“YETİŞ YÂ RABBÎ !” DEMEKLE HİÇBİRŞEY KAYBETMEDİM
ÇÜNKÜ:
* Rabbimiz, kendisine dua edince, çağıranın da’vetine icâbet edeceğini vaad etmiş. Fakat, “Bunaldığınızda beni yardıma çağırın” diyen bir peygamber sözüne rastlamadım.
* Rabbimiz; hakkıyla işiten, kemâliyle bilendir. Çağırdığım zât, bu vasıflara hâiz olmalıdır ki, ellerim boş kalmasın.
* Rabbimiz kullarına pek yakındır, hem de şahdamarından daha yakın.
* Rabbimiz mülkün sahibidir, göklerin ve yerin mirası O’nundur. Hayır yalnızca O’nun elindedir. Ferah da, tasa da O’nun elinde olup, güldüren de ağlatan da O’dur. Ne yaparsak hepsinden hakkıyla haberdardır. Bir kölenin, ihtiyacını efendisinden başkasından istemesi; üstelik efendisi “Gel benden iste” diye tembihlediği halde neden garip karşılanır olmuş bugün?
* Bilirim ki, göklerde ve yerde kim ve ne varsa O’ndan ister. Ya diliyle, ya hâliyle. İbâdete, rızka kuvvet vermesini, mağfiretini…
* Rabbimiz, rahmet hazinelerini kimseye emânet etmemiştir. Hepsi O’nun yanındadır.
* Çağırdığım zât, her an çağrıma cevap verebilecek bir halde olmalıdır. Diri olan, ölmeyen, uyuklama ve uyku tutmayan yalnızca Rabbimizdir.
* Çağırdığım zât çağrımı işittiğinde bunu karşılayacak kudrete sahip olmalıdır. Bedir ashabının yardım isteğine bin melekle yardım ettiğini Enfâl sûresi 9-10 âyetlerinde beyân eden el – Aziz ve el- Hakim olan Rabbimiz, yardımın yalnız kendi tarafından olduğunu bu isimleriyle birlikte anıyor.
* Rabbimizden başka yalvarılanlar, bizim gibi kullardır. Bir sinek dahi yaratamazlar.
* Rabbimiz, yarattıklarının geçmişlerine de, geleceklerine de vâkıftır. Bunların ilmine sahip olamayan, kimin, icâbeti ne kadar hak ettiğini de bilemez.
* el – Mûcib olan (çağrılara cevap veren) yalnızca Rabbimizdir. Bu ismi taşıyan başka bir varlık tanımıyorum.
* Rabbime yalvarmakla asla bahtsız olmadım. Sabır ve namazla yardım dilememizi Rabbimiz öğretiyor bize.
* Başkalarını çağırırsam beni duyacağına ve yardıma gücü olduğuna bir güvencem yok. Kur’an’ın ifâdesiyle; ya uzakta akmakta olan suya karşı, ağzıma boş avuçlarımı götürürsem?
* Eğer Rabbimiz, kendisinden başkasından yardım isteyebileceğimiz konusunda izin verseydi (ki vermemiştir) buna en uygun kişi Resulullah (s.a.v.) olurdu. Fakat Resulullah, her beşer gibi ölmüştür. Sadece bir istisnâ olarak, salât u selam verildiğinde, kendisine ulaştırılmaktadır. (Ebu Davud)
* Resulullah, kendi ölümünden sonra ümmetinin ne halde olduğundan dahi haberi yokken, nasıl yardıma çağırılsın ki?
* Resulullah, daha yaşarken ifk hâdisesinde, münâfıkların tesbitinde ve savaş için geçerli mâzeretleri olmayanlara izin vermesi hususunda gayba vâkıf değilken, ölümünden sonra nasıl gayba vâkıf olur ki?
* Resulullah, ashabına, şefaatinin kendisinden değil de, Rabbimizden istenmesini tâlim etmiştir.
* Mekke’nin en ağır işkenceli devrinde, Bilal-i Habeşî, Hubeyb ve Habbab bin Eret gibi sahabeler yardım isteklerini Rabbimize doğrudan iletmişlerdi. Bilal, “Ehad” derken, Hubeyb şehid edilirken haberinin Resulullah’a iletilmesi için Rabbimize dua ediyordu.
