Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Zorlu Zamanlarda Müslümanın Vasıfları

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hamd, Âlemlerin Rabbi olan ALLAH’a mahsustur. O Rahman’dır, Rahîm’dir. Din Günü’nün Malikidir. ALLAH’a hamdolsun, çokça zikredenlerin, çokça şükredenlerin, çokça sabredenlerin hamdi ile… Ben şahitlik ederim ki, bir tek ALLAH’tan başka hiçbir ilah yoktur, O’nun hiçbir ortağı yoktur. Mülk, O’nundur ve Hamd, O’na mahsustur. O, diriltendir ve öldürendir. O, şüphesiz her şeye Kadir’dir. Salât ve Selâm, ihsan edilmiş Rahmet, lütfedilmiş Nimet ve ALLAH’ın yarattıklarının en faziletlisi olan Nebiyy-il Ummiyy-il Emin, Rasulullah, Muhammed ibn-u Abdullah’a olsun, en üstün bir salât ve en mükemmel bir selâm ile… Sahabe’den, Tabiin’den, Tayyib ve Tahir olan Ehl-i Beyt’ten ve Din Günü’ne kadar onlara ihsan ile tâbi olanlardan razı ol, ey ALLAH’ım ve ba’d.

Hiç kuşkusuz bugünlerde Müslümanlar, acılara ve eziyetlere uğratılmakta, kendilerine nice zulümler reva görülmekte, vaktiyle orduları Çin sınırlarına dayanan, süvarileri Avrupa ortalarına ayak basan, Halifesi buluta; اِذْهَبِي أَنَّى شِئْتِ فَإِنَّ خَرَاجَكَ سَيَعُودُ إِلَيَّ “Dilediğin yere git, muhakkak ki senin (sulayacağın topraktan gelen) haracın bana geri dönecek” diyerek seslenen bir Devletleri varken, izzetli olmalarından sonra zillete duçar olmuşlardır. Hepimizin bildiği gibi, Müslümanların bugünkü durumlarına düşmeleri, sömürgeci Kâfir’in izzet ve şeref devleti olan Hilâfet Devleti’ni yıkmalarından sonradır. O zaman yalnızca Müslümanların siyasî ve askerî varlığı yok edilmedi, aynı zamanda Müslümanların fikrî altyapısı ve aklî melekeleri de dumura uğratıldı. Bunun için gördük ki Müslümanların evlatları, zihinlerini Küfür fikirleri ve mefhumları ile doldurup karanlıkta yollarını onlarla bulmaya çalışıyorlar. Gördük ki Hilâfet Devleti’nin kurulmasını uzak ve imkânsız bir hedef olarak değerlendiriyorlar. Vakıaya teslim oluyorlar, kendilerini mevcut imkânlara ve şartlara uyarlıyorlar, üstelik bunun Şer’î hükümlere aykırı olup olmadığına ya bakmıyorlar, ya bakıyorlar da görmüyorlar, ya da bakıyor, görüyorlar, yine de devam ediyorlar. Böylece tavizi, zilleti ve teslimiyeti kabul ediyorlar, kâfirlere ve yaşam tarzlarına özeniyorlar, sömürgeci elebaşlarına boyun büküp dertlerine onların yanında deva arıyorlar! Küfür nizâmlarına yapışmayı, kâfirlerin fikirlerinden ve çözümlerinden ilham almayı marifet sayıyorlar! Başlarındaki hain yöneticilerin tüm hıyanetlerini ve cürümlerini haklı görüyorlar, “ne yapsın, elinden başkası gelmez”, “hiç olmazsa böylesi daha iyi” ve benzeri sözlerle savundukları kişileri farkında olmadan aciz, zavallı, çaresiz ve ikiyüzlü ilan ederek temize çıkardıklarını sanıyorlar. Daha da kötüsü, sıkışınca Şer’î nasslara başvuruyorlar, onları eğip bükerek, temel Şer’î ilimlere ve kıstaslara başvurmadan aklına estiğince yorumlayarak kendilerine, başlarındakilere, cürümlerine, hıyanetlerine ve esaretlerine mazeret üretiyorlar! Adeta zelil bir yaşantıdansa aziz bir ölümün daha kıymetli olduğunu, ucuz dünya menfaatlerindense Ahiret’in ecrinin ve mükâfatının daha hayırlı olduğunu, insanın üstünlüğünün ancak imanından, şerefinden ve gururundan geldiğini sanki unutuveriyorlar!

