Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Üçüncü esas: tekfir meselesi konusunda ehl-i sünnet’in tutumu

_katre_ Çevrimdışı

_katre_

الحمدلله
Site Emektarı
Üçüncü Esas: Tekfir Meselesi Konusunda Ehl-i Sünnet’in Tutumu

Ehl-i Sünnet vel-Cemaat olan selef-i sâlih akîdesinin esaslarından birisi de şudur: Onlar câhil ve tevilci bir kimsenin küfre götüren bir fiil işlemesi halinde terkedenin kâfir olmasına sebep teşkil edecek olan delili ona karşı ortaya koymadıkça, İslâm’dan çıktığını söylemezler.Onlar yine kalbi îmânla dolu olup onunla rahat ve huzur bulmuş olması şartıyla zorlanan bir kimsenin de küfre götüren bir fiil işlemesi ile yahut sözü ile dînden çıktığını söylemezler.

Şirkten daha aşağı olan, büyük günahlardan hangisini işlerse işlesin, bu günahı dolayısıyla hiçbir müslümanın da kâfir olduğunu söylemezler. Böyle bir günahı işleyeni kâfir saymazlar.Onlar onun o günahı helâl kabul etmedikçe veya dinden olduğu kesin olarak bilinen bir şeyi inkâr etmedikçe onun fâsık ya da îmânının eksik olduğuna hükmederler.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Hiç şüphe yok ki Allah, kendisine ortak koşulmasını (ve inkârı/küfrü) asla bağışlamaz.Bunun dışındaki (günahları) dilediğine bağışlar.Kim Allah'a ortak koşarsa, büyük bir günahla iftirâ etmiş olur." (Nisâ Sûresi:48 )

Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir." ( Zümer Sûresi: 53 )
Çünkü küfrün aslı, bilerek yalanlamak, kalbi küfre açmak, kalbin huzur ile onu kabul etmesi, ruhun onda sükûnet bulmasıdır.Özellikle bilgisizlikle birlikte olması halinde şirke ait birtakım inançların zaman zaman hatırdan geçmesine itibar edilmez. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
" Fakat göğsünü küfre açarsa..." Nahl Sûresi: 106
Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, Kur'an ve sünnetten bir şeyin küfür olduğunu ortaya koyan bir delil bulunmadıkça o kimseyi kâfir saymazlar. Bir kimse bu hali üzere ölürse, işi Allah Teâlâ'ya kalmıştır. Dilerse onu cezâlandırır,dilerse onu bağışlar.Büyük günah işleyen kimsenin kâfir olduğuna veya iki konum arasında bir yerde bulunduğuna hükmeden sapık fırkalar, bu konuda farklı kanaattedirler.
Nitekim Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- bundan sakındırarak şöyle buyurmaktadır:
"Her kim, (mü'min) kardeşine: Ey kâfir derse, bu söze onlardan birisi lâyık olur. Eğer dediği gibi ise mesele yok, aksi takdirde bu söz kendisine döner." (Müslim)
"Bir kimse öyle olmadığı halde, başkasını kâfir diye çağırır ya da Allah’ın düşmanı derse, o söz kendisine döner." (Müslim)
" Bir kimse, bir kimseyi fâsıklık ya da kâfirlikle itham eder de o kişi öyle değilse o söz kendisine döner.” (Buhârî)
"Her kim, bir mü’mini kâfirlikle itham ederse, bu onu öldürmek gibidir." (Buhârî)
"Bir kimse, (mü'min) kardeşine ey kâfir derse, onlardan birisi bu söze lâyık olur." (Buhârî)
Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, bid’at sahibi kimseler hakkında masiyet ya da küfür ile mutlak hüküm vermeyi kat’î olarak müslüman olduğu sabit olmakla birlikte herhangi bir bid’ati işlemiş muayyen bir kişi hakkında isyankâr, fâsık veya kâfir hükmünü vermekten ayırır, arasında fark gözetirler. Böyle kimseye hak açıklanmadığı sürece, onun hakkında böyle hüküm vermezler.Hakkın açıklanması ise ona delilin ortaya konulması ve şüphesinin ortadan kaldırılmasıyla olur. Belirli bir kimseyi ancak gerekli şartlar gerçekleşir ve engeller ortadan kalkarsa, onu kâfir sayarlar.**


