Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ye'cûc Ve Me'cûc

S Çevrimdışı

selefi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bunlar Adem peygamberin zürriyetindendirler. Bu hususta ihtilaf yoktur. Buna delil olarak da Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Said'den rivayet edilen şu hadisi gösterebiliriz: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

«Cenâb-ı Allah, kıyamet gününde diyecek ki: «Ey Adem, kalk ve ateşin hasrı gibi zürriyetini hasret.» Adem de diyecek ki: «Ya Rab, ateş hasrı nedir?» Cenâb-ı Allah şöyle buyuracak: «Her 1000'den 999'u ateşe, biri Cennet'e gidecektir.» İşte o zaman küçük çocuklar ihtiyarlayacak, her hamile de karnındaki yavruyu düşürecek ve insanlan sarhoş halde göreceksin. Aslında onlar sarhoş değildirler, ama Allah'ın azabı şiddetlidir.»

Yanında bulunan sahabeler dediler ki:

- Ya Rasûlallah, hangimiz o 1000'de biriz?

- Size müjdeler olsun, sizden bir kişi, Ye'cûc ve Me'cûc'dan 1000 İrişi (Cehennem'e gidecektir).»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Size müjdeler olsun. Doğrusu sizde iki ümmet vardır ki, hiçbir şeyde yokturlar. Ancak onların çoklukları ve kalabalıkları vardır.» Bu da onların çokluklarını ve insanlardan kat kat fazla olduklarını gösteriyor. Keza onlar, Nuh Peygamberin soyundan diri ar. Zira yüce Al*lah, yeryüzü halkına beddua etmesi esnasında Nuh peygamberin çağrısına icabet etmişti. Nuh peygamber şöyle beddua etmişti:

«Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkarcı bırakma.» (Nah, 26.)

Cenâb-ı Allah da buyurdu ki:

«Ama biz, Nuh'u ve gemide bulunanları kurtardık.» (cl-Ankebût.ıs.)

«Ancak onun soyunu sürekli kıldık.» (es-Sflrcat, 77.)

Müsned ve Sünende rivayet edilen bir hadiste anlatıldığına göre Nuh peygamberin Sam, Hanı ve Yafes adında üç oğlu varmış. Sam, Arapların atasıdır. Ham, Sudanlıların atasıdır. Yafes de Türklerin atasıdır. Ye'cûc ve Me'cûc ise, Türklerden bir taifedir. Bunlar Moğollar olup çok güçlü ve bozguncudurlar. Denildiğine göre Türklere Türk denmesinin sebebi şudur: Zülkarneyn meşhur şeddi inşa ettiği zaman Ye'cûc ve Me'cûc, seddin gerisine sığındılar. Ancak bir kısımları, seddin bu tarafında kaldılar. Bu kalan kısım, Ye'cûc ve Me'cûc'ün öte yana geçenleri gibi bozguncu değildiler. Bu yüzden bunlar, seddin bu tarafinda bırakıldılar. Kendilerine ilişilmedi ve (terk edilmiş anlamına gelen) Türk adı verildi.

Ye'cûc ve Me'cûc'un, Adem peygamberin ihtilam olduğu esnada spermasının yere damlayıp toprakla karışmasından yaratılmış oldukları ve onların Havva'dan doğmadıklarını iddia eden kavle gelince, bu kavil, Şeyh Ebu Zekeriyya Nevevî'nin "Müslim şerhinde naklettiği bir kavildir. Bunu, başkaları zayıf bir kavil olarak nitelemişlerdir. Çünkü buna dair herhangi bir delil mevcut değildir. Aksine bu, bugünkü insanların tümünün Nuh peygamberin zürriyetinden olduklarına dair naklettiğimiz ve Kur'ân nassı ile teyid edilen görüşümüze muhaliftir. Aynı şekilde Ye'cûc ile Me'cûc'un muhtelif şekillerde ve birbirine zıt boylarda olduklarına, onlardan kiminin uzun hurma ağacı kadar uzun boylu olduğuna, kiminin de son derece kısa olduğuna, kiminin bir kulağı döşek edip yere sererek üzerine uzandığına, diğer kulağını da vücudunun üzerine örttüğüne dair rivayetler de asılsızdır. Bütün bunlar, görmeden söylenen asılsız ve delilsiz sözlerdir. Sahih kavle göre bunlar, Adem oğullarındandır. İnsan şekline ve evsafına sahiptirler. Hz. Peygamber (s.a.v.), bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

«Doğrusu Cenâb-ı Allah, Adem peygamberi altmış zira boyunda yarattı. Sonra yaratıklar (vücut yapısı itibariyle) şu ana kadar eksilmeye devam etmişlerdir.»

