Yaşar Nuri Osmanlıyı Eleştiriyor , Has Bahçeler (tarihimizle Yüzleşelim)

Kozsoy Çevrimdışı

Kozsoy

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
akhi bildiğim kadarı ile sofistler ile bizim sofilerin bir alakası yok ...felsefe dersinde sofistler kavramıgeçmişte bende ilk defe duyduğum için bizim sofiler mi demiştim ,değilmiş sonradan öğrendim:D

Organik olarak yok (yani silsile devamı değil) ama terim olarak var , aslınd aşöyle bir bağlantıda var tabiri caizse "aklın yolu birdir" hesabı her iki sofi grubuda aklede aklede sanırı m daha doğrusu vehmede vehmede önce vahdeti vücudu sonra da vahdeti şühudu buluyorlar. Ve lakin Arabi antik yunan felsefesi okudu mu okumadı mı okuduysa ne derece etkilendi endülüste bunlar okutuluyor muydu ve sair ? Bunlar bizim/benim için bilinmezler sayılabilir . Böyle bir durum varsa organik bağda var denilebilir Allahu Alem !
 
ENSAR Çevrimdışı

ENSAR

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
türbelerde yatan zatı Allah'tan birşey isterken vesile edersen bu şirktir.Kabirperestlik(bu eylemi kınamak için diyorum bunu) budur.Ama büyük şirk midir küçük mü net bilmiyorum.Ama şirk olduğunu anlamak zor değildir.Allah'tan birşey isterken bir ölüyü vesile edinmek olacak iş değildir!tevhide aykırı bir eylemdir bu.
kardeşim türbelerde yatan zatı vesile edinirsen bu şirk değildir bid attir. şimdi hasan karakaya hocanın bu konudaki akaid kitabındaki yazısını atacağım

4. Ölüleri aracı yaparak Allâh'tan bir şey istemek.
Bu konuda Rasûlullah'ı aracı yapmakla diğer ölüleri aracı yapmak farklı görülmüştür. Şöyle ki:

A. Rasûlullah'ı (sav) aracı yaparak Allâh'tan bir şey dilemek:
a. Âlimlerin bir kısmına göre bu caizdir. Kişi: "Ey Allâhım! Sen beni Rasûlullah'ın yüzü suyu hürmetine veya nezdindeki itibarına binaen affet" diye dua edebilir. Buna delil olarak Osman b. Huneyf'in rivayet ettiği şu hadîs-i şerîfi zikretmişlerdir:

* Osman b. Huneyf (ra)'den rivayete göre, gözleri görmeyen bir adam Peygamber'e (sav) geldi ve: "Allâh'ın bana sıhhat ve afiyet vermesi için bana dua et" dedi. Rasûlullah (sav) de: "İstersen dua edeyim, ama sabretmen senin için daha hayırlıdır." buyurdu. Adam: "Dua et" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sav), ona güzelce abdest almasını ve şu dualarla dua etmesini emretti: "Ey Allâhım! Rahmet peygamberi Peygamberin Muhammed aracılığıyla senden istiyor ve sana yöneliyorum. Ey Muhammed bu ihtiyacımın giderilmesi hususunda ben seninle Rabbime yöneliyorum. Allâhım! O Peygamberini bana şefaatçi kıl."[1]

- İbn-i Mace'nin rivayetinde hadis şu şekildedir: "Ey Muhammed! Ben seninle Rabbime yöneldim."[2]

* Abdullah Azzam bu hususta "Fi Zilali Sûreti't-Tevbe" isimli eserinde şöyle demektedir: "Rasûlullah'ı dualarında vesile yapanlar, dinden çıkmazlar, haram işlemiş olmazlar. İmam Ahmed b. Hanbel'e göre bu caizdir. Ebû Hanîfe'ye göre mekruhtur. Biz de bu kanaatteyiz."[3]

* Mahmud Şükri el-Alûsi ise, Rasûlullah'ı vesile yapmayı şu şekilde te'vil ederek caiz görüyor ve diyor ki: "Ben, Rasûlullah'ın Allâh katındaki itibarının, diri iken de ölü iken de vasıta yapılarak Allâh'tan bir şey istenilmesinde bir mahzur görmüyorum. Zira burada Rasûlullah'ın itibarından asıl maksat, Allâhu Teâlâ'nın sıfatlarından birine yönelerek onunla Allâh'tan yardım istemektir. Burada, Allâh'ın Rasûlullah'ı aracı kabul etmesini icap ettiren sevme sıfatından istenilmiş olur. Kişinin: "Ey Allâhım! Rasûlullah'ın nezdindeki itibarını aracı yaparak senden ihtiyaçlarımı gidermeni diliyorum" demesinin asıl manası: "Ey Allâhım! Sevgi sıfatını ihtiyaçlarımın giderilmesi için bir vesile kılıyorum" demektir. Bu "Ey Allâhım! Senden rahmet sıfatınla istiyorum" demek gibidir."[4]

* Vakıa, Rasûlullah'ın vefatından sonra ona tevessül edildiğine dair İbn-i Cerir et-Taberî'nin ve İbn-i Esir'in tarihlerinde zikrettikleri şu haberin dışında herhangi bir şeyin tespit edildiğine dair bir bilgi yoktur.

