız (İbn Hacer) Fethu'l-Bârî'de şunları söylemektedir: Daha uygunu bunun iki ayrı hal için kabul edilmesid ir. Kimi zaman iki rekât, kimi zaman dört rekât kılardı. Şöyle de açıklanmıştır: Bu onun mescidde olması halinde sadece iki rekât kılması, evde ise dört rekât kılması şeklinde anlaşılmalıdır. Evinde bulunduğu vakit iki rekât kılmış olması, sonra mescide çıkıp iki rekât daha kılmış olması ihtimali de vardır. İşte İbn Ömer mescidde olanı görmüş, evde olanı görmemiştir. Âişe Radıyallahu anha ise her iki duruma da muttali olmuştur. Birinci görüşü Ahmed ve Ebu Davud'un, Âişe Radıyallahu anha'ın rivâyet ettiği hadisteki şu ifade pekiştirmektedir: "Öğleden önce evinde, önce dört rekât kılar sonra çıkardı."709 Ebu Cafer et-Taberî der ki: Dört rekât kılması çoğu hallerind e görülen bir durumdur. İki rekât kılması ise daha az görülmüştür.710
Sahih olan, revâtib sünnetlerin oniki rekât olduğudur. Öğleden önce dört, öğleden sonra iki, akşamdan sonra iki, yatsıdan sonra iki, sabahdan önce iki.
Bu revâtib sünnetler farz namazlard a görülebilen hata ve eksikleri ortadan kaldırır.
Revâtib sünnetler iki kısma ayrılır: Müekked olan ve müekked olmayan. Müekked olanları oniki rekâttir. Bunlar Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in çoğunlukla kıldığı, nâdiren terkettik leridir. Diğerleri ise müstehab sünnetlerdir. Bunlar da Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in çoğunlukla terkedip, nâdiren kıldıklarıdır.
Sabah sünnetinin fazileti:
Sabah namazının iki rekât sünneti revâtib sünnetler arasında en müekked olandır. Çünkü Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem sabahın iki rekâtine gösterdiği dikkat kadar nafile hiçbir namaza dikkat ve özen göstermiş değildir."711 Yine ondan gelen rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sabah namazının iki rekâti dünyadan ve dünyadaki herşeyden hayırlıdır."712
Bu iki rekâtin müekkedliklerinin delilleri nden birisi de şudur: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ister mukimken, ister yolcu iken bu iki rekâti kılmayı terketmez di. Ebu Hureyre'den rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sizleri suvariler kovalayac ak olsa dahi sabah namazının iki rekâtini terketmey iniz."713 Sıkıntılara, düşmanın kovalamasına rağmen Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem sabahın sünnetini terketmey i yasaklama ktadır.
Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i sabahdan önce kıldığı iki rekâti kılmakta elini çabuk tuttuğu kadar herhangi bir nafileyi yerine getirmekt e acele ettiğini hiç görmedim."714
Sabah namazının sünnetinin bazı özellikleri:
Sabah namazının sünnetinin bazı özellikleri vardır:
1. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bu iki rekâti hafif tutardı. Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem sabah namazından önceki iki rekâti o kadar çabuk kılardı ki bazen ben acaba Fatiha'yı okudu mu, diye (kendi kendime) sorardım."715
2. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bu namazda Fatiha'dan sonra özel bir kıraat tahsis ederdi. Ebu Hureyre'den rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem sabah namazının iki rekâtinde: "Deki: Ey kâfirler" (el-Kâfirun, 109/1) ile "Deki: O Allah'tır, bir tektir." (el-İhlas, 112/1) surelerin i okurdu.71 6
İbn Abbas'tan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem sabah namazının (sünnet) iki rekâtinde: "Deyin ki: Biz Allah'a ve bize indirilen e... iman ettik." (el-Bakara, 2/136) ile Al-i İmran suresinde ki: "Deki: Ey kitab ehli, bizimle sizin aranızda adaletli olan bir kelimeye geliniz.. ." (Al-i İmran, 3/64) âyetini okurdu.71 7
Muslim'in, İbn Abbas'tan naklettiği rivâyete göre de Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem sabah namazının iki rekâtinin birincisi nde el-Bakara suresinde ki: "Deyin ki: Biz Allah'a ve bize indirilen e... iman ettik." (el-Bakara, 2/136) âyetini, diğer rekâtte ise: "...Sen de bizim şüphesiz müslümanlar olduğumuza şahid ol, dediler." (Al-i İmran, 3/52) âyetini okurdu.71 8
Sadece Fatiha'yı okuyarak ondan sonra herhangi bir şey okumaması da caizdir. Çünkü Âişe Radıyallahu anha şöyle demiştir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem sabah namazından önceki iki rekâtte okuduğu, Fatihatu'l-kitab kadardı."719
3. Bu iki rekâti kıldıktan sonra gece namazı kılan kimseler için sağ yanı üzerine uzanmak sünnettir. Çünkü böyle bir kimsenin istirahet e ihtiyacı vardır. Tercih edilen görüşe göre bu böyledir. Elverirki uykuya dalıp, sabah namazının farzını kaçırmaktan korkmasın. O takdirde bu, sünnet olmaz.
Râtib sünnet ile farz namaz arasını ayırmak:
Farz ile farzdan önceki yahutta sonraki râtib sünnetin arasını bir başka yere geçmek yahut konuşmakla ayırmak sünnettir. Çünkü Muaviye Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "...Cuma namazını kıldığı takdirde konuşmadıkça yahutta dışarı çıkmadıkça hemen arkasından bir başka namazla onu bitiştirme! Çünkü Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem bize bunu konuşmadıkça yahutta dışarı çıkmadıkça bir namazın bir diğer namaza eklenmeme sini emretti."720
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in ashabından bir adamdan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ikindi namazını kıldı. Bir adam kalkıp, namaza durdu. Ömer Radıyallahu anh onu görünce ona: Otur dedi. Şüphesiz kitab ehli namazlarının arasını birbirind en ayırmadığı için helâk oldular, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem: "Hattab'ın oğlu güzel söyle" buyurdu.7 21
Nafile namazın kılınacağı yer:
Nafile namazı mescidde de, evde de kılınabilir. Fakat evde kılınması daha faziletli dir. Bundan teravih gibi cemaatle kılınması meşru namazlar müstesnâdır. Bu gibi namazların mescidde kılınması daha faziletli dir. Çünkü Zeyd b. Sabit Radıyallahu anh'dan rivâyet edildiğine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "...Eviniz de namaz kılmaya bakınız. Şüphesiz farz olan namaz dışında kişinin kıldığı en hayırlı namaz evinde kıldığıdır."722
İbn Ömer Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Namazınızın bir bölümünü evleriniz de kılınız, evleriniz i kabristan a çevirmeyiniz."723
Revâtib sünnetin kazasını kılmanın hükmü:
Namazdan önce kılınan herbir sünnetin vakti namaz vaktinin girişinden namazın kılınışına kadardır. Namazın farzından sonra kılınan her bir sünnetin vakti ise, farzın kılındığı vakitten başlar, vaktin çıkışına kadar devam eder.724
İnsan râtibe bir sünneti kaçıracak olursa, şâyet bir özürden dolayı kaçırmış ise onu kaza etmesinde bir vebal yoktur ve râtibenin yerine geçer. Şâyet özürsüz geçirmiş ise râtibenin yerini tutmaz, fakat bundan dolayı günah da kazanmaz.
Sabah namazının sünnetinin kazası yapılır. Eğer vaktinde bir özür dolayısıyla kılınmamış ise nafile namaz kılmanın helâl olduğu vakitten itibaren zeval vaktine kadar kaza edilmesi müekked bir sünnettir. Um Seleme Radıyallahu anha’dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Ey Ebu Umeyye'nin kızı, sen ikindiden sonraki iki rekât hakkında soru sordun. Bana Abdu'l-Kays oğullarından bir grub kavimleri adına müslüman olduklarını bildirmek üzere geldi de onlarla meşgul olduğumdan ötürü öğleden sonraki iki rekâti kılamadım. İşte (ikindiden sonra kıldığım) o iki rekât bunlardır."725
Sahih-i Muslim'de sabit olan Ebu Hureyre ve Ebu Katade'nin rivâyet ettikleri Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in ve ashabının yolda iken sabah namazını uykuda kaldıkları için kılamayışları ile ilgili kıssa da bunu göstermektedir.726 Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem önce sabah namazının sünnetini kıldı, ondan sonra sabahın farzını kıldı.
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Tatavvu namazı kılınırken oturmak:
Ayakta durabilme gücü olmakla birlikte tatavvu namazında oturmak -farzdan farklı olarak- caizdir. Çünkü farzda ayakta durmak bir Rükundür. Gücü yettiği halde ayakta durmayı terkeden bir kimsenin namazı batıldır.
el-Muğnî'de şöyle demektedi r: Oturarak tatavvu namazı kılmanın mübah olduğunda, bununla birlikte ayakta durmanın daha faziletli olduğunda bir görüş ayrılığı olduğunu bilmiyoru z. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştur: "Kim ayakta kılarsa bu daha faziletli dir, kim de oturarak kılarsa ona ayakta duranın ecrinin yarısı vardır..."727 Bununla birlikte oturarak tatavvu namazı kılan kimsenin kıyamda durulması gereken yerde bağdaş kurarak oturması mustehabtır.728
Tatavvu namazının bir bölümünün ayakta, bir bölümünün oturarak eda edilmesi de -kerahat sözkonusu olmaksızın- caizdir. Hatta bunu aynı rekâtte bile yapabilir . Çünkü İmam Muslim Sahih'inde Alkame b. Vakkas'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedi r: Ben Âişe'ye: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem’in kıldığı iki rekâti oturuyor iken nasıl kılardı, diye sordum. Şöyle buyurdu: "Bu iki rekâtte Kur'ân okurdu. Rukûya varmak istediği vakit ayağa kalkar ve öylece rukûya varırdı."729
Yine Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Ben Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i gece namazını oturarak kılarken şu şekilde hareket ettiğini gördüm: Tekbir getirdikt en sonra oturarak Kur'ân okurdu. Okuduğu sureden geriye otuz ya da kırk kadar âyet kaldı mı ayağa kalkar, onları (ayakta) okur, sonra rukûya varırdı."730
Yolculuk halinde revâtib sünnetlerini kılmak:
Meşru olan, yolculuk halinde revâtib sünnetleri -vitr ile sabahın sünneti dışında- terketmek tir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den sabit olup, İbn Ömer ve başkalarının rivâyet ettiği hadis bunu ifade etmektedi r. Buna göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem vitir ile sabah namazının sünneti dışındaki râtib sünnetleri yolcu iken kılmazdı. Mutlak nafile namazlara gelince; bunlar yolculukt a da, ikamet halinde de meşrudurlar. Sebepli olan namazlar da böyledir. Abdest sünneti, tavaf sünneti, kuşluk namazı, gece teheccüdü gibi. Çünkü bu hususta vârid olmuş hadisler bunu ortaya koymaktadır.731
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
2. Teravih Namazı
Hükmü ve bu ismin verilmesi nin sebebi:
Terâvih namazı ramazan ayında cemaatle kılınması sünnet olan nafileler dendir. Müekked bir sünnettir. Ona "terâvih" adının veriliş sebebi bu namazı kılan müslümanların her dört rekât arasında istirahat etmek için oturmalarıdır. Çünkü bu dört rekâtte uzunca Kur'ân okunurdu. Âişe Radıyallahu anha'ya: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in ramazan ayındaki namazı nasıldı, diye sorulunca şöyle demişti: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ramazanda olsun, başka aylarda olsun onbir rekâtten fazla kılmazdı. Önce dört rekât kılardı. Onların güzelliğini ve uzunlukla rını hiç sorma! Sonra bir dört rekât daha kılardı. Onların da güzelliklerini, uzunlukla rını hiç sorma. Sonra üç rekât kılardı..."732
"Sümme: sonra" edatı bir atıf harfi (bağlaç) olup tertib (sıralamayı) ve terâhîyi (arada zaman fasılası bulunduğunu) ifade eder.
Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem dört rekâtte iki defa selam verirdi. Sonra dinlenird i. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh'dan gelen rivâyete göre bir adam: Ey Allah'ın Rasûlü, gece namazı nasıl olmalı? diye sormuş, Peygamber şu cevabı vermişti: "İkişer ikişer kılınır. Eğer sabahın gireceğinden korkarsan, tek bir rekât vitr kıl!"733
Âişe Radıyallahu anha da şöyle demiştir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem yatsı namazını bitirdikt en sonra (ki insanlar buna el-Ateme (karanlık) derler) sabaha kadar onbir rekât namaz kılardı. Her iki rekât arasında selam verir ve sonra vitr olarak tek bir rekât kılardı..."734
Teravihin fazileti ve vakti:
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ramazan ayında namaz kılmayı teşvik buyurmuştur. Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Her kim inanarak ve umarak ramazan ayını kıyam ile geçirecek olursa, onun geçmiş günahları affolunur ."735
Teravih namazı erkeklere de, kadınlara da sünnet olup yatsı namazından ve onun sünnetinden sonra, fakat vitr namazı kılınmadan önce ikişer ikişer kılınan bir sünnettir. Vitirden sonra kılınması da -daha faziletli olan terkedilm iş olmakla beraber- caizdir.
Teravih namazının vakti, ikinci fecrin doğuşuna ya da gecenin bitişine kadar devam eder. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Gece kalkışı (var ya) o hem daha etkilidir, hem de söyleyişi itibariyl e daha sağlamdır." (el-Müzzemmil, 73/6)
Âişe Radıyallahu anha'dan rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem bir gece mescidde namaz kıldı. O namaz kıldı diye bir grub insan da onun gibi kıldı. Bir sonraki gece de kıldı, insanlar çoğaldı. Sonra üçüncü gece ya da dördüncü gece oldukça toplandılar. Bu sefer Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem yanlarına çıkmadı. Sabah olunca şöyle buyurdu: "Sizin yaptığınızı gördüm. Yanınıza çıkmamı engelleye n tek husus, bunun (kıldığımız bu gece namazının) size farz kılınacağından korkmamdır." Bu husus Ramazanda olmuştur.736 Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bu namaza çıkmaya devamı terketmek teki sebebi açıklamış bulunmakt adır.
Rekatleri nin sayısı:
Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem Ramazanda olsun, başka ayda olsun onbir rekâtten fazla kılmazdı..."737
Câbir Radıyallahu anh'dan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem Ramazan ayında bize sekiz rekât ile vitiri kıldırdı. Ertesi gün mescidde toplandık ve yanımıza çıkacağını ümit ettik. Sabaha kadar mescidde bekledik. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in yanına gittik, ona: Ey Allah'ın Rasûlü yanımıza çıkıp bize namaz kıldırmanı bekledik, dedik. Şöyle buyurdu: "Ben vitrin üzerinize farz olarak yazılacağından çekindim."738
Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'den sabit ve mütevatiren gelen budur. Ondan sonra Ömer b. el-Hattab müslümanları Ubeyy b. Ka’b'ın arkasında (namaz kılmaları için) topladı. Böylelikle cemaatle namaz kılmaya başladılar ve bu, günümüze kadar devam etti. Yirmi rekât namaz kılıyorlar ve üç rekât te vitr kılıyorlardı. Ashab-ı kiram da bu hususta onlara muvafakat etti. Onlardan sonra gelen raşid halifeler den kimse de onlara muhalefet etmedi. el-Muğni'de şunları söylemektedir: Ebu Abdullah'ın -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu hususta tercih ettiği görüş yirmi rekât olduğudur. es-Sevri, Ebu Hanife ve Şafiî de böyle demişlerdir: Malik ise otuzaltı rekâttir demiştir. Eskiden beri devam edenin bu olduğunu ileri sürmüş ve bu hususta Medinelil erin uygulamasını esas almıştır. Çünkü et-Tev’eme'nin azadlısı Salih şöyle demiştir: Ben insanların kırkbir rekât namaz kıldıklarını ve bunların beşini vitir olarak kıldıklarını gördüm.739
Sahih olana gelince; teravih namazında sünnet olan onun onbir ya da onüç rekât olduğudur. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in yaptığı budur. Daha faziletli olan da budur. Şâyet namaz kılanlar bundan daha fazlasını kılacak olurlarsa, bunda bir mahzur yoktur. Çünkü selef-i salihten fazlalık ve eksiklik hususunda değişik türler rivâyet edilmiştir. Kimse diğerininkine karşı tepki göstermemiştir. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem de münhasıran kabul edilecek şekilde muayyen bir sayı tesbit etmemiştir. Fakat bu kılınacak rekâtlerin meşru bir şekilde olması gerekmekt edir. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem, İbn Ömer Radıyallahu anh'ın rivâyet ettiği hadiste, bu hususu beyan etmiş bulunmakt adır. Buna göre bir adam: Ey Allah'ın Râsulü gece namazı nasıldır? diye sormuş, Peygamber: "İkişer (ikişer) kılınır, demiştir. Eğer sabahın gireceğinden korkarsan tekbir rekât olarak vitir kıl.740
Efdal olan imama uyan kimsenin imam bitirince ye kadar imamla birlikte namaz kılmasıdır. İmam (vitr ile) ister onbir, ister onüç, ister yirmiüç rekât kılsın. Böylelikle ona gece namazı kılma ecir ve mükâfatı yazılmış olur. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kişi imam ile birlikte -namazını bitirince ye kadar- namaz kılacak olursa, ona o geceyi kıyam ile geçirmiş sayılır."741
Teravih namazının mescidde cemaat ile kılınması sünnettir. Kişinin tek başına evinde kılması da caizdir, fakat sünneti kaçırmış olur. Ancak mescidde cemaatle kılınması daha faziletli dir. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem’in mescidde müslümanlarla cemaat halinde kıldığını ifade eden rivâyetler daha önce geçmiş bulunmakt adır. Bu cemaate devam etmeyiş sebebi ise namazın onlara farz kılınacağı korkusudu r. Çünkü Peygamber in hayatta olduğu dönem vahiy ve teşri dönemi idi. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem’in vefatıyla teşri illeti ortadan kalktığına göre durum aslî haline döner. Bu namazın Ramazan ayında cemaat ile mescidde kılınmasının sünnet olduğu sabit olmuş bulunmakt adır.
Ebu Bekr Radıyallahu anh’ın halifeliği ile Ömer Radıyallahu anh halifeliğinin ilk dönemlerinde müslümanlar eski halleri üzerinde dağınık bir şekilde namazlarını kılıp durdular. Ancak daha sonra Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh insanları bir imam etrafında topladı.
Abdu'r-Rahman b. Abdu'l-Kari dedi ki: Bir ramazan gecesinde Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh ile birlikte mescide çıktık. İnsanlar dağınık dağınık idi. Kimisi kendi kendisine namaz kılıyor, kimisi namaz kılarken ona bir gurub da uymuş oluyordu. Ömer şöyle dedi: Benim görüşüme göre eğer bunları tek bir imamın etrafında toplayaca k olursam daha güzel olur. Sonra bu kararını verdi ve onları Ubeyy b. Ka’b’ın etrafında topladı. Daha sonra onunla bir başka gece çıktım. İnsanlar önlerindeki imama uymuşlardı. Ömer şöyle dedi: Bu ne güzel bir bid'at! Bununla birlikte uyuyanların namazı daha faziletli dir. -Bununla gecenin nihayetin de kılanları kastediyo rdu. İnsanlar ise gecenin ilk vakitleri nde (bu namazı) kılıyorlardı."742
Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh dinde yeni bir bid'at ortaya koymuş olmuyordu . Çünkü onun bu yaptığının şeriatte aslî bir dayanağı vardır.
Teravih namazı esnasında nafile kılmak -namaz kılan cemaatin dışına çıkmış olacağından- mekrûhtur. Şâyet farzı yetişememiş ise imama uyup yatsı namazını niyet eder, imamın (iki rekâtte) selam vermesind en sonra kendisi iki rekât daha tamamlar. Yatsı namazının râtıba sünnetini niyet etme imkânı olup, bu niyet ile imamla cemaate katılabilir. İmamın niyeti ile cemaate uyanın niyetinin farklı olmasının -ilim ehlinin bu husustaki görüşlerinden sahih olanına göre- zararı yoktur. Ancak dinlenme zamanında teravih arasında nafile kılmak mekrûhtur.
Teravih ve vitr kılındıktan sonra tek başına ya da cemaat halinde ayrıca namaz kılmak mekrûhtur. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Geceleyin kılacağınız son namaz vitir olsun."743
Eğer teravihte n sonra fakat vitirden önce namaz kılınacak olursa mekrûh olmaz. İşte bugün Ramazanın son on gününde kılınan (nafile) namaz bu kabildend ir.
Terâvihte Kur'ân Okumak:
Kur'ân okumak, müslümanların imamlarının ittifakı ile sünnettir. Hatta terâvihin en önemli maksadı bu namazda Kur'ân'ı (tamamen) okumak (hatmetmek)dir. Böylelikle müslümanlar Allah’ın kelamını dinlemiş olurlar. Kur'ân okuyan imamın, Kur'ân okurken sesini güzelleştirmeye çalışması gerekir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem: "Kur'ân ile teğanni etmeyen (Kur'ân'ı güzel okumaya çalışmayan) bizden değildir."744 diye buyurmakt adır.
Teğanni ise, huşû ve kalb huzuru ile düşünerek ve anlayarak Kur'ân-ı Kerim'i güzel ve terennümlü okumaktır. Çünkü böylesi kalbe daha çok fayda verir, imanı daha bir pekiştirir, Kur'ân’ın tadına daha çok varılır... Ancak bu hususta herhangi bir zorlamaya ya da alıştırmaya kaçmamak gerekir.. . Kur'ân-ı Kerim'i teravihin son rekâtinde rukûya varmadan önce bitirmeye çalışır ve bundan dolayı da dua eder. Bu hususu Ahmed ve başkaları açıkça ifade etmişlerdir.745
İmam hafız değil ise, mushaftan okuması caizdir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in hanımı Âişe annemizde n sabit olduğuna göre kölesi Zekvân ona Ramazan ayında mushaftan okuyarak imam olarak namaz kıldırırdı.746
İmam namazda cemaate namaz kıldırırken onlara ağır gelmeyece k kadar okur. Uzunca Kur'ân okunmasını tercih eden bir grub cemaatin birlikte ittifak edip namazlarını kılmalarında bir beis de yoktur.
Vitir ve teravihte kunut:
Vitir, Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in mukim iken de, yolcu iken de devam ettiği müekked bir sünnettir. Ebu Eyyub el-Ensarî şöyle demektedi r: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Vitr her müslüman üzerine bir haktır. Her kim beş rekât kılarak vitir kılmak istiyorsa bunu yapsın, kim üç rekât ile vitir kılmak istiyorsa böyle yapsın, kim de tek bir rekât ile vitir kılmak istiyorsa böyle yapsın."747
Vitir namazının vakti, yatsı namazından itibaren sabah namazına kadar devam eder. Vitrin en faziletli vakti imsaktan önce seher vaktidir. Çünkü Âişe Radıyallahu anha şöyle demiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem gecenin her vaktinde vitir kıldı. Fakat son zamanlard a vitrini imsaktan önce seher vakitleri nde kılar oldu.748
Vitir namazını gece ya da teheccüd namazından sonra kılar. Şâyet gece uyanamaya cağından korkarsa uyumadan önce vitir kılar. Çünkü Câbir Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kim gecenin son bölümünde uyanamaya cağından korkarsa gecenin ilk vakitleri nde vitrini kılsın. Gecenin sonlarına doğru uyanacağını ümit eden bir kimse gecenin son vaktinde vitir kılsın. Çünkü gecenin son vaktinde kılınan namaz şâhid olunan bir namazdır ve böylesi daha faziletli dir."749
Bir gecede birisi teravihte imam ile birlikte, diğeri ise aynı gece kendisi teheccüd kıldıktan sonra olmak üzere iki defa vitir kılması caiz değildir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem: "Bir gecede iki vitir yoktur." diye buyurmuştur.750
İmam ile birlikte teravihi kılan kimsenin vitri sonraya bırakması caizdir. İmam (vitrin sonunda) selam verdiği takdirde, kendisi (selam vermeden) kalkar ve bir rekât daha kılar.
Vitrin en azı bir rekâttir. Çoğu ise onbir rekâttir. İkişer ikişer namaz kılar ve tek bir rekât ile vitir kılar. Kemal derecesin in asgari seviyesi iki selam ile ya da arka arkaya üç rekât kılmaktır.
Birinci rekâtte el-A'lâ, ikinci rekâtte el-Kâfirûn, üçüncü rekâtte el-İhlâs surelerin i okuması müstehabtır. Çünkü Ubeyy b. Ka’b’ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem: "O en yüce Rabbinin ismini tesbih et!" (el-A'lâ, 87/1) ile: "Deki: Ey kâfirler" (el-Kâfirûn, 109/1) ve "Deki: O Allah'tır, bir tektir." (el-İhlas, 102/1) surelerin i okuyarak vitir namazını kılardı.751
Vitir namazını arada selam vermeden beş, yedi ya da dokuz rekât olarak kılmak da caizdir. Bütün bu şekillere dair sünnette rivâyet gelmiş bulunmakt adır.
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) şöyle demektedi r: Vitirde kunut okumaya gelince, bu hususta ilim adamlarının üç görüşü vardır: Bir görüşe göre hiçbir şekilde müstehab değildir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in vitir namazında kunut okuduğu sabit değildir. Bir diğer görüşe göre sene boyunca kunut yapmak müstehabtır. İbn Mesud ve başkalarından nakledild iği gibi. Ayrıca Sunenlerd e Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem el-Hasen b. Ali Radıyallahu anh'a vitirde kunut yaptığı vakit okuyacağı bir dua öğretmiştir. Üçüncü görüşe göre Ubeyy b. Ka’b’ın yaptığı gibi Ramazanın ikinci yarısında kunut yapılır.
İşin gerçeğine gelince; vitirde kunut okumak, namazda uygun görülen dua kabilinde ndir. İsteyen onu yapabilir, isteyen terkedebi lir... Kişi müslümanlara Ramazan geceleri namaz kıldıracak olursa, ay boyunca kunut okursa güzel bir iş yapmış olur. Ayın ikinci yarısında kunut okursa, yine güzel yapmış olur. Hiçbir şekilde kunut okumasa yine güzel bir iş yapmış olur."752
İmam kunut okuduğu vakit ona uyanlar duasına âmin derler. Şâyet imamın kunutunu duymuyor ise, kendisi dua eder.753
Teravihin meşru şekli:
Bazı imamlar teravih namazını çabuk kılmaya çok özen gösterirler. Onun için namaz kılanlara, sünnet olanları uygulamay a imkân vermeyece k hatta bazan vacib olanı yapmalarına engel olacak kadar hızlıca kılarlar. Tam bunun zıttı bazıları da cemaate ağır gelecek kadar uzatırlar.
İmama düşen görev ise, yüce Allah'tan korkmaktır. Bir vacibi ya da bir sünneti ihlâl edecek kadar çabuklaştırmamalı. Cemaate ağır gelecek ve onları nefret ettirecek kadar da uzatmamalıdır. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in gösterdiği yola bağlı kalmalı ve namazı meşru olan şekli ile edâ etmelidir .
Yanlışlıklardan birisi, imamın teravih namazında üçüncü rekâte (yanlışlıkla) kalkarken cemaat onu uyarırken, kendisini n dördüncü rekâte tamamlama kta ısrar etmesidir . Böylesi sünnete muhalifti r, namazı ifsad eder. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem gece namazının keyfiyeti hakkında: "İkişer ikişerdir..."754 diye buyurmuştur. Âişe Radıyallahu anha'dan gelen rivâyete göre de Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Her kim bizim bu işimize uygun olmayan bir iş yapacak olursa o merduttur ."755
Üçüncü rekâtte durumu hatırlar ya da hatırlatılırsa yapması gereken teşehhüde oturması, selam vermesi ve selamdan sonra da sehv secdesi yapmasıdır.
Kur'ân okuması esnasında imamın sesini güzelleştirip, aşırıya kaçmadan kalbleri yumuşatacak bir şekilde Kur'ân okumasında bir mahzur yoktur. Ancak kıraatin hükümlerine riayet etmelidir . Aşırı medler yapmamalı, harfleri gereksiz yere uzatmamalı yahutta adeta harfe dönüşecek şekilde harekeler i çıkarmakta mübalağaya kaçmamalıdır. Çünkü bütün bunlar (kıraatte) lahn (yanlışlık) ve keyif getirici olarak sayılır. Böylelikle Kur'ân okuyan kişi, Kur'ân okumanın maksadı olan emir, nehy, vaad, tehdid, öğüt, korkutma gibi manalarını kavramanın dışına çıkmamış olur... Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "(Bu) âyetlerini düşünsünler, tam akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz hayır ve bereketi bol bir kitabtır." (Sâd, 38/29)
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bir gece Ebu Musa el-Eşârî'nin kıraatine kulak vermiş, onun Kur'ân okuyuşu hoşuna gitmişti. O kadar ki ona: "Dün senin Kur'ân okuyuşunu dinlerken beni bir görseydin! Gerçekten sana Davud hanedanının mizmarlarından bir mizmar verilmiş bulunuyor ." demişti.756
O halde kıraat ve kunûtta sesi güzelleştirmek -şer'î sınırları içerisinde kaldığı sürece- namaz kılanların şevkini arttırır, kalblerin i uyanık tutar, daha bir dinlemele rine sebep olur.
Bazı insanlar kendi nefsinde daha çok etki bırakan imamların arkasında namaz kılmaya çalışırlar. Bunda bir sakınca yoktur, fakat efdal olan insanların kendi mescidler inde ve kendi imamlarının arkasında namaz kılmalarıdır. İbn Ömer Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Sizin herbirini z kendi mescidind e namaz kılsın ve diğer mescidler in peşine takılmasın."757
Ta ki birtakım mescidler kalabalıkla dolup taşarken diğer bazıları cemaatsiz kalmasın, yollar gereksiz yere tıkanmasın, bir mescide ulaşmak ve kalabalığı aşmak için boşa vakit geçirilmesin. Hatta bazan bazı rekâtler de kaçırılmasın...
Bazı İslâm diyarlarında bid'at olan birtakım sözler yaygınlık kazanmakt adır. Mesela birinci defa selam verdikten sonra: "es-Salatu ve's-selamu ala evveli halkıllah" derler. İkinci selamdan sonra: "Subhane'l-vahidi'l-ahad subhane'l-ferdi's-samed, subhanell ezî lem yelid ve lem yûled ve lem yekun lehû kufuven ahad" üçüncü selamdan sonra "es-selâtu ve's-selâmu alâ hatemi rusûlillah" derler. Dördüncü selamdan sonra ikinci selamdan sonra söylediklerini tekrarlar lar, sonra da: "Tek de kılınız, vitir de kılınız, oruç ayını karşılayınız. Allah size mükâfat versin" derler.
İki namaz arasında söylenen şeriatte aslı astarı olmayan bid'at sözler ne kadar da çoktur!
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
3. Teheccüd
Hükmü ve Fazileti:
Gece namazı mutlak nâfile namazlard andır. Kitab, sünnet ve ümmetin icmâı ile sâbit, müekked bir sünnettir... Yüce Allah Peygamber ine teheccüd kılmayı emretmiştir. O şöyle buyurmakt adır: "Gecenin bir kısmında da sana has nâfile olmak üzere onunla (Kur'ân ile) gece namazı kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır." (el-İsra, 17/79)
Mücahid dedi ki: "Teheccüd Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem için nafile bir ibadet idi. Çünkü onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştı. Dolayısıyla onun itaati nafile yani daha çok sevabı arttırmak içindi. Başkası için ise günahlarına keffârettir."758
Her ne kadar bu emir Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e özel olarak verilmiş ise; biz de ona uymakla emrolunmuşuzdur.
Şanı yüce Allah geceleyin namaza kalkan takvâ sahibi mü'minlerin nitelikle rini sözkonusu etmekte, onlar hakkındaki mükâfatı açıklamaktadır: "Şüphesiz takvâ sahibleri cennetler de ve pınarlardadırlar. Rablerini n kendileri ne verdiğini alırlar. Çünkü onlar bundan önce ihsan edicilerd i. Onlar gecelerde az bir vakit hariç, uyumazlar dı. Seherlerd e de mağfiret dilerlerd i." (ez-Zariyat, 51/15-18) Yüce Allah bu kulları kendisine nisbet etmek suretiyle de şereflerini ve makamlarını yüceltmiş bulunmakt adır: "Rahmanın kulları yeryüzünde ağır ve vakur yürürler. Cahiller onlara (sataşarak) hitab ettikleri nde onlar: 'Selam' derler. Onlar ki gecelerin i Rablerine secde ve kıyam ile geçirirler." (el-Furkan, 25/63-64)
Yüce Allah böylelerinin âyetlerine iman ettikleri ne dair şöylece tanıklık etmektedi r: "Bizim âyetlerimize ancak kendileri ne âyetlerle öğüt verildiğinde secdeye kapanan ve Rablerini hamd ile tesbih edenler iman eder. Yanları yataklarından uzak kalır. Rablerine korkarak ve ümit ederek dua ederler. Onlara verdiğimiz rızıktan infak da ederler. Onlara o işlediklerine mükâfat olmak üzere gözleri aydınlatan ne nimetler gizlendiğini hiçbir kimse bilmez." (es-Secde, 32/15-17)
Yüce Allah onları ilim sahibi olmakla nitelendi rmiş ve başkalarının konumunda n onları daha yüksek bir mertebeye çıkarmıştır: "(Böyle bir kimse mi), yoksa âhiretten korkarak, Rabbinin rahmetini umarak, gece saatlerin de kıyamda durarak, secde ederek itaatte bulunan kimse mi (hayırlıdır)? Deki: 'Hiç bilenlerl e bilmeyenl er bir olur mu? Ancak özlü, akıl sahibleri öğüt alır.'" (ez-Zümer, 39/9)
Gece namazı kılmak en faziletli amellerde ndir. Gündüzün nafile namaz kılmaktan daha faziletli dir. Çünkü gece namazı gizli olduğundan ötürü yüce Allah için daha bir ihlâsla yapılır, riyâdan uzaktır. Ayrıca gece namazında bir parça zorluk ve yüce Allah’ın huzuruna erişmek için rahat ve sükûnunu -başkalarının uyuduğu bir zamanda- terket vardır. Bunun için daha faziletli dir.
