E
Çevrimdışı
Ebu & Dücane
Misafir
Abdullah PALEVİ
Vela ve Bera Akidesi
Lugatte muvalat kelimesi yakınlık anlamındadır. Yine iki şeyin arasının ayrılmaması, birbirini takip etmesi anlamına da gelir. Örneğin abdest amellerinde muvalat kelimesi kullanılır. Yani abdest alırken yapılanların arasını ayırmadan peş peşe yıkamak demektir.
Muvalat (dostluk) kelimesinin aslı, yakınlık ve takip etmedir. Zıddı ise Muadat (düşmanlık)'tır. Bu da; uzak ve karşı olma anlamına gelir.
Veli kelimesi şu anlamlara da gelir: Yardımcı, destek, müttefik, seven, arkadaş, soyca yakın olan, köle azad eden, azad edilen, köle ve bir işi üstlenen kimse; örneğin veliyyu'l-emr, kadının nikahta velisi ve yetimin velisi gibi.
Ferra' şöyle der: "Veli ve mevla kelimeleri arapçada aynıdır. (Lisanu’l-Arap; 15/408)
"Filan kişi filanı veli edindi" dediğimizde, bu; ona tabi oldu, itaat etti, yakınlaştı ve ona yardım etti anlamındadır. (Bkz: Lisanu'l-Arap, ibn Manzur; 15/406-410. En-Nihaye, ibnu'l-Esir; 5/227-230. EI-Mufredat, Rağıp el-Isfehani 533-535 -Muhtaru's-Sihah, er-Razı; 736. EI-Mu'cemu’l-Vasit; 2/1057-1058)
Şer'i ıstılahta ise muvalat kelimesi, birçok anlamda kullanılır. Kastedilen şey, sözün akışına göre anlaşılır. Muvalat kelimesinin şeri anlamlarının tümü lügat anlamına dönüktür. O da yakınlık anlamıdır. Bunlardan bazıları şöyledir:
Yardım anlamında dostluk:
Bu; Kitap ve Sünnet'te geçen muvalat kelimesinin anlamlarının en belirgin olanıdır: "Onların 'ın dışında kendilerine yardım edecek velileri yoktur" ( Şura/46). Ayet delildir ki; dost yardımcıdır ve dostluk da şüphesiz yardımdır.
2. İtaat ve tabi olma anlamındaki dostluk:
"Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın"(el-Araf/3). Ayet delildir ki; bir kimseye tabi olan onu veli edinmiş olur.
' tan başkasına ibadet de buna girer. Sa' leb şöyle demiştir: "'tan başka bir şeye ibadet eden herkes o ibadet ettiği şeyi veli edinmiştir.( Age: 15/411)
3. Sevgi ve muhabbet anlamında dostluk:
"Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara karşı sevgi yönelterek onları veliler edinmeyin ... " (60 Mümtehine/1) Burada sevgi dostluktan (muvalattan) sayılmıştır.
4. Kardeşlik anlamındaki dostluk:
Muhacir ve Ensar birbirlerine mirasçı olmaktaydılar. Ta ki bu, miras için kan bağının olması gerektiği hükmü ile nesh edilinceye kadar. İşte bu dostluk şu ayette geçen dostluktur:
"Gerçek şu ki; iman edenler, hicret edenler ve yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler; işte birbirlerinin velisi bunlardır. İman edip hicret etmeyenler; onlar hicret edinceye kadar sizin onlarla hiçbir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse yardım sizin üzerinize bir yükümlülüktür. Ancak sizlerle onlar arasında bir anlaşma bulunan topluluğun aleyhine değil. yapmakta olduklarınızı görendir" (Enfal 72)
5. Soy velayeti:
Bunlar akrabalardan olan bir guruptur. Daha önceki ayette geçtiği gibi bu veraseti gerektirir. (el-Enfal / 75 ve el-Ahzab / 6) Resulullah şöyle der: "Mirasları hak edenlere ulaştırın. Eğer kalırsa bu soyca en yakın olan erkeğedir."
Akrabalık velayeti haksız yere öldürülen kişinin kanı konusunda da velayettir: "Kim mazlum olarak öldürülmüşse, onun velisine yetki vermişizdir ... "(İsra/33)
Şer'an vacip olan muvalat (dostluk) müslümanın tüm bu hasletleri ' a, Rasulüne ve müminlere yöneItmesidir. u Teala şöyle der:
"Kim 'ı, Rasulünü ve müminleri veli edinirse (dost edinirse) hiç şüphe yok galip gelecek olanlar 'ın taraftarlarıdır" ( Maide / 56)
Şer'an haram olan muvalat (dostluk) ise; müslümanın bunlardan birisini kafirlere yöneltmesidir. u Teala şöyle der:
"Ey iman edenler, benim de düşmanı m sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyiniz "(Mümtehine / 1)
Müslümanlarla müşrikler arasındaki dostluk kitap, sünnet ve icma ile yasaklanmıştır. u Teala, bu yasaklama ile ilgili olarak şöyle buyurur:
"Ey iman edenler, mü'minleri bırakıp da kafirleri veli (dost) edinmeyin." (Nisa/144)
"Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kafirleri veli edinmesinler. Kim böyle yaparsa ile dostluğu kalmaz. Ancak onlardan korunma gayesiyle sakınma(nız) müstesnadır. sizi kendisinden korkmanızı emrediyor ve dönüş 'adır." ( Al-i İmran / 28).
Müslümanların, birbirlerini dost edinmeleri ise vaciptir. u Teala şöyle buyurur:
"Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. Bunlar iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar." (Tevbe / 71)
"Mü'minler ancak kardeştirler." (Hucurat / 10)
"Kim 'ı, Rasulünü ve mü'minleri veli edinirse, şüphe yok ki hizbullah, galip olacakların ta kendileridir." (Maide / 56)
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"Müslüman, müslümanın kardeşidir, ona haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez." (Müttefekun Aleyhi)
Müslümanın müslümanı zalimlerin zulmüne bırakması ve ona yardım etmemesi caiz değildir.
Müşrik kafirlere, dil ile ve diğer kuvvet unsurları ile müslümanlara karşı açıkça destek olmak, kişiyi dinden çıkaran büyük bir küfürdür. Bunun delilleri ise şu ayettir.
"Ey iman edenler, yahudileri de hıristiyanları da veliler edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. İçinizden kim onları veli edinirse, muhakkak o da onlardandır. Şüphesiz zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Maide /51)
Ayette, kafirleri dost edinenin, kafirlerden olduğunu bildirmektedir. Kurtubi (rahimehullah) şöyle der: "u Teala'nın 'içinizden kim onları veli edinirse' buyruğu, kim onlara müslümanlar aleyhine destek verirse, "muhakkak o da onlardandır" demektir. u Teala bu ayetle, böylesinin hükmünün onların hükmü gibi olacağını beyan etmektedir. Müşrikleri dost ve veli edinmenin küfür olduğuna dair Kur'an'ı Kerim'de bir çok nas vardır. Biz burada bunun delillerini uzun uzun ortaya koymanın gerekli olmadığını inanıyoruz. Zira İbn-i Hazm'ın da dediği gibi "u Teala'nın, "İçinizden kim onları veli edinirse, muhakkak o da onlardandır" (Maide / 51) ayeti, kafirlere dostlukta bulunan kişinin zahiri durumuna göre kafir olduğunu belirtmektedir. Bu, iki müslümanın dahi ihtilaf etmeyeceği bir haktır. (El-Muhalla, 33/12)
Velanın Hudutları
İslam alimleri müşriklere karşı dostluk göstermeyi üç kısma bölmüşlerdir.
1- Hem zahiri hem de batıni anlamda onlarla uyum içerisinde olan ve onların dediklerini yapan, onlara meyledip onları gönülden seven bir kimse İslam' dan çıkmış ve kafir olmuştur. İkrah altında olsun ya da olmasın durum değişmez. Çünkü o her bakımdan kafir ve müşriklere benzemekte ve onlarla uyum içinde hareket etmektedir. u Teala böyle kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Kalbi iman ile sükunet bulduğu halde (dinden dönmeye) zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine 'tan bir gazab gelir ve kendilerine çok büyük bir azab vardır. " (Nahl / 106)
2- Görünürde müşriklere karşıymış gibi dururken kalben onları seven kimse de kafirdir. Bu kimse görünürde İslam ile amel ettiğinden dolayı malını ve canını güvenceye almıştır ancak aslen münafıktır.
