Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ahzab Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
33- AHZÂB SÛRESİ

Ahzâb Sûresi Medîne-i Munevvere'de Âli İmrân Sûresinden sonra nazil olmuştur. Râzî bu konuda icmâ' olduğunu zikreder.[1] İbnu'l-Esîr'in el-Kâmil fi't-Târih'de zikrettiğine göre Hicretin beşinci senesi nazil olmuştur. Peygamber'in (sas) Zeyneb ile evliliği de (Bu evlilikle ilgili âyet-i kerimeler de bu Sûrededir ve inşaAllah yerinde gelecektir) bu sene vuku bulmuştur.[2]

1. Ey O Peygamber, Allah'tan takvâ üzere ol ve kâfirlere, munâfıklara uyma. Hiç şubhesiz Allah Alîm Hakîm olandır.

a) Ebu Sufyân, İkrime ibn Ebî Cehl ve Ebu'l-A'ver Amr ibn Sufyân es-Sulemî hakkında nazil olmuştur. Bunlar Uhud Ğazvesinden sonra Medîne-i Munevvere'ye gelerek Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl'a inmiş misafir olmuşlardı. Peygamber de (sas) onunla konuşmaları ve onda misafir olmaları üzerine onlara eman vermişti. Onlarla beraber Abdullah ibn Sa'd ibn Ebî Şerh ve Tu'me ibn Ubeyrık da geldiler. Umer ibnu’l-Hattâb'ın da bulunduğu mecliste Peygamber'e (sas): "Tanrılarımız Lât, Menât ve Uzzâ hakkında kötü söz söylemeyi bırak, onlara tapınanlara menfaatlerinin ve şefaatlerinin olacağını söyle; biz de seni ve Rabbını kendi halinize bırakalım." dediler. Umer ibnu’l-Hattâb: "Ey Allah'ın elçisi, izin ver şunları öldüreyim." dedi. Peygamber (sas): "Hayır ey Umer, ben onlara eman verdim." buyurdular. Umer ibnu’l-Hattâb: "Allah'ın laneti ve ğazâbıyla çıkın." dedi. Peygamber de (sas) onların Medîne'den çıkarılmalarını emretti ve Allah Teâlâ (cc) bu hadise üzerine bu âyet-i kerimeyi indirdi.[3] Zemahşerî'nin zikrettiği bir haberde de bunların Medîne-i Munevvere'ye ınuslumanlarla Mekke muşrikleri arasında yapılan barış döneminde, yani Hudeybiye'den sonra geldikleri, onlara munâfıklardan Cedd ibn Kays'ın da katıldığı belirtilmektedir.[4]

b) Cuveybir'in Dahhâk'ten, onun da İbn Abbâs'tan rivayetlerine göre içlerinde el-Velîd ibnu'l-Muğîra ve Şeybe ibn Rabîa'nın da bulunduğu bir grup Mekkeli Peygamber'e (sas): "Bu davandan vazgeçersen sana mallarımızın yarısını veririz." demişler; Şeybe ibn Rabîa da kzını Peygamber'le (sas) evlendirme va'dinde bulunmuştu. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

Yine İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayete göre de Medîne-i Munevvere'de Yahudiler ve munâfıklar Peygamber'i (sas) davasından dönmezse öldürmekle korkutmuşlar da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[5]

c) Peygamber (sas), Medîne-i Munevvere'ye hicretten sonra; Kurayza, Nadîr ve Kaynukâ' Oğulları yahudilerinin musluman olmalarını arzulardı. Nitekim onlardan bazıları da sırf munâfıklık yapmak için Peygamber’e (sas) tabi olmuş görünmüşlerdi. Peygamber (sas) onları İslâm'a ısındırmak için yumuşak davranır, küçüklerine, büyüklerine ikramda bulunur, yaptıkları küçük hataları görmezden gelir, onların konuşmalarına kulak verir, onları dinlerdi. İşte bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil oldu.[6]

d) Sakîflilerden bir grup hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Bunlar Peygamber’e (sas) gelerek: "Ey Muhammed, bir sene Lât ve Uzzâ'ya tapınmamıza musaade et ki Kureyşliler bizim senin yanındaki derecemizi anlasınlar." deyerek kendilerine putperest olarak bir yıl daha kalmaları için izin istemişlerdi. İşte bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuştur.[7]

Aslında bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebi ister Kureyş'ten, ister Sakîf'ten muşrikler olsun netice birdir; Allah dışında tapındıklarına tapınmaya devam için musamaha ve izin istemekte; bunu pazarlık konusu yapmaktadırlar ki tevhidin her türlü pazarlığın ve her mulâhazanın üstünde olduğu ve böyle bir taleple gelecek herkes hakkında âyetin hukmünün umumu olduğu da açıktır.[8]

4. Allah bir kişi içinde iki kalb yaratmadı. Kendilerine (bana annemin sırtı gibisin deyerek) zıhâr yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz kılmadı. Nitekim evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız kılmamıştır. Bunlar, sizin dilinize doladığınız sizin sözlerinizdir. Allah ise Hakkı söyler ve O, dosdoğru Hak yola iletir.

a) Kabûs ibn Ebî Zabyân'ın babasından rivayetinde o şöyle demiş: İbn Abbâs'a: "Allah, bir kişi içinde iki kalb yaratmadı." âyet-i kerimesi ile ne kasdediliyor?" diye sorduk. "Allah'ın Rasûlü (sas) bir gün namaz kıldırmaya kalktı, o esnada aklına başka bir şey geldi de onunla birlikte namaza kalkan munâfıklar:" Görmüyor musunuz; Muhammed'in iki kalbi var; birisi sizinle, diğeri de onlarla birlikte." dediler de Allah Teâlâ (cc): "Allah, bir kişi içinde iki kalb yaratmadı." âyet-i kerimesini indirdi.[9]

b) Cemîl ibn Ma'mer el-Fihrî hakkında nazil olmuştur. Hafızası çok kuvvetli, akıllı bir adam olan Cemîl hakkında Kureyş: "Bu kadar şeyi ancak iki kalbi olan birisi ezberleyebilir." derlerdi. Bizzat kendisi de: "Benim iki kalbim var ve her bireriyle Muhammed'in akletmesinden daha iyi aklederim." dermiş. Bedr günü muşrikler bozguna uğradığında bozguna uğrayanlar arasında bu Cemîl ibn Ma'mer de varmış; ayakkabılarının biri ayağında, biri elinde kaçıyormuş. Onu bu halde gören Ebu Sufyân: "Ey Ebu Ma'mer, bu insanların hali nicedir?" diye sormuş, o da: "Bozguna uğradılar." demiş. Ebu Sufyân: "Senin bu halin ne peki; ayakkabılarından biri ayağında biri elinde." diye sormuş da Cemîl: "İkisini de ayağımda hissediyordum." demiş ve insanlar da o gün anlamışlar ki iki kalbi olsa ayakkabısını elinde unutmaz, onu da diğeri gibi ayağına giyerdi.[10]

İbn Ebî Hatim'in Suddî'den rivayetle tahric ettiği bir haberde bu Cemîl ibn Ma'mer ibn Habîb, Fihr Oğullarından değil Cumah Oğullarından (el-Cumahî) olarak geçmektedir.[11]

c) Katâde ise Hasen'in şöyle dediğini naklediyor: Bir adam varmış, "Benim iki nefsim var; birisi emrediyor, diğeri nehyediyor." demiş de âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuş.[12] Burada benim iki nefsim var..." diyen kişinin adı anılmamakla birlikte Cemîl ibn Ma'mer'in söylediğini andırmaktadır.

Taberî, bu iki rivayetten ikincisini yani Cemîl ibn Ma'mer hakkında nazil olduğunu ifade eden rivayeti daha sahih görerek tercihe şayan kabul etmiştir.[13]

d) Bu âyet-i Kerimenin Abdullah ibn Hatal hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[14]

Bu âyet-i kerimenin "Nitekim evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız kılmamıştır." kısmı Zeyd ibn Hârise hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: O, Peygamber'in (sas) yanında idi; onu âzâd etmiş ve kendisine henüz vahy gelmediği dönemde onu oğulluk edinmişti. Peygamber daha sonra, önceden Zeyd'in eşi iken onun boşamasından sonra Zeyneb ile evlenince yahudiler ve munâfıklar: "Muhammed, oğlunun karısı ile evlendi. Halbuki insanlara bunu yasaklıyor." dediler de bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[15]

5. Onları babalarına nisbet ederek çağırın. Allah katında en doğru olanı budur. Eğer babalarını bilmezseniz onlar sizin dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Kalbinizden kasdederek yaptıklarınız dışında hatalarınızda size bir vebal yoktur. Allah Ğafûr, Rahîm olandır.

Vâhidî'nin Saîd ibn Muhammed ibn Ahmed ibn Nuaym kanalıyla Salim ibn Abdullah'tan rivayetinde o şöyle demiştir: Biz, "Onları babalarına nisbet ederek çağırın..." âyet-i kerimesi ininceye kadar Zeyd ibn Hârise'yi ancak Zeyd ibn Muhammed olarak çağırırdık.[16]

6. O Peygamber, mu'minler için kendi öz nefislerinden daha evlâdır. O'nun eşleri ise onların anneleridir. Akrabalar da Allah'ın kitabında birbirlerine diğer mu’minlerden ve muhâcirlerden daha yakındırlar. Şu kadar var ki dostlarınız için herhangi bir iyilikte bulunmanız mustesnadır. Bu, kitabda yazılıdır.

a) Rivayete göre Peygamber (sas), Tebuk Ğazvesine çıkmak istediğinde muslumanlara, bu sefere çıkmalarını emretti. Bazı kimseler: "Annelerimiz ve babalarımızdan izin isteyelim." dediler de bunun üzerine "O Peygamber, mu’minler için kendi öz nefislerinden daha evlâdır." âyet-i kerimesi nazil oldu.[17]

b) Daha önce Nisa Sûresi, âyet: 33'ün nuzûl sebebinde de geçtiği üzere İbn Abbâs'tan "Yeminlerinizin bağladığı kimselere paylarını verin..." (Nisa, 4/33) âyet-i kerimesi hakkında İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette o şöyle diyor: Cahiliye devrinde insanlar "Hangimiz önce ölürse arkada kalan ona mirasçı olacak." diye birbirleriyle antlaşma yaparlardı. Allah Teâlâ (cc) bunun hakkında "Akrabalar Allah'ın kitabında birbirlerine diğer mu’minlerden ve muhâcirlerden daha yakındırlar. Şu kadar var ki dostlarınız için herhangi bir iyilikte bulunmanız mustesnadır. Bu, kitabda yazılıdır." âyetini indirdi.[18]

9. Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti de Biz, onların üzerine rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınıza Basîr'dir.

10. Hani onlar size hem üstünüzden, hem de altınızdan gelmişlerdi ve hani korkudan gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti ve siz, Allah hakkında çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.

11. İşte orada mu’minler imtihan edilmiş ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmışlardı.

Bu âyet-i kerimeler Ahzâb, yani Hendek Muharebesi hakkında nazil olan âyet-i kerimelerdendir. Şöyle ki:

Beyhakî'nin Delâil'de Huzeyfe'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Ahzâb (Hendek Ğazvesi) günü olan halimizi sanki şimdi görür gibiyim: Biz oturarak saf tutmuştuk. Karşımızda Ebu Sufyân ve beraberindekiler üstümüzde, Kurayza Oğulları da altımızda idiler. Kökümüzü keseceklerinden korkuyorduk. O gece kadar karanlık ve o geceki rüzgâr kadar şiddetli bir rüzgâr görmedik. Saflarımızdan evleri açık ve tehlikede olmadığı halde "Evlerimiz düşman baskınına açık." deyip Peygamber'den (sas) izin isteyerek ayrılanlar yanında aradan sessizce sıvışanlar da vardı. Birer birer Peygamber’in (sas) karşısına geçtik. Sonunda sıra bana geldi ve Allah'ın Rasûlü (sas) bana: "Kavmin (düşman ordusunun) haberini, ne halde oldukları bilgisini bana getir." buyurdu. Ben de düşman ordugâhına gittim. Bir de baktım ki ordugâhlarında şiddetli bir rüzgâr herşeyi altüst etmiş, göçlerinin ve örtülerinin üzerinde taşların sesleri geliyor, kimse yerinden bir karış bile kımıldayamıyor, rüzgâr hepsini vurmuş ve herkes birbirine: "Göç, göç!" diye bağrışıyorlar. Geri döndüm ve bu perişan hallerini Peygamber’e (sas) haber verdim ve işte bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu "Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti de Biz, onların üzerine rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik..." âyet-i kerimesini indirdi.[19]

12. Hatırla o zamanı ki munâfıklar ve kalblerinde bir hastalık bulunanlar "Allah ve Rasûlü'nün bize va’dettikleri boş bir aldatmadan başka bir şey değilmiş." diyorlardı.

