Hamşu’nun demecinde dikkati çeken en önemli husus ise kendisi ve Esed rejiminin görevlendirdiği medya mensuplarının Türkiye’de yaptıkları casusluk faaliyetleri. Sözde basın mensubu gibi takip ettikleri Suriyeli muhaliflere ait konferans, toplantı ve eylemlerde kullandıkları gizli kamera ve cihazların bir takım Türk emniyet mensuplarınca/subaylarınca kendilerine temin edildiğini söylüyor. Hizbullah terör örgütünün Esed’e verdiği destek, masum insanlara yönelik akıl almaz işkenceler, Türkiye’de kaçırılma macerası ve Esed rejiminin kocaman bir yalandan ibaret medya komedyasını anlatıyor bu uzun röportajında.
UZUN RÖPORTAJDAN ÖZET ALINTILAR.
**Yanlarında sürekli emniyet güçleri ve şebbihaların bulunarak gezdikleri sokaklarda sözde gösteriler, eylemler olmadığı her şey normal seyrinde gidiyormuş gibi haberler yaptıklarını söylüyor Yusuf.
**Kendisinin bizzat işkencelere şahitlik ettiğini, İran’dan emniyet güçlerine hediye olarak verilen alet ve araçlarla işkencelerin yapıldığını, vücudun yakıldığını ifade ediyor.
**Yine Yunus el Yusuf adlı ed Dünya kanalı çalışanı ismi E.S olan Hizbullah liderlerinden birisini tam silahlı olarak kendi elemanlarıyla emniyet güçleri arasında irtibat halinde olduğunu ifşa ediyor. Suriye genelkurmay başkanının da Hizbullah teröristlerinin Suriye emniyet güçleri saflarında savaştığını itiraf ettiğini söylüyor.
**Ed Dünya kanalının sahibi Muhammed Hemşu Mahir Esed ve Rami Mahluf tarafından fonlanıyor. Neye sahipse Hemşu bunların hepsi Mahir’e o da Rami Mahluf’a ait. Dünya kanalının mülkiyeti Hemşu’ye araçları ise İranlılar tarafından üretilmiş.
**Olaylar başladığında olay yerini çekme ve kameralar vardı. İdlib’de Dünya kanalının bir muhabiri vardı, bir ofisi yoktu.
**Başlangıçta yönetimden İmad Sare ile Firas Debbas geldi ve bizlere Bender bin Sultan’dan Saad Hariri’ye, Abdulhalim Haddam’dan İsrailliler ve Amerikalılara kadar içinde bir sürü kişi ve devletin bulunduğu komplolarla Suriye’nin karşı karşıya kaldığını söylediler.
(Site Notu : Dikkat çeken husus Türkiye’de İran-Şii lobisinin önde gelen isimlerinden Alptekin Dursunoğlu vd de hep aynı hikayeyi öne sürüyor? Demek kaynak İran-Hizbullah olunca üslub ve taktik de aynı oluyor.)
**Kendilerine uydurulmuş çeşitli ses kayıtları vs dinlettiklerini burada mezkur isimlerin Suriye’yi ikinci Somali’ye çevirmek istedikleri vs yer alıyordu.
**Doğrusu ben ne bir siyasi ne de bir muhaliftim. Bizleri bir komployla karşı karşıya olduğumuza ikna ettiler, yani böyle bir şey vardı ve biz de buna karşı durmalıydık.
**Bana örneğin şurada bir gösteri var oraya git Cezire veya Arabiya’da çıktı diyorlardı. Gidiyor ve bakıyorduk hiçbir şey yok. Yani işin başında gösteriler çok küçüktü ve hemen bastırılıyordu.
**Bizler gösteri var mı diye sorduğumuzda insanlar bunu inkar ediyordu. Zira korkularından zaten konuşmak bile istemiyorlardı. Gösteriler orada burada Suriye’nin her yerinde yaşandı. Her cuma neredeyse gösteriler oldu. Özellikle sabahın ilk ışıklarıyla başlıyordu artık…
**En büyük gösteriyi İdlib’de tecrübe ettim. Ramazanın ilk iki gününde Hama’da çok ama çok büyük gösteriler oldu. Güvenlik güçleri direk kafalarına ve göğüslerine ateş açtı göstericilerin. Bunu çekip gönderdim televizyona ama kesinlikle yayımlamadılar. Karar çıktı ve gösterileri çekmememiz istendi. Çünkü bunlar bozgunculardı! Kaldı ki ben de gösterilere ve bozgunculuğa karşıydım.
SURİYE MUHALEFETİ ALEYHİNDE CASUSLUK VE TÜRK EMNİYETÇİLERİN İHANETİBu kısımda yalanların mimarı olan ed Dünya (addounya yazıyor bazıları) kanalı çalışanın korkunç itirafları yer alıyor. Buna göre;
**Suriye dışındaki konferansları takip etmek için görevlendirildim. Özellikle Mayıs 2011 tarihinde Türkiye’ye gittim. Elimizde son derece küçük kameralar ve ses kayıt cihazları vardı. Bunları konferanslardaki muhalifleri ve din adamlarını kayıt etmek ve içeri girmek için Türk emniyet güçleri bizlere temin etti. Türkiye ile Suriye güvenlik güçlerinin bir işbirliğinin parçasıydı bu. (Burada Suriye ve Türkiye rejimlerindeki emniyet yapılanmasındaki Alevi çoğunluğa da işaret ediyor Yusuf. )
İran Analiz Notu: Belki aynı şekilde Albay Hermuş’u para karşılığı teslim eden Hatay’daki devlet haini MİT unsurunun olduğu gibi. Ancak İstanbul veya Antakya’da düzenlenen Suriye muhalif konferans ve progrramlarını takip eden polis veya MİT unsurlarının kim olduğunun tespit edilmesi bu Suriye ajanlarına kimlerin ne tür teknik ve lojistik destek verdiğini de açığa çıkartacaktır. Bu da devlet içindeki çete, dış destekli yapılanmanın unsurlarını ifşa etmesi açısından ciddi önem taşımaktadır.
