Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Zevzekliğin Alemi Yok! (Kevseri Hayranlarına!)

E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Zevzekliğin Alemi Yok! (Kevseri Hayranlarına!)

Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş

Bundan bir müddet önce Ehli Sünnet’in azılı düşmanlarından, zındık cehmî Muhammed Zahid el-Kevseri hakkında Ebu Ahmed Abdurrahman kardeşimizin bazı notlarını yayınlamıştım. Darusselam başlıklı – aslında Darulkelam adı onlara daha layıktır – sitede sözkonusu yazının iftiralardan ibaret olduğu şeklinde bir makale yayınlandı. Ebu Ahmed Abdurrahman kardeşimizin bu makaleye bizzat cevap vermesinin gerektiğini düşünerek bu konuda herhangi bir cevap vermemiştim. Zira bu konuda cevap hakkı Ebu Ahmed’e aittir. Ancak sözkonusu yazı içerisinde Ehl-i Sünnet akidesine çirkefçe saldırıların mevcut olduğu dikkatimden kaçmış değildir. Bazı ayak takımı da farklı sitelerde “Ebu Muaz’ın yalancılığı tescil edildi” gibi bayağı ifadelerle adı geçen makaleye işaret etmektedir. Belirttiğim gibi makale sahibi ben değilim, ancak makale sahibi ile aynı akidedeyim ve Kevseri’nin Ehl-i Sünnete düşmanlığını, cehmîliğini dile getirmek malumu ilandan başka bir şey de değildir. alıntı ve nakiller hakkındaki sözlere cevaptan Ebu Ahmed sorumludur. Ben reddiye mahiyetinde yazılmış olan yazıda gördüğüm, Ehl-i Sünnete çirkince yapılan saldırılar ve çarpıtmalar hakkında üzerime düşeni yapmak gayesiyle bu yazıyı yazmak durumunda kaldım.

1- Reddiyenin sahibi şu ifadeleri kullanmıştır: “Çünkü Kevseri’nin eserleri çağdaş Mücessime fırkasını son derece rahatsız edici, susturucu ve müdellel bir mahiyete sahiptirler. Önce Arab dünyasından Kevseri’ye dair yazılmış iftira dolu bir yazı, Türkiye’deki Mücessime fırkası mensuplarınca tercüme edilmiş ve birtakım sitelerde neşredilmiştir”

Cevap: Hakkaniyeti arzu eden bir eda ile Kevseri’ye iftira edildiğini dile getirmeye çalışan yazar “iftira olduğunu düşündüğü”(!) bir yazıya neden başka bir iftira ile karşılık verme çabasındadır? Yazardan ricamız; önce mücessimelik dediği şeyi açıklamasıdır. Eğer mücessime sözüyle Allah’ı mahlukata benzetmek ve O’na cisim isnad etmeyi kastediyorsa – ki kelimenin açık anlamı budur – bizlerin nerede bunu yaptığımızı ispat etmelidir. Yok eğer mücessime kelimesini hevasına göre yüklediği anlamlarla şerh edip “Kur’an ve Sünnet’in Allah Azze ve Celle hakkında belirttiği sıfatlara geldiği gibi iman etmeyi” dahil ediyorsa, başta sahabeler, tabiin, müçtehit imamlar ve bütün ehl-i sünneti vehmettiği dairenin içine sokmaktadır. Bu takdirde sahabelerin içinde bulunduğu dairede bulunmaktan dolayı da ancak Allah’a hamd ederim. Heva ehlinin buna “mücessime” ismini vermiş olmasına da aldırmam. Zira bu gibi isimlerle yakıştırma yapmak batıl ehlinin kadim adetidir. Bu batılâne tavrı bu ümmet içinde sürdürmeye çalışanlardan biri de el-Kevseri’dir ve muhtemelen reddiyeci yazar da Kevseri’nin adımlarını takip etmektedir. Hafız Zehebi’nin el-Uluv adlı eserinde geçen şu nakli ve Şeyh Elbani rahimehullah’ın buna düştüğü notlar bunun bir numunesidir:

“256- Hâfız Ebû Kâsım et-Taberî - Bu İmam el-Lâlekâî olup, “Şerhu’s-Sünen” adlı eserin müellifidir - dedi ki: Ben Ebû Hâtim Muhammed b. İdrîs b. el-Münzir el-Hanzalî’nin kitabında -onun ondan işittikleri arasında- şunları söylediğini gördüm: “Bizim mezhebimiz ve tercihimiz Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e, ashâbına onlardan sonra gelip, onlara güzelce uyanlara uymaktır. Şafi‘î, Ahmed, İshâk ve Ebû Ubeyd -Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun- gibi rivayet ehlinin mezheplerine sımsıkı sarılıp, kitap ve sünnete bağlı kalmaktır. Azîz ve Celîl olan Allah’ın Arşı üzerinde olup, mahlûkatından ayrı olduğuna “O’nun benzeri hiçbir şey olmadığına, işiten, gören olduğuna” inanırız. Dedi ki: “Bizim tercih ettiğimiz, imanın artıp eksildiğidir. Kabir azabına, havza, kabirde sorgulanmaya, şefaate iman ederiz. Bütün Ashâb-ı Kirâm’a rahmet okuruz. Onlardan hiç kimseye sövüp saymayız. Fitne zamanlarında savaşmayız. Allah’ın işimizin başına yönetici olarak getirdiği kimselerin (şerîate uygun) emirlerini dinler ve itaat ederiz. İmamlarla birlikte namaz kılıp, haccedip, cihad etmeyi, davarların zekâtlarının onlara verilmesini uygun görüyor ve muvahhidlerden şefaat ile cehennemden bir topluluğun çıkarılacağını belirten sahih rivayetlere iman ederiz. -Sonunda şunları söyler-: “Bid’at ehlinin alameti ise rivayet ehli olan kimselere dil uzatmalarıdır. Cehmiyye’nin alameti Ehl-i Sünnet’e Müşebbihe ve Nâbite adını vermeleridir. Kaderiyyenin alameti Ehl-i Sünnet’e Cebriyyeci adını vermeleri, zındıkların alameti ise rivayet ehli olanları Haşviyye diye adlandırmalarıdır”

Elbani dedi ki: Nitekim Kevserî de böyle yapmaktadır. Onun notları ve risâleleri hadis imamlarına dil uzatıp onları tenkit etmekle, onları mücessimecilikle itham etmekle, onlara müşebbihe ve haşviyye adını vermekle dolup taşmaktadır. Bununla birlikte onun öğrencisine göre o hüccet, büyük ilim adamı, büyük münekkid Kevserî…dir. Benim el-Mektebu’l-İslâmî’de dördüncü baskısı yapılmış bulunan Şerhu’t-Tahâviyye adlı esere yazdığım mukaddimeme bakınız.”

Yine Zehebi adı geçen eserde şunu nakleder: “258- İbn Ebî Hâtim, er-Reddu ‘ale’l-Cehmiyye adlı eserinde diyor ki: Bize Ahmed b. Sinan el-Vâsıtî tahdis edip dedi ki: Bana İbn Ebî Duâd -mihnet günlerinin kadısını kastediyor-’den şöyle dediği ulaştı: Nebîlerden üçü müşebbihecidir. Îsâ b. Meryem aleyhisselâm: “Sen benim nefsimde olanı bilirsin. Ama ben senin nefsinde olanı bilmem” demesiyle, Musa aleyhisselâm: “Rabbim bana kendini göster, sana bakayım” sözü ile, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem de: “Şüphesiz siz Rabbinizi göreceksiniz” buyruğu ile. (İbn Ebî Duâd) dedi ki: Bu ya apaçık bir küfürdür ya bu itibarla teşbih bir haktır.” Görüldüğü gibi batıl ehlinin iddia ve iftiralarına bazı peygamberler bile dahil edilmiştir.

2- Reddiyenin sahibi şu ifadeleri kullanmıştır: “Kevserî gösterilen yerlerde (s.94)’de “Câriye Hadîsi” diye bilinen rivâyetin sened ve metin bakımından Muztarib/çelişik bir rivâyet olduğunu, büyük bir Muhaddis dirâyetiyle ortaya koymaktadır.”

Cevap: Sözü edilen hadis Sahihu Muslim hadislerindendir ve bu hadisi, Ehl-i Sünnet akidesine düşmanlığından dolayı hüccet olmaktan çıkarmak için yırtınan Kevseri’nin peşrevlerini “Muhaddis dirayeti” olarak nitelemek takılan gözlüğün markasından kaynaklanmış olsa gerek.

Hadis hakkındaki ızdırap ve şazlık iddiasına Elbani rahimehullah Muhtasaru’l-Uluv’de şöyle cevap vermiştir:

“Bu hadis çeşitli yollarla varid olmuştur. Muhtemelen bundan dolayı musannıf bunun mütevatir hadislerden birisi olduğunu söylemiş olmalıdır. Ancak bu tartışılır. Çünkü bazılarının rivayetinde cariyenin Arapça bilmediği ve: “Semâdadır, dedi” yerine semâya işaret ettiği belirtilmektedir. Müsned’de olduğu gibi. Fakat bu hadisin senedinde asıl adı Abdurrahmân b. Abdullah b. Utbe b. Mes’ûd el-Kûfî olan el-Mes’ûdî adındaki ravi bulunmaktadır. Bu ravinin hafızası karışmıştı. Bu hadisi de hafızasının karıştığı zamanlarda rivayet etmiştir. Çünkü hadis Müsned’de (II, 291) ve Beyhakî’nin Sünen’inde (VII, 388) Yezîd b. Hârûn’un kendisinden diye naklettiği rivayet olarak kaydedilmiştir. İbn Numeyr şöyle demektedir: (el-Mes’ûdî) sika bir ravi idi, ama son zamanlarında hafızası karışmıştır. Ondan İbn Mehdî ve Yezîd b. Hârûn karışmış halde bir takım hadisler dinlemiştir. Dolayısıyla ez-Zehebî’nin kitabın aslında “senedi hasendir” demesi pek güzel bir ifade değildir. Çünkü buradaki “Arap olmayan” fazlalığının zayıf olduğunu pekiştiren hususlardan birisi de diğer rivayet yollarında bu lafzın bulunmamasıdır. Musannıf bunu kitabın aslında da zikretmiştir. Rivayetin bir kısmı sahih, diğer bölümlerinin ise şevâhid arasında kullanılmasında bir sakınca yoktur. Ben Sahîhu Ebî Dâvûd (862) ile İbn Ebî Şeybe, el-İman, (84) numaralı hadis ile İbn Ebî Âsım’ın Tahrîcu’s-Sünne (489)’de bu hadisin kaynaklarını gösterdim.

Bu hadis hiç şüphesiz sahih bir hadistir. Bunda cahil ya da hevâ sahibi garezkâr kimseler dışında şüphe eden olmaz. Böylelerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den bulundukları sapıklığa muhalif bir nas geldi mi hemen onu te’vil etmek hatta büsbütün ta’til etmek suretiyle ondan kurtulmaya çalışırlar. Buna imkânları olmazsa bu hadiste olduğu gibi, hadisin sübûtu hakkında tenkitte bulunmaya çalışırlar. Şüphesiz hadis, senedinin sıhhati ile birlikte hadis imamları da aralarında bildiğim kadarıyla bir görüş ayrılığı bulunmaksızın sahih kabul etmişlerdir. Bunlardan birisi de İmam Müslim’dir. Çünkü hadisi Sahîh’inde rivayet etmiştir. Aynı şekilde Ebû Avane de, Müslim üzerine Mustahrec’inde bu hadisi rivayet etmiş, Beyhakî el-Esmâ ve’s-Sıfât’ta hadisin akabinde (s. 422): “Bu sahihtir ve bunu Müslim rivayet etmiştir” demiştir.

Bununla birlikte taassubun içerisinde helak olmuş Kevserî’nin hadiste ızdırab bulunduğu iddiası ile sıhhati hakkında şüphe uyandırmaya çalıştığını görüyoruz. O, el-Esmâ adlı eser üzerinde karaladıkları arasında bu hadis hakkında (s. 441-442) şu notu düşmüştür:

“Bunların hadisini Muâviye b. el-Hakem’den yalnızca Atâ b. Yesâr rivayet etmiştir. ez-Zehebî’nin “Kitabu’l-Uluvv”da belirtildiği üzere bu hadisin bir lafzında Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in cariye ile konuşmasının ancak işaret ile olduğuna ve ravinin işaretten anladıklarını kendisinin tercih ettiği bir lafız ile sıraladığına delil teşkil etmektedir. Buna göre, bizim dediğimize delil teşkil eden Atâ’nın lafzı şöyledir: “Bana bizzat cariye sahibinin kendisi tahdis etti…” Bu hadiste şu ifadeler yer almaktadır: Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem soru sormak amacı ile elini cariyeye uzatarak: Semâda kim var, diye sormuş, cariye: Allah demiştir. Peki, ben kimim diye sorunca, cariye: Rasûlullah demiştir. Allah Rasûlü: Bu cariyeyi hürriyetine kavuştur. Çünkü o müslüman birisidir, buyurdu. İşte bu “Allah nerededir?” ifadesinin Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından telaffuz edilmediğine bir delildir. İşte mana yoluyla rivayet, hadiste gördüğünüz şekildeki bir ızdırabı ortaya çıkarmış bulunmaktadır.”

Kevserî böyle demektedir. Allah ona adaletiyle muamele etsin. Daha önce hadisin sahih oluşuna dair yaptığımız açıklamaları hatırlayın. Ayrıca Atâ’nın bizatihi cariye sahibinden nakletmiş olduğu hadis, Saîd b. Zeyd’in rivayetinden olduğundan ötürü senedi açısından sahih değildir. Çünkü Saîd b. Zeyd her ne kadar doğru sözlü birisi ise de, hıfzı pek güçlü birisi değildir. Bundan dolayı bir topluluk onun zayıf olduğunu söylemiştir. Hatta Yahyâ b. Saîd onun oldukça zayıf olduğunu söylüyordu. Hâfız da Takrîbu’t-Tehzîb’de buna işaret ederek: “O doğru sözlüdür. Ama bazı yanılmaları vardır” demektedir.