Âli İmrân 3/26 âyetinin nuzûl sebebi olarak yerinde anlatmış olduğumuz şu hâdisenin aynı zamanda bu âyet-i kerimenin de nuzûl sebebi olduğu rivayet edilmektedir. Şöyle ki:

Taberî'nin tefsirinde İbn Beşşâr kanalıyla Amr ibnu’l-Avf el-Muzenî'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sas) Ahzâb Ğazvesi (Hendek Savaşı) senesi hendeği çizdi: Harise Oğulları tarafından Ecmu'ş-Şeyhayn'den Mezâz'a kadar hendek kazılacaktı. Sonra her on kişiye 40 kulaç olmak üzere kazma işini taksim etti. Selmân el-Fârisî'nin hangi grupta olacağında Muhâcirin ve Ensâr ihtilâf ettiler. Selmân güçlü kuvvetli birisiydi ve Muhâcirin "Selmân bizdendir." diyor, Ensâr: "Selmân bizdendir." diyorlardı. Peygamber (sas): "Selmân bizden, ehl-i beyttendir." buyurdu. Amr ibn Avf der ki: Ben, Selmân, Huzeyfe ibnu'l-Yemân, Nu'mân ibn Mukrin el-Muzenî ve Ensâr'dan dört kişi birlikte bir kırk kulacı kazıyorduk. Üç katın altında kazmaya devam ederken Allah hendeğin içinden karşımıza beyaz, çakmaktaşından bir kaya çıkardı. Külünklerimizi kırdı, biz onu kıramadık. "Ey Selmân, Allah'ın Rasûlü'ne (sas) çık, bu kayanın durumunu ona haber ver. Hendeğin yolunu mu değiştirelim, yoksa ne yapmamızı emreder? Biz, hendeğin çizgisini değiştirmek istemiyoruz." dedik. Selmân, Peygamber’e (sas) çıktı, Efendimiz üzerine bir gölgelik kurmakla meşgul imiş. "Ey Allah'ın elçisi, babamız anamız sana feda olsun, hendeğin içinden beyaz çakmaktaşından bir kaya çıktı, külünklerimizi kırdı, biz onu kıramadık. Küçük veya büyük bir parça bile koparamadık. Bize o konuda emrin nedir? Doğrusu biz hendek için çizmiş olduğun çizgiden çıkmak istemedik." dedi. Allah'ın Rasûlü, Selmân'la birlikte hendeğe indi, biz dokuz kişi hendeğin ucunda onlara bakıyorduk. Efendimiz (sas) Selmân'dan kazmayı aldılar ve kayaya öyle bir vurdular ki ondan bir şimşek çaktı sanki karanlık bir evin ortasındaki bir lamba gibi Medîne vadisini aydınlattı. Allah'ın Rasûlü (sas) bir fetih tekbiri getirdi, muslumanlar da peşinden tekbir getirdiler. Sonra Rasûlullah (sas) kayaya ikinci kere vurdu. Kazmanın kayaya çarpmasıyla yine bir şimşek çaktı ki sanki karanlık bir evdeki lamba gibi Medîne vadisini aydınlattı. Rasûlullah (sas) bir fetih tekbiri getirdi, muslumanlar da peşinden tekbir getirdiler. Sonra Allah'ın Rasûlü (sas) üçüncü kez kayaya vurdu ve onu kırdı, ondan yine bir şimşek çakıp Medîne vadisini aydınlattı, sanki karanlık bir evin ortasındaki bir lamba gibi. Allah'ın Rasûlü (sas) yine bir fetih tekbiri getirdi. Sonra Selmân'ın elinden tutarak hendekten çıktı. Selmân: "Ey Allah'ın elçisi, anam babam sana feda olsun, şimdiye kadar hiç görmediğim bir şey gördüm." dedi. Allah'ın Rasûlü (sas) kavme döndü ve: "Selmân'ın söylediğini siz de gördünüz mü?" diye sordu, "Anamız babamız sana feda olsun ey Allah'ın elçisi, gördük ki kayaya vurdun, ondan dalga gibi bir şimşek çaktı, senin tekbir getirdiğini görünce biz de tekbir getirdik, bundan başka bir şey de görmedik." dediler. Allah'ın Rasûlü (sas): "Doğru söylediniz. İlk vuruşumda gördüğünüz şimşek çaktı ve bana Hîre saraylarını ve Kisrâ'nın Medâin'ini aydınlattı. Onlar sanki köpek dişleri gibiydiler. Cibrîl bana haber verdi ki ummetim onlara ğâlib gelecek. Sonra ikinci vuruşumda gördüğünüz şimşek çaktı ve bana Rum ülkesindeki kırmızı sarayları aydınlattı. Köpek dişleri gibiydiler. Cibrîl bana haber verdi ki ummetim onlara ğâlib gelecek ve onları ele geçirecek. Sonra üçüncü vuruşumda gördüğünüz şimşek çaktı ve bana San'â saraylarını aydınlattı. Sanki köpek dişleri gibiydiler. Cibrîl bana haber verdi ki ummetim onları ele geçirecek. "Müjdeler olsun, Allah onları zafere ulaştıracak, müjdeler olsun, Allah onları zafere ulaştıracak." dedi, buyurdu. Muslumanlar bu müjdeye sevindiler ve: "'Dosdoğru, gerçek bir va'd ile bize va'dde bulunan, bu kuşatmadan sonra bize zaferi va'deden Allah'a hamdolsun." dediler. Medîne'yi kuşatan ahzâb bozulup gidince muslumanlar: "Bu, Allah'ın ve Rasûlü'nün va'dettiğidir..." dediler. Munâfıklar da: "Hiç şaşmıyor musunuz? Size hikâye anlatıyor, sizi olmayacak umutlara sevk ediyor, size bâtıl va'dlerde bulunuyor. Size Yesrib'den Hîre saraylarını, Kisrâ'nın şehirlerini gördüğünü ve siz korkudan hendek kazar, yüz yüze savaşmaya güç yetiremezken sizin bunları fethedeceğinizi haber veriyor." dediler de "Hatırla o zamanı ki munâfıklar ve kalblerinde hastalık olanlar: Allah ve Rasûlü'nün bize va'dettikleri boş bir aldatmadan ibaretmiş, diyorlardı." ve "De ki: Ey hukumranlığın sahibi olan Allah’ım..." (Âli İmrân, 3/26) âyetleri nazil oldu.[20]

Cuveybir'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre "Allah ve Rasûlü'nün size va'dettikleri bir aldatmadan ibaret." diyen munâfık Muattib ibn Kuşeyr'dir. İbn İshâk ve Beyhakî'nin Urve ibnu'z-Zubeyr ve Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî ve başkalarından rivayetlerine göre Muattib ibn Kuşeyr: "Bizden birisi tuvalete bile gitmeye korkar haldeyken Muhammed, Kisrâ ve Kayser'in hazinelerini yiyeceğini zannediyor." demiştir.[21] Kurtubî, bu sözleri söyleyenlerin Muattib ibn Kuşeyr, Tu'me ibn Ubeyrık ve onlarla birlik olan 70 kadar kişi olduğunu söyler.[22]

Hani onlardan bir grup demişti ki: "Ey Medîne halkı, sizin için tutunacak bir yer yok. Artık geri dönün." İçlerinden bir grup da Peygamber'den izin isteyerek diyorlardı ki: "Evlerimiz düşmana açıktır." Halbuki evleri açık değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı.

Yezîd ibn Rûmân'dan rivayete göre "Ey Medîne halkı, sizin için tutunacak bir yer yok. Artık geri dönün." diyen Evs ibn Kayzî ve kavminden onun görüşünde olanlardır. "Peygamber'den izin isteyerek: "Evlerimiz düşmana açıktır." diyenler ise İbn Abbâs'tan rivayete göre Harise Oğullarıdır.[23]

Suyûtî ise "Evlerimiz düşmana açıktır." diyenlerin Evs ibn Kayzî ve kavminden bir grup olduğunu söyler.[24]

15. Andolsun ki onlar, daha önceden "Sırt çevirip kaçmayacaklarına" dair Allah'a söz vermişlerdi. Ve Allah 'a verilen ahid elbette mutlaka sorulacaktır.

Yine Yezîd ibn Rûmân'dan rivayete göre bunlar da Harise Oğullarıdır. Uhud günü Seleme Oğulları bozulduğunda Harise Oğulları da onlarla birlikte bozulmuşlar; daha sonra da: "Bir daha asla böyle bir duruma düşmeyeceklerine dair Allah'a söz vermişlerdi. İşte bu âyet-i kerimede Allah Teâlâ (cc), o verdikleri sözü onlara hatırlatmaktadır.[25]

18. Doğrusu Allah, içinizden sizi alıkoyanları ve kardeşlerine: "Bize gelin. " diyenleri bilir. Bunlar savaşa pek az iştirak ediyorlardı.

İbn Zeyd'den rivayette o şöyle anlatıyor: Hendek Savaşı günlerinden birinde ashabdan birisi Rasûlullah'ın (sas) yanından ayrılıp evine geldiğinde kardeşini, önünde kızarmış et, ekmek ve şıra olduğu halde karnını doyurur halde bulmuştu. Ona: "Sen bu halde kızarmış et, ekmek, şıra ilesin; Allah'ın Rasulü ise mızraklar, kılıçlar arasında. Utanmıyor musun?" demiş. O kardeşi de: "Sen de bizim yanımıza gel. Sen ve arkadaşının başına gelenler gelmiş. Artık yapacağınız bir şey yok. Allah'a yemin olsun ki Muhammed bu işin hakkından gelemeyecek!" demiş. Rasûlullah'ın yanından dönen sahabi de: "Allah'a yemin olsun ki yalan söyledin." demiş. O evde oturan kişi onun ana baba bir kardeşi imiş. "Vallahi şimdi gidip Rasûlullah'a (sas) şu söylediklerini haber vereceğim." demiş ve onun yanından ayrılıp Rasûlullah'ın (sas) yanına gelmiş. Bir de bakmış ki Cibrîl ondan önce gelmiş, onun haberini ve bu "Doğrusu Allah, içinizden sizi alıkoyanları ve kardeşlerine: "Bize gelin." diyenleri bilir. Bunlar savaşa pek az iştirak ediyorlardı." âyet-i kerimesini getirmiş.[26]

23. Mu'minler içinde Allah'a verdiği sözde sadâkat gösteren nice erler var. İşte onlardan kimi adağını ödedi, kimi de bunu bekliyor. Onlar hiçbir şekilde (ahidlerini) değiştirmediler.

İmam Buhârî'nin Muhammed ibn Saîd el-Huzâî kanalıyla Enes ibn Mâ-lik'ten rivayetinde o şöyle anlatıyor: Amcam Enes ibnu'n-Nadr Bedr Ğazvesinde bulunmamış ve bu ona çok ağır gelmişti. "Ey Allah'ın elçisi, muşriklerle savaştığın ilk savaşta bulunmadım. Allah eğer muşriklerle bir savaşta beni bulundurursa Allah benim neler yapacağımı görecektir.'' demişti. Uhud günü muslumanlar açılıp ric'at ettiklerinde ric'at eden muslumanları kasdederek "Ey Allah’ım, şunların yaptıklarından dolayı senden özür diliyorum."; muşrikleri kasdederek de: "Ey Allah’ım, şunların yaptıklarından da berîyim, uzağım." demiş ve düşmana doğru ilerlemiş. O sırada Sa'd ibn Muâz ile karşılaşmış ve ona: "Ey Sa'd, nereye? Cennete, Nadr'ın Rabbına yemin ederim ki uhud önlerinde cennetin kokusunu alıyorum." demiş, savaşa dalmış ve öldürülünceye kadar savaşmış. Sa'd der ki: Ey Allah'ın elçisi, onun yaptığını ben yapamadım. Enes anlatmaya devam eder: Onu bulduğumuzda gördük ki üzerinde kılıç, mızrak ve ok yarası olarak seksenden fazla yara vardı ve muşrikler onun ölüsüne de işkence yapmışlardı. Onu bulduğumuzda tanınmayacak haldeydi, kız kardeşi Rubeyyi' bintu'n-Nadr onu parmak uçlarından tanıdı. Biz bu âyet-i kerimenin o ve onun gibiler hakkında nazil olduğunu biliyoruz. [27]