Tıpkı Hatay’daki mülteci kamplarında çalıştırılan müstahdem veya görevlilerin de Hayat alevilerinden olması, Esed lehine çalışıp Suriyelileri sürekli tahrik, taciz ve tezyif etmesi gibi devlet yetkililerin acilen müdahil olup düzeltmesi gereken tehlikeli gelişmeler söz konusu)
**20 Mayıs 2011 tarihinde İdlib Ma’retun Numan’da en kanlı gün yaşandı. 13 kişi öldürüldü. Onlar bizi kızılay ambulans aracıyla yardıma gidenler sanıyordu. Bizler göstericiler arasına giriyor, bunları çekiyor ve aktivistlerin kim olduğunu tespit edip yakalanmaları için güvenlik güçlerine veriyorduk. Aynı zamanda protesto eylemleri biterken veya bitecekken video kaydı almak yönünde talimatlar geliyordu.
Foto: Cami’yi basıp kirleten ve Müslümanları bıçaklarla, soplarla hedef alan Nusayri Şebbihalar
**Yine örneğin camilerden çıkan cemaat protesto yapmıyor diye verdiğimiz haberlerde şunu yapıyorduk. Namazdan çıktıları ilk 20 saniyede kayıt alıyorduk, bir şey yoktu. Oysa hemen akabinde Beşşar karşıtı rejim karşıtı sloganlar yükseliyordu. Yine örneğin uzak bir bölgeden ve kimsenin olmadığı yerden çekiyorduk ve sokaklar bomboş bunlar Cezire’nin yalanları diye haber yapıyorduk!
İRAN-Şİİ LOBİSİNİN SÜREKLİ KULLANDIĞI CİSR EŞ ŞUĞUR OLAYININ ARKA PLANI
Esed-İran-Hizbullah medyasının Arapça ve Türkçe tercümeleriyle sürekli gündeme getirdiği Türkiye’den Kenan Çamurcu, Nurettin Şirin, Alptekin Dursunoğlu, Üzeyir Yiğit, Selahaddin Özgündüz, Kasım Alcan gibi şahıslarla velfecr, rasthaber, caferiyol dergisi, mutezil, yakindoguhaber gibi sitelerle İran-Şii-Esed lobisinin ısıtıp ısıtıp servis ettiği en önemli hadiselerden birisi Cisr eş Şuğur bölgesinde yaşanan 120 emniyet görevlisinin öldürülmesi meselesi. Olaylara bizzat şahitlik eden ve bunun üzerine ordudan kaçan Albay Hüseyin Hermuş bunu rejimin yaptığını, masum halka silah açmak istemeyen masum askerlerin acımasızca katledildiğini, bu cesetlerin onlar olduğunu söylemişti. İşte şimdi Esed rejiminin en önemli karapropaganda aracı olan Ed Dünya Televizyon kanalından ayrılan Yunus el Yusuf tarihi ifşaatlarda bulunuyor. Dezenformasyon merkezi olarak Tahran’dan emir alarak Türkçe yayın yapan lobinin elinde hiçbir geçerli, ciddiye alınabilecek ve doğru materyalin de kalmadığı görülecek böylece.
TARİHİ İFŞAATLAR
**20 Mayıs 2011 tarihinde yine Lübnan işgalindeki günlerden tanıdığım üst düzey bir subay vardı, gayet iyi ilişkimiz vardı. Tıpkı diğer çok sayıda Lübnanlı siyasetçiyi tanıdığım gibi. Bunlar içerisinde Mushin Delul da vardı. Görevimiz Cisr Şuğur denilen bölgeyi çekmekti. Başında Albay Nevfel el Hüseyin adlı Riyf Humus’un el Beyade köyünden olan Şii bir komutan vardı. Kendisi İdlib’deki askeri emniyet şubesi başkanıydı.
120 kişiden oluşan bir müfreze bölgeyi kuşatmıştı. Gizli kamera ile göstericileri çekmek görevimdi. Saat ve kalem gibi küçük şeylerle sizlere demin de işaret ettiğim gibi emniyetin bize verdiği gizli kameralarla bunu kolaylıkla yapıyorduk. Zira böylece göstericileri tespit edip kolaylıkla yakalabiliyorlardı. Göstericileri çekerken şoka uğradım. Çünkü aralarında bir emniyet ajanı vardı ve insanları askeri müfrezeyi basmakla, öldürmekle tahrik ediyordu. Böylece göstericilerin güvenlik güçlerini öldürdüğü, teröristler ve bozguncular olduğunu göstermeye çalışacaklardı.