İşte bu şekilde: Allah nerede, diye kendisine sorulan herkesin, fıtratı gereği hemen: Semâdadır, dediğini görüyoruz. Bu rivayette iki mesele vardır:

Birincisi müslümanın: Allah nerededir diye sormasının meşru olduğudur.

İkincisi ise, kendisine soru sorulan kimsenin: Semâdadır, diyeceğidir. Bu iki meseleyi inkâr edip reddeden bir kimse aslında Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem’e karşı tepki gösteriyor demektir.

2- Câbir b. Abdullah radiyallâhu anh’in rivayet ettiği hadis: Buna göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Arafe günü verdiği hutbesinde: “Tebliğ ettim mi?” diye sormuş, ashâb, evet diye cevap verince, Allah rasûlü parmağını semâya kaldırıp, onu onlara doğru indirip işaret ederken: “Şahit ol Allah’ım!” buyurdu. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.29

Buna ek olarak, hadisin rivayetinde geçen “el ve soru sormak”, bu hadisi rivayet eden hadis hafızları ile onların daha alt mertebelerinde bulunanlar arasında yalnız kendisinin münferiden söylediği bir şeydir. Onun bunu münferiden rivayet etmesini hadis âlimleri şüphesiz münker olarak saymaktadır.

Allah bizi de, sizi de hevâdan korusun. Şimdi şu adamın (Kevserî’nin) bu münker rivayete nasıl dayandığına bir bakıp düşünün. Durum bundan ibaret de değildir. Aksine bu rivayet ile muhaddisler arasında sahih olduğu ittifakla kabul edilmiş, ikinci rivayeti vurmakta ve münker rivayeti sahih olan rivayetin zayıf ve muzdarip oluşuna delil kabul etmektedir. İlmini ve bildiklerini müslümanların peygamberlerinin hadisleri hakkında şüphe uyandırmak için kötüye kullanan bu adam hakkında mümin ne der? -Allah ona layıkını versin- Diğer taraftan o bu şekilde bir saptırıcılıkla yetinmiyor. Aksine raviye Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hakkında bilerek yalan söylemeyi de nispet ediyor. Fakat bu ravi hangisi olursa olsun sika birisidir. Çünkü bu hadisin bütün ravileri sikadırlar. Bunu dememizin sebebi, Kevserî’nin az önce geçen sözlerinin anlamının şu olmasıdır: Ravi Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in cariyeye “Allah nerededir?” dediğini nispet etmeyi tercih etmiştir. Halbuki Kevserî’ye göre vakıa Peygamber’in böyle bir şey demediği şeklindedir. Bunu ancak ravi kendi kanaati ile Saîd b. Zeyd’in rivayeti yerine koymuştur: “Peygamber elini cariyeye soru sormak üzere uzattı: Semâda olan kimdir, (anlamında) sordu.”

İşte müslümanları Kevserî denilen bu zattan ve suçsuz olan kimseleri yapmadıkları ile itham eden benzerlerinden sakındırmak, görevlerim arasındadır. Bunu yaparken de onlara Yüce Allah’ın: “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse -bilgisizce bir kavme sataşıp da onlara yaptıklarınıza pişman olmamak için- iyice araştırın.” (Hucurât, 49/6) âyetini hatırlatıyorum.”

3- Reddiye sahibi şöyle diyor: “Kevserî, Tebdîdü’z-Zalâm’ının 95. sayfasında üstü çizilen satırlarda Muaviye hakkında sadece şöyle diyor: “Hâdiseyi anlatan/Muâviye Sahâbe’nin fakihlerinden değildi. Tahkikte bu hadisden başka rivâyeti de yoktur. Aksine O, namaz hakkında konuşan bir A’râbî idi.” Bununla O’ndan çok daha ileri olan Sahâbe’nin mekân bildirmeyen rivâyetlerinin O’nun rivâyetine tercîh edileceğini, değilse “eyne”/nerede sözünün “hangi makamda ve rütbededir” manasında olduğunu söylemektedir. Bunda hangi hakaret vardır?. Bir mü’min böyle bir iftirâya nasıl cesaret edebilir?”

Cevap: “Aksine o, namaz hakkında konuşan bir A’rabi idi” şeklinde tercüme Kevseri’yi temize çıkarma çabasından başka bir şey değildir. cümlenin doğru tercümesi: “Hatta o ( Muaviye b. Hakem radıyallahu anh) namazda dahi konuşan bir bedevi idi” şeklindedir. Kevseri bu ifadesiyle Muaviye b. Hakem radıyallahu anh’ın fakih olmadığını vurgulama gayesindedir. Ve a’rabi kelimesi türkçede “bedevi” demektir. Zaten Kevseri’nin anlatmak istediği anlam da budur. Bu olayın adı geçen sahabenin fakih olmadığına delil getirilmesi Kevseri’nin ya cahilliğini ya da kasıtlı olarak meseleyi başka vadilere sürüklemek istediğini gösterir. Zira namazda konuşma yasağı sonradan vaki olmuştur ve bu sahabe bu yasaktan habersizdir. Kevseri’nin bu yaklaşımına göre, Kudüse yönelerek namaz kılan sahabeler hatta Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de fakih değildi demek gerekir ki bundan Allaha sığınırız.

4- Reddiye sahibi şöyle diyor: “Allah celle celâlühû’ya adres arayıp göstermek ve O’nun Mekân manasında olarak göklerde olduğu inancı, Ehl-i Sünnet’in değil, Firavun ve yolundakilerin inancı idi.”

Cevap: Yalanın uçan daireye binmiş dolma yiyen hali diye işte buna derler. Kur’an’ın herkesin elinde mevcut olduğunu düşünmüyor musunuz bunları zırvalarken?

Firavun şöyle demişti: “Ey Haman! Benim için yüksek bir kule yap. Belki o yollara, göklerin yollarına ulaşırım. Sonunda belki Musa’nın ilahının yanına çıkarım. Doğrusu şu ki, ben onun yalancı olduğunu sanıyorum” (Mu’min 36-37)

Şimdi bu ayete göre, Musa aleyhisselam Allah’ın gökte olduğunu söylediğini, Firavunun da bununla alay etmeye çalıştığını anlıyoruz ve reddiye sahibine soruyoruz:

Firavunun itikadı neydi ve Musa aleyhisselam’ın itikadı neydi, tekrar bakabilecek misin?

Ehli sünnetin itikadını bakın Abdulkadir el-Geylani rahimehullah nasıl tarif ediyor: “Bu, (Allah’ın semada olduğu inancı) Allah’ın her peygambere indirdiği her kitapta söylenegelmiştir” (el-Gunye)

5- Reddiye sahibi İbn Huzeyme’nin et-Tevhid adlı kitabıyla ilgili uzun bahiste şu ifadeyi kullanmıştır: “İmam Kevserî, o kitabda yazılan yorumlar ve çıkartılan putperest akideler bakımından yerden göğe kadar haklı idi.”

Cevap: Yazar kendi kalemiyle söylenenlerin iftira olmadığını ikrar etmekte, Sahabe, tabiin ve tebeut tabiin’den bu yana devam eden Ehli Sünnetin ve salih selefin akidesinin “putperest akideler” olduğuna göndermede bulunmaktadır. Bu sözlerimiz, zayıf nakiller hakkında değildir, yanlış anlaşılmasın. İmam Abdullah b. Ahmed’in es-Sunne adlı eserinde, İbn Huzeyme’nin et-Tevhid adlı kitabında ve benzer eserlerde zayıf rivayetlerin bulunduğuna itiraz etmiyoruz ve o zayıf rivayetlere itikat etmekten herkesten önce biz beriyiz diyoruz. Ama açık yüreklilikle şunu söyleyin:

“Allah zatıyla semadadır” diye inanmak putperestlik midir?

“Allah’ın iki eli, parmakları, ayağı, yüzü, gülmesi, rahmeti, konuşması vardır ve bunlar hakikidir, mahlukuna hiçbir sıfatına benzemez” diye inanmak putperestlik midir?

Eğer evet diyecekseniz buna gereken cevabı alacaksınız.

Ama hayır diyeceksiniz, Abdullah b. Ahmed, İbn Huzeyme, İbn Teymiyye, İbn Kayyım gibi alimlere düşmanlığınızın altında yatan sebebi itiraf etmeniz gerekir.

Bu sebebe Elbani şu sözleriyle işaret etmektedir:

“Diğer taraftan onlar bu zayıf nakil ile bu basit aklî delillendirmeye dayanarak ümmetin ileri gelenlerinden bir takım kimseleri kâfir, sapık, bidatçi, bilgisiz olmakla itham etmektedirler. Bazıları bir kısmı affedilebilir bir hata olarak görülecek türden hakta kusurlu, insanlara da haksızlık etmekte, bazen de bu kabilden söyledikleri oldukça münker ve iftira olabilmektedir. Hatta bu, cezaların ağırlaştırılmasını dahi gerektiren bir takım bid’at ve dalaletler kabilinden dahi olabilir. İşte bu gibi kanaatleri ancak cahil ya da zalim bir kimse zikredebilir. Ben bunun çok şaşırtıcı örneklerini gördüm.

Ama bu hususta onların başkalarına göre durumları Müslümanların diğer din mensuplarına göre olan durumları gibidir. Şüphesiz Müslümanların bir çoğunda bilgisi her şeyi kuşatandan başkasının bilemeyeceği türden zulüm, bilgisizlik, bid’at ve günahkârlıkların bulunduğu bilinen bir husustur, ama bir takım Müslümanlarda bulunan her bir kötülük başkalarında daha fazladır. Onların başkalarında bulunan her bir hayır da Müslümanlarda daha üstün ve daha büyüktür. İşte hadis ehli de başkalarına göre bu durumdadır.”

Bundan sonra hadis ehlinin kendilerinin dışındaki diğer fırkalardan farklı, ayırıcı özelliklere sahip olduklarını ortaya koyan geniş açıklamalara koyulmaktadır. Bu nedenle oradaki açıklamalara başvurunuz. Çünkü bu açıklamaları başka bir yerde bulamayacaksınız. Yüce Allah’ın rahmeti üzerine olsun.

Bu açıklamalardan maksadımız, bazı muhaddislerin zayıf hadisleri rivayet etmelerinin, onlara muhalif olan kimseler tarafından ayıplandıkları bir husus olduğunu ortaya koymaktadır. Her ne kadar bu gibi kimseler, Şeyhu’l-İslam’ın biraz önce referans gösterdiğimiz sözlerinde açıkladığı gibi, daha kötüsünü yapmakta iseler de bu böyledir.

Çağımızda bundan dolayı onları sorgulayıp, onların basitlikleri ve sapıklıkları konusunda bunu onlara karşı bir delil olarak kullanan en ünlülerden birisi de sünnet ve hadis ehline ileri derecedeki düşmanlığı, onları Haşviyye ve Mücessime diye iftira ederek lakaplandırmasıyla tanınan Şeyh Kevserî’dir. O bunu yaparken onlara zulmetmekte, iftirada bulunmaktadır ama doğruyu söylemek gerekirse bazen onların bir kısmının rivayet etmiş oldukları hadis ve rivayetlerde bu iftirasını destekleyecek dayanaklar da bulabilmektedir.

Buna örneklerden birisi de Yüce Allah’ın: “Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama gönderir.” (İsrâ, 17/79) buyruğunun tefsirinde rivayet edilmiş bulunan: “Rabbim beni Arş’ın üzerine oturtacaktır” şeklindeki hadistir. Musannıf bunu (s. 74-75)’de İbn Mes’ûd’tan merfû olarak rivayet etmiş ve: “Bu hadisi mürsel olarak nakleden kişi rivayet ettiği hadisleri terk olunan (metrûk bir ravi olan) el-Ahmer’dir” sözleriyle oldukça zayıf olduğunu belirtmiştir. Aynı şekilde bunu (s. 99)’da İbn Abbâs’tan böylece mevkûf olarak rivayet etmiş ve şunları söylemiştir: “Senedi sâkıttır (muteber değildir). Ömer b. Mudrik er-Râzî ise metruk bir ravidir. Bu Mücâhid’in sözü olarak meşhur bir rivayet olmakla beraber, merfû bir hadis olarak da rivayet edilmektedir ama batıldır.” Ben bu iki hadisi de Silsiletü’l-Ehâdîsi’d-Da‘îfe’de (871) tahriç etmiş bulunuyorum.

Muhammed b. Mus’ab el-Âbid’in -ileride geleceği üzere- tercümesinde de şunları söylemektedir: “Peygamberimizin Arşın üzerinde oturacağı meselesine gelince, bu konuda hiçbir nas sabit değildir. Bu konudaki rivayet, vâhî bir hadis ile -belirttiğimiz gibi- Mücâhid’in âyetin tefsiri ile ilgili olarak söylediklerinden ibarettir.”