Gecenin son vakitleri nde şanı yüce ve mübarek Rabbimiz dünya semâsına iner. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan gelen rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Şanı yüce ve mübarek Rabbimiz her gece gecenin son üçte biri kaldığı vakit dünya göğüne iner ve şöyle buyurur: Bana dua eden var mı, duasını kabul edeyim. Benden bir şeyler isteyen var mı, ona vereyim. Benden mağfiret dileyen var mı, onun günahını bağışlayayım."759
Ömer b. Abse'den rivâyete göre o Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'i şöyle buyururke n dinlemiş: "Kulun Rabbe en yakın olduğu zaman gecenin son bölümleridir..."760
Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "...Farz namazdan sonra en faziletli namaz gece namazıdır."761
Bu namazı kılmak cennete esenlikle girişe sebebtir. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar, selamı yayınız. Yemek yediriniz, insanlar uyurken namaz kılınız, cennete esenlikle girersini z."762
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem gece namazı kılmaya çok dikkat ederdi. Âişe Radıyallahu anha'dan rivâyete göre Allah’ın Peygamber i (salât ve selam ona) geceleyin ayakları çatlayıncaya kadar namaza dururdu. Âişe ona: Ey Allah’ın Rasûlü, Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamışken, niye böyle yapıyorsun? diye sorunca, Peygamber: "Ben şükreden bir kul olmayı sevmeyeyi m mi..." diye cevab verdi.763
Gece namazı güneşin batışından, tan yerinin ağırmasına kadar devam eder. Fakat gecenin son bölümünde namaz kılmak daha faziletli dir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Gece kalkışı (var ya)! O hem daha etkilidir . Hem de söyleyişi itibariyl e daha sağlamdır." (el-Müzzemmil, 73/6) "Gece kalkışı" ise uykudan sonra olandır. Uyumayan bir kimse için nâşie (gece kalkışı) sözkonusu olmaz.
Teheccüde Kalkmanın Adabı
1. İnsan uyuyacağı vakit gece namazına kalkmaya niyet etmelidir . Teheccüd ancak uyuduktan sonra olur. Çünkü Ebu'd-Derdâ'dan Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e atfen şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Her kim geceleyin kalkıp namaz kılacağı niyeti ile yatağına girerse, sabahı edene kadar uyanamaya cak olsa bile, niyeti onun için yazılır, uykusu da Rabbi tarafından ona bir sadaka olur..."764
2. Uyandığı vakit yüzünü silerek uykusunu uzaklaştırır ve misvâk kullanır. Çünkü Huzeyfe Radıyallahu anh'dan rivâyet edildiğine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem geceleyin teheccüd için kalktığı vakit misvak ile ağzını misvaklar dı.765 Sonra bu hususta vârid olmuş duaları okur. Âişe Radıyallahu anha'dan gelen rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem geceleyin uyandığı vakit şu duayı yapardı:

Senden başka hiçbir ilâh yoktur, seni hertürlü eksiklikt en tenzih ederim. Allah'ım, günahım için senden mağfiret dilerim, rahmetini dilerim. Allah'ım ilmimi artır, beni hidayete iletmişken kalbimi saptırma, bana kendi nezdinden bir rahmet bağışla! Şüphesiz ki sen çok bağışlayansın."766
Abdullah b. Abbas'tan gelen rivâyete göre o bir gece Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem’ın yanında uyudu. Peygamber uyanınca ağzını misvakladı, abdest aldı ve bu arada: "Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişip durmasında elbette akıl sahibleri için belgeler vardır." (Al-i İmran, 3/190) diyordu. Bu âyetleri sureyi bitirince ye kadar okudu. Sonra kalkıp iki rekât namaz kıldı. Bu iki rekâtin kıyamlarını da, Ruku’larını da, secdeleri ni de oldukça uzun tuttu..."767
Yine İbn Abbas Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem geceleyin teheccüde kalktı mı şöyle derdi:

Allah'ım, hamd yalnız sanadır. Gökleri, yeri ve onlarda bulunanla rı var eden ve varlıklarını ayakta tutan sensin. Hamd yalnız sanadır. Göklerin, yerin ve onlarda bulunanla rın mülkü/tasarrufu yalnız senindir. Hamd yalnız sanadır. (Ey) göklerin ve yerin nuru, hamd yalnız sanadır. Sen göklerin ve yerin mutlak egemenisi n. Hamd yalnız sanadır. Sen hakkın ta kendisisi n, vâdin gerçektir, sana kavuşmak gerçektir, senin sözün gerçektir, cennet gerçektir, cehennem gerçektir, bütün peygamber ler gerçektir, Muhammed gerçektir, kıyametin kopması gerçektir. Allah'ım, ben sana teslim oldum, sana iman ettim, sana güvenip dayandım, sana döndüm. Anlaşmazlık davalarımı senin hükmüne sundum, başkaları ile mahkemeleşmek için sana başvurdum, önceden yaptıklarımı da, yapacakla rımı da, gizlilikl erimi de, açıkladıklarımı da bana bağışla! Öne geçiren de, sonraya bırakan da sensin. Senden başka hiçbir ilâh yoktur.”768
Ve buna benzer vârid olmuş duaları okur.
3. Teheccüdüne iki kısa rekât ile başlaması müstehabtır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem böyle yapmış ve bunu böylece emretmiştir. Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem geceleyin namaz kılmak için kalktığında, namaza hafifçe kıldığı iki rekât ile başlardı.769
Ebu Hureyre Radıyallahu anh Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'dan şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedi r: "Sizden herhangi bir kimse geceleyin (namaza) kalktığı takdirde namazına hafif (pek uzun olmayan) iki rekât ile başlasın."770
Daha sonra ikişer ikişer rekâtler halinde namazını kılar. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e gece namazının nasıl kılınacağı sorulunca; "İkişer ikişer (rekâtler halinde)" diye buyurmuştur.771 Yani her iki rekâtte selam verir ve (bir selamla) iki rekâtten fazla kılmaz.
4. Teheccüd kılacak olanın kılacağı rekât sayısının bilinen belli bir sayıda olması müstehabtır. Eğer durumu uygunsa bunları uzun kılar, değilse kısa kılar. Çünkü Âişe Radıyallahu anha’in rivâyetine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Allah’ın en sevdiği amel, amel sahibinin -az olsa dahi- devamlı yaptığıdır."772
Efdal olan bu amele süreklilik kazandırmaktır. Şâyet bir mazereti dolayısıyla yapamayac ak olursa kazasını yapar. Çünkü Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh'dan gelen rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Her kim gece okuduğu miktarı ya da onun bir bölümünü uyuduğu için okuyamaz da onu sabah namazı ile öğle namazı arasında okuyacak olursa, onu geceleyin okumuş gibi ona (sevap) yazılır."773
Âişe Radıyallahu anha'dan gelen rivâyete göre de Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem bir ağrı ya da başka bir sebepten ötürü geceleyin namaz kılamayacak olursa gündüzün oniki rekât namaz kılardı.774
5. Kişinin teheccüd namazını evinde kılması mustehabtır. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den evinde teheccüdünü kıldığı sahih olarak rivâyet edilmiştir. Zeyd b. Sabit Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Siz evleriniz de (nafile) namaz kılmaya bakınız. Çünkü kişinin -farz namaz dışında- kıldığı en hayırlı namaz evinde kıldığıdır."775
6. Eşini de uyandırması gerekir. Çünkü Ebu Hureyre'den rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Geceleyin (namaza) kalkıp da namaz kılan, sonra da hanımını uyandıran ve böylece namaz kılmasını sağlayan, kalkmak istemeyec ek olursa yüzüne su serpen erkeğe Allah rahmetini ihsan eylesin! Yine geceleyin uyanıp, namaz kılan, sonra da kocasını uyandırıp, namaz kılmasını sağlayan, kalkmak istemezse yüzüne su serpen kadına Allah rahmetini ihsan eylesin!"776
Ebu Said el-Hudrî ile Ebu Hureyre'nin rivâyetine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Erkek geceleyin uyanıp da hanımını uyandırır, her ikisi ikişer rekât namaz kılarlarsa ikisi de Allah'ı çokça zikreden erkekler ve çokça zikreden kadınlar arasında yazılırlar."777
Ali b. Ebi Talib Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bir gece gelip, kendisini ve Fatıma'yı uyandırmak üzere kapılarını çaldı. Namaz kılmıyor musunuz? dedi. Ben: Ey Allah’ın Rasûlü, canlarımız Allah’ın elinde. Bizi uyandırmak istedi mi uyandırır. Ben ona bu sözü söylediğim zaman Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem geri dönüp gitti. Geri dönerkende uyluğuna vurup: "İnsan ise tartışması herşeyden çok olandır." (el-Kehf, 18/54) dediğini duydum."778
7. Şâyet uyuklama onu bastıracak olursa namazı bırakıp uykusu gidene kadar uzanması gerekir. Âişe Radıyallahu anha'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse namazda iken uyuklayac ak olursa, uykusu gidene kadar yatsın. Sizden herhangi biriniz uyuklarke n namaz kılacak olursa mağfiret dileyeyim derken, kendi aleyhine bir şeyler söyleyebilir."779
8. Teheccüdünü vitr kılarak bitirmek. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Geceleyin kıldığınız namazın sonunu vitir kılarak getiriniz ."780
9. Teheccüd kılan kimsenin teheccüdünde Kur'ân'dan bir cüz (bir bölüm) okuması müstehabtır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem böyle yapardı. Açık ya da gizli okumakta serbestti r. Ancak eğer açık okuması onun için daha hoş ise yahut etrafında okumasını dinleyen ya da onunla yararlana cak kimse varsa açıktan okuması daha faziletli dir. Eğer yakınında teheccüd kılan ya da yüksek sesle okumasından zarar gören kimseler varsa, o takdirde gizli okuması daha uygundur. Şâyet bu da, öteki de sözkonusu değilse dilediğini yapabilir .781 Abdullah b. Kays -ki Basra'lı bir adamdır-den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Ben Âişe Radıyallahu anha'ya: Peygamber in (teheccüdde) kıraati nasıldı? Kıraatini gizli mi yapardı, açıktan mı okurdu? diye sordum. Şöyle buyurdu: Bütün bunları yapardı. Kimi zaman gizli okurdu, kimi zaman açıktan okurdu."782
Ramazanın dışında, râtib bir sünnet edinmemek şartıyla gece namazının bazan cemaatle kılınması caizdir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem geceleyin tek başına namaz kılardı. Bazan da az bir cemaatle birlikte geceleyin nafile kıldığı da olurdu.
Gece namazını ayakta kılmak, özürsüz olarak oturarak kılmaktan daha faziletli dir. Şâyet bir özür dolayısıyla oturuyor ise ecri tıpkı ayakta duranın ecri gibidir. Çünkü İmran (b. Husayn)’ın rivâyet ettiği hadise göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kim ayakta namaz kılarsa bu daha faziletli dir. Kim de oturarak namaz kılarsa, ona da ayakta kılanın ecrinin yarısı verilir.. ."783
Yine ondan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kul hastalanır ya da yolculuk yaparsa ona ikamet halinde iken ve sağlıklı iken işlediği amellerin benzeri yazılır."784
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Gece Namazı Kılmayı Kolaylaştırıcı Sebepler
İnsanoğlunun bedenini ayakta tutması ve güçlendirmesi için yemeğe ve içmeğe muhtaç olduğu gibi, ruhunu gıdalandıracak şeylere de ihtiyacı vardır. Yüce Allah'a ibadet etmek, ruhun gıdasıdır ve onun gelişmesini sağlar. Bunun sonucunda insan nefsi -bu gıdadan aldığı kadarıyla- istikamet bulup güçlenir, gurur fırtınalarına, nefsin zulmüne, gafletin uçurumlarına karşı durabilir .
Gecenin sessizlik ve sükûnetinde ihlâs ve yakîn ile nefsin, Rabbine seslenmes i ne kadar güzeldir! Allah’ın âyetleri böyle bir atmosferi hoş kokularla donatırken kalb korku ve ümitle titrer. Nefis, Rabbinin önünde saygı ile boyun eğer, ruhi bir mutluluk hisseder. Bu mutlulukl a hiçbir şey boy ölçüşemez. Bu mutluluğunda imanın tadının zevkine varır. Çünkü nefis yüce Allah'a ihlâsla ubûdiyet edince kendisine gelir. Nefis Rabbine yakınlaştıkça, onun huzuruna çıkmanın zevkine vardıkça rahat ve huzuru da artar.
Gece namazı sadece Ruku’, sücûd ve saygıyla boyun eğmekten ibaret bir ibadet değildir. Aksine bu ibadetler de Allah'a sesleniş ve ona itaatin lezzeti alınır, O'nun rızasını elde etmek için çaba harcanır, kalb huzur ile genişler, nefis sükûnet bulur. Aldanış âleminden sevinç dünyasına geçilir.
Gece namazının bir hazırlığa ve belli bir mücadeleye ihtiyacı vardır. Çünkü nefis, bedenler ağırlaşıp, vücud yağ bağladıktan sonra tembelliğe, gevşekliğe, az harekete ve çokça uyumaya meyleder. ..
Gece namazına yardımcı sebepler arasında aşağıdaki hususları sayabilir iz:
1. Gece namazı kılmanın faziletin i, bu namazı kılanların konumunu bilmek. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem gece namazı kılmaya bizleri teşvik ederek şöyle buyurmakt adır: "Gece namazı kılmaya bakınız. Çünkü o sizden önceki salihleri n âdeti idi. O sizi Rabbinize yakınlaştırır, küçük günahlarınıza keffarett ir ve günah işlemekten alıkoyar."785
Hasan-ı Basri -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiştir: Gecenin ortasında namaz kılmaktan daha zor bir ibadet göremedim. Ona: Ne diye teheccüd namazı kılanlar insanlar arasında yüzleri en güzel olanlardır diye sorulunca şu cevabı vermiştir: Çünkü onlar rahman ile başbaşa kaldılar, O da onlara nurundan giydirdi. 786
2. Erken uyumaya gayret etmek. Ebu Berze'den rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem yatsıdan önce uyumayı ve ondan sonra konuşmayı hoş görmezdi.787
Yatsıdan sonra konuşmayı hoş görmeyişinin sebebi, bunun bedeni yoran uykusuzluğa sebeb oluşudur. Uyku kişiyi etkisi altına alarak geceleyin namaza kalkmasını önler, sabah namazını da tercih edilen vakitte kılma imkânını vermez.
3. Abdest alıp iki rekât abdest namazını kılarak uykudan önce yapılması varid olan duaları yaparak uyku adabına dikkat etmek. Bu dua sırasında avuçlarını birleştirir ve onlara üfler.
Kişi gerekli sebeplere yapışmalıdır. Başının ucunda kendisini uyandıracak bir saat koymak, çevresindeki hanımına, anne-babasına, akrabalarına, komşularına uyandırmaları için tavsiyede bulunmak suretiyle gerekli sebebleri de yerine getirmeli dir. Onu uyandırdıkları takdirde tembelliği ve üzerindeki ağırlığı itiverir ve hemen kalkmaya çalışır.
4. İbn Kudame gece namazına kalkmayı kolaylaştıran bir takım sebepleri sözkonusu etmektedi r.788 Fazla yememek, gündüzün ağır işlerle bedeni yormamak, gündüzün öğle (kaylûle) uykusunu bırakmamak, günah işlemekten uzak durmak, bunlar arasındadır. es-Sevrî diyor ki: İşlediğim bir günah sebebiyle beş ay gece namazından mahrum kaldım.
Müslümanlara karşı kötü duygular beslemeye n bir kalb, bid'atlerden uzak kalmak, dünyanın fuzulî işlerinden yüz çevirmek de bunlar arasındadır. Kalbi itaate zorlayan Allah korkusu ile birlikte, uzun emel beslememe k de bunlardan dır... Bunu sağlayan en şerefli hallerden birisi de yüce Allah için sevmek, gece kalkıp Rabbi ile seslendiği vakit O'nun huzurunda olduğuna, kendisini görmekte olduğuna güçlü bir iman beslemekt ir. İşte bu şekilde seslenişe iman, onun uzunca kıyamda durmasına sebeb olur.
Muslim'in Sahih'inde Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den şöyle buyurduğu rivâyet edilmekte dir: "Şüphesiz geceleyin öyle bir saat (kısa bir an) vardır ki, o anda müslüman bir kimse Allah'tan dünya ve âhiret işlerinden hayır isteğini denk düşürürse; mutlaka Allah o isteğini ona verir... Bu husus her gece böyledir."789
Gece namazına alışıp, tadına varan bir kimse onu terketmek ten çokça sakınmalıdır. Abdullah b. Amr b. el-Âs Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Ey Abdullah, sen filan kişi gibi olma! O geceleyin namaza kalkardı, sonra gece namaza kalkmayı terketti."790
Abdullah (b. Mesud)'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem’in huzurunda bir gece sabaha kadar uyuyan bir adamdan sözedildi de şöyle buyurdu: "Bu şeytanın iki kulağına -ya da; bir kulağına, dedi- işediği bir adamdır."791
Şeytanın kulaklarına işediği bir adamın halini iyice düşün!
Şeytan namaz kılmayıp, uyumanı çok arzu eder. Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Şeytan herbirini z uyuduğu vakit başının arka tarafına üç düğüm bağlar. Herbir düğümde: Önünde uzun bir gece var uyumaya devam et, diye söyler. Kişi uyanıp, yüce Allah'ı anarsa bir düğüm çözülür. Abdest alırsa bir düğüm çözülür, namaz kılarsa bir düğüm çözülür. Böylelikle nefsi hoş ve çalışkan olarak sabahı eder. Aksi takdirde nefsi kötü ve tembel olarak sabahı eder."792
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
4. Bayram Namazları (Ramazan ve Kurban Bayramları Namazları)
Bayram namazının musallâda (namazgâhta) kılınması meşrudur. Bazı hükümleri ile farz namazlard an farklıdır. Bu da biraz sonra açıklayacağımız bir konudur.
Bayram namazının meşru oluşunun aslî dayanağı:
Bayram namazının meşruiyetinin asıl dayanağı kitab, sünnet ve icmadır.
Kitabtan dayanağı yüce Allah'ın: "O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!" (el-Kevser, 108/2) buyruğudur. Genel olarak müfessirler burada "namaz"dan kastın bayram namazı olduğunu belirtmişlerdir.
Sünnetten dayanağına gelince, Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem’in iki bayram namazını kıldığı tevatür ile sabittir. İbn Abbas dedi ki: Ben Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem, Ebu Bekir, Ömer ve Osman Radıyallahu anhum ile birlikte bayram namazlarında bulundum. Hepsi de hutbeden önce namaz kılıyorlardı."793
İcmaa gelince, ilim ehlinden pek çok kişi bayram namazının meşruiyeti üzerinde icma olduğunu nakletmiş bulunmakt adır.
İbn Kudame diyor ki: Müslümanlar iki bayram namazının kılınması hususunda icmâ’ etmişlerdir.794
Bayram Namazının Hükmü
İlim ehli bayram namazının meşruiyeti üzerinde ittifak etmekle birlikte hükmü hususunda farklı görüşlere sahiptirl er.
Bazılarının kanaatine göre bayram namazı farz-ı ayndır. Diğer bazılarının kanaatine göre farz-ı kifayedir . Dolayısıyla yetecek kadar sayıda kimse bu namazı kılacak olursa, diğerlerinin üzerinden düşer. Bazılarının görüşüne ise müekked bir sünnetir. Herbir kesimin delili uzunca yazılmış fıkıh kitablarında genişçe açıklanmış bulunmakt adır.795
el-Muğni adlı eserde şöyle denilmekt edir: Bayram namazı mezhebdek i kuvvetli görüşe göre farz-ı kifayedir . Yetecek kadar sayıda kimse bu namazı kılarsa diğerlerinden düşer. Şâyet bir belde halkı ittifakla namazı terkedece k olursa imam (İslam devletini n meşru başkanı) onlarla savaşır. Şafiî mezhebine mensub kimi ilim adamı da böyle demiştir. Ebu Hanife ise şöyle demektedi r: Bayram namazı muayyen olarak herkese vacibtir, farz değildir. Çünkü bu kendisi dolayısıyla hutbe okunması meşru kılınmış bir namazdır. O bakımdan şahıslara muayyen olarak vacibtir; fakat cuma gibi farz değildir. İbn Ebi Musa da şöyle demektedi r: Bunun vacib değil, müekked bir sünnet olduğu söylenmiştir. Malik ve Şafiî mezhebine mensub çoğu ilim adamı bu görüştedir.796
Şeyhu'l-İslam (İbn Teymiye) ve başka muhakkik ilim adamları bunun her müslüman için farz-ı ayn olduğu görüşünü tercih etmişlerdir. Çünkü o şöyle demektedi r: İşte bundan dolayı bayram namazının muayyen olarak herkese vacib (farz) olduğu görüşünü tercih etmişizdir. Bayram namazı vacib değildir, diyenleri n görüşü (haktan) oldukça uzaktır. Çünkü bayram namazı İslâm şiarlarının en büyüklerindendir. İnsanlar cumadan daha büyük kalabalık halinde bu namaz için toplanırlar. Ayrıca bu namazda tekbir getirmek, meşrû’ kılınmıştır. Farz-ı kifaye olduğunu söyleyenlerin görüşleri de sağlam bir esasa dayalı değildir.797
Bayram Namazının Hükmü
İlim ehli genel olarak bayram namazı vaktinin, güneş bir mızrak boyu kadar yükseldikten sonra başlayıp, güneşin zevaline kadar devam ettiği görüşündedir. Bu da kuşluk vaktidir. Çünkü güneşin doğuşu esnasında namaz kılmak yasaklanmıştır. O kadar ki; tam doğuş zamanında namaz haramdır, ondan hemen sonra -bir mızrak boyu kadar yükselinceye kadar- namaz kılmak ise mekrûhtur.
Kurban bayramı namazının eli çabuk tutarak ilk vaktinde kılınması sünnettir. Böylelikle Minâ'da hacıların kurban kesmeleri ne uygun hareket edilmiş ve insanların da kurbanlarını kesmeleri ne imkân tanınmış olur.
Buna karşılık, insanların fıtır sadakalarını verme imkânını bulmaları için ramazan bayramı namazını geciktirm ek sünnettir.
İbnu'l-Kayyim der ki: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem Ramazan bayramı namazını geciktiri r, Kurban bayramı namazını erken kılardı. İbn Ömer sünnet-i seniyeye ileri derecede tabi olan birisi olmakla birlikte, güneş doğmadıkça (bayram için) dışarı çıkmazdı.798
Sıddîk Hasan Han şunları söylemektedir: Her iki bayram namazının vakti güneşin bir mızrak boyu yükselişinden itibaren başlayıp, zevale kadar devam eder. Hadis-i şeriflerin -benzeri kuvvettek iler delil olmamakla birlikte- ifade ettiği mana üzerinde icmâ’ tahakkuk etmiş bulunmakt adır. Bayram namazının son vakti ise güneşin zevalidir .799
Bayram Namazının Edâ Edileceği Yer
Bayram namazının şehrin dışında, musallâda kılınması sünnettir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem böyle yapmıştır. Bu hüküm namazın musallâda kılınmasını engelleye n herhangi bir mazeretin bulunmama sı halinde böyledir.
Şâyet yağmur, rüzgar ya da bunun dışında herhangi bir mazeret sözkonusu ise mescidde kılınmasında bir mahzur yoktur. Eğer şehirde zayıf ve âciz kimseler bulunuyor ise, imam şehir mescidind e onlara namaz kıldıracak birisini tayin eder. Çünkü Ali Radıyallahu anh böyle yapmıştır.
İbn Kudame der ki: Sünnet, kişinin namazı musallâda kılmasıdır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem mescidini bırakarak musallâya çıkardı. Ondan sonraki halifeler de böyle yapıyorlardı. Diğer bir sebep ise bu, müslümanların üzerinde icma ettikleri bir konudur. İnsanlar her dönemde ve her şehirde (bayram namazı için) musallaya çıkarlar ve orada bayram namazını kılarlar.800
İbnu'l-Kayyim der ki: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bayram namazlarını musallâda kılardı. O her zaman bu iki bayram namazını da musallâda kılmayı adet edinmişti.801
Bayram Namazının Kılınış Şekli
Bayram namazı iki rekâttir. Bu hususta ilim ehli arasında ittifak vardır. Birinci rekât -diğer namazlar gibi- iftitah tekbiri ile başlar. Bundan sonra ise altı tekbir getirilir, yedi tekbir getirilec eği de söylenmiştir.
İkinci rekâtte ise (rükûya) geçiş tekbiri dışında beş tekbir getirilir .
Bayram namazında getirilen tekbirler le birlikte ellerin kaldırılması meşrudur. Kimi ilim adamı bunun meşru olmadığını söylemişlerdir.
Tekbirler arasında Allah'a hamd-u senâda bulunması, Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e salât ve selam getirmesi meşrudur.
Bunun için şöyle der:

Allah en büyüktür, en büyük. Allah'a pek çok hamd olsun. Sabah akşam Allah'ı her türlü eksiklikt en tenzih ederim. Muhammed'e, onun aile halkına ve ashabına Allah pek çok salât ve selam eylesin."
Kimi ilim ehline göre ise tekbirler arasında (böyle) bir zikir meşru değildir.
Tekbir almayı getirdikt en sonra önce Fatiha suresini okur. Bundan sonra birinci rekâtte; "O en yüce Rabbinin ismini tesbih et!" (el-A'lâ, 87/1) diye başlayan sureyi, ikincisin de de: "Sana örtüp bürüyenin haberi geldi ya" (el-⁄âşiye, 88/2) diye başlayan sureyi yahutta birinci rekâtte "Kaf, o çok şerefli Kur'ân'a yemin ederim ki;" (Kaf, 50/1) diye başlayan sureyi, ikinci rekâtte ise; "O saat yaklaştı ve ay yarıldı" (el-Kamer, 54/1) diye başlayan sureyi okur.
Daha sonra her iki rekâti de alışılmış diğer namazlar gibi bitirir, onlardan hiçbir farkı yoktur.
İbn Kudame der ki: Bayram namazının imam ile birlikte iki rekât olduğu hususunda ilim ehli arasında görüş ayrılığı yoktur.80 2
İbnu'l-Kayyim de Muhammed Mustafa Sallallah u aleyhi vesellem’in bayram namazı hususunda ki rehberliğini ve bu namazın keyfiyeti ni anlatırken şunları söylemektedir: Hutbeden önce namaz kılmakla başlardı. İki rekât namaz kılardı. Birincisi nde iftitah tekbiri ile birlikte peşpeşe yedi tane tekbir alırdı. Her iki tekbir arasında kısa bir süre susardı. Tekbirler arasında ondan bellenmiş bir zikir yoktur. Fakat İbn Mesud'un şöyle dediği nakledilm ektedir: Allah'a hamd-u senâda bulunur, Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e salavât getirir. Bunu el-Hallal zikretmek tedir. İbn Ömer ise Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e tabi olmaya dikkat eden birisi olarak her tekbir sırasında ellerini kaldırırdı. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem tekbir almayı bitirdi mi Kur'ân okumaya başlar ve önce Fatihatu'l-kitab'ı okur. Ondan sonra da: "Kaf, çok şerefli Kur'ân'a yemin ederim ki" (Kaf, 50/1) suresini iki rekâtin birinde okur, diğerinde ise: "O saat yaklaştı ve ay yarıldı." (el-Kamer, 54/1) suresini okurdu. Bazan bu iki rekâtte: "O en yüce Rabbinin ismini tesbih et!" (el-A'la, 87/1) ile "Sana örtüp bürüyenin haberi geldi ya." (el-Gaşiye, 88/1) surelerin i okuduğu da olurdu. Bu da, öteki de ondan sahih olarak rivâyet edilmiştir. Bunun dışında ondan sahih bir rivâyet gelmemiştir. Kur'ân okumayı bitirdikt en sonra tekbir getirir ve rukûya varırdı. Sonra birinci rekâti tamamladıktan ve sücûddan kalktıktan sonra peşpeşe beş tekbir getirirdi . Tekbir getirmeyi bitirdi mi Kur'ân okumaya geçerdi. Böylelikle her iki rekâtte de ilk başladığı şey tekbir oluyor, sonra Kur'ân okuyor, arkasından da rukû’a varmak geliyordu .803
Bayram Namazları Dolayısıyla Ezan Okunmaz, Kamet Getirilme z.
Bayram namazı için ezan okumak ve kamet getirmek sözkonusu değildir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in bayram namazını ezan okumaksızın ve kamet getirilme ksizin kılmış olduğu sabittir.
İbn Abbas ve Câbir Radıyallahu anhuma'dan şöyle dedikleri rivâyet edilmiştir: "Ramazan bayramı günü de, kurban bayramı günü de (namazdan önce) ezan okunmuyor du."804
Câbir b. Semura Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ile birlikte iki bayram namazını bir değil, iki değil (pek çok defa) ezan okunmadan, kamet getirilme den kıldım."805
İbnu'l-Kayyim der ki: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem musallâya vardı mı ezan okunmaksızın, kamet getirilme ksizin; "es-salâtu câmia: topluca namaza" diye seslenilm eksizin namaza başlardı. Sünnet olan bunlardan herhangi birisinin yapılmamasıdır.806
İbn Hazm der ki: İmam gelir, ezan ve kamet okunmadan öne geçer, insanlara açıktan Kur'ân okuduğu iki rekât namaz kıldırır.807
Bayram Namazından Önce Ya da Sonra Namaz Kılınır mı?
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in bayram namazından önce de, sonra da namaz kıldığı sabit değildir.
İbn Abbas Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ramazan bayramı günü çıktı. İki rekât namaz kıl(dır)dı, ondan önce de, ondan sonra da namaz kılmadı. Beraberin de Bilal de vardı.808
İbnu'l-Kayyim der ki: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in kendisi de, ashabı da musallâya geldikler i vakit bayram namazından önce de, sonra da namaz kılmazlardı.809
İbn Hacer der ki: Hulâsa bayram namazından önce ya da sonra namaz kılındığı hususunda sünnette sabit bir rivâyet -onu cuma namazına kıyas edenlerin kanaatine muhalif olarak- sabit değildir. Mutlak olarak nafile kılmaya gelince bu hususta özel bir delille menedici herhangi bir rivâyet te sabit olmamıştır. Bundan tek istisnâ bu işin bütün günlerde sözkonusu olan kerahet vaktinde yapılmaya kalkışılması olabilir. 810
Bu hüküm müslümanın bayram namazını musallâda kılması halinde sözkonusudur. Şâyet yağmur, rüzgar ve daha başka herhangi bir mazeret dolayısıyla mescidde kılınacak olursa, ilim ehlinin bu husustaki sözlerinden sahih olana göre; müslümanın iki rekât tahiyyetü'l-mescid kılacağıdır. Çünkü bu durumdaki kişinin hükmü, bayram namazından başka bir sebeple mescide giren kimsenin hükmü gibidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Bayram Namazı Kaza Edilir mi?
Kimi ilim adamının kanaatine göre bayram namazı kaçırılacak olursa vakti geçtiğinden ötürü kaza edilmez. Çünkü nafileler in kazası olmaz ve bayram namazı cemaat ile kılınır.
Başkaları da şöyle demektedi r: Bayram namazına yetişemeyen bir kimsenin, kılınış şekline uygun olarak kazasını yapması sünnettir. Çünkü Enes böyle yapmıştır. Ayrıca bu, diğer namazlar gibi bir namazın kaza edilmesin den ibarettir .
Bu görüşü kabul edenler şöyle derler: Şâyet imama selâm vermeden önce yetişecek olursa, kılındığı şekliyle kazasını yapar. Eğer yalnızca hutbeyi yetişir ve imamın selam vermesind en sonra gelirse, yine kılındığı şekil üzere iki rekât olarak kazasını yapar. Bunlardan, dört rekât olarak kazasını yapar diyenler de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
el-Muğnî’de şöyle demektedi r: Bayram namazını yetişemeyen kimsenin onu kaza etmek yükümlülüğü yoktur. Çünkü bayram namazı bir farz-ı kifayedir ve yeteri sayıda kimseler bu namazı kılmışlardır. Eğer kaza etmeyi arzu ederse serbestti r. Dilerse onu ister bir selam ile, ister iki selam ile dört rekât olarak kılabilir.