Emniyet veya polisler silahlarını bırakmadılar, siyasi güvenlik birimindekiler de. İnsanların eline geçen silahlar askeri müfrezenin de değildi. Bilakis benim de bildiğim şahsiyetler çok ucuza silahlar alıp millete dağıttı. Normalde 1000 dolar olan fiyatı 100 dolara alıp insanlara dağıtmakla sorumluydu mezkur şahıs. Kameramı gizlice bir kamyona koydum…İnsanların rejimin düştüğüne inanması gerekiyordu. İhtiyaç olmadığından bunu filme çekmedim. Göstericiler arasında yer alan provokatör emniyet görevlilileri benim kaydı durdurmama izin verdi. Bunlardan birisi müfrezyi yok etme gerekliliğinden bahsederken bir diğeri daha aşırı bir şekilde tümünü yakmaktan bahsediyordu. İnsanları rejimin düştüğünden hareket etmeye, kendilerini öldürüp, işkence eden ve mallarını çalan onlarla beraber her kim varsa öldürülmeleri gerektiğine dair bağırıyorlardı.
Burada bir noktayı vurgulamam gerekiyor. Katliamın yaşandığı Cisr es Şuğur bölgesine normalde askeri birliklerin girmesi yasak. 1998 yılında Türkiye ile yapılan anlaşma neticesinde sınır bölgesi olması arada yaklaşık 5 km olması ve ateş hattı teşkil etmesi nedeniyle yasak konulmuştu. Suriye ordusu bu olayları da kullanarak birliklerini soktu. Müfreze patlatıldı ve rejimin de ilan ettiği gibi 120 kişi öldü. Yine çok sayıda Esed destekçisi de olayda öldü. Ancak rejim bunların sayısını düşük gösterdi…
Katliamların yaşandığı sırada Suriye-Türkiye Stratejik İlişkiler Meclisi Başkanı Hasan Türkmeni’nin de ziyaret gerçekleştirerek Türk sorumlulular ile görüştüğünü belirten Esed medyasından ayrılan Yunus el Yusuf ifşaatlarına devam ediyor…
Türkmeni’nin görüşmelerde elinde fotoğraflarla gidip Türk yetkililere burada katliam olduğunu ve Esed ordusunun Cisr eş Şuğur’a girmelerine izin vermesini istediğini söylüyor Yusuf. Türk yetkililerinin dinledikten ve fotoğrafları gördükten sonra zaten yapabilecekleri başka bir şeyin de olmaması nedeniyle katliam işleyecek Esed ordusunun şehre girişine izin verildiği ifade ediliyor. Bu durumun bir hafta sonra ilk tanklar girdiğinde şok edici bir şeyle devam ettiğini söylüyor Yusuf. Buna göre Cisr eş Şuğur’a girdiklerinde hiçbir insan yok, hatta üzerlerine Esed fotoğrafları konulmuş eşekler görülmüş…
General Fuad Hammuda ile görüşen Yusuf kendilerin bugün dinlenmeleri hiçbir şey çekmemelerini söylediğini ve Türkiye Rusya basının kendileriyle beraber kayıt için gireceğini aktarıyor. ,
“Bu insanlar nerede? Hepsi nereye saklandı?” diye soran Yusuf gösterilerin sıradan olduğunu herhangi bir aşırılık veya zarar verilmediğini aktarıyor. İki gün bekledikten sonra Cisr eş Şuğur’un tamamen harap olduğuna şahitlik ediyor, yangınlar, cesetler her her harap hale dönüşmüş. Bunun üzerine Ed Dünya adlı Esed’e bağlı karapropaganda kanalının çalışanı Yunus el Yusuf kendi kendisine sormaya başlıyor ve diyor ki : “Kendi kendime sordum şaşkınlık içerisinde. Allah Allah…Bu nasıl olur. Bizler orduyla birlikte şehre girdik, hiçbir şey yoktu, her şey gayet sessiz ve sakindi. Bunların hepsi nasıl birden böyle oldu….”
Esed’e bağlı ordu şehre insanlar kaçtıktan sonra girdi, bombaladı, yaktı ve yıktı. Bunların hepsini çekerek ed Dünya kanalında yayımladık ve aşırıların, göstericilerin bunları yaptığını iddia ettik. Esed ordusu Rus ve Türk kameramanlarını alıp buraları göstertti ve işte bakın dedi.
sapitanlar.com Notu: Türkiye’den ne yazık ki bazı yayın kuruluşları farkında olmadan; ama bazıları da zaten lobinin parçası olarak -Hüsnü Mahalli, Banu Avar, Yeni Mesaj, Meltem, Ulusal Kanal vs gibi- bunu kamuoyuna karapropaganda aracı olarak pompaladı.)Bu durumla ilgili olarak iki gündür burada bulunduğumuzu, müfrezenin durumu kontrol ettiğini herhangi bir şeye şahit olmadığımızı bir şok haliyle Albay Ali Rıza’ya sordum. Ne oldu iki günde? dedim. Cevaben: “Silahlı kişiler bize saldırdı ve bizler de karşılık verdi, ondan ötürü bunlar yaşandı.” dedi.
