Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ümmete Hizmette Sınır Tanımayan Şehid, Abdurrahman Koç

K Çevrimdışı

KüreselHaber

Üyeliği İptal Edildi
Banned
2013 senesinin 1 Temmuz günü Suriye'de Beşşar Esed askerleri tarafından şehid edilen Garip-Der Başkanı Şehid Abdurrahman Koç'un cephe arkadaşı Ebu Abdullah el-Kürdî Şehid hakkındaki izlenimlerini sitemiz için yazdı.


ummete-hizmette-sinir-tanimayan-buyuk-insan--sehid-abdurrahman-koc.jpg



Ümmete Hizmette Sınır Tanımayan Büyük İnsan: ŞEHİD ABDURRAHMAN KOÇ
Ebû Abdullah el-Kürdî

1(2).jpg


1 TEMMUZ 2013, Minnığ Askeri Havaalanı-AZEZ
Abdurrahman Koç… Ya da Şam halkının ona hitap ettiği şekilde Şeyh Abdurrahman el-Kürdî…

Onunla tanışmamız 2011 yılının Ramazan Bayramına denk geliyordu. Kafkasyalı muhacirlerin bayram sevincine ortak olmak için İstanbul’a gitmiştik. Bayramlaşmadan sonra kardeşlerle oturup muhabbet ederken bir kardeş bize Şehid (inşallah) Fehmeddin Hoca’dan bahsetti. Özellikle Yoldaki İşaretler kitabından yaptığı derslerinden tanıyordum onu. Onunla görüşemedik ancak o kardeş "sizi başka bir yere götüreyim" dedi ve ismen kısaca Garip-der'den bahsetti. Fatih’te bir binanın son katıydı geldiğimiz yer. Kapıyı yaşlı bir amca açtı. Büyük bir misafirperverlikle bizi karşıladı. Birçok dernek vakıf gezmiş biri olarak geldiğim bu dernek inanılmazdı. Lüks halılardan, laminant parkelerden, pahalı mobilyalardan oluştuğu için değil, tam tersi aynen ismi kadar son derece gariban ve sade bir dernek olduğu için şaşırmış ve kendimi rahat hissetmiştim. Neredeyse kaldığım öğrenci evi gibiydi. Dernekte hemen hemen hiçbir şey lüks değildi, ancak içeri girer girmez etkilenmiştim. Dernek baştan aşağıya tevazu, hizmet ve tabii ki kitap doluydu. Birçok dernekte asla hissetmediğim kardeşliği, sıcaklığı ve samimiyeti gördüm. Tabi ki bunun sebebi karşımda bağdaş kurarak oturmuş, sözlerini dikkatle seçen, tecrübe ve hikmet sahibi yaşlı bir amcadan kaynaklanıyordu.

Yaşlı dediğime bakmayın 40 yaşlarındaydı; ancak ümmetin derdi onu yaşlandırmıştı. Beyazlamış uzun sakalları ve zayıf vücuduyla hizmet ehli olduğu her halinden belli oluyordu. Bize dernek olarak yaptıkları çalışmalardan bahsetti. Ben dâhil dinleyen herkes şok olmuştuk. Bizi resmen uyandırmıştı. Bizler kitap okuyarak, ilahi-neşid dinleyerek ya da cihad videoları izleyerek tağutu devirdiğimizi, cihad ettiğimizi sanarken bu abimiz tüm mesaisini İslami davalardan dolayı hapis yatan, bu davanın bedelini ödeyen esir Müslümanlara ve onların ailelerine ayırmıştı. Bunu yaparken de kapsamlı çalışıyor ve şu cemaatten bu gruptan diyerek kimseyi ayırmıyordu. Hatta adli suçlardan hapis yatanlara dahi elinden geldiği kadar yardım ediyor, onların hidayetine vesile olmak için onlara kitap yolluyordu. Hapishanelerdeki Müslümanların ve onların geride bıraktıkları ailelerinin durumunu anlattıkça biz daha da utanıyorduk. Çünkü onları ihmal etmiştik. Çünkü onlar şahsi işlerinden dolayı değil Allah azze ve celle’nin dini için bu zulme maruz kalmışlardı. Daha önce bu meselenin bu kadar ehemmiyetli olduğunu anlayamamıştık.
Bir süre "İslam’a nasıl hizmet edebiliriz?"den, ümmetin çektiği sıkıntılara kadar birçok meselede konuştuk. Yemek yedirmeden bizi bırakmadı. Yanından kalkarken bizdeki hava tamamen değişmişti. Kafkasyalı muhacirlerin bayramına ortak olmanın sevinciyle geldiğimiz Garip-der'den ihmal ettiğimiz bir vazifenin yani esir kardeşlerimizi unutmanın pişmanlığı ile ayrılmıştık. Abdurrahman abinin yanından ayrılırken ona bu konuda elimizden geldiğince yardım edeceğimize söz verdik. Bundan tam bir yıl sonra bir iş için tekrardan geldiğim İstanbul’da iki ay kadar dernekte onunla kaldım. Gecemiz gündüzümüz beraberdi. Vallahi ben bu kadar gayretli, ihlaslı, mütevazı, hikmet ehli başka bir insan daha görmedim (onu Allah’a karşı temize çıkarmıyorum. Sadece şahid olduklarımı anlatıyorum. Allah kulunu en iyi bilendir). Kendisi evli olmasına rağmen bazı zamanlar 15 gün evine gitmiyor, dernekte yatıyor ve "Müslümanlara daha fazla nasıl yararım olur" diye çırpınıyordu. Ailece bu dine hizmet ediyorlardı. Onu yakinen tanımayanlar abarttığımı zannedebilirler. Bir dernek başkanı ve hatırı sayılır derecede bir tanınmışlığı olmasına rağmen bizden daha gariban giyiniyor, bizimle beraber yiyip içiyor, yatıp kalkıyor, üzülüp seviniyordu.