3- Kalben onlara karşı olmakla birlikte görünürde onlardanmış gibi davranan kimseler. Bunlar için iki durum söz konusudur:
a- Kişinin işkenceye tabii tutulması ya da ölümle tehdit edilmesi halinde ikrah altında zahiren kafir ve müşriklere karşı muvafakat etmesi caizdir. Ancak görünürde böyle davranırken kalbinin imanla dolu olması ve ellerinden kurtulduğu anda imanını açıklaması gerekir. Nitekim aynı durum Ammar b. Yasir'in başına gelmişti. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:
"Kalbi iman ile sükunet bulduğu halde (dinden dönmeye) zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine /tan bir gazab gelir ve kendilerine çok büyük bir azab vardır. " (Nahl /106)
u Teala şöyle buyuruyor:
"Mü’minler, müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin ve onu her kim yaparsa ’dan ilişiği kesilmiş olur, ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Bununla beraber sizi kendisinden korunmanız hususunda uyarır. Nihayet gidiş 'adır." (Ali İmran / 28)
b- Kalben onlara karşı olmakla birlikte geçerli bir ikrah söz konusu olmadığı halde, böyle yapan kimse de mürtettir. Müşrik ve kafirlere karşı içten içe nefret duyması, onları sevmemesi kendisine bir yarar sağlamaz. böyle kimseler hakkında şöyle buyuruyor:
"Bu (azab) şundan dolayıdır ki, onlar, dünya hayatını sevmiş ve onu ahirete tercih etmişlerdir. 'da kafirler topluluğunu hidayete erdirmez. " (Nahl/107)
Dostluğun, velayetin hususlarından bir tanesi hiç şüphesiz itaat etmektir. u Teala müşriklere yönelik bir itaati velayetin içinde değerlendirerek şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kafir yaparlar." (3 Ali İmran/100)
"Üzerlerine 'ın ismi anılmamış olanlardan yemeyin, çünkü onu yemek yoldan çıkmaktır. Şeytanlar, dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız, muhakkak ki, 'a ortak koşanlardan olursunuz." ( En'am / 121)
Bu ayetin tefsirinde Seyyid Kutub şöyle demektedir:
Bu dinde hakimiyet, itaat ve tabii olma konusunda gösterilen kesinliği ve açıklığı iyice kavrayabilmemiz için "Eğer onlara uyarsanız, muhakkak ki, 'a ortak koşanlardan olursunuz" ayeti üzerinde biraz duralım.
Bir müslümanın 'ın şeriatından kaynaklanmaksızın, hakimiyeti tek başına O'na özgü kılmaya dayanmaksızın herhangi bir insanın koyduğu en ufak bir hükme uyması. Bu ufak noktada müslümanın ona uyması kendisini 'a teslim olmuşluktan (müslümanlıktan) çıkarıp O'na ortak koşmuşluk (müşriklik) konumuna getireceğini Kur'an ayeti kesin ve net bir şekilde ifade etmektedir. Bu konuda İbn-i Kesir şöyle diyor:
"Yüce 'ın şu sözüne gelince: "Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de müşrik olursunuz." Yani siz 'ın size emrettiği şeylerden ve sizin için belirlediği şeriatından sapıp, ondan başkasının sözüne uyarsanız ve başkasını O'na tercih ederseniz bu şirktir. Tıpkı şu sözünde belirlediği gibi:
"Din bilginlerini ve ruhbanlarını ’dan başka Rabbler edindiler." ( Tevbe / 31)
Tirmizi ayetin tefsirinde Adiy b. Hatem'den şöyle rivayet etmektedir; Adiy, Resulullah'a şöyle dediğini anlatır:
-Ya Resulallah onlar din bilginlerine ve ruhbanlarına ibadet etmiyorlar, dedim. Resulullah:
-Evet, ibadet ediyorlar. Din bilginleri ve ruhbanlar haram şeyleri onlara helal, helal şeyleri de haram kıldılar. Onlar da bunlara uydular. İşte bu durum sonucu, onlara ibadet ediyorlar demektir, buyurdu.
Aynı şekilde İbn-i Kesir, "Din bilginlerini ve ruhbanlarını 'dan başka Rabbler edindiler" ayeti hakkında Süddi'den şu sözleri nakleder:
"Adamların öğütlerine uyup 'ın kitabını kulak ardı ettiler, bu yüzden yüce , "Oysa bir tek ilaha kulluk etmekten başka bir şeyle emr olunmamışlardı" buyurmuştur. Yani haram kıldığı şey haram olan, helal kıldığı şey helal olan, şeriatına uyulan ve hükmü uygulanan bir tek ilah.
Bunlar Süddi'nin dedikleri onlar da İbn-i Kesir'in. Her ikisi de Kur'an ayetinin ve aynı şekilde peygamberin tefsirinin kesin, net ve açıklığına dayanarak; küçük bir ayrıntıda da olsa, bir insanın kendi kendine koyduğu bir şeriata uymasının açık ve kesin bir şekilde müşrik olmasına neden olacağını belirtmektedir. Şayet bu adam müslüman olur da böyle bir davranışta bulunursa, İslam’dan çıkıp, şirke girmiş demektir. 'dan başkasına başvurduğu, O'ndan başkasına itaat ettiği sürece diliyle, "'dan başka ilah bulunmadığına tanıklık ederim = Eşhedu en la ilahe illallah" demesinin hiçbir değeri yoktur.
Bu kesin açıklamaların ışığında yeryüzünün bugünkü durumuna baktığımızda, cahiliye ve şirk tarafından sarıldığını görürüz. İlahlık özelliklerini iddia eden yeryüzü RabbIerine karşı çıkıp da zorlama sınırları dışında onların hiçbir yasalarını ve hükümlerini kabul etmeyen 'ın koruduğu kimselerin dışında, cahiliye ve şirkten başka bir şey bulunmadığını anlarız." (Fi’Zilal-il Kur’an)
'u Teala yine bir başka ayette şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, arkalarına dönenleri, şeytan sürüklemiş ve kendilerine ümit vermiştir. Bunun sebebi; onların, 'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara; -bazı hususlarda size ileride itaat edeceğiz¬demeleridir. Oysa , onların gizlediklerini biliyor." (Muhammed /25-26)
Bakınız bu ayetin tefsirinde Şeyh Muhammed Emin Şankıti ne demektedir: "Bu ayetler 'ın indirdiklerinden nefret edenlere itaat edip onların batıl düşüncelerine destekçi olanların kafir olduklarını ifade etmektedir. Çağımızda bu ayetlerin ihtiva ettiği mana ve tehditleri bütün müslümanların düşünmesi zorunludur. Zira kendini müslüman zannedenlerin çoğu bu ayetlerin kapsamına girmektedirler. Çünkü doğudaki ve batıdaki tüm kafirler 'ın, Muhammed (sav)'e indirdiği kitaptan nefret etmektedirler. Kim bu kafirlere ayetin ifade ettiği gibi "bazı konularda size itaat ederim" derse bu ayetlerin tehdidinin altına girecektir. Tabi ki her konuda onlara itaat edenler daha çok bu ayetlerin mefhumuna girerler. Şu andaki beşeri sistemlere itaat edenler şüphesiz bu ayet in kapsamı altına girmektedirler. Dikkat! Dikkat! Bazı konularda size itaat ederim diyenlerden olma." (Muhammed Emin Şankıti, Edva'üI Beyan, 3/383)
Şeyh Muhammed Emin Şankıti Kehf Suresi'nin 26. ayetine yaptığı tefsirde ise şöyle demektedir: "Kur'an'ı Kerim'in naslarından açıkça anlaşılmaktadır ki, şeytanın dostları vasıtası ile koydurduğu, İslam şeriatına muhalif beşeri kanunlara tabi olanların kafir ve müşrik olduklarından ancak onlar gibi 'ın basiretlerini kör ettiği, vahyin nurundan kör olan kafir ve müşrik kimseler şüphe ederler. (Muhammed Emin Şankıti, Edva'üI Beyan, 4/73-74)
Yine Şeyh Muhammed Emin Şankıti İsra Suresi'nin 9. ayetine yaptığı tefsirde ise şöyle demektedir: "Rasulullah'ın getirdiği din ve şeriattan başkasına tabii olan kişi, kendisini İslam milletinden çıkaran apaçık bir küfür işlemiştir. İşte bu hüküm Kur'an'ın doğru yola ileten hükümlerindendir." (Muhammed Emin Şankıtİ, Edva'ül Beyan, 3/439)
u Teala bir başka ayette şöyle buyurmaktadır:
" size Kitap (Kur'an)da: "'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, o kafirlerle oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz" diye hüküm indirdi. Muhakkak ki , münafıkların ve kafirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır." (Nisa/140)
07-17-2012, 07:10 PM #2
teyze
--------------------------------------------------------------------------------
Bu ayetin tefsirinde Fahreddin razi şöyle demektedir:
"Ey Münafıklar! Küfür konusunda sizde o papazlar gibisiniz. Ehli ilim der ki: Bu ayet delalet eder ki, kim küfre rıza gösterirse kafir olur. Kim ki bir münkeri görüp, razı olup yapanlarla içli dışlı olursa o münkeri işlemese dahi o günahta onlarla müşterektir. Zira u Teala ayette -misil- kelimesini zikretmiştir." (Mefatihu'l Gayb)