Bu sefer ben “nerede komplolar” diyecek konuma geldim. Bu kadar bir yıkım nasıl yaşandı, nasıl bir gün içinde bunlar oldu, bu insanların hepsi Cisr eş Şuğur’un dışından nasıl getirildi? Bilemiyorum. Bildiğim şu ki annem ve akrabalarım buraya komşu alevi köyleri olduğunu söylemişti. İştebreg, Corcin vs. Bunlar rejimi destekleyen köylerdi. Allah orduyu korusun diye bağırıyorlardı. Bunlar orduyla ittifak içindeydi ve Dünya televizyonu bunları yayınlıyordu. Suriye halkına yönelik komploların yönetilmesinde onlar en büyük ortaktırlar…
TÜRKİYE’DEKİ MÜLTECİ KAMPLARI VE AJANLAR
Ahaliden çoğu Türkiye’deki mülteci kamplarına bilgi toplamak için gönderdildi. Sonra geldiler ve tüm dünyaya işte bakın mülteciler gittiler, hiçbir şey yoktu onun için Suriye’ye geri döndüler şeklinde haber yaptırdılar! Öte yandan kamplarda kalanlar ise rejimin gözünde ve medyasında Türklerin elindeki esir durumunda olanlardı! Kimse giremiyor ve çıkamıyordu!
Dünya kanalı rejimin Suriye halkına karşı yürüttüğü komploların bir ortağıdır. Öyle ki sadece Dünya kanalının kamplara girmesine izin veriliyor. Bunları rejim göndererek sözde aileler hakkında bilgi aldığını söylüyordu; oysa buralarda tecavüzler yaşandığına dair uyduruk haberleri de onlar yaptı. Zira tüm dünya kanalları dahi girmesine izin verilmeyenler arasında yer alıyordu.
sapitanlar.com Notu: Bu kampların idaresi, oradaki mülki amirler ve içeri girecek çıkacakları izin veren mercilerin mutlaka çok ciddi şekilde soruşturulması ve gerekli müeyyidelerin uygulanması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Tıpkı Albay Hermuş’u kaçırıp Esed’e teslim eden vatan haini MİT ajanlarının olduğu gibi, İran-Rusya-Çin-Hizbullah ve Esed adına casusluk yapan özellikle Hataylı Alevi-Nusayri kökenli kişi ve oluşumlara dikkat edilmesi, bunların kesinlikle mülteci kamplarında, çevresinde ve ilgili hiçbir birimde görevlendirilmemesi gerektiği açıktır. Milli Güvenliği açıkça tehdit eden düşman kategorisindeki Esed rejiminin muhaliflerine yönelik tüm emniyet, istihbarat ve medya akışı dikkatle baştan sonra dizayn edilmelidir.
Önemli olan husus 18 Şubat 2012 tarihine geldiğimizde Cisr eş Şuğur’a halkın %20′sinden fazlasının geri dönmediği gerçeğidir. Geri kalanın hepsi kaçmış veya mülteci kamplarına sığınmıştır.(Halen Alptekin Dursunoğlu vs İran lobisinin bu hikayeyi döndürüp döndürüp servis etmesi gerçeği değiştirmemektedir!)
TOPLU MEZARLAR VE NUSAYRİ ESED REJİMİNİN VAHŞİ KARAKTERİ
Ed Dünya kanalının kamuoyuna sunduğu uyduruk haberlerden bir tanesi de “toplu mezarlar” ile ilgili. Bu hususta da enteresan bilgiler paylaşıyor eski kanal çalışanı. Yine onun dilinden hadiseye dair bilgiler:
**Esed ordusuna ait askeri araçların ve tankların asker ve Şebbihaların öldürdüğü gençlere ait cesetleri taşıdıklarını görüyorduk. Bunları alıp bir yere atıyor gömüyorlardı, sonra da gidip filme çekerek toplu mezar bulduk diyorduk…
**Yalan ve rezaletin boyutlarını gözler önüne sermesi açısından önemli bilgiler paylaşmaya devam ediyor Yusuf. Buna göre örneğin bir toplu mezar buluyorlar sözde, buradan cesetler çıkartılıyor. İlkinde 10 ceset bulunan toplu mezar yine aynı yerde bu sefer 20 kişi, üçüncü toplu mezarda ise yaklaşık 100 kişi şeklinde bulunuyor, haber yapılıyor ve servis ediliyor! Oysa iddiaların hepsi aynı yerler, aynı cesetler ve üzerine daha farklı mazlum Suriyeliler eklenmiş şekilde karapropaganda yapılıyor.
Kendisinin ifadesiyle uydurma haberler o kadar komiktir ki olaylara biraz yakından muttali olan ve takip eden herhangi bir insanın inanması dahi mümkün değil…
Suriye güvenlik güçleri diplomatik misyonların basın kuruluşlarını, içinde Robert Ford’un da (Amerikan büyükelçisi) yer aldığı heyeti kendisinin uydurduğu toplu mezarları göstermeye getirmiş. (İran Analiz Notu: Sözde Amerikan elçisi Suriye’nin bir yerine gidince burada halkın onu coşkuyla karşıladığı şeklinde çirkin haberler yayımlayan İran lobisinden Alptekin Dursunoğlu’nun yakindoguhaber adlı sitesinde rejim ile sıkı fıkı görüşmeler ve temaslar yapan Amerikan elçisine dair nerdeyse tek bir haber bulunmaması, bu zihniyetin kodlarını göstermesi açısından not edilmesi gereken bir durumdur. Hakeza wikileaks belgelerinde Esed rejimi ve batının açık işbirliğine dair notlara da nedense hiç yer verilmiyor!)
