Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

“yaratan Rabbinin Adıyla Oku! “ (el-alak 1)

Murf Çevrimdışı

Murf

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
“Yaratan Rabbinin Adıyla Oku! “ (el-Alak 1)



"‎10. Asırda Avrupa’nın en ünlü kütüphaneleri olan Monte Casino ve Roma Papalık Kütüphanesinin kitap sayısı 1000’i geçmezken, Irak’ın Necef gibi küçük bir kasabasında yaşayanlar, 40.000 ciltlik bir kütüphaneye sahip olmakla iftihar ediyorlardı. Bağdat’ta ise yüzbine yakın kitaba sahip Beyt-ül Hikme kütüphanesi, 600.000’e yakın kitap ve bu kitapların künyesinin bulunduğu 44 ciltlik katalog bulunan Kurtuba Kütüphanesi, Kahire’de 910 yılında kurulan ve içinde 1.600.000 kitap bulunan Kahire Kütüphanesi ilk umumî kütüphaneler arasında en büyükleriydi. İlme ve ilim adamlarına büyük kıymet veren Selçuklu sultanları da, daha işin başında şehirlerde, medrese ve kütüphane kurmuşlar, işi o derece ileriye götürmüşlerdir ki kervansaraylarda dahi yolcuların istifadesine sunulan kütüphaneler kurmuşlardır..."

Biz ne idik, ne olduk dedirten bir makale.
Makalenin tamami asagida.
 
Murf Çevrimdışı

Murf

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah Subhanehu ve Teâlâ insanı, hayatı ve kâinatı yaratmış ve bunlar arasında Kıyamet’e kadar sürecek belirli nizamlar koymuş ve dünya hayatını da bu nizamlarla ilişkilendirmiştir. Ne zaman ki insanoğlu, bu nizamların dışına çıkmış, şer’î hükümlere bağlanmada zafiyet göstermiş, işte o zaman Allah Subhanehu ve Teâlâ da onlar üzerindeki nimetini değiştirmiştir:

إِنَّ اللَّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُوا مَا بِأَنفُسِهِم
“Bir toplum kendilerinde olanı değiştirmedikçe Allah, o toplumun halini değiştirmez.” (er-Ra’d 11)

İslam Ümmeti’nde, H. 2. Asırdan sonra şer’î hükümlere bağlanmada başlayan zafiyet ile birlikte fikrî düşüklük meydana gelmiş, bu durum zamanla İslam Devleti’ne tesir etmiştir. H. 12. Asırda, Devlet’in İslamî nizamları tatbik etmede ve İslamî fikirleri anlamada gösterdiği zafiyet, içtihadın durması ve müçtehitlerin yokluğu içte ve dışta Devlet’in zayıflamasına neden olmuştur. H. 13. (Miladî 19.) asırda ise, İslâm Devleti ile Batı devletleri arasındaki denge Batı devletleri lehine bozulmaya başlamış, İslâm’ın gereği gibi tatbik edilmemesinin ve fikrî donukluğun neticeleri Müslümanlar üzerinde görülmeye başlamıştır. Nitekim 19. Asırda, Avrupalıların düşüncesinde kapsamlı bir değişim yaşanmış, bununla beraber Avrupa’da başlayan sanayi devrimi ile birlikte Avrupa, kalkınma yolunda büyük ilerleme kaydetmiştir. Bütün bunların neticesinde, İslam Ümmeti ve İslam Devleti kendisini koruyacak gücü kaybedip, zayıf düşmüştür. Daha sonra, 1. Dünya Savaşına girerek mağlup olmuş ve neticede birçok şeyini kaybetmiştir. Bu savaştan sonra, Müslümanların beldeleri işgal edilmiş, 14 asırlık Hilafet Devleti yıkılarak İslamî beldeler birçok devletçiğe bölünmüş, İslamî nizamlar yürürlükten kaldırılarak, küfür nizamları tatbik edilmeye başlanmış ve Müslümanların yeraltı ve yerüstü kaynakları sömürgeci kâfirlerin eline geçmiş, Müslümanların evlatları katledilmiş, kadınlarının ırzları kirletilmiş... ve bu beldelerde Müslümanlar, gayri İslamî yönetimler altında yaşayarak birçok kıymetlerini kaybetmişlerdir. Küfür nizamlarının tatbik edilmesi, uygulanan Laik eğitim ve öğretim siyaseti ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile İslam kültürünün tedris edildiği birçok medresenin kapatılması ve daha sonraları ise harf inkılabı ile asırlardır birçok insanın kendi dilleri olması sebebiyle tabiî olarak kullandığı, İslam’ın anlaşılmasında esasî bir unsur olan Arapça, birçok değersiz gerekçeler gösterilerek kaldırılmış, Latin alfabesinin getirilmesiyle de Ümmet bir gecede cahil edilmiştir. Bütün bunların neticesinde İslam Ümmeti Rabbinden ve Kitab’ından uzaklaştırılmış, dini ile arasına büyük engeller konulmuş, böylece siyasî basiretini ve fikrî uyanıklığını kaybetmeye başlamıştır. Bu durum Ümmet’in genelinde kültürel seviyenin düşmesine ve topluma sathî/yüzeysel düşünmenin hâkim olmasına neden olmuştur. Bunlara bir de, “ben bilmem, hocam bilir” anlayışının da eklenmesiyle Ümmet, ilim ve kültür öğrenme sorumluluğundan uzak durarak bu işi hocalara tahsis eder olmuştur. Zaman ilerledikçe teknolojideki gelişmeler, TV, internet gibi görsel iletişim araçlarının da hayatı kuşatmasıyla Ümmet, ilmi ilerleme ve kültürel gelişimini sağlamak şöyle dursun, esasî İslamî kültürünü, düşüncede İslam Akidesine, amelde de şer’î hükümlere olan bağlılığını kaybetmiş, araştırma ve geliştirmeden uzak, derin-aydın düşünmeden yoksun, sathî düşünen, icat eden değil taklit eden, kültürel gelişiminde de esasî bir unsur olan okuma arzusundan yoksun bir hale gelmiştir. Hatta öyle ki, ilim ve kültür içeren kitapları okumak şöyle dursun, insanı monotonlaştıran, dahası tembelleştiren filmler, magazin programları ve internet, onun cazibe merkezi haline gelmiştir.