Derim ki: Eğer musannıf -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- bu konuda delil olarak alınmasını gerektirici bir nassın bulunmadığına dair açık seçik olan bu açıklamaları yapmakla yetinmiş olsaydı, çok iyi bir iş yapmış olur ve böylelikle Kevserî’nin bizzat bu hususta yaptığı gibi sünnet ve hadis ehline dil uzatmak için hevâ ehlinin izleyebilecekleri bir yolu baştan beri kapatmış olurdu. Nitekim Kevserî“Tebyînu Kezibi’l-Mufterî fî mâ Nusibe ile’l-İmâmi Ebî’l-Haseni’l-Eş‘arî” adlı eserinin (s. 64) mukaddimesinde böyle yapmış ve geçmişindeki cehmiyyelere ve başkalarına uyarak onları Haşviyye diye lakaplandırdıktan sonra haklarında şunları söylemektedir:3 “Onlar Allah hakkında aklın da, şerîatin de caiz göremeyeceği, Yüce Allah’ın hareket ettiği, bir yerden bir yere intikal ettiği (bu ikisiyle Allah’ın dünya semâsına nüzûlünü kastetmektedir), haddinin (sınırının) ve cihetinin söz konusu olduğunu (bununla da Allah’ın uluvvunu (yukarıda oluşunu) kastetmektedir), oturmayı ve oturtmayı kabul ederler.” Bu sözleriyle de bizim sabit olmadığını açıklamak sadedinde söylemekte olduğumuz bu rivayeti kastetmektedir.”

Kevseri’nin başka bir saptırmasına şu şekilde değiniyor:

“85- Ebû Mûsâ radiyallâhu anh’in rivayet ettiği hadis: Dedi ki: “Kürsî iki ayağın konulduğu yerdir”

Derim ki: Hadisin senedi mevkûf ve sahihtir. Abdullah es-Sünne (s. 71)’de, Ebu’ş-Şeyh el-‘Azame (42/b), Ebû Cafer b. Ebû Şeybe de el-Arş (vr. 114/a-b)’de bütün ravileri sika ve bilinen kimseler olarak rivayet edilmiştir. Ehl-i Sünnet’ten uzaklaşması ile bilinen Kevserî ise el-Esmâ ve’s-Sıfât (s. 404)’deki ta’likında isnadında Umâre b. ‘Umeyr’in bulunması dolayısıyla illetli olduğunu belirtip: “Buhârî bunu ed-Du‘afâ’da söz konusu etmiştir” demektedir.

Derim ki: O böyle demiştir. Ancak bu katıksız bir hatadır. Bunu yanılarak mı, kasten mi söylemiştir, bilemiyorum. Çünkü biz bu adamdan yalana benzeyen muğalataları çok gördük. Hatta bizatihi yalanı da gördük. Nitekim büyük ilim adamı el-Yemânî et-Tenkîl li ma fi Te’nîbi’l-Kevserî mine’l-Ebâtîl adını verdiği pek büyük reddiyesinde bu hususu açıklamış bulunmaktadır. Benim bunu söyleyişimin sebebi Umâre b. ‘Umeyr’in ittifakla sika olduğu kabul edilmiş bir tabiî oluşundan dolayıdır. Buhârî ve Müslim Sahîh’lerinde ondan gelen rivayetleri nakletmişlerdir. Hâfız (İbn Hacer) “sikadır, sebttir (güvenilir ve sağlam bir ravidir)” demektedir. Böyle bir şeyin Kevserî gibi bir kimse için gizli saklı kalmasına imkân yoktur. Üstelik bu kişi Buhârî’nin ed-Du‘afâ adlı eserinde iddia ettiği gibi bulunmamaktadır. Orada Umâre b. Cüveyn adındaki ravi vardır, bu ise metruk bir ravidir. Allah’ım günahlarımızı bağışlamanı dileriz.”

Bir başka örnek:

“110- Mücâhid’in hadisi: “Onu kendimize yaklaştırarak özel bir şekilde konuştuk.” (Meryem, 19/52) buyruğu hakkında dedi ki: “Yedinci semâ ile Arş arasında yetmiş bin hicâb vardır. Mûsâ kendisi ile O’nun arasında tek bir hicâb kalıncaya kadar yaklaşıp durdu. O’nun yerini görüp de Kalem’in gıcırtısını işitince, Rabbim, bana kendini göster, sana bakayım, dedi.” Bu rivayet tefsir imamı Mücâhid’den sabit olunmuştur. Bunu Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfât adlı eserinde ve el-‘Azame (49/b ve 55/1)’de rivayet edilmiştir. Ca’d’dan, o Abdullah’tan böylece rivayet etmiş ve şöyle demiştir: “Bu rivayet Abdullah’a kadar varan mevkûf bir rivayettir. Denildiğine göre bu, (Abdullah)İbn Mes’ûd radiyallâhu anh’dır. Buna göre bu hadis, onun ile Sâlim b. Ebi’l-Ca’d arasında mürseldir.”

Beyhaki el-Esma ve’s-Sıfat (s. 402)’de, Ebu’ş-Şeyh de el-‘Azame (vr. 49/b, 55/a, el-Mektebu’l-İslami fotokopisi) sahih bir senet ile ve hepsi de sika olan raviler yoluyla rivayet etmiştir. Cehmiyyeci Kevserî ise el-Esmâ adlı esere notunda Ravh b. Ubâde’nin yaşı dolayısı ile tenkit edilmiş olmakla illetli olduğunu belirtmiştir. Oysa bu ravi sika birisi olup, Buhârî ve Müslim’in Sahîh’lerinde rivayeti delil gösterilmiştir. Şibl b. Abbâd da Buhârî’nin ravilerinden sika birisidir. Ancak bu da tenkit edilirken, onun hakkında “kaderîdir” demenin ötesinde bir söz söylememiştir. Acaba bu bir cerh midir?”

Bir diğer örnek:

“130- Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, er-Reddu ‘ale’l-Cehmiyye’de şunu rivayet etmektedir: Bana babam tahdis etti. (Sonra da senedini) Abdullah b. Nâfi’den diye zikrederek şunları söylediğini belirtti: Mâlik b. Enes dedi ki: Allah semâdadır, ilmi her yerdedir. Hiçbir şey O’nun ilminin dışında değildir.

Derim ki (Elbani): Bunu Abdullah, es-Sünne (s. 5)’de rivayet ettiği gibi, Ebû Dâvûd, el-Mesâil’de (s. 263), el-Âcurrî (s. 289), el-Lâlekâî (I, 92/b)’de rivayet etmiş olup, senedi sahihtir. İmam Ahmed de el-Âcurrî’nin naklettiği bir rivayete göre, bunu delil göstermiştir. Kevserî’nin, Beyhakî’nin el-Esmâ adlı eserinin mukaddimesinde (s. ta) söylediği: “Senedinde İmam Mâlik’ten pek çok münker rivayetlerin sahibi Abdullah b. Nâfi el-Esam vardır” ifadesi ise, yine onun hakkı değiştirmelerinden yahut hakkı batıla karıştırmalarındandır. Çünkü cerh imamlarından herhangi bir kimse onu böyle bir ifade ile tenkit etmiş değildir. Aksine onun Mâlik’ten yaptığı rivayetler hakkında özel olarak şöyle demişlerdir: İmam Mâlik’in görüşlerini ve rivayet ettiği hadisleri insanlar arasında en iyi bilen birisidir. Bunun için arzu ederseniz et-Tehzîb adlı esere, başvurabilirsiniz. Onu “el-Asam” diye nitelendirmesi ise yanılmasının ta kendisidir. Çünkü o el-Asam değil, es-Sâiğ diye bilinir.

Bir diğeri:

“291- İmam Ebû Bekr b. Fûrek, hadis ashabının sözü geçen kanaatlerini Ebu’l-Hasen el-Eş‘arî’den “el-Makâlâtu ve’l-Hilâf beyne’l-Eş‘arî ve beyne Ebî Muhammed Abdullah b. Saîd b. Küllâb el-Basrî” adlı eserinde -ki bu İbn Fûrek’in telif ettiği bir eserdir- naklederek şunları söylemektedir:

Birinci fasıl Ebu’l-Hasen radiyallâhu anh’ın el-Makâlât adlı kitabında hadis ashabının görüşleri ile alakalı zikrettiği özetler ve sonunda onun bütün bunları kabul edip, benimsediğine dair açıklaması.

Sonra İbn Fûrek bu görüşü olduğu gibi uzun uzadıya aktarmakta ve daha sonra sonunda şunları söylemektedir:

“İşte bu senin için onun lafızlarından yapılmış ve kendisinin hadis ashabının temel kuralları ve tevhidlerinin esasını teşkil eden bu asıl ilkelere inanmış olduğunu onun lafızları ile senin için ortaya koyan bir tahkiktir.”

Hafız Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Sâbit et-Tarkî dedi ki: Ben Ebu’l-Hasen el-Eş‘arî’nin el-İbane adlı eserinde (el-İbane, (s. 34-37) istivânın kabul edildiğine dair delilleri okudum. Bu açıklamaları esnasında şunları söylemektedir:

“Müslümanlar Yüce Allah’tan dilekte bulundukları ve dua ettikleri vakit “Ey Arşın sakini” diye dua ederler, yemin ettikleri vakit de: Yedi (semâ) ile hicablanan hakkı için hayır, dediklerini görüyoruz”

Derim ki (Elbani): el-Eş‘arî’nin bu sözlerinde Kevserî’nin Tebyînu Kezibi’l-Müfterî (s. 38)’deki notunda söylediklerinin batıl olduğuna dair apaçık bir delil bulunmaktadır. Ona göre bu el-İbâne kitabı maksadın tayini hususunda bir şey söylememek yöntemi ile ilgili olarak, el-Mufavvida denilen tâifenin yöntemine göre yazıldığını ve bunun selefin mezhebi olduğunu söyleyişinin bâtıl olduğu ortaya çıkmaktadır.

Çünkü musannıf rahimehullah’ın el-İbâne’den naklettiği ve bulunduğu yere bizim de işaret ettiğimiz Eş‘arî’nin sözleri, maksadı tayin etmek hususunda gayet açıktır. Bu da istivânın uluvv (üstünde olmak) anlamıdır. Peki, Kevserî’nin iddia ettiği maksadın tayin edilmesinden kaçınıp, tefvîd (ilmi Allah’a havale etmek) nerede kaldı? Şüphesiz onun “işte bu selefin mezhebi (görüşü, yolu)dur” sözü de aynı şekilde bir yalandır. Nitekim selefin musannıf rahimehullah’ın el-Uluvv adlı eserinde topladığı, sonra da bizim size bu Muhtasar’ında kolaylıkla ele alınmasını sağladığımız sünnetin esas kaynaklarına dair kitaplarında yer alan görüşlerini inceleyen herkesin de anlayacağı gibi bir yalandır. Diğer taraftan görüldüğü üzere biz bu konuda selefin görüşleri arasında senedleri sahih olanlarına da dikkat çekmiş bulunuyoruz.”

Kevseri’nin kabirci olması da başka bir problemdir. Ancak Kevserinin sapıklıklarına örnekler vermek çok fazla yer ve zaman alacaktır. Onun hakkında bir çok reddiyeler mevcuttur. Allah’tan dilerim ki bu reddiyelerden biri veya bir kaçı Türkçe’ye terceme edilir de, insanlar bu konuda ona iftira atılmadığını, hatta onun ve sadık tilmizi Ebu Gudde’nin nakledilenlerden daha da ileri boyutta bir Ehl-i sünnet düşmanlığı içinde bulundukları ortaya çıkar.

Velhamdulillahi rabbil alemin.
 
M Çevrimdışı

mücahid 81

Üyeliği İptal Edildi
Banned
İşte size Vehhabi/Selefiyyecilerin Selef gördükleri Osman Said Darimi ,insafla bakın şu akide putperestlik değilde nedir?


ÜMMETİ, PUTPERESTLİĞİN DA’VETÇİLERİNDEN SAKINDIRMAK



Asrın muhaddisi,Raviyet'ül Asr ,Alleme Muhammed Zâhidü’l Kevserî tarafından yazılmıştır.