Gerçekten zor zamanlar geçiriyoruz. Öyle bir devirde yaşıyoruz ki bugün hainlere güveniliyor, güvenilir insanlar hainlikle suçlanıyor, yalancılara doğru sözlü deniyor, doğru sözlüler yalancılıkla suçlanıyor, hezimetler zafermiş, zayıflıklar kuvvetmiş, hıyanetler başarıymış, aşağılamalar onurmuş gibi gösteriliyor.

İşte böylesine zorlu, meşakkatli ve sıkıntılarla dolu zamanlarda Müminlerin kuşanması gereken vasıfları hatırlatmak istiyoruz ki, yaşantımız ALLAH’ın râzı olduğu bir yaşantı, amellerimiz önceki Mümin seleflerimizin sîretini yineleyen seçkin ameller olmaya devam etsin, İnşaALLAH.

Kulları için, yalnızca Kendisini birlesinler ve yalnızca Kendisine kulluk etsinler diye aralarından Nebiler ve Rasuller göndermesi, Sünnetullah’tandır. ALLAHu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَلِكُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولٌ فَإِذَا جَاء رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُم بِالْقِسْطِ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ

Her ümmetin bir Rasulü vardır. Rasulleri geldiği zaman, aralarında adalet ile hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. (Yunus 47)

Yine o gönderilen Nebilere ve Rasullere, kendilerine bağlanacak ve nusret verecek kimseler verilmesi, onların da Rasulleri ile birlikte olup onun başına gelecek eziyetlere, istihzalara, zulümlere, katliamlara, sürgünlere, işkencelere ve daha nice zorluklara katlanmaları da Sünnetullah’tandır. Nebi’nin ve Rasul’ün Mümin bağlıları olduğu gibi, kâfir karşıtlarının bulunması da Sünnetullah’tandır. ALLAHu Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

فَكُلاًّ أَخَذْنَا بِذَنْبِهِ فَمِنْهُم مَّنْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِباً وَمِنْهُم مَّنْ أَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ وَمِنْهُم مَّنْ خَسَفْنَا بِهِ الأَرْضَ وَمِنْهُم مَّنْ أَغْرَقْنَا وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

Zaten onlardan her birini günahından ötürü yakalayıverdik. Kiminin üzerine (taşlar savuran) rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir çığlık tuttu, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de (suda) boğduk. Elbette ALLAH onlara zulmetmedi, velâkin aslında onlar kendilerine zulmettiler. (el-Ankebut 39)

Risalet’in gelmesi ile başlayan Hak-Batıl mücadelesi, velev ki uzun olsun, bir süre sonra, yani Rasul ve Nebi ve beraberindeki Müminlerin, eziyetler karşısında sabır ve sebat göstermelerinden sonra, nusretin gelmesi ve akıbetin muttakilerin olması da Sünnetullah’tandır. ALLAHu Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأَشْهَادُ

Muhakkak ki Rasullerimize ve iman edenlere, hem bu dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) kalkacakları günde nusret edeceğiz. (el-Mu’min/el-Gâfir 51)