İsterse de nafile namazı gibi iki rekât olarak da kılabilir. Dilediği takdirde bayram namazı nasıl kılınıyorsa öylece (fazla) tekbir ile de kılabilir. Yine arzu ederse tek başına yahutta cemaat ile birlikte kılmakta da serbestti r.811
İbn Hacer, Buhârî'deki "bayram namazını kaçırırsa iki rekât namaz kılar bahsi" şeklindeki başlık ile ilgili olarak şunları söylemektedir: Bu başlıkta iki hüküm vardır. Birisi bayram namazını cemaat ile birlikte kılmayı -ister mecburiye tten, ister isteği ile olsun farketmez- (kazasını yaparak) onu telafi etmenin meşruiyeti; (diğeri) aslı gibi iki rekât olarak kaza edileceğidir.812
Bayram Namazı Hutbesi
İmam namazı bitirip selâm verdikten sonra hazır bulunanla ra iki hutbe verir. Yüzünü onlara döner, onlar da yerlerind e otururlar . Her iki hutbeye de Allah'a hamd ile başlar. Hutbeleri n başında tekbir getirmesi nde de bir sakınca yoktur. Hutbeyi ayakta verir. İki hutbe arasında hafifçe oturur. Eğer ramazan bayramı ise cemaate fıtır sadakasını vermeleri ni emreder. Onlara bu sadakanın vücubunu, sevabını, hangi türden ne kadar verileceğini, kimlerin vermesi gerektiğini, bu sadakanın verilmesi gereken zamanı anlatır. Kurban bayramında ise kurbandan, kurban kesmenin faziletin den, nelerin kurban olarak kesileceğinden, kurbanın kesilme vaktinden, kurban edilmeye engel kusurlard an, kurban etinin dağıtılmasından, kurban kesilirke n neler söyleneceğinden sözeder.
Her iki hutbede de bulunmak gerekmez. Hazır bulunanla rdan dileyen hutbeleri dinleyebi lir. Efdal olan budur, dileyen de gidebilir . İmamın, Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in yol gösterici uygulamasına uyarak hanımlara öğüt vermesi ve onlara yapmaları gerekenle ri hatırlatması müstehabtır.
Buhârî, Muslim ve başkalarında sabit olduğuna göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ramazan ve kurban bayramı günleri musallaya çıkardı. İlk yaptığı iş, namaz kılmak olurdu. Sonra namazı bitirir, yüzü insanlara dönük ayağa kalkardı. İnsanlar ise saflarında otururlar dı. Onlara öğüt verir, tavsiyele rde bulunur, emirler buyururdu ...813
İbnu'l-Kayyim der ki: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem namazı tamamladı mı namazdan çıkardı. Yüzünü insanlara dönüp ayağa kalkar, insanlar da saflarında otururlar dı. Onlara öğüt verir, tavsiyele rde bulunur, emirler buyurur, nehiyler verirdi. Bütün hutbeleri ne "elhamduli llah" diyerek başlardı. Tek bir hadiste dahi onun bayram hutbeleri ne tekbir ile başladığı tesbit edilmiş değildir. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bayram namazına gelen kimselere hutbeyi dinlemek üzere oturmak yahut ayrılıp gitmek hususunda ruhsat vermiştir.814
İbn Kudame de şöyle demektedi r: Hülasa iki bayramda da okunan iki hutbe namazdan sonradır. Bu hususta müslümanlar arasında bir görüş ayrılığı olduğunu bilmiyoru z. Bundan tek istisnâ Umeyye oğullarından gelen rivâyettir. Her iki hutbe de sünnettir. Hutbelerd e hazır bulunmak da, onları dinlemek de vacib değildir. Hatibin ayakta hutbe vermesi müstehabtır.815
Musallâya Çıkmak ve Musallâdan Dönmek
Sabah namazından sonra bayram dolayısıyla tekbir getirmek, tekbirin ecrini elde etmek için imama yakın bulunmak, namazı beklemek, başkalarının omuzları üzerinden geçmemek ve kimseye eziyet vermemek şartı ile imama yakın olmak müstehabtır.
Yürüyerek sükûnet ve vakar ile namaza çıkıp gitmesi, bir yoldan gidip, diğerinden dönmek suretiyle farklı yollardan gidip gelmesi müstehabtır.
Bayram namazı ve bayram namazına gitmek hususunda Peygamber efendimiz in uygulamal arını anlatırken İbnu'l-Kayyim şunları söylemektedir:
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem (bayram namazına gitmek üzere) yayan çıkardı. Bayram gününde bir yoldan gidip, bir diğerinden dönmek suretiyle farklı yoldan gider gelirdi. Bir görüşe göre her iki yolda bulunanla ra selam vermek için, bir diğer görüşe göre her iki kesim onun bereketin e nail olmak için, bir diğerine göre her iki yolda ihtiyacı bulunanla rın ihtiyaçlarını görmek için, bir başka açıklamaya göre diğer geniş ve dar yollarda İslâmın şiarlarını açıkça ortaya koymak için, bir başka açıklamaya göre onlara İslâmın ve müslümanların gücünü İslâm şiârlarının dimdik ayakta tutuldukl arını göstermek suretiyle münafıkları öfkelendirmek için, bir başka açıklamaya göre yerlerin tanıklıklarının artması için böyle yapardı. Çünkü mescide ve musallaya giden bir kimsenin bir adımı onun derecesin i yükseltirken, diğeri onun bir günahını kaldırır ve bu evine dönene kadar böyle sürüp gider. Bir diğer görüşe göre -ki en sahih olan budur- bütün bu sebepler dolayısıyla ve onun herbir uygulamasında görülen daha başka hikmetler dolayısıyla böyle yapardı."816
Yine İbnu'l-Kayyim şunları söylemektedir: İbn Ömer sünnete ileri derecede uyan birisi olmakla birlikte güneş doğmadıkça (bayram namazı için) evinden dışarı çıkmazdı, evinden musallâya kadar giderken tekbir getirirdi .817
Cuma ve bayram aynı güne gelirse:
Bayram ve cuma aynı güne rastlarsa bayram namazını kılanlardan cuma namazı düşer. Fakat imamın cuma namazını kılması gerekir. Böylelikle o namazda bulunmak isteyenle r ile bayram namazını kılmamış olanlar cumada hazır bulunurla r.
Sahih olan görüşe göre bayram namazına katıldığı için cumaya gelmeyen kimseleri n öğle namazı kılmaları icab eder. Her durumda evlâ olan, fazileti elde etmek, her ikisinin de ecrini kazanmak maksadıyla hem bayram, hem de cuma namazlarını kılmaktır.
İbnu'l-Kayyim der ki: Bayram ve cuma aynı güne denk geldiği takdirde bayram namazı ile yetinip, cumaya gelmeme ruhsatını (Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-) vermiştir.818
5. Kusûf (Güneş Tutulması) Namazı
Güneş ve ay yüce Allah’ın âyetlerinden (kudretini n ve birliğinin delil ve belgeleri nden) iki âyet, yüce kudretini n görünür delilleri ndendir. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Onun âyetlerinden bir kısmı da gece ile gündüz, güneş ve aydır. Güneşe de secde etmeyin, aya da. Eğer yalnız ona ibadet ediyorsanız, onları yaratan Allah'a secde ediniz." (Fussilet, 41/37)
Güneş ve ay tutulması görülen olaylarda ndır. Bu sefer gafil nefisler yaratıcının azametine, kudretiyl e kâinatta dilediği gibi nasıl tasarruf ettiğine dikkat eder.
Güneşin tutulması (Kusûf), ışığının gitmesi ya da eksilmesi, görünürde kararmaya doğru değişiklik göstermesi demektir. Ay tutulması (husûf) ise aydınlığının kısmen ya da tamamen gitmesi demektir.
Kusûf (güneş tutulması), Allah’ın âyetlerindendir. Allah onunla kullarını korkutur ve onların ibret almalarını ister. Onlardan kimlerin Allah'a dönüp tevbe edeceğine bakar.819 Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Halbuki biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz." (el-İsra, 17/59) Güneşin tutulduğu bir sırada Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem hızlıca, dehşetle elbisesin i sürükleyerek mescide çıkıverdi. İnsanlara namaz kıldırdı, onlara güneş tutulmasının Allah’ın âyetlerinden bir âyet olduğunu, Allah’ın bununla kullarını korkuttuğunu, bunun insanlara bir azabın inmesine sebeb olabileceğini, onlara bildirdi ve bu hususları izale edecek hususu onlara buyurdu. Bunun için böyle bir şey olduğu vakit namaz kılmalarını, dua edip, mağfiret dilemeler ini, sadaka vermeleri ni, köle azad etmelerin i ve bunun dışında böyle bir azabı bertaraf edecek diğer salih amelde bulunmala rını -insanların bu hali geçinceye kadar- emretti. Bununla yüce Allah’ın gözetimini iyice bellemeye bir hazırlık, hallerin değişmesi esnasında ve korkuya sebep bir olayın meydana gelmesi sırasında ona sığınmayı öğretmek sözkonusudur.
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Kusûf namazının hükmü ve delili:
İslam bize pek üstün edepler öğretmiş, başımıza beklenmed ik bir iş geldiği her seferinde Allah'a sığınmamızı, O'ndan yardım ve imdat istememiz i öğretmiştir. Güneş ve ay tutulmala rı (kusûf ve husûf) yüce Allah’ın kudretine delil teşkil eden pek büyük iki olaydır. İnsanlar bunları gördükleri vakit, zarar görürler korkusu ile tedirgin olur.
Bundan dolayı Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bu korkuyu giderecek hususları emretmiştir. Namaz kılmayı, dua etmeyi, Allah'tan bağışlanma dilemeyi, sadaka vermeyi, köle azad etmeyi emretmiştir.
Kusûf namazı ilim ehlinin ittifakı ile erkekler ve kadınlar için müekked bir sünnettir. el-Muğni'de şunları söylemektedir: Kusûf namazı müekked bir sünnettir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bu namazı kıldığı gibi, kılınmasını da emretmiştir. Güneşin tutulması sebebiyle bu namazın meşruiyeti hususunda ilim ehli arasında bir görüş ayrılığı olduğunu da bilmiyoru z.820
Muğire b. Şube'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem döneminde İbrahim'in öldüğü gün güneş tutuldu. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Şüphesiz güneş ve ay Allah’ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar herhangi bir kimsenin ölümü ya da hayatı dolayısıyla tutulmazl ar. Bunları (tutulmala rını) gördüğünüz vakit bu tutulma bitinceye kadar Allah'a dua ediniz, namaz kılınız."821
Bu namazın meşruiyetinin hikmeti:
Güneş, kâinattaki canlıların hayatının varlığına bağlı olduğu, yüce Allah’ın en büyük nimetleri ndendir. Onun tutulması hadisesin de bir gün gelip yok olabileceğinin hissettir ilmesi sözkonusudur. Hatta bununla şu anlatılmaktadır: Bütün kâinat herşeye gücü yeten, bir anda onu yok etme imkânına sahip, mutlak bir ilâhın yönetimindedir. Böyle bir durumda namaz kılmanın anlamı bu güçlü ve karşı konulamaz mutlak ilâhın önünde zilleti ve itaatle boyun eğmeyi ifade eder. İşte bu katıksız tevhidi ve güneş, ay ve bunun dışında çeşitli varlıklardan oluşan birtakım putlara ibadeti terketmey i getiren İslâmın güzelliklerindendir.822
Kusûf namazının kılınış şekli:
Kusûf namazı iki rekâttir. İlim adamlarının bu husustaki iki görüşünden sahih olanına göre açıktan okunur. Her rekâtte iki kıyam, iki Ruku’ ve iki secde vardır. Birinci rekâtte Fatiha ile uzunca bir sure okur. Sonra uzunca bir Ruku’ yapar, sonra başını kaldırarak "semiallah u limen hamideh Rabbenâ ve lekel hamd" ifadesini doğrulduktan sonra söyler. Sonra Fatiha'yı okur, sonra bir öncekinden biraz daha kısa bir başka uzun sûre okur. Sonra Ruku’a varır ve Ruku’unu uzun tutar. Ancak birincisi nden biraz daha kısa olmasına bakar. Daha sonra başını kaldırır ve "semiallah u limen hamideh Rabbenâ ve lekel hamd" der. Sonra uzunca iki secde yapar. Fakat iki secde arasında uzun oturmaz. Daha sonra ikinci rekâti, birinci rekât gibi kılar. Arkasından teşehhüd getirip, selam verir.
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in zevcesi Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem hayatta iken güneş tutuldu. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem mescide çıktı, ayakta durup tekbir aldı. İnsanlar da arkasında saf tuttu. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem uzunca Kur'ân okudu, sonra tekbir getirip uzunca bir rukû’ yaptı, sonra başını kaldırıp "semiallah u limen hamideh Rabbenâ ve leke'l-hamd" dedi. Sonra yine ayakta durdu ve birinci kıraatten biraz daha kısa uzunca Kur'ân okudu. Sonra tekbir getirdi. Uzunca bir Ruku’ yaptı; fakat bu birinci Ruku’dan daha kısa idi. Sonra "semiallah u limen hamideh Rabbenâ ve leke'l-hamd" dedi. Sonra secdeye vardı. (Ravilerin den Ebu't-Tahir sonra secdeye vardı, ifadesini zikretmed i). Sonra ikinci rekâtte de birincisi gibi yaptı ve nihayet dört Ruku’ ve dört secde yaptı. Namazını bitirmede n güneş açıldı. Sonra kalkıp insanlara hutbe verdi. Allah'a lâyık olduğu vechile övgüde bulundukt an sonra dedi ki: “Şüphesiz güneş ve ay Allah’ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar herhangi bir kimsenin ölümü ya da hayatı dolayısıyla tutulmazl ar. Siz bu olayı gördüğünüz vakit hemen namaza koşunuz..."823
İmam Muslim'in rivâyeti üzere Câbir Radıyallahu anh'dan şöyle dediği nakledilm iştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem döneminde, Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem’in oğlu İbrahim'in öldüğü gün güneş tutuldu. İnsanlar: Olsa olsa güneş İbrahim'in ölümü dolayısıyla tutuldu, dediler. Bunun üzerine Peygamber kalktı, insanlara dört secde ile altı Ruku’lu bir namaz kıldırdı..."824
İbn Abbas’ın rivâyet ettiği hadiste de şöyle denilmekt edir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem güneş tutulduğunda dört secdeli ve sekiz Ruku’lu bir namaz kıldırdı.825
Buhârî ve ondan başka hadisde ilim ehli kimseler şöyle demektedi r: Bu hadisleri olayın birden çok tekrarlan mış olma hali dışında hepsinin caiz olduğunun açıklandığı şeklinde yorumlanm asına imkân yoktur. Halbuki olay birden fazla tekrarlan mamıştır. Çünkü bütün bu rivâyetler oğlu İbrahim'in öldüğü günde güneşin tutulması sırasında Peygamber efendimiz in kıldığı namaz ile ilgilidir . İşte o vakit sadece iki Ruku’ yaptığına dair haberleri tercih etmek icab eder. Çünkü daha sahih ve daha meşhur olanlar bunlardır.826
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye de şöyle demektedi r: Kusûf namazının kılınışı hususunda çeşitli rivâyetler gelmiştir. Fakat Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem’in sünnetini bilen ilim ehline göre yaygın olan Buhârî ve Muslim'in çeşitli yollardan rivâyet ettikleri Malik, Şafiî ve Ahmed gibi ilim ehlinin çoğunun müstehab kabul ettiği, Peygamber efendimiz in onlara iki rekât namaz kıldırdığı herbir rekâtte iki defa Ruku’a vardığıdır. Kıyamda uzunca Kur'ân okur, sonra kıraatten daha kısa uzunca bir Ruku’ yapar, sonra ayağa kalkar yine birinci kıraatten nisbeten daha kısa uzunca bir kıraat yapar. Sonra birinci Ruku’udan nisbeten daha kısa bir Ruku’da bulunur. Sonra uzunca iki secde yapar. Sahih'de Peygamber'den sabit olduğuna göre o bu namazda Kur'ân'ı açıktan okumuştur.827
Kusûf Namazına Dair Bazı Hükümler
1. Kusûf namazının -Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in uygulaması dolayısıyla- cemaatle kılınması sünnettir. Tek tek kılınması da caizdir. Çünkü o bir nafile namazdır. Fakat cemaatle kılınması daha faziletli dir.
el-Muğni'de şöyle denilmekt edir: İmamın izni ile de, onun izni olmaksızın da yolculukt a ve ikamet halinde kılınması meşrudur.828
2. Kusûf namazı için "es-salâtu camia (topluca namaza)" diye seslenilm esi meşrûdur. Çünkü Abdullah b. Amr Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem döneminde güneş tutulunca "es-salâtu camia" diye seslenild i.829 Ancak kusûf namazı için ezan okumak da, kamet getirmek de meşru değildir. el-Muğni'de şöyle denilmekt edir: Kusûf dolayısıyla ezan okumak da, kamet getirmek de sünnet değildir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bu namazı ezan okunmadan ve kamet getirilme den kılmıştır. Ayrıca bu namaz beş vakit namazdan birisi olmadığından ötürü diğer nafileler e benzemekt edir.
Kadınların bu namazı kılmaları meşrûdur. Çünkü Ebu Bekir'in kızı Esmâ'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Güneş tutulduğu sırada Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in hanımı Âişe'nin yanına gittim. İnsanların ayakta namaz kılmakta olduklarını gördüm, o da ayakta namaz kılıyordu. Ben: İnsanlara ne oluyor, diye sordum, eliyle semaya işaret etti ve: Subhanall ah, dedi. Ben bir âyet (mi) dedim, o eliyle: Evet diye işaret etti...83 0
3. Kusûf namazının mescidde kılınması sünnettir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bu namazı mescidde kılmıştır. Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem hayatta iken güneş tutuldu, mescide çıktı ve insanlar onun arkasında saf tuttu...8 31
4. Kusûf namazının vakti güneşin ya da ayın tutulmasının başlamasından itibaren başlar. Tutulma bitinceye kadar devam eder. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem, Câbir Radıyallahu anh’ın rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurmakt adır: "...Siz bu kabilden bir şey gördüğünüz vakit açılıncaya kadar namaz kılınız..."832
5. Tutulma geçtikten sonra, Kusûf namazının -kılınma mahalli (zamanı) geçtiğinden ötürü- kazası yapılmaz. Çünkü bu namazdan maksat ârızî olarak çıkan bu durumun son bulması ve nimetin tekrar eski haline dönmesidir. Bu da husule gelmiştir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "...Sizin bu haliniz açılıncaya kadar namaz kılınız, Allah'a dua ediniz."833
Şâyet namaz esnasında tutulma bitecek olursa, namazını çabucak bitirir, fakat kesmez. Çünkü yüce Allah: "Amellerin izi de boşa çıkarmayın." (Muhammed, 47/33) diye buyurmakt adır. Şâyet tutulma tamamlanm adan önce selam verecek olursa, bir Kusûf namazı daha kılmaz. Fakat zikir ve dua ile uğraşır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem iki rekâtten fazla namaz kılmamıştı.
Eğer tutulma bittikten sonra bulut olursa yine namaz kılar. Çünkü aslolan tutulmanın devam etmekte olduğudur. Şâyet tutulmanın bulut ve benzeri halle birlikte devam edip etmediğinde şüphe edecek olursa, namaz kılmaz. Çünkü aslolan bunun olmamasıdır.
6. Eğer güneş tutulmakt a iken batar yahutta güneş doğarken ay tutulmuş ise namaz kılmaz. Çünkü her ikisinden yararlanm a zamanının geçmesi dolayısıyla namazın teşrî’ kılınmasına neden olan illet ortadan kalkmış olmaktadır.
7. Bu namazın namaz kılmanın yasak olduğu vakitlerd e kılınması caizdir. Çünkü tutulma gerçekleştiği takdirde, namaz kılma emri mutlak olarak verilmiştir.
8. Ayakta Kur'ân okumayı uzunca tutması sünnettir. Ruku’ ve sücudu da uzatması sünnettir. Çünkü bu Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den sabit olmuştur.
9. Kusûf namazı için gusletmek sünnet değildir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem ve ashabı bu namaz için gusletmed ikleri gibi, bunu kılmak için ellerini çabuk tutmuşlardır. Gusül ise tutulmanın bilinmesi zamanından itibaren bu namazın çabucak kılınabilmesinin müekked bir sünnet olması ile bağdaşmamaktadır.
10. İmamın namazdan sonra öğüt vermesi, insanları gaflet ve aldanıştan sakındırması, onlara çokça dua edip, mağfiret dilemeyi emretmesi sünnettir. Nitekim bütün bu hususlar Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den sabit olmuştur.
11. Güneş tutulması ile cenaze namazı birarada bulunacak olursa, önce cenaze namazı kılınır. Çünkü onun için korkulur. Eğer farz namazın son vakti ile birlikte güneş tutulması sözkonusu olursa farz namaz kılmakla başlanır. Çünkü onun hükmü daha güçlüdür. Şâyet namazın ilk vaktinde görülürse küsuf namazı kılmakla başlanır, çünkü geçeceğinden korkulur. Eğer Kusûf namazı ile vitir birarada bulunur ve ikisinin de geçeceğinden korkulurs a bu sefer Kusûf namazı kılmakla başlanır. Çünkü o daha çok pekiştirilmiş bir hükümdür.834
12. Tutulma dışındaki başka alâmetler dolayısıyla namaz kılınmaz. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den olsun, onun halifeler inden olsun böyle bir şey nakledilm iş değildir. Ancak İmam Ahmed şöyle demektedi r: Sürekli zelzele dolayısıyla namaz kılınır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem Kusûfu onun Allah’ın kendisi vasıtasıyla kullarını korkuttuğu bir âyet (alâmet ve belge) olmakla gerekçelendirmiştir. Zelzele ise daha çok korkutucu bir şeydir. Bir defalık sarsıntıda ise namaz kılabilecek kadar bir süre devamı sözkonusu değildir.835
13. Yüce Allah'ı zikretmek, dua etmek, tekbir getirmek, mağfiret dilemek, sadaka vermek, köle azad etmek, güç yetirildiği kadarıyla yüce Allah'a yakınlaşmaya çalışmak da müstehabtır. Çünkü Âişe Radıyallahu anha'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "...Bunların tutuldukl arını gördüğünüz vakit tekbir getiriniz, Allah'a dua ediniz, namaz kılınız ve sadaka veriniz.. ."836
Ebu Musa'dan rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Allah’ın gönderdiği bu âyetler hiç şüphesiz herhangi bir kimsenin ölümü ya da hayatı (doğumu) dolayısıyla olmazlar. Fakat yüce Allah bunları kendileri yle kullarını korkutmak için gönderir. Bunlardan herhangi birisini görecek olursanız, hemen O'nu anmaya, O'ndan mağfiret dilemeye koşunuz."837
Esmâ Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem güneş tutulması sırasında köle azad etmeyi emretmiştir.838 Çünkü bu Allah tarafından bir korkutmadır. O halde bunu kullarının üzerinden açması için yüce Allah'a itaat etmeye koşmak gerekir.
Kusûf namazına yetişmekte geç kalan (mesbûk)ın hükmü:
Nevevi der ki: Namaza başladığında yetişemeyen kişi (mesbûk) imama ilk rekâtin birinci Ruku’unda yetişecek olursa namaza yetişmiş olur. Şâyet ikinci rekâtin ilk Ruku’unda imama yetişirse o rekâti yetişmiş olur. İmam selam verdiği takdirde kendisi kalkar ve iki Ruku’lu bir rekât kılar.
Şâyet iki rekâtten herhangi birisinin ikinci Ruku’unda imama yetişecek olursa, el-Buveytî'nin açıkça ifade ettiği ve mezheb müntesiblerinin sahih olduğunu ittifakla kabul ettiği mezhebin görüşüne göre, o rekâti hiçbir şekilde yetişmiş sayılmaz.
et-Takrîb sahibi bir başka görüş nakletmek tedir: İkinci rukû’u yetişmekle ondan önceki kalkışı yetişmiş sayılır. Buna göre ikinci Ruku’a başından itibaren yetişirse imam selam verdiği takdirde kendisi ayağa kalkar, Kur'ân okur, Ruku’ yapar, Ruku’dan doğrulur, sonra oturur, teşehhüd getirip, selam verir. Secde yapmaz. Çünkü Ruku’a yetiştiği takdirde şâyet ondan önceki kıyam gerçekleşmiş ise, ondan sonraki yapılan secde kaçınılmaz olarak sayılır. Ancak mezhebin kabul edilen görüşüne göre ikinci kalkışta imama yetişecek olursa, yine o rekâtin herhangi bir bölümüne yetişmiş sayılmaz.838
İslâmın tashih ettiği bozuk inanışlar:
Cahiliye döneminde egemen olan inanışa göre güneş tutulması, ancak büyük bir şahsiyetin ölümü ya da doğuşu dolayısıyla ortaya çıkardı. Müneccimler bunun evrende etkili olduğuna inanırlardı. Kâfirlerin birçoğu güneşi ve ayı -en büyük aydınlık kaynağı olduklarından ötürü- tazim ederlerdi . İş sonunda onlara ibadet etmeye kadar varmıştı.
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bu hurafeyi çürütmüş ve bu hususta gerçeği açıklamıştır. el-Muğire b. Şu’be Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: İbrahim'in öldüğü günü güneş tutuldu. İnsanlar: Güneş İbrahim'in ölümü dolayısıyla tutuldu, dediler. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ise şöyle buyurdu: "Şüphesiz güneş ve ay Allah’ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar herhangi bir kimsenin ölümü dolayısıyla da, hayatı dolayısıyla da tutulmazl ar. Sizler onların bu halini gördüğünüz takdirde tutulmala rı sona erinceye kadar Allah'a dua edip, namaz kılınız."839
İşte bu cesurca tutum eğer bir gerçeğe işaret ediyorsa, olsa olsa Muhammed Sallallah u aleyhi vesellem’in peygamber liğinin doğruluğuna ve ruhunun temizliğine delâlet eder. Şâyet o davasında yalancı bir kimse olsaydı bu tutumu istismar eder ve kendisi etrafında bir tazim halesi oluştururdu. Fakat onun risaleti yüce Allah'a gerçek anlamdaki kulluğu, davasındaki güvenilirliği onu bu konumun pek üstüne çıkartmış ve bunun sonucunda apaçık hakkı, batıl akideleri tashih ederek dile getirmiş, güneşin, ayın, Allah’ın kudretler inin belgeleri nden olduğunu açıklayarak, bunların insanların değişen halleriyl e onların herhangi bir ilgilerin in bulunmadığını açıkça ortaya koymuştur... Ayrıca ümmete bu gibi olaylar karşısında -bu geçici hal sona erinceye ve tekrar eski halleri ile açıkça görülüp, nimet eski haline dönünceye kadar- bu gibi olaylar karşısında neler yapılması gerektiğini göstermiştir.
Tutulma olayı üzerinde düşünen bir kimse, değişmez birtakım hakikatle re de vâkıf olur. Bunlar insanı her türlü şüpheden arınmış katıksız tevhide, yüce Allah'a itaat esası üzere amel etmeye, masiyet ve günahlardan uzak kalmaya iter... İnsanlar her sabah akşama kadar güneşi görmeye alışmışlardır... Alışageldikleri hususun etkisi altında kaldıklarından, bunların Allah’ın âyetleri arasında yer aldıklarından yana gaflete düşerler. İşte tutulma olayı insanları gafletler inden çıkarmakta, Allah’ın varlığını onlara açıklamakta, kâinatta biricik tasarruf sahibinin yalnız O olduğunu, O'nun herşeye gücünün yettiğini... ortaya koymaktadır. Böylelikle sapık akıllar doğruyu bulur, gafil kalbler uyanır, Allah’ın gözetimi altında olduğuna inanır ve O'na yakınlaşmaya çalışır.
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
6. İstiskâ Namazı
Sözlük ve şer'î anlamı ile istiskâ:
Sözlükte "istiskâ" suvarılmayı istemek demektir. Lisânu'l-Arab'da840 şöyle demektedi r: Kişi adamdan istiskâ etti, ondan kendisini sulamasını istedi, su vermesini istedi, demektir. Bu suvarılmayı istemek anlamında "istif'âl" vezninde bir kip olup, kullara ve ülkelere yağmurun indirilme sini istemek demektir.
Şer'î bir terim olarak; kuraklık ve yağmur yağmama halinde özel bir şekilde yüce Allah'tan yağmur yağdırılmasını istemek amacıyla yapılan dua demektir.
Bu şekilde dua, geçmiş ümmetler arasında da vardı. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Hani Musa kavmi için su dilemişti..." (el-Bakara, 2/60)
Hakim, el-Mustedrek adlı eserinde Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedi r: Ben Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'ı şöyle buyururke n dinledim: "Peygamber lerden birisi yağmur duasına çıktı. Bir karıncanın ayaklarından birisini semaya doğru kaldırmış olduğunu gördü. Bu sefer (beraberin dekilere): Geri dönün şu karınca sebebiyle duanız kabul olundu, dedi."841
İstiskâ (yağmur duası)nın hükmü:
İstiskâ namazı Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem’in ve halifeler inin fiili ile sabit, müekked bir sünnettir. Ubâde b. Temim'in rivâyetine göre amcası şöyle demiştir: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem yağmur duası için çıktı. Kıbleye yönelip, dua etti. Üzerindeki ridâsını tersine çevirdi. Sonra iki rekât namaz kıldı, bu iki rekâtte de Kur'ân'ı açıktan okudu."842
Müslümanlar yağmur duasının meşrûiyeti üzerinde icmâ’ etmişlerdir. Tirmizî: İlim ehli buna göre uygulama yapmaktadır, demektedi r.843
İstiskâ ne zaman meşrû olur?:
Yer kuruyup suyu çekildiği yani tamamıyla kuraklaşıp her canlının hayat kaynağı olan yağmur yağmadığı vakit, istiskâ da meşru bir amel olur. Yüce Allah: "Ve canlı herşeyi sudan yarattık." (el-Enbiya, 21/30) diye buyurmakt adır. Su hiç şüphesiz yüce Allah’ın kullar üzerindeki en büyük nimetlerd endir. Bundan dolayı su bulunamadığı vakit, oldukça büyük bir musibetle karşı karşıya kalınmış demektir. Böyle bir musibeti de bir ve tek yüce Allah'tan başkasının kaldırmaya gücü yoktur. Yerin kuruması ile yağmurun kesilmesi ne benzer bir musibet de pınarların ve ırmakların yerin dibine geçmesi yahut sularının azalması ya da tuzunun artması gibi değişikliğe uğramasıdır... Bu durumda insanlar Rablerine sığınır, O'na yalvarıp yakarırlar. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den sabit şekillerden herhangi birisi ile onun imdadını ister, yağmur yağdırmasını niyaz ederler. Bu da cemaatle yahut tek tek namaz kılmak ya da cuma hutbesind e hatibin dua etmesi ile olur. Hatib bu duayı yapar, mü'minler de yağmur duası için namaz kılmaksızın onun duasına “âmin” derler. Yahut namazların akabinde ya da namazsız ve hutbesiz olarak tenhalard a Allah'a dua ederler.


İstiskâ Namazının Kılınış Şekli
İstiskâ namazı iki rekâttir. el-Muğnî adlı eserde şöyle denilmekt edir: İstiskâ namazının kılınacağını kabul eden kimseler arasında iki rekât olduğu hususunda görüş ayrılığı olduğunu bilmiyoru z.844 Kılınış yeri ve hükümleri itibariyl e tıpkı bayram namazının şekil ve hükümleri gibidir. Çünkü İbn Abbas Radıyallahu anh'dan rivâyete göre; Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem pek iyi olmayan bir kılık ile çıktı... Bayramda kıldığı şekilde iki rekât namaz kıldı.845
Tirmizî dedi ki: Şafiî der ki: İstiskâ namazını bayram namazları gibi kılar. Birinci rekâtte yedi tekbir, ikinci rekâtte beş tekbir getirir. O bu hususta İbn Abbas’ın rivâyet ettiği hadisi delil gösterir.846
İstiskâ namazının musallâda (şehir dışındaki namazgâhta) kılınması müstehabtır. Bu, rekât sayıları bakımından, Kur'ân okuyuşu bakımından ve hutbeden önce kılınması yönüyle, her iki rekâtte kıraatten önce tekbirler i itibariyl e, hep bayram namazı gibidir. Ancak istiskâ namazının muayyen bir vakti yoktur. Fakat namaz kılınması yasak olan vakitlerd e kılınmaz. Çünkü istiskâ namazının vakti geniştir. Nehy zamanında yapılmasına ihtiyaç yoktur.