* Asım b. Ömer b. el-Hattab bu hususta diyor ki: "Ömer'in döneminde insanlar kıtlığa düştüler. Hayvanlar zayıfladı. Bedevilerden Müzeyne ailesinden biri arkadaşına "Bittik tükendik, bize bir koyun kes" dedi. Arkadaşı "koyunlarda et diye bir şey yok ki" diye cevap verdi. Kesmesini isteyenler durmadan ısrar ettiler. Nihayet onlara bir koyun kesti. Soyduğunda kızıl kemiklerden başka bir şey yoktu. Adam "Yetiş Ey Muhammed!" diye bağırdı. Rüyasında Rasûlullah'ın kendisine geldiğini, onu yağmurun yağacağı ile müjdelediğini ve ona şunları söylediğini gördü: "Ömer'e git, benden kendisine selam söyle ve ona de ki: "Sen ahdine vefa gösteren birisin. Benim onunla ahdim sağlamdır. Ey Ömer! İnsanlara iyi davran, merhametli davran" Adam çıkıp Hz. Ömer'in kapısına geldi. Orada vazifeli olan gence "Sen Rasûlullah için izin iste" dedi. Genç gelip bunu Ömer'e söyledi. Ömer korkup tedirgin oldu ve dedi ki: "Sen izin isteyen adamda herhangi bir darbe izi gördün mü?" Genç: "Hayır." dedi, Ömer: "Al içeri" dedi. Adam içeri girdi. Haberi ona nakletti. Ömer dışarı çıkıp insanları mescide çağırdı. Minbere çıktı ve şunları söyledi: "Size İslam'ı nasip eden Allâh hakkı için söyleyin bana, sizler benden hoşunuza gitmeyen bir şey gördünüz mü?" Onlar "Allâh hakkı için hayır." dediler ve "Niçin bunu soruyorsun" diye sordular? Ömer meseleyi onlara anlattı. Onlar bunun ne anlama geldiğini anladılar. Ömer meselenin farkına varmamıştı. Bu nedenle Ömer'e dediler ki: "Sen yağmur duasına çıkmada geç kaldın. Bizim için yağmur duasına çık." Ömer insanları çağırdı. Kalkıp kısa bir hutbe verdi. Yine kısaca iki rekat namaz kıldı. Sonra şöyle dedi: "Ey Allâhım! Yardım edenler bizden aciz kaldı. Çare ve kuvvetimiz bizden aciz kaldı. Bizzat kendimiz kendimizden aciz kaldık. Bir halden diğer bir hale değişme ve bir şeye güç yetirme ancak seninle olur. Ey Allâhım! Sen bize yağmur ver. Kulları ve memleketleri ihya eyle."[5]

b. Diğer bir kısım âlimlere göre ise Rasûlullâh'ı araracı yaparak Allâh'tan bir şey dilemek caiz değildir. Başta İbn-i Teymiyye ve ona tabi olanlar olmak üzere, diğer bir kısım âlimlere göre ise, Rasûlullah'ı vasıta yaparak Allâh'tan bir şey dileme caiz değildir. Selef-i Sâlihîn'in yapmadığı bir bidattır. Sahâbîler, hayır işlemeye insanların en düşkünleri olmalarına rağmen, onlardan herhangi birinin ölüyü aracı kılarak bir şey istediğine dair hiçbir haber gelmemiş-tir. Bunların delilleri ise şunlardır:

Ömer b. el-Hattab, yağmur duasına çıktıklarında vefat eden Rasûlullah'ı değil, sağ olan amcası Abbas'ı vasıta kılarak Allâh'tan yağmur yağdırmasını istemiştir.

* Enes b. Malik bu hususta diyor ki: "Halk kıtlığa uğradıklarında Ömer b. Hattab, Abbas b. Abdmuttalib ile tevessül ederek yağmur duası yapar ve şöyle derdi: "Ey Allâhım! Bizler (hayatta iken) Peygamberi vasıta yaparak senden dilerdik de sen bize yağmur ihsan ederdin. Bizler (şimdi de) Peygamberimizin amcasını vasıta yaparak senden yağmur istiyoruz; bize (yine) yağmur ihsan et!" Enes: Bu duayı edince insanlara yağmur verilirdi" demiştir.[6]

Hazreti Ömer'in oğlu Abdullah Rasûlullah'ın, Ebû Bekir'in ve Ömer'in kabirlerini ziyaret ettiğinde sadece selam verirdi. Başka bir şey yapmazdı.