Yine aynı ayete ilişkin Muhammed Kutub şöyle demektedir: "Böyle parlamentolara girmek bazı kaymalara sebep olur. Davaya karşı büyük tehlike ifade eder. Öncelikle böyle parlamentolara girmek akideyi bozar. Bir müslümanın dini ona "'ın şeriatı dışındaki tüm kanun ve yasaları reddet. Beşeri sistemlerin hepsi cahili sistemlerdir. Bu beşeri sistemleri kabul etme ve bunlara rıza gösterme" der. Buna rağmen bir müslüman, 'ın şeriatını reddeden kendi istekleri doğrultusunda kanun vaaz eden parlamentoda nasıl olurda onlarla oturur? Nasıl onlarla birlikte hükümet kurar? Bir müslüman nasıl onların ilkelerini kabul ettiğine dair söz verir ve yemin eder? (Muhammed Kutub, Vakiuna El'muasıf, sy:423)
Vela kavramına dair bu açıklamalardan sonra bera kavramı hakkında da bilgi vermek yerinde olacaktır. Bera kavramı hakkında İbn'ul Arabi şöyle demektedir:
"Kişi bir şeyden kurtulunca beri oldu denilir. Nitekim bu kelime korunup uzak kalmak, manalarına geldiği gibi mazur görmek, mazeret göstermek, bahane bulmak, özür, mazur olmak, uyarmak gibi manalara da gelir. u Teala şöyle buyurmuştur:
" ve Rasülünden kendileri ile anlaşma yaptığınız müşriklere bir (beraet) ihtardır." ( Tevbe/1)
Dikkat edilirse bu ayette beraet kelimesi uyarı, ikaz ve ihtar anlamlarına gelmektedir. El-Bera kavramı ıstılahta ise değişik şekillerdeki uyarı ve ikazdan sonra uzaklaşmak, kurtulmak ve düşmanlık anlamlarına gelmektedir." (Said el-Kahtani, vela ve bera 1/113-114)
Bu tanımlardan sonra bera kavramı hakkında sözü Abdullah Azzam'a bırakarak onun şu mükemmel tespitlerini aktarmak istiyorum:
"Vela ve beranın dostluk ve arınmak anlamı, La İlahe İllallah'ın manasının ta kendisidir. La ilahe illallah kelimesinin anlamı ancak vela ve bera akidesi ile tahakkuk eder. Şer' i ıstılaha göre vela ve beranın anlamı; için sevmek, için buğz etmek, her müslümanı sevip yardım etmek, İslam ve İslam memleketini savunmak için canını ve kanını seve seve vermek kafirlere düşmanlık ve buğzetmek, onlardan biri gibi olup onlara benzememek ve fikri, kültürel, askeri alanlarda onlarla savaşmaktır. Bundan dolayı Müslümanlığını iddia edipte Müslümanların acılarını paylaşmayan, sevdiklerini sevmeyen, buğzettiklerine buğzetmeyenin dininde şüphe, akidesinde ise karışıklık vardır. Bazen bu tip bir iddia, davranış sahibini İslam'dan bile çıkarabilir. Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde Medine-i Münevvere'nin toplumunda bu akidenin eserleri güneş gibi açığa çıkmıştır. Mesela savaş meydanında rızasını kazanmak için, bazı sahabeler müşrik olan babalarını ve müşrik kardeşlerini öldürüyorlardı. u Teala kitabında buyuruyor ki:
"'a ve ahiret gününe inanan bir milletin, babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa 'a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsiniz. Onlar o kimselerdir ki kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar 'ın hizbi (dininin yardımcıları )dir. İyi bil ki, kurtuluşa ulaşacak olanlar, 'ın hizbidir. "
Yukarıda geçen ayet-i kerime Bedir meydanında müşrik babasını öldüren Ebu Ubeyde hakkında inmiştir. Bu olay Rasulü'nün yanında yetişen toplumun ne büyük bir yüceliğe sahip olduğunun göstergesidir. Muhaysa b. Mes'ud, Beni Kureyza'nın lideri olan İbn-i Şeybe'yi öldürdüğünde büyük kardeşi -ki kafir bir kimseydi- "Ey Muhaysa! Senin kalbin ne kadar sert ve katıdır." Muhaysa ona şöyle cevap verdi: "Onu öldürmemi emreden zat senide öldürmemi emrederse bil ki, mutlaka seni de öldürürüm. Yani onu öldürmemi emreden 'ın Rasulü idi. Şayet seni de öldürmemi emretseydi, mutlaka bundan kaçınmazdım."
İlk İslam toplumunu birleştiren' bağ, toprak ya da akrabalık bağı değildi. Bu toplumun birbirilerine bağlanma noktası ancak akide idi. Bu toplum aslında daha önce çöküntü içinde idi. Ve ırkçılık engelinde boğulan bir toplum idi. Arapların bu ırkçılık noktasında çok ileri gittiklerini en güzel bir şekilde Dureyt b. Summe'nin şu sözü açıklamaktadır:
"Ben ancak ve ancak Guziye kabilesindenim. O saparsa ben de saparım. Şayet o doğru yolda olursa ben de doğru yola gelirim."
Rasulü işte böyle bir toplumu kurtarıp, onları dinin zirvesine çıkarmıştır. Dolayısı ile bu toplum nefsi ve şahsi çıkarlardan tamamen kurtulduktan sonra tüm aleme önder olmuştur. İslam toplumunda tüm esaslar sevgi, saygı ve yardımlaşma esası üzerine kurulmuştur. Bunların hepsi de kelime-i tevhide bağlanmıştır. Kim bu tevhid kelimesine bağlanırsa ben ondanım o da bendendir. İşte bu bağ yeterlidir. Başka bir bağa gerek yoktur. Onun pasaportunun rengi benim pasaportumun rengine benzemezse, ya da onun teninin rengi• benim tenimin rengine benzemezse bile durum böyledir, değişmez.
İslam toplumunda bağlantı kaynağı imandır. İrtibat sebebi ise takvadır. Hedef cennettir. Gaye ise rızasıdır. Mus'ab b. Umeyr, Abdurrahman b. Avf'ın elinde esir olan kafir kardeşinin yanından geçerken "esirin ellerini iyice bağlayın" demiştir. Esir olan kardeşi "niye böyle söylüyorsun kardeşim" dediği zaman Mus'ab ona şöyle cevap vermiştir: "Seni esir alan benim kardeşimdir. Sen ise benim kardeşim değilsin."
düşmanları vela ve bera akidesinin Müslümanların toplanmasına ve kudret bulmasına vesile teşkil ettiğini görünce Müslümanları renk, ırk, yer ve cins bakımından bölmek istediler. Böylece pis koku veren ırkçılık ortaya çıktı. Müslümanlar bu ırkçılık çamurunda boğulmuş ve böylece ümmet paramparça olmuştur. İslamı hareketler bu toplumu içine düştüğü bataklıktan çıkarmak için gayret etseler bu dinin zirvesine ulaştırmak ve toplumlarının İslam'ın güzel kokularını koklaması için uğraşsalar da bu insanların o zirveye ulaşmaya artık güçleri kalmamıştır. Dolayısıyla İslam davasının davetçilerinin çoğu bu ırkçılıktan etkilenmiştir. Bakıyorsun ki adam Mısırlıdır. Sadece Mısırda ki İslami hareketi desteklemektedir. Diğer yerlerdeki İslami davalarla alakası yoktur. Diğer İslami şehirlerdeki davetçileri de bununla kıyaslayabiliriz.
Şüphesiz vela ve bera akidesi Müslümanların çoğunun zihninde tam bir açıklığa kavuşmamıştır. Şayet biz yeryüzünde 'ın dinini hakim kılmak istiyorsak tüm ırkçılık ve vatancılık bağlarından kurtulmamız gereklidir. Biz bu dini hak kılmak için hangi toplumda olursa olsun, pasaportun rengini unutmamız gereklidir. Bilinmelidir ki, için sevgi açıktır ve kayıtsızdır.
"İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misal vardır, onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve sizin 'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek 'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir." Yalnız İbrahim'in babasına: "Senin için mağfiret dileyeceğim, fakat senin için 'tan (gelecek) hiçbir şeyi (önlemeye) gücüm yetmez." demesi hariç. Rabbimiz! Yalnız sana dayandık, sana yöneldik. Dönüşümüz de ancak sanadır." (Mümtehine /4)
Vela ve bera akidesi ve 'ın sevdiği şeyleri sevmek, ' ın buğzettiği her şeye karşı buğzetmek demektir. İbn-i Teymiyye şöyle demektir:
"Kalplerin imanın lezzetine tam olarak ulaşması ' a yaklaşmakla olur. 'ın sevgisi ancak 'ın dışındaki tüm sevgilerden yüz çevirmekle olur. Bu da La İlahe İllallah'ın hakikatidir. La İlahe İllallah ise, Hz. İbrahim ve tüm peygamberlerin dinidir. İkinci şık olan Muhammedun Resulullah'ın manası ise, Rasulü'nün emrettiği şeylerde O'na itaat edip nehyettiği şeylerden kaçınmaktır. Sahih bir hadiste şöyle buyrulmaktadır:
"Şüphesiz 'ın kulları içinde bazı kullar vardır ki bunlar Peygamberler ve şehidler olmadıkları halde katında yüce bir makama sahiptirler. Bundan dolayı kıyamet gününde peygamberler ve şehidler bunlara gıbta ile bakarlar."