Daha uygunu ise bu namazı bayram namazı vaktinde kılmaktır. Çünkü mekân ve şekil itibariyl e bayram namazına benzer. Âişe Radıyallahu anha'nın rivâyet ettiği hadiste de: "...Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem güneşin etrafı görülmeye başlayınca namaza çıktı..."847 hadisinde ki ifadeler de bunu gerektirm ektedir.
Kılınış şekli hususunda nafile namaz gibi iki rekât olarak kılınacağı da rivâyet edilmiştir. el-Muğni'de şöyle denilmekt edir: Nafile namazı gibi iki rekât namaz kılar. Malik, Evzaî, Ebu Sevr ve İshak’ın görüşü budur. Ubâde b. Temim'in amcasından rivâyetine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem yağmur duasına çıktı, iki rekât namaz kıldı ve elbisesin i ters çevirdi.848 Ebu Hureyre de buna yakın bir rivâyet nakletmiş olup849 tekbiri sözkonusu etmemekte dir. İfadenin zahirinde n tekbir getirmediği anlaşılmaktadır. el-Hirakî'nin ifadeleri nden açıkça anlaşılan da budur. Bununla birlikte ne şekilde yapılırsa caiz ve güzeldir.850
İstiskâ Namazı İle İlgili Bazı Hükümler
1. İstiskâ namazının hutbeden önce ve sahrada kılınması sünnettir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem o namazı sahradan başka bir yerde kılmamıştır. Diğer taraftan böylesi yüce Allah'a olan ihtiyacı daha ileri derecede ortaya koyan bir haldir.
2. İmam istiskâ namazı için çıkmak istediği takdirde önce insanlara öğüt vermeli, kalblerin i yumuşatacak şekilde Allah’ın sevab ve ikabını hatırlatmalı, onlara yüce Allah'a karşı takvalı olmayı, masiyetle rden tevbe etmeyi, yapılan haksızlıkları hak sahibleri ne vermek suretiyle onların sorumlulu klarından kurtulmayı, birbirler ine helâllık vermeyi emreder. Çünkü masiyetle r kıtlığın sebebi, takva ise hayır ve bereketle rin sebebidir . Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Eğer o ülke halkı iman edip de takva sahibi olsalardı, üzerlerine gökten ve yerden nice bereketle r açardık. Fakat onlar yalanladılar. Bunun için biz de kazanmakt a oldukları yüzünden onları (azabla) yakalayıverdik." (el-A’raf, 7/96)
Ayrıca cemaate, fakir ve yoksullar a sadaka vermeleri ni emreder. Çünkü bu yağmurun yağması suretiyle onlara merhamet etmeye, rahmete mazhar olmalarına bir sebebtir. Sonra da Bu münasebetle sünnete uygun, şekilde gerekli hazırlıkları yapsınlar diye, onlara yağmur duası için çıkılacak günü tayin eder. Çünkü Âişe Radıyallahu anha şöyle demiştir: "...Ve insanlara çıkacakları bir günü tayin etti."851 Sonra sözleşilen günde musallaya çıkarlar. Tevazu, huşû’, zillet ve yakarışlarını izhar ederler. Çünkü İbn Abbas Radıyallahu anh şöyle demiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem pek iyi olmayan kıyafetlerle, alçak gönüllü, Allah'a yalvarıp yakaran bir şekilde çıktı ve nihayet musallâya kadar geldi...8 52 Süs elbiseler ini giyinmezl er, koku sürünmezler. Çünkü böyle bir şey zînetin kemalinde ndir. Bugün ise tevazû’ ve boyun eğme günüdür. Allah'a ne kadar muhtaç olduklarını açığa vururlar.
el-Muğnî’de şunları söylemektedir: Su ile temizlenm ek, misvak ve kokuları giderici şeyler kullanmak müstehabtır. Bütün insanların namaza çıkmaları müstehabtır. Dinine bağlı, hali mestûr ve salâh sahibi kimseler ile yaşlıların çıkmaları daha da müstehabtır. Çünkü böylesi duanın daha çabuk kabul edilmesin e bir sebeb teşkil eder. Kadınlara gelince, yaşlı olanlarının, güzel ve alımlı görünümü olmayanla rın çıkmalarında bir sakınca yoktur. Genç ve alımlı kadınların ise yağmur duasına çıkmaları müstehab değildir. Çünkü onların çıkışları ile ortaya çıkacak zarar faydadan daha çoktur. Hayvanları çıkarmak müstehab değildir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bunu yapmamıştır.853
İmam az önce belirttiğimiz şekilde cemaate iki rekât namaz kıldırır. Birinci rekâtte Fatiha suresinde n sonra: "O en yüce Rabbinin ismini tesbih et!" (el-A'laâ, 87/1) diye başlayan sureyi, ikinci rekâtte ise: "Sana örtüp bürüyenin haberi geldi ya." (el-Gâşiye, 88/1) diye başlayan sureyi okur. Çünkü İbn Abbas Radıyallahu anh’ın dediğine göre; Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem pek güzel olmayan kıyafetlerle dışarı çıktı... ve bayram namazında kıldırdığı şekilde iki rekât namaz kıldırdı.854
el-Muğnî de diyor ki: İstiskâ namazı için ezan okumak ve kamet getirmek sünnet değildir. Bu hususta bir görüş ayrılığı olduğunu bilmiyoru z... Çünkü bu nafile bir namazdır. Diğer nafileler de olduğu gibi bunun için de ezan okunmaz. Mezheb alimlerim iz derler ki: Bu namaz için "es-salâtu câmia: topluca namaza" diye seslenili r. Tıpkı bayram ve Kusûf namazlarında seslenild iği gibi.855
Daha sonra imam bir tek hutbe okur. el-Kâfi’ de şöyle denilmekt edir: Çünkü ravilerde n hiçbir kimse iki hutbe okunduğunu nakletmiş değildir.856
Kimi ilim adamları iki hutbe okunacağını söylemiştir. Bu hususta genişlik vardır; fakat sünnete ittiba daha uygundur. Hutbe namazdan sonra okunur. Çünkü Ebu Hureyre'den gelen rivâyete göre o şöyle demiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem bir gün istiskâ için çıktı. Bize ezansız ve kametsiz iki rekât namaz kıldırdıktan sonra bize hutbe irad etti..."857 Ayrıca İbn Abbas ta şöyle demektedi r: "...Ramaza n ve kurban bayramlarında yaptığı gibi bu sefer de yaptı."858 Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in çoğu halleri böyle idi. Müslümanların uygulaması da bu şekilde devam etmiştir.
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in namazdan önce hutbe okuduğu da vârid olmuştur. Kimi ilim adamı da bu görüştedir. Çünkü Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "...Minber in üzerine oturdu, tekbir getirdi, yüce Allah'a hamdetti. Sonra dedi ki... ve inip iki rekât namaz kıl(dır)dı..."859
Abdullah b. Zeyd'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem istiskâ namazı için çıktı. Kıbleye dönüp dua etti. Sonra elbisesin i ters çevirdi. Sonra iki rekât namaz kıldırdı. Bu rekâtlerde açıktan Kur'ân okudu."860
3. İstiskâ namazı hutbesind e çokça Allah'tan mağfiret dilemeli ve mağfiret dilemeyi emreden âyetleri okumalıdır. Yüce Allah’ın şu buyrukları gibi: "Arkasından: Rabbinizd en mağfiret dileyin. Çünkü O, çok mağfiret edicidir, dedim. Böylece O üzerinize semayı (yağmuru) bol bol salıverir. Mallarla, oğullarla size yardım eder, size bağlar ve bahçeler verir ve sizin için nehirler akıtır." (Nuh, 71/10-12); "Bir de Rabbinizd en mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzel bir şekilde (nimetleri yle) faydalandırsın ve her fazilet sahibine kendi lütfunu versin. Eğer yüz çevirirseniz muhakkak ben sizin için büyük bir günün azabından korkarım." (Hud, 11/3); "Rabbinizd en mağfiret dileyin ve sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz Rabbim rahmet edicidir, çok sevendir." (Hud, 11/90) vb. daha başka âyetleri okur. Çünkü bu yağmurun yağmasına bir sebebtir. Masiyetle r ise kesilmesi ne sebebtir. Allah'tan mağfiret dileyip, tevbe etmek ise masiyetle ri siler.
Ayrıca çokça dua eder. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua edin, ben de duanızı kabul edeyim." (el-Mu'min, 40/60); "Ona korkarak ve umarak dua (ve itaat) edin. Şüphesiz Allah'ın rahmeti iyi hareket edenlere pek yakındır." (el-A'râf, 7/56)
Dua ederken ayakta dua eder ve ellerini kaldırır. Çünkü Enes şöyle demiştir: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem hiçbir duasında ellerini kaldırmazdı. İstiska (namazı) duasında (kaldırması) müstesnadır. O koltuk altlarının beyazı görününceye kadar ellerini kaldırırdı."861
İnsanlar da oturdukla rı halde ellerini kaldırarak “âmin” derler. Çünkü Enes'in rivâyet ettiği hadiste şöyle denilmekt edir: "Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem dua etmek üzere ellerini kaldırdı, insanlar da onunla birlikte dua etmek üzere ellerini kaldırdılar..."862 Duada ısrarlı ifadeler kullanır. Çünkü Ebu Hureyre'den gelen rivâyete göre o, Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedi r: "Kul günahı gerektire n bir şey ile yahut akrabalığı koparan bir hususu zikredere k dua etmedikçe kulun duası kabul edilir. Elverirki acele etmesin.” Ey Allah’ın Rasûlü, acele etmek ne demektir diye soruldu. Şöyle buyurdu: Kul: “Ben dua ettikçe ettim, fakat bir türlü benim duamın kabul edildiğini görmedim, der. İşte o vakit dua etmeyi keser ve duayı terkeder."863
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'a salât ve selâm getirir. Çünkü bu duanın kabul edilmesin in sebepleri ndendir. Bu konumda Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e uyarak, ondan varid olmuş duaları okuyarak dua eder. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Andolsun ki sizin için Allah'ı ve âhiret gününü ümit eden ve Allah'ı çokça anan kimseler için Rasûlullah’ta güzel bir örnek vardır." (el-Ahzâb, 33/21)
Bunlardan biri de Câbir b. Abdullah'tan gelen rivâyettir. O dedi ki: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in yanına ağlayarak gelenler oldu, şöyle buyurdu:

Allah'ım, imdada yetişen, afiyet olan, merayı bitiren, faydalı ve zarar vermeyen, geç gelmeyip âcil gelen bir yağmur ile bizleri sula..."864
Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinde n rivâyete göre şöyle demiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem yağmur için dua ettiğinde şöyle derdi:



Allah'ım kullarına, davarlarına su ver, onlara rahmetini yay ve ölmüş olan ülkeni canlandır!"865
Ve buna benzer vârid olmuş daha başka dualar yapar.
Hutbe esnasında kıbleye dönerek dua etmesi, elbisesin i ters çevirmesi sünnettir. Sağ tarafını sola, sol tarafını sağa getirir. Çünkü Abbâd b. Temim amcasından şöyle dediğini rivâyet etmektedi r: "Nebi Sallallah u aleyhi vesellem'i istiskâ namazı kılmak için çıktığı günü gördüm. İnsanlara sırtını döndü, kendisi kıbleye dönerek dua etmeye başladı. Sonra elbisesin i ters çevirdi. Sonra bize Kur'ân'ı açıktan okuduğu iki rekât namaz kıldırdı."866
Bundaki hikmet -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya- kıtlıktan ve darlıktan yağmurun yağmasına, bolluğa ve genişliğe doğru bir durum değişmesini ümit ettiğini göstermek içindir. İnsanlar da imamları gibi elbiseler ini ters çevirirler. Bu da Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in fiili uygulamasına uymaktır. Bunun ona özel olduğuna dair bir delil getirilme dikçe bu böyledir. Eğer yüce Allah müslümanlara yağmur yağdırırsa mesele yok, değilse ikinci, üçüncü defa istiskâ namazını tekrar ederler. Çünkü bu namazı gerektire n sebep ve ona ihtiyaç hissettir en hal olduğu gibi devam etmektedi r. Bu ise yağmura duyulan ihtiyaçtır.
4. el-Muğni’de şöyle demektedi r: Şâyet çıkmak için hazırlanırken çıkmadan önce yağmur yağıp, henüz daha çıkmamış iseler nimeti dolayısıyla yüce Allah'a şükrederler ve lütfundan daha fazla vermesini dilerler. Eğer çıktıkları halde namaz kılmadan önce yağmur yağarsa, yüce Allah'a şükür olmak üzere namaz kılarlar, O'na hamdederl er, dua ederler.8 67
5. Yağmur yağdığı takdirde ilk damlaları düştüğünde insanın yağmurdan kendisine bir şeyler isabet etmesi için durur ve: " : Allah'ım, faydalı bir yağmur (niyaz ederiz)” der. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'dan sabit olduğuna göre o yağmuru gördü mü: "Allah'ım, bunu faydalı bir yağmur kıl." diye dua ederdi."868 Yine: "Allah’ın lütuf ve rahmetiyl e bize yağmur yağdırıldı, der."869 Çünkü böyle demek, Sahih-i Buhârî'de sabit olmuştur.
6. Yağmur fazla yağar, zarar vereceğinden korkulurs a yine Allah'a dua ederler. Onu hafifletm esini, zararını önlemesini niyaz ederler. Çünkü Enes'in rivâyet ettiği hadiste şöyle denilmekt edir: "Bir adam Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'a gelerek şöyle dedi: Ey Allah’ın Rasûlü, evler yıkıldı, yollar kesildi, davarlar helâk oldu. Bunun üzerine Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Allah'ım, dağların ve kum tepelerin in üstünde, vadilerin iç taraflarında, ağaçların bittiği yerlerde (yağmurunu yağdır). Bunun üzerine yağmur bir elbisenin çıkarılması gibi Medine üzerinden çekildi."870
Bu hadis-i şerifte oldukça yüksek nebevî bir edeb vardır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem nimet ile birlikte gelen zarardan dolayı kızmadı. Yüce Allah'tan bu zararı kaldırıp, yağmur nimetinin kalmasını niyaz etti. Yoksa mutlak olarak yağmurun kaldırılmasını istemedi. Çünkü o yağmura başka yerlerde ihtiyaç vardır...
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
CEMAATLE NAMAZ

İbadetlerde aslolan, insanın onları hakkını edâ etmek ve nimetleri ne şükür olmak üzere Allah’ın emrine uyarak yerine getirmesi dir. İbadetler ruhta sağlamca yer edinen akidenin amelî bir ifadesidi r. Akidenin sağlıklı ve doğru olması oranında insan edâ ettiği ibadetler hususunda yüce Allah’ın gösterdiği yol üzere dosdoğru yürüyebilir.
İslâm namaza çok büyük bir önem vermiştir. Namazı emretmiş, onu terketmey i sakındırmıştır. Belli zamanlard a namaz kılmak üzere toplanmayı teşrî’ etmiştir. Her gün ve gecede müslümanlar namazı edâ etmek üzere beş defa bir araya gelirler. Her hafta cuma namazını kılmak üzere toplanırlar. Cuma namazındaki bu toplanma günlük toplanmad an daha fazladır. Her yıl iki kere tekrarlan an bayram namazları için toplanma ise, her şehrin cemaati için bir toplantıdır. Bu, haftalık toplantıdan daha büyüktür.
Cemaatle namaz kılmanın fazileti:
İslâm müslümanın namazı içinde yaşadığı toplumdan uzak, tek başına edâ etmesi ile yetinmemiştir. Aksine müslümanı namazını mescidde cemaat ile birlikte edâ etmesi için teşvik etmiş, hatta bunu ona vacib kılmıştır. İbn Ömer Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmiyedi derece daha faziletli dir."871
Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e gözleri görmeyen bir adam gelip: Ey Allah’ın Rasûlü! Benim elimden tutup, beni mescide getirecek kimsem yok, diyerek. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'den evinde namaz kılmak üzere kendisine izin vermesini istedi. Peygamber de ona izin verdi, fakat geri dönüp gidince onu çağırıp sordu: "Sen namaz için okunan ezanın sesini duyuyor musun?" Adam: Evet deyince, Peygamber: "O halde bu çağrıya cevap ver!" diye buyurdu.8 72
Çünkü İslâm birliğe ve tefrikayı bir kenara atmaya davet eder. Tevhide ve yüce Allah’ın sapasağlam ipine sımsıkı sarılmaya çağırır. Aynı vakitte müezzinlerin hançerelerinden hakkı açıkça ilan eden yüksek sesleri yankılanır. Bunun üzerine müslümanlar da günde beş vakit mahallele rinin mescidler inde biraraya gelir, toplanırlar.
Diğer taraftan yüce Allah onları haftalık bir buluşmada bir araya gelmekle yükümlü tutmaktadır. Bu toplanmal arı neticesin de ilmin, irşadın, öğüt ve hatırlatmanın mahsuller ini toplarlar . Birliktel ikleri daha bir sağlamlaşır, güçleri ortaya çıkar. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseni z bu sizin için daha hayırlıdır." (el-Cumua, 62/9) Bu toplantıya mazeretsi z gelmemeyi İslâm mübah kabul etmemekte dir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den şöyle buyurduğu rivâyet edilmekte dir: "Her kim önemsemeyerek üç cuma namazını terkedece k olursa, Allah onun kalbini mühürler."873 Yine Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Birtakım kimseler ya cumaları terketme işinden vazgeçecekler, yahutta Allah onların kalblerin i mühürleyecek, sonra da gafillerd en olacaklar ."874
Arkasından toplu bir kongre ve pek büyük bir merasim olmak üzere yıllık toplantı gelir. Bu yıllık toplantı geniş bir düzlükte ve bir tek yerde gerçekleştirilir. Bütün şehir halkı aralarında çocuklar, kadınlar, erkekler, hatta -namaz kılmakta mazereti bulunan hanımlar da dahil olmak üzere- hep birlikte toplanırlar. Um Atiyye'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem bizlere ramazan ve kurban bayramı namazlarında onları yani hanımları, ay hali olanları, perdeleri nin arkasında bulunanla rı (evlenmemiş kızları) çıkarmamızı emretti. Ay hali olan kadınlar namazdan uzak dururlar, hayra ve müslümanların dualarına tanık olurlar. Ben: Ey Allah’ın Rasûlü, birimizin örtünecek cilbâbı olmayabil ir, dedim. O: "Kız kardeşi ona kendi cilbabından (fazla olanı) verip giydirsin ." diye buyurdu.8 75
İşte bu, gerçekten olgun toplumsal bir eğitimdir. Müslümanların maslahat ve menfaatle rini gerçekleştirmeyi hedef alır. Bunu da insanlar arasında meydana gelen tanışma ve sevgi yoluyla gerçekleştirmeye çalışır. Çünkü insanların birbirler iyle karşılaşmaları, tokalaşmaları, insan kalbinde sevgiyi, muhabbeti meydana getirir. Aralarında iyilik, dayanışma ve korumayı gerçekleştiren karşılıklı ilişkiler kurmaya ve bunların gözetilmesine sebeb teşkil eder. Birbirler inin durumlarını tanıma sonucunu getirir. Böylelikle hastaları ziyarete giderler, onların zorluklarını hafifleti rler. Ölenlerini kabirleri ne götürürler, çaresizlerin imdadına koşarlar.
Cemaatle namaz kılmak suretiyle İslâmın şiârlarından birisi ortaya konulmakt adır. Hatta bu İslâmın en büyük şiârıdır. Bu şiâr namazdır. Bu şiarın cemaatle kılınması suretiyle müslümanların gücü hep birlikte mescide girip, yine topluca oradan çıkmaları ile onların biribirle riyle irtibatla rı ortaya konulmakt adır. Bu kâfir ve münafıkların oluşturduğu düşmanların öfkelerinin artmasına sebep olur.
Cemaatle namazın faydalarından birisi de, müslümanlar arasında ülfetin meydana gelmesi, kalblerin hayır etrafında toplanması, kin ve hasedin ortadan kaldırılması, toplumsal farklılıkların renk, ırk taassubun un yıkılması sonucunu vermesidi r. Bütün bunlar müslümanlar arasında kardeşlik ve eşitlik ruhunun yaygınlaşmasını sağlar.
Cemaatle namaz kılmak, hayrın tohumlarının ekilmesi, ilim ve faziletin yayılması için bir yoldur. Böylelikle cahil, alimden bilgi öğrenir. Müslüman imamını yahut, müslüman kardeşlerinin salih amellerle uğraştıklarını görünce, kendisi de onların izinden gider, onlara uyar. Müslümanlar mescidde imamlarına tabi olmak şeklinde ortaya çıkan bir düzene uyarlar. Böylelikle ümmet bir araya gelmek, dağılmamak, emir sahipleri ne itaat etmek eğitimini alır, imama uymak suretiyle nefsi dizginlem eyi öğrenir. Çünkü imama uyan, imamdan önce hareket etmez ve onunla aynı hizada durmaz. İnsanlar düzenli saflar halinde imamlarının arkasında durmakla cihad meydanında safta durup, kumandanl arına uymakta oldukları duygusunu yaşarlar.
Cemaatle namaz kılmanın faydalarından birisi de sevabın katlanması, günahların silinmesi, dereceler in yükselmesidir. Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmekte dir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kişinin cemaatle namaz kılması, onun evinde ve pazarında kıldığı namaza göre yirmibeş kat daha fazladır. Şöyle ki; kişi güzelce abdest aldıktan sonra mescide gider de ancak namaz kılmak üzere çıkıp gitmişse, attığı herbir adım dolayısıyla mutlaka bir derecesi yükseltilir, o adımla bir günahı kaldırılır. Namaz kıldığı takdirde melekler de onun namaz kıldığı yerde kaldığı sürece ona: Allah'ım ona salât eyle (rahmet buyur), Allah'ım ona rahmet eyle! diye dua ederler. Sizden herhangi bir kimse namazı beklediği sürece namazda gibi devam eder."876
Osman b. Affan Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i şöyle buyururke n dinledim: "Her kim yatsı namazını cemaatle kılarsa gecenin yarısına kadar namaz kılmış gibi olur. Kim de sabah namazını cemaatle kılarsa, bütün geceyi namazla geçirmiş gibi olur."877
Cemaatle namaz kılmanın faziletin e dair hadisler de pek çoktur.
Cemaatin varlığı herbir ferdi salih ameli arttırarak, Allah'a samimiyet le ve gayretle yönelerek Allah'a itaat hususunda yarışmaya iter. Namazın vaktinde huşû’ ve huzur ile edâ edilmesi konusunda gayret göstermeyi sağlar. Cemaatle namazı edâ etmenin, bu ve buna benzer cemaatten uzak duran kimsenin elde edemeyeceği daha pek çok fazilet ve mükâfatları vardır.
Cemaatle Namaz Kılmanın Hükmü
İlim ehli cemaatle namaz kılmanın hükmü hususunda farklı görüşlere sahiptir. Kimisi onun farz-ı kifâye olduğunu söylemiştir. Bir kısım onu yerine getirecek olursa, diğerlerinden günah kalkar. Kimisi müekked bir sünnet olduğunu söylemiştir, kimisi de o, namazın sıhhati için bir şarttır, demiştir.
Sahih olan görüş, vacib olduğunu söyleyenlerin görüşüdür. Çünkü bunların Kur'ân, Sünnet-i Nebeviyye ve ashab-ı kiram’ın sözlerinden getirdikl eri delilleri güçlü ve açıktır.
Cemaatle namaz kılmak erkeklere beş vakit namaz için seferde ve ikamet halinde aynî (her kişi için) olarak vâcibtir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Sen de aralarında bulunup, onlara namaz kıldırdığında bir kısmı seninle birlikte namaza dursun ve silahlarını da alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (diğerleri) arkanızda bulunsunl ar. Namaz kılmamış olan bir diğer kısım gelsin, seninle beraber (bir rekat) namaz kılsınlar. Hem tedbirli bulunsunl ar, hem de silahlarını alsınlar." (en-Nisâ, 4/102)
Şâyet cemaatle namaz kılmak sünnet olsaydı, bu sünnetin düşmesi için en uygun mazeret elbetteki "korku" mazereti olurdu. Şâyet farz–ı kifaye olsaydı, birinci kesimin bu şekilde namaz kılmakla farzın düşmesi gerekirdi . O halde bu durum cemaatle namazın muayyen olarak her şahsa vacib (vacib-i aynî) olduğunun delilidir .
İbn Kesir -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demektedi r: "Bu âyet-i kerimeden hareket ederek cemaatle namaz kılmanın vücubunu kabul edenlerin delil gösterme şekli ne kadar güzeldir! Çünkü cemaat için pek çok işin yapılmasına müsamaha gösterildiği görülmektedir. Eğer cemaat vacib olmasaydı, bunları yapmak hiç de uygun düşmezdi."878
Korku halinde düşman, müslümanların karşısında durup savaşın kızıştığı bir zamanda cemaatle namaz kılma emri sözkonusu olduğuna göre; barış halinde cemaatle namaz kılmanın öncelikli ve daha güçlü bir vacib olacağı gayet açıktır.
Yağmur yağdığı vakit namazın cem’ edilmesi ise ancak cemaatle namaz kılma imkânını vermek içindir. Bu şekilde iki namazdan biri diğerine katılır, namaz kılanlar alışılmış vaktin dışında namazlarını edâ ederler. Oysa vakit, namazın vücubu için bir şarttır. Şâyet cemaatle namaz kılmak vacib olmasaydı, namaz için gerekli olan vakit şartı terkedilm ezdi.
Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Şüphesiz münafıklara en ağır gelen namaz yatsı namazı ile sabah namazıdır. Eğer onlar bu iki namazda nelerin olduğunu bilselerd i, emekleyer ek dahi olsa bu namazlara gelirlerd i. İçimden şunu geçirdim: Emir vereyim namaz için kamet getirilsi n, sonra bir adama emredeyim, cemaate namaz kıldırsın. Sonra beraberle rinde odun demetleri bulunan bir grub insanla birlikte, namaza gelmeyen bir topluluğun yanına gideyim ve onlar içlerinde iken evlerini üzerlerine yakayım."879
Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem cemaatle namaz kılmaktan geri kalanları münafıklıkla nitelendi rmiş ve kendileri içlerindeyken evlerini ateşe vermeyi içinden geçirmiştir. Sünneti yapmaktan geri kalan bir kimse münafık sayılamaz. Eğer cemaatle namaz kılmak sünnet olsaydı, onu terkedeni yakmakla tehdit etmezdi. Eğer cemaatle namaz kılmak farz-ı kifaye olsaydı, Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ve beraberin dekiler ile birlikte bu farz yerine getirilmiş olurdu. Böyle bir şeyin olmadığı da görülmektedir. O halde hadis, cemaatle namazın farz-ı ayn olduğunun delilidir .
Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmekte dir: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'e gözleri görmeyen bir adam geldi. Ey Allah’ın Rasûlü, dedi. Beni mescide getirecek bir kimsem yok. Böylelikle Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'den kendisine ruhsat verip, evinde namaz kılmak istediğini söyledi. Peygamber ona ruhsat verdi, fakat geri dönüp gidince onu tekrar çağırdı ve: "Namaz için okunan ezanı duyuyor musun?" diye sordu. Adam: Evet deyince, Peygamber: "O halde bu çağrıya icabet et (cemaatle namaza gel)" diye buyurdu.8 80
Bu sahabinin çekeceği zorluklar a rağmen Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ona ezana icabet etmesini emrettiğini görüyoruz. İşte bu, cemaatle namaz kılmanın vâcib olduğunun delilidir .
el-Muğnide şunları söylemektedir: Kendisini götürecek kimse bulamayan, gözleri görmeyen kimseye ruhsat vermediğine göre; başkasına böyle bir ruhsatın verilmeme si öncelikle sözkonusudur.881
Bu ümmetin ilk nesli tarafından cemaatle namazın vücubu yerleşik bir kanaat halini almıştı.
Ebu'l-Ahvas'tan, o Abdullah'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedi r: "... Bizim gördüğümüz şuydu: Cemaatle namaza katılmaktan ancak münafıklığı bilinen münafık bir kimse geri kalıyordu. O kadar ki, kişi iki kişi arasında sürüklenerek getirilir ve nihayet safta durdurulu rdu."882
Um ed-Derdâ Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmekte dir: "Ebu’d-Derdâ öfkeli olarak yanıma geldi. Seni öfkelendiren nedir?dedim. Vallahi ben Muhammed ümmetinden, onların cemâtatle namaz kılmaları, müstesna, (kusursuz yaptıkları başka) bir şey tanımıyorum, dedi."883
İbn Abbas Radıyallahu anh'a gündüzün oruç tutan, geceleyin namaz kılan fakat cumaya ve cemaate katılmayan bir kimse hakkında soruldu, şu cevabı verdi: O kimse ateştedir.884
Kimi ilim adamı cemaatin vâcib olmadığına, İbn Ömer Radıyallahu anh’ın naklettiği şu rivâyeti delil gösterirler. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Cemaatle namaz kılmak tek başına namaz kılan kimsenin namazından yirmiyedi derece daha faziletli dir."885 Bu görüşün sahibleri derler ki: Bu hadiste "daha faziletli dir" lafzı vârid olmuştur. Daha faziletli oluş, vücub ifade etmez.
Ancak onların bu şekilde delillend irmeleri kabul edilmez. Çünkü bu hadisten maksat cemaatle namaz kılmanın hükmünü anlatmak değildir. Bundan maksat cemaatle namaz kılmanın sevabını anlatmaktır. Çünkü bizler eğer daha faziletli oluştan, vacib olmama anlamını çıkartacak olursak, yüce Allah'ın: "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseni z bu sizin için daha hayırlıdır." (el-Cumua, 62/9) buyruğundan cuma namazının vacib olmadığı anlamını çıkartmamız gerekir.
"Daha hayırlıdır" lafzı da zaten "daha faziletli oluş"u ifade eder. Fakat bundan cuma namazının vücubunun düştüğü anlamı çıkartılamaz.
Cemaatle Namaz Kaç Kişi ile Kılınabilir ve Cemaatle Namaza Gelmeyeni n Hükmü
Cemaat iki ve daha fazlası ile kılınır. Bu hususta görüş ayrılığı olduğunu bilmiyoru z. Ebu Musa el-Eşârî'den şöyle dediği rivâyet edilmekte dir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "İki ve daha yukarısı bir cemaattir ."886
Malik b. el-Huveyris'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in yanına arkadaşımla birlikte gittik. Yanından ayrılmak isteyince bize şöyle dedi: "Namaz vakti girdi mi ezan okuyun, sonra kamet getirin, sonra yaşça büyük olanınız size imam olsun."887
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem bir defasında Huzeyfe'ye, birisinde İbn Mesud'a, birisinde de İbn Abbas'a imam olmuştur.888
Cemaatten geri kalan bir kimsenin durumu hakkında şu iki halden birisi sözkonusudur: Ya cemaatten geri kalıp, tek başına namaz kılmakta mazur görülen bir özür sahibidir . Hastalık, korku ve bunun dışında mazur görülmesine sebep teşkil eden herhangi bir özür dolayısıyla cemaate katılamayan kimsenin durumu gibi. Böyle bir kimseye cemaatle namaz kılan kimsenin mükâfatı gibi sevab yazılır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den şöyle buyurduğu sahih olarak rivâyet edilmiştir: "Kul hastalanır yahut yolculuğa çıkarsa, ona ikamet halinde ve sağlıklı iken yaptığı amellerin bir benzeri yazılır."889
Yahut kişi cemaatle namaza mazeretsi z olarak gelmemiştir. Bu durumda namazı sahihtir, fakat vacibi terkettiğinden dolayı günahkârdır.
Bazı ilim ehlinin kanaatine göre cemaat namazın sıhhati için bir şarttır. Bunların bu görüşlerine göre şer'î bir mazereti olmaksızın tek başına namaz kılan kimsenin namazı bâtıldır.
Şu kadar var ki; bu görüş zayıftır. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Cemaatle namaz kılmak tek başına namaz kılanınkinden yirmiyedi derece daha faziletli dir."890
Fazilet üstünlüğü ise, faziletçe kendisind en daha üstün bulunan halde de belli bir fazilet olduğunu gösterir. Bu halde böyle bir faziletin varlığı, onun da sahih olmasını gerektiri r. Çünkü sahih olmayan bir amelde fazilet olmaz.
Bu görüşün sahipleri bu cevaba, bu hadisin mazereti olan kimse hakkında olduğunu belirtere k cevab verirler. Fakat onların bu cevaplarını Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in şu buyruğu reddetmek tedir: "Kul hastalanır yahut yola çıkarsa sağlıklı ve mukimken yaptığı amelin bir benzeri ona yazılır."
Cemaat erkekler hakkında vacib olmakla birlikte, kocalarının izniyle kadınlar hakkında mübahtır. Bu namaza katılmak için tesettüre riayet ederek herhangi bir süslenme ve koku sürünme sözkonusu olmadan gidebilir ler, erkeklerl e karışmaktan da uzak kalırlar, erkekleri n saflarının arkasında saf tutarlar.