* Nâfi` diyor ki: "Abdullah b. Ömer bir yolculuktan dönünce Mescid-i Nebevi'ye girerdi. Sonra Rasûlullah'ın kabrine varırdı ve orada "es-Selamu aleyke ya Rasûlallah, es-selamu aleyke ya Ebâ Bekr, es-selamu aleyke ya ebetâh (babacığım)" derdi.[7]

Görüldüğü gibi, Abdullah b. Ömer sadece selam verip ayrılıyordu. Bundan başka bir şey yapmıyordu. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Rasûlul-lah'tan ve onunla birlikte kabirlerinde yatan iki zat-ı mükerremeden bir şey dilemiyordu. Hâlbuki bunlar, yerin içinde bulunan en şerefli zatlar, kâinatın kuşattığı kimselerin içinde en üstün derecede olanlardır. Sahâbîlerin bu şereflendirilmiş makamlarda kıbleye yönelerek dua ettikleri vakidir ve meşrudur. Ancak dua ederken Rasûlullah'ın kabrine yöneldikleri görülmemiştir. Hatta Ebû Hanîfe Rasûlullah'a selam verirken kıbleye dönme görüşündedir.

Evet, yaratıkların en şereflisinin kabrini ziyarette meşru olan bu ise, onun dışındakilerin kabirlerini ziyaretin mertebesi onunkine göre hangi seviyeye ulaşabilir ki, onun kabrinde yapılmayanlar onların kabirlerinin başında yapılabilsin veya ziyaret edenler tarafından kulun yetkisinde olmayan şeyler onlardan istensin?[8]

* Rasûlullah (sav) bir hadisinde Abdullah b. Abbas'a "Yardım dilediğinde yalnız Allâh'tan dile" buyurmuştur.[9]

Taberânî, Mucemi'nde şunu rivayet etmiştir:

* Rasûlullâh'ın (sav) zamanında müminlere eziyet eden bir münafık bulunuyordu. Ebû Bekir es-Sıddık dedi ki: "Kalkın gidelim. Bu münafığın şerrinden Rasûlullah'tan yardım dileyelim." Bunun üzerine Rasûlullah'a gittiler. Rasûlullah da buyurdu ki: "Benden yardım dilenmez. Ancak yüce olan Allâh'tan yardım dilenir."[10]

* İbn-i Teymiyye, Rasûlullah'ı aracı yaparak Allâh'tan bir şey istemenin meşru olduğuna dair birinci grubun delil gösterdiği Osman b. Huneyf'in hadisini te'vil etmiş ve hadisin asıl manası şudur demiştir: "Ey Allâhım! Ben senden peygamberinin duası ve şefaatiyle istiyorum" İbn-i Teymiyye, "Bu zatın Rasûlullah'ı değil, duayı vesile edindiğini ve duanın da vesile olabileceğini" söylemiştir. Hadisin sonundaki "Ey Allâhım! Sen onu bana şefaatçı kıl" cümlesinin ve hadisin başının bu te'vili desteklediğini iddia etmiştir.

* Şâfi`î mezhebine mensup olan Sübki ise, "İbn-i Teymiyye'nin bu te'vilinin doğru olmadığını, Selef-i Sâlihîn'den kimsenin böyle bir tavır takınmadığını" söylemiş ve "Rasûlullah'ı, Allâh'a vesile etmenin, onu aracı yaparak Allâh'tan bir şey dilemenin caiz olduğunu" beyan etmiştir.

B. Rasûlullah'ın dışındaki herhangi bir ölüyü aracı yaparak Allâh'tan bir şey dilemek ise, bidattır.
Yer yer şirke dahi sürükleyebilir. Salih ameller işlemeye bizlerden daha çok düşkün olan Sahâbî-i Kiram'dan, ölüleri aracı yaparak Allâh'tan bir şey diledikleri vaki değildir. Aksine daha önce de zikredildiği gibi, Rasûlullah'ın vefatından sonra onu değil, sağ olan hazreti Abbas'ı vesile edip onunla Allâh'tan yağmur dilemişlerdir. Ayrıca Rasûlullah'ın namaz kıldığı her yerde namaz kılarak Rasûlullah'a her yönüyle uymaya gayret gösteren Abdullah b. Ömer gibi bir zat, Rasûlullah'ın kabrini ziyaret ederken "Ey Allâh'ın Rasûlu! Allâh'ın selamı üzerine olsun" sözünden başka bir şey söylememiştir. Diğer yandan Rasûlullah, Abdullah b. Abbas'a: "Yardım istediğinde Allâh'tan iste" buyurmuştur. Rasûlullâh (sav), Hazreti Ebubekir'in, kendisiyle tevessül etmesini yasaklamıştır. Ayrıca Rasulullah dışındaki ölülerle yardımlaşmanın caiz olduğunu içeren haberlerin hiçbiri sahih değildir.