Hiç şüphesiz, İslam’ın tatbik edilmemesinin ve hayata küfür fikirlerinin hâkim olmasının Ümmet’te oluşturduğu sorunlardan biri de, kitap okumamaktır. Hâlbuki okumak, toplumun kalkınmasında etkin role sahip olan fikirlerin anlaşılmasında hayatî bir unsurdur. Toplumları ve halkları kalkındıran, fikirleri; dahası hayat hakkındaki fikirleri olduğuna göre, bu fikirlerin anlaşılması ve hayatta tatbik edilmesinde de okumak hayatî bir unsurdur. Toplumlar sahip olduğu fikirlerin doğruluğu ile yücelirken, yine sahip oldukları fikirlerin düşüklüğü ile çöküntüye uğrarlar. Fikirler, bir toplum için hayatında elde edebileceği en büyük kıymetlerdir. Maddî servetler, ilmî buluşlar, teknolojik yeniliklerin yeri, fikirlerden daha aşağı seviyededir. Zaten bunlara ulaşmak ve bunları muhafaza etmek fikirlere bağlıdır. Fikrî kıymetlerini koruyabilen bir Ümmet’in maddî servetleri tahrip edilse bile, böylesi bir ümmet onu hemen yeniden üretebilir. Fakat fikrî kıymetleri çökmüş bir ümmet maddî servetleri olsa bile bu servetleri kaybeder.

Bilgiye, fikirlere ulaşmanın birçok yolu vardır. Konferans, seminer, televizyon, radyo, internet gibi… Ancak en etkili ve en kalıcı olanı, beyni düşünmeye/tefekkür etmeye sevk eden okuma olgusudur. Okumak, birçok eğitim süreci geçiren insan için en kolay ve en etkili öğrenme yoludur. Okuyarak hakikatleri öğrenen bir kişi, öncelikle kendine olan güvenini artırır. Bu durum aynı zamanda düşünce ufkunu geliştirip geniş bir bakış açısı sağlayarak, olayları tefekkür etme ve yorumlama yeteneği kazandırır. Ayrıca okuyan kişiler çok okumanın beraberinde getirdiği zengin kelime dağarcığına sahip oldukları için, hikmetli ve etkileyici konuşarak hitap ettikleri kişilerde etki de uyandırırlar. Bu etki ise insanlarla ilişkileri güçlendirmekte, ilim ve kültür seviyesini yükselterek kişiye toplum içeresinde etkili bir liderlik kazandırmaktadır. Dahası, geniş kelime hazinesi, insanın daha fazla mefhumla düşünebilmesini de sağlayarak düşünce kapasitesini ve kültür seviyesini artırır.
İslam, insanın ve toplumun kalkınmasında esasî unsur olan ilim ve kültüre, okumaya büyük önem vermiştir. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (ez-Zumer 9)