İşte bu hadis, bu konu ve diğer konularda kesin bir ölçü teşkil etmektedir.

Ye'cûc ile Me'cûc'dan bir kimsenin kendi zürriyetinden 1000 kişiyi görmedikçe ölmeyeceğine dair söylenen söz, eğer sahih bir hadise dayanmakta ise, bizim de kabul edeceğimiz birşeydir. Ama sahih bir hadise dayanmamaktaysa yine de red etmeyiz. Çünkü bu, akıl ve nakle aykırı değildir. Olabilecek bir şeydir. Doğrusunu Allah bilir. Hatta eğer sahih ise, bu konuda sarih bir hadis de vardır:

Taberanî, Abdullah b. Muhammed b.Abbas el-Isbahanî kanalı ile Abdullah b. Amr'dan rivayet etti ki Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Ye'cûc ile Me'cûc, Adem oğullarındandır. Eğer yeryüzüne serbestçe bırakılacak olsalardı, insanların yaşantılarını bozar, onları fesada sürüklerlerdi. Onlardan bir adam, kendi zürriyetinden 1000, hatta daha fazla kişiyi geride bırakmadıkça ölmeyecektir. Onların gerisinde üç ümmet vardır: Ta'vil, Ta'ris ve Mensik.»

Bu, cidden garip bir hadistir. Senedi zayıftır ve şiddetli derecede münkerdir.

İbn Cerir'in, "Tarih" adlı eserinde rivayet ettiği hadiste anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), İsrâ gecesinde Ye'cûc ile Me'cûc kavimlerinin yanma gitmiş, onları Allah'a imana davet etmiş, onlarsa ona icabet edip uymaya yanaşmamışlardır. Peygamber (s.a.v.), oradaki Ta'ris, Ta'vil ve Mensik ümmetlerini Allah'a imana davet etmiş, onlar onun bu davetine icabet etmişlerdir.

Sözü edilen bu hadis, Ebu Nuaym Amr b. Subh tarafından uydurulmuş mevzu bir hadistir. Ebu Nuaym, hadis uydurma suçunu işlediğini itiraf eden yalancılardan biridir. Doğrusunu Allah bilir.

Eğer üzerinde ittifak edilen ve onların kıyamet gününde Cehennem ateşine atılarak mü'minler için feda olacaklarına, oysa kendilerine peygamber gönderilmemiş olduğuna dair ileri sürülen hadis, nasıl bir delil teşkil ediyor? Oysa Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: «Biz, peygamber göndermedikçe kimseye azab etmeyiz.» (ci-Isrâ, ıs.) denilecek olur*sa buna cevaben deriz ki: Bunlara karşı delil ileri sürülmedikçe ve mazeretlerini geçersiz sayacak hususlar ortaya konulmadıkça, bunlara azab edilmeyecektir. Nitekim yüce Allah: «Biz, peygamber göndermedikçe azab etmeyiz.» buyurmuştur. Eğer bunlar, Peygamber (s.a.v.)'in gönderilmesinden önceki zamanda yaşamışlarsa kendilerine kendilerinden peygamberler gelmiştir. Ve böyle olunca da kendi aleyhlerine olan deliller ortaya konulmuş demektir. Eğer Cenâb-ı Allah, kendilerine peygamber göndermemiş ise, bunlar fetret ehli hükmündedirler. Kendilerine davetin ulaşmadığı kimseler statüsündedirler. Bir sahabe topluluğundan çeşitli yollarla rivayet edilen hadis de buna delalet etmektedir. Sözü edilen hadiste Rasûlullah (s.a,v.) şöyle buyurmuştur:

«Bu durumda olan kimse, kıyametin meydanlarında imtihan edilir. Eğer davetçiye icabet ederse Cennet'e girer. Aksi takdirde Cehennem'e girer.»