Bunlardan biri de Rasûlullah'a isnat edilen ve hadis olmadığı halde hadis olduğu iddia edilen şu ifadelerdir: "Eğer sizler, sıkıntıya düşecek olursanız, kabir ehliyle yardımlaşın" Bu sözleri, kendisine güvenilen hiçbir âlim rivayet etmemiştir. İtimada şayan kitapların hiçbirinde yoktur. Bunu sadece Acluni "Keşfu'l-Hafâ" isimli eserinde zikretmiş ve "İbn-i Kemal Paşa'nın "Erbaîn" adlı eserinde de bu böyledır." demiştir.[11]

* Âlûsî konu ile ilgili olarak diyor ki: "Avam halktan bazıları, Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Eğer sizin Allâh'tan isteyeceğiniz bir ihtiyacınız olursa benim itibarımla (yüzümün suyu hürmetine) onu Allâh'tan dileyin. Zira benim Allâh katında itibarım çok büyüktür." Bunu hiçbir ilim erbabı rivayet etmemiştir. Hadis kitaplarının hiçbirinde de mevcut değildir."

Âlûsî devamla diyor ki: Kuşeyrî, Maruf el-Kerhi'nin öğrencilerine şöyle dediğini nakletmiştir: "Eğer sizin Allâhu Teâlâ'dan dileyeceğiniz bir ihtiyacınız olursa, benim hakkım için Allâh'a yemin edin. Çünkü şu an sizinle Allâh Celle Celaluhu arasında vasıta benim." Bunun güvenilir bir senedi yoktur.[12]

Bu konuda İbn-i Mace'den şu zayıf hadis rivayet edilmiş ve hadis kriteri âlimleri tarafından bunu rivayet eden raviler zincirinin zayıf olduğu vurgulanmıştır. Bu itibarla insanları bidate ve şirke sürükleyebilecek bir meselede buna dayanmak doğru değildir:

* Ebû Said el-Hudrî (ra) Rasûlullâh'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Kim namaza gitmek üzere evinden çıktıktan sonra şu duayı okursa, Allâh, rahmetiyle ona yönelir ve yetmiş bin melek, onun günâhlarının bağışlanmasını (Allâh'tan) diler: Ey Allâhım! Ben, senden dileyenlerin hakkı için istiyorum. Ben, senden şu yürüyüşümün hakkı için istiyorum. Çünkü ben ne kibirlenmek ne de böbürlenmek için ve ne görsünler diye ne de duysunlar diye (evden) çıktım ve ben senin gazabından sakınmak ve senin rızanı talep etmek için çıktım. Bu sebeple Cehennem ateşinden beni korumanı ve günâhlarımı affetmeni senden istiyorum. Şüphesiz senden başka hiç kimse günâhları affedemez."[13]

Görüldüğü gibi bu zayıf hadiste "Ey Allâhım! Ben, senden dileyenlerin hakkı için istiyorum" cümlesi geçmekte ve dileyenlerin vasıta yapılarak Allâh'tan bir şey istenileceğini ifade etmektedir.

* Heysemî, Mecmau'z-Zevaid isimli eserinde bu hadis hakkında şunları söylemiştir: "Bu hadisin raviler zinciri zayıflarla doludur, zira senedinde Atiyye el-Avfi, Fudayl b. Marzuk ve Fadl b. Muvaffak bulunmaktadır. Bunların hepsi de zayıf kimselerdir."

* Âlûsî de diyor ki: "Bu hadisin senedinde Atiyye el-Avfi bulunmaktadır. Bu zayıf biridir. Buna rağmen bu sözlerin Rasûlullah'ın kelamı olduğu farz edilecek olsa dahi, buradaki "dileyenlerin hakkı"ndan maksat, Allâh'ın onların dileklerini lutfu ile kabul etmesidir. "İtaatine yürüyenlerin hakkı"ndan maksat, ise, onlara lutfu ile sevap vermesidir. Buradaki "hak"tan maksat, "Allâh'ın bir lutuf olarak gerçekleştireceği hak demektir. Yoksa "Allâh'ın yerine getirmesi üzerine gerekli olan bir hak demek değildir." Nitekim şu ayetteki "hak"tan maksat da budur: ".Biz de suç işleyenleri cezalandırdık. Müminlere yardım etmek üzerimize hak olmuştur."[14]

Yani onu yapmak bizim bir lutfumuzdur, demektir. Âlûsî, sözlerine devamla diyor ki: Şu hadîs-i şerîf de bunu açıklamaktadır.

* Bize Enes b. Malik (ra) dedi ki: Muaz b. Cebel (ra) şöyle dedi: Ben bir seferde Peygamber'in (sav) bindiği bineğin arka tarafına binmiş idim. Peygamber'le benim aramda, semerin arka ağacından (kaşından) başka bir şey yoktu. İşte bu kadar yakınında bulunurken Rasûlullah: "Ey Muaz!" diye seslendi. Ben de: "Buyur, emrine amadeyim ve emrini dinlemekten mutlu olurum" dedim. Bu söz aramızda bir kaç kere tekrar etti. Sonra Rasûlulah buyurdu ki: "Allâh'ın, kulları üzerinde ne hakkı vardır bilir misin?" Ben: "Allâh ve Rasûlü en iyi bilendir!" dedim. Rasûlullah "Allâh'ın, kulları üzerinde sabit olan hakkı, kulların Allâh'a ibadet etmeleri ve Ona hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır." buyurdu. Bir müddet daha yürüdü. Sonra: "Ey Muaz b. Cebel!" diye çağırdı. Ben: "Buyur, Ya Rasûlallâh, emrine hazırım ve itaatten mutlu olurum." dedim. Rasulullah "Kullar bunu yaptıkları zaman, onların Allâh üzerinde sabit olan hakları nedir bilir misin?" dedi. Ben: "Allâh ve Rasûlü en iyi bilendır." dedim. Rasûlullah: "Bunu yaptıkları zaman kulların Allâh üzerinde sabit olan hakları, Allâh'ın onlara azap etmemesidır." buyurdu.[15]

