Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale Aile Kurumunda Huzurun Teminatı - Eşlerin Hakları ve Yükümlülükleri

Burhanuddin Aldiyaî Çevrimdışı

Burhanuddin Aldiyaî

Aktif Üye
İslam-tr Yazar

Kur’an ve Sünnetin Işığında
Eşlerin Hakları ve Yükümlülükleri
Aile Kurumunda Huzurun Teminatı
Huzur.jpg


Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam hidayet rehberi olan Muhammed ﷺ’e, ehli beytine, ashabına ve kıyamete kadar yoluna tabi olacak olanlara olsun.

Üzücüdür ki fesad ve ifsadın hemen her açıdan zirve yaptığı bu çağda yaygın olan dünyacı, kadıncı - kadın istismarcısı ve nefis tatminini öne çıkaran laik fikir ve kültürden Müslüman birey ve aileler de ciddi manada etkilendi ve bu olumsuz etkilenme giderek de yaygınlaşıyor. Beşeri düzenlerin gölgesinde nefsin hoşuna gittiği gibi yaşama hevesinin yanında, İslami kültürden ve İslam’ın koyduğu hak ve yükümlülüklerden bihaber olmak da buna ciddi katkı sağlıyor. Bunun sonucunda Müslüman ailelerde de ciddi huzursuzluklar oldu ve İslam’ın örnekliğini göstermek yerine, söz konusu fikir ve kültürü benimseyerek yaşayan topluma eklemlenme durumu ortaya çıktı.

Mısırlı sanatçı Muhammed Suphi’den çok önemli ve ciddi bir tespit olan bir söz dinlemiştim, hatırladığım kadarıyla muhteva olarak şöyle diyordu: “Bir medeniyeti yıkmak istersen, bunun üç yolu vardır. Önce aile kurumunu sonra eğitimi yıkacaksın ve ardından örnek şahsiyetleri düşüreceksin. Aileyi yıkmak için kadının rolünü değiştireceksin; annelik ve ev kadını vasfından utanır hale getireceksin. Eğitimi bozmak için de öğretmeni bozacaksın. Örnekleri düşürmek için ise, âlim ve düşünürleri kötüleyip itibarsızlaştıracaksın. Sağlıklı aile, ihlâslı öğretmen ve örnek şahsiyetler düştükten sonra yeni nesilleri yetiştirecek kimse kalmaz.

Bunlar öylesine sözler değildir, aksine sarsılmaz medeniyetleri yerle yeksan etmenin ciddiyetle yapılmış tespitleridir. Maalesef ki Müslüman toplumlarda bütün bunlar yapıldı ve programlı bir şekilde yapılmaya da devam ediliyor. Özellikle bu son süreçte ülkemizde kadın üzerinden aile kurumuna çok büyük bir darbe indirildi. Bundan en büyük payı Müslüman aileler aldı, çünkü bozuk sisteme karşı bir direnci vardı. Ancak onu da büyük ölçüde kırmayı başardılar. İnsanın olduğu hiçbir yerde sorunsuzluk olmaz, dolayısıyla Müslümanlar arasında da sorunların olması, insan olmanın olağan bir sonucudur. Fakat sorunların çözüme kavuşturulması zor iş değildir. Ne var ki işe nefsin hevası karışınca, İslam’ın öngördüğü çözümler hevaya uymuyor ve dolayısıyla kabul görmüyor. Oysa en azından Müslüman için İslam dışında huzur yoktur. O yüzden gerçekten huzurunu bozmak istemeyen veya tekrar huzur bulmak isteyen ailelerin, çoğu zaman nefse ağır gelse de, muaşeret adaplarına riayet etmekle birlikte, uygulanması gayet rahat ve sade olan bazı hak ve sorumlulukları yerine getirmesi yeterlidir. Son süreçte aile içi şikâyetler ile sıkça karşılaşır olduk. Daha önce konu bağlamında bazı kardeşlerim için hazırladığım aşağıdaki özet metni, bütün Müslümanlara faydalı olması ümidiyle yayınlamanın iyi olacağını düşünüyorum. Rabbim’den herkesin müstefid olmasını diliyorum.

Öncelikle aile müessesi, İslam’ın kutsal kabul edecek derecede önem verdiği ve sağlıklı bir şekilde kurulup, istikrarlı bir şekilde sürdürülerek korunmasını istediği çok değerli bir kurumdur. Bu anlamda birçok nas (ayet-hadis) bulunmaktadır. Mesajını vecizelerle veren Kur’an’ın detaylandırdığı birkaç husustan birisinin aile olması, önemini anlamak için fazlasıyla yeterlidir. Evli insanlardan birisinin zina etmesi durumunda recim gibi feci bir ceza vermiş olması da, aile müessesine hıyanet etmenin, kutsiyetini yıkmanın ve yüksek önemine halel getirip haysiyetini ayaklar altına almanın bedeli olarak yine bu kurumun İslam’ın nazarındaki önemini belirtir.

Çünkü aile kurumu, İslam’ın değer verdiği ve bütün hükümlerini, korunmasına temerküz ettiği altı temel husustan ikisiyle direk alakalıdır. Bu hususlar din, can, akıl, nesil, ırz ve maldır. İslam’ın temel amaçlarından birisi olan nesil, Allah’ın kevnî bir sünneti olarak aile kurumuyla meydana geliyor. Irz ise, yine aile kurumuyla korunuyor. Aile kurumu din, can ve akıl için de dolaylı olarak hayati bir öneme sahiptir. Mal ise, zaten önemli ölçüde bu kuruma hizmet etmek için vardır. İslam’ın temel amacı olan bu altı hususun bazıları direk, bazıları da dolaylı olarak aile müessesine ihtiyaç duyduğu için, İslam bu müesseseye büyük önem vermiş ve mü’min bireylere de bu anlamda görevler yüklemiştir.