Beni, ne şeytânın boynuzunun doğduğu yerdeki şu âlim olmadığı halde âlimlik taslayan kişinin yerden bitmesi, ne Müseyleme ile olan bağı, ne peşinden gidilen (müctehid) imâmlardan -Allah celle celâlühû onlardan râzı olsun- birinin tâbi’lerinden olduğunu göstererek Ezher’liler arasında gizlenmesi, ne de perdesi yırtılıp işi ortaya çıktıktan sonra, İslâm’ın bağlandığı son yerin şerefini korumak için Ezher-i şerîften tard edilmesi ve kovulması ile alâkalı olan işi üzmemektedir. Çünki bunlar, üzerinde perde olmayan âşikâr işlerdir. Hatta bunları, bu memleketin ve sâir mıntıkaların ahâlisinin çoğu bilmektedir.
Beni ve gayreti çok olan her Müslümanı, sadece ve sadece, onun gibi birisinin, ‘Selef-i Sâlihîn’in mezhebine da’vet etmek’ manzarası ile Müslümanların umûmundan temiz kalbli kimselerin arasında gözükmesi ve onların arasında öldürücü zehirini Sünnet ismiyle yayıp da, memleketin ve İslâm’ın ismini kötüye çıkarması üzmektedir.
İşte bu yüzden, şu yanında olmayan ile iftihâr eden[1] birikmiş kum yığınını (Kasîmî’yi), Müslümanların arasında fesâd yaymaya bırakmayacak ve en sağlam bir iple, putperestlikte tamamlanan inancını gizlemek için, bahsimizin mevzû'unu, onunla alâkası olmayan boş serseriliklere genişletmesine müsaade etmeyeceğiz. Aksine, her ne zaman kurtulmaya teşebbüs ederse, onu kulağından tutacak, da’vet etmiş olduğu açık sapıklık mevzû'una çevirecek ve sadece da’veti etrâfında konuşmaya onu mecbûr bırakacağız.
Sen, ey Ümmeti alenen ve âşikâr olarak cemâatinin sadece bir ay önce bastığı, imâmın olan Dârimî’nin[2] kitâbındaki ve Ahmed İbnu Hanbel’in oğlu Abdullah’ın kitâbı olduğunu ikrâr ettiğiniz “Kitâbu’s-Sünne”deki(akîde)lere çağıran da’vetçi!.. Ben seni, tevbe edene, hakka dönene ve bu iki kitâbdaki putperestlik desîselerin-den ve dinden çıkaran açık küfürden uzak olduğunu ortaya koyuncaya kadar, bu iki kitâbda bulunan câhillikler ve ahmak putperestliklerle Müslümanları kandırmaya bırakmayacağım.
Ben, geçmiş bir makâlemde, üzerlerine hiçbir ta’lik[3] yapmadan Dârimî’nin kitâbındaki küfür sözlerinden bir tomar zikretmiştim. Bugün ise onlardan teker teker bahsedeceğim. Tâ ki, sözün sırası zikri geçen Kitâbu’s-Sünne’dekilere gelsin. O zaman inşâellah cumhûrun ikna olmasına kadar konuşacağım.
Yardımcılarının mecmû'asında meydan okuduğun makâlende, Dârimî’nin bu kitâbında bulunanları mahza[4] Sünnet’ten saymaktasın.
Kitâbın başında da İbnu Teymiyye’nin bunu cidden beğendiği ve şiddetli bir şekilde tavsiye ettiği geçmektedir. İbnu’l-Kayyim el-Cevziyye hakkında da aynı şeyleri söylemektesiniz.
O takdîrde, zikri geçen kitâbın mes'eleleri için söylenen söz, kendi i'tirâfınızla senin, sünnetinin yardımcılarının, Harran’lı Şeyh(İbnu Teymiyye) nin ve talebesi İbnu Zefîl(İbnu’l-Kayyim el-Cevziyye’)nin hakkında bir söz olmaktadır. Bu, cevâbın mesâfesini kısaltmakta ve inancınızın îzâhı husûsunda kesin bir netîceye ulaşmayı kolaylaştırmaktadır.
[Bir] Dârimî’yi yakaladığım ilk kelimeler, kitâbının dördüncü sayfasında hasımlarını,
‘Vâhid’inin/Bir’inin mekânını -ki Allah sübhânehû ve teâlâ’yı kasdetmektedir- bilmemek’ ile ayıplamasıdır.
Bu, o kimse tarafından kitâbda defalarca tekrarlanmaktadır. Dolayısıyla onun i'tikâdı, bir mekânın Allah'ı içinde bulundurduğu, bir sathın, bir yerin onu taşıdığı şeklinde olmaktadır.
Bu da tecsîm[5] ile hükmetmektir. Kim de Allah sübhânehû ve teâlâ’yı bir mekânda yer tutmuş sayarsa, o bir putperesttir, Müslümanların cemâatinden çıkmıştır. Nitekim akâid imâmlarından birçoğu bunu açıkça ifâde etmişlerdir. Allah celle celâlühû iftirâcıların iftirâsından çok yücedir.
[İki] O sözlerden biri de yirminci sayfadaki şu sözüdür:
“… Hayy ve Kayyûm (olan Allah sübhânehû ve teâlâ) dilediğini yapar, dilediği zaman hareket eder, dilediği zaman iner ve yükselir; dilediği zaman da (ellerini) çeker ve uzatır, kalkar ve oturur. Çünki diriyle ölü arasındaki alâmet hareket etmektir. Her bir diri mutlaka hareket eder. Her ölü çâresiz hareketsizdir.”
Dârimî’nin sözünün ibâresi budur ve söz kitâbında tekrârlan-maktadır. O halde bu hüsrana uğrayan kimsenin ibâdet ettiği, ayağa kalkmakta, oturmakta ve hareket etmektedir. Belki de bu i'tikâdı, şu Siczî,[6] komşuları olan sığıra ibâdet eden kimselerden miras almıştır.
Kim ki, âlemlerin ilâhı hakkında böyle inanırsa, söz birliği ile kâfir olur. O hâlde yazıklar olsun, namazda böyle bir kimseye uyana, yâhud onunla nikâhlanana!.. Öyleyse, bu kitâba râzı olan ve onu şiddetle vasiyet eden, yâhud içindekilere da’vet etmek için onu basanın hâli ne olur? Sizin (insanları) da’vet ettiğiniz tevhîdiniz işte budur. Üstâz Mensûrî’nin, bu i'tikâdla gönlü hoş olsun, sevinsin. O Protestanların râzı olacağı bir tevhîd arıyordu. (İşte buldu; yumulsun!..)
[Üç] Onlardan biri de yirmi üçüncü sayfadaki şu sözüdür:
“Allah teâlâ’nın bir haddi vardır.. Mekânının da bir haddi vardır. O semâvâtının üstünde olduğu halde arşının üstündedir. İşte bu ikisi iki haddir. Herkes Allah'ı ve mekânını Cehmiyye’den daha iyi bilir…”
Bu söz, sâhibini, mücessime olmaktan uzak olduğunu söylemeye mecâl bırakmayacak bir sözdür. Allah celle celâlühû’ya cisim isnâd etmek, putperestlikten başka bir şey değildir.
Yazıklar olsun o kimseye ki, ibâdet ettiği varlığı işte bu şekilde arşın ve kulaçla ölçmeye kalkar.
Onlar, istivâ âyetine nasıl tutunmuş olabilirler?!.. Halbuki lugatta, istivânın bir çok ma'nâsı vardır ve Arşın da bir takım ma'nâları vardır. Ehl-i Hakk olan Ehl-i Sünnet’in icmâı ile Allah Teâlâ’ya nisbet edilecek olanda yerleşmek, yer tutmak, ayakta olup da oturmak, yatıp da oturmak ve binmek ma'nâları yoktur. Aksine âyetin hükmü, ‘tenzîhle[7] beraber tefvîd’[8] veya ‘mülk’, ‘mülkü kendine seçmek, tercîh etmek’, ‘emir ve nehiy vermeye başlamak’ gibi, lugatın ve karşılıklı konuşma dilinin gereğince -yerinde açıklanmış olan- bunların benzeri ma'nâlara yormaktır. Allah teâlâ için, ‘hareket’, ‘oturmak’ ve ‘sınırlar’ bulunduğunu söylemek, hakkında iki keçinin birbirini süsmeyeceği ve yine hakkında iki Müslümanın çekişmeyeceği hususlardandır.
[Dört] Onlardan biri de yirmi beşinci sayfadaki Âdem aleyhisselâm hakkındaki şu sözüdür:
“Adem aleyhisselâm’ı, (O’na) dokunarak eliyle yaratmıştır.”
Bu da kitâbda tekrâr eder. Sen onu, Allah Teâlâ’nın Âdem aleyhisselâm’ı yaratmasını, organ yardımıyla toprak kullanılmasına yorarken görürsün. Bu, (kişiyi) rezîl edecek bir dil bilmemek ve açık bir küfürdür. Allah teâlâ’nın Adem aleyhisselâm’ı iki eliyle yaratmasının ma'nâsı, husûsî bir inâyeti demektir. Arab dilinde, (يداك اوكتا)/‘iki elin (ahdi, anlaşmayı) sağlamlaştırdı ve bağladı’ (ifâdesi) vardır. Bunu Allah teâlâ’nın ‘Allah celle celâlühû’nun katında ‘Îsâ aleyhisselâm’ın meseli, Âdem aleyhisselâm’in meseli gibidir; onu topraktan yarattı; sonra da ona ol dedi, o da olur’[9] âyeti doğrulamaktadır.
[Beş] Onlardan biri de, yetmiş dördüncü sayfadaki şu sözüdür:
“Şübhesiz ki O, kürsünün üzerine oturur, O’ndan dört parmaktan fazla bir yer artmaz…”
Bak şu akılsız ahmağa!.. Nasıl da, Allah sübhânehû ve teâlâ için, Kürsî’nin üstünde oturmak olduğunu ve Resûlü sallellâhu aleyhi ve sellem’i oturtmak için bir yanında da bir yer bıraktığını söylüyor?!.. Nitekim bu, mübtezel Barbahârîlerin mezhebidir. “Kuûd”/oturmak, dilcilerin örfünde bacağı kıvırıp, kabaları yere koymak demektir. Şunların Allah teâlâ ve Resûlü sallellâhu aleyhi ve sellem hakkındaki îmânları işte böyle oluyor. Bu o sünnettir ki, ondan uzak olanlar onlara göre İslâm’ın düşmanı oluyor. Allah kahretsin onları, Allah'a karşı ne şaşırtıcı bir cesâret sâhibidirler!..
[Altı] Onlardan biri de, seksen beşinci sayfadaki şu sözleridir:
“Şâyet dilese elbette bir sineğin sırtına oturur ve kudretiyle ve Rablığının lütfuyla o sinek onu yüklenir ve taşırdı. Ya bu, büyük arşın üzerinde olursa, ne olur?!.”
Allah sübhânehû ve teâlâ hakkındaki sözü işte budur. Sanki, ma'bûdunun sineğin sırtına oturması olmuş bitmiş ve kabûl görmüş bir iş de bununla, Allah teâlâ’nın, sineğin sırtından daha geniş olan Arşın üzerinde karar kılmasına delîl ileri sürüyor! Allah celle celâlühû bundan çok büyük bir yücelik ile yücedir. Bu Siczî’den, Harrânlı’dan ve bu ikisinin yandaşlarından evvel, insanlardan, böylesi boş ve akılsızca bir söz söyleyen bir kimseyi bilmiyorum. (Allah celle celâlühû’nun) dileme(si)nin muhâle[10] tealluk etmeyeceğini kim bilmez?!.. Bu, “dilerse, elbette yer, içer, evlenir, kendi gibisini yaratır” ve başka imkânı olmayan şeylerin söylenmesi gibidir. Allah celle celâlühû bunların hepsinden yücedir. Allah sübhânehu ve teâla büyük üstâz allâme Hammâmî’yi mükâfatlandırsın. Ğavsü’l-‘İbâd isimli kitâbında, bu kelimeye, gizli yanlarını açığa çıkaran geniş bir îzâh düşmüştür ki, burası onu nakletmeye müsâid değildir. O yüzden işâretle yetindik. Onda, kalbler için şifâ vardır.
İnancını insanların kalemleriyle savunan ve insanların beyniyle düşünen bu boş davuldan öteden beri hep taaccüb ede gelmişimdir. Öyle ki, Allah Teâlâ’nın ‘hiç şübhe yoktur ki Allah herhangi bir şeyi, sineği ve (küçüklükte) onun üstündeki bir şeyi mesel vermekten hayâ etmez’[11] âyeti ile delîl getirerek, şu şen’î kelimeyi te’vîle kalkışmış ve miskîn darb-ı meselin ma'nâsının ne olduğunu bilmemiştir. Çünki onun belâğati, ona bir mevhîbedir; bu yüzden kitâblarla işi yoktur. Allah Teâlâ’nın ‘Allah için meseller de vermeyin’[12] âyetini hatırlamamıştır. Hattâ bu âyet, ‘Allah sübhânehû ve teâlâ için yarattıklarının hakkında mesellerden dilediğini verme hakkının olduğu’ manasınadır; ‘şânının, sineğin O’nu sırtında taşıyacağı bir hadde kadar küçültülmesinin mübâh kılınması’ ma'nâsında değil. Bu öyle bir cinnet getirmektir ki, üzerinde hiçbir cinnet getirmek yoktur. Allah, şunların (O’nu) vasfettiklerinden çok büyüktür. Kahrolsun kendisi için sineğin taşıdığı bir ma’bûd tasavvur eden. Onun gibisi, muhâtab alınmaktan düşen birisi olur.
[Yedi] Onlardan birisi yüzüncü sayfadaki şu sözüdür:
“Dağın başı göklere dibinden daha yakındır. Minârenin başı Allah'a dibinden daha yakındır…”
Bu sözü, O’nun dağların başından, minârelerden ve gözetleme yerlerinden ma’bûdunu gözlediğini göstermektedir. Nitekim bu ecrâm-i ulviyyeye[13] ibâdet eden Harrân Sâbiîlerinin yaptığı bir iştir. Müslümânlara gelince.. Onlar, Allah sübhânehû ve teâlâ’nın mekândan münezzeh olduğuna, mekânların O’na nisbetinin bir/ayni olduğuna, O’na yakınlığın mesâfe ile olmadığına ve O’na uzaklığın da yine mesâfe ile olmadığına inanırlar. Allah teâlâ, ‘secde et ve yaklaş’[14] buyurmuştur. Resûl salavâtüllâhi aleyhi de ‘kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde ettiği ândır’ buyurmuştur. Bu hadîsi, Nesâî ve başkaları rivâyet etmiştir.
Halbuki bu hüsrâna uğrayan adam ve taraftarları, ‘aksine, dağ başına çık, gözetleme kulesinin üstüne yüksel ve ma’bûda yaklaş’ diyorlar. Bundan öte bir küfür mü olur?!.. Miskîn bir yerde de, metin ve sened bakımından muztarib olmasına rağmen ‘eynellâh’/‘Allah nerededir?’ hadîsinden söz ediyor. Bununla beraber, ‘eyne’/‘nerede?’ kelimesi bazen ‘mekân’, bazen de ‘mekânet’/‘rütbe’ için bir suâl olur. Buna göre hadîsin ma’nâsı ‘sence Allah'ın makam ve rütbesi nedir?’ demek olur. Nitekim bunun tafsîlâtını Ebû Bekr İbnü’l-Arabî’nin Ârıdatü’l-Ahvezî’sinde bulacaksın. Arablar arasında ‘fülânın mekânı semâdadır’ sözü bilinen bir sözdür. (Bununla), aslâ ne semâyı ve ne de orada yer tutmayı düşünmeden, o kişinin şânının yüceliğini kasd ederler. Benî Ca’d’ın Nâbiğa’sı radıyellâhu anhu’nun (aşağıdaki) sözü bu kabîldendir:
Semâya ulaştık, büyüklüğümüz, şerefimiz ve tâlihlerimiz… (göklere vardı)…
Şübhe yoktur ki biz, elbette, bunun üstünde bir mazhar istiyoruz..[15]
Ben, şu (zihinleri) iğfâl edilen kimselere, -dağ başında bulunanın Allah'a yakın olması hakkındaki- sözlerini medreselerdeki küçük talebelere işittirmemelerini tavsiye ediyorum. Yoksa onları ağızlarının dolusunca bu söze ve onu söyleyenlere güldüreceklerdir.[16] Çünki aralarında yeryüzünün yuvarlak olduğunu bilmeyen bulunmayacaktır. Bu kıt’adaki dağın tepesinde bulunan adamın başının tarafı, meselâ Amerika’daki dağın tepesinde duran adamın başının tarafına ters düşecektir. Yeryüzünün yuvarlak oluşu, -münâkaşa kabûl etmeyen bir fennî sâbit oluşu bir yana- İbnü Hazm’ın, el-Fısal’de de anlattığı gibi, Kitâb ve Sünnet ile sâbittir.
[Sekiz] Onlardan biri de “ellerimizdeki Kur’ân Allah sübhâ-nehû’nun yaptığı şeylerdendir; o yüzden yaratılandır” diyene cevâb sadedinde söylemiş olduğu yüz yirmi birinci sayfadaki şu sözüdür:
‘Biz Allah'ın yaptığı ve var ettiği her şeyin yaratılan bir şey olduğunu kabûl etmiyoruz. İcmâ' ve ittifak etmişizdir ki, hareket, inmek, yürümek, koşmak, arşın üzerine ve semâya istivâ kadîmdir.’
Müellif (Dârimî), bütün bunların Allah sübhânehû ile beraber vâr olduğuna inanmaktadır. Arşın üstünde istivâ etmenin kaçınılmaz bir netîcesi olarak Arş da kadîm olmaktadır. Hareketin ve yürümenin kadîm olduğunu düşün(ebil)mek şu önderlerin akıllarının şânıdır!!.. Kim böylesi bir açık putperestlik inancına sâhib ise, onun, yeryüzünde bozgun çıkarmaya, müslümanlara imâmlık yapmaya ve onlarla nikâhlanmaya bırakılması doğru olmaz.
Kim bu kepâze înancın rezîlliklerini geniş bir şekilde bilmek isterse, İbnü’l-Cevzî’nin ‘Def’u Şübehi’t-Teşbîh’ini, Takıyy el-Hısnî’nin ‘Def’u’ş-Şübeh’ini, Takıyy es-Sübkî’nin, İbnü’l-Kayyim’in Nû-niyye’sine reddiye yazdığı ‘es-Seyfu’s-Sakîl fî’r-Reddi Alâ İbni’z-Zefîl’ kitabını, zikri geçen reddiyeye yazdığımız Tekmile’yi ve İmâm Beyhakî’nin ‘el-Esmâ ve’s-Sıfât’ını okusun. El-Esmâ ve’s-Sıfât yeniden bir daha basıldı. Kim bu kitâbı güzel mütâlaa ederse, ona şu mücessimenin husûsıyyetlerinden hiçbir gizli şey gizli kalmaz ve vazîfesini da’vetçilerine karşı yerine getirir.
İçinde Ezher-i şerîf’in bulunduğu bir beldede, Dârimî’nin kitâbını neşreden ve peşine takılan gibilerin açıkça “Allah’ın hareket ettiği, yürüdüğü, ayağa kalktığı ve bir kadîm yere oturduğu” inancına da’vet etmeye cesâret etmeleri ğarîb bir gayrettir. Âlemlerin ilâhı bu putperestliklerden yücedir. Bu kitâbın nâşiri, Müslümanların, namazlarında imâmlığını, hatîbliğini ve vaaz etmek vazîfesini üstlenmektedir. Bu aklı kıt adamın ve kandırdıklarının böyle bir vakitteki, en zararlı kitâblarından olan bir kitâbı basmak ve cumhûrun arasında neşretmek vaktindeki şamataları, ancak, sâdık azîmetlerin, gayretlerin sâhiblerini, şu kepâzelik, sözü geçen kitâbın neşri kepâzeliği üzerine yazılar yazmaktan çevirmek içindir. Yoksa onun gibi birisinin hezeyânına hiç aldırmaz, aksine onu dilediği saçmalamaları yapmaya terkederdim. Nice defa söylemişimdir: ‘Hakâret, âcizin gayreti, acâizin[17]hüccetidir.’ İbret alınacak nokta, -anlattığımız gibi- ilk putperestlik da’vetçilerinin Ümmet’e şirke girme iftirâsını atmış olmalarıdır.
Umulur ki Ezher-i şerîf, Dârimî’nin Kitâbı’na karşı, cumhûrun, inancını korumak hırsı gereği ve şu kitâbı yayanları hududlarında durdurmak için, üzerine düşen vazîfeyi yerine getirmekten geri kalmaz.