Âlûsî diyor ki: Görüldüğü gibi yukarıda delil gösterilen hadisteki istek, Allâh'ın kabul edici ve sevap verici olma sıfatlarıyladır. Allâh'ın sıfatlarını vasıta yaparak Allâh'tan bir şey dilemek caizdir. Nitekim Rasûlullah'ın şu hadisi bunu ifade etmektedir.

* Hz. Aişe (ra) diyor ki: Bir gece Rasûlullah'ı (sav) yatakta bulamadım ve kendisini araştırdım. Derken elim, secdegahında iken onun ayaklarının altına dokunuverdi. Ayakları parmakları üzerine dikilmiş bir halde şöyle dua ediyordu: "Ey Allâhım! Senin gazabından rızana, azabından da affına sığınırım! Senden yine sana sığınırım! Seni övmeyi bitiremem! Sen kendini nasıl övmüşsen öylesin!"[16]

Evet, Âlûsî konuyla ilgili olarak bunları zikretmiştir.[17]

Bu konuda kanaatimiz şudur: Rasûlullah'ın dışındaki herhangi bir ölüyü aracı yaparak Allâh'tan bir şey niyaz etme Selef-i Sâlihîn'den görülmeyen bir bidattır. Bundan kaçınılmalıdır. Yer yer şirke dahi sürükleyebilir. Maide Sûresi'nin şu ayetinde zikredilen vesileyi buna delil göstermenin hiçbir sıhhatli tarafı yoktur: "Ey iman edenler! Allâh'tan korkun. Ona bir vesile edinin ve Onun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz. "[18]

Buradaki vesileden maksadın ne olduğunu, kendilerine güvenilen müfessirler şöyle açıklamışlardır:

a. İbn-i Cerir et-Taberî, bu ayette geçen "vesile"den neyin kast edildiği hakkında şu görüşleri nakletmiştir:

Mücahid, Hasan el-Basrî ve Abdullah b. Kesir'e göre ayetteki "vesile"den maksat, Allâhu Teâlâ'ya yakın olmaktır." Buna göre ayetin manası "Ey iman edenler! Allâh'tan korkun ve ona yakın olmayı arayın." demektir.

Ebû Vail ve Atâ'a göre buradaki "vesile"den maksat, amellerde Allâh'a yakın olmaktır." Buna göre ayetin manası: "Ey iman edenler! Allâh'tan korkun ve amellerde ona yaklaşmayı isteyin" demektir.

Suddî'ye göre buradaki "vesile"den maksat, "Allâh'a yakın olmak ve ondan istemektir." Buna göre ayetin manası şudur: "Ey iman edenler! Allâh'tan korkun Ona yaklaşmaya ve Ondan istemeye çalışın."

Katade'ye göre buradaki "vesile"den maksat, "Allâh'a itaat ederek ona yaklaşmak ve onu razı edecek amel işlemektir." Buna göre ayetin manası "Ey iman edenler! Allâh'tan korkun. Ona itaat ederek ve razı olacağı amelleri işleyerek ona yakın olmayı isteyin" demektir.

İbn-i Zeyd'e göre ise, buradaki "vesile"den maksat, Allâh'ı sevmektir. Buna göre ayetin manası: Ey iman edenler! Allâh'tan korkun ve onun tarafından sevilmeye çalışın" demektir."[19]

Görüldüğü gibi izahlar birbirine yakındır. Bu izahların hiçbirinde "vesilenin Allâh'la kullar arasında birini vasıta etme anlamına geldiği" söylenmemiştir. Zira bunda şirke kayma kuşkusu vardır.

b. Âlûsî ayette geçen "vesile"den neyin kast edildiği hususunda şunları söylemektedir:

"Vesile"den maksat, itaat ederek ve günâh işlemeyi terk ederek Allâh'a yaklaşmaktır. Şu ayet buna delildir. "Sabırla ve namazla yardım isteyin. Şüphesiz ki namaz, Allâh'a boyun eğenlerden başkasına ağır gelir. "[20]

Veya "vesile"den maksat, ayetin başından da anlaşıldığı üzere Allâh'tan korkmaktır. Çünkü meselenin başı ve her hayrın vasıtası budur. Nitekim Katade'nin sözü buna işaret etmektedir.

