Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Dede'nin Hikayesi

A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ELLİBİRİNCİ BÖLÜM


Ertesi sabah, sabah namazı kahvaltı ve ev işlerinin ardından, Dede, Nene, Torun ve diğer orman sakinleri yine ot ve yaprak biçmeye gittiler. Akşama doğru da işlerini bitirip kulübeye döndüler. Yatsı namazını müteakip, yine herkes sohbet için yerini almıştı. Dede de onları fazla bekletmedi ve aşağıya indi. Tabi yanında Nene ve Torun da vardı.
--Bakıyorum da tam tekmil hazırsınız.
--Evet, doğrusu bu sohbeti kaçırmak istemeyiz.
--Eksik kimse yok değil mi?
--Nöbetçilerin dışında herkes burada.
--İyi o halde kaldığımız yerden devam edelim inşallah. Cihad Emiri konusunda size bilgi vereceğim inşallah. Tüm toplumsal hareketlerde olduğu gibi Cihada da bir cihad emirine ihtiyaç vardır. Peki nedir cihad emiri? Buyurun dinleyin:

Harbe kumandan tayin edilen zat, ordu içinde bulunma ihtimali olan casusları ve askerin maneviyatını bozacak zararlı davranışlarda bulunabilecek şahısları temizlemesi, orduyu teftiş ve kontrol etmekle meşgul olması icabeder.
"Emîr"in soy ve fikir bakımından kendi soy ve fikrinde olanlara kendi mezhebinde bulunanlara meyletmemesi, soy, fikir ve mezhepte ayrı olanlara sırt çevirmemesi: ufak tefek bazı hâdiselere gereğinden fazla önem verip işi büyütmek suretiyle ihtilaf ve ayrılıklara yol açmaması gerekir." (Mâverdi, a.g.e., 39)
"Cihâd emîri", devlet başkanının vekilidir. İslâm'da devlet başkanına itaat bir görev olduğu gibi; onun vekiline de itaat bir görevdir. Hatta fertler, emîrin emrettiği veya yasakladığı şeylerin faydalı olup olmadıklarına bakmaksızın ona itaat etmeleri gerekir. Çünkü bu şekilde içtihada dayanan hususlarda devlet başkanı veya vekiline itaat gereklidir. Meselâ: Emîr, orduyu teşkil eden su taşıyıcıları, sağ cenah temsilcileri, sol cenah temsilcileri vb. gruplara "hiç birinin harp halinde diğerine yardım için bulunduğu noktayı terketmemesini" tenbih edecek olursa, bu grupların yerlerinden kımıldamamaları gerekir. İsterse bu gruplardan birinin düşman tarafından yenilgiye uğratılmasından endişe duyulsun (Ö. N. Bilmen, a.g.e., III, 362)
"Emîr"in emrettiği veya yasakladığı şeylerin Allah'a karşı bir masiyet yahut helâk olmayı gerektiren, uygun olmayan bir davranış olduğu herkes tarafından kabul edilirse, bu takdirde kendisine itaat gerekmez. Çünkü Yaratan'a karşı gelmeyi gerektiren hususlarda, yaratılana itaat edilmesi caiz değildir. "Üstün, kanuna aykırı emirlerine uyulmaz" kuralı mâlûmdur. Buna rağmen böyle masiyeti gerektiren bir emir veya yasaklama durumunda sabır ve tahammül gösterilir, isyandan kaçınılır.
Yukarda anılan durumlar, müslümanların, kendilerinden olan bir yönetici (veliyyü'l-emr) tarafından yönetildikleri dönemlere mahsustur. Ülkeleri istilaya uğramış, başlarına tâğutlardan biri geçmiş olan müminlerin eli kolu bağlı oturmaları kendilerine yakışmaz. Bu durumda da bir cihad emirinin başkanlığında cihad etmeleri üzerlerine farzdır. Cihadı terketmeleri Allah'ın emirlerine karşı gelmek demektir. Bu cihadın mutlaka silâhla yapılması da şart değildir. Zamanı gelinceye kadar; dille, kalemle,malla, ve akla gelebilen her türlü vasıta ile yapılabilir. Tâ ki müminler, aralarından kendilerine önderlik yapacak birini hazırlayıp, onun etrafında birlik olsunlar. Böyle biri görev yüklenince de ona muhalefet etmek, yahut ona yardım etmemek cihadı terketmek demektir. Normal zamanlarda devlet reisine itaat nasıl farz ise, bu durumda da müminlerin çevresinde birleştikleri "lider" yani cihad emirine itaat farzdır.
--Bir cihad emirinin olması çok önemli desene.
--Elbetteki. Savaşta düşmanlar ilk önce karargâha saldırır.
--Neden peki?
--Komutan ölürse asker dağılır. Bu sebeple cihad emirinin sağ kalması çok önemli. Evet, bugünlük de bu kadar yeter. De hadi Allah (cc) rahatlık versin. Yarın şehre gideceğim inşallah. Yarın ot biçme işi yok. Yük hayvanları ve muhafızlar sabaha hazır olsunlar.
--Tamam Dede, merak etme. Allah (cc) size de rahatlık versin.


ELLİBİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ELLİİKİNCİ BÖLÜM



Ertesi sabah, kahvaltıdan sonra Dede, hazırlık yapmaya başladı.
--Listeyi kontrol ettin mi hanım?
--Ettim, ettim.
--Var mı eksik bir şey?
--Şu an görünmüyor.
--Neyse, herhangi bir şeye ihtiyaç olursa daha sonra temin ederiz inşallah.
--Bu bulduğun sarı kütlenin altın olduğundan emin misin bey?
--İnşaallah öyledir. Yoksa listedeki her şeyi almam mümkün değil.
--İnşaallah bey, inşallah.
-- E hadi ben gidiyorum. Allah’a (cc) emanet olun.
--Sen de Allah’a emanet ol. Sakın geç kalmayasın ha.
--Kalmam inşallah. Hem bir şey olursa kuşlarla haber gönderirim.
--Tamam. Hadi uğurlar olsun.
Dede aşağıya indi, yanına muhafız ve yük hayvanları ile haberleşmeyi sağlayacak kuşları aldı ve yola çıktı. Yolda herhangi bir problemle karşılaşmadan şehrin kenar mahallelerine kadar vardılar. Orada sık ağaçlarla kaplı bir orman vardı. Ormanın yakınlarına kadar gelen bir araç yolu vardı. Eşyaları buraya kadar araçlarla getirip hayvanlara yükleyerek kulübeye götürecekti. Elini çabuk tutmalıydı. Yoksa çok geç kalabilirdi. Hem güvenilir bir kuyumcu da bulmalıydı. Dede hiç oyalanmadan oradan ayrıldı. Ayrılırken de hayvanlara bazı tembihlerde bulundu.
--Beni burada bekleyin ve çok dikkatli olun. Sakın ola ki kendinizi açığa vurmayın. Nöbetçiler çok dikkatli olun.
--Merak etme dede. Biz seni burada bekliyoruz. Sen işini gör gel.
--Hadi Allah’a (cc) emanet olun.
--Sen de.
Dede seri adımlarla şehrin ortasındaki çarşıya gitti. Önce kuyumcuları bir gezdi. Kuyumculara dikkatle bakıp hangisinin yüzünün güven verici olduğunu anlamaya çalıştı. Bir süre sonra temiz yüzlü sakallı bir kuyumcunun önünde durdu. Adamın yüzü güven telkin ediyordu. İçeride de kimseler yoktu. İçeri girdi ve:
--Selamun aleykum!
--Vealeykum selam ve rahmetullah! Hoş geldin. Buyur.
--Estağfurullah. Yanımda bazı parçalar var. Bunlar altın mı diye soracaktım.
--Ver bakalım.
--Buyur.
Kuyumcu, bir parçayı alıp arkaya geçti. Dede heyecanla ve biraz da endişe ile beklemeye başladı. Herne kadar adamın yüzü güven telkin ediyorsa da insan haliydi bu. Ne olacağı belli olmuyordu. Takriben yirmi dakikalık bir beklentiden sonra kuyumcu kapıda göründü ve …



ELLİİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ELLİÜÇÜNCÜ BÖLÜM


Gülümseyerek;
--Bu saf altın. Neredeyse 24 ayar. Başka var mı?
--Evet var. İşte burada.
Dede yanında getirdiği altın parçalarını kuyumcuya verdi. Kuyumcuya da epeyce komisyon bıraktı.
--Başka varsa çekinmeden getirebilirsin. Ama çok dikkatli ol. Ard niyetli kişiler oldukça fazla.
--Merak etme. Başka bulursam inşallah doğruca sana getiririm. Şimdi gitmeliyim, hoşça kal.
--Uğurlar olsun.
Dede yapacağı tüm alışverişe fazlasıyla yetecek paraya kavuşmuştu. Allah’a (cc) hamdederek lazım olan malzeme ve gıdayı almak üzere dükkanları gezmeye başladı. Epeyce dolaştıktan sonra, iki kamyon dolduracak kadar malzeme alıp hayvanları bıraktığı yere geldi.
--Burada duralım.
--Eeeeeee burası orman, buraya mı indireceğiz?
--Evet. Siz indirin, beni eşyalarla birlikte almaya gelecekler.
--İyi, peki.
Dede, ve kamyoncular eşyaları indirdikten sonra, Dede paralarını fazlasıyla verip onları gönderdi. Eşyaları ormanın içine taşıttığından, rahatlıkla hayvanlara yükleyebilirdi. Zaten bulundukları yer şehrin dışı ve ıssız bir yerdi. Kamyonlar gittikten sonra Dede hayvanları çağırdı ve eşyaları yüklemeye başladı. Epeyce bir süre geçtikten sonra, nihayet yükler hazır hale getirilmişti. Vakit de oldukça ilerlemişti. Dede yatsı namazını kıldıktan sonra yola koyuldular. Orman oldukça karanlıktı.
--Nasıl gideceğiz, önünüzü görebiliyor musunuz?
--Merak etme, gece insanlardan daha iyi görürüz. Binek hayvanlarından birine binersen rahat edersin. Sanırım gece bizden daha az görüyorsun sen.
--Evet, çok karanlık olursa hiç göremem.Hava bulutlu ki bu da ortalığı iyice karanlığa gömüyor.
Dede binek hayvanlardan birine bindi ve yola koyuldular. Epeyce yol almışlardı ki ayı huylanmaya başladı.
--Ne var, ne oluyor?
--Sanki birileri bizi takip ediyor gibi.
--Nerede?
--Sağ tarafta bazı karaltılar gördüm gibi.
--Çok dikkatli olun ve endişe de etmeyin.
Dede, yeni aldığı otomatik tüfeğe fişekleri yerleştirdi ve etrafı dinlemeye başladı. Bir süre böyle yol almaya başladılar.
--Herhangi bir şey var mı?
--Sanırım takip ediliyoruz.
--Bana karaltı gördüğün yeri tam olarak tarif et. Bu arada silah sıkacağım sakın korkmayın.
--Tamam. Hemen şu sol tarafımızda, takriben 30 metre mesafedeler.
--Peki. Sıkı durun.
Dede, ayının tarif ettiği yere doğru namluyu doğrulttu ve peş peşe tetiğe bastı. Tetiğe dokunması ile…


ELLİÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ELLİDÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Bir böğürtü duyuldu, sonra da uzaklaşan ayak sesleri.
--Dede, bu böğürtüler, domuz böğürtülerine benziyor.
--Bence de öyle.
--Sanırım daha önce saldıranlar da bunlar.
--Evet, aynı fikirdeyim. Neyse, biz bir an önce gitmeye bakalım. Bu konu ile sonra ilgileniriz inşaallah.
--Dede, daha önce bir not yazıp güvercinle kulübeye göndermişti. Bu nedenle, kulübede herhangi bir tedirginlik sözkonusu değildi, ama yine de Dede gelene kadar kimsenin uyumaya niyeti yoktu.
--Nene!
--Buyur yavrum!
--Dedem daha çok gecikecek mi?
--Bilmiyorum. Biraz da getirecekleri yüke bağlı. Yük fazlaysa biraz geç gelebilirler.
--Ne olur, dedemi bekleyelim.
--Tamam yavrum bekliyoruz. Uykun gelirse uyu ama.
--Peki, ama Dedem gelirse beni uyandır.
--Tamam. Hadi bakalım sen uyumaya çalış.
Gece yarısına doğru, uzaktan sesler gelmeye başladı. Gittikçe de yaklaşıyordu sesler. Nene içinden:
--Geliyorlar galiba, diye geçirdi. Aşağıya baktı. Orada da bir hareketlenme vardı. Ama bu hareketlenme telaşın eseri değildi. Az sonra kartal geldi, oradakilere kafilenin gelmekte olduğunu, epeyce yükün bulunduğunu ve herkesin hazır olması gerektiğini bildirdi. Bir süre sonra kafile gelmişti. Nene hemen torununu uyandırdı.
--Ne oldu nene?
--Kalk kızım Deden geldi.
--Yaşasııııııııııınnnnnnn!
--Hadi bakalım aşağıya iniyoruz. Dikkat et de düşme ha!
--Tamam Nene, merak etme.
Nene ve Torun hızla aşağıya indiler. Dede oldukça fazla bir yükle gelmişti.
--Hoş geldin bey!
--Hoş bulduk hanım. Çok yoruldum. Bir an önce yükü boşaltıp kendimi yatağa atmak istiyorum. Aslında bize bir kamyon lazım ama hem yol yok hem de çok riskli.
--E hadi hemen şu yükleri indirelim. Hem hayvanlar da yorulmuştur.
--Evet en çok da ona üzüldüm zaten. Biraz da fazla yük yüklemek zorunda kaldım. Hadi elimizi çabuk tutalım. Şu hayvanlı bu eziyetten kurtaralım.
Dede, Nene , Torun ve hayvanlar yükleri indirmeye başladı.
--Elinizi çabuk tutun. Şimdilik sadece yükleri indirelim. Yarın istifleriz inşALLAH.
--Tamam Dede, merak etme.
Takriben yarım saat içerisinde yükleri indirdiler.
--Hakkınızı hela edin. Sizi yorduk. Ama başka çare de yoktu.
--Ne demek, helal olsun. Bizim bir şikayetimiz yok.
--ALLAH (cc) ne muradınız varsa versin.
--Sizin de inşALLAH.
--Hadi bakalım, çok yoruldunuz. Hemen istirahata çekilin.
--Peki. ALLAH (cc) rahatlık versin.
--Size de inşALLAH. Nöbetçiler nerede?
--Buradayız.
--Gözünüzü dört açın. Gelirken saldırıya uğrayacaktık neredeyse. Geçen günkü hırsızlar, bizi takip etmiş anlaşılan. Neyse ki onları bertaraf ettik. Gözleri kararmışsa şayet buraya saldırmaya cesaret edebilirler. Nöbetçi sayısını arttırın bu gece.
--Tamam, sen merak etme.
--Diğerleri istirahata çekilsin. ALLAH (cc) rahatlık versin.
--Size de inşALLAH.
Dede, çok yorgun olduğundan, hemen yukarı çıktı ve geceliğini giyip kendini yatağa attı. Yatağa girer girmez de derin bir uykuya daldı. Aradan bir süre geçmişti ki…..