* Makâlatü’l-Kevserî (301)
Köşeli olsun olmasın parantezler arasındaki rakam ve sayılar ile koyulaştırmalar, anlaşılma kolaylığı için tarafımızdan konulmuştur. (Mütercim)
[1] Câhilliğine rağmen âlimlik taslayan.

[2] Buradaki Dârimî, meşhûr Sünen sâhibi Dârimî değildir.

[3] Ta'lik: Söz ilâve etmeden, haklarında konuşmadan.

[4] Mahza: Süzme ve katıksız

[5] Tecsîm: Allah celle celâlühû’ya cisim yakıştırmak.

[6] Siczî: Sicz isimli yere mensûb kimse (Buhârî gibi).

[7] Tenzîh: Yani Allah celle celâlühû’yu, O’na yakışmayacak şeylerden uzak görmek.

[8] Tefvîd: İşin hakîkatini Allah celle celâlühû’ya bırakmak.

[9] Sûre-i Âl-i ‘İmrân:59

[10] Muhâl: Olması imkânsız olan

[11] Bakara:26

[12] Nahl:74

[13] Yükseklerdeki gök cisimlerine

[14] Sûre-i Alak:19

[15] Nâbiğa radıyellâhu anhu şöyle dedi: Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’e vardım ve şu beytleri okudum… (Yukarıdaki beytin de içinde bulunduğu beytleri okudu.) Bunun üzerine Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem ‘nereye?’ buyurdu. Ben de, ‘cennet’e’ dedim. O da ‘inşâellâh’ buyurdu. Ben şu beytleri de okuyunca Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem Allah celle celâlühû dişlerini kırmasın, sökmesin, buyurdu. Râvî, ‘(Nâbiğa) insanların en güzel dişli olanı idi; dişi düştüğü zaman yerine bir başkası biterdi’ dedi. [Hârisî, İbnu Hacer el-Askalanî, el-Metâlibu’l-Âliyye:4/100, H:4065, Heysemî, Muhtasaru İthâfi’s-Sâdeti’l-Mehâreh, zayıf bir isnâd ile:8/328,]
Burada geçen [عَلَوْنَا السَّمَاءَ مَجْدُنَا وَ جُدُودُنَا وَاِنَّا لَنَبْغِى فَوْقَ ذَالِكَ مَظْهَرًا] beyit, ulaştığımız başka değişik tefsîr ve hadîs kaynaklarında,
[بَلَغْنَاالسَّمَاءَ مَجْدُنَا وَ جُدُودُنَا وَاِنَّا لَنَبْغِى فَوْقَ ذَالِكَ مَظْهَرًا], yani (عَلَوْنَا) yerine (بَلَغْنا) şeklinde geçmekte ise de, şâhid getirme noktası yanıyla farketmez; birisi ‘yükseldik’ diğeri de ‘ulaştık’ demek olduğundan aynı ma'nâyı ifâde ederler. Belki böyle bir rivâyeti de mevcûddur. Yine bazılarında da [بلغنا السماء مجدنا و جدودنا وانا لَنَرْجُو فوق ذالك مظهرا], yani (لَنَبْغِى) yerine, (لَنَرْجُو)bulunmaktadır ki, bunlar da aynı ma'nâdadırlar. Keşşâf’ın beyitlerinin şârihi(مَجْدُنَاوَجُدُودُنَا) kelimelerinin iki mef’ûl olduğunu söylüyorsa da bu bizce yanlıştır ve ma'nâya uymaz. Nâbiğa radıyellâhu anhu -Allahu a’lem- ‘maddî ve fizîkî olarak değil de, büyüklükleri, şerefleri ve nasîbleri bakımından göklere yükseldiklerini, çok yükseklere çıktıklarını’ anlatmak istiyor.

[16] Koca üstâdımızın affına sığınarak, O’nun şu ifâdelerine katılamayacağızı ifâde etmek istiyoruz; çok yanılıyor; çünki, bu dünyada, sığırlara tâpınan yüz milyonlar var; şübhesi olmasın ki, şu maskara edici söz de nice müşteriler bulacaktır ve nitekim bulmaktadır…

[17] Acâiz: Kocakarılar
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Yukarda Osman Said ed-Darimi'nin dediklerinin çoğu nas ile sabittir bunların hepsini bende ikrar ve kabul ve iman ediyorum ..ve bu konuda Bir çok selef alimide bu görüştedir ve bu selef alimleri bunları Kendi heva ve heveslerine göre değil yani Bazı kıt kafalıların Yunanlılardan öğrendikleri sözlerle değil Ayet ve Hadisler ile desteklemişler ve bunları ıspat etmişlerdir Allah'ın nüzülü haraket etmesi Arşı'nın üzerinde olması vs Allah Subhanehu ve Teala'nın Kur'an ve Sünnet,e bildirmiş olduğu diğer sıfatlarını İspat etmişlerdir.Evet Allah Azze ve Celle' bizzat Adem a.s iki eliyle yaratmıştır ...dokunmaya gelince İmam Tirmizi'nin sünen'inde Allah Rasülü'den gelen rivayette Rabbimi en güzel sürette gördüm hatta iki elinin soğukluğunu iki kürek kemiğimin arasında hissettim buyuruyor ...buda dokunmanın Ispatıdır nefyi değil Cahil Kendini Allame zanneden Kevseri bu gibi rivayetleri ya görmedi yada görmezlikten geldi yada Kelam ona çok tatlı geldiği için Aynı eski ataları Yunan tohumları gibi Aklı nassın önüne geçirerek ataları gibi sapıttı benim kanaatime göre Kevseri sapığın biridir Aynı Cehm b Saffan Cad b Dirhem Mutezile ve Muattıla sapıkları gibi...
 
M Çevrimdışı

mücahid 81

Üyeliği İptal Edildi
Banned
“Şübhesiz ki O, kürsünün üzerine oturur, O’ndan dört parmaktan fazla bir yer artmaz…”(darimi)

Yani şu sözü kabul ediyorsun he!!!!! İşte sende müşebbihesin...Sus sahtekar hangi nasla sabit bu terbiyesizlik yapıp Allah'a (c.c) ve resülüne(sav) iftira etme.....ya da varsa delilin göster tahricine bakalım...Çünkü bu rivayetler ya zayıf ya da uydurma delil olmaya elverişli değildir...Yalanını böyle ortaya çıkarır Allah(c.c)......Şimdi İmam Kevseri hakkındaki sözünüze nasıl inanılım müfteriler..
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
( فآتى باب الجنة فيفتح لى فآتى ربى I هو على كرسيه أو سريره فأخر ساجدا. )
‘Cennetin kapısına götürülürüm ve bana kapı açılır. Rabbim I kürsüsü veya divanı üzerinde gelir ve ben secdeye kapanırım.’ Bkz. Zehebî, el-‘Uluv, (sy. 36). Ebû Ahmed el-Assal, el-Ma‘rife adlı eserinde kuvvetli bir isnad ile Enes t’dan rivayet etmiştir. bu hadis rivayet yolları ve şahitleri ile sahihtir.

Ömür boyunca başkasına yük olmadım ve hala da böyleyim



Ve ben benimle çatışanın karşısından çekilmeyeceğim



Dînen ehl-i sünnete bağlı olanlar dışında kimselerle arkadaşlık etme



Sonunda sana verdiğim bu öğüdü tutarsan öğünürsün



Gördüğün her bid'atçiden uzak dur



Çünkü onlarda imkânsız olanlardan başkası yoktur



Sapıkların görüşlerini ta baştan bırak



Sakın o sefillerin laf ebelikleri kandırmasın seni



Bid'atçinin hiçbir görüşü devamlı değildir



Göç etmek İsteyenin bir yerde kaldığı nerde görülmüştür?



O her durumda şaşkın bir şekilde yürür. Üstelik itidal yolunu bırakıp gitmiş olur



Her zaman bir görüş alır, öbürünü bırakır Aynı şekilde ondan da çabukça usanır

Dininin dayanağı akılsızca işlerdir Cedel türlerinden yeni yenileriyle karşılaşır



Sapık önderlerin sözlerini ancak şifa bulmaz hastalıklar andırır



Hevasında saptırıcı mabed gibi



Vâsıl yahut imkansız şeylerden bahseden Gaylan gibi



Ca'd gibi, Cehm gibi, İbn Harb gibi



Bunlar meralara salınmaya layık eşşeklerdîr



İmam Ahmed'in Kitabu'r-Reddi ale'l-Cehmiyye adlı eserinde şu ifadeler yer almaktadır: "O yani Cehm b. Safvan- Allah'ın kitabında kendi zatını nitelendirdiği yahutta Rasûlünün belirttiği herhangi bir sıfat ile nitelendiren kimsenin kâfir olduğunu ve müşebbiheden sayılacağını iddia etmiştir. er-Reddu ale'l-Cehmiyye, s. 104

“Şübhesiz ki O, kürsünün üzerine oturur, O’ndan dört parmaktan fazla bir yer artmaz…”(darimi)

Böyle bir rivayet biliyorum ama bunun senedi aklımda kaldığı kadarı ile sahih değil bakmam lazım...?
 