Şİİ MEDYASININ MANİPÜLASYONU VE ARKAPLANIYunus el Yusuf yaptığı açıklamada youtube gibi paylaşım sitelerine de çokça yansıyan Şii yayılmacılığı için çalışan ve Esed rejimine ait televizyon kanalları ve medya kuruluşlarının nasıl trajikomik bir şekilde haber yaptıklarını ifşa ediyor.
Buna göre herhangi bir bölgeye kendileri girmeden önce zaten ordu tankları, askerler ve Nusayri paramiliter Şebbiha güçleri buraya konuşlanmış oluyor. Onlar da yine bindirilmiş sivil kıyafetli kıtaların sloganlarını ve caddeleri çekerek aslından tamamen uzak bir Suriye fotoğrafı veriyorlar.
Çoğunluğu alevilerden oluşan taşıma kalabalıklar, askerler hızlı bir şekilde sivil elbiseler giyiyor kısa süre içinde Esed ve rejim desteği diye lanse edilen gösteri düzenleniyor!
(Bunu da Kenan Çamurcu, Nurettin Şirin vs İran lobisi Esed’e halk desteği çok fazla diye tıpkı Kaddafi’nin yaptığı aynı taktikleri Türkçe tekrarlamaktan geri durmuyor! Tabi bu kadar çocukça ve ilkel medya mantığına sahip kesimlerin karşısında sıradan halkın yer, tarih ve son derece net bir şekilde anlaşılan onbinlerce videoyu anında internette paylaşıyor olması! Örneğin Suriye TV’de Şamın göbeğinde hiç bir eylem olmadığı yönündeki haberin nasıl çekildiğini dahi internette bulabilmek mümkün! Önde kameraman ve muhabir arkasında onlarca Esede bağlı terör unsuru ve askeri araçlar!)
ESED YANLISI GÖSTERİLER HİKAYESİ VE GERÇEK
Meşruiyetini tamamen yitiren ve sadece küçük bir halk azınlık desteğiyle ayakta kalmaya çalışan Esed rejimini desteklediği ifade edilen gösterilere dair de önemli bilgiler paylaşıyor rejimden ayrılan medya mensubu. Buna göre örneğin bir şehirde yapılması planlanan gösteri öncesi emniyet şube sorumlusu ya valiye ya da belediye başkanına telefon açıyor. Şehrin veya beldenin küçük veya büyüklüğüne göre hazırlıklar yapılması emrediliyor. İnsanların hazırlanması, broşür, sloganlar ve Beşşar-Hafız Esed fotolarının dağıtılması, şu şu saatte şurada bulunması talimatı veriliyor. Bunun üzerine tüm resmi kurum ve kuruluşlara, meslek odalarına, birliklerine, öğrenci kuruluşlarına, üniversite, lise, ilkokul yönetimlerine, Baas partisi kadın kolları, çiftçi birlikleri ve gençlik teşkilatlarına kadar herkese talimat gidiyor. Öyle ki o bölgenin tüm ilçe, belde, köylerine kadar herkese bu emir tevdi ediliyor ve katılım elbette mecburi tutuluyor. Bunlar için araçlar tashih ediliyor. Devlet bütçesinden bu gösteriler için ödenek ayrılıyor, kimin hangi sloganı atacağı, hangi afişleri, pankartları taşıyacağı vs hepsi belirleniyor. Katılan memurlara özellikle son dönemlerde günlük yevmiyesi ödül olarak iki kat daha fazla veriliyor. İlki katılımdan ikincisi attığı slogan ve desteklerden. Zaten yarım saat veya bir saat süren gösteriden sonra insanlar evlerine dönüyor. Kimse o gün gelmemezlik yapamaz zira resmen idari olarak yok sayılır. Orada gelip gidenleri tek tek yazan kontrol eden memurlar bulunuyor!
**Alevi olan Albay Ahmed Avved ile oturmaktaydım. Kendisine bir telefon geldi. Sanırım üst düzey birisiydi konuştuğu ve duyduğum kadarıyla sabah 10 sularında geçecek olan silah dolu üç kamyon ihbarı verildi. Çatışma için her şey hazırdı. Konuşmasını bitirdikten sonra dedim ki : “Ey Ebu Hüseyn madem elinizde böylesi bir bilgi var, niye bunları engellemiyorsunuz, niye askerleri öldürecek bu silahları taşıyan kamyonları durdurmuyorsunuz?”
Bana verdiği cevap şuydu: “Ey Ebu Cafer. Eğer onlar bizi öldürmezse biz nasıl onları öldürürüz! Ölüler olmalı orada burada ki yürüttüğümüz yoğun askeri operasyonlarımızı temize çıkartabilelim, sebebi olsun. Kaldı ki ÖLENLERİN HEPSİ SÜNNİ DEĞİL Mİ ZATEN! Hepsinden kurtulmuş oluruz!”
Burada rejimin ne kadar kanlı ve kendi halkına düşman olduğunu da gösteren cümleler kuruyor Yusuf ve diyor ki : “Size müteammiden çatışmalarda farklı etnik yapılardan insanların öldürüldüğünü, Alevi ve Hıristiyanların öldürüldüğünü böylece bunların ailelerinin rejimin yanında yer almalarının sağlanması ve bir mezhep çatışması çıkartılmasını hedeflediklerini söylersem şaşırmayın. Bunlar rejimin farklı askeri unsurları arasında yaşanan çatışmalardı, böylece işte katliamlar olduğu, barbarlık yaşandığı ve vahşet olduğunu ispat etmeye çalışıyorlardı!”