KONUYA AİT BİRKAÇ DELİL
1 – İbn Abbas’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Siz kabirden kalktığınızda yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşr olunacaksınız ” demiş ve:
“Biz insanları ilk yarattığımız gibi yeniden işte o şekilde dirilteceğiz. Bu verdiğimiz bir sözdür. Şüphesiz biz onu yerine getireceğiz.” (Enbiyâ 104 ) âyetini okudu ve şöyle dedi:
“Kıyamet günü ilk elbise giydirilen kişi İbrahim’dir. Yine kıyamet günü ashabımdan bazı kimseler sol tarafa, cehennem tarafına götürülürler. Hemen ben: “Onlar benim ashabımdır ” diye sesleneceğim de bana:
“Yâ Muhammed! Emin ol ki sen bunlardan ayrıldığından beri onlar ökçelerine basarak geri dönmüş mürtedlerdir” diye cevap verilecektir. Ben de Allah’ın Salih kulu ve Resulü İsa ibn-i Meryem’in dediği gibi diyeceğim:
“Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şahid idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin. ” (Maide 117) (BUHARİ)
2 – Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayete göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bir ara (havzın başında) duruyordum. Bir de orada bir topluluk gördüm. Hatta onları tanıdım. Benimle onlar arasında bir melek belirdi. Bu topluluğa:
“Gelin ” dedi. Ben de bu meleğe:
“(Bunlarla) nereye gidiyorsun ?” diye sordum. Melek: “Vallahi cehenneme” diye cevap verdi.
Ben: “Bunların suçu nedir ki ?” dedim.
Melek: “Ya Resulullah! Senden sonra bunlar senin getirdiğin dinden gerisin geriye cahiliyeye döndüler.” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Resulullah:
“Sanmam ki bu (havuza yaklaşıp da geri çevrilenlerden) cehennemden kurtulanlar olsun. Ancak çobansız, yolunu şaşıran deve sürüsünden yolunu bulanlar benzeri, bunlardan da tek tük cehennemden kurtulanlar olacak.” buyurdu. (BUHARİ)
3 – Enes bin Malik şöyle demiştir: “Halk kıtlığa düştüklerinde, Ömer bin Hattab (r.a.), Resulullah’ın (s.a.v.) amcası Abbas ‘a ( r.a.), yağmur yağması için Allah’a dua etmesini söyler ve:
“Allah’ım! Bizler NEBİMİZ HAYATTA İKEN, ona dua ettirerek senden niyaz da bulunurduk da bize yağmurlar ihsan ederdin. Şimdi de NEBİMİZİN AMCASININ DUASIYLA SENDEN niyaz ediyoruz. Bize yine yağmur ihsan et “ diye dua ederdi. Bu duayı edince yağmur yağardı.” (BUHARİ )
4 – Resulullah, bir sahabeye şefaatini istemesini şöyle öğretmiştir: “Allah’ım, Resulullah’ı hakkımda şefaatçi eyle.” (TİRMİZİ)
5 - De ki: “Ben ANCAK RABBİME YALVARIRIM ve O 'na kimseyi ortak koşmam.” (CİN 20)
6 - Hak olan ÇAĞRI (dua , ibadet) YALNIZCA O'NA (olan) dır. Onların Allah'tan başka çağırdıkları ise, onlara hiç bir şeyle cevap vermezler. (Onların durumu) yalnızca, ağzına gelsin diye, iki avucunu suya uzatan(ın boşuna beklemesi) gibidir. Oysa ona gelmez. Küfre sapanların duası, sapıklık içinde olmaktan başkası değildir. (RÂD 14 )
7 – “Gerçekten biz bundan önce O 'na yalvarıyorduk. Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak O 'dur.” (TÛR 28)
8 - (Onlar mı hayırlı) yoksa, kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var? Ne kıt düşünüyorsunuz! (NEML 62)
9 - Çevrenizdeki bedevî Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, biz biliriz onları. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir. (TEVBE 101)
10 - Çünkü siz bu iftirayı, gelişi güzel birbirinizin ağzından alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız (bu uydurma haberi) ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük bir suçtur. Onu duyduğunuzda “Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Haşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır...” demeli değil miydiniz? (NUR 15-16)
11- Allah seni affetsin; doğru söyleyenler sana açıkça belli oluncaya ve yalancıları da öğreninceye kadar niye onlara izin verdin? (Savaştan kaçmak için izin isteyenlere) (TEVBE 43)
AYRICA: Bakara 127 , 186, 255- Al-i İmrân 26 , 180 - Muhammed 38 - Rahman 29 - Necm 43- Hac 78 –
Şuarâ 80.