Ebu Davud et-Tayâlisî'nin kendi senediyle Enes ibn Mâlik'ten rivayetinde o şöyle anlatıyor: Dayım Enes ibnu'n-Nadr geldi. -Bana onun adını koymuşlar.- Allah'ın Rasûlü (sas) ile Bedr'e katılamamıştı ve "Rasûlullâh'ın bulunduğu ilk ğazvede bulunamadım. Ama Allah'a yemin olsun, bundan sonra Allah bana bir ğazve gösterirse muhakkak Allah o ğazvede neler yapacağımı görecek!" derdi. Bir sonraki sene Uhud Ğazvesi olunca o ğazvede bulundu ve muslumanlar bozulduğunda Sa'd ibn Muâz'ın geri çekildiğini gördü de ona: "Ey Ebu Arar, nereye? Vay o cennetin kokusuna! Onu Uhud önünde buluyorum." deyip vuruşmaya daldı ve şehid edilinceye kadar vuruştu. Ölüler arasında bulunduğunda üzerinde seksenden fazla kılıç, mızrak, ok yarası vardı. Kız kardeşi Nadr kızı Rubeyyi': "Onu ancak parmak uçlarından tanıyabildim. O kadar güzel parmak uçları vardı ki." demiştir. "Mu’minler içinde Allah'a verdiği sözde sadâkat gösteren nice erler var. İşte onlardan kimi adağını ödedi..." âyeti nazil olmuş da. Enes demiştir ki: Biz bu âyeti onun hakkında indi olarak biliyoruz.[28]

Taberî'nin de Enes ibn Mâlik'ten rivayetinde bu Enes ibnu'n-Nadr'ın bozulanlar içindeki Sa'd ibn Muâz ile konuştuğunda: "Ey Allah’ım, Bu muşriklerin yaptıklarından beri olduğum gibi şunların da (bozulan muslumanları kasdediyor) yaptıklarından sana özür diliyorum." deyip savaşa daldığı ayrıntısına yer verilmiştir.[29]

Haberi küçük farklarla Tirmizî de Enes ibn Mâlik'ten rivayetle tahric eder.[30] Vâhidî'nin Ebu İshâk Ahmed ibn Muhammed kanalıyla Enes ibn Mâlik'ten rivayetinde bu amcasının ismi Enes ibnu'n-Nadîr olarak verilmiş, yine onun başka bir rivayetinde de Enes ibn Mudar denilmiştir.[31]

Buhârî de yine Enes ibn Mâlik'ten rivayetle, hadiseyi anlatmaksızın sadece âyet-i kerimenin Enes ibnu'n-Nadr hakkında nazil olduğunu belirtmekle yetinmiştir.[32]

Uhud'da şehid edilen Mus'ab ibn Umeyr ve arkadaşları hakkında nazil olduğu da söylenir.[33]

Keşşafta ise daha farklı bir nuzûl sebebi zikredilir: Sahabeden bazıları: "Rasûlullah (sas) ile beraber bir harbde bulunacak olurlarsa mutlaka sebat etmeyi ve şehid oluncaya kadar savaşmayı adamışlardı. Bunlar Osman ibn Affân, Talha ibn Ubeydullah, Saîd ibn Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl, Hamza, Mus'ab ibn Umeyr ve başkalarıdır. İşte bu âyet-i kerime onların bu adakları üzerine nazil olmuştur.[34]

28. Ey Peygamber, hanımlarına söyle: "Eğer dunya hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim.

29. Yok eğer Allah'ı, Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, muhakkak ki Allah, içinizden ihsan sahibi olan kadınlara büyük mukâfat hazırlamıştır.

Bu âyet-i kerimenin nuzûlüne sebeb olan hadise Sîret-i Nebeviyyede İlâ Hadisesi olarak meşhur olmuştur. Meşhur rivayetlere göre Kurayza ve Nadîr Oğulları Ğazvelerinden sonra Peygamber hanımlarının (veya bazılarının) bazı dunyalık isteklerinden (veya birbirlerini kıskanmalarından) bunalarak onlardan ayrılmış, bir ay (veya 29 gün) onlara varmayacağına yemin etmişti. İşte bu sürenin sonunda bu âyet-i kerime nazil olmuştur.

İbn Sa'd'ın anlattığına göre Peygamber'in hanımları özellikle Kurayza ve Nadîr yahudilerinden ele geçirilen ğanimetleri görünce ve Kisrâ ve Kayserlerin hanımları, kızları ve çevrelerinin yaşantıları hakkında bilgi sahibi olduktan sonra Peygamber'in çevresine oturup: "Ey Allah'ın elçisi, Kisrâ ve Kayserlerin kızları süsler, takılar, cariyeler ve hizmetçiler arasında refah içinde yaşıyorlar. Biz ise gördüğün yoksulluk ve sıkıntı içinde yaşıyoruz." gibi sözler edip daha çok dunya geçimliği isteyip kendilerine, kralların hanımlarına ve kızlarına yaptığı muamele ile muaşerette bulunması imasında bulunarak onun kalbine elem verdiler.[35] Hicretin dokuzuncu senesi meydana gelen bu hadise, siyer, tarih, tefsir kitaplarında ve hadis mecmualarında geniş olarak yer almaktadır. Şöyle ki:

Buhârî'nin kendi senediyle İbn Abbâs'tan rivayetle tahricinde o şöyle anlatıyor: Umer ibnu’l-Hattâb'a, Allah Teâlâ'nın (cc) haklarında "Eğer ikiniz Allah'a tevbe ederseniz (ne alâ, elbette iyi olur). Çünkü kalbleriniz sapmıştı." (Tahrîm, 66/4) buyurduğu eşlerinin kim olduğunu sormayı çok istiyordum. Bir sene onunla birlikte hacca gitmiştim. Def’i hâcet için yoldan saptı, ben de elimde bir matara ile onu takip ettim. Biraz ilerde ihtiyacını görüp döndü, ben elimdeki mataradan su döktüm, abdest aldı. Ben bu fırsatı değerlendirmek üzere: "Ey Mu’minlerin emiri, Alah Tealâ'nın, Peygamber’in (sas), haklarında "Eğer ikiniz Allah'a tevbe ederseniz (ne alâ, elbette iyi olur). Çünkü kalbleriniz sapmıştı." buyurduğu iki hanımı kimlerdi?" diye sordum. Sana şaştım doğrusu ey İbn Abbâs; onlar Aişe ve Hafsa idiler." deyip hadiseyi anlatmaya başladı ve dedi ki: Medîne yakınlarındaki Umeyye ibn Zeyd Oğullarından bir komşumla Peygamber’in (sas) meclisinde nöbetleşe bulunurduk. Bir gün ben Peygamber’in (sas) meclisinde bulunur; o gün olanları komşuma anlatırdım, bir gün de o bulunur ve o gün olanları bana anlatırdı.

Biz Kureyşliler kadınlara hâkim insanlardık. Medîne'ye geldiğimizde gördük ki Ensâr kadınları erkeklerine hakimdiler. Bunu gören bizim kadınlarımız da onları örnek alarak bize diklenmeye ve bizden olmayacak şeyler istemeye başladılar. Bir gün eşime bağırmıştım. Baktım bana cevab veriyor. Bana cevab vermesi hoşuma gitmedi ve bunu belli ettim de: "Sana böyle cevab vermemi neden ğarib karşılıyorsun Allah'a yemin olsun ki Peygamber'in hanımları da O'na cevab veriyorlar. Hattâ bundan daha ileri gidip birisi geceye kadar ondan ayrılıyor, onu yalnız bırakıyor" dedi. Doğrusu bu beni ürküttü ve: "Onlardan her kim bunu yapmışsa en büyük kayıbla kaybetmiş, büyük bir günah işlemiştir." dedim, sonra elbisemi toplayıp (hemen toparlanıp) kızım Hafsa'nın yanına girdim ve ona: "Sizden biri Peygamber’in (sas) kızmasına karşılık verip bütün gün geceye kadar onu terkediyor mu?" dedim. O: "Evet." dedi. Ben: "O halde kaybetmiş, husrana uğramıştır. Allah'ın, Rasûlü'nü öfkelendirdiğinden dolayı ona ğazâb etmesinden ve bu ğazâbla helâk olmaktan nasıl emin olur? Bundan korkmaz mı? Sakın sen Rasûlullah'a çok söz söyleme, ondan çok şey isteme, ona hiçbir şekilde karşılık verme ve onu terk etme. Eğer bir ihtiyacın olursa gel, benden iste. Komşunun Aişe'yi kasdediyor- senden daha güzel ve Rasûlullah'a daha sevgili olması da seni aldatmasın." dedim.

O günlerde Ğassânîlerin bizimle savaşa hazırlandıklarını haber almıştık. Bir gün komşum Mescid-i Nebevî'ye indi. O gün onun nöbetiydi. Akşam döndüğünde kapımı şiddetle vurup: "Uykuda mısın?" diye seslenince korktum ve yanına çıktım. "Büyük bir şey oldu." dedi. Ben: "Ne ola ki? Ğassânîler mi geldiler?" diye sordum. "Hayır, ondan daha büyük, daha uzun bir şey oldu. Allah'ın Rasûlü hanımlarını boşadı." dedi. Ben: "Öyleyse Hafsa bütün bütüne kaybetti, husrana uğradı." dedim. Zannettim ki Peygamber (sas) hanımlarını neredeyse boşadı boşayacak. Hemen toparlandım, sabahleyin de sabah namazına Mescid-i Nebevî'ye gittim ve sabah namazını Rasûl-i Ekremle birlikte kıldım. O, odasına girdi, yalnız başına oturdu. Ben de kızım Hafsa'nın yanına girdim ve gördüm ki ağlıyor. "Seni ağlatan nedir? Ben seni uyarmamış mıydım? Allah'ın Rasûlü sizleri boşadı mı?" dedim. "Bilmiyorum, işte şuradaki odasında yalnız başına oturuyor." dedi. Hafsa'nın odasından çıktım, minberin yanına geldim. Baktım orada bir grup oturuyor, bazısı da ağlıyor, yanlarında biraz oturdum, sonra dayanamayıp kalktım ve Rasûlullah'ın yalnız başına oturduğu odaya geldim. Kapıdaki siyah hizmetçisine: "Umer'in girmesi için Rasûlullah'tan izin iste." dedim. Odaya girdi, Rasûlullah ile konuştu, sonra çıktı ve: "Rasûlullah'a seni söyledim, girmek için izin istediğini söyledim, sustu, cevab vermedi." dedi. Mescid'e minberin yanında oturan grubun yanına döndüm, biraz daha onlarla oturdum, sonra dayanamayıp yine kalktım, hizmetçiye geldim ve: "Umer’in yanına girmesi için O'ndan izin iste." dedim. Yine birinci seferdeki gibi oldu, döndüm minberin yanındaki grubun yanına gittim, onların yanında bir süre oturdum ama yine merakım ğalebe çaldı ve hizmetçiye geldim: "Umer için izin iste." dedim, yine bir önceki gibi oldu, dönüp giderken bir de baktım hizmetçi beni çağırıyor. "Allah'ın Rasûlü girmen için izin verdi." dedi. Rasûl-i Ekrem'in yanına girdim ve baktım ki bir hasırın kumları üzerine hafifçe uzanmış, hasırın üzerinde yatak yok ve kumlar mubarek bedeninde iz yapmış, içine lif doldurulmuş deriden bir yastığa dayanmış halde duruyor. Ben selâm verdim, ayakta durarak: "Ey Allah'ın elçisi, hanımlarını boşadın mı?" diye sordum, gözlerini bana çevirdi ve "Hayır." diye cevab verdi. Ben halâ ayakta duruyordum. Biraz seninle oturabilir miyim ey Allah'ın elçisi?" dedim ve konuşmaya devam ettim: "Beni bir görseydin, biz Kureyşliler kadınlara hakim kimselerdik. Biz öyle bir kavmin bulunduğu yere geldik ki kadınlar erkeklerine hakim olmuşlar." dedim. Rasûl-i Ekrem tebessum ettiler. Sonra ben şöyle devam ettim: "Beni bir görseydin, Hafsa'nın yanına girdim ve ona, Aişe'yi kasdederek: "Komşunun senden daha güzel olması, Peygamber'e senden daha sevgili olması seni aldatmasın." Rasûlullah tekrar tebessum ettiler. Ondaki bu tebessumleri görünce yanına oturdum, sonra bulunduğu odaya şöyle bir göz gezdirdim. Odada üç deri parçasından başka hiçbir şey yoktu. "Allah'a dua et de ummetinin rızkını genişletsin. Allah'a kulluk etmemelerine rağmen Allah Rumlara ve İranlılara bol bol rızık vermiş." dedim. Dayanır halde iken doğruldu ve: "Bir şubhen mi var ey Hattab'ın oğlu? Onlar, hasenatı dunya hayatında kendilerine çabucak verilmiş (âhirete bir şey kalmamış) olan bir kavimdir." buyurdular. Ben yaptığım hatayı fark edip: "Ey Allah'ın elçisi, benim için istiğfarda bulun." dedim.