2(2).jpg


Onun yanındayken rahatlıyordum, çünkü birçok kardeş için olduğu gibi benim için de tam anlamıyla manevi bir kalkan gibiydi. Gerek dernek işleriyle ilgili olsun, gerekse ilmi konularda olsun, yanımızda o varken her meseleyi tecrübesini de ortaya katarak sonuca bağlıyordu. Onun cihad hizmeti doksanlı yıllardaki Keşmir cihadı ile başlamıştı. “1991’de ilk defa Keşmir’e mücahid gönderdik ve o gün bu gündür böyleyiz” demişti. Onun kadar görmüş geçirmiş, hizmet ehli olduğu halde onun kadar az konuşanına, muhatabını ciddiyetle dinleyenine, usul, erkân bilenine, İslam'a emek vermişlere hürmet edenine şahid olmuş değilim. (Kimseyi Allah katında temize çıkarmayız, Allah kulunu daha iyi bilir)

Hatalara karşı bir abi, bir baba şefkati ile yaklaşırdı. Sözleri bazen tatlı-sert olurdu, ama kalbinizi ve gayretinizi kırmaz, sadece yanlışınızın büyüklüğünü size hissettirirdi. Ağzından kötü söz duymazdık. Laf olsun diye, edebiyat yapmak maksatlı konuşmaz hele ki konu İslami meseleyse böyle yapmaktan şiddetle sakındırırdı. Çokça tartışılan meselelerde, sahih delilleri 20 yıllık tecrübesiyle birleştirir, muhatabına öylece cevap verirdi. İlmiyle amil bir abimizdi. Tekfirde aşırı gidenlerin ortaya attıkları şüpheleri Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinin usulüyle çürütürdü. “Bizim inancımız, Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat ve'l İcmâ ve'l Cihad’dır” derdi kendi uslübuyla. Bizim zor gördüğümüz işlerde o Allah'a tevekkül ederdi. Çoğu zaman kendi gözlerimizle Allah’ın ona yardımına şahit olurduk.

3(2).jpg


En önemli özelliklerinden birisi de istişareye çok önem vermesiydi. Büyük küçük, yaşlı genç, tecrübeli tecrübesiz demez, herkesle görüş alışverişinde bulunurdu. Hizmetle alakalı hangi konu olsa size de mutlaka fikrinizi sorardı. “Gel kardeş sen de bak şu işe, nasıl olmuş? Şu konuda şöyle yapsak sence nasıl sonuç verir? Filanca konuda daha iyi bir yöntem olabilir mi?” diye sürekli sorardı. Sonraları anladım ki böyle yaparak hem istişarenin bereketinden faydalanıyordu, hem de yapılacak bir işte birçok kişinin katkısını alarak onlara da hizmet tecrübesi kazandırıyordu. Birkaç kez onunla beraber cezaevlerindeki Müslümanlara kitap-dergi gönderdik. İşin nasıl yapıldığını, neye dikkat edilmesi gerektiğini anlatırdı daima. “Biz burada geçiciyiz. Gün gelir bu işlerden sizler mesul olursanız nasıl yapılacağını bilin” derdi. Ancak ne yazık ki onun şehadetiyle beraber cezaevlerine yapılan bu hizmet aksadı. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh…