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍ اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ عَلَّمَ الْإِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ
“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alakadan (embriyodan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki, kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” (el-Alak 1-5)

“Rabbinin adıyla oku!” Yani onun yüce adıyla, “Allah” yüce ismiyle başlayarak oku. Yukarıda geçtiği üzere bu emir inerken, Hira mağarasında Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e Cebrail Aleyhi’s-Selam gelip “Oku!” demiş, o zamana kadar Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem okuma bilmediği için “Ben okuma bilmem ki ne okuyayım?” diye cevap vermiş. Bunun üzerine yine Cebrail Aleyhi’s-Selam şiddetli bir sıkıştırma ile “Oku” demiş. O da yine “Ben okuma bilmem” demiş. Demek ki, o ilk iki “Oku” emri henüz Kur’ân değil, okuma işine başlamak için heceletme cinsinden hazırlayıcı bir emir idi. Kur’ân, üçüncü defa “Rabbinin adıyla oku!” emri ile başlamıştı. Şu halde bu emir, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i okuma bilmez iken okur yapmış, öğretici bir şekilde okunanı belirtmeye başlamış, manası ile ilk vazifenin Allah’ı tanıtmak ve O’nun ismiyle okumaya başlamak olduğunu anlatmıştır. Bu başlangıçta şöyle demek olur:

Gerçi sen bu zamana kadar okumadın. وَمَا كُنتَ تَتْلُو مِن قَبْلِهِ مِن كِتَابٍ “Sen bundan (Kur’ân’dan) önce bir kitap okumuyordun.” (el-Ankebut 48)

Kitabın niteliğini, imanın esasının neden oluştuğunu bilmezdin... مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ “Sen önceleri kitap nedir iman nedir bilmezdin.” (eş-Şurâ 52) Fakat Sana ve her işine sahip olan Rabbin, Seni kudretiyle şu anda bir okur yaptı, okunacak bir Kur’ân, bir kitap indirmeye başladı. Böyle öğretildiği gibi Rabbinin ismiyle başlayarak oku! (Elmalılı Tefsiri)

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“Sadakanın en üstünü, kişinin bir ilim öğrenip sonra da onu müslüman kardeşine öğretmesidir.” Yine şöyle buyurmuştur:
“Bir günü bir gününe eşit olan ziyandadır.”
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir gün, evinden çıkıp mescide girmişti. Mescitte iki halka vardı. Birinde Kur’an okunuyor, dua ediliyordu. Diğerinde de ilim öğreniliyordu. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, “Her ikisi de hayır üzeredir. Şunlar Kur’an okuyorlar, Allah’a dua ediyorlar, Allah dilerse onlara verir, dilemezse vermez. Bunlar ise öğrenip öğretiyorlar. Ben de bir muallim olarak gönderildim!” buyurdular.