Resûlullah ﷺ, Tirmizi [1085] gibi kaynaklarda geçen bir hadiste der ki: «Dininden ve ahlakından razı oldunuz birisi (evlenmek için) size geldiğinde, onu evlendirin. Eğer evlendirmezseniz, yeryüzünde fitne ve fesat olur.» Oradan birileri; ey Allah’ın Resûlü! Bir kusuru olsa da mı, diye sorunca, üç defa tekrarlayarak; «Dininden ve ahlakından razı oldunuz birisi size geldiğinde, onu evlendirin.» der.

Fitne ve fesat nasıl olur? Aslında günümüzde bunu hayatın içerisinden görerek öğrendik. Eğer evlilik sürecinde dindarlığa ve ahlaka dikkat edilmezse, kurulacak aile kurumu bozuk olacaktır ve dolayısıyla bu kurumdan türeyecek çocuklar da kötü yetişerek hem bireysel ve hem de toplumsal olarak fitne ve fesada yol açacaklardır. Bu tür bozuk aileler çoğaldıkça, kötü yetişen bireyler de çoğalacak ve sonuç olarak yeryüzünü kötülükler saracaktır. Nihayetinde İslam’ın temel amaçları olan din, can, akıl, nesil, ırz ve mal emniyeti kalmaz. Nitekim bugün ailelerin çoğu istikrarsız olduğundan, insanlar çocuklarını yetiştirmediği ve evlendirirken de din ve ahlaktan çok maaş, ev ve araba gibi dünyevi varlıkları önceledikleri için, yeryüzünü kötülük sardı. O sebeple İslam, aile kurumunun ilk kuruluş aşamasından başlayarak önem vermektedir. Bunun için her Müslüman ailenin evlatlarını düzgün yetiştirmesi gerekir ki, zamanı geldiğinde onlar da sağlıklı aileler kursun ve bu şekilde İslam’ın temel amaçları devam etsin.

Aile kurumunun sağlıklı yürümesi için İslam, ebeveyn ve evlatların hak ve yükümlülüklerinin yanında, ailenin iki temel unsuru olan eşlere karşılıklı haklar verip yükümlülükler yüklemiştir. Örneğin Kur’an Bakara 2/228. ayette aile hukukunun bazı hükümlerini açıklarken, bu karşılıklı hak ve yükümlülükleri de; «Onların (kadınların) yükümlülükleri olduğu kadar hakları da vardır.» şeklinde kısa bir cümlede belirtmektedir. Kadın için hak olan çoğu şey, erkek için yükümlülüktür. Buna mukabil kadın için yükümlülük olan çoğu şey, erkek için hak oluyor.

İslam’ın eşlere verdiği haklar ile yüklediği yükümlülükleri iki temel başlık altında toplamak mümkündür. Erkeğe hak olarak verip kadına yükümlülük olarak yüklediği temel unsur, kadının meşru çerçevede eşine itaat etmesi ve eviyle çocuklarına yönelik görevlerini aksatmadan yerine getirmesidir. Kadına hak olarak verip erkeğe yükümlülük olarak yüklediği temel unsur ise, erkeğin eşine karşı merhametli olması ve ailenin maddi ihtiyaçlarını karşılamasıdır.

Aileyle ilgili İngilizce hazırlanmış bir video gördüm. Görüntüler İslami değildi ancak içerik açısından dikkat çekiciydi. Çünkü kadını erkekle yarıştıran insanlıktan çıkmış batı menşeli çağdaş beşeri ideolojilerin aksine, ailede eşlerin rollerini İslam’a yakın bir anlayışla açıklıyordu. Sanırım o ifadeleri olduğu gibi vermek yararlı olacaktır. Kadının diliyle hazırlanmış videoda özetle şöyle diyordu: “Erkeklerle kadınlar aynı değil ve bu bir lütuftur. O ailenin geçimini ve korunmasını sağlıyor, ben ailemizi çoğaltıyorum. O ailenin beyni, ben ise kalbiyim. O barınmamızı sağlıyor, ben o barınağa hayat veriyorum. O malzemeleri sağlıyor, ben o malzemelerle yemek yapıyorum. O bize ev sağlıyor, ben o evi bir yuva haline getiriyorum. O benim dış dünyama yardım ediyor, ben onun iç dünyasına. O bana sevgi verdi, ben ona can (çocuk) verdim. Rollerimizi yarıştırmıyoruz, o rollerle birbirimizin eksiklerini tamamlıyoruz. Tanrı biri iki yaptı, o iki tekrar bir olmalı.