M Çevrimdışı

mücahid 81

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Kürsiyi inkar eden yok arkadaşım....Kürsüsünün üzerine oturma kuud nerde geçmek hangi nasla gelmekte şunu söyle yok uydurma zayıf ise zevzekliği bırak İmam Kevseriye hak ver...
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Hayy ve Kayyûm (olan Allah sübhânehû ve teâlâ) dilediğini yapar, dilediği zaman hareket eder, dilediği zaman iner ve yükselir; dilediği zaman da (ellerini) çeker ve uzatır, kalkar ve oturur. Çünki diriyle ölü arasındaki alâmet hareket etmektir. Her bir diri mutlaka hareket eder. Her ölü çâresiz hareketsizdir.”

Şâyet dilese elbette bir sineğin sırtına oturur ve kudretiyle ve Rablığının lütfuyla o sinek onu yüklenir ve taşırdı. Ya bu, büyük arşın üzerinde olursa, ne olur?!.”

İlk önce bunların Arapçasını istiyorum senden diğeri ise burada baktığın zaman istisna getiriyor dilediği zaman oturur diye Evet Allah azze ve celle dilediğini yapandır yoksa bunda senin bir şüphen mi var Yada sen dilediğini yapamayan bir Rabbe'mi iman ediyorsun yada sen şunumu demek istiyorsun Allah istediğini dilediği şeyi yapamaz...?

“Şübhesiz ki O, kürsünün üzerine oturur, O’ndan dört parmaktan fazla bir yer artmaz…”

Bak şu akılsız ahmağa!.. Nasıl da, Allah sübhânehû ve teâlâ için, Kürsî’nin üstünde oturmak olduğunu ve Resûlü sallellâhu aleyhi ve sellem’i oturtmak için bir yanında da bir yer bıraktığını söylüyor?!..

قال ابن تيمية في مجموع الفتاوى – (4 / 374) فَقَدْ حَدَثَ الْعُلَمَاءُ الْمَرْضِيُّونَ وَأَوْلِيَاؤُهُ الْمَقْبُولُونَ : أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُجْلِسُهُ رَبُّهُ عَلَى الْعَرْشِ مَعَهُ

el-Makamu’l-Mahmud:

İbn Teymiyye dedi ki Mecmuul el-Fetava’da (4/374) Bazı Razı olunmuş alimler ve makbul kişiler demiştir ki Allah Muhammedi yanında arşı üzerinde oturtacaktır.

Şeyhulİslam İbn Teymiyye rahımullah’ın bahsettiği: Bu razı olunmuş alimler ve makbul kişiler ise şunlardır.

1-Kadı Büyük İlim Adamı Ebu Bekr b.el-Arabi Ahzab Süresinde Yüce Allah’ın İçinde olanı gizlersin buyruğunu açıklarken şunları söylemektedir:

İşte Muhammed s a v ister cahiliye döneminde ister ondan sonra-Allah’ın ona bir ikramı lutfu ve yüceltmesinin eseri ile-Rabbine asla isyan etmemiştir.Rabbi lutfuyla onu en yüksek mevkiye yükseltmiştir Böylelikle Rabbi onun kendisiyle beraber kürsisi üzerinde o hak günde hüküm vermek için (mahlukatı arasında) oturmaya elverişli olsun diye.(el-Uluvv li’l Aliyyi’l-Azim.s.312) (mahlukatı arasında Bu ifade Kadı Ebu Bekir İbnu’l Arabi Ahkamu’l-Kur’an (III,1530)’dan eklenmiştir.

Hafız Zehebi diyor ki: Bu konuda uzunca bir takım açıklamalar zikretmektedir.Ben Kadı’nın bu sözleri söylerken Mücahid’in dışında herhangi bir mesnedinin olduğunu bilmiyorum Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

Nesebi Ebu Bekr Muhammed b.Abdullah b.Muhammed b.Abdullah b.Ahmed el-Meafiri el-Endelüsi olup Kadı Ebü Bekir İbnü’l-Arabi lakabıyla meşhur olan İbn’ül-Arabi 22 Şaban 468/1075 yılında Endülüs’ün İşbiliye şehrinde dünyaya gelmiştir.(Zehebi Tezkiratü’l-huffaz IV,1294-1297 Zehebi Siyeru alemi’n-nübela XX,197-204) İbnu’l-Arabi Ebdülüs imamlarının büyüklerindendir İlim için yolçuluklara çıkmış Terrad ez-Zeynebi’ye ve ona benzer büyük ilim adamlarına yetişmiştir.Onun eserlerini kafileler alıp başka taraflara götürmüştür 540 küsür yılında vefat etmiştir.( el-Uluvv li’l Aliyyi’l-Azim.s.313)

2-Bağdat’ın Hafızı İbn Sa’id Hafız Ebü Bekir el-Acurri eş-Şeri’a adlı eserinde ki iki cilttir İmam Muhammed Yahya b.Muhammed b.Sa’id’den onun bu fazilet yani Peygamber s a v’in Arşın üzerinde oturacağı hususunda şöyle dediğini nakletmektedir: Biz bunu reddetmeyiz Bu hususta tartışmaya da girmeyiz Peygamber s a v’in bir faziletinin söz konusu edildiği bir hadis hakkında hiçbir şekilde konuşmayız.İbn Sa’id 90 yaşında 318 yılında vefat etti Bu alanda önderlerden birisi idi Malik’in ve Hammad b.Zeyd’in arkadaşlarına yetişti eserler telif etti ve rivayetler derleyip topladı. el-Uluvv li’l Aliyyi’l-Azim.s.259.261)

3-el-Mervezi dedi ki Ben Abdullah el-Hallaf’I şöyle derken dinledim Ben Musâb’I Umulur ki Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a gönderir buyruğunu okuyunca şöyle dedi Evet onu kendisi ile birlikte Arşın üzerinde oturtacaktır.İmam Ahmed b.Muhammed b.Mus’ab dedi ki:Ben ondan rivayet yazdım O ne müthiş bir adamdı

Hafız Zehebi dedi ki: Peygamer efendimizin (Kıyamette) Arşın üzerinde oturması meselesine gelince bu hususta herhangi bir nas sabit olmamıştır Aksine bu konuda vahi (oldukça zayıf) bir hadis vardır.) el-Uluvv li’l Aliyyi’l-Azim.s.209

Halbuki sahih hadislerde Makam-I Mahmud’un (Kıyamet gününde Arş’ın üzerinde oturması değil) Peygamber efendimize özel olarak verilecek olan umümi şefaat olduğu sabittir. el-Uluvv li’l Aliyyi’l-Azim.s.209 (dipnot)

el-Makamu’l-Mahmud Birinci görüş: Bu ibare İsra-79 ayetinde geçer ve meşhur görüşe göre ayetle Allah’ın Hz Peygamberi yükselteceği el-Makamu’l-Mahmud ona vereceği şefaat etme makamıdır(Sahih olan görüş budur)Bu görüş Selman el-Farisi Mücahid Hasen el-Basri Katade’den rivayet edilmiştir.Taberi Camiu’l-Beyan (XV/114,145) Ayrıca bu görüş bizzat Hz Peygamberden de rivayet edilmiştir.(Tirmizi Sünen Tefsiru’l-Kur’an 18 r.3137 (V/363) Zehebi Tezkire I/509) Darimi Sünen II/325)

İkinci görüş: Diğer bir görüşte el-Makamu’l-Mahmud Allah’ın Hz Pyegameri s a v arş üzerinde yanına oturtmasıdır.Eşari’nin dediğine göre sadece Hadis ehlinden bazıları el-Makamu’l-Mahmud’u Allah’ın Hz Peygamber s a v’i arş üzerine oturtması şeklinde açıklamışlardır.(Eşari Makalat.s.211)

Ancak o bu görüşü ileri sürenlere dair herhangi bir isim zikretmezken kaynaklar bu görüşün ilk olarak Mücahid rahımullah tarafından ileri sürüldüğünü göstermektedir.(Bkz Taberi Camiu’l-Beyan XV/145) Ibn Fürek Müşkilu’l-Hadis.s.163 İbn Batta el-İbane s.61 İbn Ebi Yala Malati et-Tenbih ve’r-Red.s.80)

Daha sonraları el-Makamu’l-Mahmud’un bu şekildeki bir yorumunun Hanbeliler arasında yaygınlaştığı anlaşılmaktadır.

Bu alimlerden bazıları şunlardır:

1-Nitekim Ebu Bekr el-Hallal bu konuda 93 rivayet nakleder ve onları ispata çalışır es-Sünne I/53.54.209

2-Ebu Bekir el-Mervezi İbn Asakir Tebyinu Kezibi’l-Müfteri,s.392(dipnot)

3-Berbehari İbn Ebi Yala Tabakat II/37 Berbehari’nin içinde Allah’ın arşta Muhammed’le beraber oturduğunun konuşulmadığı mecliste oturmadığı rivayet edilmektedir.

4-Ebu Bekir el-Saydalani İbn Ebi Yala Tabakat II/56

5-Ebu Bekir en-Neccad İbn Ebi Yala Tabakat II/9-10 O eriştiği Hanbeli ulemasının da bu görüşte olduğunu söylüyor.

6-İbn Batta el-İbane.s.60-61

7-Yine el-Makamu’l-Mahmudu bu şekilde yorumlayanlar arasında Ebu Davud es-Sicistani’nin de adı geçmekte ve o Mücahid’in bu konudaki görüşüne dair rivayeti inkar edenin Cehmi olduğunu söylemektedir.İbn Ebi Yala Tabakat II/10 Der ki: Men redde hadisu Mücahid fehuve Cehmiyyun.

8-İbn Sa’id el-Acurri eş-Şeria Zehebi el-Uluvv li’l Aliyyi’l-Azim.s.259.261

9- Kadı Büyük İlim Adamı Ebu Bekr b.el-Arabi el-Uluvv li’l Aliyyi’l-Azim.s.312 Kadı Ebu Bekir İbnu’l Arabi Ahkamu’l-Kur’an (III,1530)

10-İbn Mus’ab el-Uluvv li’l Aliyyi’l-Azim.s.209

Son olarak Şeyh Elbani Rahımullah’ın Zehebi Muhtasar el-Uluv li’l-Aliyyi’l-Azim’de ki bazı sözlerini ve dipnotlara düştüğü notları aktarmak isterim: Şeyh diyor ki: Yüce Allah’ın Umulur ki Rabbim seni övülmüş bir makama gönderir (İsra 17/79) buyruğunun tefsirinde rivayet edilmiş bulunan Rabbim beni Arş’ın üzerine oturtacaktır şeklinde ki hadistir Musannıf bunu (Yani Hafız Zehebi) s.74-75 de İbn Mes’ud’tan merfu olarak rivayet etmiş ve Bu hadisi mürsel olarak nakleden kişi rivayet ettiği hadisleri terk olunan (metruk bir ravi olan) el-Ahmed’dir sözleriyle oldukça zayıf olduğunu belirtmiştir.Aynı şekilde bunu (s.99)’da İbn Abbas’tan böylece mevkuf olarak rivayet etmiş ve şunları söylemiştir.Senedi sakıttır (muteber değildir) Ömer b.Mudrik er-Razi ise metruk bir ravidir.Bu Mücahid’in sözü olarak meşhur bir rivayet olmakla beraber merfu bir hadis olarak da rivayet edilmektedir ama batıldır.Ben bu iki hadisi de Sülsiletü’l Ehadisi’d-Da’ife’de (871) tahriç etmiş bulunuyorum.

Yine Şeyh Elbani rahımullah (s.259-260-261)’de düştüğü dipnotta şöyle demektedir:

Derim ki: Fakat müellifin ( Hafız Zehebi’nin) daha önce 53 numaralı biyografinin sonlarında açıkça ifade ettiği gibi bu hususta gelmiş olan hadis oldukça vahi (oldukça zayıf)’dır Bazılarının Yüce Allah’ın Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama gönderir buyruğunu Peygamber s a v ‘in Buhari ve Müslim’in Sahih leri ile başka hadis kaynaklarında övülmüş olan makamın (Makam-ı Mahmud) büyük şefaat olduğuna dair rivayetlere muhalefeti ile birlikte onu arşın üzerine oturtması diye tefsir etmeleri şüphesiz rivayet olarak Peygamber s a v’e merfu olarak ulaşmayan maktu bir rivayet ile tefsirdir Bu rivayet mürsel olarak sahih olsa dahi bunda delil olacak bir taraf yoktur.Tabiinden birisine kadar ulaşan maktu ve mevkuf bir rivayet olduğuan göre nasıl delil olabilir.

Geçmiz bazı muhaddislerin bu oldukça vahi (zayıf) olan hadise bu münker rivayete hamasetle sarılmalarına bu hadisi reddeden kimseye karşı tepki göstermekte aşırıya kaçarak onun akidesi hakkında kötü düşüncelere sahip olmalarına şaşkınlığım bitmek bilmez gibidir.Musannıf (Hafız Zehebi) rahımullah kitabın aslında (s.124-126) bu kanaatte olanların bir kısmının isimlerini sıralamış bulunmaktadır Muhtasar’ında başkalarını da eklemiştir.Ben de gördüğüm kadarıyla o sanki bu şahısların heybetine kapılmış gibidir Bundan dolayı onlara muhalefet etmek ile muvafakat etmek arasında tereddüt göstermektedir Musannıf (Hafız Zehebi) Ebu Bekr en-Necad’ın:

Eğer bir kimse talak ile yemin ederek Allah’ın Muhammed s a v’I Arşın üzerine oturtacağını söyleyecek olursa ben de Doğru söyledin ve çok iyi söyledin derim sözünü naklettikten sonra şu sözleriyle onun bu görüşünü reddederken çok güzel bir iş yapmıştır:

Şimdi Allah seni hevaya kapılmaktan korusun Şunu basiretle dikkat et Bu büyük muhaddisin aşırıya kaçması onu nasıl münker bir rivayeti kabul gerekli görmek noktasına kadar götürdüğünü gör.Bunlar bügün uluvv hakkında açık bir takım hadisleri reddediyor hatta bazı TAĞUTLAR şanı Yüce Allah’ın Rahman Arşa istiva etmiştir buyruğunu dahi reddetmeye kalkışıyor.