Yukarıdaki nasslarda görüldüğü gibi, İslam, hakikatlerin idrak edilmesinde esasî bir unsur olan okumaya çok önem vermiştir. Kur’an’ın ilk emrinin de “Oku!” olması bunun en açık delilidir. Hakikatlere ulaşmak için en önemli unsur olan okumaya ve buna bağlı olarak da öğrenmeye bu derece önem veren İslam’a inanan Müslümanlar, tarih boyunca ilim ve kültür öğrenecek vasıtalara sahip olmaya çalışmışlar ve bu büyük ilginin neticesinde kitap ve okuma sevgisinin temelini atmışlardır. Bu durum zamanla paha biçilmez eserlerle dolu kütüphanelerin kurulmasını sağlamıştır. İlk hadaratların kurulduğu Doğu’da mükemmel kütüphaneler inşa edilmiş, bu kütüphaneler zamanla barbar zihniyetler tarafından yıkılmıştır. Daha sonra yeni kütüphaneler kurulmuş, Kur’an’ın indirilmesiyle de Doğu’daki kitap sevgisi ve okuma arzusu zirveye ulaşmıştır. Kur’an’ın indirilmesinden sonra ilmi müesseseler hızla gelişmeye başlamıştır. Bu müesseseler arasında camiler, yalnızca ibadet ve toplanma yeri olarak değil, birer kitaplığı da bünyelerinde bulundurmuşlardır. Umumiyetle vakıf ve bağış yolu ile temin edilen bu kitapların çoğalması karşısında cami rafları ihtiyaca cevap veremeyecek duruma gelmiştir. Bunun sonucunda şahsî ve umumî kütüphaneler kurulmaya başlamıştır. Hadis ilminin öncülerinden Muhammed bin Müslim (670-742) ilk hususî kütüphanenin kurulmasında öncülük edenlerdendir. Meşhur tarihçi el-Vakidî (747-823) öldüğünde geride her birini iki kişinin zor kaldırdığı 600 sandık kitap bırakmıştır. Büyük Filozof ve Astronom Nasuriddin et-Tusi’nin Merağa’daki rasathanesinin yanında kurulan kütüphanede ise 400.000 kitap bulunuyordu. 10. Asırda Avrupa’nın en ünlü kütüphaneleri olan Monte Casino ve Roma Papalık Kütüphanesinin kitap sayısı 1000’i geçmezken, Irak’ın Necef gibi küçük bir kasabasında yaşayanlar, 40.000 ciltlik bir kütüphaneye sahip olmakla iftihar ediyorlardı. Bağdat’ta ise Abbasî Halifesi el-Me’mun (786) zamanında kurulan ve Moğollar tarafından 1258’de 36 kütüphane ile birlikte yakılan yüzbine yakın kitaba sahip Beyt-ül Hikme kütüphanesi, Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem tarafından kurulan içinde 600.000’e yakın kitap ve bu kitapların künyesinin bulunduğu 44 ciltlik katalog bulunan Kurtuba Kütüphanesi, Kahire’de 910 yılında kurulan ve içinde 1.600.000 kitap bulunan Kahire Kütüphanesi ilk umumî kütüphaneler arasında en büyükleriydi. İlme ve ilim adamlarına büyük kıymet veren Selçuklu sultanları da, daha işin başında şehirlerde, medrese ve kütüphane kurmuşlar, işi o derece ileriye götürmüşlerdir ki kervansaraylarda dahi yolcuların istifadesine sunulan kütüphaneler kurmuşlardır. Osmanlı Hilafet Devleti’nde de, kitaplara ve okumaya verilen önem devam etmiş, Halifeler ve yöneticiler tarafından ilim ve kültür yuvaları inşa edilmiş ve bunları yaşatmak için de zengin vakıflar kurulmuştur. Fatih Sultan Muhammed, İslambol’u fethedince kütüphaneleri yeniden düzenlemiştir. Ayasofya, Zeyrek, Eyüp Sultan ve Fatih külliyesi kurulan ilk kütüphanelerdendir. Fatih, Eyüp Sultan Camii’ne 2000, Fatih Camii’ne ise 3000 kitap bağışlamıştır. Diğer Osmanlı Halifeleri döneminde de kitaplara ve kütüphanelere verilen kıymet devam etmiş ve yeni kütüphaneler kurulmuş, kurulanlar zenginleştirilmiştir. 8 yıllık kısacık yönetimine kıtalar fethini sığdıran Sultan Yavuz Selim develere yüklettiği kütüphanesini bir an olsun yanından ayırmamış ve şehzadelik döneminde üç saate indirdiği uykusuyla günün sekiz saatini kitap okumaya vermiştir. İspanya’daki İslam beldelerine saldıran Hristiyanlar 771’de kurulan ve 15. Asrın başına kadar devam eden 800 yıllık bir hadaratın bütün eserlerini imha etmişlerdir. Kurtuba’da, yalnız kataloğu 44 cilt tutan 600.000 el yazması kitap, Gırnata’yı işgal eden Hristiyanlar tarafından şehrin meydanında günde 80.000 adet yakmak suretiyle yok edilmiştir. Bu kadar yüksek sayıda kitabın bulunması Müslümanların kitaba ve okumaya ne kadar kıymet verdiklerinin göstergesidir.

Âlim İbni Teymiye, beline kadar uzanan örgülü saçları ile gece kitap okumaya başlamadan önce saç örgüsünün bir ucunu arkasında bulunan duvardaki çiviye asıyordu. Böylece kitap okurken uyuyup başı önüne düşerse gerilen saçları canını acıtarak uyanmasına sebep oluyor böylece sabahlara kadar kitap okumaya çalışıyordu.