Özellikle son cümlesi çok manidar olmuş. Allah ﷻ ilk insan örneği olarak Adem (as)’ı yarattı. Sonra ondan Havva’yı yaratarak Adem (as)’ı, aynı türün iki farklı cinsi olarak ikiye ayırmış oldu. Bu bir olan ilk örneğin ikiye ayrılması, aynı zamanında her birisinin diğeriyle tamamlanacak şekilde eksik olması demekti. İşte hem maddi ve hem de manevi olarak o eksikliğin tamamlanması için, kadın ile erkeğin tekrar bir olması gerekir ve aslında eş olmak da budur. Aksi halde hayat her ikisi için de çile olmaktan başka bir şey olmaz. Maalesef ki çoğu Müslüman bile bu bilinci kaçırmıştır. Kadıncı – kadın istismarcısı beşeri ideolojilerin furyalarına kanıp, kendi ayaklarının üstünde durma (!) derdiyle fıtratına başkaldıran ve bunun için erkeklerle yarışa girişen, rol yarıştıran nice kendince Müslüman kadın var. Oysa fıtratına asi olarak sadece kendini yıpratıyor. Üstelik bu mantıkla çalışan kadın, karşılaştığı türlü olumsuzlukların yanında, hem çabasını ve hem de kapasitesini ailesi için harcamak yerine, elaleme harcamış oluyor.

Resûlullah ﷺ, Buhari [5200] gibi temel kaynakların aktardığı bir hadiste, yukarıda bahsettiğimiz iki temel başlığı şöyle özetlemektedir: «Hepiniz çobansınız, hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz. Âmir memurlarının çobanıdır. Erkek ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve hepiniz mesuliyetinde olanlardan sorumlusunuz (kıyamette sorulacaksınız)

İşte bu iki temel başlık altında hak ve yükümlülükler detaylandırılabilir. Öncelikle kadının hakları ile erkeğin yükümlülüklerinden başlayalım. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz.

1- Evlilik akdiyle birlikte kadın bazı mali haklara sahip olur. Bunların ilki mihrdir ve Nisa Suresi 4/4. ayet başta olmak üzere bunun Kur’an ve Sünnetten birçok delili bulunmaktadır. Dolayısıyla erkek, anlaştıkları veya örfen bilinen mihri kadına vermek durumundadır. Aksi halde kul hakkı yemiş olur.

2- İkinci mali hak ise, nafakadır. Erkek, mali durumuna göre eşinin gıda, giyim, sağlık vb. giderlerini karşılamak durumundadır. Bu da Talak Suresi 65/7. ayet başta olmak üzere birçok ayet ve hadiste belirtilmiştir. Fıkhi açıdan bu hususta kadının hakkı, ebeveynden önce gelir. Örneğin kişinin ebeveyni de yoksul ise ve malı-kazancı hepsinin ihtiyacına yetmiyorsa, şeriat mahkemesi önce karısının nafakasına hükmeder. Eğer erkek eşinin nafakasını sağlamıyorsa veya eksik veriyorsa, kadın ihtiyacı olanı gizlice malından alabilir [Buhari: 7180]. Ancak kadın naşize olursa yani söz dinlemez ve itaatten çıkarsa, nafaka hakkı düşer.

3- Kadının diğer bir mali hakkı da meskendir. Erkek yine maddi durumuna göre karısına uygun bir mesken temin etmek durumundadır. Bu yükümlülük de Talak Suresi 65/6. ayet başta olmak üzere birçok ayet ve hadiste belirtilmiştir. Bu yükümlülükler lütuf değildir ve erkeğin kadına minnet konusu yapabileceği bir malzeme yapılamaz. Gerçekten Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş bir erkek, bu yükümlülüklerin namaz gibi kendisine ilahi bir emir olduğunu ve yerine getirmediği veya minnet konusu yaptığı takdirde, kıyamette hesabının sorulacağını iyi bilmelidir.

4- Kadın itaatsizlik yapmadığı ve mü’mine bir kadına yakışmayan durumlardan sakındığı sürece, aleyhine bahaneler aramamalı, haksızlık olabilecek davranışlara gerekçe bulmaya çalışmamalıdır. Nisa Suresi 4/4. ayette; «İtaat ettiklerinde, aleyhlerine yol aramayın.» denilerek bu hak açıkça vurgulanmıştır. Bu kapsamda garazlı olmayan bir takım geçici eksiklik ve hatalara göz yumulması icap edebilir. Örneğin beğenmediği bir yemeği bahane ederek huzursuzluk çıkarmamalıdır. Resûlullah ﷺ, hoşuna gitmese de yiyeceklere kusur aramazdı, en fazla yemezdi. Bu hususta kasıtlı taksirat olmadığı sürece bahane aranmamalı ve taksirat olması durumunda ise, nasihat ile çözülmelidir.

5- Kişi karısına karşı şefkatli, merhametli ve iyiniyetli olmalıdır. Her şeyde istediği gibi olmayabilir. Bu bağlamda kusur ve eksikliklerini abartmamalı, bunları eziyet gerekçesi yapmamalı ve kadını istediği kalıba sokmaya çalışmamalıdır. Nitekim Allah Teâlâ Nisa Suresi 4/19. ayette; «Onlarla güzellik ve iyilikle geçinin. Şayet onların (bazı tavırlarından) hoşlanmazsanız (ve huysuzluk yapıyorlarsa sabredin) belki bir şey hoşunuza gitmeyebilir ama Allah onda birçok hayır takdir etmiştir (de siz farkına varmamışsınızdır).» diye buyurarak kadınlar ile iyi geçinmeyi, erkeğin hoşuna gitmeyen bir takım huyları varsa da, onlara değil, iyi taraflarına bakmasını emretmiştir.