Misafirperver ve kadirşinastı. Bazen derneğe gelirdim ki Abdurrahman abi tek başına işi başından aşkın boğuşuyor. Birkaç gün böyle sürerdi. Sonrasında ise birçok yerden misafirler gelir, yorgunluk bilmez, onlarla ilgilenirdi onca işinin arasında. Bazı geceler dernekte adım atacak yer kalmazdı misafirden. Hepsinin hizmetini gereğince görürdü. Kimin derdi olsa, kalacak yeri olmasa (hatta dışarda aç kalsa) bilirdi ki derneğin kapısı açık ve orada derdini dinleyecek bir dost var. Burma’daki zulümden kaçan bir muhaciri elinden tutup derneğe getirmişti kardeşler. O kardeşin ihtiyaçlarıyla ilgilenmiş, birkaç ay onu misafir etmişti. Mübarek bir adamdı…

4.jpg


Allah için yapılacak bir fedakârlık olduğunda önemli önemsiz diye iş ayırmazdı. Dernekte (yapacak daha genç arkadaşlar varken bile) yerleri süpürmesine, bulaşık yıkamasına, temizlik yapmasına, yemek pişirmesine, misafir ağırlamasına onlarca kez şahit olduk. “Ben başkanım, ya da yaşlıyım, yapmam” demiyor aksine her meselede gayret ediyordu. Yaşımız ondan çok küçüktü ancak çoğu zaman bizim ihmal ettiğimiz işleri de o tamamlıyordu. Dünyası hizmet olmuş biriydi. Zaten dünya namına elinde ne vardı ki, feda etmesin? Ancak ne yazık ki o ümmetin derdiyle dertlenmesine rağmen bir iki abimiz dışında hiç kimse onun derdiyle dertlenmiyordu. Kendisi dernekteki işlerle 7/24 ilgileniyordu. Bu sebeple, ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bir maaş alması caiz olmasına rağmen bunu kabul etmiyor ve çoğu zaman cebinde hiç parası dahi olmuyordu. Faturalarını, kirasını ödemekte zorlanıyordu; ancak asla bundan dolayı yılgınlık göstermezdi ve sitem etmezdi. Müslüman (!) kardeşlerimiz, cemaatler, dernekler onu bu kadar işin gücün arasında yalnız bırakmıştı. Allahu mustean…

Çoğu İslami camia Abi(!)’lerine kıyasla o gerçekten zahid ve ihlaslı bir abiydi. Tağutlardan ve onların hapishanelerinden korkmuyordu. Cezaevlerindeki Müslümanlarla o kadar ilgileniyordu ki bu uğurda her şeyi göze alıyordu. Kim hangi cezaevinde kalıyor, hangi suçla itham edilmiş, kaç cezaevi değiştirmiş, memleketi neresidir, kaç yıl ceza almış çoğunu bilirdi. Kimin hangi koğuşta kaldığını bile sorsam belki de bilirdi. Esir Müslümanların tamamına yakınına büyük küçük bir faydası mutlaka dokunmuştur. Ya kitap gönderip maneviyatlarına destek olmuştur, ya harçlık gönderip ihtiyaçlarını karşılamıştır ya onların ailelerine sahip çıkmıştır ya da onların dertlerini dinleyip, onlarla mektuplaşıp yalnızlıklarına arkadaş olmuştur. Esir Müslümanlar onu baba gibi, abi gibi seviyorlardı. Ona gönderilen mektupları okusaydınız belki de ağlar, esir Müslümanların onu ne kadar sevdiğini, yaptığı hizmetleri ancak takdir ederdiniz.