Şu an içerisinden geçtiğimiz süreç de, işte bu duruma tekabül ediyor. Her tarafımız kan gölü, topraklarımız işgal ediliyor, kardeşlerimiz katlediliyor, bacılarımızın onuru çiğneniyor, çocuklarımız sakat bırakılıyor, servetlerimiz yağmalanıyor, Rabbimize, Rasulümüze, Kitabımıza ve İdeolojimize dört bir yandan saldırılıyor… Biliyoruz ki aslında tüm bunlar, Hakkın tarafından bulunduğumuz, Hak Din’e sarıldığımız, küfre rıza göstermediğimiz, boyun bükmediğimiz, asimile olmadığımız, onların dinine girmediğimiz için yapılıyor. Yine biliyoruz ki eğer sabreder, sebat gösterir, Akidemize ve İdeolojimize sımsıkı sarılırsak, Sünnetullah gereği akıbet Muttakilerin olacaktır. Dolayısıyla böylesine yakıcı, yıkıcı ve kahredici bir durumda, Rabbimiz Subhanehû ve Teâlâ hangi vasıflar ile donanmamızı bir bir emrediyor. Bu vasıflara sahip olur, azimet gösterirsek, hem bu dünyanın, hem de Ahiret’in hayrına ve ecrine nail oluruz. Dolayısıyla yalnızca bu vasıfların zihnimizde bulunması yeterli olmaz, bunları her an hatırlamamız, musibetler ve imtihanlar karşısında bunları korumamız, hayatımızda sergileyerek örnek olmamız kaçınılmazdır.

وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُواْ لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَمَا ضَعُفُواْ وَمَا اسْتَكَانُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ إِلاَّ أَن قَالُواْ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ فَآتَاهُمُ اللّهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الآخِرَةِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

Nice Rasuller vardı ki, beraberlerinde nice erler bulunduğu halde savaştılar da ALLAH yolunda başlarına gelen musibetlerden dolayı ne zaafa uğradılar, ne de pes ettiler. Şüphesiz ALLAH sabredenleri sever. Onların sözü, şöyle demelerinden başkası değildi: ‘Rabbimiz, günahlarımıza ve işimizdeki taşkınlıklarımıza mağfiret et, ayaklarımızı sabit kıl ve bize Kâfirler topluluğuna karşı nusret ver!’ ALLAH da onlara dünyanın nimetini ve (daha da önemlisi) Ahiret’in en güzel karşılığını verdi. Şüphesiz ALLAH, muhsinleri sever. (Âl-i İmrân 146-148)

İşte Nebiler ile birlikte olanlar, Rablerine yönelenler, boyunlarını yalnızca el-Hayy-ul Kayyûm önünde bükenler… işte böyle kimseler olmalıdırlar. Onlar, hiçbir zamanda ve mekânda, zaafa uğramazlar ve pes etmezler. Nebilerine ve Dinlerine yardım etmekten yüz çevirmezler. Ne toplumlarının donukluğuna üzülüp kendilerini kahrederler, ne de toplumlarının ileri gelen zalimlerine teslimiyet gösterip zelil olurlar. Tam aksine, sabr-u sebat gösterirler, eziyetlere tahammül ederler, ALLAH için hiçbir kınayıcının kınamasından, hiçbir zalimin zulmünden korkmazlar. Lisan-ı hâlleri ile şöyle derler:

وَمَا لَنَا أَلاَّ نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّهِ وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَى مَا آذَيْتُمُونَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ

‘Hem bize ne oldu ki bizim için yollarımızı doğrulttuğu halde ALLAH’a tevekkül etmeyelim? Hiç şüphesiz bize yaptığınız eziyetlere elbette sabredeceğiz. İşte tevekkül edenler, yalnızca ALLAH’a tevekkül etsinler.’ (İbrahim 12)

Böylece ALLAH da sabırlarından ötürü onları sever:

وَاللّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ

Şüphesiz ALLAH sabredenleri sever.” (Âl-i İmran 146)

Gerçekten sabredenlerin ecri muazzam olacaktır:

إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُم بِغَيْرِ حِسَابٍ

Sabredenlere ecirleri ancak hesapsız olarak ödenecektir. (ez-Zumer 10)

Onların misali, Fir’anv’un sihirbazlarının misali gibidir. Hani onlar, Efendimiz Musa’ya iman edince Fir’anv onları, vazgeçmedikleri takdirde, ellerini ve ayaklarını çaprazlama kesmekle ve katletmekle tehdit etmişti. Bunun üzerine onlar, henüz iman etmiş olmalarına rağmen, sabreden Müminlerin sapasağlam tavrını sergilemişlerdi:

لَن نُّؤْثِرَكَ عَلَى مَا جَاءنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذِي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَا أَنتَ قَاضٍ إِنَّمَا تَقْضِي هَذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَ إِنَّا آمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَا أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِ وَاللَّهُ خَيْرٌ وَأَبْقَى

‘Seni, beyyinâttan bize gelenlere ve bizi Yaratan’a asla tercih etmeyeceğiz! Haydi, ne hüküm vereceksen ver! Elbette sen, ancak bu dünya hayatında hüküm verebilirsin. Muhakkak ki bizler, Rabbimize iman ettik ki bizim için hatalarımıza ve senin bizi (yapmaya) zorladığın sihirlere mağfiret etsin. Şüphesiz ALLAH, (mükâfatı) en hayırlı ve (cezası) en sürekli olandır.’ (Tâ-Hâ 72-73)

İşte Müminler böyle olur. İşledikleri günahların bağışlanmasını dilerler, ALLAH’tan başka kim günahları bağışlayabilir ki? Dinleri hususunda haddi aşmaları halinde mağfiret, düşmanları ile savaşırken sebatlık ve zafer, zayıflık ve yenilgi halinde sırt çevirip kaçmamayı ve her durumda kendilerini düşmanlarına karşı korumasını ve güçlendirmesini niyaz ederler. ALLAH onları bırakıverirse, artık onlara kim yardım edebilir ki?

Kur’an dolu kalplerden gelen, ALLAH’ın zikriyle ıslanan dillerden dökülen, salih ameller ile taçlanan dualar, şüphesiz karşılıksız kalmaz. İşte ALLAH, sabredenleri, hem bu dünya hayatında düşmanlarına karşı üstün kılıp onlara yeryüzünde temkin vermeyi, hem de Ahiret’te Naim Cennetlerini vaad etmiş, onları karşılıkların en güzeli ile müjdelemiştir:

فَآتَاهُمُ اللّهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الآخِرَةِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

ALLAH da onlara dünyanın nimetini ve (daha da önemlisi) Ahiret’in en güzel karşılığını verdi. Şüphesiz ALLAH, muhsinleri sever. (Âl-i İmrân 148)

Keza Kerim Rasulümüz SallALLAHu Aleyhi ve Sellem de Dinleri üzere sebat eden ve hiçbir işkencenin, eziyetin, ölümün ya da ölüm tehdidinin kendilerini yıldırmadığı, gevşeklik göstermeyen ve alçalmayı kabullenmeyen önceki güzide Müminlerin vasıflarını beyan etmiştir. Habbâb ibn-ul Eret’ten rivayet edilen bir hadiste şöyle buyurmuştur:

شكونا إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم، وهو متوسِّد بردة له في ظل الكعبة، فقلنا: ألا تستنصر لنا، ألا تدعو لنا؟ فقال: كان الرجل فيمن قبلكم، فيحفر له في الأرض، فيجعل فيها، فيجاء بالمنشار فيوضع على رأسه فيشق باثنتين، فما يصده ذلك عن دينه, ويمشط بأمشاط الحديد ما دون لحمه وعظمه، فما يصده ذلك عن دينه، والله ليتمَّنَّ هذا الأمر، حتى يسير الراكب من صنعاء إلى حضرموت، لا يخاف إلا الله، والذئب على غنمه، ولكنكم تستعجلون