Kadınların erkeklerd en ayrı tek başlarına birbirler iyle cemaatle namaz kılmaları sünnettir. İmamlarının kendileri nden olması ile onlara bir erkeğin imamlık yapması arasında fark yoktur. Çünkü kadınlar farzı eda ehliyetin e sahib kimselerd endirler. Dolayısıyla onlar da Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in: "Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan yirmiyedi derece daha faziletli dir."891 buyruğunun genel çerçevesi içerisine girerler. Abdullah b. el-Hâris'in kızı Um Varaka'dan gelen rivâyete göre Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem kendisini evinde ziyaret ederdi. Ona ezan okumak üzere bir müezzin de tesbit etmiş ve ona kendi evindekil ere imam olmasını emretmişti.
Abdu'r-Rahman der ki: Ben onun müezzinini oldukça yaşlı bir ihtiyar olarak gördüm.892
Onun dışındaki diğer sahabi kadınların uygulamal arı da bunu gerektirm ektedir.
Namazın Edâ edileceği Yer
Yüce Allah, Muhammed Sallallah u aleyhi vesellem ümmetine yeryüzünün tamamını mescid ve abdest alıp temizlene cek yer kılmak suretiyle -diğer ümmetlerden farklı- bir özellik vermiştir. Çünkü diğer ümmetler ya kiliseler de, ya manastırlarda yahutta havralard a ibadet edebilmek tedirler.
Câbir Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Yeryüzü bana tertemiz, temizlenm e aracı ve mescid kılındı. Herkim bir namaz vaktine erişirse, neredeyse orada namazını kılar..."893
Maksat temiz ve mübah olan yerdir. Çünkü necis olan bir yer, sözlük anlamı itibariyl e temiz değildir, gasb yoluyla alınmış olan bir yer ise şer'an temiz değildir.894
İlim ehlinden bir kesim bu hadisi namazı evde cemaatle kılmanın ve yakın dahi olsa mescide gitmemeni n caiz olduğuna delil göstermişlerdir. Bununla birlikte mescidde kılmak daha faziletli dir (derler). Başkalarının kanaatine göre mescidde namaz kılmak, farz-ı kifayeler arasındadır. Dolayısıyla yeter sayıda kimse bunu yerine getirecek olursa, diğerlerinden bu yükümlülük düşer. Onların dışındakilerin evlerinde cemaatle namaz kılmaları caiz olur.
Sahih olan ise mescidde cemaatle namaz kılmanın vacib olduğudur. Şâyet namaz mescidin dışında bir yerde kılınırsa sahihtir; fakat mescidi terkettik leri için günahkârdırlar. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'den şöyle buyurduğu sahih rivâyetle sabittir: "...İçimden emir vererek namaz için kamet getirilme sini, sonra birisine emir vererek insanlara namaz kıldırmasını söylemek, sonra beraberle rinde odun demetleri bulunan birtakım kimseleri yanıma alarak namaza gelmeyen kimselere gidip, içlerinde bulundukl arı halde evlerini üzerlerine ateşe vermek istedim.”895
Hadiste evlerinde namaz kılanlar istisnâ edilmemek tedir. Böylelikle bundan mescidde namaz kılmanın vâcib olduğu anlaşılmaktadır.
Namaz İslâmın açıkça yerine getirilen şiârlarındandır. Namazın mazeretsi z olarak mescidde edâ edilmesi terkedilm emelidir. Mescidde cemaatle namazın kılınmasının farz-ı kifaye olduğu görüşünü kabul edenlerin kanaati uygulandığı takdirde, mescidler den uzak kalmak, belki de büsbütünterk edilmeler i sonucu ortaya çıkar. Çünkü herkes mescide gider diye diğerine güvenecektir. Diğer taraftan bu, açık ve sarih nasslarla da çatışan bir görüştür. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Şüphe yok ki kendileri ne kitab verilenle r bunun Rablerind en gelen bir hak olduğunu pek iyi bilirler. Allah onların yapageldi klerinden gafil değildir." (el-Bakara, 2/144); "Her mescidde de yüzlerinizi (kıble tarafına) doğrultun." (el-A’raf, 7/29)
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in Câbir tarafından rivâyet edilen: "...Yeryüzü benim için tertemiz, temizlenm e aracı ve mescid kılındı..."896 hadisini namazın her yerde kılınmasının caiz olduğuna, mescidde kılınmasının ise daha faziletli olduğuna delil gösterenlere gelince, bu (hadis) mescidler de cemaatle namaz kılmanın vücubunu ortaya koyan delillerl e tahsis edilmiş umumi bir buyruktur .
Müslüman için daha faziletli olan, kendisi bulunmada n cemaatle namazın kılınmadığı mescidde namaz kılmaktır. Çünkü böylelikle o mescidde cemaatle namaz kılınmasına sebeb olmakla mescidi imar etmek sevabını elde etmiş olur. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Allah'ın mescidler ini ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden... kimseler imar eder." (et-Tevbe, 9/18) Buna insanların namaz kıldığı ve belli bir kişi gelip de imam olduğu takdirde cemaatle namazın kılındığı, gelmediği takdirde cemaatin dağıldığı bir mescidi örnek verebilir iz. Bu durumda böyle bir kimse için daha uygun olan bu mescidin imar edilmesi için burada namaz kılmaktır.
Bundan sonra daha faziletli olan, cemaat namazının cemaati çok olan mescidde kılınmasıdır. Meselâ, iki mescid bulunup da birisinin cemaati diğerinden daha fazla ise, evlâ olan cemaati daha fazla olana gitmektir . Çünkü toplu bulunmak sebebiyle rahmet ve sekînet nâzil olur, dua daha kapsamlı olur, kabul edilme ümidi daha yüksek olur. Çünkü Ubeyy b. Ka’b Nebi Sallallah u aleyhi vesellem'den şu hadisi rivâyet etmektedi r: "...Kişinin bir diğeriyle namaz kılması, tek başına namaz kılmasından daha güzeldir. Bir kimsenin iki kişi ile birlikte namaz kılması tek bir kişi ile namaz kılmasından daha güzeldir. Daha çok olan yüce Allah tarafından daha çok sevilir."897
İlim ehli ile namaza devam eden, taharet üzere kalmaya dikkat eden kimselerl e birlikte namaz kılmanın, pek büyük bir fazileti vardır. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "Orada tertemiz kalmayı arzu eden erkekler vardır. Allah da temizlene nleri sever." (et-Tevbe, 9/108)
Bundan sonra daha faziletli olan eski mescidde namaz kılmaktır. Eski mescidde namaz kılmak, cemaat sayısı eşit olmaları halinde yenisinde namaz kılmaktan daha uygundur. Çünkü o mescid yeni mescidin imar edilmesin den önce Allah'a itaat ile imar edilmiştir.
Eğer öncelikleri itibariyl e eşit olurlarsa uzak mescid, yakın mescidden daha önceliklidir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Namazda insanlar arasında ecri en büyük olan kimse, yürüme itibariyl e daha uzak olanlarıdır."898
Bazı ilim ehlinin görüşüne göre ise daha faziletli olan yakın mescidi imar etmektir. Bundan, başka bir mescidin kendine has bir özellikle diğerlerinden ayrılması hali istisnâ edilir, o vakit bu özellikli mescid tercih edilir. Mekke halkı gibi. Onların Mescid-i Haram'da namaz kılmaları çevrelerindeki mescidler de namaz kılmalarından daha faziletli dir. Medinelil er için de Peygamber mescidi, etraflarındaki diğer mescidler den daha faziletli dir.
Az önce kaydedile n hadis, kendisind en daha yakın mescid bulunmaya n mescid hakkında kabul edilir. Cemaatini n daha çok ya da daha az olması farketmez . Çünkü bu yolla pekçok maslahatl ar gerçekleşir.
Bunun ardından cemaat sayısı daha fazla olan gelir. Ardından daha uzak olan, ardından da daha eski olan gelir. Çünkü bir yerin, orada itaatin daha önce olması dolayısıyla öne alınmasının açık bir delili yoktur.
Memuriyet daireleri nde cemaatle namaz:
Pekçok resmî dairede çalışanların özel namazgahl arı olur ve oralarda cemaatle namaz kılınır. Etraflarında ise başka mescidler de vardır. Acaba bunların kendi mescidler inde namaz kılmalarının hükmü nedir?
Şâyet mescid yakında ise, bunlara vacib olan namazlarını o mescidde edâ etmelerid ir. Eğer uzak ya da yakın olmakla birlikte, başvuranların çokluğundan ötürü işin aksayacağından yahutta çalışanlar namaza gittikler i vakit evlerine gitmek ya da dönmemek suretiyle disiplin altına alınamayacağından korkulaca k olursa, o takdirde iş yerinin mescidind e namaz kılmakta bir sakınca olmaz.
Bu durumun çözümü için büyük devlet daireleri nin yakınında insanların hepsine açık ve caddeye açılan bir kapısı bulunan ve beş vakit namazın kılındığı mescidler yapmaktır.
Cemaatle Namaz Kılmak İle İlgili Bazı Hükümler
1. Görevli bir imamı bulunan bir mescidde, imamın izni ya da mazereti ile olmadığı sürece başka bir kimsenin imamlık yapması caiz değildir. Ebu Mesud el-Ensarî'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "...Adam adama kendi sorumluluğu altındaki bir yerde imamlık yapamaz. Onun evinde, onun oturduğu özel yerine izni olmadan oturamaz."899 Çünkü böyle bir davranış karışıklığın, çatışmanın, ayrılığın yaygınlaşmasına, görevli imama karşı kötü davranıp, ondan uzaklaştırılması sonucuna götürür.
Fakat imamın izin vermesi ya da mazereti olmadan namaz kıldıranın namazının hükmü nedir? Bu hususta ilim adamlarının iki görüşü vardır:
a. Bu şekilde hareket edenler günahkâr olurlar, namazları sahih olmaz, namazlarını iade etmeleri gerekir.
b. Günah kazanmakl a birlikte namazları sahihtir. Doğru olan görüş de budur. Çünkü düzenli bir imamı olan bir mescidde o imamın izni ya da mazereti olmaksızın imamlık yapmanın haram kılınması, namazın sahih olmamasını gerektirm ez. Çünkü haramlık namazın dışındaki bir husus ile alakalıdır. Görevli imamın önüne geçip, onun hakkını çiğnemek ile ilgilidir . O halde bundan dolayı namazın batıl olmaması gerekir. Çünkü namaz cemaatle kılınmış ve meşru bir şekilde edâ edilmiştir. Aslolan böyle bir namazın sahih olmasıdır. Fakat bununla birlikte haramlık da sözkonusudur.
2. Daha önce namaz kıldığı halde sonradan geldiği mescid veya namazgahd a aynı namazın kılındığını gören birisinin, cemaat ile birlikte namaz kılması sünnettir. Birinci kıldığı namaz onun farz namazı olur, ikincisi de nâfile olur. Çünkü Ebu Zerr Radıyallahu anh'dan gelen rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sen namazı vaktinde kıl. Eğer onlarla birlikte namaza yetişirsen yine namaz kıl. Ben namaz kıldım, onun için namaz kılmıyorum, deme."900 Bununla birlikte (sonradan yetiştiği) o namazı tamamlama sı gerekmez. Tamamlaya cak olursa efdal olan odur. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in: "...Yetişebildiğinizi kılınız, kaçırdığınızı da tamamlayınız."901 buyruğunun genel çerçevesi bunu gerektirm ektedir.
Bundan bazı namazlar istisnâ değildir. Fakat namazları iâde etmek maksadıyla mescidler e gitmek sünnet değildir. Çünkü bu selefin adetinden değildi. Şâyet böylesi hayırlı işlerden olsaydı, ashab-ı kiram’ın bu işi bizden önce yapmaları gerekirdi .
İşte bu şekilde İslâm gerek görünüşte, gerek hakikatte müslümanların birliğine oldukça önem verir, dikkat gösterir. Çünkü böylesi pek hayırlı, pek faziletli bir haldir.
3. Müezzin bir namaz için kamet getirmeye başladığı takdirde kayıtsız ve şartsız olarak bir nafileye başlamak caiz değildir. Çünkü Ebu Hureyre'nin rivâyet ettiğine göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Namaz için kamet getirildiği takdirde farz olan namazın dışında namaz olmaz."902
Bunun hikmeti, insanlar farz bir namazı cemaat ile birlikte edâ etmekte iken kendisi tek başına nafile kılacağı bir namazla meşgul olmamasıdır.
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'in: "Namaz olmaz" ifadesiyl e kast edilen, sahih olan görüşe göre yeni bir namaza başlamak, yeni bir namaza girmektir . Çünkü kamet getirilme kle o vakit artık farz için tahsis edilmiş olmaktadır. Buradaki yasak da haramlık bildirmek içindir. Şâyet namaz için kamet getirilir ken kişi nafile kılmakta olup, kametten önce bu namaz için iftitah tekbiri almış ise, farz namaza katılmak için elini çabuk tutarak namazını tamamlar. Cemaati kaçırmaktan korkmadığı sürece bu şekilde davranır. Çünkü yüce Allah: "Amellerin izi de boşa çıkarmayın." (Muhammed, 47/33) diye buyurmakt adır. Şâyet cemaate yetişememekten korkarsa farza yetişmek için nafile namazını keser.
4. İlim adamlarının iki görüşünden tercih edilenine göre namazın tek bir rekâtine yetişmekle cemaatle namaza yetişilmiş olur. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan gelen rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Her kim namazın bir rekâtine yetişirse, o namaza yetişmiş olur."903
Bir rekâtten daha az bölüme yetişmek ile cemaate yetişilmiş olmaz. Çünkü bu hadisteki açık ifade bunu gerektird iği gibi, cuma namazının bir rekâtinden daha az bölümüne yetişen kimsenin durumuna kıyas da bunu gerektiri r. Çünkü bu durumdaki bir kimse cuma namazını yetişmemiş sayıldığından, başladığı o namazı öğle namazı olarak tamamlar.
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
MESCİD’İN MİSYONU

Mescid bina etmenin fazileti:
Mescidler Allah’ın evleridir . Yeryüzü parçalarının en hayırlıları, Allah’ın en sevdiği mekânlardır. Mescid bina etmek en büyük ibadetler den bir ibadet, yüce Allah'a yakınlaştırıcı en büyük amellerde ndir. Yüce Allah mescid bina etmeyi imanın alâmetlerinden birisi olarak değerlendirmiştir. O şöyle buyurmakt adır: "Allah'ın mescidler ini ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan... kimseler imar eder." (et-Tevbe, 9/18) Görüldüğü gibi şanı yüce Allah mescidler i -şeref ve faziletle ri dolayısıyla- bizzat kendisine izafe etmiştir.
Osman Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i şöyle buyururke n dinledim: "Her kim yüce Allah için (-ravilerden- Bukeyr dedi ki: Zannederi m o: Bununla Allah’ın rızasını ararsa... dedi) bir mescid bina ederse, Allah da onun için cennette bir ev bina eder."904
Neylu'l-Evtâr adlı eserde şöyle denilmekt edir: "Peygamber efendimiz in: "Her kim Allah için bir mescid bina ederse" buyruğu sözü geçen mükâfatın mescid bina etmekle elde edileceğini göstermektedir. Yoksa yeri bina yapmaksızın mescid yapmakla elde edilmez. Bina denilebil ecek şekilde yapı ortaya çıkmadıkça etrafının çevrilmesi yeterli değildir. "Mescid" lafzının nekre (belirtisi z) gelmesi, yaygınlık ifade etsin diyedir. Onun kapsamına büyük de, küçük de girer.905
İbn Abbas'tan gelen rivâyete göre Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Her kim Allah için bir mescid bina ederse -kekliğin yumurtala rı üzerine oturmak için yaptığı yer kadar dahi olsa- Allah o kimseye cennette bir ev bina eder."906
Neylu'l-Evtâr'da şöyle demektedi r: İlim adamları bunu mübalağa olarak yorumlamışlardır. Çünkü kekliğin yumurtala rını koymak ve üzerlerine oturmak için hazırladığı yer, hiçbir zaman namaz kılmak için yetecek bir yer değildir. İfadenin zahiren anlaşıldığı gibi olduğu da söylenmiştir. Yani bir kimse bu kadarcık bir ilaveye ihtiyacı bulunan bir mescidde, bu kadar bir yer ilave ederse yahutta bir topluluk bir mescid bina etmeye iştirâk edip, onların herbirisi nin payına bu kadar düşüyorsa (böyle bir mükâfatı hakeder) demektir. 907
Gözönünde bulunduru lması gereken hususlard an birisi de, niyetin yüce Allah için ihlâslı olmasıdır. Başkasına riyakârlık, adı işitilsin, başkalarına karşı övülsün diye mescid bina eden bir kimse, Allah için bina eden birisi olmaz.
Geçmişte Mescid
Kur'ân-ı Kerim insanın yaratılış gayesini tesbit etmiş bulunmakt adır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ben cinleri de, insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (ez-Zâriyât, 51/56) İşte böylece ibadet kavramı namaz, oruç,zekât ve hac gibi özel birtakım şiarlara münhasır kalmayıp, daha genel ve daha kapsamlı bir kavram olmakta, insan hayatının tümünü, bütün hareketle riyle, yapıp ettikleri yle ve yapmayıp terkettik leriyle kapsar...
Âyet-i kerime yaratmayı yalnızca ibadet niteliğine hasretmek tedir... İnsan hayatının tamanını yalnızca Allah için kılabildiği vakit, Rabbani bir kul olur, en hayırlı mükâfata nâil olur. Yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "İman edip de salih ameller işleyenlere gelince, onlara mükâfatlarını eksiksiz ödeyecek, hem de lütfundan onlara fazlasını verecekti r." (en-Nisa, 4/173) Kur'ân-ı Kerim müslümanları uygarlığın üzerinde yükseleceği esaslara yönlendirmiş bulunmakt adır. İşte yüce Allah şöyle buyurmakt adır: "O kimselere eğer biz yeryüzünde bir iktidar imkânı verirsek, onlar namazlarını dosdoğru kılarlar,zekâtı verirler, marufu emreder, münkerden alıkoyarlar. İşlerin aâkıbeti Allah'ındır." (el-Hac, 22/41) Böylece Kur'ân-ı Kerim namazı iktidar imkânının tamamlanm ası halinde uygulamay a geçirilecek ilk fiil olarak değerlendirmektedir.
Mescid, yüce Allah’ın müslümanlara yeryüzünde iktidar imkânı vermesini n ilk meyvesi idi. Onların uygarlık tarihleri oradan başladı... Yüce Allah Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in Medine'ye hicret edip, orayı İslâm devletini n ve uygarlığının yükseltilmesi için bir temel edinmekle, İslâma ve müslümanlara iktidar imkânı verdikten sonra, Allah Rasûlünün yaptığı ilk iş, Kubâ mescidini bina etmek olmuştur. Ta ki bu, yaratıcının tevhid edilmesin den sonra namazın dosdoğru kılınışı, emrine bağlılığın amelî bir ifadesi ve Rablerini n kendileri ni yerine getirmekl e yükümlü tuttuğu hususları gerçekleştirmekte kararlı olduklarının bir anlatımı idi.
Mescid ibadet için bir mekândır. "Sücûd"dan türetilmiş bir kelimedir . Kul secde halinde Allah’ın huzurunda boyun eğmenin en ileri derecesin dedir. Uzunca insanlık tarihi boyunca kendisine ibadet için bir yer edinmemiş hiçbir topluluk bulunmama ktadır. Eskiler ibadet için tayin edilen bu yere "mabed" demişlerdir. Hristiyan lar ona "kilise", yahudiler ise "havra" demişlerdir.
Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem İslâmî hayata Medine'de mescidi tesis etmekle başladı. Ta ki bu mescid çeşitli gelişme aşamalarında İslâm devletini n hayatiyet ini sağlayacak bir can damarı olsun ve bu kendisind en sonra gelecek müslümanların izleyecek leri bir sünnet olsun. Bu uygulamanın muhtevası içerisinde İslâm toplumunu n yapılandırılmasında ve gelişmesinde mescidin önemli yeri ve rolü de ortaya çıkmaktadır.
Mescid, peygamber lik döneminde ve İslâmın ilk asırlarında tevhide davetin hareket noktası, fikrî, ahlâkî, terbiyevî, edebî ve sosyal aydınlığın kaynağı idi. Müslümanlar orada dinlerini n öğretilerini öğrendiler, orada problemle rinin çözümünü tartıştılar, mü'min kafileler ve salih kitleler -Kur'ân’ın işlemesinden geçtikten ve yaratılmışların en hayırlısının eli altında öğrenciliklerinden sonra- oradan çıktı.
Müslümanlar mescidde günde beş defa bir araya gelirler. Aralarındaki bağ daha da sağlamlaşır. Onların birarada toplanmal arı ilmin ve dinde bilgi sahibi olmanın yaygınlaşması için pek büyük bir fırsattır. Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem buyurdu ki: "Her kim bizim bu mescidimi ze ya bir hayır öğrenmek yahut öğretmek için girerse, Allah yolunda cihad eden kimse gibi olur ve her kim başka bir maksatla girerse, kendisine ait olmayan bir şeye bakıp duran bir kimseye benzer."908
Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem mescidde, ilim meclisler inde hazır bulunmaya teşvikte bulunarak şöyle buyurmakt adır: "...Bir topluluk Allah’ın evlerinde n birisinde, Allah’ın kitabını okumak, kendi aralarında onu incelemek üzere toplanaca k olurlarsa mutlaka (ilâhî) huzur ve sükûn üzerlerine iner, rahmet onları kaplar, melekler etraflarını çevirir ve Allah kendi nezdinde bulunanla r arasında onları anar..."909
Mescid, İslâmın savunulma sı için bir medya merkezidi r. Ebu Seleme b. Abdu'r-Rahman b. Avf'dan rivâyete göre o ensar'dan Hassan b. Sâbit'in Ebu Hureyre'yi şöylece şahit tuttuğunu rivâyet etmektedi r: Allah için söyle! Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem'i: "Ey Hassan! Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem adına cevap ver! Allah'ım, sen onu Ruhu'l-Kudüs ile destekle" dediğini duydun mu? Ebu Hureyre: Evet, diye cevap verdi.910
Mescid, savaş teknikler i eğitimi için bir alandır. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem Âişe Radıyallahu anha arkasında bulunduğu halde, Peygamber mescidind e bir bayram gününde ellerinde ki harbelerl e Habeşlilerin oynadıkları oyunları görmesine izin vermiştir. Âişe Radıyallahu anha dedi ki: "Bir gün Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'i odamın kapısında gördüm. Habeşliler ise mescidde oyun oynuyorla rdı. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem ridasıyla beni örterken, ben de onların oyunlarını seyrediyo rdum."911
Harbelerl e oynamak bir kahramanlık eğitimi ve düşmanla karşılaşmak halinde bir beceri sahibi olmak hazırlığıdır.
Mescid yaralıları ve musibetze deleri karşılayan bir sağlık evidir. Âişe Radıyallahu anhâ'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Sa’d, Hendek günü el-Ekhal (diye bilinen kalbe giden kalın damarına) isabet almıştı. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem sık sık onu ziyaret edebilmek için mescidde ona bir çadır kurmuştu. Mescidde ⁄ıfaroğullarına ait bir çadır da vardı. Ansızın kendileri ne doğru kan akmakta olduğunu gördüler ve: Ey çadır ahalisi dediler. Sizin tarafınızdan bize bu gelen nedir? Bir de ne görsünler. Sa’d'in yarası kanayıp durmaktadır. Sa’d ve bunun sonucunda vefat etti."912
Peygamber mescidind e ashab-ı kiram'dan olup, yaralılara bakan ve yaralarını pansuman eden sahabe kadın Rufeyde hanımefendinin bir çadırı bulunuyor du.
Mescidde, şûra meclisler i de toplanıyordu. Uhud ve Ahzab gazveleri nden önce ve başka durumlard a olduğu gibi. Râşid halifeler de savaş ve barış meseleler ini orada danıştılar, onların bu meclisler i muhacir ve ensarın büyüklerinden oluşmuştu.
Davalılar arasında hüküm vermek, insanların arasını ıslah edip düzeltmek, anlaşmazlıklarını sona erdirmek için Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem mescidde oturdu.
Mescid aynı zamanda evsizleri n evidir. Yabancılar, yolcular ona sığınırlar. Orada kalacak yer, yiyecek, içecek, giyilecek bulurlar. Mescid, haklarında hüküm verilince ye kadar esirlerin tutulduğu bir kışla olarak da kullanılmıştır. Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmekte dir: "Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem Necid taraflarına bir grub atlı gönderdi. Bunlar Hanife oğullarından bir adamı yakalayıp getirdile r. Adı Sümame b. Usal'di. Onu mescidin direkleri nden birisine bağladılar. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem yanına çıkıp, “Sümame'yi serbest bırakınız” dedi. Mescide yakın bir hurmalığa gitti. Orada guslettik ten sonra gelip mescide girdi ve: Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet ederim, dedi."913
Mescid Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’in emriyle misafirle rin ağırlandığı, onlara ikram yapıldığı bir yer olarak da kullanılmıştır. Süfyan b. Atiyye b. Rabia es-Sakafî'den şöyle dediği rivâyet edilmekte dir: Sakif'ten heyetimiz Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem’ın yanına geldi. Onlara bir çadır kurdu. Ramazanın ortasında müslüman oldular. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem’in onlara emir vermesi üzerine ramazanın geri kalan bölümünü oruçla geçirdiler, daha önce geçen günlerin kazasını yapmalarını onlara emretmedi .914
İşte İslâmın ilk döneminde mescidin öğretisi bu idi. Kapsamlı bir mesajdı bu. Yapısıyla eksiksiz, sahih bir akideye sahip, tertemiz yaşantılı, olgun müslümanı ortaya çıkarmak için kesintisi z olarak çalışıyordu.
Dr. el-Kardavî şöyle diyor915: Mescid-i Nebevî, İslâm davetinin ilk okulu, İslâm devletini n büyük evi idi. Bu medrese arab olsun olmasın çeşitli kavimlere, siyah-beyaz farklı renklere, zengin-fakir değişik tabakalar a, yaşlı-genç ve çocuk gibi farklı yaştakilere kapılarını açmış bir okuldu.
Cemaatle namaza katılmak için, ilim derslerin de hazır bulunmak için kadına kapılarını açtı. Halbuki o asırda kadın ilim elde etme, hayatta erkekle birlikte katılma hakkı bulunmaya n bir yaratık olarak değerlendiriliyordu.
İlmi ve ameli öğreten, ruhu ve bedeni arındıran, araç ve amaç konusunda aydınlatan, hak ve görevleri öğreten, öğretimden önce eğitime, teoriden önce uygulamay a, kafaları bilgi yığınları ile doldurmad an önce ruhları güzelleştirmeye önem veren bir okuldu mescid.
Dolayısıyla Ebu Bekir, Ömer ve Ali gibi halifeler in Ebu Ubeyde, Halid ve Amr gibi kumandanl arın, İbn Mesud ve Ubeyy b. Ka’b gibi Kur'ân'ı bilen ve okuyanların, Zeyd b. Sabit ve İbn Abbas gibi alimlerin, Fatıma, Âişe, Hafsa, Ummu Umâre ve Um Süleym gibi fazilet sahibi büyük hanımların, böyle bir okuldan mezun olmalarında hayreti gerektire cek bir taraf bulunmama ktadır.
Mescid-i Nebevî İslâm davetinin okulu idi. Aynı şekilde devletin yönetim merkezi idi. Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem orada işsize iş buluyor, bilgisize ilim öğretiyor, fakire ihtiyacını karşılayacak şeyler veriyor. Sağlık ve sosyal meseleler ile ilgili doğru yolu gösteriyor, ümmeti ilgilendi ren haberleri yayıyor, başka ülkelerin elçileri ile görüşüyor, savaş halinde savaşacak orduları düzenliyor, barış halinde davetçileri ve temsilcil eri gönderiyordu.
İşte Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem döneminde mescid böyle idi. Onun ashabı ve onların arkasından güzellikle gidenleri n döneminde de bu haliyle devam etti.
Günümüzde Mescidin Yapabilec eği Görevler
Mescid hala ayakta, namaz kılmaya gelenleri karşılamakta, müslümanların hayatındaki rolünü din ve dünya işlerinde onlara fayda sağlayacak şekilde yerine getirmekt edir. Fakat mescidin günümüz vakıasındaki durumuna dikkatle bakılacak ve salih selefimiz in yöntemini belirlediği rolü ve konumu ile bir karşılaştırma yapacak olursak, geçmişteki durumu ile günümüzdeki hali arasında oldukça büyük bir uçurum göreceğiz.
Bunun; mescidin sağlıklı düşünme, uyanık kalb oluşturmak hususunda yayılmakta bulunan yanlış kavramları düzeltmek noktasında yapabilec eği faaliyetl ere imkân tanıyan güçlerinden soyutlanm asından başka bir sebebi olmadığı görülecektir.
İslam dünyasının dört bir yanında mahkemele rin çeşitli dava ve anlaşmazlıklarla dolup taştığını, her yerde zulmün yayıldığını görmemizde hayret edilecek bir taraf yoktur. Sapmanın perişan ettiği gençliğin, açlık ve fakirlikt en ölen koca koca toplumların varlığını görmemizde de garib bir taraf yoktur...
Bütün bunlar ve daha da fazlası, mescidin hakları elinden alınıp, rolü genelin sadece bir bölümüne hasredilm esinin bir sonucu olmuştur. Bunun neticesin de ise dünya harab olmak ve yokolmakl a tehdit edilir hale gelmiştir.
Dünkü mescid, İslâm devletini ortaya çıkarmıştı. Bu devletin kökleri doğuya ve batıya kadar uzanmıştı. Günümüzün mescidini n de bütün yükümlülüklerini yerine getireceğini ümid ediyoruz. Tıpkı geçmişteki mescidin durumu gibi. Ta ki mescid ruhlar üzerindeki egemenliğini kaybetmes in, yüce Allah’ın gönderdiği mesajı tebliğ edebilsin, İslâm nizamı her hususta egemen olsun. Vahiyden kopuk, beşeri deneyimle rin darmadağın ettiği sakatlıkları, etrafa yaydıkları zehirlerl e dünyayı perişan eden ithal malı akımlardan uzak olarak tedavi edebilsin .
Mescidin eski konumunu tekrar elde etmesi ve takva esası üzere tesis edilen ilk mescidin, ilk günde kendisi sebebiyle kurulduğu mesajını, misyonunu gerçekleştirebilmesi ancak ihlâsla yüce Allah'a yönelmemiz, bu konuda çabalarımızı birbirine eklememiz, mescidi görevini yerine getirmekt en alıkoyan engelleri ortadan kaldırabilmemiz halinde sözkonusu olur... Namaz kılınan alanın, namaz kılanları kapsayaca k kadar mescidin ihtişamı ile mütenasib bir şekilde döşenmiş olması, gerekli ses donanımına sahip olması, diğer taraftan çeşitli ilimlerde ve alanlarda İslâm kütüphanesinin temel kaynaklarını barındıran bir kütüphanesi, mescid ile semt arasında gerekli bağlantı ve görüşmelerin kolaylaştırılabilmesi için bir telefon ile donatılması gerekir.
Mescidde namazı kılabilmek, konferans ve derslerde n yararlana bilmek için hanımlara -erkeklerle karışmayacakları bir şekilde- özel bir yerin tahsis edilmesi gerekir. Çünkü Peygamber Sallallah u aleyhi vesellem: "Allah’ın kadın kullarını mescidler e gitmekten alıkoymayınız."916 diye buyurmuştur.
Mescide üçüncü bir salon daha ilave edilmelid ir. Burada görüş ve fikir adamları mescidin ihtiyaçlarını, semtin problemle rini tartışmak için toplanırlar. Anlaşmazlıklar burada çözümlenir, nikâhlar burada akdedilir . Böylelikle bu toplum fertleri ile karşılıklı ilişkiyi kurmayı sağlar, nikâh ile birlikte görülen çeşitli günah, israf ve bid'atler de önlenmiş olur.
Âcil durumlard a acil yardım ve tedavi için mescidde bir birimin bulunmasında da bir sakınca yoktur.
İslam mescidin hem maddi, hem manevi olarak imar edilmesi üzerinde ısrarla dururken, sağlıklı ve salih toplumu ortaya çıkarmak için sürekli bilinçlendirme araçlarının da bulunduru lmasını hedefleme ktedir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de imamların, onların yardımcılarının gerekli bir şekilde hazırlanması, yetiştirilmesi, ilmî ve kültürel yetkinlik lerinin yükseltilmesi, İslâm şeriatinin ruhu ile ilgili düşünme kapasitel erinin derinleştirilmesi gerekir ki; her geçen gün insan hayatı ile birlikte değişip duran ve ortaya atılan çeşitli problemle ri ele alma imkânını bulabilsi nler.
Mesciddek i dava adamının, yaptığı işin güzelliğinden tam anlamıyla emin olması gerekir. Dinine, ümmetine hizmet verebilme k için kendisind e olması gereken motive edici unsurlara sahip olmalıdır. Bununla birlikte düşünceleri açık, netlik kazanmış, konuşması rahat ve akıcı olmalı, karşısındakilerle güzel diyalog kurabilme li, tartışabilmelidir. Müsamahakâr, geniş ufuklu, güzel geçimli bir ruha sahip olmalıdır. Her zaman insanlara güzel bir örnek olmalıdır. Bundan dolayı samimi olarak dinine bağlılıkları bilinen kimselerd en bu görevlilerin seçilmesi gerekir.