Muhacir Müslümanlara da sonuna kadar destek oluyordu. Onların ikameti ve ihtiyaçları için elinden ne geliyorsa yapıyordu. Kumkapı yabancılar şubede tutulan mazlum muhacirler için yapılan eylemdeki konuşmasını ajanslardan arşivlerden bulabilen varsa mutlaka dinlesin. (O gün orada eyleme katılanlardan Abdurrahman abi, Yakup (Şenateş) ve içerdeki Müslümanlardan ise Muhammed Ali Abdurrahmanov şehid oldu.) Dinleyince vallahi “bu adamın arkasında emrine amade hazır bir ordu var, ona güveniyor galiba” dersiniz. Fakat arkasında onu çok iyi tanıyan Rabbinden ve birkaç gayretli ve samimi gariban Müslümandan başka hiç kimse yoktu. Çünkü Garip-der, cennetten ve fedakârlıktan başka hiçbir şeyi vadetmiyordu. Zaten dernek başkanı ve sürekli koşturan birkaç destekçisi şehid oldular elhamdülillah.

5.jpg


“Biz buraya sizlerden merhamet dilemeye gelmedik! Bu zulmün hangi okyanusun! ötesinden geldiğini bildiğimizi haykırmaya geldik! Sizlere emir verenler sizin Rabbiniz midir? Emir kulu olmayın Allah’ın kulu olun! Çünkü cehennemin ateşi elbette zalimlere uğrayacaktır. Sabahın erken saatlerinde Müslüman ailelerin yatak odasına otomatik silahlarla girerek onları çocuklarının gözleri önünde tutuklayıp sonra da –biz de Müslümanız- demeye utanmaz mısınız?” diyerek muhteşem bir konuşma yapmıştı. Diğer konuşmacılar, dernek başkanları gayet sönük halde gazetecilere dönmüş edebiyat yapıp “bu iş hukuka aykırı” derken; Abdurrahman abi kameraları falan unutmuş şubedeki emniyet amirlerine dönerek gözlerinin içine baka baka yüksek bir ses tonuyla hakkı anlatmış ve onları rezil etmişti. O gün anladım ki mesele entelektüel, hukuki veya siyasi bilgi değil Allah’a iman ve kafirden korkmamak meselesidir.

Şehadetinden birkaç ay önce dernek çalışmalarını daha iyi yapmak için Suriye’ye gitti. İstanbul’dan yaptığı yardım işlerini sınırın öteki ucunda devam ettiriyordu. Kurban etleri, giyim, yiyecek, tıbbi malzemeler dağıtıyordu. Mazlumların derdiyle daha yakından alakadar olmak istiyordu. Başlarına her gün bomba yağan mazlum kadınları, yaşlıları, çocukları unutamıyordu. Türkiye’den bazı Müslümanların 40 tonluk un yardımını sınırdan geçirip Halep’in tehlikeli yerlerindeki ekmek fırınlarına götürmüştü.

Kendisine hem hizmet arkadaşlığı hem de kâfir Nusayri Esed askerlerine karşı cephe arkadaşlığı yaptım ve İstanbul’da göremediğim birçok faziletine cephedeyken şahit oldum. Sadece mazlum halka değil zalim Beşşar’ı devirmek için çarpışan mücahid Suriye halkına da yardım ediyordu. Onun kadar hiçbirimiz -ki yanımızdaki mücahidlerin çoğu gençlerdi- çalışkan ve gayretli değildik. Kendi görevi olmasa bile tehlikeli yerlerde ribat tutuyor, gece gündüz demeden çalışıyor, bize hem maneviyatta hem de tecrübede yardım ediyordu. İşi gücü orda burda sanal ortamda felsefe yapan, gevezelikten başka bu ümmete verecek hiçbir melekesi bulunmayan, ismini davanın önüne geçirip reklamcılıkla uğraşan, amel etmeyip (kendi ifadesiyle) laf salatası yapmayı çok iyi becerenlerden hiç haz etmez, böylelerini gördüğünde canı sıkılırdı. Çalışkan ve ihlaslı (ve az konuşan) kardeşlerle karşılaştığında ise gözlerinin içi gülerdi. İnsan sarrafıydı desek mübalağa olmaz…

6.jpg


Çok sevdiği kardeşi Özbek komutan Sabri ile birlikte Diverina bölgesine ribat tutmaya gitmiş ve bir keskin nişancı saldırından son anda Allah’ın dilemesiyle kurtulmuştu. Minnığ askeri havaalanı operasyonları başladığında ise cepheye kalıcı olarak gelmişti, orada da istediği şehadete ulaştı. Annesiyle yaptığı son konuşmayı anlatmıştı bize. “Gelmeyecek misin oğul?” demiş anası. “Galiba gelemeyeceğim ana. İnşallah kıyamet günü görüşeceğiz” diye cevap vermiş Abdurrahman abi. “Allah’ın takdiri neyse o olur oğul” demiş yaşlı annesi…