“Rasulullah SallALLAHu Aleyhi ve Sellem Kâbe’nin gölgesinde kaftanını yastık ederek yaslandığı bir sırada şikâyette bulunduk. Dedik ki:“(Yâ Rasul ALLAH) bizim için nusret dilemez misin? Bizim için dua etmez misin?” Buyurdu ki:“Sizden öncekiler içinde öyle adamlar vardı ki, ona yerde bir çukur kazılır, sonra içine atılır, sonra bir testere getirilir, sonra başının üstüne konularak ikiye bölünürdü de yine de bu, onu dininden döndürmezdi. Yine eti kemiğinden ayrılıncaya kadar demirden bir tarak ile taranırdı da yine de bu onu dininden döndürmezdi. VALLAHi bu iş (dava), mutlaka tamamlanacaktır. Ta ki bir atlı, ALLAH’tan başka ve sürüsü için kurttan başka hiç kimseden korkmadan San’â’dan Hadramevt’e kadar gidecektir. Lâkin sizler acele ediyorsunuz.” Yine şöyle buyurmuştur:

سيكون عليكم أمراء ضالون مضلون يقضون لأنفسهم ما لا يقضون لكم إن أطعتموهم أذلوكم -أو قال أضلوكم- وإن عصيتموهم قتلوكم، قالوا ماذا نصنع؟ قال كما صنع أصحاب عيسى نشروا بالمناشير وحملوا على الخشب، موتٌ في طاعة الله خير من حياة في معصيته

“Üzerinizde öyle saptırıcı, sapık yöneticiler olacaktır ki, kendileri hakkında, sizin için hükmetmedikleri ile hükmedeceklerdir. Eğer onlara itaat ederseniz, sizi zelil ederler -(ravi dedi ki) yahut saptırırlar- onlara isyan ederseniz, sizi katlederler.” Dedik ki: “O halde ne yapalım?” Buyurdu ki: “İsa’nın ashabının yaptığı gibi (yapın!). Hani onlar, testereler ile doğranırlar ve çarmıha gerilirlerdi (de yine de dinlerinden yüz çevirmezlerdi.) ALLAH’a itaat içinde bir ölüm, O’na masiyet içinde bir hayattan daha hayırlıdır.”

Yine “Nasranî olsun” diye kendisine krallığının yarısını teklif eden Rum Kralı’nı tersleyen Abdullah ibn-u Huzeyfe es-Sehmî’nin tavrında da bizim için muazzam bir ibret vardır. Abdullah, Müslüman esirlerden birinin kaynar yağa atılıp etinin kemiklerinden eriyerek ayrıldığını görünce, dehşete kapılıp ağlamıştı. Derken Kral, Abdullah’ın korkup zaafa uğradığını ve Dini’nden döneceğini sandı. Fakat RadiyALLAHu Anh, sadık bir Mümin’in tavrını sergileyerek ona öyle bir cevap verdi ki, Kâfir apışıp kaldı:

لقد بكيت لأن لي نفس واحدة ستموت وكنت أتمنى أن تكون لي مئة نفس فتموت في سبيل الله

“Ağladım, çünkü ölecek tek bir canım var. Temenni ettim ki, yüz canım olsaydı da, hepsi ALLAH yolunda ölseydi.”

ALLAH, Alîyy’dir, Azîz’dir, elbette yüce ve aziz tavırları sever. İşte ALLAH, Mümin kullarının böylesine üstün, böylesine seçkin tavırlar takınmalarını ister. Bunun için onlara içerisinde ebedî kalacakları Firdevs’i ve Naim Cennetlerini vaat eder.