Sahabeler "bunların kim olduğunu bize haber verir misiniz Ya Resulullah?" dediler. Rasulü onlara, "bunlar öyle kimselerdir ki, aralarında akrabalık bağı ve mal alışverişi olmaksızın birbirilerini için sevenlerdir. Vallahi onların yüzleri nurdur. Onlar nur üzerindedirler. İnsanlar korktuğu zaman onlar korkmazlar ve insanları üzüntülü oldukları zaman onlar üzülmezler" dedi ve şu ayeti okudu:
"Açın gözünüzü! ’ın dostları üzerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar." (Yunus /62)
Başka bir hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur: "İmanın en sağlam kulpu için sevmek ve için buğzetmektir."
Yine bir kudsi hadiste şöyle buyrulmaktadır: "Benim için birbirine nasihat edenlere sevgim haktır. Ve benim için birbirilerine ihsan edenlere sevgim haktır. Birbirilerini sevenler nurdan yapılmış minberler üzerindedirler. katında yüce bir makama sahip olduklarından dolayı peygamberler, şehidler ve sıddıklar onlara gıpta ile bakarlar."
Kafirlerle beraber olmamaya, onlara düşman olup karşı gelmeye teşvik eden bir çok eser vardır. Bu kitapların bazılarında "kim bir müşrikle bir araya gelirse ve onun yanında durursa şüphesiz o da onun gibidir" denilmektedir. İbn-i Hazm "şayet küfrünü ilan etmiş bir kafir, İslam memleketini ele geçirirse ve bu kafir 'ın dininden başka bir din ilan edip memleketi tek başına idare etmeye başlasa, bununla beraber Müslümanların durumunda hiçbir değişme yok ise, bu kafirle beraber durup ona yardım edenler her ne kadar Müslüman olduklarını iddia etselerde kafirdirler" demektedir.
Vela ve bera akidesi demek, Müslüman hak üzerinde olduğu müddetçe nerede olursa olsun, onunla birlikte olup ona yardım etmektir. Burada Müslümanların zihninde bu akidenin netleşmediğini ifade eden bir çok misaller vardır. Bu misallerden bazısı, insanların vatan, ırk, cins, laiklik bayrağı ve parolası altında toplanmasıdır. Fakat biz açıkça diyoruz ki; kim ki gayri islami şiarlar altında toplanıp onu savunursa ve bu bilmediği halde de olsa dinden çıkar. Hangi isim altında olursa olsun gayri islami şiarlarla beraber olup onları savunup, müdafaa edersen 'ın dininden çıkarsın. Bunun için sığındığın sancağa ve savunduğun topluma iyice dikkat et ve tanı. ' ın şu sözüne dikkat et... Hz. Nuh oğlunun kurtuluşunu 'tan taleb ederken, u Teala'da O'nun oğlu ile arasında bağ kalmadığını bildirmektedir:
"; 'Ey Nuh! O kesinlikle senin ehlin (ailen)'den değildir. Çünkü o salih olmayan bir amelin sahibidir. Hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım' dedi. " (Hud / 46)
Sonra şuna dikkat et. .. Hz. Nuh yaptığı hatadan tevbe etmektedir:
"Nuh; 'Ey Rabbim! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen ben hüsrana uğrayanlardan olurum' dedi. " ( Hud / 47)
Siz vela ve bera akidesini iyice tanımamışsanız ... " göktedir, eli elimize benzemez, istiva, 'ın arşın üzerinde oluşu malumdur, keyfiyeti mechuldür, ona iman etmek vaciptir. Bundan soru sormak bid'attır. " Evet siz sadece bunları biliyorsunuz. Akide sadece bunlardan ibaret değildir ki ... Bunları sadece bir oturuşta ezberleyebiliriz. Fakat vela ve bera insanların pahalı hayatlarını yolunda harcamasını istiyor. Kanını vermek ve tüm dünya önünde mücadele etmek gibi ... Bu da uluhiyet tevhidinin bir gereğidir ki tüm peygamberler bunu ilan etmek için gönderilmiştir.
İman ancak için sevmek ve için buğzetmektir. Kim için severse, için buğzederse, için verirse ve için men ederse, 'ın sevgisine nail olur. Zaten 'ın sevgisi ancak bunlarla olur. Kur'an daki ayetler İslam'ın beş rüknundan daha fazla vela ve bera akidesinden, Müslümanları sevmek, kafirlere düşman olmaktan bahsetmektedir. Vela ve bera akidesini iyice bilmen gerekmektedir. Ve yine şunu bilmen gerekiyor ki, bazı şahıslar veya bir şahıs bile ümmeti satabilir. Bundan dolayıdır ki alimler, İslam devletinin başkanının müctehid, muttaki bir zat olup en azından ictihad ehlinden kırk kişi tarafından seçilmesini ve ehli hal ve'l akdin ona beyat etmesini şart koşmuşlardır.
Vela ve bera akidesi, La ilahe illallah'ın bizden ilk isteklerinden ve ayrılmaz gereklerindendir. La İlahe İllallah kelimesi kalplerde yerleştikten sonra pratiğe dönüşmesi lazımdır. La ilahe İllallah akidesinin meyvesi ise, severken için sevmek ve buğzederken için buğzetmektir. 'ın dostlarını sevmek, 'ın düşmanlarına düşman olmak ve canını yolunda feda etmektir. İbn-i Teymiye diyor ki:
"La İlahe illallah kelimesi, için sevmeyi, için buğzetmeyi, için dost olmayı, için düşmanlık yapmayı, 'ın sevdiklerini sevmeyi, 'ın buğzettiklerine buğzetmeyi, nerede olursa olsun Müslümanlara dost olmayı, akraba dahi olsalar kafirlere düşman olmayı istemektedir."
Taberani hasen bir isnadla Resulullah'tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle rivayet etmektedir:
İmanın en sağlam kulpu için dost olmak ve için buğzetmektir." dostluğuna nail olmak için buğzetmekle olur.
Bu konuda ibn-i Cerir et-Taberi İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet etmektedir:
"Kim ki, için sever, için buğzederse, için dost olup, için düşman olursa, ancak bunlar ile 'ın dostluğuna nail olur. Kişi böyle yapmadığı müddetçe ne kadar namaz kılsa ve oruç tutsa da imanın tadını bulamaz."
Şeyh Hamad b. Ali b. Atik şöyle demektedir: "Tevhid konusundan sonra vela ve bera delilleri kadar hiçbir delil Kur'an'da geçmemiştir."
İbn-i Ömer' den rivayet edilir ki, "Kim müşriklerin diyarında bina yapıp, nevruz ve mihrican bayramlarına katılır, kendini onlara benzetirse ve bu hal üzere iken ölürse kıyamet günü onlarla haşrolunacaktır."
Bu söz üzerine İbn-i Teymiye şöyle demektedir: "Bu fetvanın zahirine göre kişi nevruz ve mihrican bayramına katılmasıyla kafir olur."
Bundan dolayıdır ki, vela ve bera akidesine iman etmek senden 'ın ordusuna girmeni, 'ın dostlarını sevmeni, onlarla beraber yaşamını, onların diyarını müdafaa etmeni, Müslümanların ırzlarını, mallarını ve kanlarını korumak için yolunda cihad etmeni, kafirlerden ve onlarla beraber yaşamaktan nefret etmeni istemektedir. Önceden söylediğimiz gibi coğrafi hudutlardan, cins, renk, ırk, aşiret gibi şeylerden vazgeçmek gereklidir. Yem başında toplanmış hayvanlar gibi toplanmayalım. Birbirimizin pasaport renklerini unutmamız gerekmektedir. Ve bizi birbirimize bağlayan bağların derelerle, lehçelerle, kavmiyetle sınırlandırılmış yer olmaması lazımdır. Çünkü aramızdaki tek bağ iman ve ak1de bağıdır. lrkçıların önderleri kendilerine Müslüman ismini verseler de, vela ve bera akidesine sahip olanların' ırkçılık gibi bir inanca sahip olması mümkün değildir. Acaba ırkçıların liderleri Hıristiyan olsa nasıl olur.
Vela ve bera akidesine inananların masonlara, ABD' ye, Rusya'ya ve dostlarına düşman olan şeytani düzenlere dost olmaları nasıl mümkündür?
Muvahhid bir Müslümanın Osmanlı Devletinin düşmanı olan İngiliz devleti için casusluk yapması mümkün müdür?
Vela ve bera akidesi örnek sahabileri ortaya çıkarmıştır. Bu hayal değildir. Bunun misallerini önceden vermiştir. Uhud gününde Saad b. Ebi Vakkas'ın dediklerini hiç unutmayacağız. O şöyle demiştir: "Ben de Utbe b. Ebi Vakkas'ı öldürme hırsı kadar hiçbir adamı öldürme hırsı olmamıştır"
Vela ve bera akidesi nerede, Afganistan cihadına ve devletine karşı olan devletler nerede ?
Biz bu devletlerin, Afganistan cihadına ve devletine karşı olmalarını garipsemiyoruz. Çünkü bu devletlerin davranışları tamamen menfaatleri üzerinedir Zira Üstad Saad b. Cem'a İngiliz dış işleri bakanına "biz hak taraftarlarıyız" dediğinde İngiliz dışişleri bakanı şöyle demiştir: "Siyaset hak ve batıl dinlemez. Siyaset maslahatlara ve menfaatlere dayanır"
İşte bu beşeri sistemlerin mantığı gerek bu dinin mantığına ve gerekse de vela ve bera akidesine göre kurulacak İslam devletinin mantığına ne kadar da terstir.