Kadının kendine özgü bir yapısı vardır, örneğin duygusaldır ve bazı şeylerde olaya erkek gibi salt mantıki bakmayabilir. Dolayısıyla erkek, karısının da kendisi gibi olmasını beklememelidir. Nitekim başta Buhari [3331] olmak üzere birçok kaynakta aktarılan bir hadiste Resûlullah ﷺ der ki: «Kadınlar hakkında hayır tavsiyesinde bulunun. Zira kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Bu kemiğin en eğri olduğu kısmı üst tarafıdır. Eğer düzeltmeye kalkışırsan, kırarsın. Eğer bırakırsan, eğri olarak kalacaktır. Kadınlar hakkında hayır tavsiyesinde bulunun.» Sadece bu hadisin açıklanması bir risale gerektirir. Öncelikle Resûlullah ﷺ kadının yapısına dikkat çekmektedir yani erkek gibi değildir, kırılgandır, nahiftir. Şu halde onu olduğu gibi kabul etmek gerekir. Eğer kadında beğenmediğin hasletleri değiştirmeye kalkışırsan, kırarsın ve dolayısıyla birlikte bir hayat yaşama imkânı olmaz.

Kadını kaburga kemiği olarak nitelendirmesi, kırılgan ve nahif olmasına işaret etmekle birlikte, erkek için ne kadar önemli olduğunu da vurgulamış oluyor. Çünkü kaburga kemiğinin göğüs kafesinde koruduğu hassas organlar, insan için hayati organların başında gelir. Üstelik kaburgalar söz konusu önemli görevi, doğal eğri yapısıyla yerine getiriyor yani mesela düz olsaydı, eğri yapısıyla sağladığı korumayı gerçekleştiremezdi. O zaman erkeğin yapması gereken, kendisi için hayati öneme sahip olan kadını doğal yapısıyla kabul etmesidir. Çünkü kadın erkeğe benzerse, doğal yapısıyla yerine getirdiği misyonu da ortadan kalkmış olur. Şu halde günah, ahlaki sorunlar, vecibeleri aksatma gibi İslam’a aykırı durumlar olmadığı sürece kadının doğal yapısında değişiklik beklemeyecektir. Aksi halde hiçbir kadınla bir hayat kuramaz. Kadının bu hassas, kırılgan ve nahif yapısı, başka hadislerle de vurgulanmıştır. Örneğin yine başta Buhari [6210] olmak üzere birçok kaynakta geçen bir hadiste kadın şişelere benzetilmiş ve şişeleri kırmayın denilmiştir.

6- Erkek karısına zarar vermeye çalışmamalıdır, haysiyetini korumalıdır. Kocası, çocukları ve evini ihmal etmediği sürece, başta ebeveyni olmak üzere yakınlarının haklarını yerine getirmesine engel olmamalıdır. Bu hususta da birçok ayet ve hadis bulunmaktadır. Örnek olarak Talak Suresi 65/6. ayette kadınlara zarar vermek açıkça yasaklanmıştır. Resûlullah ﷺ da örnek olarak başta Müslim [1218] olmak üzere birçok kaynakta aktarılan bir hadiste; «Kadınlar hakkında Allah’tan sakının. Siz onları Allah’ın emaneti olarak aldınız.» diyerek, her açıdan kadına karşı hassas olmanın önemini ayrıca vurgulamıştır. Başka bir hadiste de; «Sizin en hayırlınız, ailesine en iyi olanınızdır.» denilmektedir [Tirmizi: 3895]. İslam’da herhangi bir insana zarar vermek bile haram iken, aileye zarar vermenin vebali elbette çok daha ağırdır. Kadının naşize (asi) olması durumunda bir te’dib aracı olarak öngörülen dövmenin da şartları vardır ve mutlak değildir.

7- Erkek karısının dini hususlarda öğrenimine, Allah’a karşı yükümlülük ve ibadetlerinde yardımcı olmalıdır. Bu da erkeğin ailesine karşı bir yükümlülüğüdür ve birçok ayet ve hadisle sabit olan bir sorumluluktur. Örneğin Taha Suresi 20/132. ayette buna dair açık emir vardır. Tahrim Suresi 66/6. ayette de; «Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten koruyun.» denilerek, bu yükümlülük vurgulanmıştır. Yine örnek olarak yukarıda geçen hadiste, herkesin çoban yani sorumlu olduğu ve sorumluluğunda bulunan kişilerden sorulacağı açıkça ifade edilmişti. Dolayısıyla kendisi yapabiliyorsa kişi bizzat karısını eğitmeli, yapamıyorsa birlikte eğitim görmek için gerekli imkânları sağlamaya çalışmalıdır. Bu çerçevede Kur’an’ın Şura Suresi 42/38. ayette öngördüğü danışma ve meşvereti ihmal etmemelidir.

Buna mukabil, karısının veya ailesinin diğer bireylerinin kötü davranış, ahlak ve yanlışlarını düzeltmek mecburiyetindedir. Bu da aile reisi olarak İslam’ın erkeğe yüklediği bir sorumluluktur ve yapmaması veya sessiz kalması durumunda, çok büyük bir vebal altına girer. Bu hususta Resûlullah ﷺ şöyle der: «Üç kişi vardır ki ebediyen cennete giremezler: Deyyus, erkek tipine giren kadın ve sürekli içki içen kişi.» [Şu’ebu’l İman, Beyhaki: 10800]. Hadisin devamında ise, deyyusun kim olduğu soruluyor ve Resûlullah da, ailesinin kötü davranışlarına aldırış etmeyen erkek olduğunu söylüyor. Bu anlamda başka hadisler de bulunmaktadır.