Rahımullah bu sözyleriyle doğru olanın bu sıfatı kabul etmeyen Muattıla ile sahih olmayan rivayetleri kabul etmek süretiyle aşırıya gidenler arasında mutedil ortalama bir yol tutturmak olduğuna işaret etmektedir.Bununla birlikte onu bir başka yerde (s.143) tekrar o münker rivayete dönerek onu benimsediğini ve bu rivayette insanlığın efendisine ait bir özellik olarak bu pek büyük menkıbeyi bu hadisin ihtiva ettiğini açıkça ifade ederek şunları söylediğini görüyoruz:

(Hafız Zehebi diyor ki)Mücahid’in böyle bir sözü ise bir tevkife dayanmadan (yani ashabdan gelen bir rivayete dayanmadan) söylemesi uzak bir ihtimaldir.

(Şeyh Elbani) Derim ki: İşin böyle olduğunu varsayalım Böyle bir rivayet-durum bu iken-mürsel bir hadis gibi yahut mürsel hadis hükmünde olmaktan öteye gidebilir mi Mürsel bir hadis ise muhaddislere göre zayıf hadisin kısımlarından biri değilmidir Peki bununla bu fazilet nasıl sabit kabul edilebilir Hatta Allah-u Teala’nın Peygamberi s a v kendisi ile birlikte Arşın üzerinde oturtacağına dair kaidesi böyle bir rivayet üzerine nasıl bina edilebilir.Belirttiğimiz şekilde en iyi durumu ile mürsel hadis gibi değerlendirilebilecek böyle bir rivayete dayanarak buna inanmayı caiz kabul eden kimselerin ise şeriate muhalif anlamlar ihtiva etse dahi her bir mürsel hadis kabul etmesi de gerekir Garanik kıssası gibi Çünkü kıssa birçok mürsel senet ile gelmiştir ve bu kıssanın rivayetleri tabiinden onu mürsel olarak rivayet edenlere kadar sahihtir ve onlar benim o kıssaya dair özel olarak yazmış olduğum Nasbu’l-Mecanik adlı risalemde açıkladığım gibi merfu olduğunu açıkça ifade etmişlerdir.Eğer Musannıf (Zehebi) Allah bizi de onu da affetsin nihai olarak Mücahid’in bir tevkif bulunmaksızın söylemesi uzak bir ihtimal olduğunu gerekçe göstererek bu rivayeti kabul etmeyi uygun görüyor ise o zaman tabiinden ravileri Garanik kıssasını Peygamber s a v’e açık dille merfu olarak rivayet etmelerini delil göstererek bu olayı da kabul etsin.Hatta bunun merfu olduğu açıkça ifade edildiğine dair yaptığımız açıklamalar dolayısıyla kabul etmek daha da uygundur.Diğer taraftan bu kıssayı rivayet edenler Mücahid’den gelen eser (rivayet)’in aksine bir topluluktur İşte bundan ibret alacak herkese bir ibret vardır. Muhtasar-el-Uluvv li’l Aliyyi’l-Azim.s.259-260-261 (dipnot)


 
M Çevrimdışı

mücahid 81

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Ebu Muaz (Yücel Seyfullah Erdoğmuş) adındaki Vehhabinin takipçisi Ehli Hadis nickli kişiye ;


1. konudaki sapıklığından başlarsak;Allah tabbiki her şeye kadirdir.Lakin kadir olduğu halde hulul etmekle ilgi bir misal veremeyeiz dimi?‘Allah için meseller de vermeyin’ ayeti gereği ona yakışmayacak misaller vermeyiz.. Şimdi sözü alleme Kevseriye bırakalım dikkatli oku;
Allah sübhânehû ve teâlâ hakkındaki sözü işte budur. Sanki, ma'bûdunun sineğin sırtına oturması olmuş bitmiş ve kabûl görmüş bir iş de bununla, Allah teâlâ’nın, sineğin sırtından daha geniş olan Arşın üzerinde karar kılmasına delîl ileri sürüyor! Allah celle celâlühû bundan çok büyük bir yücelik ile yücedir. Bu Siczî’den, Harrânlı’dan ve bu ikisinin yandaşlarından evvel, insanlardan, böylesi boş ve akılsızca bir söz söyleyen bir kimseyi bilmiyorum. (Allah celle celâlühû’nun) dileme(si)nin muhâle tealluk etmeyeceğini kim bilmez?!.. Bu, “dilerse, elbette yer, içer, evlenir, kendi gibisini yaratır” ve başka imkânı olmayan şeylerin söylenmesi gibidir. Allah celle celâlühû bunların hepsinden yücedir. Allah sübhânehu ve teâla büyük üstâz allâme Hammâmî’yi mükâfatlandırsın. Ğavsü’l-‘İbâd isimli kitâbında, bu kelimeye, gizli yanlarını açığa çıkaran geniş bir îzâh düşmüştür ki, burası onu nakletmeye müsâid değildir. O yüzden işâretle yetindik. Onda, kalbler için şifâ vardır.
İnancını insanların kalemleriyle savunan ve insanların beyniyle düşünen bu boş davuldan öteden beri hep taaccüb ede gelmişimdir. Öyle ki, Allah Teâlâ’nın ‘hiç şübhe yoktur ki Allah herhangi bir şeyi, sineği ve (küçüklükte) onun üstündeki bir şeyi mesel vermekten hayâ etmez’âyeti ile delîl getirerek, şu şen’î kelimeyi te’vîle kalkışmış ve miskîn darb-ı meselin ma'nâsının ne olduğunu bilmemiştir. Çünki onun belâğati, ona bir mevhîbedir; bu yüzden kitâblarla işi yoktur. Allah Teâlâ’nın ‘Allah için meseller de vermeyin’ âyetini hatırlamamıştır. Hattâ bu âyet, ‘Allah sübhânehû ve teâlâ için yarattıklarının hakkında mesellerden dilediğini verme hakkının olduğu’ manasınadır; ‘şânının, sineğin O’nu sırtında taşıyacağı bir hadde kadar küçültülmesinin mübâh kılınması’ ma'nâsında değil. Bu öyle bir cinnet getirmektir ki, üzerinde hiçbir cinnet getirmek yoktur. Allah, şunların (O’nu) vasfettiklerinden çok büyüktür. Kahrolsun kendisi için sineğin taşıdığı bir ma’bûd tasavvur eden. Onun gibisi, muhâtab alınmaktan düşen birisi olur.

2. Konudaki sapıklığına gelince ,gereksiz hatta seni tekzip eden yazılar yazmışsın.Evet Zehebi'nin uluvvunun ön sözünde gerekli bütün cevapları Albani vermişken sen hala buna itikad ettiğini ve nasla sabit olduğunu nasıl söylersin........Makamı mahmudu Allah'ın yanında oturulmaya ayrılmış yer olarak anlayanlar bu konuda maalesef müşebbiheye kaymıştır.Bu darimide olsa ,sende olsan değişmez.....Şimdi hala Kevseriye hak vermeyecekmisin?
 
T Çevrimdışı

tewhid-el-hak

Üye
İslam-TR Üyesi
Ebu Hanifenin Tevhid Ile Alakali Sozleri
1-) Bir kimsenin Allah’a onun isimlerinden baska isimle dua etmesi caiz degildir. Caiz olup emredilen dua Allahu Teala’nin su ayetiyle sabittir:

En güzel isimler Allah’indir. Allah’a bu isimlerle dua edin. Allah’in isimlerinde asiri gidenler islediklerinin cezasini göreceklerdir. (el-A’raf:180)

ed-Durru’l-Muhtar c:6, sh:396-397



2-) Dua edenin “falancanin hakki için” veya “peygamberler ve nebilerin hakki için” ya da “Kabe’nin Mes’ari Haramin hakki için”, gibi sözlerle yalvarmasi mekruhtur.

el-Akidetu’t Tahaviyye serhi sh: 234. Fikh-i Ekber Serhi sh: 198, Ithaf sade’l-Muttekin c:2 sh:285


3-) Bir kimsenin Allah’tan gayrisiyla Allah’a dua etmesi dogru degildir. Duada “Senin arsinin izzetle tutundugu yerlerin hürmetine” veya “yarattiklarindan birinin hakki için” gibi kullanilmasini kerih görürüm.

Tehzibu’t-Tehzibm c:3, sh:189, c:6 sh:405, c:7 sh:501

* Imam Ebu Hanife ve Imam Muhammed ibnu’l Hasan kisinin duasinda “Allahim! Senin arsinin izzet dügümü hatirina” diye dua etmesini, hakkinda bir nas olmadigi için kerih görmüstür. Ebu Yusuf’un sözünü ettigi nasda (hadiste) Allah Rasulu (sav) söyle dua etmistir: “Allah’im! Ben senden arsinin izzet dügümlerinden, kitabindaki sonsuz rahmetle senden isterim.”

Bu hadisi el-Beyhaki “et-Deavat el Kebire” adli kitabinda tahric etmistir. El-Binaye’de de (9/382) zikri geçer. Nasbu’r Raye (4/272) Fakat bu hadisin isnadinda 3 illet vardir.

a-) Davud b. Ebi Asim, Ibn-i Mesut’tan hadis duymamistir.

b-) Abdülmelik b. Cüreye müdellistir. Hadisleri irsalle rivayet eder.

c-) Amr b. Haruz yalancilikla suçlanmistir. Bunun için ibn’ul cevzi -el-Binaye’de de(9/382) belirtildigi- gibi bu hadise: “Süphesiz ki uydurmadir.” Demistir.



4-) Allah yaratilmislarin sifatiyla vafedilemez. Gazabi ve rizasi, O’nun iki sifatidir. Keyfiyetleri arastirilamaz. Bu Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in sözüdür. Allah, gazab ettigi gibi razi da olur. “O’nun gazabi cezasidir, rizasi da sevabidir.” Denilemez. O kendisini nasil vasfetmisse, biz de öyle vasfederiz.

O dogmamis ve dogurmamistir. Ahad’dir. Samed’dir. O’na denk hiçbirsey yoktur. Allah Hayy, Semi’, Basir ve Alim’dir. Allah’in eli mü’min kullarinin elinin üzerindedir. Ancak eli yarattiklarinin eli gibi degildir, yüzü de yarattiklarinin yüzü gibi degildir…

El-Fikhu’l-Ebsat sh:56


5-) O’nun eli yüzü ve nefsi vardir. Allah’in kitabinda zikretmis oldugu yüz, el, nefis, O’nun keyfiyeti bilinmeyen sifatlaridir. “Elinden maksat kudretidir ve nimetidir” denilemez. Zira bu durumda Allah’in sifatlarini iptal söz konusudur. Bu ise Mutezile ve Kaderiye’nin görüsüdür.

el-Fikhu’l Ekber, sh: 302

6-) Hiç kimsenin Allah'in zati hakkinda bir sey söy*lemeye hakki yoktur. Aksine kisi Allah’i O, kendisini nasil vasiflandirmissa, öyle vasiflandirmalidir. Allah Tebareke ve Teala hakkinda bilmedigini söylememelidir.

el-Akidetu't-Tahaviye, c: 2, sh: 427Dr. et-Turki tahkiki celau'l-Ayneyn, sh: 368

7-) Ebu Hanife'ye “nüzul” hakkinda soruldugunda: “Allah keyfiyetsiz olarak nüzul eder.” cevabini verdi.

Akidetu's-Selef ve Ashabi'l-Hadis sh: 42 el-Esma ve's sifa (el-Beyhaki), sh: 456 el-Kevseri bu konuda sukut etmistir. el-Akidetu't-Tahaviye sh: 245, Thk. El-Elbani. Serh Fikhu’l Ekber (Aliyyu’l Kari) sh:60.


:cool: Allah Teala'dan birsey dilerken, yukaridan iste*nir, asagidan degil. Çünkü asagi Rububiyetin sifatlarin*dan degildir.

el-Fikhu'1-Ebsat, sh: 51


9-) O, gazaba geldigi gibi, razi da olur. O'nun gaza*bi cezalandirmasidir demlemeyecegi gibi, rizasi da se*vabidir denilemez.

A.g.e sh: 56 (Kitabin muhakkiki el-Kevseri bu konuda sus mustur)

10-) Hiçbir seye benzemedigi gibi, yarattiklarindan hiçbir sey de O'na benzemez. O, halihazirda, isimleri*nin ve sifatlarinin sahibidir.

el-Fikhu'l Ekber, sh: 301


11-) O'nun sifatlari, yarattiklarinin sifatlarinin hilafinadir. O'nun bilmesi, bizim bilmemiz gibi degildir. Kudreti vardir, ancak bizim kudretimiz gibi degildir. Görür, fakat görmesi bizim görmemiz gibi degildir. Duyar, ancak duymasi bizimkine benzemez, konusur, ancak konusmasi bizimkine benzemez.

el-Fikhu'l-Ekber sh: 302.