Vela ve Bera Akidesi
Lugatte muvalat kelimesi yakınlık anlamındadır. Yine iki şeyin arasının ayrılmaması, birbirini takip etmesi anlamına da gelir. Örneğin abdest amellerinde muvalat kelimesi kullanılır. Yani abdest alırken yapılanların arasını ayırmadan peş peşe yıkamak demektir.
Muvalat (dostluk) kelimesinin aslı, yakınlık ve takip etmedir. Zıddı ise Muadat (düşmanlık)'tır. Bu da; uzak ve karşı olma anlamına gelir.
Veli kelimesi şu anlamlara da gelir: Yardımcı, destek, müttefik, seven, arkadaş, soyca yakın olan, köle azad eden, azad edilen, köle ve bir işi üstlenen kimse; örneğin veliyyu'l-emr, kadının nikahta velisi ve yetimin velisi gibi.
Ferra' şöyle der: "Veli ve mevla kelimeleri arapçada aynıdır. (Lisanu’l-Arap; 15/408)
"Filan kişi filanı veli edindi" dediğimizde, bu; ona tabi oldu, itaat etti, yakınlaştı ve ona yardım etti anlamındadır. (Bkz: Lisanu'l-Arap, ibn Manzur; 15/406-410. En-Nihaye, ibnu'l-Esir; 5/227-230. EI-Mufredat, Rağıp el-Isfehani 533-535 -Muhtaru's-Sihah, er-Razı; 736. EI-Mu'cemu’l-Vasit; 2/1057-1058)
Şer'i ıstılahta ise muvalat kelimesi, birçok anlamda kullanılır. Kastedilen şey, sözün akışına göre anlaşılır. Muvalat kelimesinin şeri anlamlarının tümü lügat anlamına dönüktür. O da yakınlık anlamıdır. Bunlardan bazıları şöyledir:
Yardım anlamında dostluk:
Bu; Kitap ve Sünnet'te geçen muvalat kelimesinin anlamlarının en belirgin olanıdır: "Onların 'ın dışında kendilerine yardım edecek velileri yoktur" ( Şura/46). Ayet delildir ki; dost yardımcıdır ve dostluk da şüphesiz yardımdır.
2. İtaat ve tabi olma anlamındaki dostluk:
"Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın"(el-Araf/3). Ayet delildir ki; bir kimseye tabi olan onu veli edinmiş olur.
' tan başkasına ibadet de buna girer. Sa' leb şöyle demiştir: "'tan başka bir şeye ibadet eden herkes o ibadet ettiği şeyi veli edinmiştir.( Age: 15/411)
3. Sevgi ve muhabbet anlamında dostluk:
"Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara karşı sevgi yönelterek onları veliler edinmeyin ... " (60 Mümtehine/1) Burada sevgi dostluktan (muvalattan) sayılmıştır.
4. Kardeşlik anlamındaki dostluk:
Muhacir ve Ensar birbirlerine mirasçı olmaktaydılar. Ta ki bu, miras için kan bağının olması gerektiği hükmü ile nesh edilinceye kadar. İşte bu dostluk şu ayette geçen dostluktur:
"Gerçek şu ki; iman edenler, hicret edenler ve yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler; işte birbirlerinin velisi bunlardır. İman edip hicret etmeyenler; onlar hicret edinceye kadar sizin onlarla hiçbir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse yardım sizin üzerinize bir yükümlülüktür. Ancak sizlerle onlar arasında bir anlaşma bulunan topluluğun aleyhine değil. yapmakta olduklarınızı görendir" (Enfal 72)
5. Soy velayeti:
Bunlar akrabalardan olan bir guruptur. Daha önceki ayette geçtiği gibi bu veraseti gerektirir. (el-Enfal / 75 ve el-Ahzab / 6) Resulullah şöyle der: "Mirasları hak edenlere ulaştırın. Eğer kalırsa bu soyca en yakın olan erkeğedir."
Akrabalık velayeti haksız yere öldürülen kişinin kanı konusunda da velayettir: "Kim mazlum olarak öldürülmüşse, onun velisine yetki vermişizdir ... "(İsra/33)
Şer'an vacip olan muvalat (dostluk) müslümanın tüm bu hasletleri ' a, Rasulüne ve müminlere yöneItmesidir. u Teala şöyle der:
"Kim 'ı, Rasulünü ve müminleri veli edinirse (dost edinirse) hiç şüphe yok galip gelecek olanlar 'ın taraftarlarıdır" ( Maide / 56)
Şer'an haram olan muvalat (dostluk) ise; müslümanın bunlardan birisini kafirlere yöneltmesidir. u Teala şöyle der:
"Ey iman edenler, benim de düşmanı m sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyiniz "(Mümtehine / 1)
Müslümanlarla müşrikler arasındaki dostluk kitap, sünnet ve icma ile yasaklanmıştır. u Teala, bu yasaklama ile ilgili olarak şöyle buyurur:
"Ey iman edenler, mü'minleri bırakıp da kafirleri veli (dost) edinmeyin." (Nisa/144)
"Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kafirleri veli edinmesinler. Kim böyle yaparsa ile dostluğu kalmaz. Ancak onlardan korunma gayesiyle sakınma(nız) müstesnadır. sizi kendisinden korkmanızı emrediyor ve dönüş 'adır." ( Al-i İmran / 28).
Müslümanların, birbirlerini dost edinmeleri ise vaciptir. u Teala şöyle buyurur:
"Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. Bunlar iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar." (Tevbe / 71)
"Mü'minler ancak kardeştirler." (Hucurat / 10)
"Kim 'ı, Rasulünü ve mü'minleri veli edinirse, şüphe yok ki hizbullah, galip olacakların ta kendileridir." (Maide / 56)
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"Müslüman, müslümanın kardeşidir, ona haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez." (Müttefekun Aleyhi)
Müslümanın müslümanı zalimlerin zulmüne bırakması ve ona yardım etmemesi caiz değildir.
Müşrik kafirlere, dil ile ve diğer kuvvet unsurları ile müslümanlara karşı açıkça destek olmak, kişiyi dinden çıkaran büyük bir küfürdür. Bunun delilleri ise şu ayettir.
"Ey iman edenler, yahudileri de hıristiyanları da veliler edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. İçinizden kim onları veli edinirse, muhakkak o da onlardandır. Şüphesiz zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Maide /51)
Ayette, kafirleri dost edinenin, kafirlerden olduğunu bildirmektedir. Kurtubi (rahimehullah) şöyle der: "u Teala'nın 'içinizden kim onları veli edinirse' buyruğu, kim onlara müslümanlar aleyhine destek verirse, "muhakkak o da onlardandır" demektir. u Teala bu ayetle, böylesinin hükmünün onların hükmü gibi olacağını beyan etmektedir. Müşrikleri dost ve veli edinmenin küfür olduğuna dair Kur'an'ı Kerim'de bir çok nas vardır. Biz burada bunun delillerini uzun uzun ortaya koymanın gerekli olmadığını inanıyoruz. Zira İbn-i Hazm'ın da dediği gibi "u Teala'nın, "İçinizden kim onları veli edinirse, muhakkak o da onlardandır" (Maide / 51) ayeti, kafirlere dostlukta bulunan kişinin zahiri durumuna göre kafir olduğunu belirtmektedir. Bu, iki müslümanın dahi ihtilaf etmeyeceği bir haktır. (El-Muhalla, 33/12)
Velanın Hudutları
İslam alimleri müşriklere karşı dostluk göstermeyi üç kısma bölmüşlerdir.
1- Hem zahiri hem de batıni anlamda onlarla uyum içerisinde olan ve onların dediklerini yapan, onlara meyledip onları gönülden seven bir kimse İslam' dan çıkmış ve kafir olmuştur. İkrah altında olsun ya da olmasın durum değişmez. Çünkü o her bakımdan kafir ve müşriklere benzemekte ve onlarla uyum içinde hareket etmektedir. u Teala böyle kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Kalbi iman ile sükunet bulduğu halde (dinden dönmeye) zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine 'tan bir gazab gelir ve kendilerine çok büyük bir azab vardır. " (Nahl / 106)
2- Görünürde müşriklere karşıymış gibi dururken kalben onları seven kimse de kafirdir. Bu kimse görünürde İslam ile amel ettiğinden dolayı malını ve canını güvenceye almıştır ancak aslen münafıktır.