Mescidler de davet işini yerine getirmeye çalışan kimseleri n, toplumu düzeltmek ve eğitmek için kendileri ni verebilme leri için, toplumsal ve ekonomik bakımdan seviyeler ini yükseltmek te kaçınılmaz bir şeydir. Bütün medya araçlarında üstün tutulmala rı, ekonomik problemle rinin iyice çözümlenmesi gerekir ki, hayatlarının maddi yönü ile meşgul olurken, büyük hedefleri ni gerçekleştirmekten uzaklaşmasınlar.
Fikir alışverişinde bulunmala rı İslâma ve müslümanlara hizmet eden iyice etüd edilmiş şer'î bir yönteme uygun olarak yol alabilmel eri ve karşılıklı fikir alışverişinde bulunabil meleri için, ileri gelen ilim adamları ile karşılıklı görüşmeleri, kongre ve konferans ları, toplantı ve eğitim dönemlerinin gerçekleştirilmesi gerekir.
Önceden planlanıp, uygulama sırasında da yakından takip edilen düzenli bir çalışma, Allah’ın izniyle başarıya kavuşur. Günümüzde pek çok toplumsal kurum, mescidin faaliyet alanını daraltmak ta, eskiden sadece mescidin yerine getirdiği fonksiyon konusunda onunla yarışmaya girmiş bulunmakt adırlar. Çünkü bu yeni kurumlar maddi, beşeri ve teknik imkânlara sahip bulunmakt adır. Bu imkânları, birtakım plan ve programla rı ortaya koymaya, hayatı yeni bir üslubla şekillendirme noktasında yardımcı olmuştur.
Mesela mescidin yanıbaşında (hatta karşısında) okul konulmuştur ve artık yeni neslin eğitim ve öğretiminden okul sorumlu hale gelmiştir. Daha buna benzer yarışma ve alanını daraltmak sınırını da aşarak mescidin rolüne karşı direnen ve ona karşı çıkan daha başka kurumlar da ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda ise insanların vakıası kısım kısım değişmeye başlamıştır.
Bundan dolayı mescidin faaliyetl erinden önce bir planlamanın yapılması, sonra uygulamay a geçilmesi ve bu uygulamanın yakından takib edilmesi kaçınılmaz bir şeydir. Bu ise toplumun ve çağın ihtiyaçları ile uyumlu olmalıdır. Çünkü karşımızda çeşitli hurafeler in, bozuk inançların, anarşinin ve herşeyi mübah gören eğilimin yaygınlaştığı bir toplum vardır... Mescid bütün bu gerçekleri etüd edilmiş, bilimsel bir yönteme uygun olarak iyice incelemel i ve bunları tedavi etme yolları üzerinde kafa yormalıdır.
Toplumu Mescide Bağlamanın Yolları
Mescid müslüman toplum ve müslüman cemaat yapısının temel esaslarındandır. Bundan dolayı Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem’in Medine'de yaptığı ilk iş Kubâ mescidini inşa etmek olmuştur. Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem mescidler i bulunan bir kavme yahutta ezan okuduklarını duyduğu bir beldeye baskın düzenlemezdi.
İsam el-Müzenî'den -ki ashab-ı kiram'dandır- şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem bir ordu ya da bir askeri birlik gönderdiği vakit onlara şöyle derdi: "Eğer bir mescid görür ve bir müezzin ezanını duyarsanız kimseyi öldürmeyiniz."917
O halde mescidin müslümanlara her dönemde varlığına ve ona itina göstermeye gerekli dikkat ve özeni göstermelerini gerekli kılan toplumsal bir yeri vardır. Bundan dolayı mescidler i bina etmeye, onları tamir etmeye, bu uğurda gayret ve çaba harcamaya gereken dikkat gösterilmelidir.
Mescid çalışmalarının, genel konferans lar, dersler, Kur'ân-ı Kerim'i ezberletm e halkaları oluşturmak gibi yollarla, ilmin ve dinde bilgi sahibi olmanın yaygınlaştırılmasını kapsaması gerekir.. .
Namaz kılanların gelip gelmedikl erini tesbit etmek, durumlarını incelemek, ekonomik ve sosyal problemle rini tedavi etmek gibi yollarla cemaat arasında sağlam bağların ve kaynaşmanın gerçekleştirilmesine dikkat etmek gerekir. Bu da bağış ve tebberrul ar için bir sandık oluşturmak,zekâtı toplayıp hak sahipleri ne vermek, arası iyi olmayanla rın arasını düzeltmek, müslüman bir aile ve salih bir toplum ortaya çıkarmak için gerekli gayretler i harcamak suretiyle toplumsal dayanışma ile gerçekleştirilir.
Bundan ötürü aile ile mescid arasındaki bağın çok güçlü olması zorunludu r. Bu ilişki çerçevesinde çocuklar mescide günde beş defa koşarlar. Bu yenilenip duran karşılaşmalar sonucunda dayanışma, birbirini anlama, tek bir saf halinde durma ruhu yenilenir, vaaz ve hutbeleri dinlemek, ilim ve zikir meclisler inde bulunmak, salâh ve hayır sahibi kimselerl e oturup, kalkmak suretiyle müslümanlar mescidde faydalı bilgiler öğrenirler. Vakıalarını ve yeni ortaya çıkan hususları bilirler, karşılıklı görüş alış-verişinde bulunurla r, birbirler iyle danışırlar, çözüm yollarını, esas ve kuralları, Kur'ân-ı Kerim ve pak sünnetten kaynaklan an sağlıklı bir yönteme uygun bir şekilde çözümler ortaya atarlar.
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
DIPNOTLAR

1 Muslim, I, 88
2 Buhârî, I, 155
3 Musned, I, 290. Peygamber Sallalahu aleyhi vesellem'in hanımı Um Seleme'nin rivayet etti€i bu hadis hakkında el-Fethu'r-Rabbani, II, 207-208'de: İbn Mâce tarafından rivâyet edildi€ine işaret edilmiş ve "Senedi ceyyiddir" denilmiştir, el-Albâni de el-İrvâ, VII, 238'de senedinin sahih oldu€unu ifade etmiştir.
4 Zebidî, Tâcu'l-Arûs, XIX, 606-607
5 Taberânî, Evsat, III, 154, Sa€ir, I, 60,61
6 Nesâî, VII, 61; İbn Hacer, Telhisu’l-Habîr, III, 116, H. no: 1435'de hadisi Nesâî rivayet etmiş olup, senedi hasendir demektedi r.
7 Tirmizî, V, 11-12; Bu hasen, sahih bir hadistir kaydıyla.
8 Buhârî, I, 8; Muslim, I, 45
9 Buhârî, I, 93
10 Buhârî, I, 113 -lafız Buhârî'nin-; Muslim, I, 370-371
11 Dr. Hasan et-Turabi, es-Salatu İmadu'd-Din, s. 54
12 İmam Allame Ali b. Muhammed Sultan el-Kari, Fusulun-Muhimme, s. 13
13 Buhârî, I, 134
14 Dr. Hasen et-Turabi, a.g.e., s. 54
15 Bu lafız el-Bakara, 2/43, 83, 110; en-Nisa, 4/77; en-Nur, 24/56; el-Mücadele, 58/13; el-Müzzemmil, 73/20 gibi birkaç defa tekrarlan maktadır.
16 Bu ifadeler el-Bakara, II, 277; et-Tevbe, 9/5, 11; el-Hac, 22/41 gibi âyetlerde birkaç defa geçmektedir.
17 el-Bakara, 2/177; et-Tevbe, 9/18
18 Bu ifade İbn Abbas'tan merfu ve mevkuf olarak rivayet edilmiştir. Mevkuf rivayeti Taberî, merfu rivayeti Taberânî rivayet etmiştir. Taberânî aynı şekilde bunu el-Hasen'den mürsel bir rivayet olarak ta zikretmek tedir. Beyhaki ise fiuabu'l-İman'da bu rivayeti zikretmiş olup, İmam Ahmed de ez-Zühd adlı eserinde bunu İbn Mesud'un rivayet etti€i bir hadis olarak kaydetmek tedir. Bk. ez-Zeylaî, Tahricu'l-Ahadis ve’l-Âsâr el-Vâkıa fi Tefsiri'l-Keşşaf li'z-Zemahşeri, III, 44-45
19 Buhârî, I, 158-159
20 Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, I, 291-292'de zikretmek te ve şunları söylemektedir: Hadisi Taberânî, Evsat'ta rivayet etmiştir. Ravileri arasında el-Kayyim b. Osman da vardır. Buhârî: Bu zatın mutabaat olunmayan hadis rivayetle ri vardır demektedi r. İbn Hibban ise es-Sikat adlı eserinde; hata etti€i de olur, demektedi r.
21 Musned, I, 290; el-Fethu'r-Rabbani, II, 207-208'de: İsnadı ceyyiddir denilmiştir. el-Albâni, el-İrva, VII, 238'de senedinin sahih oldu€unu belirtmek tedir.
22 Muslim, I, 88
23 Taberânî, Kebir, VIII,206-207 H. no: 7731; el-Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, X, 389'da şunları söylemektedir: Hadisin senedinde zayıf raviler vardır. İbn Hibban bunların sika olduklarını belirtmek le birlikte hata da yaparlar, diye eklemiştir.
24 İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, I, 194 vav, dat ve hemze maddesi
25 Buhârî, I, 43; Muslim, I, 204, H. no: 225
26 Muslim, I, 204, H. no: 224
27 el-Munzirî, et-Ter€ib ve't-Terhib, I, 153-154, H. no: 13. Hadisin sonunda şunları söylemektedir: Hadisi Malik, Nesâî, İbn Mâce ve Hakim rivayet etmiş olup, Hakim, Buhârî ve Muslim'in şartına göre sahihtir. Hiçbir illeti yoktur, demiştir. es-Sunabihi ise meşhur bir sahabidir .
28 Nesâî, V, 222; el-Fethu'r-Rabbani, XII, 68'de şöyle denilmekt edir: Hadisi Beyhaki ve İmam fiafiî, İbn Ömer'den sahih bir sened ile ve ona mevkuf bir rivayet olarak rivayet etmişlerdir.
29 Taberânî, el-Kebir, III, 205, H. no: 3135; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, I, 276-277'de şunları söylemektedir: Hadisi Taberânî, Kebir ve Evsat'da rivayet etmiş olup, senedinde Süveyd Ebu Hatim vardır. Bunu Nesâî zayıf kabul ederken, İbn Maîn bir rivayette zayıf, bir di€er rivayette sika oldu€unu söylemiştir.
30 Ebu Davud, I, 100, H. no: 144; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 30 H. no: 131'de sahih oldu€unu belirtmiştir.
31 Muslim, I, 212, H. no: 237
32 Muslim, I, 212-213, H. no: 238
33 Muslim, I, 126, H. no: 246
34 İbn Mâce, I, 152, H. no: 443; el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn-i Mace, I, 74, H. no: 357'de sahih oldu€unu belirtmiştir.
35 Buhârî, I, 49
36 Muslim, I, 215, H. no: 243
37 Nesâî, V, 236 -lafız ona ait-; Musned, III, 294; el-Fethu'r-Rabbani, XII, 73, H. no: 274'de: Bu babın hadisinin senedi ceyyiddir, demektedi r.
38 Buhârî, I, 2
39 İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, I, 232
40 Ebu Davud, I, 75, H. no: 101; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, I, 21, H. no: 92'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
41 Taberânî, Sa€ir, I, 73
42 Nesâî, I, 64; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Nesâî, I, 19, H. no: 81'de senedinin sahih oldu€unu belirtmek tedir.
43 İbn Mâce, I, 153, H. no: 447; Tirmizî, I, 57, H. no: 39. Hasen oldu€unu söylemiştir. el-Albâni, Sahihu Suneni’t-Tirmizî, I, 14, H. no: 36, hasen, sahihtir, demiştir.
44 Muslim, I, 233, H. no: 278
45 Ebu Davud, I, 99-100, H. no: 142; Tirmizî, I, 56, H. no: 38, hasen, sahihtir kaydıyla.
46 Muslim, I, 211, H. no: 235
47 Dârimî, I, 178; el-Albâni, Mişkâtu'l-Mesâbîh, I, 129'da senedinin sahih oldu€unu belirtmek tedir.
48 Beyhaki, es-Sunen, I, 35. İbnu't-Türkmani dedi ki: Bu hadis Muvatta'da bu senedle abdesti sözkonusu etmeksizi n mevkuf bir rivayet olarak yer almaktadır. Ayrıca Taberânî bunu el-Evsat, II, 138, H. no: 1260'da zikretmiştir.
49 Musned, I, 3; el-Fethu'r-Rabbani, I, 290, H. no: 156'da şöyle denilmiştir: el-Heysemi dedi ki: Bu hadisi Ahmed ve Ebu Ya'la rivayet etmiş olup, ravileri sika ravilerdi r. Ancak Abdullah b. Muhammed, Ebu Bekir'den hadis dinlemiş de€ildir.
50 Muslim, I, 204-205, H. no: 226
51 İbn Mâce, I, 148, H. no: 430; Tirmizî, I, 46, H. no: 31 lafız ona ait olup, hasen, sahihtir demiştir.
52 Ebu Davud, I, 101, H. no: 145; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 30, H. no: 132'de sahih oldu€unu belirtmiştir.
53 Muslim, I, 204-205, H. no: 226
54 Buhârî, I, 54-55
55 Ebu Davud, I, 94, H. no: 135; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 28, H. no: 123'te hasen, sahihtir demektedi r.
56 Muslim, I, 204-205, H. no: 226
57 Tirmizî, I, 57, H. no: 39; el-Albâni, Sahihu Suneni’t-Tirmizî, I, 14, H. no: 36, hasen, sahihtir demiştir.
58 İbn Hibban, Sahih -lafız kendisini n olmak üzere-, III, 364, H. no: 1083; Hakim, el-Mustedrek, I, 161-162'de kaydetmiş ve şöyle demiştir: Bu hadis Muslim'in şartına göre sahihtir, çünkü Muslim, Habib b. Zeyd'in rivayetin i delil olarak göstermiştir. Bununla birlikte Buhârî ve Muslim bunu rivayet etmemişlerdir. Bu hususta Zehebî de ona muvafakat etmiştir.
59 Musned, IV, 39; el-Fethu'r-Rabbani, II, 31, H. no: 260'da şunları söylemektedir. Bu hadisi Ebu Ya'la el-Mevsıli ve Sahih'inde İbn Hibban rivayet etmiştir. Aynı şekilde İbn Huzeyme de Sahih'inde kendi senediyle fiu'be'den, o Habib b. Zeyd'den, o Abbad b. Temim'den, o Abdullah b. Zeyd'den diye rivayet etmiş olup, Habib'in sika bir ravi oldu€unu Nesâî ve başkaları söylemiş, Ebu Haşim salih (rivayeti elverişli, kabul edilebili r) bir kimsedir, demiştir.
60 Ebu Davud, I, 103, H. no: 148; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 30, H. no: 134
61 Nesâî, V, 5; el-Albâni, Sahihu Suneni’n-Nesâî, II, 511, H. no: 2286'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
62 Buhârî, I, 50
63 Beyhaki, Sunen, I, 86; İbn Hibban, Sahih, III, 370, H. no: 1090 -lafız ona ait-; Ebu Davud, Sunen, IV, 379, H. no: 4141; El-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, II, 780, H. no: 3488'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
64 Muslim, I, 210, H. no: 234
65 Munzirî, et-Ter€ib ve't-Terhib, I, 172. Bu hadis ile ilgili olarak da şunları söylemektedir: Hadisi Taberânî Evsat'ta rivayet etmiş olup, ravileri sahih hadisleri n ravilerid ir. Lafız da ona aittir. Hadisi ayrıca Nesâî rivayet etmiş ve sonunda da! "O sahife üzerine bir mühür basılır, Arşın altına bırakılır, kıyamet gününe kadar bu mühür kırılmaz." demiş ve bunun Ebu Said'e mevkuf bir rivayet oldu€unu daha do€ru kabul etmiştir.
66 Musned, IV, 226; el-Fethu'r-Rabbani, XIX, 71'de şunlar söylenmektedir: Ebu Davud ile el-Münzirî, onun hakkında bir şey söylememiş, Hafız Suyutî bu hadisin hasen oldu€unu belirtmiştir.
67 Musned, V, 252; el-Fethu'r-Rabbani, I, 301, H. no: 185'de şunları söylemektedir: el-Heysemi dedi ki: Hadisi Ahmed ve el-Kebir'de Taberânî buna yakın lafızlarla rivayet etmiş olup, senedi hasendir.
68 Muslim, I, 228, H. no: 272. Muslim dedi ki:, el-A'şâ dedi ki:, İbrahim dedi ki: Bu hadis (alimlerin) hoşlarına giderdi. Çünkü Cerir'in müslüman olması Maide suresinin inişinden sonra olmuştur.
69 Buhârî, I, 59
70 Ebu Davud, I, 114, H. no: 162; İbn Hacer, Telhisu’l-Habir, I, 160'da senedi sahihtir, demektedi r.
71 Nesâî, I, 84; Tirmizî -lafız onun-, I, 159, H. no: 99 "hasen, sahihtir" kaydıyla.
72 Muslim, I, 232, H. no: 276
73 Tirmizî, 109, H. no: 74 "hasen, sahih bir hadistir" kaydıyla; el-Albâni, Sahihu Suneni't-Tirmizî, I, 23, H. no: 64'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
74 Nevevi, el-Mecmu, II, 4
75 Ebu Davud, I, 140, H. no: 203; İbn Mâce, I, 161, H. no: 477 "lafız ona ait"; Hadis hakkında Nevevi, el-Mecmu, I, 13'de: "Hasen bir hadistir" demiş, İbn Hacer, et-Telhis, I, 118, H. no: 159'da şunları söylemektedir: Ali (r.a)'ın rivayet etti€i hadis Bakiyye'nin rivayetiy le gelmiştir. Onunla ilgili olarak el-Cevazani vahi (oldukça gevşek)dir demiştir. Muaviye'nin rivayet etti€i hadisi ise Ahmed ve Dârekutnî de rivayet etmiş olup, onun da senedinde Bakiyye vardır. Zayıf bir ravidir. İbn Ebi Hatim dedi ki: Ben babama bu iki hadis hakkında sordum da: İkisi de pek güçlü de€ildir, demiştir. Ahmed dedi ki: Bu hususta Ali'nin hadisi Muaviye'den daha sa€lamdır. el-Munzirî, İbnu's-Salah ve Nevevi, Ali'nin rivayet etti€i hadisi hasen kabul etmişlerdir.
76 Muslim, I, 284, H. no: 125; Ebu Davud -lafız ona ait-, I, 136, H. no: 200; Tirmizî, I, 113, H. no: 78. Tirmizî hadis hakkında "hasen, sahihtir" demiştir.
77 Tirmizî, I, 126, H. no: 82 "hasen, sahihtir" kaydıyla, I, 129.
78 el-Beyhaki, I, 133; el-Albâni, Sahihu'l-Camii's-Sa€ir, I, 159, H. no: 359'da Ebu Hureyre yoluyla gelen rivayetin in sahih oldu€unu belirtmek tedir.
79 Beyhaki, I, 132; el-Albâni, Sahihu'l-Camii's-Sa€ir, I, 397, H. no: 2722'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
80 Beyhaki, I, 134 -lafız ona ait-; Tirmizî, I, 232, H. no: 85 "bu hadis bu hususta gelmiş rivayetle rin en güzelidir" kaydıyla; el-Albâni, Sahihu Suneni't-Tirmizî, I, 26, H. no: 74'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
81 Muslim, I, 275, H. no: 97
82 Ebu Davud, I, 128, H. no: 184; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 37, H. no: 169'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
83 Ebu Davud, I, 133, H. no: 192; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 39, H. no: 177'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
84 Dârekutnî -lafız ona ait-, I, 151; Beyhaki, Sunen, I, 159; İbn Hacer, Telhisu’l-Habîr, I, 117-118, H. no: 158'de şunları söylemektedir: "Senedinde el-Fudayl b. el-Muhtar vardır. Oldukça zayıf bir ravidir. Ayrıca İbn Abbas'ın azadlısı fiube de vardır. O da zayıf bir ravidir. İbn Adiy: Rivayet mevkuftur, demiştir. Beyhaki ise bu merfu bir rivayet olarak sabit de€ildir, demiştir. Taberânî bunu Ebu Umame yoluyla rivayet etmiş olup, senedi birincisi nden daha zayıftır. İbn Mesud yoluyla da mevkuf bir rivayet olarak kaydetmiştir.
85 İbn Hacer, Telhisu’l-Habir, I, 118
86 Musned, IV, 352; Taberânî, Kebir, VII, 270, H. no: 7106; el-Fethu'r-Rabbani, I, 94, H. no: 383'de şunları söylemektedir: el-Heysemi dedi ki: Bu hadisi Taberânî el-Kebir'de rivayet etmiş olup, senedi -inşaallah- hasendir, demiştir.
87 Tirmizî, I, 142-143, H. no: 87; el-Albâni, Sahihu Suneni't-Tirmizî, I, 27, H. no: 76'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
88 Beyhaki, I, 141; İbn Hacer, Telhisu’l-Habir, I, 113, H. no: 152'de şöyle demektedi r: Bu hadisi Beyhaki rivayet etmiştir. Senedinde Salih b. Mukatil vardır, zayıftır. İbnu'l-Arabi'nin iddiasına göre Dârekutnî bu hadisin sahih oldu€unu kabul etmiştir. Halbuki durum böyle de€ildir. Aksine hadisin akabinde Sunen'inde: Salih b. Mukatil pek kuvvetli birisi de€ildir, demektedi r.
89 İbn Ömer ve İbn Abbas'tan gelen bu rivayeti Beyhaki, I, 305-306'da zikretmek tedir. Ebu Hureyre'nin rivayeti İbn Kudame, I, 47'de yer almaktadır. Ayrıca bk. İbn Kudame, el-Mu€ni, I, 191-192
90 İbn Kudame, el-Mu€ni, I, 192
91 Musned, V, 248; el-Fethu'r-Rabbani, II, 187-188'de şunlar söylenmektedir: "Bu hadisi (başka bir kaynakta) tesbit edemedim. Seyyar el-Umevi dışında bütün ravileri sikadırlar. Seyyar da do€ru sözlü bir kimsedir."
92 Buhârî, I, 113
93 Tirmizî, I, 212-213, H. no: 124 "hasen, sahihtir" kaydıyla.
94 Buhârî, I, 2
95 Buhârî, I, 87
96 Dârekutnî, I, 183; H. no: 33, el-Azimabadî dedi ki: Bu hadisi Husayn'dan merfu olarak İbrahim b. Tahman'dan başkası rivayet etmemekte dir. fiu'be, Zaide ve başkaları bunu mevkuf olarak rivayet etmiştir. Ebu Malik'in, Ammar'dan hadis dinledi€i su götürür. Seleme b. Suheyl bunu rivayet ederken şöyle demiştir: Ebu Malik'ten, o İbn Ebza'dan, o Ammar'dan. Bunu ondan es-Sevr-i böylece nakletmiştir.
97 Dârekutnî, I, 180, H. no: 16, Yemânî el-Medenî dedi ki: Hadisi Hakim, el-Mustedrek'te rivayet etmiş olup, onun hakkında bir şey söylememiştir. (Yine Yemani) dedi ki: Ben bu hadisi Ubeydulla h'tan Musned olarak Ali b. Zabyan'dan başka bir kimsenin rivayet etti€ini bilmiyoru m. O ise sadûk bir kimsedir. Yahya b. Said, Huşeym ve başkaları ise bunu mevkuf olarak rivayet etmişlerdir. Malik de, Nafi'den diye rivayet etmiştir. Bazıları bu hadisi Ali b. Zabyan dolayısıyla zayıf kabul ederler. el-İmam’ da şunları söylemektedir: İbn Numeyr dedi ki: Rivayet etti€i bütün hadisleri nde hata eder. Yahya b. Said ve Ebu Davud: O bir şey de€ildir. en-Nesâî ile Ebu Hatim: O metruk (rivayetin i alması terkedilm iş) bir kimsedir. Ebu Zur'a: Hadisi vahidir. İbn Hibban: Onun nakletti€i haberler delil gösterilemez demişlerdir. İbn Adiy de bunu böylece rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Ali b. Zabyan bunu merfu olarak rivayet etmekle birlikte es-Sevri, Yahya el-Kattan gibi sika raviler ise bunu mevkuf olarak rivayet etmişlerdir. en-Nesâî ve İbn-i Main'den naklen Ali b. Zabyan'ın zayıf oldu€unu belirtmiş, kendisi de bu hususta onlara muvafakat etmiştir.
98 el-Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, I, 261'de şunları söylemektedir: Bu hadisi el-Bezzar rivayet etmiş olup şöyle der: "Biz bu hadisin Ebu Hureyre'den ancak bu yolla rivayet edildi€ini biliyoruz ." Hadisin ravileri sahih hadis ravilerid ir.
99 Buhârî, I, 113
100 Muslim, I, 975, H. no: 1337
101 Buhârî, I, 106
102 Muslim, I, 204, H. no: 244
103 Muslim, I, 247, H. no: 303
104 Dârekutnî, I, 127, el-Azimabadi dedi ki: Hadisin bilinen rivayeti mürsel oldu€udur. el-Albâni, İrvau'l-⁄alil, I, 310, H. no: 280'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
105 Buhârî, I, 79
106 İbn Mâce, I, 180, H. no: 542, el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn-i Mace, I, 89, H. no: 440'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
107 Buhârî, I, 79
108 Ebu Davud, I, 296, H. no: 383; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebu Davud, I, 77, H. no: 369'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
109 Buhârî, I, 61
110 Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, II, 51'de şunları söylemektedir: Bu hadisi Ebu Davud "şüphesiz Allah kendisi için süslenilmeye en layık olandır" ifadesi dışında rivayet etmiştir. Taberânî de Kebir'de rivayet etmiş olup, senedi hasendir.
111 İbn Kudame, Mu€ni, I, 577
112 İbn Kudame, I, 62
113 Buhârî, I, 97-98
114 Tirmizî, V, 111, H. no: 2798, hasen bir hadistir, kaydıyla.
115 Buhârî, I, 97
116 Buhârî, I, 155
117 Ebu Davud, I, 337-338, H. no: 499 -lafız onun- İbn Mâce, I, 233, H. no: 706; Tirmizî, -Muhtasar olarak-, I, 358-359, H. no: 189, hasen sahih kaydıyla; Muslim ona yakın bir rivayeti Ebu Mahzure'den I, 287, H. no: 379'da kaydetmek tedir.
118 Tirmizî, I, 367, H. no: 192, hasen, sahih kaydıyla
119 Muslim, I, 287, H. no: 379
120 Nesâî, II, 3; el-Albâni, Sahihu Suneni’n-Nesâî, I, 135, H. no: 610'da hasen oldu€unu; İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, II, 83: "Bu, bu hususta bütün lafızlarının aynı olmasını gerektiri r. Ancak sonundaki tevhid kelimesin in bir defa söylendi€inde ihtilâf yoktur." demektedi r.
121 Nesâî, II, 4 -lafız onun-; Tirmizî, I, 367, H. no: 192 hasen, sahih bir hadistir, kaydıyla.
122 Bk. İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, II, 390
123 Aynı eser, II, 389
124 İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, II, 84
125 Ebu Davud, I, 340, H. no: 500; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 100, H. no: 472; Tirmizî -muhtasar olarak-, I, 366, H. no: 191. Ebu Mahzure'nin ezana dair hadisi sahih hadistir, kaydıyla.
126 Buhârî, I, 155
127 Ebu Davud, I, 308-309, H. no: 444; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 90, H. no: 428’de sahih oldu€unu belirtmiştir.
128 İbn Kudame, Mu€ni, I, 409
129 Beyhaki, I, 408
130 İbn Kudame, Mu€ni, I, 422
131 Buhârî, VIII, 156; Muslim, II, 1344, H. no: 1718
132 Buhârî, I, 155
133 Buhârî, I, 151
134 Muslim, I, 290, H. no: 387
135 Buhârî, I, 152
136 Muslim, I, 288, H. no: 383
137 Muslim, I, 289, H. no: 385
138 Muslim, I, 289, H. no: 384
139 Buhârî, I, 152
140 Muslim, I, 298, H. no: 397
141 Muslim, I, 374, H. no: 525
142 Tirmizî, II, 173, H. no: 342, hasen, sahihtir kaydıyla
143 İbn Kesir, Tefsir, Beyrut, 1401, IV, 160 (çeviren)
144 Muslim, I, 376, H. no: 375; Buhârî, I, 157; Muvatta, I, 195 (çeviren)
145 Muslim, I, 975, H. no: 1337
146 Buhârî, V, 162-163
147 Muslim, I, 486, H. no: 1100
148 Ebu Davud, II, 21, H. no: 1225; Hafız Munzirî, Muhtasaru Sunen-i Ebi Davud, II, 59, H. no: 1179'da: İsnadı hasendir, demektedi r.
149 Nesâî, I, 228-229; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 100, H. no: 445'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
150 Nesâî, I, 263; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 115, H. no: 512'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
151 Buhârî, I, 145
152 Buhârî, I, 139
153 Tirmizî, I, 334, H. no: 177; el-Albâni, Sahihu Suneni’t-Tirmizî, I, 57, H. no: 149 ve İrvâ, I, 291, H. no: 263'te sahih oldu€unu belirtmek tedir.
154 Buhârî, VIII, 156; Muslim, II, 1344, H. no: 1718
155 Tirmizî, I, 334, H. no: 177; el-Albâni, Sahihu Suneni't-Tirmizî, I, 57, H. no: 149 ile İrvâ, I, 291, H. no: 263'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
156 Buhârî, I, 148
157 Buhârî, I, 147-148
158 Muslim, I, 472-473, H. no: 681
159 Hattabi, A'lamu'l-Hadis, I, 453
160 Buhârî, I, 155
161 Muslim, II, 1343, H. no: 1718
162 Muslim, I, 88, H. no: 82
163 Muslim, I, 459, H. no: 649
164 Buhârî, I, 156
165 Buhârî, I, 154
166 Buhârî, I, 114
167 Buhârî, I, 160
168 Buhârî, I, 156-157
169 Buhârî, I, 176
170 İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, II, 207
171 Buhârî, I, 177
172 Buhârî, I, 177
173 Ebu Davud, I, 433, H. no: 666; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 131, H. no: 620'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
174 Ebu Davud, I, 433, H. no: 666; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 131, H. no: 620
175 Ebu Davud, I, 434, H. no: 667, el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 131, H. no: 621'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
176 Muslim, I, 326, H. no: 440
177 Muslim, I, 365, H. no: 510
178 Tirmizî, I, 9, H. no: 3; el-Albâni, Sahihu Suneni’t-Tirmizî, I, 4, H. no: 3, hasen, sahihtir kaydıyla.
179 Buhârî, I, 180
180 Muslim, I, 293, H. no: 391
181 Buhârî, I, 181; Muslim, I, 419, H. no: 598 -lafız ona ait-
182 Muslim -munkatı bir senetle-, I, 299, H. no: 399; Dârekutnî ise Ömer Radıyallahu anh'dan hem mevsul, hem de mevkuf olarak: I, 299; Bu hadis çeşitli yollardan rivayet edilmiş olup, İbn Hacer Telhisu’l-Habîr, 228-229, H. no: 340'da şunları söylemektedir: Hadisi Ebu Davud ve Hakim rivayet etmiş olup, senedleri ndeki raviler sika ravilerdi r fakat munkatı bir hadistir. .. İbn Huzeyme dedi ki: Bu hadis İbn Ömer'den sahihtir. Peygamber Sallalahu aleyhi vesellem'dan de€il. Hakim dedi ki: Bu Ömer'den sahih olarak gelmiştir.
183 Muslim, I, 534, H. no: 770
184 Muslim, I, 295, H. no: 394
185 Buhârî, I, 192
186 Buhârî, I, 190
187 Ebu Davud, I, 515, H. no: 823; İbn Hacer, Telhisu’l-Habir, I, 231, H. no: 344'te şunları söylemektedir: Ebu Davud, Tirmizî, Dârekutnî, İbn Hibban, Hakim ve Beyhaki, İbn İshak yoluyla gelen rivayetin sahih oldu€unu belirtmişlerdir... Bu hadisin şahidlerinden birisi de İmam Ahmed'in, Halid el-Hazzâ yoluyla yaptı€ı rivayetti r.
188 Musned, V, 310'da Peygamber Sallalahu aleyhi vesellem'in ashabından bir adamdan diye rivayet etmiştir. İbn Hacer, Telhisu’l-Habir, I, 231'de şunları söylemektedir: Senedi hasendir, İbn Hibban bu hadisi Eyyub'dan, o Ebu Kılâbe'den, o Enes'den diye rivayet etmiştir.