ŞEKER FABRİKASINDA YAŞANAN VAHŞETE TANIKLIK
**Cisr eş Şuğur’da bir şeker fabrikasının vatandaşların tutulup işkence edildiği bir yer olarak kullanıldığı yönünde haber gelir. Cezire ve el Arabiye kanalında da buna dair haber yayımlanmıştır. Ed Dünya kanalının görevi her zaman olduğu gibi bunun yalan olduğunu ispat etmekti. Oraya gittiğimizde baktık ki bir tarafta onlarca kadın oturmuş, ağlıyor ve Allah’a dua ediyor, Beşşar aleyhine konuşup lanet ediyor. Bazıları evlatlarının fotoğrafını taşıyordu. Ya bunlar aktivistlerin annesi, eşi veya kardeşiydi ya da benzeri akrabalarıydı. Öte yanda son derece kötü durumda olan onlarca genç ve adam vardı, yüzleri kan revan içindeydi. Vücutlarından kanlar akıyordu, perişan haldeydiler. Doktorların bazılarının yüzlerini suyla iyi görünmeleri için temizlediği görülmekteydi. Biraz video çektikten vs sonra çıktım. Yani boşluk ve sakin bir ortamı çektim. Çıkınca kendime sordum nedir bu riya, bu yalan, bu sessizlik ve kötülük! Nedir yaşanan bu kadar gerçeği bile bile çarpıtmak ve yalan atmak! diye…
**Kapıda fabrikanın bekçisisi veya bir güvenlik görevlisi olan biriyle karşılaştım. Bana son derece öfkeli ve nefret eder bir şekilde bakarak tehdit edercesine şunları söyledi: “Sen de hiç namus şeref yok mu? Anan, bacın, karşın yok mu bunlardan korkmuyor musun? Bu mücrimlerin neler yaptıklarını görmüyor musun? Allahtan kork Allahtan kork! Niye dün gelmediniz? Şebbiha ve askerlerin kadınların ırzına geçtiğini, hiçbir ırz ve şeref bırakmadığını çekmediniz?
Beni şok eden konuşmasına devam etti ve şunları söyledi: “Neden dün gelip kayıt almadınız? Tıpkı şeker gibi nasıl askerlerin insanları kıtır kıtır kesip attığını, göstericilerden adamları ve gençleri paramparça ettiğini kaydetseydin ya!”
Bir cevap veremedim, çantamı alıp eve gitti. Diğer gün şeker fabrikasına gidip konuştuğum güvenlik görevlisini sorduğumda firar ettiğini söylediler. Nereye gitmiş olabilir diye sordum kendi kendime. Akabinde İdlib’deki askeri şubeye ve siyasi güvenlik şubesine gittim. Gittiğimde yukarıda insanlara işkence edildiğini gördüm. Gençlerin derilerini parçaladıklarını, çeşitli alet edevatın kullanıldığı işkencelere bizzat şahitlik etti. Öyle ki korkunç işkenceye uğrayıp derisi yüzülen, yakılan gençler vardı…Albay Nevfel Hüseyin, Albay Ahmed Avvad, hava güvenlikten Ali Yusuf ve tüm diğer şube başkanıyla elemanları işkencelere katılıyordu. Yani Nevfel dediğimiz şahıs kelimenin tek anlamıyla her anlamda insanlıktan çıkıp şekil değiştirmişti. Normalde sıradan bir insan gibi kimsenin tanımadığı bu adam 80′lerde Cisr eş Şuğur halkına karşı rejimin işlediği cinayetlere karışmış biriydi. O zamanlar daha üsteğmen rütbesindeydi. Şubede yakıcı bir alet vardı işkence için ki bu İran rejiminin verdiği hediyelerdendi! Esed rejimine ait tüm askeri şubelere bu sistemden donatıldı ve tutuklananlar buralarda bu aletlerle yakıldı, işkenceye uğratıldı.İdlib’ten Şeyh Ahmed Habuş devrimi kızıştırıyordu ve benden ayrılmamamı istiyordu. Ayrılmak istediğimi artık dayanacak halim kalmadığını söylediğimde bana bazı olayları aktardı. Aileme ve kardeşlerime hizmete devam etmemi söyledi.
DEVRİMCİLERE DESTEK VE İNSANLIK DIŞI CİNAYETLERE ŞAHİTLİK
**Ed Dünya kanalı amblemini taşıyan aracıma kimse yaklaşmıyordu. Gençleri bir yerden bir yere taşıyordum. Güvenlik güçlerinin köylere ve yerleşim yerlerine yönelik hareketlerinden haberdar ediyordum. Devrimcilerin istediği gerekli malzemeleri, kan ve ilaçları temin ediyordum….
**İdlib şubesinde Esed güçlerinin 7 yaşındaki bir çocuğa babasının önünde işkence ettiklerine şahit oldum. Kendisine silahlı kişileri yönlendirdiğini itiraf etmesini istiyorlardı. Baba ağlıyor ve yalvarıyordu, bilmediğini söylüyordu. Birkaç gün sonra çocuğun öldüğünü ve babanın da itiraf ettiğini öğrendim! Sonrasında öldürülen çocuğun da silahlı kişilerce öldürüldüğü duyuruldu!