3- Kalben onlara karşı olmakla birlikte görünürde onlardanmış gibi davranan kimseler. Bunlar için iki durum söz konusudur:
a- Kişinin işkenceye tabii tutulması ya da ölümle tehdit edilmesi halinde ikrah altında zahiren kafir ve müşriklere karşı muvafakat etmesi caizdir. Ancak görünürde böyle davranırken kalbinin imanla dolu olması ve ellerinden kurtulduğu anda imanını açıklaması gerekir. Nitekim aynı durum Ammar b. Yasir'in başına gelmişti. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:
"Kalbi iman ile sükunet bulduğu halde (dinden dönmeye) zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine /tan bir gazab gelir ve kendilerine çok büyük bir azab vardır. " (Nahl /106)
u Teala şöyle buyuruyor:
"Mü’minler, müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin ve onu her kim yaparsa ’dan ilişiği kesilmiş olur, ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Bununla beraber sizi kendisinden korunmanız hususunda uyarır. Nihayet gidiş 'adır." (Ali İmran / 28)
b- Kalben onlara karşı olmakla birlikte geçerli bir ikrah söz konusu olmadığı halde, böyle yapan kimse de mürtettir. Müşrik ve kafirlere karşı içten içe nefret duyması, onları sevmemesi kendisine bir yarar sağlamaz. böyle kimseler hakkında şöyle buyuruyor:
"Bu (azab) şundan dolayıdır ki, onlar, dünya hayatını sevmiş ve onu ahirete tercih etmişlerdir. 'da kafirler topluluğunu hidayete erdirmez. " (Nahl/107)
Dostluğun, velayetin hususlarından bir tanesi hiç şüphesiz itaat etmektir. u Teala müşriklere yönelik bir itaati velayetin içinde değerlendirerek şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kafir yaparlar." (3 Ali İmran/100)
"Üzerlerine 'ın ismi anılmamış olanlardan yemeyin, çünkü onu yemek yoldan çıkmaktır. Şeytanlar, dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız, muhakkak ki, 'a ortak koşanlardan olursunuz." ( En'am / 121)
Bu ayetin tefsirinde Seyyid Kutub şöyle demektedir:
Bu dinde hakimiyet, itaat ve tabii olma konusunda gösterilen kesinliği ve açıklığı iyice kavrayabilmemiz için "Eğer onlara uyarsanız, muhakkak ki, 'a ortak koşanlardan olursunuz" ayeti üzerinde biraz duralım.
Bir müslümanın 'ın şeriatından kaynaklanmaksızın, hakimiyeti tek başına O'na özgü kılmaya dayanmaksızın herhangi bir insanın koyduğu en ufak bir hükme uyması. Bu ufak noktada müslümanın ona uyması kendisini 'a teslim olmuşluktan (müslümanlıktan) çıkarıp O'na ortak koşmuşluk (müşriklik) konumuna getireceğini Kur'an ayeti kesin ve net bir şekilde ifade etmektedir. Bu konuda İbn-i Kesir şöyle diyor:
"Yüce 'ın şu sözüne gelince: "Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de müşrik olursunuz." Yani siz 'ın size emrettiği şeylerden ve sizin için belirlediği şeriatından sapıp, ondan başkasının sözüne uyarsanız ve başkasını O'na tercih ederseniz bu şirktir. Tıpkı şu sözünde belirlediği gibi:
"Din bilginlerini ve ruhbanlarını ’dan başka Rabbler edindiler." ( Tevbe / 31)
Tirmizi ayetin tefsirinde Adiy b. Hatem'den şöyle rivayet etmektedir; Adiy, Resulullah'a şöyle dediğini anlatır:
-Ya Resulallah onlar din bilginlerine ve ruhbanlarına ibadet etmiyorlar, dedim. Resulullah:
-Evet, ibadet ediyorlar. Din bilginleri ve ruhbanlar haram şeyleri onlara helal, helal şeyleri de haram kıldılar. Onlar da bunlara uydular. İşte bu durum sonucu, onlara ibadet ediyorlar demektir, buyurdu.
Aynı şekilde İbn-i Kesir, "Din bilginlerini ve ruhbanlarını 'dan başka Rabbler edindiler" ayeti hakkında Süddi'den şu sözleri nakleder:
"Adamların öğütlerine uyup 'ın kitabını kulak ardı ettiler, bu yüzden yüce , "Oysa bir tek ilaha kulluk etmekten başka bir şeyle emr olunmamışlardı" buyurmuştur. Yani haram kıldığı şey haram olan, helal kıldığı şey helal olan, şeriatına uyulan ve hükmü uygulanan bir tek ilah.
Bunlar Süddi'nin dedikleri onlar da İbn-i Kesir'in. Her ikisi de Kur'an ayetinin ve aynı şekilde peygamberin tefsirinin kesin, net ve açıklığına dayanarak; küçük bir ayrıntıda da olsa, bir insanın kendi kendine koyduğu bir şeriata uymasının açık ve kesin bir şekilde müşrik olmasına neden olacağını belirtmektedir. Şayet bu adam müslüman olur da böyle bir davranışta bulunursa, İslam’dan çıkıp, şirke girmiş demektir. 'dan başkasına başvurduğu, O'ndan başkasına itaat ettiği sürece diliyle, "'dan başka ilah bulunmadığına tanıklık ederim = Eşhedu en la ilahe illallah" demesinin hiçbir değeri yoktur.
Bu kesin açıklamaların ışığında yeryüzünün bugünkü durumuna baktığımızda, cahiliye ve şirk tarafından sarıldığını görürüz. İlahlık özelliklerini iddia eden yeryüzü RabbIerine karşı çıkıp da zorlama sınırları dışında onların hiçbir yasalarını ve hükümlerini kabul etmeyen 'ın koruduğu kimselerin dışında, cahiliye ve şirkten başka bir şey bulunmadığını anlarız." (Fi’Zilal-il Kur’an)
'u Teala yine bir başka ayette şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, arkalarına dönenleri, şeytan sürüklemiş ve kendilerine ümit vermiştir. Bunun sebebi; onların, 'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara; -bazı hususlarda size ileride itaat edeceğiz¬demeleridir. Oysa , onların gizlediklerini biliyor." (Muhammed /25-26)
Bakınız bu ayetin tefsirinde Şeyh Muhammed Emin Şankıti ne demektedir: "Bu ayetler 'ın indirdiklerinden nefret edenlere itaat edip onların batıl düşüncelerine destekçi olanların kafir olduklarını ifade etmektedir. Çağımızda bu ayetlerin ihtiva ettiği mana ve tehditleri bütün müslümanların düşünmesi zorunludur. Zira kendini müslüman zannedenlerin çoğu bu ayetlerin kapsamına girmektedirler. Çünkü doğudaki ve batıdaki tüm kafirler 'ın, Muhammed (sav)'e indirdiği kitaptan nefret etmektedirler. Kim bu kafirlere ayetin ifade ettiği gibi "bazı konularda size itaat ederim" derse bu ayetlerin tehdidinin altına girecektir. Tabi ki her konuda onlara itaat edenler daha çok bu ayetlerin mefhumuna girerler. Şu andaki beşeri sistemlere itaat edenler şüphesiz bu ayet in kapsamı altına girmektedirler. Dikkat! Dikkat! Bazı konularda size itaat ederim diyenlerden olma." (Muhammed Emin Şankıti, Edva'üI Beyan, 3/383)
Şeyh Muhammed Emin Şankıti Kehf Suresi'nin 26. ayetine yaptığı tefsirde ise şöyle demektedir: "Kur'an'ı Kerim'in naslarından açıkça anlaşılmaktadır ki, şeytanın dostları vasıtası ile koydurduğu, İslam şeriatına muhalif beşeri kanunlara tabi olanların kafir ve müşrik olduklarından ancak onlar gibi 'ın basiretlerini kör ettiği, vahyin nurundan kör olan kafir ve müşrik kimseler şüphe ederler. (Muhammed Emin Şankıti, Edva'üI Beyan, 4/73-74)
Yine Şeyh Muhammed Emin Şankıti İsra Suresi'nin 9. ayetine yaptığı tefsirde ise şöyle demektedir: "Rasulullah'ın getirdiği din ve şeriattan başkasına tabii olan kişi, kendisini İslam milletinden çıkaran apaçık bir küfür işlemiştir. İşte bu hüküm Kur'an'ın doğru yola ileten hükümlerindendir." (Muhammed Emin Şankıtİ, Edva'ül Beyan, 3/439)
u Teala bir başka ayette şöyle buyurmaktadır:
" size Kitap (Kur'an)da: "'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, o kafirlerle oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz" diye hüküm indirdi. Muhakkak ki , münafıkların ve kafirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır." (Nisa/140)
07-17-2012, 07:10 PM #2
teyze
--------------------------------------------------------------------------------
Bu ayetin tefsirinde Fahreddin razi şöyle demektedir:
"Ey Münafıklar! Küfür konusunda sizde o papazlar gibisiniz. Ehli ilim der ki: Bu ayet delalet eder ki, kim küfre rıza gösterirse kafir olur. Kim ki bir münkeri görüp, razı olup yapanlarla içli dışlı olursa o münkeri işlemese dahi o günahta onlarla müşterektir. Zira u Teala ayette -misil- kelimesini zikretmiştir." (Mefatihu'l Gayb)