8- Kadın kocasının biyolojik ihtiyaçlarını karşılamak durumunda olduğu gibi, erkek de karısının bu anlamdaki gereksinimlerini görmek, iffetini sağlamak ve hem arzu hem de duygu olarak haramdan korumak durumundadır. Zaten karı kocanın bu fıtri ihtiyaçlarını helal bir şekilde görmeleri, nikâhın başat gayelerindendir. Kur’an’ın kendisi başta Bakara Suresi 2/187 – 223 ayetleri olmak üzere buna açıkça vurgu yapmaktadır. Nisa 4/129. ayette de kadının hem duygu ve hem de arzu olarak ihmal edilmesi haram kılınmıştır. Günümüzde özellikle internet üzerinden sosyal mecraların yaygınlaşmasıyla birlikte, muhafazakârlar da dâhil, birçok kadın konuşma yoluyla da olsa, başka erkeklerde duygu tatmini arıyor ve fiilen de yapıyorlar maalesef. Bir kadının bu tür rezillikleri yapması ne kadar vebal ise, karısını ihmal edip böylesi iğrençliklere sürüklenmesine zemin hazırlayan erkek de o vebale ortaktır. O sebeple erkek bu anlamda karısının ihtiyacını karşılamak için ne yapması gerekiyorsa, yapmalı ve ihmal etmemelidir.

9- Karısının ve ailesinin sırlarını ifşa etmemeli, kim olursa olsun, kusurlarını başkalarına anlatmamalı, onur ve haysiyetini korumalıdır. Zaten sırların korunması İslam’da başlı başına bir sorumluluktur, hiç kimsenin sırrını ifşa etmemek gerekir, aksi halde çok büyük günah olur. Resûlullah ﷺ bir hadiste der ki: «Kim bir Müslümanın (kusurunu) örterse, Allah da kıyamette onun (kusurlarını) örter.» [Buhari: 2442]. Başkasının sırlarını korumak, kusurlarını gizlemek bu kadar önemli ise, kendi eşinin ve ailesinin sırlarını korumak ve kusurlarını örtmek, malumdur ki çok daha mühimdir. Nitekim Allah Teâlâ Bakara Suresi 2/187. ayette; «Onlar (kadınlarınız) sizin için libastır ve sizler de onlar için libassınız.» diye buyurarak, elbisenin vücudu hem sıcak ve soğuktan koruduğu ve hem de kusurlar ile avret mahallerini başkalarının gözünden örttüğü gibi, eşlerin de birbirini bu şekilde koruyup örtmeleri istenmiştir.

Bu anlamda eşler birbirilerinin duygularına, hissiyatlarına, hassas durum ve hallerine dikkat etmelidir. Başta aile bireyleri olmak üzere başkasının yanında birbirilerini rencide etmemeli, saygınlıklarını korumalı ve birbirilerine değer verdiklerini göstermelidirler. Bunlar her iki taraf için de hak ve sorumluluktur. Hucurat Suresi 49/11. ayet ile örnek olarak yukarıda zikrettiğimiz «En hayırlınız, ailesine en iyi olanınızdır.» hadisi başta olmak üzere, Kur’an ve Sünnetin öngördüğü ahlaki davranışlar, öncelikle ailede uygulanır. Ailenin mahrum edildiği güzelliklerin başkasına gösterilmesi, sorumluluğun en önemli kısmının ihmal edilmesi demektir. Bir erkek öncelikle şunu iyi bilmelidir ki, karısının saygınlığı, kendisinin saygınlığıdır ve bunun aksi de öyledir.

10- Erkek evin içerisinde kadının işlerine karışmamalı, önemli bir şey olmadığı sürece evde ne yapacağına dair direktifler vermeye çalışmamalıdır. Şunu iyi bilmelidir ki kadın kendini evinde kraliçe olarak hisseder ki Kur’an da kadından bahsederken evi kadına isnad etmesinin hikmeti bu olsa gerek [örn. Ahzab 33/33-34, Talak 65/1]. Bu sebeple erkek kadının saltanatını yıkmaya teşebbüs etmemelidir. Aksi halde büyük huzursuzlukların temelini atar. Bundan dolayı olsa gerek Resûlullah ﷺ yukarıdaki hadiste; «Kadın kocasının evinin çobanıdır (sorumlusu, yetkilisidir).» şeklinde bir ifade kullanmıştır. Hiç kimse kendi yetki ve sorumluluk alanında ortak kabul etmez ve bu, sahiplenme duygusu gereği insan fıtratının bir parçasıdır. Ancak gerekiyorsa ve eşi de hoşnut olacaksa, mümkünse ev işlerine yardımcı olması, güzel bir davranış olur.

Bu hususun hatalı anlaşılmasına mahal vermemek adına şunu vurgulamakta yarar vardır ki buradaki yetki alanı, daha çok evin içerisindeki işlerdir. Eve alınacak veya evden çıkarılacak önemli eşya vb. hususlar, tasarruftur ve burada kadın istediği gibi davranmamalıdır. Zira evin mali yükümlülüklerini erkek karşılamak durumundadır ve o haseple bunlar erkeğin malı kabul edilir. Dolayısıyla erkeğin izni olmadan böylesi tasarruflarda bulunmak, hakka girer. Bunun en güzel ve İslami yöntemi, istişare ile yapılmasıdır.