«Biz, peygamber göndermedikçe kimseye azab etmeyiz.» ayetinin tefsirini yaparken imamların bu hadisle ilgili görüşlerini nakletmiştik. Şeyh Ebu'l-Hasen el-Eş'arî bunu ehl-i sünnet ve'l-cemaattan bir icma olarak nakletmiştir. Bunların imtihan edilmeleri, kurtuluşlarını icap ettirmediği gibi cehennemlik olduklarına dair gelen haberlere de ters düşmez. Zira Cenâb-ı Allah, peygamberini dilediği gaybi hususlara muttali kılar. Ve onu, bu gibi kimselerin şakilerden oldukları ve karakterlerinin de hakkı kabule aykırı olduğu hususundan haberdar kılmıştır. Bunlar, kıyamet günündeki davetçiye icabet etmezler. Bundan da anlaşılıyor ki onlar, dünyada -şayet kendilerine tebligat yapılmış olsaydı- hakkı şiddetli bir şekilde yalanlayacaklardı. Çünkü kıyamet gününün meydanlarında, dünyada iken hakkı yalanlamış olan kimselerden bazıları, hakka boyun eğecekler. Görülen korkunç manzaralar karşısında kıyamet gününde iman etmek, elbette ki dünyadaki imana nisbetle vukuu bir nevi zorunlu olan imandır. Doğrusunu Allah bilir. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

«Suçluları Rablerinin huzurunda, başları öne eğilmiş olarak: «Rabbimiz! Gördük, dinledik, artık bizi dünyaya geri çevir de iyi iş işleyelim; doğrusu kesin olarak inandık» derlerken bir görsen!» {cs-Secde, 12.) «Bize geldikleri gün neler görüp neler işitecekler!» (Meryem, 38.) Peygamber (s.a.v)'in İsrâ gecesinde Ye'cûc ile Me'cûc'u imana davet ettiğine ve onların bu çağrıya icabet etmediklerine dair nakledilen hadis; münker, hatta uydurma bir hadistir. Amr b. Sabh tarafından uydurulmuştur.

Sedde gelince, önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Zülkarneyn onu demirden ve erimiş bakırdan yaptı. Onunla yüksek, uzun ve ıssız dağları birleştirip dümdüz hale getirdi. Yeryüzünde ondan daha muazzam ve dünyevi hususlarda yaratıklara ondan daha faydalı başka bir bina ve yapı bilinmemektedir. Buharî'nin ifadesine göre adamın biri Peygamber (s.a.v.)'e:

- Ben seddi gördüm, demiş. Peygamber (s.a.v.):

- Onu nasıl gördün? diye sorunca adam;

- Süslenmiş bir aba gibi gördüm, demiş. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):

- Ben de onu böyle gördüm, demişti.

İbn Cerir, Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Adamın biri dedi ki:

- Ya Rasûlallah, Ye'cûc ile Me'cûc'un seddini-gördüm. Peygamber (s.a.v.):

- Bana onun özelliklerini anlat, deyince adam şöyle cevap vermişti:

- O süslenmiş bir aba gibiydi. Üzerinde bir siyah, bir de kızıl çizgi vardı.Peygamber (s.a.v.):

-Ben de onu bu şekilde gördüm, dedi.

Anlatıldığına göre halife Vasık, bir adamını seddin bulunduğu yere göndermişti. Yoldaki hükümdarlara mektup göndermiş ve adamını şehir şehir oraya ulaştırmalarını tavsiye etmişti ki, bu adamı, gidip set hakkında keşifler yapsın ve Zülkarneyn'in onu ne şekilde inşa ettiğini görsün ki, dönüşünde kendisine bazı bilgiler versin.

Vasık'm adamı gitti. Settin keşfini yaptı, dönüşünde seddin özelliklerini anlattı. Orada büyük bir kapı bulunduğunu, kapının üzerinde asma kilitlerin takılı olduğunu ve gerçekten şahika, muhkem, sağlam bir yapı olduğunu, inşaattan artan demir kerpiçlerle aletlerin oradaki bir burcun içinde bulunduğunu, o eşyaların bugüne dek orada muhafaza edildiğini, sınırdaki ülkelerin hükümdarlarına ait muhafızların orada nöbet tuttuklarını, settin yeryüzünün kuzey doğusunda bulunduğunu ve o beldelerin gerçekten geniş olduğunu, oradaki ahalinin ekinlerden, tahıllardan yiyerek kara ve deniz avcılığı yaparak geçindiklerini, sayılarım ancak yaratanın bildiği kadar çok olduğunu anlattı.

Yüce Allah, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuş: «Artık Ye'cûc ve Me'cûc, onu ne aşabildiler ve ne de delip geçebildiler.» (cl-Kchf, 97.)