Yine aynı ayete ilişkin Muhammed Kutub şöyle demektedir: "Böyle parlamentolara girmek bazı kaymalara sebep olur. Davaya karşı büyük tehlike ifade eder. Öncelikle böyle parlamentolara girmek akideyi bozar. Bir müslümanın dini ona "'ın şeriatı dışındaki tüm kanun ve yasaları reddet. Beşeri sistemlerin hepsi cahili sistemlerdir. Bu beşeri sistemleri kabul etme ve bunlara rıza gösterme" der. Buna rağmen bir müslüman, 'ın şeriatını reddeden kendi istekleri doğrultusunda kanun vaaz eden parlamentoda nasıl olurda onlarla oturur? Nasıl onlarla birlikte hükümet kurar? Bir müslüman nasıl onların ilkelerini kabul ettiğine dair söz verir ve yemin eder? (Muhammed Kutub, Vakiuna El'muasıf, sy:423)
Vela kavramına dair bu açıklamalardan sonra bera kavramı hakkında da bilgi vermek yerinde olacaktır. Bera kavramı hakkında İbn'ul Arabi şöyle demektedir:
"Kişi bir şeyden kurtulunca beri oldu denilir. Nitekim bu kelime korunup uzak kalmak, manalarına geldiği gibi mazur görmek, mazeret göstermek, bahane bulmak, özür, mazur olmak, uyarmak gibi manalara da gelir. u Teala şöyle buyurmuştur:
" ve Rasülünden kendileri ile anlaşma yaptığınız müşriklere bir (beraet) ihtardır." ( Tevbe/1)
Dikkat edilirse bu ayette beraet kelimesi uyarı, ikaz ve ihtar anlamlarına gelmektedir. El-Bera kavramı ıstılahta ise değişik şekillerdeki uyarı ve ikazdan sonra uzaklaşmak, kurtulmak ve düşmanlık anlamlarına gelmektedir." (Said el-Kahtani, vela ve bera 1/113-114)
Bu tanımlardan sonra bera kavramı hakkında sözü Abdullah Azzam'a bırakarak onun şu mükemmel tespitlerini aktarmak istiyorum:
"Vela ve beranın dostluk ve arınmak anlamı, La İlahe İllallah'ın manasının ta kendisidir. La ilahe illallah kelimesinin anlamı ancak vela ve bera akidesi ile tahakkuk eder. Şer' i ıstılaha göre vela ve beranın anlamı; için sevmek, için buğz etmek, her müslümanı sevip yardım etmek, İslam ve İslam memleketini savunmak için canını ve kanını seve seve vermek kafirlere düşmanlık ve buğzetmek, onlardan biri gibi olup onlara benzememek ve fikri, kültürel, askeri alanlarda onlarla savaşmaktır. Bundan dolayı Müslümanlığını iddia edipte Müslümanların acılarını paylaşmayan, sevdiklerini sevmeyen, buğzettiklerine buğzetmeyenin dininde şüphe, akidesinde ise karışıklık vardır. Bazen bu tip bir iddia, davranış sahibini İslam'dan bile çıkarabilir. Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde Medine-i Münevvere'nin toplumunda bu akidenin eserleri güneş gibi açığa çıkmıştır. Mesela savaş meydanında rızasını kazanmak için, bazı sahabeler müşrik olan babalarını ve müşrik kardeşlerini öldürüyorlardı. u Teala kitabında buyuruyor ki:
"'a ve ahiret gününe inanan bir milletin, babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa 'a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsiniz. Onlar o kimselerdir ki kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar 'ın hizbi (dininin yardımcıları )dir. İyi bil ki, kurtuluşa ulaşacak olanlar, 'ın hizbidir. "
Yukarıda geçen ayet-i kerime Bedir meydanında müşrik babasını öldüren Ebu Ubeyde hakkında inmiştir. Bu olay Rasulü'nün yanında yetişen toplumun ne büyük bir yüceliğe sahip olduğunun göstergesidir. Muhaysa b. Mes'ud, Beni Kureyza'nın lideri olan İbn-i Şeybe'yi öldürdüğünde büyük kardeşi -ki kafir bir kimseydi- "Ey Muhaysa! Senin kalbin ne kadar sert ve katıdır." Muhaysa ona şöyle cevap verdi: "Onu öldürmemi emreden zat senide öldürmemi emrederse bil ki, mutlaka seni de öldürürüm. Yani onu öldürmemi emreden 'ın Rasulü idi. Şayet seni de öldürmemi emretseydi, mutlaka bundan kaçınmazdım."
İlk İslam toplumunu birleştiren' bağ, toprak ya da akrabalık bağı değildi. Bu toplumun birbirilerine bağlanma noktası ancak akide idi. Bu toplum aslında daha önce çöküntü içinde idi. Ve ırkçılık engelinde boğulan bir toplum idi. Arapların bu ırkçılık noktasında çok ileri gittiklerini en güzel bir şekilde Dureyt b. Summe'nin şu sözü açıklamaktadır:
"Ben ancak ve ancak Guziye kabilesindenim. O saparsa ben de saparım. Şayet o doğru yolda olursa ben de doğru yola gelirim."
Rasulü işte böyle bir toplumu kurtarıp, onları dinin zirvesine çıkarmıştır. Dolayısı ile bu toplum nefsi ve şahsi çıkarlardan tamamen kurtulduktan sonra tüm aleme önder olmuştur. İslam toplumunda tüm esaslar sevgi, saygı ve yardımlaşma esası üzerine kurulmuştur. Bunların hepsi de kelime-i tevhide bağlanmıştır. Kim bu tevhid kelimesine bağlanırsa ben ondanım o da bendendir. İşte bu bağ yeterlidir. Başka bir bağa gerek yoktur. Onun pasaportunun rengi benim pasaportumun rengine benzemezse, ya da onun teninin rengi• benim tenimin rengine benzemezse bile durum böyledir, değişmez.
İslam toplumunda bağlantı kaynağı imandır. İrtibat sebebi ise takvadır. Hedef cennettir. Gaye ise rızasıdır. Mus'ab b. Umeyr, Abdurrahman b. Avf'ın elinde esir olan kafir kardeşinin yanından geçerken "esirin ellerini iyice bağlayın" demiştir. Esir olan kardeşi "niye böyle söylüyorsun kardeşim" dediği zaman Mus'ab ona şöyle cevap vermiştir: "Seni esir alan benim kardeşimdir. Sen ise benim kardeşim değilsin."
düşmanları vela ve bera akidesinin Müslümanların toplanmasına ve kudret bulmasına vesile teşkil ettiğini görünce Müslümanları renk, ırk, yer ve cins bakımından bölmek istediler. Böylece pis koku veren ırkçılık ortaya çıktı. Müslümanlar bu ırkçılık çamurunda boğulmuş ve böylece ümmet paramparça olmuştur. İslamı hareketler bu toplumu içine düştüğü bataklıktan çıkarmak için gayret etseler bu dinin zirvesine ulaştırmak ve toplumlarının İslam'ın güzel kokularını koklaması için uğraşsalar da bu insanların o zirveye ulaşmaya artık güçleri kalmamıştır. Dolayısıyla İslam davasının davetçilerinin çoğu bu ırkçılıktan etkilenmiştir. Bakıyorsun ki adam Mısırlıdır. Sadece Mısırda ki İslami hareketi desteklemektedir. Diğer yerlerdeki İslami davalarla alakası yoktur. Diğer İslami şehirlerdeki davetçileri de bununla kıyaslayabiliriz.
Şüphesiz vela ve bera akidesi Müslümanların çoğunun zihninde tam bir açıklığa kavuşmamıştır. Şayet biz yeryüzünde 'ın dinini hakim kılmak istiyorsak tüm ırkçılık ve vatancılık bağlarından kurtulmamız gereklidir. Biz bu dini hak kılmak için hangi toplumda olursa olsun, pasaportun rengini unutmamız gereklidir. Bilinmelidir ki, için sevgi açıktır ve kayıtsızdır.
"İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misal vardır, onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve sizin 'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek 'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir." Yalnız İbrahim'in babasına: "Senin için mağfiret dileyeceğim, fakat senin için 'tan (gelecek) hiçbir şeyi (önlemeye) gücüm yetmez." demesi hariç. Rabbimiz! Yalnız sana dayandık, sana yöneldik. Dönüşümüz de ancak sanadır." (Mümtehine /4)
Vela ve bera akidesi ve 'ın sevdiği şeyleri sevmek, ' ın buğzettiği her şeye karşı buğzetmek demektir. İbn-i Teymiyye şöyle demektir:
"Kalplerin imanın lezzetine tam olarak ulaşması ' a yaklaşmakla olur. 'ın sevgisi ancak 'ın dışındaki tüm sevgilerden yüz çevirmekle olur. Bu da La İlahe İllallah'ın hakikatidir. La İlahe İllallah ise, Hz. İbrahim ve tüm peygamberlerin dinidir. İkinci şık olan Muhammedun Resulullah'ın manası ise, Rasulü'nün emrettiği şeylerde O'na itaat edip nehyettiği şeylerden kaçınmaktır. Sahih bir hadiste şöyle buyrulmaktadır:
"Şüphesiz 'ın kulları içinde bazı kullar vardır ki bunlar Peygamberler ve şehidler olmadıkları halde katında yüce bir makama sahiptirler. Bundan dolayı kıyamet gününde peygamberler ve şehidler bunlara gıbta ile bakarlar."
Sahabeler "bunların kim olduğunu bize haber verir misiniz Ya Resulullah?" dediler. Rasulü onlara, "bunlar öyle kimselerdir ki, aralarında akrabalık bağı ve mal alışverişi olmaksızın birbirilerini için sevenlerdir. Vallahi onların yüzleri nurdur. Onlar nur üzerindedirler. İnsanlar korktuğu zaman onlar korkmazlar ve insanları üzüntülü oldukları zaman onlar üzülmezler" dedi ve şu ayeti okudu:
"Açın gözünüzü! ’ın dostları üzerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar." (Yunus /62)
Başka bir hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur: "İmanın en sağlam kulpu için sevmek ve için buğzetmektir."