İslam’ın okumaya verdiği kıymetle bakış açısına sahip olan Müslümanlar 10. Asırdan itibaren edindikleri bilgiler ve ilmî sahadaki icatlarıyla Batı’ya tesir etmeye başlamışlardır. Latince kaynaklı olan “Işık doğudan gelmiştir” atasözü 18. Asra kadar süren devreyi kapsar ki, bundan ilim ve kültür beşiğinin İslam dünyası olduğu hükmü ortaya çıkar. Fakat ne yazık ki üstün, parlak ve gurur verici bu durum sonraları tersine dönmüştür. Fransız Oryantalist Charies Mismere şöyle diyor:
“Şu Müslümanlar dinlerini bıraktıkları için gerilemişlerdir. Avrupalılar ise, dinlerini bıraktıkları için ilerlemişlerdir. Batı dünyasını skolastik kilise zihniyeti ile gömüldüğü karanlıktan kurtaran ve onların ancak asırlar sonra alıp uygulama safhasına koyarak bugünkü medenî seviyeye gelmelerini sağlayan hiç şüphesiz ki Doğu’nun okuma, öğrenme, yazma ve öğretme hasletlerinden azamî derecede faydalanmaları olmuştur.”

İslam’ın ve Müslümanların okumaya verdiği önemi aktardıktan sonra kitap okuma üslubuna da değinmek gerekmektedir. Kitap okumaya başlamadan önce, okunacak konu üzerinde mutlaka düşünmeli, önbilgiler zihinden geçirilmeli ve zihin yeni bilgiler almaya hazırlanmalıdır. Öncelikle kitap önbilgi edinmek için hızlıca okunmalı, daha sonra tekrar, cümlelerin anlamları tefekkür edilecek şekilde okunmalıdır. Hakkında önbilgiye sahip olunmayan bir kitap okurken yanımızda lügat bulundurmamız faydalı olacaktır. Her kitap kendi seviyesine göre ciddi bir ilgi ister. Fikrî eserleri zihnin anlamaya müsait ve istekli olduğumuz zamanlarda, genel kültür kitaplarını da dinlenme zamanı ve seyahat esnasında vakti boşa geçirmemek için okumalıyız. Sağlıklı okuma, okuduğumuzu ezberleme değil, aynı zamanda zihinde olanları da yenilemektir. Kitap okurken okuduklarımızdan etkileniyorsak, yazarla birlikte nefes alıp verebiliyorsak, biz gerçekten okuyoruz ve yazar da gerçekten bize hitap ediyor demektir. Yazarla diyalog kuramayan bir okuyucu, okuduklarından fazla istifade edemez. Sağlıklı okuma, neyi, niçin, hangi gayeyle okuduğunu bilmektir. Kültürel seviyeyi geliştirmenin başlıca şartı okumaktır. Hiçbir âlim, mütefekkir veya yazar yoktur ki, kendi seviyesine göre belirli ve düzenli bir okuma temposuna sahip olmasın.

Okumak için kitap seçimi kadar, kitapları okuma biçimi de önemlidir. Fikrî eserlerin dışındakileri, romanları vs. hızlı bir şekilde okuyabiliriz. Fikrî eserler ise bir defa okunup rafa kaldırılan kitaplar olmamalıdır. Okuyucu, önemli yerlerin altlarını çizmeli ve notlar almalıdır. Kitap sessiz ve sakin bir ortamda okunmalıdır. Kalabalık ve dikkatlerin dağıldığı gürültülü yerler kitap okumak için uygun yerler değildir. Kitap açık zihinle yani sabahın erken saatlerinde okunmalıdır. Çünkü bu saatlerde insan yorgunluğunu ve günün düşüncelerini kafasından atmış olduğu için sakin bir kafayla okudukları üzerinde tefekkür edecek böylece cümlelerin anlamlarını zihninde tasavvur ederek idrak edecek, dahası mefhumlaştırabilecektir. Yorgun ve düşünceli bir zihinle kitap okumak doğru değildir. Zira insan yorgunluğunu ve zihnindekileri atmadıkça sağlıklı okuma ve öğrenme gerçekleştiremez. Genellikle iş sonrası veya evde televizyon karşısında boşa geçirilen zamanlar, kitap okuyarak geçirilebilecek önemli zamanlardır. Bunun yanı sıra otobüs, tren, taksi ve uçak gibi ulaşım araçlarında seyahat ederken zorunlu olarak geçen boş zamanlar da kitap okuyarak değerlendirilebilecek zamanlardır. Özellikle bekleme yapılan yerlerde kitap okumak, geçirilen zamanı hem zevkli hale getirecek hem de kişinin yeni bir şey daha öğrenmesine vesile olacaktır.