Allah'ın Rasûlü, eşi Hafsa'nın, Aişe'ye o söylemiş olduğu bir sözü ifşa' etmesi üzerine kadınlarından ayrılmış ve kızgınlığının şiddetinden: "Onların yanına bir ay süreyle girmeyeceğim." demişti. Allah Teâlâ (cc) bu yüzden ona itâbda bulunduğu zaman 29 gün geçmişti ki Aişe'nin yanına girdi ve Allah ve Rasûlü ile dunyalık arasında muhayyer olduklarını bildirmeye onunla başladı. Aişe der ki: "Bizim yanımıza bir ay girmeyeceğine yemin etmiştin. Biz sabahladığımızda ben teker teker saydım 29 gece geçti." dedim. Rasûl-i Ekrem: "Ay 29'dur. buyurdu. Gerçekten de o ay 29 çekmişti. Aişe anlatmaya şöyle devam eder: İşte bunun üzerine "Muhayyerlik âyeti" nazil oldu da Allah'ın Rasûlü ilk olarak benimle başladı: "Sana bir durumu zikredeceğim. Anne ve babanla istişâre etmeden bana hemen cevab vermen gerekmez." buyurdu. Aişe der ki: Annemin ve babamın ondan ayrılmamı emretmeyeceğini çok iyi biliyordu. Sonra şöyle dedi: Allah Teâlâ (cc) buyurdu ki: "Ey Peygamber, hanımlarına söyle: "Eğer dunya hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim. Yok eğer Allah'ı, Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, muhakkak ki Allah, içinizden ihsan sahibi olan kadınlara büyük mukâfat hazırlamıştır." Ben: "Bunun için mi annem ve babamla istişare edeceğim? Ben Allah'ı, Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu istiyorum." dedim. Sonra diğer hanımlarına muhayyer olduklarını bildirdi, onlar da Aişe'nin söylediği gibi söylediler.[36]

Yine Buhârî'nin Enes'den rivayetle tahric ettiği başka bir rivayette Peygamber’in (sas) hanımlarından îlâ yaptığı, Umer ibnu’l-Hattâb'ın: "Ey Allah'ın elçisi, hanımlarını boşadın mı?" sorusuna: "Hayır, boşamadım, fakat bir ay onlardan îlâ yaptım (Yanlarına bir ay süreyle girmeyeceğime yemin ettim." buyurdukları ayrıntısına yer verilmiştir.[37]

Peygamber (sas) hanımlarından îlâ yapıp ayrıldığında Umer ibnu’l-Hattâb Mescid-i Nebevîye girmiş ve insanların "Allah'ın Rasûlü hanımlarını boşadı." dediklerini duymuş. Hemen Peygamber’in (sas) yanına girmiş ve ona: "Hanımlarını boşadın mı?" diye sormuş, O'nun: "Hayır." cevabı üzerine dışarı çıkmış ve: "Uyanık olun, gözünüzü açın! Allah'ın Rasûlü kadınlarını boşamadı!." diye nidâ etmiş ve bunun üzerine "Kendilerine güven ve korkuya dair bir haber geldiğinde onu yayarlar. Halbuki o haberi O Rasûl'e ve kendilerinden olan ulu’l-emre götürselerdi onlar ondan ne gibi bir netice çıkaracaklarını bilirlerdi." (Nisa, 4/83) âyet-i kerimesi nazil olmuştur.[38] Hadise, îlâ hadisinde Muslim tarafından Umer ibnu’l-Hattâb'den rivayetle tahric olunmakla birlikte orada bu âyetin nuzûlüne sebeb olduğu kaydı yoktur.[39]

İmam Ahmed ibn Hanbel’in Câbir'den rivayetle tahric ettiği hadiste o şöyle anlatıyor: Ebu Bekr, Rasûlullah'ın (sas) yanına girmek için izin istedi. Halk, Peygamber’in (sas) kapısı önünde oturmuşlardı. Peygamber de (sas) içerde oturuyordu. Ebu Bekr'e girmesi için izin verilmedi. Sonra Umer ibnu’l-Hattâb geldi ve Efendimiz’in (sas) yanına girmek için izin istedi, ona da izin verilmedi. Biraz sonra ikisine izin verildi de Peygamber’in (sas) yanına girdiler. Allah'ın Rasûlü (sas), çevresinde eşleri olmak üzere oturuyordu ve susmuştu, konuşmuyorlardı. Umer ibnu’l-Hattâb der ki: Kendi kendime: "Bir söz etsem de Peygamber'i güldürsem." dedim. Sonra: "Ey Allah'ın elçisi, görüyor musun, Zeyd'in kızı -hanımını kasdediyor- biraz önce benden nafaka istedi, ben de onu dövüp kafasını yardım." dedim. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü, ön dişleri görünecek kadar güldü ve: "İşte şunlar da benim etrafımda oturmuşlar, benden nafaka istiyorlar." buyurdu. Ebu Bekr kalkıp kızı Aişe'yi, Umer ibnu’l-Hattâb de kalkıp kızı Hafsa'yı dövmek istediler. İkisi de: "Peygamber'in sahip olmadığı şeyi ondan istiyorsunuz ha?!" dediler. Rasûlullah (sas) Ebu Bekr ve Umer'i durdurdu. Hanımları dediler ki: "Biz, bu meclisten sonra bir daha Allah'ın Rasûlü'nden, yanında bulunmayan hiçbir şeyi istemeyeceğiz."

Câbir der ki: İşte bunun üzerine Allah Teâlâ (cc), muhayyerlik âyetini indirdi ve Peygamber (sas), Aişe'den başlayarak dedi ki: "Ben, sana bir durumu hatırlatacağım. Ancak annen ve babanla istişare etmeden çabucak cevab vermeni istemem." Aişe: "Neymiş o?" dedi, Peygamber (sas): "Ey Peygamber, eşlerine söyle: Eğer dunya hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım. Yok eğer Allah'ı, Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız muhakkak ki Allah, içinizden ihsan sahibi hanımlara büyük bir mukâfat hazırlamıştır." âyet-i kerimesini okudu.

Aişe dedi ki: "Ben, senin için mi anneme ve babama danışacağım? Hayır, ben, Allah'ı ve Rasûlü'nü tercih ediyorum ve senden, hanımlarından hiçbirine benim tercih ettiğim şeyi söylememeni istiyorum."

Bunun üzerine Peygamber (sas): "Doğrusu Allah Teâlâ (cc) beni zorlayıcı ve sıkıştırıcı olarak göndermemiştir. Eşlerimden hangisi neyi tercih ettiğini söylerse ben de onu kendilerine hemen veririm."[40]

Bu hadis Tirmizî tarafından Aişe'den rivayetle şöyle tahric olunmuştur: Allah'ın Rasûlü eşlerini muhayyer bırakmakla emrolununca benimle başladı ve bana: "Ey Aişe, sana bir işi hatırlatacağım; annene ve babana istişare etmeden hemen çabucak cevab verme." buyurdu. Aişe der ki: Ana babamın, benim kendisinden ayrılmamı emretmeyeceklerini çok iyi biliyordu (onun için annemle ve babamla istişare etmeden cevab verme, dedi). Aişe anlatmaya şöyle devam eder: Sonra: "Allah Teâlâ (cc) buyuruyor ki Ey Peygamber! eşlerine söyle: Eğer dunya hayatı ve süslerini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim... içinizden ihsan sahibi hanımlar için büyük bir mukâfat hazırlamıştır." buyurdu. Ben: "Hangi konuda annem ve babamla istişare edeceğim? Muhakkak ki ben, Allah'ı, Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu istiyorum." dedim. Peygamber'in (sas) diğer eşleri de benim yaptığımı yaptılar. Tirmizî bu hadisin hasen ve sahih olduğunu da ekler.[41]

32. Ey O Peygamber'in hanımları, sizler, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer sakınıyorsanız edalı (işveli) olmayın. Yoksa kalbinde bir hastalık bulunanlar (sizden) kötü şeyler umarlar. Ve hep ma'rûf söz söyleyin.

33. Evlerinizde oturun. İlk cahiliye devrinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin. Ey O Peygamber'in ehl-i beyti, Allah muhakkak ki sizden eksikliği, pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.

34. Evinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti anın, zikredin. Muhakkak ki Allah Latîf, Habîr olandır.

a) İbn Cerîr'in İbn Abbâs ve İkrime'den rivayetlerine göre bu âyet-i kerimeler özellikle Peygamber’in (sas) hanımları hakkında nazil olmuştur.[42]

b) Vâhidî'nin Ebu Bekr el-Hârisî kanalıyla Ebu Saîd'den rivayetine göre o "Ey O Peygamber'in ehl-i beyti, Allah muhakkak ki sizden eksikliği, pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister." âyet-i kerimesinin 5 kişi hakkında; Peygamber (sas), Ali, Fâtıma, Hasan ve Huseyin hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[43] Taberî de bu hadisi Ebu Saîd el-Hudrî'den merfu' olarak rivayet etmiştir.[44]

Ebu Saîd el-Hudrî'nin Ummu'l-Mu’minîn Ummu Seleme'den rivayetinde o şöyle demiştir: Bu âyet-i kerime Rasûlullah benim odamda iken nazil oldu. Ben, odanın kapısı yanında oturuyordum. Bu âyet nazil olduğunda Peygamber’in (sas) yanında Ali, Fâtıma, Hasan ve Huseyin vardı. Ben: "Ben, ey Allah'ın elçisi, ben senin ehl-i beytinden değil miyim?" diye sordum, "Elbette sen de hayırdasın ve sen Allah'ın Rasûlü'nün hanımlarındansın." Buyurdu.[45]

35. Musluman erkeklerle musluman kadınlar, mu’min erkeklerle mu’min kadınlar... işte bunlar için Allah mağfiret ve büyük bir mukâfat hazırlamıştır.

a) İkrime'nin Ummu İmâra el-Ensâriyye'den rivayetine göre o, Peygamber’e (sas) gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi, her şeyin erkekler için olduğunu görüyorum. Kadınların herhangi bir şey için zikredildiklerini ise görmüyorum." demiş ve işte bunun üzerine bu "Musluman erkeklerle musluman kadınlar, mu’min erkeklerle mu’min kadınlar..." âyet-i kerimesi nazil olmuştur.[46]

b) Hâkim, Tirmizî ve Beyhakî'nin Ummu Seleme'den rivayetle tahriclerine göre o: "Ey Allah'ın elçisi, erkekler Ğazveye çıkıyor, ğaza ediyorlar, şehid oluyorlar; biz bunları yapmıyoruz, bize erkeklerin mirasının yarısı veriliyor. Keşke biz de erkek olsaydık." dedi de Allah Teâlâ (cc) bu "Musluman erkeklerle musluman kadınlar, mu’min erkeklerle mu’min kadınlar... işte bunlar için Allah mağfiret ve büyük bir mukâfat hazırlamıştır." âyet-i kerimesini indirdi.[47]

Başka bir rivayette bunun üzerine Allah Teâlâ’nın (cc) "Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin." (Nisa, 4/32) âyet-i kerimesini[48] indirdiği belirtilmektedir. Tirmizî'deki rivayette Ummu Seleme’nin bu sözleri söylemesi üzerine bir de Âli İmrân, 195 âyetinin[49] nazil olduğu da kaydedilmektedir.

c) Mukâtil ibn Hayyân der ki: Kocası Ca’fer ibn Ebî Tâlib ile birlikte Habeşistan'dan dönen Esma bint Umeys, Peygamber’in (sas) hanımlarının yanına gelmiş ve : "Kur'ân'dan bizim hakkımızda herhangi bir şey nazil oldu mu?" diye sormuş, onlar da hayır diye cevab vermişler. Bunun üzerine Peygamber’e (sas) gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi, kadınlar büyük bir kayıb ve husrandadır." demiş. Peygamber (sas): "O da neden?" diye sormuş. Esma: "Hayırda erkeklerin zikredildiği gibi zikredilmiyorlar." demiş de Allah Teâlâ (cc) "Musluman erkeklerle musluman kadınlar, mu’min erkeklerle mu’min kadınlar..." âyet-i kerimesini indirmiş.[50]

d) Katâde der ki: Kur'ân'da Peygamber’in (sas) hanımları zikredilince bazı musluman hanımlar onların yanına geldiler ve: "Kur'ân'da sizler zikrolundunuz ama biz zikrolunmadık. Şayet bizde bir hayır olsaydı bizler de Kur'ân'da zikrolunurduk." dediler de bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) "Musluman erkeklerle musluman kadınlar, mu’min erkeklerle mu’min kadınlar..." âyet-i kerimesini indirdi.[51]

36. Allah ve Rasûlü bir şeye hukmettiği zaman ne mu’min erkekler için, ne de mu'min kadınlar için artık işlerinde bir seçme hakkı olamaz. Kim de Allah'a ve Rasûlü'ne isyan ederse şubhesiz ki apaçık bir şekilde dalâlete düşmüş olur.

a) İbn Abbâs'tan rivayete göre Rasûlullah (sas), halasının kızı olan Zeyneb bint Cahş el-Esediyye'yi evlâtlığı Zeyd ibn Hârise için istemeye gitmiş, yanına girip onu istemiş. Zeyneb: "Hayır, onunla evlenecek değilim." demiş, Rasûlullah (sas) ısrar etmiş, Zeyneb: "Ey Allah'ın elçisi, durumum hakkında bir istişare edeyim." demiş. O sırada Allah Teâlâ (cc), Rasûlü'ne bu "Allah ve Rasûlü bir şeye hukmettiği zaman ne mu’min erkekler için, ne de mu’min kadınlar için artık işlerinde bir seçme hakkı olamaz..." âyet-i kerimesini indirmiş de Zeyneb: "Ey Allah'ın elçisi, benim için koca olarak ona mı razı oldun?" diye sormuş, Peygamber’in (sas) evet cevabı üzerine de: "O halde Allah'a ve Rasûlü'ne elbette karşı duracak değilim, onunla evlenmeye razı oldum." demiş.[52]

İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette Zeyneb'in bu evliliğe razı olmamasının sebebi olarak soyluluğunu gösterdiği "Ben, neseb itibariyle ondan daha hayırlıyım." dediği[53] belirtilmektedir ki Zeyneb, her ne kadar Zeyd ile evlenmeye Peygamber’in (sas) ısrarı ile razı olmuşsa da onunla evli olduğu sürece bu durumu Zeyd'e karşı kullanmaya ve üstünlük iddiasında bulunmaya devam etmiştir.