-alıntı-
ÇÜNKÜ:
* Rabbimiz, kendisine dua edince, çağıranın da’vetine icâbet edeceğini vaad etmiş. Fakat, “Bunaldığınızda beni yardıma çağırın” diyen bir peygamber sözüne rastlamadım.
* Rabbimiz; hakkıyla işiten, kemâliyle bilendir. Çağırdığım zât, bu vasıflara hâiz olmalıdır ki, ellerim boş kalmasın.
* Rabbimiz kullarına pek yakındır, hem de şahdamarından daha yakın.
* Rabbimiz mülkün sahibidir, göklerin ve yerin mirası O’nundur. Hayır yalnızca O’nun elindedir. Ferah da, tasa da O’nun elinde olup, güldüren de ağlatan da O’dur. Ne yaparsak hepsinden hakkıyla haberdardır. Bir kölenin, ihtiyacını efendisinden başkasından istemesi; üstelik efendisi “Gel benden iste” diye tembihlediği halde neden garip karşılanır olmuş bugün?
* Bilirim ki, göklerde ve yerde kim ve ne varsa O’ndan ister. Ya diliyle, ya hâliyle. İbâdete, rızka kuvvet vermesini, mağfiretini…
* Rabbimiz, rahmet hazinelerini kimseye emânet etmemiştir. Hepsi O’nun yanındadır.
* Çağırdığım zât, her an çağrıma cevap verebilecek bir halde olmalıdır. Diri olan, ölmeyen, uyuklama ve uyku tutmayan yalnızca Rabbimizdir.
* Çağırdığım zât çağrımı işittiğinde bunu karşılayacak kudrete sahip olmalıdır. Bedir ashabının yardım isteğine bin melekle yardım ettiğini Enfâl sûresi 9-10 âyetlerinde beyân eden el – Aziz ve el- Hakim olan Rabbimiz, yardımın yalnız kendi tarafından olduğunu bu isimleriyle birlikte anıyor.
* Rabbimizden başka yalvarılanlar, bizim gibi kullardır. Bir sinek dahi yaratamazlar.
* Rabbimiz, yarattıklarının geçmişlerine de, geleceklerine de vâkıftır. Bunların ilmine sahip olamayan, kimin, icâbeti ne kadar hak ettiğini de bilemez.
* el – Mûcib olan (çağrılara cevap veren) yalnızca Rabbimizdir. Bu ismi taşıyan başka bir varlık tanımıyorum.
* Rabbime yalvarmakla asla bahtsız olmadım. Sabır ve namazla yardım dilememizi Rabbimiz öğretiyor bize.
* Başkalarını çağırırsam beni duyacağına ve yardıma gücü olduğuna bir güvencem yok. Kur’an’ın ifâdesiyle; ya uzakta akmakta olan suya karşı, ağzıma boş avuçlarımı götürürsem?
* Eğer Rabbimiz, kendisinden başkasından yardım isteyebileceğimiz konusunda izin verseydi (ki vermemiştir) buna en uygun kişi Resulullah (s.a.v.) olurdu. Fakat Resulullah, her beşer gibi ölmüştür. Sadece bir istisnâ olarak, salât u selam verildiğinde, kendisine ulaştırılmaktadır. (Ebu Davud)
* Resulullah, kendi ölümünden sonra ümmetinin ne halde olduğundan dahi haberi yokken, nasıl yardıma çağırılsın ki?
* Resulullah, daha yaşarken ifk hâdisesinde, münâfıkların tesbitinde ve savaş için geçerli mâzeretleri olmayanlara izin vermesi hususunda gayba vâkıf değilken, ölümünden sonra nasıl gayba vâkıf olur ki?
* Resulullah, ashabına, şefaatinin kendisinden değil de, Rabbimizden istenmesini tâlim etmiştir.
* Mekke’nin en ağır işkenceli devrinde, Bilal-i Habeşî, Hubeyb ve Habbab bin Eret gibi sahabeler yardım isteklerini Rabbimize doğrudan iletmişlerdi. Bilal, “Ehad” derken, Hubeyb şehid edilirken haberinin Resulullah’a iletilmesi için Rabbimize dua ediyordu.