Yine bir kudsi hadiste şöyle buyrulmaktadır: "Benim için birbirine nasihat edenlere sevgim haktır. Ve benim için birbirilerine ihsan edenlere sevgim haktır. Birbirilerini sevenler nurdan yapılmış minberler üzerindedirler. katında yüce bir makama sahip olduklarından dolayı peygamberler, şehidler ve sıddıklar onlara gıpta ile bakarlar."
Kafirlerle beraber olmamaya, onlara düşman olup karşı gelmeye teşvik eden bir çok eser vardır. Bu kitapların bazılarında "kim bir müşrikle bir araya gelirse ve onun yanında durursa şüphesiz o da onun gibidir" denilmektedir. İbn-i Hazm "şayet küfrünü ilan etmiş bir kafir, İslam memleketini ele geçirirse ve bu kafir 'ın dininden başka bir din ilan edip memleketi tek başına idare etmeye başlasa, bununla beraber Müslümanların durumunda hiçbir değişme yok ise, bu kafirle beraber durup ona yardım edenler her ne kadar Müslüman olduklarını iddia etselerde kafirdirler" demektedir.
Vela ve bera akidesi demek, Müslüman hak üzerinde olduğu müddetçe nerede olursa olsun, onunla birlikte olup ona yardım etmektir. Burada Müslümanların zihninde bu akidenin netleşmediğini ifade eden bir çok misaller vardır. Bu misallerden bazısı, insanların vatan, ırk, cins, laiklik bayrağı ve parolası altında toplanmasıdır. Fakat biz açıkça diyoruz ki; kim ki gayri islami şiarlar altında toplanıp onu savunursa ve bu bilmediği halde de olsa dinden çıkar. Hangi isim altında olursa olsun gayri islami şiarlarla beraber olup onları savunup, müdafaa edersen 'ın dininden çıkarsın. Bunun için sığındığın sancağa ve savunduğun topluma iyice dikkat et ve tanı. ' ın şu sözüne dikkat et... Hz. Nuh oğlunun kurtuluşunu 'tan taleb ederken, u Teala'da O'nun oğlu ile arasında bağ kalmadığını bildirmektedir:
"; 'Ey Nuh! O kesinlikle senin ehlin (ailen)'den değildir. Çünkü o salih olmayan bir amelin sahibidir. Hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım' dedi. " (Hud / 46)
Sonra şuna dikkat et. .. Hz. Nuh yaptığı hatadan tevbe etmektedir:
"Nuh; 'Ey Rabbim! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen ben hüsrana uğrayanlardan olurum' dedi. " ( Hud / 47)
Siz vela ve bera akidesini iyice tanımamışsanız ... " göktedir, eli elimize benzemez, istiva, 'ın arşın üzerinde oluşu malumdur, keyfiyeti mechuldür, ona iman etmek vaciptir. Bundan soru sormak bid'attır. " Evet siz sadece bunları biliyorsunuz. Akide sadece bunlardan ibaret değildir ki ... Bunları sadece bir oturuşta ezberleyebiliriz. Fakat vela ve bera insanların pahalı hayatlarını yolunda harcamasını istiyor. Kanını vermek ve tüm dünya önünde mücadele etmek gibi ... Bu da uluhiyet tevhidinin bir gereğidir ki tüm peygamberler bunu ilan etmek için gönderilmiştir.
İman ancak için sevmek ve için buğzetmektir. Kim için severse, için buğzederse, için verirse ve için men ederse, 'ın sevgisine nail olur. Zaten 'ın sevgisi ancak bunlarla olur. Kur'an daki ayetler İslam'ın beş rüknundan daha fazla vela ve bera akidesinden, Müslümanları sevmek, kafirlere düşman olmaktan bahsetmektedir. Vela ve bera akidesini iyice bilmen gerekmektedir. Ve yine şunu bilmen gerekiyor ki, bazı şahıslar veya bir şahıs bile ümmeti satabilir. Bundan dolayıdır ki alimler, İslam devletinin başkanının müctehid, muttaki bir zat olup en azından ictihad ehlinden kırk kişi tarafından seçilmesini ve ehli hal ve'l akdin ona beyat etmesini şart koşmuşlardır.
Vela ve bera akidesi, La ilahe illallah'ın bizden ilk isteklerinden ve ayrılmaz gereklerindendir. La İlahe İllallah kelimesi kalplerde yerleştikten sonra pratiğe dönüşmesi lazımdır. La ilahe İllallah akidesinin meyvesi ise, severken için sevmek ve buğzederken için buğzetmektir. 'ın dostlarını sevmek, 'ın düşmanlarına düşman olmak ve canını yolunda feda etmektir. İbn-i Teymiye diyor ki:
"La İlahe illallah kelimesi, için sevmeyi, için buğzetmeyi, için dost olmayı, için düşmanlık yapmayı, 'ın sevdiklerini sevmeyi, 'ın buğzettiklerine buğzetmeyi, nerede olursa olsun Müslümanlara dost olmayı, akraba dahi olsalar kafirlere düşman olmayı istemektedir."
Taberani hasen bir isnadla Resulullah'tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle rivayet etmektedir:
İmanın en sağlam kulpu için dost olmak ve için buğzetmektir." dostluğuna nail olmak için buğzetmekle olur.
Bu konuda ibn-i Cerir et-Taberi İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet etmektedir:
"Kim ki, için sever, için buğzederse, için dost olup, için düşman olursa, ancak bunlar ile 'ın dostluğuna nail olur. Kişi böyle yapmadığı müddetçe ne kadar namaz kılsa ve oruç tutsa da imanın tadını bulamaz."
Şeyh Hamad b. Ali b. Atik şöyle demektedir: "Tevhid konusundan sonra vela ve bera delilleri kadar hiçbir delil Kur'an'da geçmemiştir."
İbn-i Ömer' den rivayet edilir ki, "Kim müşriklerin diyarında bina yapıp, nevruz ve mihrican bayramlarına katılır, kendini onlara benzetirse ve bu hal üzere iken ölürse kıyamet günü onlarla haşrolunacaktır."
Bu söz üzerine İbn-i Teymiye şöyle demektedir: "Bu fetvanın zahirine göre kişi nevruz ve mihrican bayramına katılmasıyla kafir olur."
Bundan dolayıdır ki, vela ve bera akidesine iman etmek senden 'ın ordusuna girmeni, 'ın dostlarını sevmeni, onlarla beraber yaşamını, onların diyarını müdafaa etmeni, Müslümanların ırzlarını, mallarını ve kanlarını korumak için yolunda cihad etmeni, kafirlerden ve onlarla beraber yaşamaktan nefret etmeni istemektedir. Önceden söylediğimiz gibi coğrafi hudutlardan, cins, renk, ırk, aşiret gibi şeylerden vazgeçmek gereklidir. Yem başında toplanmış hayvanlar gibi toplanmayalım. Birbirimizin pasaport renklerini unutmamız gerekmektedir. Ve bizi birbirimize bağlayan bağların derelerle, lehçelerle, kavmiyetle sınırlandırılmış yer olmaması lazımdır. Çünkü aramızdaki tek bağ iman ve ak1de bağıdır. lrkçıların önderleri kendilerine Müslüman ismini verseler de, vela ve bera akidesine sahip olanların' ırkçılık gibi bir inanca sahip olması mümkün değildir. Acaba ırkçıların liderleri Hıristiyan olsa nasıl olur.
Vela ve bera akidesine inananların masonlara, ABD' ye, Rusya'ya ve dostlarına düşman olan şeytani düzenlere dost olmaları nasıl mümkündür?
Muvahhid bir Müslümanın Osmanlı Devletinin düşmanı olan İngiliz devleti için casusluk yapması mümkün müdür?
Vela ve bera akidesi örnek sahabileri ortaya çıkarmıştır. Bu hayal değildir. Bunun misallerini önceden vermiştir. Uhud gününde Saad b. Ebi Vakkas'ın dediklerini hiç unutmayacağız. O şöyle demiştir: "Ben de Utbe b. Ebi Vakkas'ı öldürme hırsı kadar hiçbir adamı öldürme hırsı olmamıştır"
Vela ve bera akidesi nerede, Afganistan cihadına ve devletine karşı olan devletler nerede ?
Biz bu devletlerin, Afganistan cihadına ve devletine karşı olmalarını garipsemiyoruz. Çünkü bu devletlerin davranışları tamamen menfaatleri üzerinedir Zira Üstad Saad b. Cem'a İngiliz dış işleri bakanına "biz hak taraftarlarıyız" dediğinde İngiliz dışişleri bakanı şöyle demiştir: "Siyaset hak ve batıl dinlemez. Siyaset maslahatlara ve menfaatlere dayanır"
İşte bu beşeri sistemlerin mantığı gerek bu dinin mantığına ve gerekse de vela ve bera akidesine göre kurulacak İslam devletinin mantığına ne kadar da terstir.