Katâde'den gelen bir rivayette de Zeyneb bint Cahş'ın önce "Peygamber’in (sas) onu, kendisi için istediğini zannederek kabul ettiği, ancak Zeyd için istediğini anlayınca şiddetle reddettiği, âyet-i kerimenin nuzûlü üzerine de mecburen razı olduğu ayrıntılarına yer verilmiştir.[54]

b) İbn Zeyd'den rivayete göre ise bu âyet-i kerime Ukbe ibn Ebî Muayt'ın kızı Ummu Kulsûm hakkında nazil olmuştur. Peygamber'e kendini hibe etmek istemiş, Peygamber de (sas) onu kendisi için değil evlâtlığı Zeyd ibn Hârise ile evlendirmek istemiş. Hadise hakkında İbn Zeyd şöyle anlatıyor: Bu âyet-i kerime Ukbe ibn Ebî Muayt'ın kızı Ummu Kulsûm hakkında nazil oldu. O, kadınlardan Medîne-i Munevvere'ye ilk hicret edenlerdendi. Kendisini Rasûlullah'a (sas) hibe etmek istemiş; Rasûlullah da (sas) onu kendisi için kabul etmek yerine evlâtlığı Zeyd ibn Hârise için istemişti. Buna hem o, hem de erkek kardeşi karşı çıkarak kızmışlar, "Biz, Rasûlullah'ı kasdetmiş, onunla evlenmesini istemiştik; o da tuttu kölesiyle evlendirmek istedi." demişlerdi. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[55]

37. Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye diyordun ki: "Eşini bırakma ve Allah'tan takvâ üzere ol." Allah'ın açığa vuracağı şeyi de içinde saklıyor, insanlardan korkuyordun. Halbuki en çok Allah'tan korkman gerekirdi. Nihayet Zeyd, onunla bağını kopardıktan sonra onu seninle evlendirdik. Tâ ki evlâtlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevcelerini almakta mu'minler üzerine bir günah olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.

Buhârî'nin Enes ibn Mâlik'ten rivayetle tahricinde "Allah'ın açığa vuracağı şeyi de içinde saklıyordun." âyet-i kerimesi Zeyneb bint Cahş ve Zeyd ibn Hârise'nin durumu hakkında nazil olmuştur.[56]

Daha önce (Nisa Sûresi 23 âyetinin nuzûl sebebinde) geçtiği üzere İbn Cureyc'den rivayette o şöyle demiştir: Atâ'ya "Öz oğullarınızın karıları ile evlenmeniz... haramdır." (Nisa, 4/23) âyetini sordum. Dedi ki: Peygamber (sas) oğulluğu Zeyd ibn Hârise'nin karısı olup da boşadığı Zeyneb bint Cahş ile evlenince Mekke'de muşrikler Efendimiz aleyhinde ileri geri konuşup dedikodu ettiler de Allah Teâlâ (cc) bu "Öz oğullarınızın karıları ile evlenmeniz... haramdır." âyet-i kerimesini ve "Evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız gibi tanımadı." (Ahzâb, 33/4), "Tâ ki evlâtlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevcelerini almakta mu’minler üzerine bir günah olmasın." (Ahzâb, 33/37), "Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzâb, 33/40) âyetlerini indirdi.[57]

Tirmizî'nin Şa'bî'den, onun da Aişe'den rivayetinde o şöyle demiştir: Şayet Muhammed, kendisine gelen vahyden herhangi bir şey gizlemiş olsaydı "Allah'ın emri yerine getirilmiştir."’e kadar olmak üzere "Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye diyordun ki: "Eşini bırakma ve Allah'tan takvâ üzere ol." Allah'ın açığa vuracağı şeyi de içinde saklıyor, insanlardan korkuyordun. Halbuki en çok Allah'tan korkman gerekirdi..." âyetini gizlerdi. Allah'ın Rasûlü (sas) onunla (Zeyneb ile) evlenince "oğlunun eşiyle evlendi." diye kınamaya kalkıştılar da Allah Teâlâ (cc): "Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allah'ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzâb, 33/40) âyet-i kerimesini indirdi. Allah'ın Rasûlü (sas), küçük bir çocukken Zeyd'i evlâtlık edinmiş ve Zeyd büyüyüp adam oluncaya kadar O'nun yanında kalmıştı. "Onları babalarına nisbet ederek çağırın. Bu Allah katında adâlete en yakın olandır. Eğer babalarını bilmiyorsanız onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır..." (Ahzâb, 33/5) âyet-i kerimesi ininceye kadar onu "Zeyd ibn Muhammed" diye çağırırlardı.[58]

Tirmizî'nin kendi senediyle Enes'den rivayetinde de "Allah'ın açığa vuracağı şeyi de içinde saklıyor, insanlardan korkuyordun. Halbuki en çok Allah'tan korkman gerekirdi..." âyet-i kerimesinin Zeyneb bint Cahş hakkında nazil olduğu belirtilmektedir. Buna göre Zeyd, hanımından şikâyet için Peygamber’e (sas) gelmiş, onu boşamaya kalkmış ve boşaması konusunda Peygamber’e (sas) danışmış da Peygamber (sas) ona: "Eşini bırakma ve Allah'tan takvâ üzere ol." buyurmuştu.

Yine Tirmizî'nin konu ile ilgili olarak Enes'den rivayetle tahric ettiği bir habere göre "Nihayet Zeyd, onunla bağını kopardıktan sonra onu seninle evlendirdik." âyet-i kerimesinin Zeyneb bint Cahş hakkında indiğine işaret edildikten sonra Zeyneb'in, Peygamber’in (sas) diğer eşlerine: "Sizi Rasûlullah (sas) ile aileleriniz evlendirdi, halbuki beni yedi kat göğün üstünden Allah evlendirdi." diye övündüğü ayrıntısına da yer verilir.[59]

Tirmizî'nin tahric ettiği bu hadis, İmam Ahmed'in Musned'inde daha bir ayrıntılı olarak yer almaktadır. Şöyle ki:

İmam Ahmed'in Abdullah kanalıyla Enes'den rivayetinde o şöyle anlatıyor; Zeyneb bint Cahş'ın kocası Zeyd'den boşandığında iddeti sona erince Allah'ın Rasûlü (sas) Zeyd'e: "Zeyneb'e git ve onu benim için iste. Benim için senden daha güvenilir emîn birisi yok" buyurdular. Zeyd, Zeyneb'e vardığında hamur yoğurmaktaymış. Zeyd der ki: Onu görünce gözümde büyüdü, ona bakamadım, arkamı döndüm ve: "Ey Zeyneb, sana müjdeler olsun, Allah'ın Rasûlü seni, kendisi için zikretmem, kendisi için sana dünürcü olmam için beni gönderdi." dedim. "Rabbıma danışmadan bir şey yapacak değilim." dedi ve evindeki namaz kılma yerine yöneldi. İşte o sırada Allah'ın Rasûlü'ne (sas) "Nihayet Zeyd, onunla bağını kopardıktan sonra onu seninle evlendirdik..." âyet-i kerimesi nazil olmuş. Rasûlullah bizzat kendisi Zeyneb'e geldi ve izin istemeden yanına girdi. Biz de anladık ki Rasûlullah ile Zeyneb'in düğünü olacak ve Allah'ın Rasûlü (sas) bize ekmek ve et yedirecek. Sonra gerçekten Rasûl-i Ekrem bize düğün yemeği olarak ekmek ve et yedirdi. Yemek yiyenler birer birer çıktılar ama bir takım kimseler yemekten sonra çıkmayıp orada konuşmaya daldılar. Allah'ın Rasûlü onların yanından ayrılıp dışarı çıktı, ben de peşinden. Hanımlarına uğrayıp birer birer onlara selâm verdi. Hanımları da selâmını alarak: "Ey Allah'ın elçisi, yeni hanımını nasıl buldun?" diyorlardı. Sonra Peygamber’in (sas) odasında konuşmaya dalanların oradan ayrılıp gittiklerini ben mi haber verdim, yoksa kendisinin mi haberi oldu hatırlamıyorum. Peygamber yeni eşinin yanına döndü. Ben de peşinden odasına girmek istedim de benimle arasına perdeyi çekti ve o sırada "hicâb âyeti" nazil oldu da Peygamber ashabına daha önce yaptığı gibi va'zu nasihat eyledi ve kendisine inen âyet-i kerimeyi okudu: "Ey O iman edenler, O Peygamber'in evlerine yemeğe çağrılmaksızın ve vakitli vakitsiz girmeyin. Ama davet olunursanız girin ve yemeği yiyince de lafa dalmadan dağılın. Sizin bu haliniz O Peygamber'i üzüyordu, ama size bir şey söylemekten de utanıyordu. Allah ise hakkı söylemekten utanmaz..."[60]

40. Muhammed sizin adamlarınızdan herhangi birisinin babası değildir. O, sadece Allah'ın Rasûlü ve peygamberlerin hâtemidir. Allah her şeye Alîm'dir.

l. Katâde'den rivayete göre o şöyle demiştir: Zeyd hakkında nazil olmuştur ki o, Peygamber’in (sas) oğlu değildir. Vallahi onun erkek çocukları olmuştu. O, Kasım'ın, İbrahim'in, Tayyib'in ve Mutahhir'in babasıdır [61]

2. Kurtubî ise Peygamber (sas), Zeyneb bint Cahş ile evlenince bazı kimselerin: "Muhammed oğlunun hanımı ile evlendi." demeleri üzerine nazil olduğunu söyler.[62] Ancak iki rivayetin de meali birdir.[63]

43. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için rahmetiyle size salât etmekte olan O'dur. Melekleri de size salât ederler ve O, mu'minlere Rahîm olandır.

a) Mucâhid der ki: "Şubhesiz Allah ve Melekleri O Peygamber'e salât ederler. Ey iman edenler siz de O'na salât ve selâmda bulunun." (Ahzâb, 33/56) âyet-i kerimesi nazil olunca Ebu Bekr: "Ey Allah'ın elçisi, Allah sana ne vermiş, bahşetmişse mutlaka bizi de ona ortak etmiştir, demiş ve işte onun bu sözü üzerine bu "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size rahmetiyle salât etmekte olan O'dur..." âyet-i kerimesi nazil olmuş.[64]

b) İbn Abbâs'tan rivayete göre ise sanki "Şubhesiz Allah ve Melekleri O Peygamber'e salât ederler. Ey iman edenler siz de O'na salât ve selâmda bulunun." âyet-i kerimesi nazil olunca ashab-ı kiram serzenişte bulunmuş ve: "Ey Allah'ın elçisi, bu sadece sana mahsus, bize bir şey yok." demişler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş[65] Aslında birinci rivayetteki Ebu Bekr'in sözünde de bir serzeniş ve bir beklenti açık olmasa da sezilmektedir. Dolayısıyla iki rivayet arasında bir zıtlık veya çelişki söz konusu değildir.[66]

47. Mu'minlere, kendileri için Allah'tan büyük bir lutûf olduğunu müjdele.

İbn Abbâs'tan rivayet edildiğine göre "Tâ ki Allah senin, geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın..." âyet-i kerimesi nazil olunca ashab-ı kiramdan bazı kimseler: "Bu sana mubarek olsun ey Allah'ın elçisi; Allah'ın sana ne yapacağını, sana neler bahşedeceğini bildik, öğrendik. Peki bize ne yapacak, bize nasıl davranacak?" dediler de bunun üzerine "Tâ ki mu’min erkeklerle mu’min kadınları altlarından ırmaklar akan ve içinde ebediyyen kalacakları cennetlere koysun ve onların kötülüklerini mağfiret buyursun..." (Fetih, 48/5) âyeti ile bu: "Mu’minlere, kendileri için Allah'tan büyük bir lutûf olduğunu müjdele." âyet-i kerimesi nazil oldu.[67]

50. Ey O Peygamber, Biz, mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ğanimet olarak verdiği cariyelerini, seninle birlikte hicret eden amca kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını ve bir de eğer mu'min bir kadın kendisini Peygamber'e hibe eder de Peygamber de onunla evlenmeyi isterse onu -ki bu mu'minlerden ayrı olarak sadece sana mahsus olmak üzere- senin için helâl kıldık. Sana bir zorluk olmasın diye mu'minlerin eşleri ve cariyeleri hakkında ne hukmettiğimizi bildirdik. Allah Ğafûr, Rahîm olandır.