12-) Allah Teala, mahlukatin sifatlariyla sifatlandirilamaz.

el-Fikhu'l-Ebsat, sh: 56

13-) Kim Allah'i, kullari tanimladigi gibi tanimlarsa, kafir olur.

el-Akidetu't-tahaviye, sh: 25


14-) O'nun sifatlari zati ve fiilidir. Zatî sifatlar: Hayat, kudret, ilim, kelam, semi', basar ve iradedir. Fiili sifatlar: Yaratma, riziklandirma, insa, ibda', ve tek*vin'dir. Bunun disinda her ne kadar fiili sifati varsa, hali*hazirda hem onlarin hem de sifatlarinin sahibidir.

el-Fikhu'l-Ekber, sh: 301



15-) Allah, halihazirda, fiil sahibidir. Fiil ezelden beri, O'nun sifatidir. Fail Allah'dir. Fiil ezeli bir sifat*tir. Mef ul mahluktur. Allah'in fiili mahluk degildir.

el-Fikhu'l-Ekber, sh: 301


16-) Her kim: 'Rabbim gökte midir bilmiyorum' derse kafir olmustur Ayni sekilde: 'O, arsinin üzerin-dedir. Fakat ars gökte midir, yerde midir bilmiyorum'diyen kimse de kafir olmustur.

el-Fikhu'l-Ekber, sh: 46. El-Esma ve's-sifat, sh: 426
 
T Çevrimdışı

tewhid-el-hak

Üye
İslam-TR Üyesi
Bir adam Hz Peygamber'e siyah bir cariye getirdi ve:

- Benim üzerime mümin bir köle azat etmek vacip oldu Bu kâfi midir? diye sorduPeygamber (sas) o cariyeye sordu:
"Sen mümin misin?" Cariye:
"Evet" dedi Peygamber (sas):
"Peki, ALLAH nerededir?" diye sordu Cariye göğe işaret etti Bunun üzerine Peygamber:
"Onu azat et, o mümindir" dedi (İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, İstanbul, 1981, s 45-48 Arapça kısmı)

Nitekim Ebû Hanife'nin talebesi Ebû Yusuf, ALLAH'ın gökte (yukarıda) olduğunu reddeden Bişr el-Merisî'yi bu görüşünden dolayı hesaba çekmiş ve tövbe etmesini istemiştir
(İbnu Ebi'l-İzz el-Hanefi, Şerhu'l Akîdeti't-Tahâviyye, Beyrut 1988, s 288
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
1. konudaki sapıklığından başlarsak;Allah tabbiki her şeye kadirdir.Lakin kadir olduğu halde hulul etmekle ilgi bir misal veremeyeiz dimi?‘Allah için meseller de vermeyin’ ayeti gereği ona yakışmayacak misaller vermeyiz..

Allah'ın her şeye kadir olduğunu kabul ediyorsun ondan sonra Allah'a neyin yakışıp yakışmayacağına senmi karar veriyorsun yoksa senin Allame dediğin benim neznimde sefil olan Kevserimi karar veriyor neden illada orada yapılan istisnayı görmezlikten geliyorsunuz İllada Osman said Darimi'nin bunu Mutlak olarak kullandığını iddia ediyorsunuz oradaki dilerse lafzı çok büyük bir önem taşıyor bunu görmezlikten gelemezsiniz..........Kevseri daha Müşebbihe'nin ne olduğunu bilmiyor.......biz hayatta olsa idi kendisine bunu öğretirdik ama malasef kendisi vefat etmiştir bizde ondan sonra ki gelenlere bunu öğretelim.....

İshak İbn Rahaveyh şöyle der: Allah’ın eli bildiğimiz bir el gibidir veya elin aynısıdır işitmesi başkasının işitmesi gibidir ve işitmenin aynısıdır dediği zaman bu bir teşbih/benzetme olur.(Yani kişi böyle derse Muşebbihe benzeticilerden olur) Fakat Allah’ın eli vardır Allah işitir Allah görür gibi şeyler söylediği zaman bunların nasıl olduğu konusunda yorum ve benzetme yapmazsa bu teşbih olmaz Bu Allah’ın şu sözü gibi olur:O’nun benzeri hiçbir şey yoktur O işitendir görendir (Şura) Sünenü’t-Tirmizi 3/42
 
M Çevrimdışı

mücahid 81

Üyeliği İptal Edildi
Banned
.Kevseri daha Müşebbihe'nin ne olduğunu bilmiyor.......biz hayatta olsa idi kendisine bunu öğretirdik ama malasef kendisi vefat etmiştir bizde ondan sonra ki gelenlere bunu öğretelim.....

Şu kibre bakın ,Ferdiosman sana hocalık yapmayı teklif ettiği için siteden uzaklaştırıldığını söylemişti...Bir allemeye hocalık yapmayı söyleyen şu kişi hakkında adil yöneticilerimiz ne yapacaklar acaba?

Sorumuza gelirsek ve konu kapanmaz ve yasaklanmazsak ,Haşa!!! Allah için muhal olduğu halde,

Allah oturur dese birisi celese ve kuud bu teşbih veya tecsim olurmu?
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Sen şu rivayeti dikkatlice okursan Teşbih'in ne olduğunu anlarsın anladıktan sonrada böyle gereksiz sorular sormazsın...

İshak İbn Rahaveyh şöyle der: Allah’ın eli bildiğimiz bir el gibidir veya elin aynısıdır işitmesi başkasının işitmesi gibidir ve işitmenin aynısıdır dediği zaman bu bir teşbih/benzetme olur.(Yani kişi böyle derse Muşebbihe benzeticilerden olur) Fakat Allah’ın eli vardır Allah işitir Allah görür gibi şeyler söylediği zaman bunların nasıl olduğu konusunda yorum ve benzetme yapmazsa bu teşbih olmaz Bu Allah’ın şu sözü gibi olur:O’nun benzeri hiçbir şey yoktur O işitendir görendir (Şura) Sünenü’t-Tirmizi 3/42
 
T Çevrimdışı

tewhid-el-hak

Üye
İslam-TR Üyesi
simdi yoneticiler fredi osmani siteden uzaklastirdilar diye adilmi oldu hemen ? eger burada bir konu varsa yonetifcileri niye karisitiriyorsun fredi osmani niye karistiriyorsun burada ehli hadis kardesimiz ve siz tartisiyorsunuz bir konu uzerinde baska konuya geçmenin luzumu yok ben anlamiyorum niye fitne sokmaya geldiniz ? arkadas eger fitne sokmaya geldiysen yerin burasi degil yoneticilerin ilk yapacagi seni siteden uzaklastirmak insh'Allah
 
M Çevrimdışı

mücahid 81

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Kısır bir teşbih tanımındanbaşka bir şeybilmeyen arkadaş,Teşbih'in anlamını bize öğretecek miş? Sen daha teşbihin tanımını bilmiyorsun?

Ehli Hadis nickli senin devamlı tavsiye ettiğin Guraba yayınlarından çıkan ''Ehli Sünnetin muhaliflere cevabı'' adlı kitapta mütercim Necmi Sarının'da Bakın kimdir müşebbihe diye tavsiye ettiği Şehrestani'nin el-Mile VenNihalindeki Müşebbihe başlığında yazılanalara bir bakalım;Hem bu arada sana Teşbihin anlamınıda öğretmiş oluruz?
El Milelve'n Nihal derki;
İmam Eş'arî'nin Muhammed b. isa'dan aktardığına göre Mudar, Kehmes ve Ahmed cl-Hecimî şunu savunmuşlardır: O'na dokunmak, kucaklaşmak ve sarılmak caizdir. İhlaslı müslümanlar, riyazet ve İhlâsta belli bir mertebeye yükseldikten sonra hem dünya, hem de ahirette O'nunla kucaklaşabilirler.
el-Ka'bî, Müşebbihe'den birinin ru'yetullâhı dünyada caiz gördüğünü, Allah Teâlâ'nın ziyaret edilebileceğini, bazı insanları ziyaret edeceğini söyle*diğini nakletmiştir.

Davud el-Cevâribî'nin şöyle dediğini de aktarmıştır: Avret mahalli ve sakal konusunda beni mazur görün. Bunun dışındakiler! sorabilirsiniz. Yine ona göre ma'bûd -hâşâ Allah Teâlâ- cisim olup et ve kandan oluşur. El, ayak, kol, baş, gözler, kulaklar ve dil gibi organları vardır. Bununla beraber O, diğer cisimler gibi olmayan bir cisme, diğer etler gibi olmayan bir ete, diğer kanlar gibi olmayan bir kana sahiptir. Öbür sıfatları için de aynı şey geçerlidir. Bu anlamda yarattıklarından hiçbirine benzemediği gibi hiçbir şey de O'na benzemez. O, en üstünden sinesine kadar içi boştur. Kısa saçı ve siyah favorileri vardır.(Gördüğünüz gibi Müşebbihe ,kendilerinin aynı sizin gibi teşbih inancında olmadıklarını söylüyorlardı,öyle ya hiç birşeye benzetmiyorlar..)
Kur'an-ı Kerİm'de vârid olan istiva, vech (yüz), yedeyn (eller), cenb (yan), meşiet (geliş), ityân (gidiş), fevkıyye (üstte olma) gibi isim ve fiillere gelince Müşebbihe'ye göre bunların hepsi zahir anlamlarına yorulur. Hadislerde zikredilen benzer hususlar için de aynı hüküm geçer*lidir. Örneğin Allah Resulü (salkllâhu aleyhi ve selkm) şöyle buyurmuştur:
"Adem'i Rahman suretinde yarattı." (Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 8/198; Tabcrânî, Mucemu't-Kebîr, 12/403) "Cebbar, ayağını cehenneme koyuncaya kadar." (Ali el-Müttakî, Kcnzu'l-Ummâl, 1/408; Kurtubî, el-Câmî, 16/44, 17/19) "Müminin kalbi, Rahmân'm iki parmağının arasındadır." (Müslim, Kader, 17; Tirmizî, Kader, 7; İbn Mace, Mukaddime, 13) "Adem'i yarattığı çamuru, kırk sabah elinde yuvar*layıp alıştırdı." (Bkz. İbn Kesir, el-Bidâye, 1/68 v.d.; İbnü'1-Esir, el-Kâmil, 1/27 v.d.) "Eli*ni -veya avucunu- omzuma koydu." "Öyle ki parmaklarının serinliğini omzumda hissettim." (Bkz. Dârekmnî, Ruyetullah, 1/168-171) Müşebbihe, bu ve benzeri isim ve fiilleri olduğu gibi zahir anlamına yormuşlardır.
Müşebbihe kendi görüşleri istikâmetinde birçok asılsız rivayet de uydurmuş ve bunların çoğunu Yahudilerden iktibas etmiştir. Bilindiği üzere teşbih Yahudilerin tabiatı haline gelmiştir.

Not;
Subki;de, eI-MiIeI ve'n-Nihal hakkında, "Bana göre bu kitap bu konuda yazılanların en iyisidir" diyerek Şehristani'yi tasdik etmiştir.(Tabakatü'ş.Şafiyye, Kahire, 111/ 78. )

İbn Teymiyye; de "Şehristani'nin kitabı mezheplere dair yazılan kitaplardan muhteviyatı en zengin ve nakli en iyi olanıdır" ifadesi ile hakkı teslim etmek istemiştir.
(Minhacü's.Sünne, Bulak, III! 208.)
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İmam Şafii (rahımullah) şöyle dedi: “Allah’a hamd olsun ...Ki o kendisini tanımladığı gibidir ve halkın tanımlamalarının üzerindedir.” Benim de benimsediğim, Süfyan ve Malik gibi gördüğüm ve ilim aldığım ehli hadisin, sünnet konusundaki görüşleri şudur:

Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmek ve Cenabı Hakk’ın gökte arşında olduğuna ve kullarına dilediği gibi yaklaştığına ve yine dilediği gibi dünya semasına indiğine inanırız.es-Sabunî, Akidetu’s Selef: 54. er-Risale: sh.7-8.

“Kur’an’ın ve sünnet’in isbat ettiği bu sıfatları biz de ispat ediyor ve Allah kendi zatından uzak tuttuğu gibi, biz de teşbihi ondan uzak tutuyoruz. Allah’ın bir benzeri yoktur. “Allah’ın kitap ve sünnet’te bildirilen isim ve sıfatları vardır. Bu isim ve sıfatlar kendisine, kitab ve sünnet hüccetleriyle sabit olduğu halde kim bunlardan birisini inkar ederse kafir olur. Ancak haber cihetiyle hüccet sabit olmamış ise, bu durumda cehaleti nedeniyle mazurdur. Çünkü bu gibi şeylerin akıl, fikir yürütmekle bilinmesi mümkün değildir. Cenabı Hakkın işitici olduğu, veya iki eli olduğu haberleri de böyledir. Hakk Teala şöyle buyurdu:

“ Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.” (Maide, 5/64).

Ve şu kavli ile Allah’ın sağı vardır:

“Gökler O’nun sağ eliyle dürülmüş olacaktır.” (Zümer, 39/67).

Ve vechi vardır:

“O’nun vechinden başka her şey yok olacaktır.” (Kasas, 28/88).

“Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin vechi bâki kalacak”. (Rahman, 55/27).... Siyer E’lamu’n Nübela: 20/341.

(Nas ile İspat edilen bütün sıfatları biz kabul ediyoruz bu kimden gelirse gelsin nassın yani Ayet ve hadisin dışına çıkan sıfatları ise biz kabul etmiyoruz bu kimden gelirse gelsin …….)
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
.Kevseri daha Müşebbihe'nin ne olduğunu bilmiyor.......biz hayatta olsa idi kendisine bunu öğretirdik ama malasef kendisi vefat etmiştir bizde ondan sonra ki gelenlere bunu öğretelim.....

Şu kibre bakın ,Ferdiosman sana hocalık yapmayı teklif ettiği için siteden uzaklaştırıldığını söylemişti...Bir allemeye hocalık yapmayı söyleyen şu kişi hakkında adil yöneticilerimiz ne yapacaklar acaba?

Sorumuza gelirsek ve konu kapanmaz ve yasaklanmazsak ,Haşa!!! Allah için muhal olduğu halde,

Allah oturur dese birisi celese ve kuud bu teşbih veya tecsim olurmu?

Buyur sizi burada tutan yok gidip layık olduğunuz birinden ders alın.

Bu arkadaşımız da siteden atılmıştır. Bu tutumu artık bırakın aksi halde bu forumda barınamayacaksınız inşAllah.
 
Üst Ana Sayfa Alt