**Tanklar şehre giriyor araçları eziyor bombalıyor sonra geri çekiliyordu. Ardından biz giriyor, çekim yapıyor ve silahlı çetelerin bunları yaptıklarını, sivillerin kurban olduğunu haber yapıyorduk!
**Emniyet iki emekli üst düzey subayı yakaladı ve işkence etti, ayakları ve yüzleri şişti. Bunların haberini her yerde duydum. Sonrasında emniyet güçleri benden çıkıp bu haberi yalanlamamızı istedi. İşkenceden dolayı her ikisi de ayakkabı giyemeyecek haldeydi ve sadece yüz kısmını çekip haber yaptık Dünya Kanalında!
ESED REJİMİNDEN KAÇIŞ HİKAYESİ
Yaşadığı ve gördüğü tüm olaylar vicdanında gittikçe biriken, yalanlar, dolanlar ve uydurmaları artık kaldıramayan Yunus el Yusuf ayrılma planları yapar. Yine benzer günlük faaliyetlerden birinde bir emniyet şubesine giderler. Burada belirli bir bölgeye baskın yapılacağı, İdlib’deki aktivistlerin tutuklanacağını öğrenir Yusuf. Mühendisler odasına girerek buradan gençlere telefon açar ve kendilerini tutuklamaya geleceklerini, dikkatli olmaları gerektiğini gizlice haber verir. Tam da bu sırada tam arkasında muhabirin söylediği her şeyi duyduğunu görür.
“Şimdi her şey açığa çıktı” der muhabir kendisine. “Evet ben de onlardanım”. der Yusuf.
“O zaman sen de hainlerdensin” diyence: “Even ben de hainlerdenim.” cevabını verir. “Sen kendi haline ben de kendi halime” der son olarak duruma tanıklık eden muhabir. Bunun sebebinin ise kendisinin onu öldürmesinden korktuğu şeklinde yorumluyor Yusuf. Onun her halükarda kendisini ihbar edeceğini tahmin eder elbette. Hemen yakın tanıdığı Tuğgeneral Nevfel’e ulaşarak kayıt almayı durduracağını, göstericilerin arasına karışacağını söyler. Böylece kendisini koruyacağını belirtir. Ancak Tuğgeneral kendisini durdurur.
Diğer gün evine askeri emniyetten kişiler gelir ve sorarlar ne oldu sana diye? Hiçbir şey olmadığını söyleyerek renk vermemeye çalışır Yusuf. Merkez şubede hazır bulunmak üzere kendisini almaları gerektiği yönünde talimat alınmıştır. “Ne olmuş bana?” der Yusuf. Görevliler evden çıkar ve 40 dakika sonra Türkiye sınırına doğru yol alır Yusuf…
Tuğgeneral Nevfel kendisine cepten ulaşır ve nerede olduğunu sorar. O da evde olduğunu söyler. Tümgeneral Fuad Hammude’nin ofisinde tebrik edilmesi için hazırlanmasını ister Yusuf’tan. Öğleden sonraya randevu vermesini söyler Yusuf. Bunlar olurken elbette evinin kapısının önünden konuşmaktadırlar! O sırada bir diğer telefonla da eşiyle irtibat halindedir kaçmakta olan Yunus el Yusuf. “Ne oluyor?” diye sorar eşine.Tabi kapının şiddetli şekilde vurulduğunu, kırılmak üzere olduğunu duymaktadır. Nevfel’in ne yaptığını sorması üzerine yaşamak, yemek ve diğer şeyler cevabını verir. Geri dönmesi, sakin bir kafayla konuyu konuşması yönünde çağrıya karşılık bunu reddeder. Sonrasında telefonda bir diğer üst düzey general olan Fuad Hammude çıkar o da askerlik şerefi üzerine yemin ederek onun Şam’a dönmesini, kendisine eşlik edeceğini, kimsenin ona karışmayacağını söyler. Bunun üzerine Yusuf bu sözlerin İran’a hizmet eden birinin sözleri olduğu cevabıyla mukabele eder.
Durum çetrefelli bir hal alınca tehditler başlar. Eğer geri dönmezse ailesini perişan edeceklerini söylerler. O da “Alın gidin nasılsa alacaksınız, onlar da Beşşarı destekleyen sizin gibiler.” der. Bunun üzerine muhalefete veya medyaya yaklaşmayacağı yönünde söz verir. “Bu mu senin sözün?” sorusuna “evet” karşılığını verir.