Tirmizî'nin Abd ibn Humeyd kanalıyla Ummu Hâni bint Abdulmuttalib'den rivayetinde o şöyle demiştir: Rasûlullah (sas) benimle evlenmek istedi, ben de mazeret beyan ederek kabul etmedim ve beni mazur gördü. Sonra Allah Teâlâ (cc) "Ey O Peygamber, Biz, mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ğanimet olarak verdiği cariyelerini, seninle birlikte hicret eden amca kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını ve bir de eğer mu’min bir kadın kendisini Peygamber'e hibe eder de Peygamber de onunla evlenmeyi isterse... helâl kıldık..." âyet-i kerimesini indirdi. Ben, bu âyete göre O'na helâl kılınmamıştım. Çünkü ben, hicret edenlerden değil, "Tuleka"dan idim." Mekke'nin fethi günü musluman olanlara "Tuleka" adı verilmişti ve Ummu Hâni de o gün musluman olanlardandı.[68]

Ayet-i kerimenin "Ve bir de eğer mu’min bir kadın kendisini Peygamber'e hibe eder de Peygamber de onunla evlenmeyi isterse onu -ki bu mu’minlerden ayrı olarak sadece sana mahsus olmak üzere- senin için helâl kıldık." kısmının nuzûl sebebi olarak İbn Sa'd'ın İkrime'den rivayetle tahricinde o şöyle demiştir: Bu âyet-i kerime Ummu Şerîk ed-Devsiyye hakkında nazil oldu. Yine İbn Sa'd'ın Munîr ibn Abdullah ed-Duelî'den rivayetine göre Ummu Şerîk Ğaziyye bint Câbir ibn Hakîm ed-Devsiyye, kendini Peygamber’e (sas) arzederek hibe etmiş; Rasûlullah da (sas) bunu kabul buyurmuştu. Ummu Şerîk güzel bir kadındı ve onu kıskanan Aişe: "Kendini bir erkeğe arzeden ve hibe eden bir kadında elbette hayır yoktur." demişti. Ummu Şerîk der ki: İşte bu âyetteki "Kendini Rasûlullah'a hibe eden kadın." benim ve Allah beni "mu’min olarak adlandırdı ve "ve bir de eğer mu’min bir kadın kendisini Peygamber'e hibe ederse..." buyurdu. İşte bu âyet-i kerimenin nuzûlü üzerine Aişe Peygamber'e (sas): "Görüyorum ki Allah, senin arzunu hemencecik yerine getiriyor." demiş.[69]

51. Onlardan istediğini bırakabilir, istediğini alabilirsin. Bırakmış olduklarından da arzu ettiğini almanda sana bir vebal yoktur. Bu, onların gözü aydın olup üzülmemeleri ve kendilerine verdiğin şeylere razı olmaları için daha elverişlidir. Allah, kalblerinizde olanı bilir. Allah Alîm, Halîm olandır.

Peygamber'in (sas) hanımlarından bir ay ayrılması, yani Îlâ Hadisesi üzerine Efendimiz’in (sas) eşlerini dunyalıkla Allah ve Rasûlü'nü tercih etmekte muhayyer bırakmasını emreden âyet-i kerime nazil olunca Rasûl-i Ekrem'in (sas) eşleri O'nun kendilerini boşayacağından korktular da gelip: "Ey Allah'ın elçisi, bize malından ve nefsinden dilediğini ver de bizi bu halimizde senin eşlerin olarak bırak." dediler ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[70]

Buhârî'nin Aişe'den rivayetinde o şöyle anlatır: Kendisini Peygamber'e (sas) arzederek hibe eden kadınları kıskanır ve: "Bir kadın kendini bir erkeğe nasıl hibe edebilir?" derdim. Allah Teâlâ (cc): "Onlardan istediğini bırakabilir, istediğini alabilirsin..." âyet-i kerimesini indirince ben: "Bakıyorum da Rabbın senin arzunu çabucak yerine getiriyor ve senin hevâ ve hevesin doğrultusunda hemen âyet indiriyor." dedim.[71]

Vâhidî'nin Abdurrahman ibn Abdan kanalıyla Aişe'den rivayetine göre o, Peygamber’in (sas) hanımlarına: "Bir kadın nefsini bir erkeğe (Meselâ Peygamber'e) hibe etmekten utanmaz mı?" derdim. Bunun üzerine Allah Teâlâ (cc): "Onlardan istediğini bırakabilir, istediğini alabilirsin..." âyet-i kerimesini indirdi. Ben de: "Bakıyorum Rabbın senin arzunu hemen yerine getiriyor, çabucak senin hevâna uygun âyet indiriyor." dedim. Bu hadisi Buhârî ve Muslim de rivayet etmişlerdir.[72]

52. Bundan sonra artık sana (başka) kadınlarla evlenmek ve güzellikleri hoşuna gitse de cariyelerin dışında hiçbirini başka bir eşle değiştirmek helâl değildir. Allah her şeyi murâkabe edendir.

İbn Sa'd'ın İkrime'den rivayetine göre Peygamber (sas), İlâ Hadisesinde kadınlarını dunyalıkla Allah, Rasûlü ve âhiret hayatının zenginlikleri arasında muhayyer bırakmasını emreden âyet-i kerimenin nuzûlüyle onları muhayyer bırakıp onlar da Allah'ı Rasûlü'nü ve âhiret yurdunun zenginliklerini tercih edince Allah Teâlâ (cc) bu: "Bundan sonra artık sana (başka) kadınlarla evlenmek ve güzellikleri hoşuna gitse de cariyelerin dışında hiçbirini başka bir eşle değiştirmek helâl değildir." âyet-i kerimesini indirdi.[73] Ancak Allah Teâlâ (cc), daha sonra ve Peygamber’in (sas) vefatından önce bu yasağı kaldırmasına rağmen Allah'ın Rasûlü (sas), muhayyer bıraktığında Allah'ı ve Rasûlü'nü tercih eden hanımlarından başka bir kadınla evlenmemiştir.[74]

Ayet-i kerimenin "güzellikleri hoşuna gitse de cariyelerin dışında hiçbirini başka bir eşle değiştirmek helâl değildir..." kısmının nuzûl sebebinde İbn Abbâs: "Esma bint Umeys hakkında nazil oldu. Kocası Ca'fer ibn Ebî Tâlib vefat ettiğinde Peygamber (sas) onunla evlenmek istedi de bu âyet-i kerime nazil oldu." demişse de Kurtubî bu rivayetin zayıf olduğunu kaydeder.[75]

53. Ey iman edenler, o Peygamber'in evlerine yemeğe çağrılmaksızın ve vakitli vakitsiz girmeyin. Ama davet olunduğunuz vakit girin ve yemeği yiyince de lafa dalmadan dağılın. Bu haliniz o Peygamber'e eziyet veriyordu, o da size bir şey söylemekten utanıyordu. Allah ise hakkı söylemekten utanıp çekinmez. O Peygamber'in eşlerinden bir eşya istediğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu, sizin kalbleriniz için de, onların kalbleri için de en temiz olandır. Allah'ın Rasûlü'ne eziyet vermeniz ve O'ndan sonra eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir. Çünkü bu, Allah katında çok büyük bir günahtır.

Bu âyet-i kerime "hicâb=örtünme âyeti" olarak meşhur olmuştur ve Umer ibnu’l-Hattâb'ın isteğine muvafık olarak indiği haberi meşhurdur. Hicâb âyetinin nuzûlüne sebeb olan ve Hicretin beşinci yılı meydana gelmiş bulunan olay veya olayların ayrıntıları sahih hadis mecmualarında muhtelif kanallardan rivayetle yer almıştır. Mamafih bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebinde başka rivayetler de vardır. Şöyle ki:

a) Enes'den rivayette Umer ibnu’l-Hattâb şöyle anlatıyor: Ey Allah'ın elçisi, senin yanına iyi insanlar da giriyor, günahkâr kimseler de. Binaenaleyh mu’minlerin annelerine örtünmelerini emretsen." dedim de bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) hicâb âyetini indirdi.[76]

Daha önce (Mu’minûn Sûresinin 14. âyetinin nuzûl sebebinde) geçtiği üzere Enes ibn Mâlik'ten gelen bir rivayette Allah Teâlâ (cc), sadece bu âyet-i kerimenin indirilmesinde değil, bununla birlikte üç konuda da onun isteğine muvâfık âyet-i kerimeler indirmiştir. Bu rivayette Umer ibnu’l-Hattâb şöyle demiştir: Dört şeyde Rabbıma muvâfakat ettim:

"Ey Allah'ın elçisi, (İbrahim'in) makâmı arkasında namaz kılsak." dedim. Allah Teâlâ (cc): "İbrahim'in makâmından bir namazgah edinin." (Bakara, 2/125) âyetini indirdi.

"Ey Allah'ın elçisi, hanımların için bir örtü edinsen (hanımlarını kapatsan); onların yanına iyi insanlar da giriyor, günahkâr insanlar da." dedim. Allah Teâlâ (cc): "Bir de O'nun hanımlarından luzûmlu bir şey istediğiniz vakit onlardan perde arkasından isteyin." (Ahzâb, 33/53) âyetini indirdi.

Peygamber'in (sas) eşlerine: "Ya Allah'ın Rasûlü'nden bu isteklerinizden vazgeçersiniz, ya da Allah sizlerin yerine O'na sizden daha hayırlı eşler verir ve sizi onlarla değiştirir." demiştim. "Eğer o sizi boşarsa, Rabbının, sizin yerinize ona sizden daha hayırlılarını vermesi umulur." (Tahrîm, 66/5) âyeti nazil oldu.

"Andolsun ki Biz, insanı çamurdan, süzülmüş bir özden yarattık..." âyet-i kerimesi nazil olduğunda ben: "Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir!" dedim de âyetin sonu bu şekilde nazil oldu (Vâhidî, age. s. 220).

Taberî'nin Ebu Eyyûb en-Nehrânî kanalıyla Aişe'den rivayet ettiği bir haberde de hicâb âyetinin nuzûlüne Umer ibnu’l-Hattâb sebeb olmuştur ama anlatılan olay biraz daha farklıdır. Şöyle ki:

Peygamber’in (sas) hanımları da diğer kadınlar gibi (evlerde tuvalet olmadığı için) abdest bozmaya geceleri şehir dışında açık araziye çıkarlardı. Umer ibnu’l-Hattâb, Peygamber’e (sas), (tuvalete çıktıklarında) hanımlarına örtünmelerini emretmesini söylemiş ve fakat Peygamber (sas) bu hususta bir vahy gelmediği için onun bu isteğine aldırış etmemişti. Bir gece Peygamber’in (sas) hanımlarından Sevde bint Zem'a tuvalet için Medîne dışına çıkmıştı. Sevde, uzun boylu bir hanımdı ve uzaktan o olduğu bilinirdi. Umer ibnu’l-Hattâb da arkasından çıktı ve örtünme ile ilgili bir vahy inmesi hususunda hırslı olduğu için onun arkasından seslendi: "Ey Sevde elbette seni tanıdık." Aişe der ki: İşte bunun üzerine hicâb (örtünme) âyeti olan: "Ey iman edenler, o Peygamber'in evlerine yemeğe çağrılmaksızın ve vakitli vakitsiz girmeyin..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[77]