Evet, gerçekten onların kıssalarında ve sîretlerinde, akıl sahipleri için nice dersler ve örnekler vardır. Dolayısıyla Kerim Kardeşler, Rabbimizin Kitabı’nda, Rasulümüzün Sünneti’nde ve önceki sabırlı ve sebatkâr seleflerimizin sîretinde bulunan bu tür vakıaları tedebbür etmeli, gereken dersi çıkarmalı, o seçkin tavırları örnek edinmeliyiz ki bizi aldatmak, saptırmak, ayartmak, vazgeçirmek, ezmek ve zelil etmek için uğraşanlara karşı dimdik durabilelim. Bizler, insanlar için çıkarılmış en hayırlı Ümmet’in evlatları olduğumuz halde, siyasî ve iktisadî şartların kötüleşmesini, zayıflamak, gevşemek, boyun bükmek, teslim olmak yahut geri durmak için mazeret edinemeyiz. Velev ki onlar, bizim tüm bu sorunlarımızı çözseler, bizim için rahat ve konforlu bir yaşam sunsalar, her tür ihtiyacımız eksiksiz karşılansa dahi, ALLAH’ın izniyle Davamızdan asla vazgeçmeyiz. Zira Dava, sorunsuz, dertsiz ve konforlu bir yaşam meselesi değil, ne kadar zor, zahmetli, meşakkatli ve sıkıntılı olursa olsun, yaşantımızın İslâmî Akide esası üzerine bina edilmesi, İslâmî Hükümlerin bütünüyle tatbik edilmesi, küfür nizamlarının ve sömürgeci nüfuzunun kökünden kazınması ve İslâmî Risalet’in âleme taşınarak yeryüzünde başka hiçbir dinin egemenliği kalmayıncaya kadar Hilâfet Râyesi altında Cihad edilmesi meselesidir.

ALLAHu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوَاْ إِن تُطِيعُواْ فَرِيقاً مِّنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ يَرُدُّوكُم بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كَافِرِينَ

Ey iman edenler! Kendilerine Kitab verilenlerden bir fırkaya itaat edecek olursanız, imanınızdan sonra sizi kâfirler haline döndürürler. (Âl-i İmrân 100) Ve şöyle buyurmuştur:

وَدَّ كَثِيرٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُم مِّن بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّاراً حَسَداً مِّنْ عِندِ أَنفُسِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ

Ehl-il Kitab’tan çoğu, kendilerine Hak beyan olduktan sonra sırf içlerindeki hasetten ötürü istediler ki imanınızdan sonra Kâfirler haline dönesiniz. (el-Bakara 109)

Gerçek şu ki hakikî kâfir, ALLAH’ın Dini’nden sapmadığı sürece Müslüman’ı ne arkadaş, ne de dost edinir. ALLAH Subhanehû, Kurayş’in Kendisine karşı komplo kurmak üzere olduğunu Nebisi Muhammed SallALLAHu Aleyhi ve Sellem’e bildirerek bunu beyan etmiştir:

وَإِن كَادُواْ لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ لِتفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُ وَإِذاً لاَّتَّخَذُوكَ خَلِيلاً

Az daha Seni bile, Sana vahyettiklerimizden başkasını Bize karşı iftira edesin diye fitneye düşürecek ve o takdirde seni dost edineceklerdi. (el-İsrâ’ 73)

Dolayısıyla Öldüren, Dirilten, Rızıklandıran, Nusret Veren, Aziz Kılan ve Zelil Kılan, Hayrı Elinde Bulunduran ALLAH’a iman etmiş bir Müslüman’ın, kâfir Batı’ya meyletmesi, Müslümanların Beldelerindeki zalim yöneticilerin baskıları ve dayatmaları karşısında ezilmesi, alçalması, gevşemesi ve zaafa düşmesi caiz değildir. Aksi takdirde Din’in ahkâmından ve kıymetlerinden taviz vermek zorunda kalır, kazanacağı bir dünyalık ya da evleneceği bir kadın için bile, dünyasını ve Ahireti’ni heba edebilir.

Bazıları, Müslümanların bugün bilimsel, teknolojik ve askerî açılardan düşmanlarından çok daha zayıf olduğunu dikkate alıp ümitsizliğe kapılabilir. Bunun doğru olmadığını birçok yönden açıklayabiliriz, ancak sadece Rabbimizin bazı ayetlerini hatırlatmanın, takva sahipleri için yeterli olduğunu düşünüyoruz:

وَلاَ تَيْأَسُواْ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ

ALLAH’ın rahmetinden ümit kesmeyin. ALLAH’ın rahmetinden, kâfirler topluluğundan başkası ümit kesmez. (Yusuf 87)

قُلْ يَاعِبَادِي الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

(Onlara şu kavlimi) söyle: ‘Ey kendileri aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Muhakkak ki ALLAH, bütün günahlara mağfiret eder. Şüphesiz O, Gafûr’dur, Rahîm’dir.’ (ez-Zumer 53)

إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ

ALLAH size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse olmaz. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra, artık size kim yardım eder? O halde Müminler ancak ALLAH’a tevekkül etsinler. (Âl-i İmrân 160)

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ رُسُلاً إِلَى قَوْمِهِمْ فَجَاؤُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقّاً عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ

Andolsun ki Senden önce de nice Rasulleri kavimlerine gönderdik de kendilerine beyyineler ile geldiler. Sonra cürüm işleyenlerden mutlaka intikam almışızdır. Zaten Müminlere nusret (zafer) vermek de üzerimize bir hak olmuştur. (er-Rûm 47)

Artık bize, ALLAH ile birlikte olmaktan, Dini’ne bağlanmaktan, Nebisi’nin Sünneti’ne tâbi olmaktan ve marufu emredip münkerden nehyetmekten başka bir yol kalmamaktadır. Aksi takdirde ALLAH’ın, katından bir azap ile kuşatmasından, sonra da dua ettiğimiz halde bize icabet etmemesinden korkulur.

وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لا تُنصَرُونَ، وَاتَّبِعُوا أَحْسَنَ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ العَذَابُ بَغْتَةً وَأَنتُمْ لا تَشْعُرُونَ

Size azap gelmezden evvel (pişmanlık ve tevbe ile) Rabbinize yönelin ve O’na teslim olun! Sonra size nusret de verilmez. Yine siz şuurunda değilken size ansızın azap gelmezden evvel Rabbinizden sizlere inzal edilenlerin en güzeline tâbi olun! (ez-Zumer 54-55)

İslâmî Daveti ve aydın fikri taşıyan Müminler olarak, uçuruma sürüklenmeden önce ALLAH’a yönelmeli, her işimizde Rabbimize tevekkül etmeliyiz, O ne güzel vekil, ne güzel bir yardımcıdır. Hep birlikte O’na teslim olsunlar diye tüm Müslümanlara daveti taşımak, elbette üzerimizde bir emanet, boynumuzda bir borçtur. Ta ki sömürgeci kâfirlerden, başımızdaki zalim yöneticilerden ve onların güdümünde hareket edenlerin şerrinden uzaklaşsınlar. Yoksa Ahiret’te ateş dokunur da ALLAH’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirler.

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ

Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin ALLAH’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra Nusret de bulmazsınız. (Hûd 113)

Rabbimiz Subhanehû ve Teâlâ’nın, Mümin’in vasıflarından bir kısmını en beliğ bir biçimde beyan buyurduğu kavlini bir kez daha hatırlatıyoruz:

وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُواْ لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَمَا ضَعُفُواْ وَمَا اسْتَكَانُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ إِلاَّ أَن قَالُواْ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ فَآتَاهُمُ اللّهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الآخِرَةِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

Nice Rasuller vardı ki, beraberlerinde nice erler bulunduğu halde savaştılar da ALLAH yolunda başlarına gelen musibetlerden dolayı ne zaafa uğradılar, ne de pes ettiler. Şüphesiz ALLAH sabredenleri sever. Onların sözü, şöyle demelerinden başkası değildi: ‘Rabbimiz, günahlarımıza ve işimizdeki taşkınlıklarımıza mağfiret et, ayaklarımızı sabit kıl ve bize kâfirler topluluğuna karşı nusret ver!’ ALLAH da onlara dünyanın nimetini ve (daha da önemlisi) Ahiret’in en güzel karşılığını verdi. Şüphesiz ALLAH, muhsinleri sever. (Âl-i İmrân 146-148)

ALLAH Subhanehû, bizleri de o zaafa uğramayan ve pes etmeyen sabırlı erlerinden kılsın, söylediklerimizle amel etmemizde bize yardım etsin, hepimize dünyada nusret ve temkin, Ahiret’te de en güzel karşılığı versin. Şüphesiz ALLAH, muhsinleri sever.
alıntı.
 
Üst Ana Sayfa Alt