Unutulmamalıdır ki evlilik bir akittir ve eşler bu akitle, İslam’ın verdiği hakları ve yüklediği sorumlulukları yerine getirmeye dair birbirilerine sıkı bir söz vermiş oluyorlar. Kur’an’ın onlarca ayeti ve Sünnetin onlarca hadisinde, sözün imanın temel gereklerinden olduğu açıklanmıştır. Örnek olarak İsra Suresi 17/34. ayette; «Ahitlerinizi (söz, sözleşmelerinizi) yerine getirin. Kuşkusuz ahit bir sorumluluktur.» denilerek, mü’minin herhangi birisine verdiği ahdi yerine getirmesi emredilmiş ve ahde vefa gösterilmediği takdirde, kıyamette bunun hesabının sorulacağı açıkça belirtilmiştir. Karı kocanın birbirilerine verdikleri ahde riayet etmeleri, kuşku yok ki çok daha evla ve önemlidir. Nitekim Resûlullah ﷺ bir hadiste der ki: «En çok yerine getirmeniz hak olan şartlar, kadınları helal yaptığınız şartlardır.» [Buhari: 2721]. Yani nikâh akdiyle birbirinize karşı, evliliğin genel yükümlülükleri dışında ayrıca bir takım şartlar koymuşsanız, bunları bile yerine getirmeniz, çok önemli ve önceliklidir. Diğer bir ifadeyle, helali haram veya haramı helal yapmadığı sürece, bir Müslüman herhangi birisiyle bir takım şartlar belirlemişse, bunları mutlaka yerine getirmelidir. Karı kocanın nikâhta bir takım ekstra şartlar koymaları durumunda ise, bunlara vefa gösterilmesi, çok daha önemlidir.

Yukarıda temel başlıklar olarak sıraladığım erkeğin yükümlülükleri, bütün hayatı kapsayacak şekilde genişletilebilir. Başka bir değişle hayatın diğer detayları da bu temel başlıkların kapsamına dâhil edilebilir. Şimdi aynı şekilde erkek için hak, kadın için yükümlülük olan hususları da kısaca aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.

1- İslam’a aykırı bir şey istemediği sürece, kadın kocasına itaat etmek durumundadır. Aksi halde aile kurumu yürümez. Basit bir şirket için bile bir idareci gerekiyorsa, İslam’ın bu kadar önem verip anlam yüklediği aile kurumunun başıboş olması düşünülenemez. Bu husus Nisa Suresi 4/34. ayette açıklanmış ve saliha kadının birincil vasfı olarak itaatkâr olduğu vurgulanmıştır. Resûlullah ﷺ da, Tirmizi [1159] gibi kaynakların aktardığı bir hadiste itaatin önemini; «Eğer birinin başka birine secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.» cümlesiyle özetlemiştir.

Çoğu kişi İslam’ın erkeğe verdiği itaat edilme hakkını, kadın aleyhine bir nevi tahakküm olarak anlayabiliyor. Oysa bu sadece bir nevi kurum idaresidir ve ayrıca erkeğe, kendi sorumluluğuna ilaveten kadın ve çocukların da sorumluluğunu yüklemektedir. Dolayısıyla büyük ölçüde erkek aleyhine bir durumdur, çünkü yükünü ağırlaştırıyor. Hem idare ve hem de sorumluluk olarak bu hususlar, Nisa 4/34, Tahrim 66/6 gibi birçok ayet ve aynı şekilde birçok hadiste açıkça vurgulanmıştır. Günümüzde ifsad edici fikir ve ideolojilerin etkisiyle itaat konusu Müslüman kadınlar için de bir problem olarak algılanmaya başlandı. Ancak gerçek bir imana sahip olan kadın şunu iyi idrak etmelidir ki kocaya itaat, Allah’ın emridir. Bu sebeple kocasına itaat etmemesi, kendisi gibi beşer olan bir varlığa değil, esasında Allah’a asi olması demektir. Diğer bir ifadeyle kocaya itaat, İslam’ın gereği olup erkeklerin istediği için değil, birçok hikmetten dolayı Allah’ın emridir.

Şu hadiste bunun önemi daha net anlaşılır, Resûlullah ﷺ der ki: «Kadın beş vakit namazını kılar, orucunu tutar, ırzını korur ve kocasına itaat ederse, ona istediğin kapıdan cennete gir denilir.» [Ahmed: 1661] Dikkat edilirse kocaya itaat, namaz ve oruç gibi temel ibadetlerle birlikte aynı seviyede zikredilmiştir.

2- Kadın eşinin başta cinsel olmak üzere biyolojik ihtiyaçlarını görmek durumundadır. Tabi bu sadece zevk gidermesi değildir, Allah’ın kevnî bir yasası olarak neslin devam etmesi için de önemlidir. Resûlullah ﷺ bu hususun önemini şöyle vurgular: «Kadın kocasının yatağını terk ettiğinde, dönene kadar melekler ona lanet eder.» [Buhari: 5194]. Allah Teâlâ’nın insanın yapısına kodladığı bu biyolojik gereksinim helal ile giderilmezse, harama yönelme durumu ortaya çıkabilir. Nitekim bir hadiste, bu fıtri gereksinimin haram yollarla giderilmesinin günah olduğu gibi, helal bir şekilde giderilmesinin de sevap olduğu belirtilmiştir [Müslim: 1006]. Yerine getirilmediği zaman önemli bir hakkın ihlali olmakla birlikte, harama sürüklemenin vebaline de ortaklık olur.

3- Kocasının istemediği veya izin vermediği kimseyi evine almamalıdır. Bu husus hadiste şöyle belirtilmiştir: «Kocasının izni olmadan kimsenin eve girmesine izin vermek, kadına helal değildir.» [Buhari: 5195].