KONUYA AİT BİRKAÇ DELİL
1 – İbn Abbas’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Siz kabirden kalktığınızda yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşr olunacaksınız ” demiş ve:
“Biz insanları ilk yarattığımız gibi yeniden işte o şekilde dirilteceğiz. Bu verdiğimiz bir sözdür. Şüphesiz biz onu yerine getireceğiz.” (Enbiyâ 104 ) âyetini okudu ve şöyle dedi:
“Kıyamet günü ilk elbise giydirilen kişi İbrahim’dir. Yine kıyamet günü ashabımdan bazı kimseler sol tarafa, cehennem tarafına götürülürler. Hemen ben: “Onlar benim ashabımdır ” diye sesleneceğim de bana:
“Yâ Muhammed! Emin ol ki sen bunlardan ayrıldığından beri onlar ökçelerine basarak geri dönmüş mürtedlerdir” diye cevap verilecektir. Ben de Allah’ın Salih kulu ve Resulü İsa ibn-i Meryem’in dediği gibi diyeceğim:
“Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine şahid idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin. ” (Maide 117) (BUHARİ)
2 – Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayete göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bir ara (havzın başında) duruyordum. Bir de orada bir topluluk gördüm. Hatta onları tanıdım. Benimle onlar arasında bir melek belirdi. Bu topluluğa:
“Gelin ” dedi. Ben de bu meleğe:
“(Bunlarla) nereye gidiyorsun ?” diye sordum. Melek: “Vallahi cehenneme” diye cevap verdi.
Ben: “Bunların suçu nedir ki ?” dedim.
Melek: “Ya Resulullah! Senden sonra bunlar senin getirdiğin dinden gerisin geriye cahiliyeye döndüler.” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Resulullah:
“Sanmam ki bu (havuza yaklaşıp da geri çevrilenlerden) cehennemden kurtulanlar olsun. Ancak çobansız, yolunu şaşıran deve sürüsünden yolunu bulanlar benzeri, bunlardan da tek tük cehennemden kurtulanlar olacak.” buyurdu. (BUHARİ)
3 – Enes bin Malik şöyle demiştir: “Halk kıtlığa düştüklerinde, Ömer bin Hattab (r.a.), Resulullah’ın (s.a.v.) amcası Abbas ‘a ( r.a.), yağmur yağması için Allah’a dua etmesini söyler ve:
“Allah’ım! Bizler NEBİMİZ HAYATTA İKEN, ona dua ettirerek senden niyaz da bulunurduk da bize yağmurlar ihsan ederdin. Şimdi de NEBİMİZİN AMCASININ DUASIYLA SENDEN niyaz ediyoruz. Bize yine yağmur ihsan et “ diye dua ederdi. Bu duayı edince yağmur yağardı.” (BUHARİ )
4 – Resulullah, bir sahabeye şefaatini istemesini şöyle öğretmiştir: “Allah’ım, Resulullah’ı hakkımda şefaatçi eyle.” (TİRMİZİ)
5 - De ki: “Ben ANCAK RABBİME YALVARIRIM ve O 'na kimseyi ortak koşmam.” (CİN 20)
6 - Hak olan ÇAĞRI (dua , ibadet) YALNIZCA O'NA (olan) dır. Onların Allah'tan başka çağırdıkları ise, onlara hiç bir şeyle cevap vermezler. (Onların durumu) yalnızca, ağzına gelsin diye, iki avucunu suya uzatan(ın boşuna beklemesi) gibidir. Oysa ona gelmez. Küfre sapanların duası, sapıklık içinde olmaktan başkası değildir. (RÂD 14 )
7 – “Gerçekten biz bundan önce O 'na yalvarıyorduk. Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak O 'dur.” (TÛR 28)
8 - (Onlar mı hayırlı) yoksa, kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var? Ne kıt düşünüyorsunuz! (NEML 62)
9 - Çevrenizdeki bedevî Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, biz biliriz onları. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir. (TEVBE 101)
10 - Çünkü siz bu iftirayı, gelişi güzel birbirinizin ağzından alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız (bu uydurma haberi) ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük bir suçtur. Onu duyduğunuzda “Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Haşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır...” demeli değil miydiniz? (NUR 15-16)
11- Allah seni affetsin; doğru söyleyenler sana açıkça belli oluncaya ve yalancıları da öğreninceye kadar niye onlara izin verdin? (Savaştan kaçmak için izin isteyenlere) (TEVBE 43)
AYRICA: Bakara 127 , 186, 255- Al-i İmrân 26 , 180 - Muhammed 38 - Rahman 29 - Necm 43- Hac 78 –
Şuarâ 80.
-alıntı-