Tanıdığı birçok dostu ondan önce şehid olmuştu. Çok eski bir arkadaşı olan Yahya abi (Ebu Ahmed-deneyimli bir Afgan mücahidi idi) Diverina’da ribat tutarken şehid olmuştu geldikten sadece 5-6 gün sonra… Çok sevdiği Özbek Komutan Bahtiyar (Sabri) şehid olduğu gün belki bir saatten fazla hüngür hüngür ağlamıştı mescidde. Sonrasında da günlerce ağladı. Bizi yakınlardaki bir havuza yüzmeye götürür ama kendisi bir köşeye çekilip dakikalarca ağlardı. Allah için Sabri abiyi çok seviyordu. Sadece on iki gün sonra ona kavuştu.

Cephede her gün hendek kazmaya giderdi. Çünkü havaalanında çok fazla tank vardı ve arazi açık olduğundan dolayı hendek kazmak gerekliydi. Kazılan hendeklerin tamamı tehlikeli bölgelerdeydi ve onun ısrar ettiği bu hendek kazma meselesi vesilesiyle birçok kardeşimiz operasyonlarda hiçbir yara almıyordu (Allah’ın izniyle). Hendek kazılırken kurşunlar kafaların tam üzerinden geçiyor ancak birkaç dakika sonra yine kazmaya devam ediyordu. Onun gayretleri sonucu hangi tarafta olursak o bölgedeki kuşatma ilerliyordu.

İşimiz olmadığı zamanlarda bize anılarından bahsediyordu uzun uzun. Kendine has üslubuyla bazen ciddi bazen esprili anılar anlatıyordu. Ciddi bir mesele olmadıkça asla kırıcı konuşmuyordu.

Kimseyi oturtturmuyor, rahat bırakmıyordu. Kimi boş görse ona bir iş buluyordu. Dernekteki çalışkanlığı ve gayreti daha da artmıştı Şam topraklarında. “Yediğimiz her lokma ümmetin hakkıdır ve hak etmeyip sadece oturacaksak neden burada cihada yük olalım, gidip evimizde oturalım ki nefsimizi cihad ediyoruz diye kandırmış olmayalım. Size kendi çocuklarının rızkından infak eden gariban Müslümanlar siz burada boş boş oturun diye kendi boğazlarından kısmadılar o infakları… Mazlumları şu zalim Esed’den kurtarmaya geldiniz oturmayın” diyordu ve az çalışanlardan uzak duruyordu daima. Birçok mücahid sadece operasyon günü havaalanına gelirken o ve çok sevdiği kardeşi Özbek Komutan Sabri abi, gece gündüz demeden havaalanı bölgesinde yatıp kalkıyorlardı. Havaalanı fethedilsin diye her türlü hizmette bulunuyor cihad güçlensin diye tüm imkanları seferber ediyor, askeri yeteneği olan mücahidleri bir araya toplamaya, onlara daha çok iş yaptırmaya çalışıyordu. Tembellere ve riyakârlara ne dernekteyken ne de cephedeyken değer verdiğine şahit olmadım.

Abdurrahman abiye yöneltilen bazı eleştirileri şimdilerde duyunca onun insanları tanımaktaki bilgisini daha iyi anlıyorum. Cihad üzerinden geçimlerini sağlayan tembellere prim vermediğinden dolayı onlar tarafından çokça eleştiri yapılmış arkasından. Gittikleri her ortamda amellerini konuşturan riyakarların maskelerini indiriyor, onlara anlayacağı dilden nasihat ediyordu. Ameliye ve ribatlara gelmesi ferasetini ve kalbini daha genişletmişti. Lafa gelince mangalda kül bırakmayan bazılarının tembelliklerine şahit oluyor ve onlarla olan bağını -ümmetin maslahatı uğruna- bitirmekten çekinmiyordu.