4- Kocasının izni olmadan evden ayrılmamalıdır. Bu da hadiste belirtilerek, izin almadan veya kocası izin vermediği halde evinden çıkan kadına, dönene kadar Allah’ın ve meleklerin lanet ettiği ifade edilmiştir. [Musannef, İbni Ebi Şeybe: 17409]. Ayet ve hadislerde geçen bu tür ifadeler, ilgili davranışın Allah katındaki çirkinlik seviyesini gösterir.

5- Kocasının izni ve bilgisi olmadan evinden ve malından hiç kimseye bir şey vermemelidir. Böyle bir şey yapması halinde, hadiste bunun kocası için sevap, kendisi için günah olacağı belirtilmiştir [İbni Ebi Şeybe: 17124]. Ayrıca Müslümanın malını izinsiz almak da büyük günahtır, kul hakkıdır. Kocası olması bunu değiştirmez.

6- Evinin hizmetini görmelidir. Bu hususta da yukarıda geçen hadise ilaveten yine Resûlullah ﷺ’ın hayatından örnekler vardır, biz çok önemli bir örnekle yetinelim. Kızı Fatıma (ra)’nın un öğütmekten eli şişiyor ve gelip Resûlullah ﷺ’ın beytül maldan kendisine yardım edecek bir cariye vermesini istiyor. Resûlullah ﷺ ise, sana hizmetçiden daha hayırlı bir şey göstereyim mi; yatağına girdiğinde otuz üçer defa; ‘subhanellah, el-hamdu lillah, Allahu ekber’ de diyor. [Buhari: 3705]. Böylece en sevdiği öz kızının eşi ve çocuklarının ev hizmetini bizzat kendisinin görmesini istiyor.

Çağdaş feminist akımların öne sürdüğü iddialar, maalesef ki Müslüman evleri de etkilemektedir. Müslüman kadınlar bile, evinin işlerini görmeyi kendisini hizmetçi durumuna düşürdüğünü düşünebiliyorlar. Hatta kimi fıkıh kitaplarında geçen hukuki normları duyup, çocuğunu bile emzirmenin zorunlu olmadığını düşünenler olabiliyor. Oysa Allah Teâlâ Bakara Suresi 2/233. ayette, kadınların çocuklarını tam iki yıl emzirmelerini istemektedir. Peygamber ﷺ de uzun bir hadisin bir kısmında der ki: «Bazı kadınlar gördüm; göğüslerini yılanlar tırmalıyordu. Bunların hali nedir dedim. Onlar çocuklarını sütlerinden mahrum edenlerdir dedi.» [İbni Hibban: 7491]. Fıkıh kaynaklarımızda evinin işlerini görmekten veya çocuğunu emzirmekten men olan kadına bunların yargı yoluyla yaptırılamayacağı ifade edilir. Ancak dünyevi yargı olarak zorla yaptırılamayacak olması, onu ahiretteki sorumluluktan kurtarmaz. Nitekim yukarıda geçen hadiste Peygamber ﷺ, kadının evinden ve çocuklarından sorumlu olduğunu açıkça ifade etmişti.

7- Her durumda kocasının onur ve haysiyetini korumalıdır. Hiçbir şekilde buna halel getirmemelidir. Bu hususta Resûlullah ﷺ mü’min saliha kadında olması gereken bazı vasıflar belirtirken; «Kocasının gıyabında kendi nefsinde (namusunda) ve malında kocasını koruyandır.» der [İbni Mace: 1857]. Yani gerçek mü’mine kadın, kocasının yanında iken nasıl ise, gıyabında da aynı şekilde iffet, namus, şeref, haysiyet ve şahsiyetine halel getirebilecek her türlü söz, fiil ve davranıştan uzak durmalıdır.

8- Ailesi, arkadaşları kısaca hiç kimseye kocasının arkasından konuşmamalı, kötülememeli ve aile sırlarını asla ifşa etmemelidir. Aile haysiyetini zedeleyici hiçbir söz ve davranışta bulunmamalıdır. Bu konuda başta gıybet olmak üzere bazı ahlaki bozukluklara dikkat çeken Hucurat Suresi 49/11-12. ayetleri önemlidir. Hadiste de Resûlullah ﷺ der ki: «Erkek karısına ve kadın da kocasına iliştikten sonra gidip sırrını ifşa ederse, kıyamet günü Allah katında yeri en kötü olanlardan olur.» [Müslim: 1437].

Vakıada da sadece bir örnek olarak TV program sunucusu bir kadının kendi hayatından anlattığı aşağıdaki sözler önemlidir. Sosyal ağlarda karşılaştığım, hemcinslerine nasihat olarak söylediği sözlerinin yer aldığı bir kesitte şöyle diyordu: “Boşanmış biri olarak söylüyorum; evliliğinde sorununu akraba, eş, dost asla anlatmıyorsun. Kocanın bir akrabasına asla anlatmıyorsun. Seninle birlikte oturup ağlayan arkadaşların var ya, asla anlatmıyorsun. Ben bu yoldan geçmiş, bu yolda yürürken düşmüş, düştüğünde ayağını yaralamış, kalkmaya çalışırken en yakını tarafından bir tekme yemiş biri olarak söylüyorum, asla (sorunlarını başkasına anlatmıyorsun).” Benzer davranışlardan mustarip olmuş birçok kadın da yorum yazarak kendi durumlarını anlatmıştı. Belki çoğu kişi bu tür vakıaları daha çok kötü niyetli insanların fesatlığı olarak yorumlayacaktır ancak işin gerçeği aslında Allah’ın kişiyi yaptıklarıyla sınamasıdır. O haseple asla istemeyeceğin bir sonuçla sınanmak istemiyorsan, aile sırlarını mutlaka koruman gerekir.