====================================
** Kesin olarak müslüman olduğu sabit olan kimsenin bu müslümanlığı şüphe ile ortadan kalkmaz.” şeklindeki selefî kaidenin ışığında selef-i salih’imiz hareket etmiş ve bu bakımdan insanları tekfir etmekten insanlar arasında en uzak kimseler olagelmişlerdir. Bundan dolayı Ali b. Ebi Talib (r.a)’a Nehrevan’lılar (Hariciler) hakkında. Onlar kâfir midir diye sorulduğunda, o: Küfürden kaçtılar diye cevab vermiştir. Peki onlar münafık mıdırlar diye sorulunca, bu sefer: Münafıklar Allah’ı ancak pek az zikrederler. Bunlar ise sabah akşam durmadan Allah’ı zikrederler.Onlar ancak bize karşı başkaldırmış kardeşlerimizdir. (Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübra, VIII, 173.)

Tekfir hususunda türü ile şahsı birbirinden ayırdetmemiz son derece gerekli bir şeydir. Şöyle ki küfür olan herbir şey dolayısıylamuayyen bir şahıs tekfir edilecek diye bir şey yoktur. Bir sözün bir küfür olduğuna hüküm vermek ile o sözü söyleyen kimsenin kâfir olduğuna hükmetmek arasında fark gözetmek gerekir. Mesela yüce Allah’ın zatının heryerde olduğunu söylemek küfürdür. Allah’ın sözünün mahluk olduğunu söylemek küfürdür. İlahi sıfatları kabul etmemek küfürdür... Bu gibi hususlar hakkında hüküm vermek tür ya da söz hakkında hüküm vermek kabilindendir. Ancak durum muayyen bir kişi ile alakalı olunca, işte o vakit durmak ve o kimseye soru sorup, onunla tartışmadan önce aleyhine küfür hükmünü vermemek gerekir. Zira böyle bir kimseye göre bu husustaki hadis sabit olmamış olabilir, yahut te’vilci bir kimse olabilir. Nassları anlayamayan bir kimse olabilir, cahil bir kimse olabilir. Tartışmadan sonra şüphe ortadan kalkar ve ona karşı delil ortaya konulacak olursa, artık bundan sonra durum farklı bir hal alır. Zira te’vil eden kimse ile cahil kimsenin hükmü, inad eden ve bilerek günaha yönelen kimsenin hükmü ile aynı değildir.

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demektedir: “Buna göre te’vil eden cahil kimse ile mazereti kabul edilebilir bir kimsenin hükmü hiçbir zaman inatçı ve bile bile inkâr edenin hükmü gibi değildir. Aksine yüce Allah bunların herbirisini ayrı bir şekilde değerlendirmiştir.”
(Mecmuatu’r-Resâil ve’l-Mesâil, V, 382) Yine şöyle demektedir: “Bu husus bilindiğine göre bu cahillerden ve benzerlerinden muayyen bir kimsenin kâfirlerle birlikte olduğu anlamında hüküm vermek suretiyle tekfir edilmesi, bunlardan herhangi birisine onların Allah Rasûlüne muhalefet ettikleri açıkça belirtilerek risaletin delili ile onlara karşı delil ortaya konulmadıkça, böyle bir işe kalkışmak caiz değildir. Böyle bir söz söylemenin küfür olduğunda şüphe bulunmasa dahi bu böyledir. İşte muayyen birtakım kimselerin tekfir edilmesi ile ilgili olarak herkes hakkında bu söz aynen bu şekilde geçerlidir.” (Mecmuatur-Resâil vel-Mesâil, III, 348)


Bu hususu öğrendiğimize göre cahil ve benzeri muayyen kimselerin tekfir edilmesi onlara karşı delil ortaya konulmadıkça caiz değildir. Ortaya konulacak delilin de onların anlayabilecekleri bir seviyede olması gerekir. Delilleri ve belgeleri kavrayabilecek hale gelinceye kadar onların akli seviyeleri gerektiği gibi gözönünde bulundurulur.