189 Buhârî, I, 193
190 Muslim, I, 353, H. no: 487
191 Buhârî, I, 193
192 Muslim, I, 347, H. no: 477
193 Buhârî, I, 184
194 Muslim, I, 347, 377
195 İbn Huzeyme, I, 243, H. no: 479; İbn Hacer, Telhisu’l-Habîr, I, 224, H. no: 331'de: Hadisin aslı Sahih-i Muslim'dedir demektedi r.
196 Buhârî, I, 180
197 Muslim, I, 343, H. no: 471
198 Muslim, I, 348, H. no: 479
199 Buhârî, I, 200; Muslim, I, 355, H. no: 493
200 Muslim, I, 350, H. no: 482
201 Ebu Davud, I, 531, H. no: 850; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 160, H. no: 756'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
202 Muslim, I, 302, H. no: 402
203 Muslim, I, 305, H. no: 406
204 Muslim, I, 334, H. no: 452
205 Ebu Davud, I, 607, H. no: 997
206 İbn Hacer, Telhisu’l-Habîr, I, 271, H. no: 420
207 Buhârî, I, 184
208 Muslim, I, 298, H. no: 397
209 Buhârî, II, 41
210 Ebu Davud, I, 49, H. no: 61; Tirmizî, I, 9, H. no: 3 "Bu hadis bu bahiste en sahih ve en güzel şeydir" kaydıyla.
211 Taberânî, Kebir, V, 38, H. no: 4526; İbn Hacer, Telhisu’l-Habir, I, 217, H. no: 326'da, Ebu Davud ve Muslim'in lafzını zikredere k şunları söylemektedir: Bu hadisin aslı di€er Sunen sahibleri nin eserlerin dedir. Bunu Taberânî de rivayet etmiş olup, lafzı Râfiî'nin lafzına uygundur.
212 İbn Mâce, I, 280, H. no: 862; el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn Mâce, I, 142-143, H. no: 702'de sahih oldu€unu belirtmek tedir; İbn Hacer, Telhisu’l-Habîr, I, 217, H. no: 324'de şunları söylemektedir: Bu hadisi İbn Hibban Kitabu's-Salat'da rivayet etti€i gibi o ve İbn Huzeyme Sahih'lerinde de rivayet etmişlerdir.
213 Muslim, I, 295, H. no: 394
214 İbn Hibban, V, 91, H. no: 1789; İbn Huzeyme, I, 248, H. no: 490; İbn Hacer, Telhisu’l-Habir'de şunları söylemektedir: Bu hadisi Dârekutnî şu lafızla rivayet etmektedi r: "Kişinin Ummu'l-Kur'ân'ı (Fatiha'yı) okumadı€ı hiçbir namazı yerini bulmaz." İbnu'l-Kattan hadisin sahih oldu€unu belirtmiş, İbn Huzeyme ve İbn Hibban da hadisi bu lafızla, Ebu Hureyre'den, diye rivayet etmişlerdir.
215 Buhârî, I, 155
216 Buhârî, I, 184
217 Buhârî, I, 194
218 Muslim, I, 357, H. no: 498
219 Tirmizî, II, 51, H. no: 265, hasen, sahihtir kaydıyla; el-Albâni, Sahihu Suneni't-Tirmizî, I, 84, H. no: 217
220 Buhârî, I, 198
221 Buhârî, I, 184
222 Buhârî, I, 259, Beyrut, 1407/1987 (çeviren)
223 Buhârî, I, 181
224 Buhârî, I, 202
225 Buhârî, I, 155
226 Muslim, I, 305, H. no: 405
227 Ebu Davud, I, 49, H. no: 61; Tirmizî, I, 9, H. no: 3; Bu hadis bu hususta varid olmuş en sahih ve en güzel şeydir kaydıyla.
228 Muslim, I, 409, H. no: 582
229 Ebu Davud, I, 607, H. no: 997; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 186, H. no: 879'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
230 Muslim, I, 50, H. no: 19
231 İbn Mâce, I, 658, H. no: 2041; el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn-i Mace, I, 347, H. no: 1660'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
232 Ebu Davud, I, 334, H. no: 495; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, I, 97, H. no: 466'da hasen, sahihtir, demiştir.
233 Muslim, I, 204, H. no: 224
234 İbn Mâce, I, 180, H. no: 542; el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn-i Mâce, I, 89, H. no: 440'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
235 Dârekutnî, I, 127; el-Azim Abadi dedi ki: Mahfuz olan mürsel rivayetti r. el-Albâni, el-İrvâ, I, 310, H. no: 280'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
236 Buhârî, I, 61
237 Buhârî, I, 95
238 Tirmizî, V, 111, H. no: 2798, bu hasen bir hadistir kaydıyla.
239 Ebu Davud, I, 421, H. no: 641; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 126, H. no: 596'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
240 Muslim, I, 298, H. no: 397
241 Buhârî, I, 2
242 Muslim, I, 293-294, H. no: 392
243 Ebu Davud, I, 542, H. no: 869; Musned, IV, 155; el-Albâni, Daîfu Sunen-i Ebî Davud, s. 84, H. no: 184'de zayıf oldu€unu belirtmek tedir. es-Sâatî, el-Fethu'r-Rabbani, III, 261-262, H. no: 634'de: Senedi ceyyiddir, demektedi r.
244 İbn Mâce, I, 89, H. no: 897; Nesâî, III, 231; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 247, H. no: 1097'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
245 Buhârî, I, 202; Muslim, I, 399, H. no: 570, lafız Muslim'e aittir.
246 Buhârî, I, 180
247 İbn Huzeyme, I, 243, H. no: 479; Ebu Davud, I, 481, H. no: 759 Tavus yoluyla rivayet etmiştir. İbn Hacer, Telhisu’l-Habîr, I, 224, H. no: 331'de: Bu hadisin aslı Sahih-i Muslim'dedir, demektedi r.
248 Buhârî, I, 183
249 Buhârî, I, 181; Muslim, I, 419, H. no: 598 -lafız Muslim'e ait-
250 Ebu Davud, I, 490, H. no: 775; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 148, H. no: 775
251 İbn Huzeyme, I, 251, H. no: 499; Nesâî, II, 134; el-Albâni, Daîfu Suneni'n-Nesâî, s. 28, H. no: 36'da senedinin zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
252 İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, II, 267
253 Ebu Davud, I, 574, H. no: 932; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, I, 176, H. no: 824; İbn Hacer, Telhisu’l-Habir, I, 236, H. no: 353'de... Senedi sahihtir, demektedi r.
254 Buhârî, I, 189
255 Buhârî, I, 265, Beyrut, 1407/1987 (çeviren)
256 Buhârî, I, 186
257 Buhârî, I, 187
258 Buhârî, I, 185
259 Nesâî, II, 186; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 223, H. no: 992
260 Bazıları bunları iki ayrı sünnet saymışlardır.
261 Buhârî, I, 192
262 Musned, I, 123; İbn Hacer, Telhisu’l-Habîr, I, 241, H. no: 361'de şunları söylemektedir: Bu hadisi Ebu Davud, "el-Merâsîl" adlı eserinde Abdu'r-Rahman b. Ebi Leyla'dan nakletmek tedir. İmam Ahmed ise Musned'inde bunu Ali (r.a)'dan muttasıl senedle rivayet etmiştir. Dârekutnî bu hadisi el-İlel'de ondan (Abdu'r-Rahman'dan) ve el-Bera'dan diye rivayet etmiş, Ebu Hatim mürsel rivayeti tercih etmiştir. Taberânî, el-Kebir'de, Ebu Mesud Ukbe b. Amr ile Ebu Berze el-Eslemî'den gelen bir hadis olarak rivayet etmektedi r. Her birisinin de senedi hasendir.
263 İbn Huzeyme, I, 322, H. no: 637; Tirmizî -lafız ona ait-, II, 59, H. no: 270 "hasen, sahih (bir hadistir)" kaydıyla.
264 Muslim, I, 348, H. no: 479
265 İbn Mâce, I, 289, H. no: 897; Nesâî, III, 321; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 247, H. no: 1097'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
266 Tirmizî, II, 86, H. no: 284; Ebu Davud, I, 530-531, H. no: 850; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 160, H. no: 756'da hasen oldu€unu belirtmek tedir.
267 Muslim, I, 347, H. no: 477
268 Tirmizî, II, 56-57, H. no: 868'de: "Hasen, €arîb bir hadistir. Bu hadisi fierik'ten böylece rivayet eden başka bir kimse bilmiyoru z. İlim ehlinin ço€unlu€u bu hadis gere€ince amel etmektedi rler." demektedi r.
269 İbn Hacer, Telhisu’l-Habir, I, 255, H. no: 381
270 Muslim, I, 292, H. no: 390
271 Muslim, I, 293, H. no: 391
272 Buhârî, I, 201
273 Ebu Davud, I, 589-590, H. no: 964; el-Albâni, Sahihu Ebî Davud, I, 181, H. no: 851'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
274 Bazıları bunları iki ayrı sünnet saymıştır.
275 Muslim, I, 408, H. no: 579
276 İbn Huzeyme, I, 354, H. no: 714; İbn Hacer, Telhisu’l-Habîr, I, 262, H. no: 401'de şunları söylemektedir: İbn Huzeyme ve Beyhaki bu lafızla rivayet etmiş olup, Beyhaki şunları söylemektedir: Hareket ettirmekt en kastının onunla işaret etmesi olma ihtimali vardır. Yoksa hareketi tekrarlam ası de€ildir. Ta ki teâruz (di€er rivayetle rle çatışma) olmasın.
277 İbn Huzeyme, I, 322, H. no: 637; Tirmizî -lafız ona ait- II, 59, H. no: 270 "hasen, sahih bir hadistir" kaydıyla.
278 Muslim, I, 409, H. no: 582
279 Tirmizî, II, 105-106, H. no: 304 "hasen, sahih (bir hadistir)" kaydıyla
280 Bk. İbn Kudame, el-Kâfî, I, 144
281 Buhârî, I, 155
282 Muslim, II, 1244, H. no: 1718
283 Muslim, I, 383, H. no: 539
284 Muslim, I, 382, H. no: 538
285 Muslim, I, 381-382, H. no: 537
286 Muslim, I, 381-382, H. no: 537
287 İbn Mâce, II, 1222, H. no: 3708; el-Albâni, Daîfu Sunen-i İbn-i Mace, s. 299, H. no: 809'da zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
288 Dârekutnî, I, 173, H. no: 58, el-Azim Abadi dedi ki: İshak b. Behlül babasından diye yaptı€ı rivayetin de muhalif bir lafızla rivayet etmiştir.
289 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 51
290 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 61-62
291 Buhârî, I, 131
292 Tirmizî, I, 497, H. no: 601, "hasen, garib bir hadistir" kaydıyla
293 Tirmizî, II, 233, 234, H. no: 390, "hasen, sahih bir hadistir" kaydıyla
294 Muslim, II, 1344, H. no: 1718
295 Buhârî, I, 184
296 Buhârî, I, 106
297 Buhârî, I, 183
298 Tirmizî, II, 483, H. no: 587, "€arîb bir hadistir" kaydıyla; Hakim, el-Mustedrek, I, 237 "bu Buhârî'nin şartına göre sahih bir hadis olup, Buhârî ve Muslim bunu kitablarında zikretmem işlerdir." demekte Zehebî de bu hususta ona muvafakat etmektedi r.
299 Hakim, el-Mustedrek, I, 237, Bundan önceki İbn Abbas hadisinin bir şahidi (tanı€ı) olup, bununla ilgili olarak şunları söylemektedir: "Bu hadisin sahih senedle bir şahidi de vardır." Zehebî de bu hususta ona muvafakat etmiştir.
300 Buhârî, I, 182-183
301 Taberânî, Evsat, III, 116, H. no: 2239; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, II, 83'de şunları söylemektedir: "Taberânî bunu üç Mucem’inde de rivayet etmiş olup, senedinde Leys b. Ebi Süleym vardır. Tedlis yapan bir ravidir. "Bu hadisi An'ane (an lafzı ile) rivayet etmiştir."
302 Buhârî, I, 183
303 Buhârî, I, 199
304 Muslim, I, 357-358, H. no: 498
305 Buhârî, I, 199-200
306 İbn Mâce, I, 289, H. no: 894; el-Albâni, Daîfu'l-Câmî, VI, 84, H. no: 6271'de zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
307 İbn Mâce, I, 327-328, H. no: 1027; el-Albâni, Daîfu Sunen-i İbn-i Mace, s. 76, H. no: 213'te zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
308 Buhârî, II, 64
309 İbn Mâce, I, 310, H. no: 967; el-Albâni, Daîfu Sunen-i İbn-i Mace, s. 72-73, H. no: 202'de zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
310 İbn-i Mace, I, 310, H. no: 965; el-Albâni, el-İrvâ, II, 99, H. no: 378'de: "Senedi oldukça zayıftır" demektedi r.
311 Tirmizî, II, 228, H. no: 386; el-Albâni, Sahihu Suneni’t-Tirmizî, I, 121, H. no: 316'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
312 Buhârî, I, 163-164
313 Muslim, I, 393, H. no: 560
314 Muslim, I, 393, H. no: 560
315 Muslim, I, 543, H. no: 786
316 Muslim, I, 543, H. no: 587
317 Ahmed, V, 446-447; Hadis hakkında Hakim, el-Mustedrek, I, 229'da: "Bu sahih bir hadis olup, Buhârî ve Muslim tarafından kitablarında rivayet edilmemiştir." demektedi r.
318 Hattabi, Meâlimu's-Sunen, I, 326, H. no: 614'de şunları söylemektedir: "Sedl (sarkıtma) elbiseyi yere de€inceye kadar serbest bırakıp, uzatmak demektir."
319 Ebu Davud, I, 423, H. no: 643; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 126, H. no: 597
320 Buhârî, I, 199
321 Muslim, I, 355, H. no: 492
322 Ebu Davud, I, 604-605, H. no: 992; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 186, H. no: 875’te sahih oldu€unu belirtmek tedir.
323 İbn Mâce, I, 309-310, H. no: 464; el-Albâni, Silsiletu'l-Ahadîsi'd-Daife, II, 265, H. no: 873'de zayıf oldu€unu belirtmek te ve şunları söylemektedir: "Hadisin birinci bölümünü İbn Mâce, Ebu Hureyre'den (Peygamber efendimiz e) merfu olarak rivayet etmektedi r." Ancak sahih olan bunun İbn Mesud'a ulaşan mevkuf bir rivayet oldu€udur.
324 Tirmizî, II, 177-178, H. no: 346; el-Albâni, Daîfu Suneni't-Tirmizî, s. 36, H. no: 53'de zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
325 Muslim, III, 2293, H. no: 2995
326 Muslim, III, 2293, H. no: 2995
327 Buhârî, I, 190
328 Muslim, I, 536, 537, H. no: 772
329 Buhârî, I, 104, 105
330 Muslim, I, 301, H. no: 401
331 Tirmizî, II, 233-234, H. no: 390; el-Albâni, Sahihu Suneni't-Tirmizî, I, 12, H. no: 319
332 Buhârî, VII, 226
333 Muslim, I, 318, H. no: 422
334 Muslim, I, 389, H. no: 550
335 Muslim, I, 358, H. no: 499
336 Muslim, I, 359, H. no: 501
337 İbn Mâce, I, 303, H. no: 943; el-Albâni, Daîfu Sunen-i İbn-i Mace, s. 71, H. no: 196'da zayıf oldu€unu belirtmek tedir; İbn Hacer, Bulu€u'l-Meram, s. 49, H. no: 249'da hadisi Ahmed ve İbn Mâce rivayet etmiş, İbn Hibban sahih oldu€unu belirtmiş, hadisin muzdarib oldu€unu iddia eden isabet etmemiştir, aksine hadis hasen bir hadistir, demektedi r.
338 Buhârî, I, 126
339 Muslim, I, 536-537, H. no: 772
340 Buhârî, I, 101
341 Tirmizî, II, 254-255, H. no: 404, "Rifâa'nın rivayet etti€i hadis hasen bir hadistir" kaydı ile.
342 Muslim, I, 383, H. no: 540
343 Ebu Davud, I, 455, H. no: 708; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 136, H. no: 652'de hasen, sahih bir hadistir, demektedi r.
344 Muslim, I, 362, H. no: 505
345 Muslim, I, 391, H. no: 555
346 Muslim, I, 385, H. no: 542
347 Buhârî, I, 155
348 Ebu Davud, II, 130-131, H. no: 1420; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 86, H. no: 425'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
349 Muslim, I, 427, H. no: 612
350 Büyük ilim adamı fieyh Muhammed b. Salih el-Useymîn, Min Ahkâmi's-Salâh, s. 10, 11, 12
351 Muslim, II, 1344, H. no: 1718
352 İbn Useymin, a.g.e., s. 13
353 Muslim, I, 477, H. no: 684
354 Muhammed Reşid Rıza, Tefsiru'l-Menar, II, 163
355 Bk. Müellifin, es-Sıyâm adlı eseri, s. 35-36
356 fieyh Abdu'l-Aziz b. Bâz, Fetâvâ Muhimme, Teteallak u bi's-salah, s. 5-6
357 Muslim, I, 478, H. no: 686
358 İbn Kudame, Mu€ni, II, 255
359 Muslim, I, 479-480, H. no: 689
360 Muslim, I, 483, H. no: 695
361 Muslim, I, 481, H. no: 293
362 İbn Kudame, Mu€ni, II, 225
363 Bk. Müellif, es-Sıyâm, s. 83-84
364 Fersah üç mildir. Bir mil de yaklaşık 1609 metredir. 16x3=48, 48x1609=77.232 metre yani 77 km'den daha fazla. Biz bunu yaklaşık 80 km. kabul ettik.
365 fieyhu'l-İslam İbn Teymiye, Mecmuu'l-Fetâvâ, XXV, 212; Dikkat edilecek olursa, İbn Teymiye belli bir mesafe tesbit etmeyen son görüşü tercih etmekte, daha do€rusu o bunu örf ile alakalı kabul etmektedi r.
366 Bk. İbn Kudame, el-Kâfi, I, 196 ve el-Mu€ni, II, 258-259
367 Bk. İbn Kudame, el-Kafi, I, 197
368 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 259
369 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 260
370 Buhârî, II, 36
371 İbn Kudame, Kâfi, I, 197-198
372 Musned, I, 216; Ahmed Muhammed fiakir, Musned, III, 260'daki haşiyesinde senedinin sahih oldu€unu belirtmek tedir.
373 İbn Kudame, el-Kâfi, I, 198
374 Tirmizî, IV, 668, H. no: 2518 "hasen, sahihtir" kaydıyla
375 Muslim, II, 1219-1220, H. no: 1599
376 İbn Kudame, el-Kâfi, I, 198
377 Tirmizî, I, 334, H. no: 177; "Ebu Katade'nin hadisi hasen, sahih bir hadistir" kaydıyla.
378 Nevevi, el-Mecmû’, IV, 366
379 Buhârî, I, 156
380 İbn Kudame, Kâfî, I, 198
381 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 266
382 İbn Kudame, el-Kafi, I, 198
383 Bk. el-Kâsânî, Bedâiu's-Sanâi, I, 97; İbn Rüşd, Bidayetu'l-Müctehid, I, 287; Nevevi, el-Mecmû’, VI, 263; Muhammed eş-fiirbini, Mu€ni'l-Muhtac, I, 437; el-Behuti, er-Ravdu'l-Mirba, III, 372
384 Nesâî, IV, 182; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, II, 486, H. no: 2151'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
385 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 266
386 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 265
387 İbn Kudame, el-Kâfi, I, 201
388 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 263-264
389 İbn Kudame, el-Kâfi, I, 197
390 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 268
391 Buhârî, I, 155
392 Ebu Davud, II, 12-13, H. no: 1208; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 223-224, H. no: 1608.
393 Nevevi, el-Mecmu', IV, 370
394 Muslim, I, 488, H. no: 703
395 Muslim, I, 490-491, H. no: 705
396 Nevevi, el-Mecmu, IV, 375
397 fieyhu'l-İslam İbn Teymiye, Mecmûu’l-Fetava, XXIV, 28
398 eş-fieyh Abdu'l-Aziz b. Bâz, Fetâvâ Muhimme.. ., s. 93-94
399 fieyhu'l-İslam, İbn Teymiye, Mecmuu'l-Fetâvâ, XXIV, 54
400 Muslim, I, 490-491, H. no: 705
401 İbn Kudame, el-Kâfi, I, 204
402 Beyhaki, III, 164, İbn Ömer'e mevkuf bir rivayet olarak; el-Albâni, el-İrva, III, 39, H. no: 581'de şunları söylemektedir: "Hadis oldukça zayıftır. Senedi de oldukça gevşektir."
403 eş-fieyh Muhammed b. Salih el-Useymîn, el-Fetâvâ, s. 103
404 fieyhu'l-İslam İbn Teymiye, Mecmuu'l-Fetâvâ, XXII, 30
405 Aynı eser, XXII, 31
406 İbn Bâz, Fetâvâ Muhimme.. . s. 88-89
407 İbn Kudame, el-Mu€nî, II, 281
408 İlim adamlarından bir heyet, Fetâvâ İslâmiyye, I, 404
409 İlim adamlarından bir heyet, Fetâvâ İslâmiyye, I, 403
410 İbn Abidin, Haşiyetu Reddi'l-Muhtar, II, 40
411 Tirmizî, II, 266-267, H. no: 411. Hadisle ilgili şunları söylemektedir: "Bu €arib bir hadistir. Bunu sadece Ömer b. er-Rammah el-Belhi rivayet etmiş olup, ancak onun rivayeti ile bilinmekt edir."
412 Kâsânî, Bedâiu's-Sanâi', I, 109-110
413 Kâsânî, a.g.e., I, 107
414 Buhârî, II, 41
415 Kâsânî, a.g.e., I, 109
416 el-Merdavi, el-İnsaf fi Marifeti'r-Racihi mine'l-Hilaf, II, 309
417 Muslim, I, 975, H. no: 1337
418 İbn Kudame, el-Kâfi, I, 207
419 fieyhu'l-İslam İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ, XXIV, 30-31
420 Muslim, I, 575-576, H. no: 842
421 Muslim, I, 574, H. no: 839
422 Muslim, I, 574, H. no: 840
423 Muslim, I, 576, H. no: 843
424 Nesâî, III, 78; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 33'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
425 Nesâî, III, 169; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 334-335, H. no: 1442
426 Nakleden Hafız Celalu'd-Din es-Suyutî, Sunenu'n-Nesâî şerhi, III, 168-169
427 Bk. İbn Kudame, el-Kâfi, I, 210-211
428 Musned, I, 290; el-Bennâ, el-Fethu'r-Rabbânî, II, 207-208'de "senedi ceyyiddir" demektedi r. el-Albâni, el-İrvâ, VII, 238'de senedinin sahih oldu€unu belirtmek tedir.
429 Nesâî, III, 234; el-Albânî, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 365, H. no: 1567
430 Buhârî, IV, 17
431 Buhârî, II, 41
432 Tirmizî, II, 210
433 Bk. İbn Kudame, el-Kâfi, I, 206
434 fieyh Muhammed b. Salih el-Useymîn, Mecmuatu Resâilu’l-Mufîde, s. 36
435 el-Kâsânî, Bedâiu's-Sanâi', I, 108
436 İbn Kudame, el-Kâfi, I, 206
437 Muslim, I, 484, H. no: 697
438 Tirmizî, II, 266-267, H. no: 411, "Bu €arib bir hadis olup, Mur b. Ebi’r-Rimâh el-Belhî münferiden rivayet etmiştir. Bu hadis sadece onun rivayeti ile bilinmekt edir." kaydını ekleyerek .
439 Buhârî, II, 254
440 Abdu'r-Rahman b. Muhammed b. Kasım, el-İhkâm fierhu Usuli'l-Ahkâm, I, 432-433
441 İbn Kudame, el-Mu€nî, II, 295
442 Nesâî, III, 89; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 297, H. no: 1299'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
443 Muslim, I, 591, H. no: 865
444 Ebu Davud, I, 638, H. no: 1052; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 196, H. no: 928'de hasen, sahih oldu€unu belirtmek tedir.
445 Abdurrahm an b. Muhammed b. Kasım, el-İhkam fierhu Usuli'l-Ahkam, I, 433
446 Ebu Davud, I, 644, H. no: 1067 [Ebû Dâvûd, hadisi zikrettik ten sonra şunları söylemektedir: Târık b. fiihâb, Peygamber Efendimiz i görmüş olmakla birlikte ondan hadis dinlememiştir. (Çeviren).]; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 199, H. no: 942'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
447 İbn Kudame, el-Kâfi, I, 213
448 Suyuti, el-Eşbâhu ve'n-Nezâir, s. 242
449 Salih b. Fevzan, el-Mulahhasu'l-Fıkhî, I, 170
450 Yusuf el-Kardavî, el-İbâdetu fi'l-İslâm, s. 223
451 Muslim, I, 585, H. no: 854
452 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 375
453 İbn Mâce, I, 344-345, H. no: 1084; el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn Mâce, I, 178-179, H. no: 888'de hasen oldu€unu belirtmek tedir.
454 Hakim, el-Mustedrek, II, 368, "Bu isnadı sahih bir hadis olup, Buhârî ve Muslim bunu rivayet etmemiştir." demektedi r.
455 Beyhaki, III, 249. Beyhaki şunları da söylemektedir: Bu hadis Enes'den çeşitli yollardan nisbeten farklı lafızlarla rivayet edilmiştir. Hepsi de cuma gecesi ve cuma gündüzün Peygamber Sallalahu aleyhi vesellem’e salât ve selamı teşvik etmeye dairdir. Bazılarının senedinde nisbeten zayıflık vardır.
456 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 377
457 Muslim, I, 581, H. no: 846; Ayrıca şunları eklemekte dir: fiu kadar var ki (ravilerde n) Bukeyr "Abdurrahm an" adını zikretmem iş, koku hakkında da "hanımının kokusunda n dahi olsa..." demektedi r.
458 Musned, V, 363; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, II, 172'de: Hadisi Ahmed rivayet etmiş olup, ravileri sahih hadisleri n ravilerid irler, demektedi r.
459 İbn Mâce, I, 348, H. no: 1094 Zevâid’inde şunlar söylenmektedir! İbn Ebî Hâtim (Râvilerinden Abdullaha mid’in) zayıf oldu€unu belirtmiştir. Seneddeki di€er râviler sika (güvenilir) olduklarından senedi hasendir; el-Albâni, Daîfu Sunen-i İbn Mâce, s. 81, H. no: 226'da zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
460 Muslim, I, 582, H. no: 850
461 Muslim, I, 583, H. no: 851
462 Bk. İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 385-425
463 Ebu Davud, I, 380, H. no: 562; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 112, H. no: 526'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
464 Musned, V, 420-421, Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, II, 171'de şunları söylemektedir: Hadisin tamamını Ahmed ve el-Kebir'de Taberânî rivayet etmiş olup, ravileri sikadırlar.
465 İbnu'l-Arabî, Ahkâmu'l-Kur'ân, IV, 1792-1793 (az tasarruf ile)
466 Muslim, I, 394, H. no: 564
467 İbn Mâce, I, 106, H. no: 289; el-Albâni, Daîfu Sunen-i İbn Mâce, s. 23, H. no: 58'de zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
468 Ebu Davud, V, 328, H. no: 5095; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, III, 959, H. no: 4249
469 Ebu Davud, V, 327, H. no: 5094; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, III, 959, H. no: 4248'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
470 Ebu Davud, I, 318, H. no: 466; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 93, H. no: 441'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
471 Muslim, I, 494, H. no: 713
472 Muslim, I, 495, H. no: 714
473 Ebu Davud, I, 437, H. no: 676; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebu Davud, I, 132, H. no: 628, "safları birbirler ine bitiştirenler (açık bırakmayanlar) üzerine..." lafzı ile hasen bir hadistir, demektedi r.
474 İbn Kudame, Kâfi I, 215
475 Buhârî, I, 217
476 Ebu Davud, I, 644, H. no: 1067; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebu Davud, I, 199, H. no: 942'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
477 fieyh Abdu'l-Aziz b. Bâz, Kitabu'd-Da’ve, I, 66-67
478 fieyhu'l-İslam İbn Teymiye'nin fetvalarından, el-İhtiyaratu'l-Fıkhiyye, s. 145-146
479 Muslim, I, 464, H. no: 672
480 Abdurrahm an b. Muhammed b. Kasım, el-İhkâm fierhu Usuli'l-Ahkâm, I, 442-443
481 fieyhu'l-İslam İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ, XXIV, 166
482 Abdurrahm an b. Muhammed b. Kasım, a.g.e., I, 445
483 İbn Kudame, el-Kâfî, I, 216
484 Buhârî, I, 221
485 İbn Kudame, el-Kâfî, I, 219
486 Abdurrahm an b. Muhammed b. Kasım, el-İhkâm fierh-u Usuli'l-Ahkâm, I, 448
487 Buhârî, I, 2
488 Ebu Davud, V, 172, H. no: 4840. Ebu Davud şunları söylemektedir: "Bu hadisi Yunus, Akil, fiuayb ve Said b. Abdu'l-Aziz, ez-Zührî'den o Peygamber Sallalahu aleyhi vesellem'den diye mürsel olarak rivayet etmişlerdir." el-Albâni, Daîfu Sunen-i Ebi Davud, s. 477, H. no: 1031'de zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
489 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 447
490 Muslim, I, 985, H. no: 862
491 Abdurrahm an b. Muhammed b. Kasım, Haşiyetu'r-Ravd, II, 446
492 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 424
493 Muslim, I, 595, H. no: 873
494 Bk. İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 423 -kısmen tasarruf ile-
495 İbnu'l-Arabi, Ahkâmu'l-Kur'ân, IV, 1795
496 Muslim, I, 592, H. no: 867
497 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 186
498 İbnu'l-Kayyim, a.g.e., I, 423-424
499 Muslim, I, 595, H. no: 873
500 Buhârî, I, 220
501 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 429
502 Nevevi, fierhu Muslim, VI, 152
503 İbn Mâce, I, 352, H. no: 1109; el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn Mâce, I, 183, H. no: 910'da "hasen, sahihtir" demektedi r.
504 Ebu Davud, I, 657, H. no: 1092; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, I, 203-204, H. no: 967'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
505 İbn Mâce, I, 360, H. no: 1146; el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn Mâce, I, 187'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
506 İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, II, 402
507 Bk. Muhammed el-Abdelî, Tuhfetu'l-Erib bimâ câe fi'l-asâ li'l-hatîb
508 Ebu Davud, I, 658,659, H. no: 1096; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, I, 204, H. no: 972
509 Buhârî, I, 223
510 Buhârî, I, 221
511 Muslim, I, 594, H. no: 767
512 Muslim, I, 592, H. no: 867
513 İbn Kudame, el-Kâfî, I, 222
514 Buhârî, I, 219
515 Buhârî, I, 218
516 Buhârî, I, 218-219
517 Nesâî, III, 103; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 302-303, H. no: 1326
518 Tirmizî, II, 389, H. no: 513, "€arib bir hadis olup, biz bunu ancak Rişdin b. Sad'ın rivayet etti€i bir hadis olarak biliyoruz . Bazı ilim ehli Rişdîn b. Sa’d’ı tenkid ederek hıfzı yönünden zayıf oldu€unu belirtmişlerdir." kaydıyla.
519 İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ, XXIV, 216
520 Buhârî, I, 224
521 Abdu'l-Aziz b. Bâz, Kitabu'd-Da'va, II, 134
522 Muslim, I, 588, H. no: 857
523 İbn Mâce, I, 360, H. no: 1136; el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn Mâce, I, 187
524 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 427-428
525 Buhârî, I, 223
526 Nesâî, III, 103; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 302-303, H. no: 1326'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
527 fievkânî, Fethu'l-Kadîr, V, 227
528 İbnu'l-Arabî, Ahkâmu'l-Kur'ân, IV, 1794
529 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 382
530 Muslim, I, 597-598, H. no: 877
531 Muslim, I, 598, H. no: 878
532 Buhârî, I, 145
533 İbn Huzeyme, II, 58, H. no: 1622; Hakim, el-Mustedrek, I, 273-274'de sahih oldu€unu belirtmiş, Zehebî de bu hususta ona muvafakat etmiştir.
534 Muslim, I, 587, H. no: 857
535 İbn Teymiye, Sunnetu'l-Cumua, s. 6-9
536 İbn Teymiye, s. 22
537 Muslim, I, 597, H. no: 875
538 Muslim, I, 600, H. no: 882
539 Muslim, I, 600, H. no: 881
540 Muslim, I, 484, H. no: 697
541 Hafız İrakî, Terhu't-Tesrîb fi fierhi't-Takrîb, II, 318
542 Buhârî, I, 176
543 Abdurrahm an b. Muhammed b. Kasım, el-İhkâm fierhu Usuli'l-Ahkâm, I, 397
544 Muslim, I, 393, H. no: 560
545 Aynı yer
546 Ebu Davud, I, 374, H. no: 551; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebu Davud, I, 110, H. no: 515'de şunları söylemektedir: "Özür" kelimesi olmadan "ve onun namazı olmaz" lafzı ile sahihtir, demiştir.