Buharı, müzminlerin annesi Zeyneb binti Cahş'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) uykudan uyandı. Yüzü kızarmıştı, şöyle diyordu: «Lâ ilahe illallah, Vukuu yaklaşan bir serden, büyük bir fitneden dolayı Arapların vay haline! Bugün Ye'cûc ve Me'cûc şeddinden şunun gibi bir delik açıldı. (Peygamber (s.a.v.) böyle derken baş parmağıyla onu takip eden şehadet parmağım halkaladı) Bunun üzerine ben dedim ki:

-Ya Rasûllallah! Aramızda bu kadar salih kimseler varken biz helak olurmuyuz?

Rasûlullah (s.a.v.) da:

- Evet, kötülükler çoğaldığı zaman (helak olursunuz) diye cevap verdi.

Şimdi bu ayetle bu hadisi nasıl telif edip uzlaştıracağız? diye sorulacak olursa cevaben deriz ki: Eğer bunun şer ve fitne kapılarının açıldığına bir işaret olduğu, bunun sırf bir istiare ve darb-ı mesel olduğu söylenecek olursa, ortada herhangi bir problem yok demektir. Ama bunu hissedilen veya beklenilen bir durumun ihbarı olarak söyleyecek olursanız - nitekim akla ilk gelen de budur- yine bir problem yoktur. Zira: «Artık Ye'cûc ve Me'cûc onu ne aşabildiler ve ne de delip geçebildiler.» ayetinde sözü edilen aşma ve delip geçme imkansızlığı, o zaman için söz konusu idi. Çünkü burada aşma ve delip geçme fiilleri, geçmiş zaman kipinde kullanılmıştır. İleride bunu aşmanın ve delip geçmenin imkansız olacağından söz edilmemiştir. Allah'ın izniyle onu aşmak ve delip geçmek, ileride mümkün olabilir. Allah'ın bunda bir takdiri vardır. Yavaş yavaş onları yani Ye'cûc ile Me'cûc'u bu sedde musallat kılar ve zamanı gelince de mukadder olan iş meydana gelir. Yani seddi aşabilirler, delip geçebilirler. Nitekim yüce Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

«Ye'cûc ve Me'cûc'un şeddi yıkıldığı zaman, her dere ve tepeden boşanırlar.» (ei-Enbiyâ, 96.}

Ama burada nakledeceğimiz başka bir hadis bundan daha müşkildir. O hadisi, imam Ahmed b. Hanbel kendi "Müsned"inde Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: «Doğrusu, Ye'cûc ile Me'cûc, her gün seddi kazarlar. Öyle ki seddin gerisinden güneşin ışığım görecek kadar yaklaşırlar. (Seddin duvarını inceltirler) başlarındaki amirleri de:

- Haydi, dönün bakalım yarın kalan kısmı kazarsınız, der onlar da yerlerine dönerler. Ertesi gün geldiklerinde seddi eskisinden daha sağlam halde görürler. Nihayet vadeleri tamam olur. Cenâb-ı Allah, onları insanların üzerine göndermek ister. Seddi kazmaya başlarlar. Derken güneş ışınlarını seddin öbür tarafından görecek gibi olurlar. Başlarındaki amirleri:

- Haydi, geri dönün, inşaAllah yarın yine kazarsınız, der. (daha önce inşaAllah demediği halde bu defa inşaAllah der.) Ertesi gün seddin yanına geldiklerinde onu bırakmış oldukları gibi görürler, kazmaya devam ederler ve öbür tarafa insanların yanına çıkarlar, insanlar, kalelerine sığınırlar. Göğe ok atarlar, okları yere döndüğünde üzerinde kan gibi birşey görürler. Ve: «Yeryüzü ahalisini mağlub ettik, gök ahalisine de üstün olduk.» derler. Cenâb-ı Allah, onların enselerine kurtçuklar musallat eder; bu kurtçuklar onları öldürür. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

«Muhammed'in nefsi kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, yeryüzündeki hayvanlar, onların etlerini ve kanlarını yiyerek şişmanlarlar ve oldukça şükrederler.»

Onların bu faaliyetleri, Kâbü'l-Ahbar'dan da rivayet olunduğu gibi 'insanların yanma çıkmalarına yakın bir vakitte ahir zamanda olacaktır.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Ana Sayfa Alt