Yahut ayetin birinci cümlesi günâh işlemeyi terk etmeyi ikinci cümlesi ise, itaat etmeyi emretmektedir.

İbnu'l-Enbar ve diğer bazı âlimler, Abdullah b. Abbas'ın "Vesile"den maksadın "ihtiyaçlardır." dediğini rivayet etmişlerdir. Yani ihtiyaçlarınızı da Allâh'a yönelip ondan isteyin, başkasından istemeyin" demektir.

Bazı âlimler, ayetteki "vesile"den maksadın cennetteki bir makam olduğunu söylemişlerdir. "Vesile"nin bu manada olması muhtemel değildir. Zira bu makam Abdullah b. Amr'ın rivayet ettiğine göre peygamberlere özel bir makamdır, istenilerek ulaşılacak bir makam değildir. Bu hususta

* Abdullah b. Amr b. el-As (ra) diyor ki: "Ben Rasûlullâh'ın (sav) şöyle buyurduğunu işittim: "Müezzini işittiğiniz vakit, siz de onun dediğini deyin. Sonra bana salâvat getirin. Çünkü her kim bana bir defa salâvat getirirse, Allâh ona o salâvat sebebiyle on defa salat eyler. Sonra Allâh'tan benim için vesileyi isteyin. Zira vesile cennette bir makamdır ki, Allâh'ın kullarından yalnız bir tanesine layıktır. Umarım ki o bir kişi de ben olayım. Şimdi her kim benim için vesileyi isterse ona şefaatim vacip olur."[21]

Bu hadisin bir kısmını Ebû Hureyre[22] ve Ebû Said el-Hudrî[23] de rivayet etmişlerdir.

Âlûsî devamla diyor ki: "Bazı insanlar ayette geçen "Vesile"yi fasit bir te'ville te'vil etmeye kalkışmışlar ve bu ayete dayanarak salih kullarla yardımlaşmanın, onları Allâh'la kullar arasında vasıta yapmanın, onlar adına Allâh'a yemin etmenin meşru olduğunu söylemişler ve kulun "Ey Allâhım! Filanı aracı yaparak sana yemin ediyorum ki bana şunu veresin" demesinin caiz olduğunu iddia etmişlerdir. Hatta bazıları, salih kullardan yanında olmayanlara veya ölenlerine: "Ey filan! Allâh'a dua et de bana şunu nasip etsin" derler ve bunun vesile arama olduğunu zannederler.

Rasûlullah'ın "Sıkıntıya düştüğünüz zaman kabir ehline başvurun veya onlarla yardımlaşın" yahut "Meselelerde ne yapacağınızı şaşırdığınız zaman kabir ehli ile yardımlaşın" buyurduğunu rivayet etmişlerdir. Bunların aslı astarı yoktur. Hepsi haktan fersah fersah uzaktır."[24]

Âlûsî, tefsîrinin başka bir bölümünde şunları zikretmektedir. "Günümüzde insanlar bir şey istediklerinde, adı sanı duyulmayan, zerre kadar itibarı olmayan kişileri aracı yaparak "Ey Allâhım! Filanın hakkı için sana yemin ediyorum ki şunu bana veresin" şeklinde yemin ederek oldukça aşırı gitmeye başlamışlardır. Bundan daha da aşırısı, kabir ehlinden hastalara şifa vermelerini, fakirleri zengin etmelerini, yitirdikleri şeyleri bulmalarını ve her zorluğu kendilerine kolaylaştırmalarını istemeleridir. Şeytanları onlara yukarıda geçen sözün hadis olduğu vesvesesini vermektedir. Hâlbuki bu söz, peygamberin hadislerine aşina olan âlimlerin ittifakıyla Rasûlullah'a karşı uydurulan bir iftiradır. Hiçbir âlim bunu rivayet etmemiştir ve güvenilen herhangi bir hadis kitabında mevcut değildir."[25]

Âlûsî, tefsîrinin başka bir bölümünde de şunu söylüyor: "İnsanlar, Allâh'ın dışında salih kulları çağırmada -ölü olsunlar, diri olsunlar- oldukça aşırı gittiler. Öyle ki "Ey filan efendim! Beni kurtar." demeye başladılar. Bu tür sığınmalar caiz olmayan davranışlardır. Mümine yakışan bunları ağzına almamasıdır."[26]

Biz de bu konuda Âlûsî'nin kanaatindeyiz.

5. Bizzat ölülerin kendilerinden yardım dilemek
Bu konuda en tehlikeli davranış ölülerin bizzat kendilerinden yardım dilemektir. Her ne kadar bazı âlimler böyle bir şeyin Müslüman bir insandan meydana gelmesini şirk saymamışlarsa da, diğer âlimlere göre bu kesin bir şirktir. Bunu yapanı kurtarırsa ancak cehaleti kurtarabilir. Bu da kesin değildir. Konu ile ilgili olarak âlimler şu görüşleri serdetmişlerdir:

* Şehid Abdullah Azzam diyor ki:

"Yardım dilemek ile aracı yapmak farklı şeylerdir. Birincisi peygamberden veya veliden yahut şeyhten direkt yardım istemektir. İkincisi ise, duasının kabulü için birini veya bir şeyi vasıta yaparak Allâh'tan dilemektir.