Buhârî'nin Aişe'den rivayetle tahric ettiği bu haberde Sevde'nin başına gelenler hicâb âyetinin nuzûlünden sonradır.[78]

b) Yukarda, Peygamber’in (sas) Zeyneb bint Cahş ile evlenmeleri hakkındaki âyet-i kerimenin nuzûl sebebinde de geçtiği üzere Enes'den rivayette o şöyle anlatıyor: Peygamber (sas), Zeyneb bint Cahş ile evlendiğinde ekmek ve etle düğün yemeği verildi. Yemeğe insanları davetle ben görevlendirilmiştim. Bir grup insan geliyor, yemek yiyor, çıkıyorlar, başka bir grup geliyor, yemeğini yeyip çıkıyordu. Herkesi çağırdım ve nihayet çağıracağım kimse kalmayınca: "Ey Allah'ın elçisi, artık çağıracağım kimse kalmadı." dedim. "Yemekleri (sofraları) kaldırın." buyurdular. Yemekten sonra evde üç kişi konuşmaya dalarak kaldılar. Peygamber (sas) evden çıktılar, Aişe'nin odasına geldiler "Ey ev halkı selâmun aleykum ve rahmetullah." diye selâm verdiler. O, selâmı alıp "aileni (yeni hanımını) nasıl buldun, Allah onu senin için bereketlendirsin." dediler. Bu şekilde Rasûlullah (sas) bütün kadınlarının odalarını dolaştı; hepsine selâm verdi, hepsi de Aişe'nin söylediklerini söyledi. Sonra Allah'ın Rasûlü eve (düğün evine) döndüler ve baktılar ki o üç kişi halâ orada konuşmaya devam ediyorlar. Rasûlullah çok haya sahibi idi (onlara: Artık kalkın gidin." demeye utandı), tekrar Aişe'nin odasına doğru gitmek üzere çıktı. Bilmiyorum bu esnada oturup konuşanların çıktığını ben mi haber verdim, yoksa ona haber mi verildi bilmiyorum, geri döndü ve bir ayağını kapının eşiğine koymuş, diğer ayağı kapının dışında idi ki kapıya örtüyü çekti ve hicâb âyeti nazil oldu.[79]

Bu hadis-i şerif Tirmizî tarafından da rivayet edilmiş olup ayrıntılarda bazı farklılıklar vardır. Onun için bu rivayeti de buraya almayı uygun buluyoruz:

Tirmizî'nin Kuteybe kanalıyla Enes ibn Mâlik'ten rivayetinde o şöyle anlatıyor: Rasûlullah (Zeyneb) ile evleniyordu. Annem (Ummu Suleym) bir yemek yaptı (Hays) ve bana: "Ey Enes, bunu Allah'ın Rasûlü'ne (sas) götür ve: "Annem size selâm ediyor ve diyor ki: "Bu bizden size bir hediyedir. Az bir şey (ama kabul et.) ey Allah'ın elçisi." dedi. Yemeği aldım, Rasûlullah'a (sas) getirdim ve: "Ey Allah'ın elçisi, annem size selâm ediyor ve diyor ki: Bu bizden size küçük, az bir hediyedir." Allah'ın Rasûlü (sas) "Onu koy." buyurdular, sonra da: "Şimdi git, filânı, filânı, filânı ve kime rastlarsan onları (yemeğe) davet et." buyurup bir kısım insanların isimlerini söyledi. Onun ismen davet et dediklerini ve rastladıklarımı davet ettim. Râvî el-Ca'd ibn Osman der ki: "Enes'e sordum: "Kaç kişiydiniz?", "Üç yüz kişi kadar idik." dedi ve şöyle anlatmaya devam etti: Rasûlullah (sas) bana: "Ey Enes, yemek kabını getir." buyurdular. Çağırdıklarım gelmeye başladılar ve gelenler girdiler, suffe ve oda dolunca Efendimiz (sas): "Onar onar halka olup otursunlar ve her bir kişi kendi önünden yesin." buyurdular. Onlar da yediler ve doydular. Yemek yiyenler çıktı, yeni gelenler girdi ve yemek yedi. Ta ki hepsi girip karınlarını doyuruncaya kadar böyle devam etti. Gelenler bitince Allah'ın Rasûlü bana: "Yemek kabını kaldır ey Enes." buyurdular, ben de kaldırdım. Fakat bilmiyorum kabın içindeki yemek oraya koyduğumda mı daha çoktu, yoksa kaldırdığımda mı?

Yemeğe gelenlerden bir grup Rasûlullah'ın (sas) evinde oturup konuşmaya daldılar. Rasûl-i Ekrem de orada oturuyordu ve yeni eşi de yüzünü duvara doğru dönmüş haldeydi. Onların böyle yemekten sonra oturup konuşmaları Rasûl-i Ekrem'e ağır geldi, ağırlık oldular. Rasûl-i Ekrem bir ara dışarı çıkıp diğer eşlerine selâm verdi, sonra tekrar dönüp geldi. Rasûlullah'ın (sas) dönüp geldiğini görünce yaptıkları kusuru ve Rasûl-i Ekrem'e yük olduklarını anladılar ve hemen kalkıp kapıya yöneldiler, hepsi birden çıkıp gittiler. Rasûlullah geldi, perdeyi çekti ve içeri hanımının yanına girdi. Ben odada oturuyordum. Çok geçmeden Rasûl-i Ekrem benim yanıma çıktı, ona bir takım âyetler inmişti. Rasûlullah (sas) çıktı ve insanlara nazil olan âyetleri, sonuna kadar olmak üzere "Ey iman edenler, o Peygamber'in evlerine yemeğe çağrılmaksızın ve vakitli vakitsiz girmeyin. Ama davet olunduğunuz vakit girin ve yemeği yiyince de lafa dalmadan dağılın..." âyet-i kerimesini okudu.[80]

Enes'den gelen başka bir rivayette Peygamber’in (sas) düğün yemeği verilen evde konuşmaya dalanların iki kişi oldukları, Peygamber’in (sas) diğer eşlerinin odalarına doğru çıktığını görünce hemen durumu kavrayarak yerlerinden kalkıp evden çıktıkları belirtilmektedir.[81]

Tirmizî'nin tahric ettiği Enes hadisinde ise Enes'in bu durumu, yani Peygamber’in (sas), gelin odasının kapısı yanında konuşmaya dalanlardan sıkıldığını Ebu Talha'ya haber verdiği, onun da: "Eğer söylediğin gibiyse mutlaka bunun hakkında bir vahy inecektir." dediği ve bunun üzerine "hicâb âyeti"nin indiği ayrıntısına yer verilmektedir.[82]

c) Mucâhid'den rivayete göre Peygamber (sas) yemek yerken beraberinde ashabından bazıları da varmış ve onlardan birinin eli Aişe'nin eline değmiş de Peygamber (sas) bundan hoşlanmamış ve işte bunun üzerine hicâb âyeti nazil olmuş.[83] Taberânî'nin sahih bir isnad ile Aişe'den rivayetle tahric ettiği bir hadise göre bu olayda Aişe'nin eli eline (veya parmağı parmağına) değen kişi Umer ibnu’l-Hattâb'dır.[84]

Ayet-i kerimenin "O Peygamber'in eşlerinden bir eşya istediğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu, sizin kalbleriniz için de, onların kalbleri için de en temiz olandır." kısmının nuzûl sebebinde Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayete göre bir gün Umer ibnu’l-Hattâb, Peygamber’in (sas) hanımlarına hicâbı (örtünmelerini) emretmiş de Zeyneb bint Cahş: "Ey Hattâb'ın oğlu vahy bizim evlerimizde inip dururken bizi kıskanıyor musun?" demiş ve işte bunun üzerine "O Peygamber'in eşlerinden bir eşya istediğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu, sizin kalbleriniz için de, onların kalbleri için de en temiz olandır." âyet-i kerimesi nazil olmuştur.[85] Ancak Kurtubî bu rivayetin zayıf, hattâ "Vâhî=boş" ve bâtıl olduğunu söylemiştir. Zira biraz önce geçtiği üzere "hicâb=örtünme âyeti" Zeyneb'in düğününde nazil olmuştur.[86]

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Bir adam Peygamber’in (sas) yanına girdi ve uzun süre oturdu. Çıkıp gitmesi için Peygamber (sas) üç kere odadan çıktı ve fakat adam çıkıp gitmedi. O sırada Umer ibnu’l-Hattâb da gelip Peygamber’in (sas) yanına girdi ve yüzündeki hoşnutsuzluğu görerek adama: "Herhalde Peygamber’e (sas) eziyet verdin." dedi. Peygamber (sas): "Peşimden gelsin ve çıksın diye üç kere yerimden kalkıp çıktım, ama çıkıp gitmedi." buyurdular. Umer ibnu’l-Hattâb O'na: "Ey Allah'ın elçisi, bir örtü edinsen. Çünkü senin hanımların diğer kadınlar gibi değiller. Örtü edinmen onların kalbleri için de en temiz olanıdır." dedi de bu hicâb âyeti nazil oldu. Bu hadiseyi anlattıktan sonra Suyûtî der ki: Bu olayla Zeyneb Bint Cahş'ın düğün yemeğinin bu âyetin nuzûl sebebi olduğuna dair haberin arasını bulmak mumkindir. Her şeyden önce iki hadise birbirine yakındır. Hicâb âyeti bunlardan birisinin akabinde nazil olmuş, zaman itibariyle yakın olduğu için diğeri üzerine indiği de söylenmiş olabilir. Öte yandan bir âyet-i kerimenin birden çok hadise üzerine inmiş olması da caizdir.[87]

İbn Sa'd'ın Muhammed ibn Ka'b'den rivayetine göre Peygamber (sas), Mescid-i Nebevî'den evine gitmek üzere doğrulduğunda bazıları (belki de ashab-ı suffeden bazıları) hemen O'ndan önce davranır ve Efendimiz (sas)'in hane-i saadetlerine gider ve hemen ondan önce sofraya otururlardı. Efendimiz'in (sas) hoşnutsuzluğu yüzünden anlaşılmaz, onlardan olan hayasından dolayı yemeğe elini uzatmazdı. İşte bu davranışlarından dolayı kınanıp azarlandılar ve Allah Teâlâ (cc) bu: "Ey iman edenler, o Peygamber'in evlerine yemeğe çağrılmaksızın ve vakitli vakitsiz girmeyin..." âyet-i kerimesini indirdi.[88]

Ayet-i kerimenin "Allah'ın Rasûlü'nü üzmeniz ve O'ndan sonra eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir." kısmının nuzûl sebebi ile ilgili iki rivayet vardır:

a) Atâ rivayetinde İbn Abbâs der ki: Kureyş'in ileri gelenlerinden birisi geldi ve: "Keşke Allah'ın Rasûlü vefat etse de Aişe'yi ben nikâhlasam." dedi ve işte bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[89]

İbn Ebi Hâtim’in Suddi’den rivayetine göre Efendimiz’in (s.a.v.) vefatından sonra onun hanımlarından biriyle evleneceğini söyleyen kişi Talha ibn Ubeydullah imiş.[90]

b) Cuveybir'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre birisi Peygamber’in (sas) hanımlarından birinin yanına geldi. Yanına geldiği hanımın amcasının oğlu idi. Peygamber (sas) ona: "Bu günden sonra bir daha buraya gelme, burada durma." buyurdular. "Ey Allah'ın elçisi, o benim amcamın kızıdır, ne ben ona kötü bir şey söyledim, ne de o bana." dedi. Peygamber (sas): "Bunu biliyorum. Fakat hiç kimse Allah'tan daha kıskanç değildir ve hiç kimse de benden daha kıskanç değildir." buyurdular. Adam bırakıp gitti, giderken de: "Amcamın kızıyla konuşmamı engelliyorsun ha? O'ndan sonra mutlaka onunla (amcamın kızıyla) evleneceğim." dedi ve işte bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi. Bu adam söylediği o kelimeden tevbe olarak bir köle azat etti, Allah yolunda on deve yükledi ve yürüyerek hacca gitti.[91]

Herhalde bu iki rivayette de Peygamber’in (sas) vefatından sonra Aişe ile evleneceğini söyleyen kişi aynı yani Talha ibn Ubeydullah olmalıdır. Dolayısıyla rivayetler arasında farklılık veya çelişki yoktur.

c) Rivayet edilir ki Peygamber (sas), Ebu Seleme'den (vefatından) sonra Ummu Seleme ile ve Huneys ibn Huzâfe'den sonra da Hafsa ile evlenince munâfıklardan birisi: "Bu adama (Muhammed'e) ne oluyor ki hep bizim kadınlarımızı nikahlıyor. Allah'a yemin olsun, bir gün ölecek olursa kadınlarını nikahlamak için biz de kur'a atacağız." demiş ve işte bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuştur.[92]

Zaten aslında Peygamber’e (sas) eziyet verecek böyle bir sözün bir muslumandan sâdır olması güçtür; bunu olsa olsa bir munâfık söylemiş olabilir. Yukarda verilen Talha ile ilgili haberin sahih olduğunu ve Talha ibn Ubeydullah'ın belki bir anlık bir öfke ile böyle bir söz söylediğini kabul etsek bile sonradan pişman olduğu ve tevbe ederek tevbesinin kabul edilmesi için neler yaptığı biraz önce geçmişti.[93]

55. (O Peygamber'in) eşlerine, babaları, oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, hizmetçi kadınları ve sağ ellerinin mâlik oldukları (câriye ve köleler) hususunda vebal yoktur. Ve Allah'tan takvâ üzere olun. Muhakkak ki Allah her şeye şâhid olandır.