547 Tirmizî, I, 334, H. no: 177, "Hasen, sahih bir hadistir" diyerek.
548 Nesâî, II, 268; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 213, H. no: 941'de sahih oldu€unu belirtere k.
549 Muslim, I, 395, H. no: 564
550 Muslim, I, 394, H. no: 562
551 Buhârî, IV, 17
552 Nevevi, Ravdatu't-Tâlibin, I, 345-346
553 Suyutî, el-Eşbahu ve'l-Nezâir, s. 441
554 Aynı eser, s. 439
555 Muslim, II, 1343, H. no: 1718
556 Buhârî, I, 155
557 25.5.1399 H. tarihli ve 2437 no’lu fetvâ.
558 el-Mervezî, Tâzîmu Kadri's-Salâh, I, 127
559 Buhârî, I, 11-12
560 Ebu Davud, IV, 560-561, H. no: 4403; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, III, 833, H. no: 3703'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
561 İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ, XXII, 44
562 Hakim, el-Mustedrek, II, 374, Ayrıca şunları söylemektedir: "Bu senedi sahih bir hadis oldu€u halde Buhârî ve Muslim bunu rivayet etmemişlerdir. Zehebî de bu hususta ona muvafakat etmiştir.
563 Taberânî, el-Mucemu'l-Kebir, VIII, 206; el-Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, X, 389 "Ravileri arasında zayıf kimseler vardır. İbn Hibban bazılarının sika oldu€unu söylemiş, hata ettikleri ni de belirtmiştir."
564 Muslim, I, 88, H. no: 82
565 fievkânî, Neylu'l-Evtâr, I, 340-341
566 İbnu'l-Kayyim, Kitabu's-Salah ve Hukmu Târikihâ, s. 16
567 Buhârî, VIII, 50
568 fievkânî, Neylu'l-Evtâr, I, 341
569 Buhârî, I, 11-12
570 Muslim, I, 61, H. no: 32
571 Buhârî, VIII, 38
572 fievkânî, Neylu'l-Evtâr, I, 341-342
573 Aynı eser, I, 341
574 İbn Mâce, I, 342, H. no: 1080; el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn Mâce, I, 177, H. no: 885'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
575 Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, I, 48 ayrıca şunları söylemektedir: "Bu hadisi tamamıyla Ebu Ya'lâ rivayet etmiştir. Taberanî de el-Kebir'de: “İslam beş esas üzerine bina edilmiştir” lafzı ile rivayet etmiştir." et-Ter€ib ve't-Terhib, I, 382'de şunları söylemektedir: "Hadisi Ebu Ya'la hasen bir isnad ile rivayet etmiştir."
576 Bk. Muhammed b. Salih el-Useymîn, Risaletun fi Hukmi Tariki's-Salah adlı kitabçı€ına bakınız.
577 İbnu'l-Kayyim, Kitabu's-Salâh ve Hukmu Tarikihâ, s. 50-51
578 İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ, II, 48
579 Bk. İbnu'l-Kayyim, Kitabu's-Salâh... s. 23-24
580 fievkânî, Neylu'l-Evtâr, I, 342
581 Musned, V, 238; Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, I, 295'de şunları söylemektedir: "Hadisi Taberânî, el-Kebir'de rivayet etmiştir. Senedinde Bakiyye b. el-Velid vardır. Tedlis yapan bir ravidir ve bunu "anâne" ile (an lafzını kullanara k) rivayet etmiştir." demektedi r.
582 Buhârî, VIII, 11
583 İbn Kudame, el-Mu€nî, VI, 294
584 İbn Kudame, el-Mu€ni, VI, 295
585 İbn Kudame, a.g.e., VI, 298
586 Seyyid Kutub, Fi Zilâli'l-Kur'ân, III, 1534
587 İmam fiafii, Divan, s. 84-85
588 Nesâî, IV, 4; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, II, 393, H. no: 1720'de hasen, sahih oldu€unu belirtmek tedir.
589 Buhârî, III, 99
590 Buhârî, VII, 12
591 Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, V, 86'de "hadisi Taberânî rivayet etmiş olup, ravileri sikadırlar" demektedi r.
592 Buhârî, VIII, 130
593 İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, XIII, 222
594 Muslim, III, 2065, H. no: 2682
595 Tirmizî, III, 311, H. no: 983, "Hasen, €arîb bir hadistir. Bu hadisi bazıları Sabit'ten, o Rasûlullah'dan diyerek mürsel olarak da rivayet etmişlerdir” diyerek.
596 Buhârî, III, 186
597 Muslim, I, 631, H. no: 917
598 Buhârî, II, 70
599 Bk. İbn Kasım el-Âsımî, Haşiyetu'r-Ravd, III, 24-25
600 Muslim, I, 634, H. no: 920
601 Hakim, el-Mustedrek, I, 366, Ayrıca şunları söylemektedir: "Bu Buhârî ve Muslim'in şartına göre sahih bir hadis oldu€u halde onu kitablarına almamışlardır."
602 Muslim, I, 651, H. no: 942
603 Ebu Davud, III, 513, H. no: 3163; Tirmizî, I, 306, H. no: 976, "Hasen, garib, sahih (bir hadistir)" kaydıyla.
604 Buhârî, II, 70
605 Tirmizî, III, 390, H. no: 1079, "hasen bir hadistir" kaydıyla
606 Buhârî, II, 217
607 Bk. İbn Kudame, el-Kâfî, I, 247
608 Bk. Abdu'r-Rahman el-Ceziri, el-Fıkhu ale'l-Mezahibi'l-Erbaa, I, 503-504
609 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 455
610 Buhârî, II, 73
611 Muslim, I, 651, H. no: 943
612 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 470
613 Bk. el-Mu'temed fi Fıkhi'l-İmam Ahmed, I, 239; Abdu'r-Rahman el-Ceziri, el-Fıkhu ale'l-Mezahibi'l-Erbaa, I, 516
614 Musned, III, 331; Nevevi, el-Mecmû’, V, 196'da şunları söylemektedir: Bu hadisi Ahmed b. Hambel Musned'inde, Hakim, el-Mustedrek'te ve Beyhaki rivayet etmişlerdir. Senedi sahihtir, Ayrıca Hakim: Hadis Muslim'in şartına göre sahihtir demiştir.
615 Buhârî, II, 217
616 Buhârî, II, 94
617 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 504
618 Ebu Davud, III, 155, H. no: 2710; el-Albâni, Daîfu Sunen-i Ebi Davud, s. 264, H. no: 579'da zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
619 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 500-502
620 İbn Kudame, el-Mu€nî, II, 493
621 İbn Kudame, el-Kâfi, I, 258-259
622 Ebu Davud, III, 531-532, H. no: 3192; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, II, 614, H. no: 2733'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
623 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 512
625 Tirmizî, III, 347, H. no: 1028, "Malik b. Hübeyre'nin rivayet etti€i hadis, hasen bir hadistir" demektedi r.
626 Ebu Davud, III, 538, H. no: 3199; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, II, 616, H. no: 2740
627 Tirmizî, III, 344, H. no: 1024, "Hasen, sahihtir" diyerek.
628 Ebu Davud, III, 539, H. no: 3201; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, II, 617, H. no: 2741’de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
629 Ebu Davud, III, 539, H. no: 3200. Ayrıca şunları söylemektedir: fiu'be Ali b. fiemmah'ın adını vermekte hata ederek: Senedinde Osman b. fiemmas oldu€unu söylemiştir. Ben Ahmed b. Hanbel'in, İbrahim el-Mavsili, kendesine hadis naklederk en şöyle dedi€ini duydum: Ben Hammad b. Zeyd ile ne kadar birlikte oturduysa m mutlaka o mecliste Abdu'l-Vâris ile Cafer b. Süleyman'dan uzak durmayı söylemiştir. el-Albâni, Daîfu Sunen-i Ebi Davud, s. no: 325, H. no: 703
630 Muslim, I, 662-663, H.no: 963
631 İbn Kudame, el-Kâfi, I, 259-260 (kısmen tasarruf ile)
632 Muslim, I, 654, H. no: 947
633 Muslim, I, 655, H. no: 948
634 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 493
635 İbn Kudame, el-Kâfî, I, 263
636 Muslim, I, 421, H. no: 602
637 İbn Kudame, el-Mu€nî, II, 511
638 İbn Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 512
639 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 520-521
640 İbn Mâce, I, 483, H. no: 1507; el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn Mâce, I, 252, H. no: 1224'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
641 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 513
642 Ebu Davud, III, 522-523, H. no: 3180; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, II, 612, H. no: 2723
643 Buhârî, II, 94
644 fievkânî, Neylu'l-Evtâr, IV, 55
645 Ebu Davud, III, 155, H. no: 2710; el-Albâni, Daîfu Sunen-i Ebî Davud, s. no 254, H. no: 579'da zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
646 fievkânî, Neylu'l-Evtâr, IV, 53
647 Muslim, I, 672, H. no: 978
648 Muslim, I, 652, H. no: 945
649 İbn Mâce, I, 474, H. no: 1478; el-Albâni, Daîfu Sunen-i İbn Mâce, s. 12, H. no: 321'de zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
650 Muslim, I, 652, H. no: 944
651 Buhârî, II, 78 (Hadisin son cümlesinin yasa€ı tekid edici olmadı€ı, aksine tekidi hafifleti ci bir ifade oldu€u hadis şarihleri tarafından belirtilm ektedir. Bk. el-Azim Abadi, Avnu'l-Mabûd, Beyrut, 1415, VIII, 311; İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, III, 145; el-Mubarekfuri, Tuhfetu'l-Ahvezî, Beyrut, Tarihsiz, IV, 137 vs.)
652 Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, II, 299'da kaydettik ten sonra şöyle demektedi r: Hadisi Taberânî, el-Kebir'de rivayet etmiş olup, ravileri arasında Yezid b. Iyad vardır, zayıf bir ravidir.
653 Ebu Davud, III, 523, H. no: 3180; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, II, 612; H. no: 2723'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
654 Ebu Davud, III, 521, H. no: 3177; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, II, 612, H. no: 2720'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
655 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 517
656 Ebu Davud, III, 517-518, H. no: 3171'de kaydettik ten sonra şunları söylemektedir: (Ravilerin den) Harun şu fazlalı€ı zikretmek tedir: "Cenazenin önünde yürünmez." el-Münzirî Muhtasaru Sunen-i Ebî Davud, IV, 311, H. no: 3041-3042'de: "Senedinde meçhul iki kişi vardır." demektedi r.
657 İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ, XXIV, 293-294
658 İbn Kudame, Mu€nî, II, 474
659 Be€avî, Meâlimu't-Tenzîl, IV, 434
660 Be€avi, a.g.e., IV, 448
661 el-Albâni, Ahkamu'l-Cenâiz ve Bidauhâ, s. 147
662 Tirmizî, IV, 213, H. no: 1713 "hasen, sahih bir hadistir" diyerek.
663 Hakim, I, 366. "Bu Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih bir hadis olmakla birlikte bunu kitablarında rivayet etmemişlerdir." demektedi r.
664 Ebu Davud, III, 295, H. no: 2875; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, II, 555-556, H. no: 2399
665 Beyhaki, es-Sunenü'l-Kübrâ, III, 410; İbn Hacer, Telhisu'l-Habîr, II, 132'de şunları söylemektedir: “Beyhaki bunu bir başka yolla Câbir'in sözkonusu edilmedi€i mürsel bir rivayet olarak da zikretmiştir. Bu Said b. Mansur('un Sunen'in)'de ed-Deraverdî'den, o Cafer'den diye rivayet edilmekte dir.”
666 Buhârî, II, 107
667 Beyhaki, Sunen, III, 415; İbnu't-Türkmânî: "Hadis mürseldir" demektedi r.
668 Ebu Davud, II, 543, H. no: 3206; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebu Davud, II, 618, H. no: 2745'de hasen oldu€unu belirtmek tedir.
669 Tirmizî, III, 368, H. no: 1052 "hasen, sahihtir" kaydıyla.
670 Ebu Davud, III, 550, H. no: 3221; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, II, 620, H. no: 2758
671 Nesâî, IV, 86; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, II, 435, H. no: 1916
672 Muslim, I, 666, H. no: 969
673 Muslim, I, 667, H. no: 970
674 Tirmizî, III, 368, H. no: 1052, "hasen, sahihtir" kaydıyla
675 Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, III, 61'de kaydettik ten sonra şunları zikretmek tedir: "Hadisi Taberânî, el-Kebir'de rivayet etmiştir. Senedinde İbn Lehia vardır. Hakkında tenkitler de bulunulmuştur. Sika kabul edildi€i de olmuştur."
676 İbn Mâce, I, 501, H. no: 1571; el-Albâni, Daîfu Sunen-i İbn-i Mace, s. 119, H. no: 343'de zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
677 Ebu Davud, III, 554-555, H. no: 3230; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, II, 622, H. no: 2767'de hasen oldu€unu belirtmek tedir.
678 Ebu Davud, III, 558, H. no: 3236; Tirmizî, II, 136, H. no: 320, "hasen bir hadistir" diyerek
679 Abdu'r-Rahman b. Muhammed b. Kasım, el-İhkâm fierhu Usuli'l-Ahkâm, II, 101
680 Ebu Davud, III, 550-551, H. no: 3222; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, II, 620, H. no: 2759'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
681 Taberânî, el-Kebir, VIII, 298, H. no: 7979; Heysemi, Mecmâu'z-Zevâid, II, 324'de: "Senedinde tanımadı€ım bir grub ravi vardır" demektedi r.
682 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 522-523
683 İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ, XXIV, 297-298
684 İbn Mâce, I, 18, H. no: 46; el-Albâni, Daîfu Sunen-i İbn-i Mace, s. 4, H. no: 3'de zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
685 Ebu Davud, III, 558, H. no: 3236; Tirmizî, II, 136, H. no: 320, "Hasen bir hadistir" diyerek
686 Muhammed b. Salih el-Useymîn, Ahkâmu'l-Cenâiz, s. 33-34 (nisbeten tasarruf ile)
687 Muslim, I, 633, H. no: 918
688 İbn Nâsıru'd-Din ed-Dımeşki, Berdu'l-Ekbâd inde Fakdi'l-Evlâd, s. 9
689 Tirmizî, V, 528, H. no: 3502, "Hasen, €arîb (bir hadis)tir" diyerek
690 İbn Mâce, I, 511, H. no: 1601; el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn Mâce, I, 267, H. no: 1301'de hasen oldu€unu belirtmek tedir.
691 Tirmizî, III, 385, H. no: 1073, ayrıca şunları söylemektedir: "Bu garib bir hadistir. Biz bu hadisi merfu olarak ancak Ali b. Âsım'dan gelen bir rivayet olarak biliyoruz ."
692 Buhârî, II, 80
693 el-Behûtî, fierhu Müntehe'l-İrâdât, I, 359
694 Ebu Davud, III, 497, H. no: 3132; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, II, 605-606, H. no: 2686'da hasen oldu€unu belirtmek tedir.
695 Muslim, I, 99, H. no: 103
696 Buhârî, II, 83
697 Muslim, I, 636, H. no: 923
698 Abdu'r-Rahman b. Muhammed b. Kasım, el-İhkâm fierhu Usuli'l-Ahkâm, II, 123
699 Muslim, I, 644, H. no: 934
700 Muslim, I, 639, H. no: 927
701 Muslim, I, 638, H. no: 927
702 İbn Teymiye, Mecmuu'l-Fetâvâ, XXIV, 369-370
703 İbn Mâce, I, 514, H. no: 1612; el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn Mâce, I, 269, H. no: 1308'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
704 Buhârî, II, 108
705 Ebu Davud, I, 540-541, H. no: 864; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, I, 163, H. no: 770'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
706 Buhârî, II, 54
707 Buhârî, II, 54
708 Muslim, I, 503, H. no: 728
709 Muslim, I, 504, H. no: 730'da şöylece rivayet etmektedi r: Abdullah b. fiakik'ten dedi ki: Ben Aişe Radıyallahu anha'ya Rasûlullah Sallallah u aleyhi vesellem'in nafile namazı hakkında soru sordum. fiöyle dedi: "Benim evimde ö€leden önce dört rekat namaz kılar, sonra çıkardı..."
710 İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, III, 58-59
* Rasûlullah Sallallah u aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İkindiden önce dört rek’at kılana Allah rahmet eylesin (Tirmizî, 428 Ebu Davûd, 1257 el-Albâni hadise hasen demiştir. (Yayıncı)
711 Buhârî, II, 52
712 Muslim, I, 501, H. no: 725
713 Musned, II, 405; Ebu Davud, II, 46, H. no: 1258; Lafız Ahmed'indir; el-Albâni, Daîfu Sunen-i Ebi Davud, s. 123, H. no: 272'de zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
714 Muslim, I, 501, H. no: 724
715 Buhârî, II, 52-53
716 Muslim, I, 502, H. no: 726
717 Muslim, I, 502, H. no: 727
 
I Çevrimdışı

islami bilgiler

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
718 Muslim, I, 502, H. no: 727
719 Musned, VI, 217; es-Saatî, el-Fethu'r-Rabbani, IV, 224'de: Bu hadisi (başka bir yerde) tesbit edemedim fakat senedi de ceyyiddir demektedi r.
720 Muslim, I, 601, H. no: 883
721 Musned, V, 368; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, II, 234'de: "Ahmed'in (rivayetin in) ricali sahih ricalidir" demektedi r.
722 Muslim, I, 539-540, H. no: 781
723 Buhârî, II, 56
724 İbn Kudame, el-Mu€nî, II, 128
725 Muslim, I, 572, H. no: 834
726 Muslim, I, 471-473, H. no: 680-681
727 Buhârî, II, 41
728 İbn Kudame, el-Mu€nî, II, 142
729 Muslim, I, 506, H. no: 731
730 Muslim, I, 505, H. no: 731. Bölümdeki özel no: 111
731 Abdu'l-Aziz b. Baz, Kitabu'd-Da'va, II, 122
732 Buhârî, II, 47-48
733 Buhârî, II, 45
734 Muslim, I, 508, H. no: 736
735 Buhârî, II, 251-252
736 Buhârî, II, 44
737 Buhârî, II, 47-48
738 İbn Huzeyme, II, 138, H. no: 1070; el-Azami dedi ki: Senedi hasendir, İsa b. Câriye nisbeten leyyin bir ravidir. Ayrıca hadisi İbn Hibban, VI, 169-170, H. no: 2409'da rivayet etmektedi r. fiuayb el-Arnavut der ki: İsnadı zayıftır. İsa b. Cariye de zayıf bir ravidir. el-Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, III, 172'de şunları söylemektedir: Senedinde İsa b. Cariye vardır. İbn Hibban onun sika oldu€unu, İbn Maîn ise zayıf oldu€unu söylemiştir.
739 İbn Kudame, el-Mu€nî, II, 167
740 Buhârî, II, 45
741 Ebu Davud, I, 105, H. no: 1375; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 258, H. no: 1227'de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
742 Buhârî, II, 252
743 Buhârî, II, 13
744 Ebu Davud, II, 155-156, H. no: 1479; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 275-276, H. no: 1304'te sahih oldu€unu belirtmek tedir.
745 Abdu'r-Rahman b. Muhammed b. Kasım, el-İhkam fierh-u Usuli'l-Ahkâm, I, 309-310
746 Beyhakî, Sunen, II, 253; İbn Hacer, Telhisu’l-Habîr, II, 43'de Buhârî bunu muallak olarak rivayet etmiştir, demektedi r.
747 Ebu Davud, II, 132, H. no: 1422; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 267, H. no: 1260
748 Buhârî, II, 13
749 Muslim, I, 570, H. no: 755
750 Ebu Davud, II, 140-141, H. no: 1439; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 269-270, H. no: 1276'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
751 İbn Mâce, I, 370, H. no: 1171; el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn Mâce, I, 193, H. no: 961’de sahih oldu€unu belirtmek tedir.
752 İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ, XXII, 271
753 İbn Kudame, el-Kâfî, I, 153
754 Buhârî, II, 45
755 Muslim, II, 1344, H. no: 1718
756 Muslim, I, 546, H. no: 793
757 Taberânî, el-Kebir, XII, 270, H. no: 13373; Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, II, 23-24'de şunları söylemektedir: Senedinde ki raviler sika oldukları söylenmiş ravilerdi r. Ancak Taberânî'nin hocası Muhammed b. Ahmed b. en-Nadr et-Tirmizî bundan müstesnadır. Ben ona dair bir terceme (biyografi) bilmiyoru m."
Derim ki: İbn Hibban "es-Sikat" adlı eserinde dördüncü tabakadak iler arasında Muhammed b. Ahmed b. en-Nadr b. İbneti Muaviye b. Amr'dan sözetmektedir. Bu o mudur, de€il midir bilemiyor um.
758 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 322
759 Buhârî, II, 47
760 Tirmizî, V, 569-570, H. no: 3579 "bu yoldan hasen, sahih, garib bir hadistir" diyerek; el-Albâni, Sahihu Suneni't-Tirmizî, III, 183, H. no: 2833'de sahih oldu€unu belirtere k.
761 Muslim, I, 821, H. no: 1163
762 Tirmizî, IV, 652, H. no: 2485, "sahih bir hadistir" diyerek.
763 Buhârî, VI, 44
764 Nesâî, III, 258; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 386, H. no: 1686'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
765 Buhârî, II, 45
766 Ebu Davud, V, 306, H. no: 5061; el-Albâni, Daîfu Sunen-i Ebi Davud, s. 397-398, H. no: 1074'te zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
767 Muslim, I, 530, H. no: 763
768 Buhârî, II, 41-42
769 Muslim, I, 532, H. no: 767
770 Muslim, I, 532, H. no: 768
771 Buhârî, II, 45
772 Muslim, I, 711, H. no: 1156
773 Muslim, I, 515, H. no: 747
774 Muslim, I, 515, H. no: 746
775 Buhârî, VII, 99
776 Nesâî, III, 205; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 354, H. no: 1519'da: "Hasen, sahih bir hadistir" demektedi r.
777 İbn Mâce, I, 423-424, H. no: 1335; el-Albâni, Sahihu Sunen-i İbn Mâce, I, 223, H. no: 1098
778 Muslim, I, 537-538, H. no: 765
779 Muslim, I, 542-543, H. no: 786
780 Muslim, I, 517-518, H. no: 751
781 İbn Kudame, el-Mu€nî, II, 139
782 Tirmizî, V, 183, H. no: 2924 "Bu yoldan hasen, garib bir hadistir" diyerek; el-Albâni, Sahihu Suneni't-Tirmizî, III, 11, H. no: 2334'te sahih oldu€unu belirtmek tedir.
783 Buhârî, II, 41
784 Buhârî, IV, 16-17
785 Tirmizî, V, 553, H. no: 3549'da rivayet etmekte ve şöyle demektedi r: "Bu hadis Ebu İdris'in, Bilal'den diye rivayet etti€i hadisten daha sahihtir." el-Albâni, Sahihu Suneni't-Tirmizî, III, 178, H. no: 2814'de hasen oldu€unu belirtmek tedir.
786 İbn Kudame, Muhtasaru Minhâci'l-Kasidîn, s. 59
787 Buhârî, I, 142
788 Bk. İbn Kudame, Muhtasaru Minhâci'l-Kasidîn, s. 59-60
789 Muslim, I, 521, H. no: 757
790 Muslim, I, 814, H. no: 159
791 Muslim, I, 537, H. no: 774
792 Buhârî, II, 46
793 Buhârî, II, 5; Muslim, I, 602, H. no: 884
794 İbn Kudame, el-Mu€ni, III, 253
795 Bk. İbn Kudame, el-Mu€ni, III, 253; İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, II, 439; el-Firyabi, Ahkamu'l-’Îdeyn, s. 123; Nevevi, fierhu Sahih-i Muslim, VI, 171; İbn Hazm, el-Muhalla, V, 120
796 İbn Kudame, el-Mu€ni, III, 253
797 İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ, XXIII, 161
798 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 442
799 Sıddîk Hasan Han, el-Mevâizu'l-Hasene, s. 43-44
800 İbn Kudame, el-Mu€ni, III, 260
801 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 441
802 İbn Kudame, III, 265
803 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 442-444
804 Buhârî, II, 5; Muslim, I, 604, H. no: 886
805 Muslim, I, 604, H. no: 886
806 İbnu’l-Kayyim, Zâdu’l-Meâd, II, 442.
807 İbn Hazm, el-Muhalla, V, 120
808 Buhârî, II, 12
809 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 442
810 İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, II, 476
811 İbn Kudame, el-Mu€ni, III, 284-285
812 İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, II, 474-475
813 Buhârî, II, 4; Muslim, I, 605, H. no: 889
814 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 445-447-448
815 İbn Kudame, el-Mu€nî, III, 276, 279-280
816 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 449
817 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 442
818 İbnu'l-Kayyim, Zâdu'l-Meâd, I, 448
819 Bk. Abdu'r-Rahman b. Muhammed b. Kasım, Hâşiyetu'r-Ravd, II, 524
820 Bk. İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 420-426
821 Muslim, I, 630, H. no: 915
822 Abdu'r-Rahman el-Cezirî, Kitabu'l-Fıkh ale'l-Mezahibi'l-Erbâa, I, 363
823 Muslim, I, 619, H. no: 901
824 Muslim, I, 623, H. no: 904
825 Muslim, I, 627, H. no: 908
826 Bk. Abdu'r-Rahman b. Muhammed b. Kasım, Hâşiyetu'r-Ravd, II, 535
827 İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ, XXIV, 259-260
828 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 421
829 Buhârî, II, 25
830 Buhârî, II, 28
831 Buhârî, II, 25
832 Muslim, I, 623, H. no: 904
833 Muslim, I, 628, H. no: 911
834 İbn Kudame, el-Kâfî, I, 239
835 Muslim, I, 618, H. no: 901
836 Muslim, I, 628-629, H. no: 912
837 Buhârî, II, 29
838 Nevevi, Ravdatu't-Talibîn, II, 86
839 Buhârî, II, 30
840 İbn Manzur, Lisânu'l-Arab, XIV, 393
841 Hakim, el-Mustedrek, I, 325-326'da rivayet etmiş olup, "bu senedi sahih bir hadis olmakla birlikte Buhârî ve Muslim bunu kitablarında zikretmem işlerdir" demektedi r.
842 Buhârî, II, 20
843 Bk. Tirmizî, II, 443, H. no: 556
844 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 431
845 Tirmizî, II, 445, H. no: 558, "hasen, sahih bir hadistir" diyerek.
846 Bk. Tirmizî, II, 445, H. no: 559
847 Ebu Davud, I, 692, H. no: 1173; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebu Davud, I, 217, H. no: 1040'da hasen oldu€unu belirtmek tedir.
848 Buhârî, II, 20
849 Tirmizî, II, 442, H. no: 556
850 İbn Kudame, el-Mu€nî, II, 431
851 Ebu Davud, I, 692, H. no: 1173; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, I, 217, H. no: 1040'da hasen oldu€unu belirtmek tedir.
852 Tirmizî, II, 545, H. no: 558
853 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 430
854 Tirmizî, II, 445, H. no: 558, "Hasen, sahih bir hadistir" diyerek
855 İbn Kudame, el-Mu€ni, I, 32
856 İbn Kudame, el-Kâfî, I, 242
857 İbn Mâce, I, 403-404, H. no: 1268; el-Albâni, Daîfu Sunen-i İbn Mâce, s. 93, H. no: 261'de zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
858 Hakim, el-Mustedrek, I, 326 "Bu hadisin ravileri Mısır'lı ve Medine'lidir. Bunlardan herhangi bir kimsenin bir tür cerhedild i€ini bilmiyoru m. Bununla birlikte Buhârî ile Muslim bu hadisi rivayet etmemişlerdir" demekte, Zehebî de ona muvafakat ederek: "Ben ravileri arasında cerhedilm iş bir kimse oldu€unu bilmiyoru m" demektedi r.
859 Ebu Davud, I, 692, H. no: 1173; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebu Davud, I, 217, H. no: 1040'da hasen oldu€unu belirtmek tedir.
860 Buhârî, II, 20
861 Buhârî, II, 21
862 Buhârî, II, 21
863 Muslim, III, 2096, H. no: 2735
864 Ebu Davud, I, 691-692, H. no: 1169; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, I, 216, H. no: 1036'da sahih oldu€unu belirtmek tedir.
865 Ebu Davud, I, 695, H. no: 1176; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebî Davud, I, 218, H. no: 1043'de hasen oldu€unu belirtmek tedir.
866 Buhârî, II, 20
867 İbn Kudâme, el-Mu€ni, II, 439
868 Buhârî, II, 21
869 Buhârî, II, 23
870 Buhârî, II, 19
871 Muslim, I, 450, H. no: 650
872 Muslim, I, 452, H. no: 653
873 Ebu Davud, I, 638, H. no: 1052; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebu Davud, I, 196, H. no: 928'de hadis hasen, sahihtir, demektedi r.
874 Muslim, I, 591, H. no: 865
875 Muslim, I, 606, H. no: 890
876 Buhârî, I, 158
877 Muslim, I, 454, H. no: 656
878 İbn Kesir, Tefsir, I, 547
879 Muslim, I, 451-452, H. no: 651
880 Ebu Davud, I, 695, H. no: 1176; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 218, H. no: 1043'de hasen oldu€unu belirtmek tedir.
881 İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 177
882 Muslim, I, 453, H. no: 654
883 Buhârî, I, 159
884 Tirmizî, I, 423-424, H. no: 218; Ahmed fiakir, Tirmizî, I, 424'te hadisin sahih oldu€unu belirtmek te ve "hadis merfu hükmündedir" demektedi r; el-Albâni, Daîfu Suneni’t-Tirmizî, s. 26, H. no: 36'da: isnadı zayıftır, demektedi r. Ancak el-Albâni zayıf oldu€unu söylesede, hadis sahihtir. Do€rusunu en iyi bilen Allah'tır.
885 Muslim, I, 450, H. no: 650
886 İbn Mâce, I, 312, H. no: 972; el-Albâni, Daîfu Sunen-i İbn Mâce, s. 74, H. no: 207'de zayıf oldu€unu belirtmek tedir.
887 Muslim, I, 466, H. no: 674
888 Bk. İbn Kudame, el-Mu€ni, II, 177
889 Buhârî, IV, 16-17
890 Muslim, I, 450, H. no: 650
891 Buhârî, I, 158
892 Ebu Davud, I, 397, H. no: 592; el-Albâni, Sahihu Sunen-i Ebi Davud, I, 118, H. no: 553’de hasen oldu€unu belirtmek tedir.
893 Muslim, I, 370-371, H. no: 521
894 fievkânî, Neylu'l-Evtâr, II, 147
895 Muslim, I, 451-452, H. no: 651
896 Muslim, I, 370-371, H. no: 521
897 Nesâî, II, 104-105; el-Albâni, Sahihu Suneni'n-Nesâî, I, 183, H. no: 813'de hasen oldu€unu belirtmek tedir.
898 Buhârî, I, 159
899 Muslim, I, 465, H. no: 673
900 Muslim, I, 449, H. no: 648
901 Muslim, I, 421, H. no: 602
902 Muslim, I, 493, H. no: 710
903 Muslim, I, 423, H. no: 607
904 Muslim, I, 378, H. no: 533
905 fievkânî, Neylu'l-Evtâr, II, 165
906 Musned, I, 241; Abdu'r-Rahman es-Sââtî, el-Fethu'r-Rabbânî, III, 47'de, senedi ceyyiddir, demektedi r.
907 fievkânî, Neylu'l-Evtâr, II, 165
908 Musned, II, 350; Hakim, el-Mustedrek, I, 91'de şunları söylemektedir: “Bu hadis Buhârî ve Muslim'in şartına göre sahihtir. Çünkü onlar bu hadisteki bütün ravilerin rivayetle rini delil olarak göstermiş fakat yine de bu hadisi rivayet etmemişlerdir. Bu hadisin herhangi bir illetinin oldu€unu da bilmiyoru m.”
909 Muslim, III, 2074, H. no: 2699
910 Buhârî, I, 116
911 Buhârî, I, 117
912 Buhârî, I, 119
913 Buhârî, I, 118-119
914 Beyhaki, es-Sunenü'l-Kübrâ, IV, 269; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, II, 28'de şunları söylemektedir: "Hadisi Taberânî, el-Kebir'de rivayet etmiştir. Senedinde Muhammed b. İshak vardır. Tedlis yapan bir ravidir ve ayrıca bu rivayeti "anâne" (an lafzını kullanara k) nakletmiştir."
915 Dr. Yusuf el-Kardavi, el-İbadetu fi'l-İslam, s. 233
916 Muslim, I, 327, H. no: 442
917 Tirmizî, IV, 120, H. no: 1549; "Garib bir hadistir, bu aynı zamanda İbn Uyeyne'nin rivayet etti€i hadistir" demektedi r.
918 Müellif, kaynakları ve başvurulan eserleri, eser ismini esas alarak, Arapça alfabetik sırasıyla (Elif-lâm harf-i tarifleri inceleyip) kayd etmiş bulunmakt adır. Bizler, aynı sırayı korumakla beraber, müellif isimlerin i başa aldık.
 
Üst Ana Sayfa Alt