Kabirlerdeki ölülerin bizzat kendilerinden yardım dileyenlerin amelleri küfürdür. Yapanı dinden çıkarır. Ancak bunu yapanlar cahilse, onların kâfir olduklarına hüküm veremeyiz. Nitekim bu hususta hassas olan İbn-i Teymiyye, İbnu'l-Kayyım ve Muhammed b. Abdulvahhab da bunu açıklamışlardır:"

Azzam sözlerine devamla diyor ki: "İbn-i Teymiyye diyor ki: "Eğer ben Cehmiye Fırkası'nın söylediğini söylersem, muhakkak kâfir olurum. Fakat ben onları tekfir etmiyorum. Çünkü onlar cahildirler."

İbnu'l-Kayyım diyor ki: "Kabirlerden yardım isteyenleri tekfir etmiyorum. Çünkü onlar cahildirler."

Muhammed b. Abdulvahhab da diyor ki: Kuvaz Kubbesi'ne[27] ibadet edenlere kâfir demeyiz. Çünkü onlara doğru olanı öğreten pek azdır." Evet, bizim onlara, kendilerinden uzakta bulunan veya ölmüş olan velilerden yardım dilemelerinin kâfirlik olduğunu ve dinden çıkaran bir şirk olduğunu öğretmemiz gerekir."[28]

* Âlûsî de diyor ki: "Bizzat ölülerden yardım istemeyi bazı âlimler şirk saymışlardır. Eğer böyle değilse de, buna yakın bir ameldir. Ben bunlardan yardım dileyen hiçbir kimse görmedim ki, kendisinden yardım istediği uzaktaki dirinin veya ölünün gaybı bildiğine, ondan istemeyi duyduğuna, bizzat kendisine veya istediği başka birine menfaati sağlama veya zararı önleme gücünde olduğuna inanmış olmasın. Yoksa ne ağzını açardı, ne de bir kelime söylerdi. İşte en büyük musibet budur. Kula farz olan, bunlardan kaçınmak ve isteyeceklerini yalnız kudret ve kuvvet sahibi, hazineleri bitmeyen ve dilediğini yapan Allâh'tan istemesidir."

Âlûsî devamla diyor ki: "Kabirlerde yatanlar ya cennetlik insanlardır. Bunlar kendilerine bahşedilen nimetlerle, cennetlerde seyahat etmekle meşguldürler. Bu dünyada olanlara iltifat etmeye vakitleri yoktur. Yahut cehennemlik insanlardır. Bunlar ise, kendilerine yapılan azapla cehennem ateşinden gelen dehşetle meşgullerdir. Kendilerini çağıranlara ve taraftarlarına nasıl cevap verebileceklerdir. Bu nedenle kabirlerdeki ölülerden yardım dilemekten kaçınılması gerekir. Bunu yapmak akıl işi değildir."

"Diğer yandan ölülerden yardım isteyenlerin bazılarının isteklerinin gerçekleşmesi, sakın sizi aldatmasın. Çünkü bu, Allâh tarafından bir imtihandır. Hatta bazen şeytan kendisinden yardım istenenin şekline girer ve yardım dileyene görünür, o da bunu yardım dilediğinin bir kerameti sanar. Aslında bu şeytandır, onu saptırır, azdırır, heva ve hevesine kaptırır. Nitekim bazen şeytanlar putların içinden konuşup ona tapan cahil, toy insanları saptırırlar. Onlar da: "Bu kendisinden yardım dilenenin ruhudur veya onun şekline giren bir melektir. Onun kerametini göstermek için bunu yapmıştır." derler. Ne de kötü hüküm verirler."[29]

Biz de bu konuda Abdullah Azzam ve Âlûsî'nin görüşlerine katılıyoruz.

Allahu A`lem


DİPNOTLAR:
1. Tirmizî, Daavat, bab. 119, hn. 3578; (Tirmizî: "Bu hadis Hasen, Sahih, Garibtir. Ancak bu şekliyle Ebû Cafer el Hatmî'nin rivâyetiyle bilmekteyiz. Osman b. Huneyf, Sehl b. Huneyf'in kardeşidir, " demiştir.) İbn-i Mâce, İkame, bab. 189, hn. 1385; Müsned, İmam Ahmed, IV, 138.

2. Bkz. Bir önceki dipnot.

3. Konu ile ilgili olarak Bkz. Fi Zilali Sureti't-Tevbe, 348-349.

4. Bkz. Âlûsinin "Ruhu'l-Meâni" isimli Tefsîri, 6, 128.

5. Tarih-i Taberi, IV, 99; İbnu'l-Esir, II, 274; el-Bidaye ve'n-Nihaye, VII, 91.

6. Buhârî, İstiska, bab. 3, Fedailu Ashabın-Nebi, bab. 11.

7. Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra, V, 402, hn. 10271.