Hicâb âyeti nazil olunca Peygamber’in (sas) eşlerinin babaları, oğulları ve akrabaları Rasûlullah'a (sas): "Biz de mi ey Allah'ın elçisi, biz de onlarla perde arkasından mı konuşacağız?" diye sordular da bu âyet-i kerime nazil oldu.[94]

56. Şubhesiz Allah ve Melekleri O Peygamber'e salât ederler. Ey iman edenler siz de O'na salât ve selâmda bulunun.

Vâhidî'nin Ebu Saîd kanalıya Ka'b ibn Acre'den rivayetinde o şöyle demiştir: Peygamber’e (sas): "Ey Allah'ın elçisi, sana nasıl selâm vereceğimizi bildik. Peki sana nasıl salâtta bulunacağız?" denildi de bu âyet-i kerime: "Şubhesiz Allah ve Melekleri O Peygamber'e salât ederler. Ey iman edenler siz de O'na salât ve selâmda bulunun." âyet-i kerimesi nazil oldu.[95]

57. Muhakkak ki Allah'ı ve Rasûlü'nü incitenlere Allah dunyada ve âhirette la'net etmiştir. Ve onlar için horlayıcı bir azâb hazırlamıştır.

İbn Abbâs'tan rivayete göre bu âyet-i kerime Peygamber’e (sas), Huyey ibn Ahtab'ın kızı Safiyye ile evlendiği için ta'n edenler hakkında nazil olmuştur.[96]

58. Mu’min erkekleri ve mu’min kadınları yapmadıkları bir şeyle incitenler doğrusu bir iftirayı ve apaçık bir günahı yüklenmişlerdir.

1. İbn Abbâs'tan rivayetle Atâ der ki: Bir gün Umer ibnu’l-Hattâb Ensâr’dan bir kızı açık saçık bir halde görüp onun zinetlerini görmekten hoşlanmayarak dövmüş. Kızın, ailesine gidip Umer ibnu’l-Hattâb'ı şikâyet etmesi üzerine de ailesi gelip sözleriyle Umer'i incitmiş, üzmüşlerdi. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[97]

2. Mukâtil der ki: Bu âyet-i kerime Ali hakkında nazil oldu. Bazı munâfıklar ona kufrederek incitmişlerdi. Ayet bunun üzerine indi.

3. Suddî ve Kelbî burada çok daha farklı ve âyet-i kerimenin siyâkına daha uygun bir nuzûl sebebi rivayet ederler. Şöyle ki: Medîne sokaklarında bazı zinakâr erkekler geceleyin sokağa çıkarak def’i hâcette bulunmaya giden kadınlara laf atarlar, ta'cizde bulunurlar; eğer kadın cevab vermezse daha ileri giderler, yok kadın onları bundan men ederse onu bırakıp bir başka kadının peşine düşerler; bunu daha ziyade cariyelere yaparlardı. O günlerde henüz hicâb âyeti nazil olmadığı için cariyelerle hur kadınları birbirinden ayırmak mumkin değildi dolayısıyla hur kadınlar da bu arada ta'cize uğrayabiliyordu. Bütün kadınlar aynı şekilde bir gömlek ve hımâr giyerek çıkarlardı. Hur ve evli kadınlar bu ta'cizden rahatsız olarak kocalarına şikâyette bulununca onlar da gelip Rasûlullah’a (sas) şikâyette bulundular ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[98] O zamanda evlerde tuvaletler olmadığını ve insanların def’i hâcette bulunmak üzere meskûn mahallerin dışına, kırlara çıktıklarını da unutmamak gerekiyor.[99]

59. Ey O Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mu'minlerin kadınlarına söyle: Üstlerine örtülerini alsınlar. Bu, onların tanınıp ta incitilmemeleri için daha elverişlidir. Allah Ğafûr, Rahîm olandır.

Dahhâk'ten rivayette o şöyle anlatıyor: Medîne-i Munevvere'de bazı munâfıklar görünüşü ve elbisesi kötü bir kadına rastladılar mı onun hur mü yoksa cariye mi olduğunu ayırt edemez ve onu fahişe zannederek sarkıntılıkta bulunur ve böylece mu’min kadınlara eziyet verirlerdi. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu "Ey O Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mu’min hanımlara söyle..." âyet-i kerimesini indirdi.[100]

Suddî bunu biraz daha farklı anlatır: Medîne evleri dardı ve içlerinde tuvalet, mekânları yoktu. Dolayısıyla kadınlar geceleri çıkar kırlarda def’i hâcet eylerlerdi. Medîne'de bazı günahkâr (fâsık) erkekler bunların peşine düşer, onları ta'ciz ederlerdi. Daha ziyade cariyelerin peşine düşerlerdi. O zamanda hur kadınlar sokağa çıktıkları zaman üzerlerine bir üst elbise alırlar, cariyeler ise buna dikkat etmezlerdi. İşte bu fâsık erkekler sokakta üst elbisesi olan bir kadın gördüler mi "Bu hur bir kadın." deyip ona ilişmezler, üst elbisesi olmayan bir kadın gördüler mi ona sarkıntılık ederlerdi. İşte bu gibi davranışlar üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[101]

Ebu Saâlih'ten gelen bir rivayette ise yukardaki "Erkeklerin, kadınların peşine düşerek sarkıntılık ettikleri" şeklindeki bilgi yerine kapılarının önünde yani sokakta oturarak ip eğirdikleri ve yoldan geçen Ummehâtu'l-Mu’minîn de bundan rahatsız oldukları ve bunun üzerine işte bu örtünme emrinin geldiği anlatılmaktadır.[102]

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında Ebu Mâlik'ten rivayetle tahric ettiği bir haberde o şöyle anlatıyor: Peygamber’in (sas) hanımları geceleyin bazı ihtiyacları için (herhalde tuvalet ihtiyacı için olsa gerek) dışarı çıkarlardı. Munâfıklardan bazıları da onların önüne çıkar ve onları rahatsız ederlerdi. Peygamber'in (sas) hanımları bu durumdan şikâyetçi oldular da o munâfıklara bunu yapmamaları söylendiğinde onlar: "Biz bunu sadece cariyelere yapıyoruz." diyerek kendilerini mudafaa etmek istediler ve işte bunun üzerine bu "Ey O Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mu’minlerin kadınlarına söyle: Üstlerine örtülerini alsınlar. Bu, onların tanınıp ta incitilmemeleri için daha elverişlidir..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[103]

Bu hadisenin Suddî ve Kelbî tarafından bir önceki âyet-i kerimenin nuzûl sebebi olarak anlatıldığını da göz önünde bulundurursak bu iki âyet-i kerimenin aynı sebeble nazil olduğunu anlamak zor olmayacaktır.[104]


[1] Râzî. age. XXV,189: Kurtubî. age. XIV,76.
[2] Alûsî. age. XXI,ui.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/709.
[3] Vâhidî, age. s. 249.
[4] Zemahşerî, age. III,248; Kurtubî, age. XIV,77.
[5] Zemahşerî, age. III,248; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, II,60.
[6] Kurtubî, age. XIV,77.
[7] Alûsî, age. XXI,H3.
[8] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/709-710.
[9] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 33/1, hadis no: 3199; Taberî, age. XXI,74; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,267-268.
[10] Vâhidî, age. s. 249.
[11] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, II,61-62; Kurtubî, age. XIV,78.
[12] Taberî, age. XXI,75.
[13] Taberî, age. XXI,75.
[14] Kurtubî, age. XIV,78.
[15] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/710-711.
[16] Vâhidî, age. s. 250.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/712.
[17] Alusî, age. XXI,151.
[18] Taberî, age. V,34.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/712.
[19] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, II.62-63.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/713.
[20] Taberî, age. XXI,85-86,; Ahmed ibn Hanbel, Musned, IV,303; Vâhidî, age s. 71-72.
[21] Suyutî, Lubâbu'n-Nukûl, II,65.
[22] el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur'ân, XIV,97.
[23] Taberî, age. XXI,86.
[24] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, II,65.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/714-715.
[25] Taberî, age. XXI,87.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/716.
[26] Taberî, age. XXI,89.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/716.
[27] Buhârî, Cihâd, 12; Muslim, İmâra, 148; Ahmed ibn Hanbel, Musned, III,194.
[28] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ. Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, II,22; Buhârî, Cihâd, 12; Muslim, İmâra, 148; Ahmed ibn Hanbel, Musned. III,201.
[29] Taberî, age. XXI,93.
[30] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 33/2-3, hadis no: 3200, 3201.
[31] Vâhidî, age. s. 250-251.
[32] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 33/3.
[33] İbnu'l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, Kahire tarihsiz (Dâru'ş-Şa'b), V,182.
[34] Zemahşerî, age. III,256.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/717-718.
[35] Alûsî, age. XXI,182.
[36] Buhârî, Mezâlim, 25; Tefsîru’l-Kur'.ân, Tahrîm, 66/2; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Tahrîm, 66/1, hadis no: 3318; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 133.
[37] Buhârî, Mezâlim, 25.
[38] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, II,145.
[39] Muslim, Talâk, 30.
[40] Ahmed ibn Hanbel, Musned, III,328.
[41] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Ahzâb. 33/6, hadis no: 3204.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/718-722.
[42] Taberî, age. XXII,7; İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur'âni'l-Azîm, VI,407.
[43] Vâhidî, age. s. 251.
[44] Taberî, age. XXII,5.
[45] Taberî, age. XXII,7.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/723.
[46] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Ahzâb, 33/14, hadis no: 3211.
[47] Abdulfettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 62. Benzer bir rivayet için bak: Ahmed ibn Hanbel, Musned, VI.305.
[48] Vâhidî, age. s. 104; İbnu'l-Cevzî, age. II,69.
[49] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4/9, hadis no: 3023.
[50] Vâhidî, age. s. 252-253.
[51] Vâhidî, age. s. 253; Taberî, age. XXII,8.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/724.
[52] Taberî, age. XXII,9.
[53] İbn Kesîr, age. VI,417.
[54] Taberî, age. XXII,9.
[55] Taberî, age. XXII,10.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/725.
[56] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 33/6.
[57] Abdulfettâh el-Kâdî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 62.
[58] Timizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Ahzâb, 33/9, hadis no: 3207.
[59] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Ahzâb, 33/16, hadis no: 3213.
[60] Ahmed ibn Hanbel, Musned, III,195-196. Ayrıca bak: Muslim, Nikâh, 89, 93,95.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/726-728.
[61] Taberî, age. XXII,12-I3.
[62] el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kurân, XIV,127.
[63] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/728.
[64] Vâhidî, age. s. 256.
[65] Kurtubî, age. XIV,128.
[66] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/728.
[67] Lubâbu'n-Nukûl, II,73; Alûsî, Ruhu'l-Maânî, XXVI,9.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/729.
[68] Tirmizî, Tefsîru’l-Kurân, Ahzâb, 33/17, hadis no: 3214.
[69] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, II,75.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/729-730.
[70] Vâhidî, age. s. 253.
[71] Buhârî, Tefsîru’l-Kur'ân, 33/7; Nikâh, 29; Muslim, Radâ', 49, 50; Neseî, Nikâh, 1; İbn Mâce, Nikâh, 57; Ahmed ibn Hanbel, Musned, VI, 134, 158,261; Ebu Abdurrahman Mukbil ibn Hâdî el-Vâdi'î, es-Sahîhu’l-Musned miti Esbâbi'n-Nuzûl, İbn Teymiyye Yayınevi, Kahire 1408/1987, s. 169.
[72] Vâhidî, age. s. 254.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/730-731.
[73] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, II,76.
[74] Bu konuda daha fazla bilgi ve farklı görüşler için bak: İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur'âni'l-Azîm, VI,438-439.
[75] el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur'ân, XIV,142.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/731.
[76] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 33/8.
[77] Taberi age. XXII,29.
[78] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, II,82-83.
[79] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 33/8; Taberî, age. XXII,27.
[80] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Ahzâb, 33/21, hadis no: 3218; Muslim, Nikâh, 94; Neseî, Nikâh, 84, hadis no: 3385.
[81] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 33/8.
[82] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Ahzâb, 33/20, hadis no: 3217.
[83] Taberî, age. XXII,28.
[84] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, II,78.
[85] Taberî, age. XXII,29.
[86] Kurtubî, age. XIV,144.
[87] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, II,78-79.
[88] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, II,79.
[89] Vâhidî, age. s. 255.
[90] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, II,80.
[91] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, II,81.
[92] Kurtubî, age. XIV,147.
[93] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/732-737.
[94] Kurtubî, age. XIV,148.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/737.
[95] Vâhidî, age. s. 255.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/737.
[96] Taberî. age. XXII,32.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/737.
[97] Vâhidî, age. s. 256-257.
[98] Vâhidî, age. s. 257.
[99] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/738.
[100] Taberî, Câmiu'l-Beyân, XVIII,127.
[101] Vâhidî, age. s. 257.
[102] Taberî, age. XXII,34.
[103] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, II,83-84.
[104] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/738-739.
 
Üst Ana Sayfa Alt