Okuduğumda beni etkileyen ve sizleri de etkileyeceğini düşündüğüm yaşanmış şu hadise okumanın ne kadar önemli olduğunun göstergelerindendir:
“Evden aceleyle çıkmıştım. Metro istasyonunda ilerlerken benimle aynı yönde ilerleyen birinin elindeki uzunca değnekten çıkan “tak... tak... tak...” sesleri kafamdaki düşünceleri birden unutturdu. Sırtındaki çanta ve elindeki değneği ile neredeyse benim kadar hızlı adımlarla ilerliyordu.Biraz sonra metro istasyona yaklaştı, onunla aynı bölüme bindim. Oturduğu koltuğa iyice yerleştikten sonra değneğini katlayıp hızlıca çantasına koydu. Çantasından mp3 player veya yiyecek bir şey mi çıkaracak diye düşünürken kalınca bir kitabın gözüme ilişmesiyle bu düşüncelerden sıyrıldım. Görme özürlü biri kitap okuyacaktı, derken sayfaları parmak uçlarıyla yoklaya yoklaya karıştırıp bir yerde durdu. Herhalde aradığı sayfayı bulmuştu. Hemen sağ elinin işaret parmağı ile orta ve yüzük parmaklarını kabartmalar üzerinde gezdirmeye başladı. Kitap okuyordu... Fakat o görmüyordu ki. Birkaç saniye daldım. Kitap okumak yalnızca görenlere has bir şey değil miydi?... Anladım... O, gözleriyle değil, kalbiyle, duygularıyla okuyordu. Ve kendimden utandım, aylardır çantamda taşıdığım ve üç beş sayfası dışında pek okumadığım kitabım geldi aklıma. Ve yıllarca hiç kitap okumayanlar... Keşke onlar da, insanı düşündüren, hatta utandıran şu manzaraya şahit olsalardı... Bir sayfayı okuyup bitirmiş ve diğer bir sayfaya geçmişti. Parmaklarını kabartmalar üzerinde ustaca gezdirmesinden bu işe yatkın birisi olduğu anlaşılıyordu. Demek ki iyi bir okuyucuydu. Ama ne okuyabilirdi ki?... Anonsun uyarısıyla ineceğim durağa geldiğimi anladım. Daha 4 dk. geçmişti ve bu kadarcık bir sürede dahi kitap okumak çok önemliydi. Bana bu dersi veren görme özürlü o adam da kitabını çantasına koydu, az sonra metro durdu, önce onun inmesini bekledim ve değneği ile onca insanın arasından “tak... tak... tak...” sesleriyle ilerliyordu. Arkasından birkaç saniye baktım. Sanki değnekten çıkan o tak tak’lar beynimde, “oku... oku... oku...”diye yankılanıyordu...”

Umarım hepimiz, bu hadiseden ibret alır ve gereği gibi amel edenlerden oluruz.

Velhasıl; İslam Ümmeti’nde bulunan sorunlardan biri olan kitap okumama nedenlerini açıklayıp, okumanın önemini hatırlatmaya çalıştım. Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın izniyle, Raşidî Hilafet Devleti kurulduğunda her sorun çözüleceği gibi, bu sorun da köklü bir çözüme kavuşacak. Zira, o zaman hayat, devlet ve toplumda İslamî nizamlar tatbik edilecek, bugün insanları monotonlaştıran, tembelleştiren derin-aydın düşünmekten alıkoyan gayri-İslamî nizamlarla kirletilen bu hayat, yeniden İslamî hayata kavuşacak, Müslümanlar geçmişte olduğu gibi, tekrar izzet ve şerefine geri dönecek, hayatta varoluşlarının sırrının Allah Subhanehu ve Teâlâ’yı razı etmek olduğunu anlayacak ve O’nu razı etmek için İslam davasını taşımanın gereğini hatırlayacak, bunun için İslam’ı öğrenmesi, tedris etmesi gerektiğini anlayacak, O’nun kaynaklarını incelemeye yeniden başlayacak, dahası ilim ve kültür arzusu onda güçlenecek, derin-aydın düşünen aydın bir insan, âlim, mütefekkir olma yolunda adımlar atacak, Devlet’in de nizamları tatbik etmesi neticesinde oluşan atmosferle, Ümmet ve insanlıkta tekrar okuma arzusu yeşerecektir, Allah’ın izniyle....

Unutmayalım ki;“Bütün kitaplar bir tek kitabın/Kur’an’ın daha iyi anlaşılması için okunur.”

Engin Uygun

 
Üst Ana Sayfa Alt