8. Bkz. Alusi'nin "Ruhu'l-Meani" isimli Tefsîri, VI, 127.

9. Tirmizî, Kıyamet, bab. 59, hn. 2516; Müsned, İmam Ahmed, I, 293, 303.

10. Konu ile ilgili olarak bkz. Âlûsi'nin "Ruhu'l-Meani" isimli Tefsîri, VI, 128, 129.

11. Bkz. Acluni'nin Keşfu'l-Hafa isimli eseri, I, 75, rakam, 213.

12. Bkz. Alusi'nin "Ruhu'l-Meani" isimli Tefsîri, 6, 126.

13. İbn-i Mâce, Mesacit, bab. 14, hn. 778; Müsned, İmam Ahmed, III, 21.

14. Rûm, 47.

15. Buhârî, Libas, bab. 101, Cihad, bab. 46, İsti'zan, bab. 30, Tevhîd, bab. 1; Müslim, İmân, bab 48-49, hn. 30; Tirmizî, İmân, bab. 18, hn. 2643; (Tirmizî bu hadisin Hasen ve Sahih olduğunu söylemiştir.) İbn-i Mâce, Zühd, bab, 35, hn. 4296.

16. Müslim, Salat, bab. 222, hn. 486; Ebû Dâvûd, Salat, bab. 148, hn. 879; Tirmizî, Daavat, bab. 76, hn. 3493; Neseî, Tahâret, bab. 120; İbn-i Mâce, İkame, bab. 117, hn. 1179. (İbn-i Mace bu hadisi Hz. Ali'den dua kısmını rivayet etmiştir.

17. Bkz. Âlûsî, Rûhu'l-Me`ânî, VI, 126 ve devamı.

18. Mâide, 35.

19. Taberi Tefsîri, IV, 146.

20. Bakara, 45.

21. Müslim, Salât, bab. 11, hn. 384; Ebû Dâvûd, Salât, bab. 35, hn. 523; Tirmizî, Menakib, bab. 1, hn. 3614; (Tirmizî hadisin Hasen ve Sahih olduğunu söylemiştir.) Neseî, Ezan, bab. 37, hn. 679; Müsned, İmam Ahmed, II, 168.

22. Bkz. Tirmizî, Menakib, bab. 1, hn. 3612; Müsned, İmam Ahmed, II, 265, 365.

23. Müsned, İmam Ahmed, III, 83.

24. Bkz. Alusi, "Ruhu'l-Meani" Tefsîri, VI, 125.

25. Bkz. Alusi, "Ruhu'l-Meani" Tefsîri, VI, 125 vd.

26. Age. son kaynak

27. Kuvaz kubbesi Necd bölgesinde bulunan bir kubbedir. İnsanlar onun etrafını tavaf ediyor ve ondan yardım diliyorlardı.

28. Bkz. Abdullah Azzam "Fizilali Sûreti't-Tevbe", 333-335.

29. Bkz. Âlûsi, "Ruhu'l-Meani" Tefsîri, VI, 129.
 
Y Çevrimdışı

yoldaki_muhendis

NEVER GIVE UP!!
İslam-TR Üyesi
Osmanli demisken sunu söylemek isterim... muhtesem yüzyil denilen sapik dizisini ve oyuncularindan nefret ederim, kimsede çikip bu serefsizleri durdurmuyor/ceza vermiyor.. yakinda islam üzerinede bir sapik film yaparlar:mad: belkide yapmislardir ben bilmiyom:mad: sanki bizim nabzimizi yokluyorlar...
 
S.Hamza Çevrimdışı

S.Hamza

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
aleyküm selam,anlamıyorlar işte.Üstelik düşüncelerini söylerken hakaret ederek başlıyor konuşmaya sonrada sert çıkıyormuşum bak hele.

Kardeşlerim, Burada Akısızlıktan Kastım Kişi'nin Akılsız Olduğu Yönünde Olduğu Değil, Ön Yargılı Yaklaşımı Ve Olayı Derin Bir Şekilde İrdelemiyor Olmasıdır. İlimsizlikde ki Maksadım İse Şudur, Günümüzde İnternet Ortamında Her türlü Kaynak İnsanlara Sunulmaktadır Ne Yazık ki Kimse Bu Kaynakların Gerçekten Olup Olmadıgını Araştırmamaktadır. Örn, Bir Kitap Kaynak Gösterilerek İçinden Alıntılar Yapılır Ama Gerçekten O Kitapda Öyle Birşey varmıdır Yokmudur Bunu Hiç Kimse Arastırmaz Pek Ve Sadece Göründüğü Kadarı İle Yetinir. İşte bu İlimsizliktir.. Yorumda İlimsizlik İfadesini Kullanıyor Olmam İle, Kişi Senin Zerre İlmin Yok Sen İlimsizsin Gibi Deme Bir Lükse Sahip Değilim Olamamda Bundan ALLAH'a Sıgınırım.
 
Üst