Özetle söyleyecek olursak, icma ile küfür olduğu kabul edilen bir söz hakkında bu mutlak olarak bir küfürdür, denilir. Ancak bu sözü söyleyen herkesin kâfir olduğunu söyleyerek hüküm vermeyi gerektirmez; ta ki o kimse hakkında kâfir olduğunu söylemenin şartları sabit olup, bunun önündeki engeller ortada kalmayıncaya kadar. İlim adamlarından sahih olarak gelen, onların kıble ehlini tekfir etmedikleri şeklindeki rivayetler ise işlediği bid’ati küfre götüren türden olmayan kimseler hakkında yorumlanır. Çünkü onlar bid’ati küfre götüren türden olan kimsenin tekfir edileceğini ittifakla kabul etmişlerdir.
===========================================


Ebu Hureyre-Allah ondan râzı olsun- der ki:
Rasûlullah -sallahu aleyhi ve sellem-’i şöyle buyururken işittim:
"İsrailoğullarında kendi aralarında kardeşlik bağı kurmuş iki kimse vardı.Bunlardan birisi günah işler, diğeri ise büyük bir gayretle ibâdet ederdi. Gayretle ibâdet eden kişi diğerini günah işlerken gördükçe ona:Bu işten vazgeç, derdi.Birgün onun bir günah işlemekte olduğunu görünce ona, bu işten vazgeç dediği halde o: 'Sen, beni Rabbimle başbaşa bırak, benim üzerime bir bekçi mi gönderildin? deyince, ibâdet düşkünü şahıs: Allah’a yemin ederim ki Allah seni bağışlamaz -ya da Allah seni cennete koymaz- dedi. Derken ruhları kabzedildi, her ikisi de âlemlerin Rabbinin huzurunda bir araya geldiler. Allah, gayretle ibâdet edene: Sen beni bilen birisi miydin? Yoksa benim elimde bulunanlara güç yetiren birisi miydin? diye sordu.Günahkara da: Haydi sen git, rahmetimle cennete gir, dedi.Ötekine de: Alın bunu, cehenneme götürün" diye buyurdu. (Hadisi Ebû Dâvûd rivâyet etmiş, Elbânî de hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.)


Ebu Hureyre-Allah ondan râzı olsun- der ki:
"Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki o dünyasını ve âhiretini mahveden bir söz söylemişti." (Adı geçen eser.)


Küfür, îmânın zıttıdır. Şu kadar var ki küfür, terim olarak iki türlüdür.Naslarda küfür lafzı kullanılırken bazen kişiyi dinden çıkartan küfür anlamında, bazen de kişiyi dinden çıkarmayan küfür anlamında kullanılmaktadır.Bunun böyle olmasının sebebi ise, îmânın birtakım şubelerinin olduğu gibi, küfrün de birtakım şubelerinin olmasıdır.Küfrün de birtakım esasları ve birbirinden farklı şubeleri vardır. Bunların bazıları küfrü gerektirir, bazıları ise kâfirlerin özelliklerindendir.
 
_katre_ Çevrimdışı

_katre_

الحمدلله
Site Emektarı
Birincisi: Dinden Çıkartan ve İtikadî Küfür Diye Adlandırılan Büyük Küfür:

Bu, îmâna zıt olan, İslam’ı ortadan kaldıran, o olmadığı takdirde İslam’ın tamamlanması imkânsız olan şeylerin inkâr edilmesidir.Bu küfür cehennemde ebedî kalmayı gerektirir, îmândan çıkarır.Böyle bir küfür itikad, söz ve fiil ile olur, bunun beş türü vardır:

1. Yalanlama Küfrü:
Bu, peygamberlerin yalan söylediğine inanmak veya peygamberin getirdiğinin hakka aykırı olduğunu iddiâ etmek veyahut da Allah’ın emir ve yasağının bunun zıttı olduğunu bildiği halde, Allah’ın bir şeyi haram yahut helal kıldığını iddiâ etmek.