Mücahidler arasında malum fitne (IŞİD) çıktığında o öyle şeyler söylemişti ki kimse ona inanmak istememişti. Bunun bir fitne olduğunu, cihadın çoluk çocuğa emanet edilemeyeceğini, tecrübe ve Ehl-i Sünnet usulünün bu konuda önemli olduğunu, cihad geçmişleri şaibeli olanların her zamanki gibi boylarından büyük sloganlar attıklarını, bu şekilde ancak çoluk çocuğu kandırabileceklerini, zamanında ümmeti çokça uğraştırmış, yormuş ve cihadın imajını bozmuşların tekrardan sahneye çıktığını, bu fitneyi büyük âlimlerin ifşa edeceğini anlatmıştı. Sadece 15 gün geçmişti ki bizi sakındırdığı şey, Mücahid Şeyh Eymen ez-Zevahiri tarafından doğrulandı. Rahat yataklarında-villalarda yatanların, sabah akşam ribat tutan Suriye’nin mücahid halkını beğenmemesine çok kızıyordu. Cihada yıllarını vermiş alimlere ve emirlere büyük saygı ve sevgisi vardı. Feraseti açık bir Müslümandı.

Geçenlerde Kafkasya İslam Emirliği emiri Şeyh Ali Ebu Muhammed (Allah onu korusun), eskiden temsilcileri olan Ömer Şişani için “IŞİD’i terk et” demişti. Abdurrahman abi ise bundan tam bir yıl önce buna benzer bir nasihatte bulunmuştu. Ameliyeler devam ederken Özbek kardeşlerimiz bize büyük bir bidon bal getirmişlerdi. Ömer Şişani IŞİD’e biat edince Abdurrahman abi bir kavanoz balı bir aracı vasıtasıyla Ömer’e göndererek şöyle demişti:“Ömer’e söyleyin bu balı yesin. Zira bu Iraklılardan (IŞİD’i kastediyor) ağzı çok yanacak!” Rabbim bizi sırat-ı müstakimden ayırmasın…

Bir gün arabasıyla havaalanından geldi ve Esed askerlerinin duvarın arkasında bir şeyler yaptıklarını dürbünden gördüğünü söyledi. Ribat yerimize gidip onların olduğu duvara roket atmaya kim benimle gelecek deyince yanına beni aldı. (Zaten kimse gitmese tek başına gideceğini hepimiz biliyorduk, gözü kara bir adamdı). Arabayla gittik ancak biz ribat yerimize yaklaşamadan çok büyük bir çatışma çıktı. Sonradan öğrendik ki kâfirler birkaç tankla havaalanının duvarından çıkıp ribat yerlerimizi vurmaya ve kuşatmayı yarmaya çalışmışlar. Ağır makinalı ateşinin yağmur gibi olduğu esnada biz tam da savunmasız bir yerde arabanın içinde kalakaldık. Şeyh, arabadan indi ve bir ağacın altına yattı. Uzaktan görsen vurulmuş ya da uyuya kalmış zannederdiniz. Ribat yerlerine en az birkaç yüz metre varken bile kurşunlar tam da kafaların hizasından geçiyordu. Ağır makinalı tüfeklerle, doçkalarla, tank atışlarıyla ve uçak bombardımanıyla -daha önce olmadığı kadar- iki saate yakın yoğun bir şekilde saldırdılar. Abdurrahman abi ise ağacın altında bekliyor ve sebat ediyordu. Sonunda çatışma bitti ve Şeyh'le geri döndük. “Çok korktum ancak Allaha sığındım, sabrettim. O dilemedikçe bir şey olmaz” diyordu. Zaten bu korku övülmüş bir korkudur, sebat oldukça. Cihadda önemli olan geri dönmemektir. Onu farklı kılan buydu; diğer dernek başkanları gibi sadece Türkiye’nin rahat ortamında hizmet edip mitinglerde edebiyat yapan değil böylesi zor zamanlarda da Allah için ölümü göze alan ve sebat eden biriydi.