Sözünden neden geri döndüğü yönündeki soruya ise enteresan cevaplar veriyor Ed Dünya adlı yalanların mimarı olan Esed kanalının kameramanı:
“Çünkü onlar gidiciler. Türkiye’ye ulaşınca beni tıpkı Albay Hermuş’u kaçırdıkları gibi kaçırma girişiminde bulundular. Hermuş’u ve beraberindeki Suriyeli subayları aldatan Ebu Muhammed adlı Türk güvenlik subaylarından birisi bana telefon açtı. Görüşmeye davet etti. Kaçtım ve Tümgeneral Fuad’a telefon açarak neden beni kaçırmak istediklerini sordum. Kesinlikle böyle olmadığını o şahsın bireysel tasarrufu olduğunu öne sürdü. Suriyeli gençler bu Alevi Türk subayı hakkında beni uyardılar. Beşşar’ın istihbaratı adına çalışan casus olduğunu söylediler. Türkiye’den Avrupa ülkelerinden birine çıkmamı kolaylaştırmak için davet etmişlerdi. Ben buradan beni Beşşar’ın adamlarına teslim edeceklerini anladım…
Türkiye’de evimdeyken Türkiye emniyetinden geldiler ve benim burada oturma iznim olmadığını söyleyerek uyarıda bulundular. Eğer böylese o zaman otele gitmeliydim. Eğer istersem mülteci kampına da gidebilirdim…
Ailemi Dubai’ye göndermek istediğimde ve ben de Kahire’ye yöneldiğimde Suriye emniyeti beni gizlice kaçırmaya yeltendi. Bir arkadaşımla bana mali olarak yardımda bulunması için biri aracılığıyla telefonlaştım. Telefonlar dinleniyordu çünkü. Biri bana ulaştı ve arkadaşımın parayı gönderdiğini Herem’deki Melik Faysal caddesinde buluşmamızı söyledi. Onunla görüştüğümde gördüm kü üç tane genç üzerime geldi, Ammara girişine zorladı. Ben direndim ancak güç yetiremedim. O sırada apartmandan bir kadın çıktı. Beni kaçırdıklarını söyledim ve oradan uzaklaşabildim. Ancak telefonumu çaldılar. Telefon açtım ancak çalındığı söylendi. 5000 dolar öde ve al dediler. Kahire’deki El Arabiye kanalına gittim ve ilk defa medyaya çıkarak hikayemi anlatmış oldum.
Bunun üzerine Ed Dünya kanalı hemen harekete geçer ve ismimi dahi duymadıklarını iddia eder! Bunun üzerine Yunus el Yusuf bu defa televizyon ekranlarının karşısına ed Dünya kanalında çalıştığına dair kimliği ve bilgileriyle çıkar. Bu defa yine ed Dünya kanalı yalan mekanizmasını çalıştırır ve onun değersiz sıradan bir kameraman yardımcısı olduğunu söyler falan filan…
HİZBULLAH TERÖRİSTLERİ SURİYELİLERİ ESED GÜÇLERİYLE BİRLİKTE ÖLDÜRÜYOR
Rejimin kanalından ayrılan ve inanılmaz ifşaatlarda bulunan Yunus el Yusuf İdlib’de iken şahit olduğu çok önemli bir bilgiyi daha kamuoyu ile paylaşıyor. Özgür Suriye Ordusunun sokaklardaki insanları katlederken suç üstü yakaladığı veya infaz ettiği, isimlerini duyurduğu Şii Hizbullah örgütüne mensup çok sayıda terör unsurunun Suriye topraklarında bulunduğunu biliniyor. Bunu rejimin en önde gelen karapropaganda aracı olan uydu televizyon kanalı çalışanı da doğruluyor. İdlib’te iken A.S ve beraberindeki bir Hizbullah mensubu grubun göstericilerin öldürülmesinde Esed güçleri ile koordinasyon içinde hareket edip katliamlara karıştığını aktarıyor. Hatta halka ateş açmak istemeyen askerlerin de bu güçlerce acımacızsa öldürüldüğünü söylüyor. Zaten sonrasında rejim ve Türkiye’deki İran-Şii lobisi de bu askerlerin sözde teröristlerce öldürüldüğü yönünde yalan haberler yayımlıyor. Yine mezkur terör örgütüne mensup keskin nişancılar da Suriyede bulunuyor.
Bununla ilgili olarak İdlib’de operasyonlara komuta eden Tümgeneral Fehd Hasim’le de konuşan Yusuf ordudan ayrışmalar olduğunda kendisine bunları istemediklerini söylediğini aktarıyor. Zaten Beşşar rejimi ve yandaş medya da ayrışmaları küçük göstererek bunun normal olduğunu tüm ordularda yaşandığını öne sürüyor?
Tümgeneral Casim Hizbullah teröristlerinin kendileriyle beraber eğitim aldıklarını, zira müttefik olduklarını vatanın savunmasında ortak hareket ettiklerini söylüyor! Böyle olunca Suriye halkını hedef alan, farklı ülkeden gelip katliam yapan Hizbullah adlı Şii terör örgütü hedef alınıp suçüstü yakalanınca, öldürülüp cesetleri Lübnana geri gönderilince, Nasrallah’ın dünyanın gözleri önündeki katliam karşısında alenen Esed’i desteklemesi durumunda lanetlere maruz kalınca herhalde İran lobisinin paratöneri olan Nurettin Şirin “Neden Hizbullah Hedef Alınıyor” başlıklı hezeyanvari yazılar kaleme alacak, şiddetli şekilde savunmaya geçecek, olayları manipüle etmeye çalışacaktır!
Ama her şey ortadadır: bebekleri, çocukları, kadınları ve sivilleri acımasızca katleden, camileri bombalayan, evleri sivillerin başına yıkan İslam dışı sapkın Nusayri-Caferi mezhep stratejik ittifakı ve Suriye’de işlenen etnik temizlik: kurbanları her nedense Irak’ta, Lübnan’da, Yemen’de, Bahreyn’de olduğu gibi yine Sünni Müslümanlar oluyor!