2. Tasdik etmekle beraber yüz çevirme ve büyüklenme küfrü:
Bu küfür, bir kimsenin rasûlün getirdiği şeylerin Rabbinden gelen bir hak olduğunu kabul etmekle birlikte hakkı ve hak ehlini küçümseyerek şımarıklıkla ve azgınlığı sebebiyle hakka uymayı reddetmesidir. Nitekim İblis, Allah’ın emrini reddedip inkâr etmemiş, ancak O’na karşı koymuş ve büyüklük taslamıştı.

3. Yüz çevirme küfrü:
O’nu ne tasdik etmek, ne yalanlamak, ne dost edinmek, ne ona düşmanlık beslemek, ne de ona kulak vermek sûretiyle, kulağı ve kalbiyle Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den yüz çevirmektir.Lâkin buna karşılık hakkı terkeder, hakkı öğrenmez, hak ile amel etmez.Hakkın sözkonusu olduğu yerlerden de kaçar gider.Bu kimse, yüz çevirme küfrü ile kâfirdir.

4. Münâfıklık küfrü:
Bu da kalbinden red ve inkâr etmekle birlikte rasûlün getirdiği şeylere görünüş olarak uyduğunu göstermektir.Böyle bir kimse aslında dışa karşı îmânlı olduğunu açığa vurur, ancak içinde küfrü gizler.**
------------------------------------------------------
**Münafıklık da itikadî nifak ve amelî nifak olmak üzere iki türlüdür.
İtikadi münafıklık yahut büyük münafıklık kalbinde küfrü gizleyen ve dil ve azaları ile imanı açığa vuran kimseninkidir. Bu şekilde münafıklık eden bir kimse cehennem ateşinin en derin yerindedir. Peygamber’in Allah’tan getirdiklerini, kısmen ya da tamamen yalanlayan, rasûlü yahut onun getirdiklerinin bir kısmını yalanlayan yahut rasûlün dininin zafer kazanmasından hoşlanmayan kimsenin durumu ve buna benzer diğer küfrü gerektiren amelleri içinde gizleyenin durumu gibi.
Amelî münafıklık yahut küçük münafıklık ise şeriata aykırı olacak şekilde bir kimsenin yaptığı iştir. Bu işi yapan bir kimse dinin dışına çıkmaz. Mesela konuştuğu zaman yalan söyleyen, söz verdiği zaman yerine getirmeyen, kendisine emanet verildiği zaman hainlik eden, tartıştığı zaman işi çığırından çıkartan, sözleştiği zaman sözünde durmayan kimsenin tutumu gibi.
------------------------------------------------------

5. Şüphe küfrü:
Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in doğru söylediğini veya yalan söylediğini kesin olarak kabul etmeyip, bu hususta şüphe etmek, ona uyup uymama noktasında tereddüte düşmektir.Çünkü istenen şey, Allah Rasûlünün,Rabbinden getirdiği şeylerde hiçbir şüphe olmayan bir hak olduğuna dâir kesin olarak îmân etmektir.Allah Rasûlünün getirdiği şeylere uyma hususunda tereddüde düşen veya hakkın bunun dışında olabileceğini kabul eden kimse şüphe ve zan küfrü ile kâfir olur.