Şehid olduğu gün -kendi işi olmadığı halde sırf hendekler ilerlesin ve operasyon günü rahat edilsin diye- yine erkenden ribat yerine hendek kazmaya gitmişti. Telsizden beni çağırttırıp havaalanını çaprazdan gören bir binadan kâfirleri izlememi ve telsizden kendisine haber vermemi istedi. “Ben hendek kazıyorum. Sen bakıver bu kafirler ne işler karıştırıyor duvarın arkasında” demişti. Binaya çıkıp dürbünü elime aldım ve askerlerin yaptıklarını an be an telsizle haber verdim. “Abi dikkat et, şimdi el bombaları atmaya başladılar… İki asker geliyor sana doğru… Sol taraftaki deliklerden sıkacaklar sana abi dikkat et… Size bakıyorlar karşılık verin abi” diyerek anlatıyordum. İki saate yakın böyle sıcak çatışma yaşandı. Ondan duyduğum en son söz, “kardeş ben şu an onlara çok yakınım. Sen anlat bana, ne yapıyorlar, devam et (kısık sesle konuşuyordu)” oldu. Sonrasında uzunca bir süre ondan hiç cevap gelmedi. Daha öncesinde telsizden bir kardeş “bizde falanca mühimmat var dileyen gelsin alsın” diye anons geçtiği için herhalde oraya gitmiştir, birazdan eve döner dedim içimden. Eve döndüm, bir şeyler yiyip namaz kıldım ve kardeşler, “galiba Abdurrahman abi şehid oldu” dediler. Yarım saat telsizle sorduktan sonra haber doğrulandı. Gittiğimizde kardeşler onu havaalanının dışında bir yere getirdiler. Şeyhin İstanbul’dan en yakın arkadaşı şehid inşallah Yakup (Şenateş) abi onu bulunduğu yerden çıkarmıştı. “Kazı yaptığımız kayanın üzerinde yan yatar halde silahı elinde namluyu kâfirlerin hendeklerine doğrultmuş bir halde onu buldum.” demişti. Karşılıklı uzunca bir süre çatışmışlardı. Kâfirle arasındaki mesafe 30 metre kadardı. Basında sniper kurşunuyla şehid olduğu geçti, ancak mesafe sniper atışı için çok kısa ve elverişsizdi. Yine de Allahu alem…

7.jpg


Sadece mitinglerin ön safında duran biri olmanın yanında zalimlere karşı cephenin en önünde son nefesine kadar gayret etti.
Bir veya iki kez çocuklarını dahi havaalanına getirmişti, kâfirden korkmamayı ve direnmeyi görsünler diyordu. Hatta ribat yerlerimize bile bir defa gelmişti çocukları. Heyhat! Şimdiki sözde tevhid ehli müslüman! babalar ve anneler için evlat sevgisi kalplerinde öyle büyük bir put olmuş ki ancak çocuklarını lunaparklara götürüyorlar. O ise cihadın ortasına getiriyordu (Tabi ki gerekli tüm önlemler alınarak ve güvenli derin hendeklerden geçerek geliyorlardı).

Şehadetinden sonra defalarca rüyamda gördüm şeyhi. Bunlardan birinde kaldığımız evin önündeydik. Her zamanki gibi askeri kıyafet var üzerinde. “Abi sizden sonra neler oldu burada haberin var mı?” dedim. “Var kardeş” dedi. “Nerelerdesiniz peki abi sen, Sabri abi?” dedim. (Sakin bir şekilde) “Cennetteyiz inşallah kardeş” dedi.

Bunlar şahid olduğum güzel hasletlerinden sadece bir kısmı. Onu görenler ve tanıyanlar bu yazdıklarıma sonuna kadar hak vereceklerdir. İslami camiayı yakından bilmeme rağmen ben, Abdurrahman abi gibi bir Mücahid görmedim. Rabbim onun gibilerin sayısını arttırsın. Ona yaptığım arkadaşlığı bir nimet olarak görüyor ve tecrübelerinden hala istifade ediyorum. Ribatta, düşmana en yakın yerde canını Rabbine sattı ve inşallah kıyamete kadar amel defteri açık kalacaktır. Rabbim ondan razı olsun, şehadetini kabul etsin, o ve arkadaşları ile bizleri Firdevs-i Ala’da buluştursun.

8.jpg



Kaynak : Kureselhaber.net
 
hebbit kerrih Çevrimdışı

hebbit kerrih

İslam-tr Mudâvimi
Site Emektarı
Allah razı olsun.
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
ne mütevazi bir abi sübhanALLAH

RABBİM,şehadetini kabul buyursun amin
 
O Çevrimdışı

omarcihad

Üye
İslam-TR Üyesi
ALLAHU EKBER.Görünce hemen içim nasıl ısındı ALLAH içimizdeki samimileri artırsın sırt sırta cihad nasip eylesin.Vallahi ümmetin iftihar tablosu..
 
hebbit kerrih Çevrimdışı

hebbit kerrih

İslam-tr Mudâvimi
Site Emektarı
güncel.
 
Ç Çevrimdışı

Çeçenyam

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
subhanAllah.. Rabbim senden razı olsun. Mekanı cennet inşaAllah
 
Üst Ana Sayfa Alt