9- Kocasına karşı sevecen ve güler yüzlü olmalı, itici söz ve davranışlardan uzak durmalıdır. İbni Hibban [474] gibi kaynaklarda geçen bir hadiste Resûlullah ﷺ der ki: «Kardeşinin yüzüne tebessüm etmen, sadakadır.» Başkasına karşı tebessüm bu kadar önemsenmişse İslam’da, kadının eşine karşı yapması elbette ki çok daha önemlidir. Nitekim Resûlullah ﷺ başka bir hadiste saliha kadını tanımlarken; «Kocası ona baktığında, sürur (hoşnutluk) veren kadındır.» der [Ebu Davud: 1664]. Malumdur ki bu da asık surat, şikâyetçi, sorun çıkaran bir yapıyla olmaz. Bu başlık altında dikkat edilecek bir husus da şudur ki; kim olursa olsun, eşinizi başkasına kötülemeyin veya hoşunuza gitmeyen huylarını anlatmayın. Kadınlarda daha çok görülen bu davranış, hem güveni sarsar ve hem de sevgi ile saygıyı zayıflatır hatta ortadan kaldırır. İşin gıybet boyutu da ayrıdır. Üstelik insan bazı şeyleri kendince hata veya kusur olarak algılar ancak gerçekte öyle olmayabilir yani şikâyet konusu yapılan mevzular da yanlış algı olabiliyor.

10- Kocasını herhangi bir hayırdan alıkoymamalı, aksine hayır işlerinde arkasında durmalı, teşvik etmeli ve başkasına karşı olan yükümlülüklerini de yerine getirmesi için yardımcı olmalıdır. Ayrıca kötü şeyler yapmasına sebep olacak şeyler istememeli ve buna asla yol açmamalıdır. Bu hususla ilgili çok sayıda ayet ve hadis vardır, biz sadece bir iki örnek gösterelim. Öncelikle Kur’an’a [örk. Mücadele 16] bakıldığında, Allah’ın yolundan alıkoymak ve hayır işlerinden çevirmek, kâfirlerin en başat özellikleri ve insi şeytanların işi olarak gösterilmektedir. Hadiste de Resûlullah ﷺ der ki: «Hayrı gösteren, yapan gibidir.» [Müslim: 1893] Şerri gösteren, yaptıran, yapılmasına sebep olan veya yapana bir şey demeyen de, şerri yapan gibidir [Ebu Davud: 995]. Buna faiz ve içki hakkındaki hadisler de örnektir ki mesela faiz kâtipliği yapan bile lanetlenmiştir. Netice olarak kadın hayırlı olmak istiyorsa, kocasını hayra yönlendirmeli ve bu anlamda arkasında durmalıdır. Buna karşın kötülükten uzak kalmasına yardımcı olmalı ve herhangi bir harama bulaşmasına hiçbir şekilde sebep ve vesile olmamalıdır.

İşte Kur’an’ın Rum Suresi 30/21. ayette öngördüğü eşlerin birbirine sükûnet, meveddet ve rahmet olması, bu şekilde gerçekleşecektir. Kadın kocasına karşı yükümlülüklerini yerine getirerek itaatkar, güler yüzlü ve yumuşak huylu olacak; erkek de karısına karşı sorumluluklarını yerine getirerek şefkatli ve merhametli olacaktır. Bunun sonucunda da sevgi ve sükûnet doğacaktır.

Son olarak, eş seçiminde seçici olmak ve eşini önemsemek, diğer cinsten bireylere karşı iffetli ve haysiyetli olmak, hem mü’min şahsiyete ve hem de aile şerefine aykırı olabilecek her tür davranıştan uzak durmak, eşinin fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamak, duygularını önemsemek, aile sırlarını korumak, karşılıklı istişarede bulunmak, maddi ve manevi işbirliği ve desteği her zaman ön planda tutmak, her iki eşin ortak olduğu hak ve yükümlülüklerdir. Verdiğimiz özet hak ve yükümülüklere ilaveten, ahlak ve adaba da dikkat etmek önemlidir. Bu manada örneğin günlük hayatta herkesin yaşadığı bazı muaşeret adaplarını özet bir şekilde derleyen, Ebu Gudde’nin “İslam’da Adab-ı Muaşeret ve Görgü Kuralları” adıyla tercüme edilmiş güzel bir kitabı var. Aslında çok kısa olan bu risaleyi herkesin okuması gerekir.

Ayrıca çocuklara karşı da dayanışma içerisinde olmak, birbirini desteklemek ve birbirinin saygınlığına halel getirilmesine izin vermemek de bu manada eşler için çok önemlidir. Çocuklar konusu başlı başına ayrı bir mevzu olduğundan, burada o hususa giremeyiz. Sadece konunun tamamlanması adına kısa bir hatırlatma yapmış olalım.

Unutmayalım kimse dışarıdan bize huzur ve mutluluk getiremez. Bunu sadece biz sadık ve iyi niyetimizle kendi kendimize sağlarız. Kimse kimsenin aile düzenini sağlayamaz. En fazla sorunlarda uzlaştırma görevi üstlenilebilir, tavsiye ve nasihatler verilebilir. Bunlar da yine aile bireyleri tarafından dikkate alındığı zaman işe yarar. Yoksa boş uğraşların ötesine geçmez. O yüzden ne edersek, sadece kendimize ederiz. Vesselam, Aldiyaî.


Burhanüddin Aldiyaî
 
Son düzenleme:
Üst Ana Sayfa Alt