Bir kimse bu küfür türlerinden birisi üzere ölürse, ebedî olarak cehennemde kalmasını ve bütün amellerinin boşa çıkmasını gerektirir.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz ki Ehl-i kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte yaratılanların en şerlileri onlardır." (Beyyine Sûresi: 6)

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:

“(Ey Muhammed!) Andolsun ki sana ve senden önceki (peygamber)lere şöyle vahyolundu: ‘Şayet (Allah’a) ortak koşarsan, muhakkak ki amelin boşa gider ve mutlaka hüsrana uğrayanlardan olursun.” (Zümer Sûresi:65)

İkincisi: Dinden Çıkarmayan ve Amelî Küfür Diye de Adlandırılan Küçük Küfür:

Şarî’ bu tür küfür hakkında azarlamak ve tehdit etmek maksadıyla “küfür” lafzını kullanmıştır. Bu gibi davranışlar, cehennem ateşinde ebedî kalmamak üzere ilâhî tehdidi gerektiren büyük günahlardandır. Bütün günahlar bunun kapsamına girer.Çünkü bütün günahlar, küfrün özelliklerindendir. Ancak küfürden kasıt,îmânın zıttı olan küfür değildir.Buna verilebilecek misallerin bazıları şunlardır:
Müslümanla savaşmak,Allah Teâlâ'dan başkası adına yemîn etmek,inkâr ederek değil de, azabı hak edeceğini kabul etmekle birlikte karşı gelerek Allah Teâlâ'nın indirdiklerinden başkası ile hükmetmek, kâhinlere gitmek ve onları tasdik etmek, kadına arkasından (anüsünden) ilişkiye girmek, mü’minin mü’min kardeşine ey kâfir demesi ve daha başka küçük küfür şekilleri gibi...

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Eğer mü’minlerden iki gurup birbiriyle çarpışırlarsa, siz o ikisinin arasını bulup barıştırın." (Hucurât Sûresi: 9)
Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmaktadır:
"Müslümana sövmek, fısk (Allah’a itâat etmekten çıkmak), onunla savaşmak ise (amelî) küfürdür." (Buhârî ve Müslim)

Yine Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:
"Benden sonra kâfirlerin yaptıkları gibi,onlara benzeyerek birbirinizin boynunu vurmayın." (Buhârî ve (Müslim)

Bu hadisin anlamı hakkında âlimler 7 görüş belirtmişlerdir:
Birincisi: Haksız yere kan akıtmayı helal sayan kimse için bu küfürdür.
İkincisi: Hadisteki küfürden kasıt; nimete ve İslâm' ın hakkına nankörlük etmektir.
Üçüncüsü:Birbirinin boynunu vurmak, insanı küfre yaklaştırır ve küfre iletir.
Dördüncüsü: Birbirinin boynunu vurmak, kâfirlerin fiiline benzer.
Buradan kastedilen küfrün gerçek anlamıdır.Anlamı; kâfir olmayın,Aksine müslümanlar olarak kalmaya devam edin.
Altıncısı:Hattâbî'nin de dediği gibi, hadiste geçen kâfirlerden kasıt, silah kuşananlardır. el-Ezherî "Tehzîbul-Luğa" adlı eserinde şöyle der: 'Silah kuşanan kimseye kâfir denir.'
Yedincisi:Hattâbî yine şöyle der: 'Bunun anlamı; sizden kiminiz, kiminizi kâfir sayarak birbiriyle savaşmayı helal saymasın.' (Mütercim) )

Yine Peygamber şöyle buyurmaktadır:

"Her kim, Allah’tan başkası adına yemîn ederse, kâfir olur veya Allah’a ortak koşmuş olur." (Tirmizî rivâyet etmiş ve hadîs hasen, Hâkim ise "hadîs sahîhtir" demiştir.)

Yine Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

" Zinâ eden kimse zinâ ettiği zaman mü’min olarak zinâ etmez. Hırsızlık yapan kimse, hırsızlık yaptığı zaman mü’min olarak hırsızlık yapmaz. İçki içen kimse içki içtiği zaman mü’min olarak içki içmez. Tevbe de bundan sonra arzedilmiş haldedir." (Buhârî ve Müslim)

Selef-i Salih Akidesi
Abdullah b. Abdulhamid el-Eseri
 
Üst Ana Sayfa Alt