ELLİDÖRDÜNCÜ BÖLÜM SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ELLİBEŞİNCİ BÖLÜM


…bir çıtırtı duyuldu. Baykuşlar havalandı. Gelen her kimse hemen oradan uzaklaşmayı tercih etti. O gece başka da bir olay olmadı. Sabah, namaz ve kahvaltının akabinde, getirilen eşyalar ve gıda maddeleri mağaraya ve bir kısmı da kulübeye istiflendi. Mağarada büyük bir oda şeklinde bir bölüm mevcuttu. Malları oraya düzgün bir şekilde yerleştirip kapı gibi olan bölümü de tahtalarla kapattılar.
--Evet, ellerinize sağlık. Kışlık yiyeceğimizi de tedarik edip emniyet altına aldık elhamdulillah. Hepinizin elinize kolunuza sağlık. Bugün iş yok. Bir güzel dinlenin, akşama sohbetimiz var yine inşallah.
--Senin de ellerine sağlık Dede. İyiki buraya geldin. Seni buraya gönderen Rabbimize hamdolsun.
--Elhamdulillah.
Dede, o günü dinlenme ile geçirdi. Yolda başlarına gelen olayı da Nene ve Toruna anlatmadı. Onların tedirgin olmasını istemiyordu. Sohbet saati geldiğinde Dede, aşağıya indi. Herkes onu bekliyordu.
--Nerde kalmıştık?
--Cihad konusunu işlemeye devam ediyordun. Cihadla ilgili ayetleri söylemiştin bize.
--Evet, orada kalmıştık. İşte cihadla ilgili ayetler:


Maide Suresi: 35.Ayet
Ey iman edenler, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın, O'nun yolunda cihad edin ki, mutluluğa erebilesiniz.
Enfal Suresi: 39.Ayet
Siz de, ortalıkta hiçbir fitne kalmayıp din tamamıyla Allah'ın dini oluncaya kadar onlarla cihad edin! Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki Allah yaptıklarını görür.
Enfal Suresi : 65.Ayet
Ey peygamber, mü'minleri cihada teşvik et! Eğer sizden sabreden yirmi kişi olursa ikiyüz kişinin üstesinden gelir ve eğer sizden yüz kişi olursa o küfredenlerden binini alteder. Çünkü onlar, gerçeği kavrayamayan anlayışsız bir topluluktur.
Enfal Suresi: 74.Ayet
İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihada gidenlerle onları barındırıp yardıma koşanlar, işte onlardır gerçek mü'minler. Onlara bi bağışlama ve bol rızık vardır.
Enfal Suresi: 75.Ayet
Sonradan iman edip hicret eden ve sizinle birlikte cihad edenler de sizdendir. Akrabalar ise, Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar. Şüphe yok ki, Allah herşeyi bilir.
Tevbe Suresi: 19.Ayet
Yoksa siz, hacılara su temin etmeyi ve Mescid-i Haram'da umreciliği, Allah'a ve ahiret gününe inanıp da Allah yolunda cihad edenin işi gibi mi tuttunuz? Bunlar, Allah katında eşit olmazlar. Allah, zalimler güruhunu doğru yola iletmez.
Tevbe Suresi: 20.Ayet
İman edip hicret etmiş ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmiş kimseler, Allah katında en büyük dereceye sahiptirler ve işte muradına erenler onlardır.
Tevbe Suresi: 24.Ayet
De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, aşiretiniz, ele geçirdiğiniz mallar, kesat gitmesinden korktuğunuz bir ticaret ve hoşunuza giden evler size Allah ve peygamberinden ve onun yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah öyle fasıklar güruhunu doğru yola erdirmez.
Tevbe Suresi: 41.Ayet
Gerek hafif, gerekse ağırlıklı, hepiniz istisnasız savaşa çıkın, mallarınızla canlarınızla Allah yolunda cihad ediniz! Eğer bilir takımındansanız, bu sizin için hayırdır.
Tevbe Suresi: 44.Ayet
Allah'a ve ahiret gününe imanlı kimseler, mallarıyla ve canlarıyla cihad edeceklerinden senden izin istemezler ve Allah, o takva sahiplerini bilir.
Tevbe Suresi: 46.Ayet
Eğer cihada çıkmayı isteselerdi, mutlaka onun için hazırlık görürlerdi, fakat Allah, davranmalarını istemedi de onları alıkoydu ve : "Oturun, oturanlarla beraber!" denildi.
Tevbe Suresi: 73.Ayet
Ey şanlı peygamber, kafirlerle ve münafıklarla cihad et, onlara karşı kalın (sert) ol! Onların varacakları yer cehennemdir; ne kötü bir varış yeridir orası!
Tevbe Suresi: 81.Ayet
Arkada kalıp savaşa gitmeyenler, Allah'ın Resulüne karşı koymak üzere, yerlerinde oturup kalmalarına sevindiler, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar ve: "Bu sıcakta sefere çıkmayın!" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcak!" Keşke duysalardı!
Tevbe Suresi: 83.Ayet
Bundan böyle Allah seni onlardan bir kısmının yanına döndürür de, başka bir cihada çıkmak için senden izin isterlerse: "Artık siz benimle beraber savaşa çıkmayacaksınız ve hiçbir düşmana karşı benimle birlikte savaşmayacaksınız. Daha önce de oturup kalmayı arzu ettiniz, şimdi de geri kalanlarla beraber oturun!" de.
Tevbe Suresi: 86.Ayet
" Allah'a iman edin ve Resulü ile beraber cihada gidin!" diye bir sure indirildiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar senden izin istediler ve: "Bırak bizi oturanlarla beraber olalım!" dediler.
Tevbe Suresi: 88.Ayet
Fakat Peygamber ve beraberindeki mü'minler, mallarıyla canlarıyla cihad ettiler. Bunları görüyor musun? Bütün hayırlar işte onlar içindir ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.
Hacc Suresi: 78.Ayet
Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin! Sizi O seçti, üzerinize dinde hiçbir zorluk da yükletmedi. Haydi babanız İbrahim'in milletine! Bundan önce ve bunda(Kur'an'da) size müslüman adını o Allah verdi ki peygamber size şahid olsun, siz de bütün insanlara şahidler olasınız. Şu halde namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sıkı tutunun ki, sahibiniz O'dur. Artık O ne güzel bir sahip, ne güzel bir yardımcıdır.
Furkan Suresi: 52.Ayet
Madem ki, yalnız seni gönderdik. O halde kafirlere uyma ve bununla (Kur'an ile) onlara cihad et, büyük cihad!
Ankebut Suresi: 6.Ayet
cihad eden yalnızca kendi hesabına cihad eder;çünkü Allah, bütün alemlerden müstağnidir.
Ankebut Suresi: 69.Ayet
Bizim uğrumuzda cihad edenlere gelince, elbette Biz onlara (Bize ulaştıran) yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah, her zaman iyi davrananlarla beraberdir.

Cihadla ilgili, ayetlerin yanı sıra hadisler de var. İnşallah hadisleri de bir sonraki dersimizde anlatırız. Epeyce de geç oldu, hadi bakalım herkes istirahata çekilsin. Yarın ot ve yaprak kesmeye devam edeceğiz inşallah. Allah (cc) hepinize rahatlık versin.
--Ağzına sağlık Dede. Allah (cc) size de rahatlık versin.



ELLİBEŞİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ELLİALTINCI BÖLÜM

Ertesi gün, sabah namazı ve kahvaltıyı müteakip yine ot ve yaprak kesmeye gittiler. Dede bu sefer yanına kazma ve küreği de almıştı. Altın damarını kontrol edecekti. Bu altın onların çok işine yarayacaktı, diğer yandan başka birilerinin de görmemesi gerekiyordu. Birileri duyarsa şayet, burası insan kaynayacak ve huzur namına hiçbir şey kalmayacaktı. Ormana vardıklarında Dede:
--Siz ot biçmeye başlayın ben şu damarı bir kontrol edeyim.
--Tamam Dede, merak etme.
Dede, Nene ve Torunla birlikte, kazma küreği alıp damarın olduğu yere vardı. Bir iki kazma sallayınca orada zengin bir damarın olduğunu gördü.
--Evet, ömrümüzün sonuna kadar bize yeter de artar bu damar.
--Evet, öyle görünüyor bey. Yalnız bu damarı kamufle etmek lazım. Gerçi buralar ıssız yerler ama gene de tedbirli olmakta fayda var.
--Doğru söylüyorsun hanım. Şimdilik bir miktar çıkarıp burayı kapatalım. Daha sonra lazım olduğunda gelir çıkarırız yine.
--Evet, doğrusu da bu.
--E hadi o zaman. Sen de yardım et bana. Torun sen de çıkardığımız altınları topla.
--Tamam dedeciğim.
Dede ve Nene kısa süre içerisinde epeyce bir altın çıkarıp damarın üzerini bir güzel örttükten sonra ot biçen hayvanların yanına döndüler.
O gün akşama kadar, hatırı sayılır miktarda ot biçip yaprak kestiler ve demetledikten sonra da kulübenin yolunu tuttular. Akşam ve yatsı namazından sonra da sohbet yerinde bir araya geldiler.
--Eveeeeeeeeeeet! Bugün de inşallah size cihad ile ilgili hadisi şerifleri ileteceğim size inşallah.
--Dört gözle bekliyoruz Dede.
--O zaman sizi daha fazla merakta bırakmayayım. Cihadla ilgili ayetlerin yanı sıra bir çok hadisi şerif de vardır, işte onlardan bir kaçı:
Nefs'e Karşı Cihad Şüphesiz en güç cihad, insanın nefsiyle ve nefsinin arzularına karşı yaptığı cihaddır. Müslüman, gerçek cihadı nefsine karşı verir. Nefsine karşı cihadı kazanamayan, düşmanın karşısına çıkmak için kendisinde güç ve cesaret bulamaz. Hz. Peygamber Tebük seferinden dönüşte ashabına şöyle buyurmuştu: " Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" (Adûnî, Keşfu'l-Hafâ', I, 425). Bu hadisinde Hz. Peygamber, en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebük seferini "küçük cihad" olarak vasıflandırırken; nefse karşı verilecek mücadeleyi "büyük cihad" olarak nitelendirmektedir. " Hakiki mücahid nefsine karşı cihad açan kimsedir" (Tirmizî, Cihad, 2) hadîsi de aynı manayı ifade etmektedir.
Aynı meâlde başka hadis-i şerifler de vardır. Bütün bunlar bize, insanın nefsi ile, nefsinin boş ve mânâsız, hatta gayr-ı meşrû istekleri ile mücadele etmesinin cihad olarak değerlendirildığını göstermektedir.
2- Ilim Ile Cihad
Cihad'ın başka bir çeşidi de ilim ile yapılan cihaddır. Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir. Hakk'a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir.
Bilginin ortaya koyduğu delillerin gönüller üzerinde icra ettiği tesiri silâh gücü ile temin etmek mümkün değildir. Onun için şöyle buyurulmuştur:
"Ey Muhammed! Insanları Rabbi'nin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış. Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir. " (en-Nahl 16/125).
Temeli ilim yoluyla tebliğ ve davete dayanan Islâmiyette, bu tebliğ faaliyetinin adı "ilim ile cihad"dır. Bu usûle "Kur'an ile cihad" da denilir. En güzel mücadele şekli Kur'an'ın mücadele şeklidir. Bunun için Cenâb-ı Hak:"Sen kâfirlere uyma, uyanlara karşı Kur'an ile büyük bir cihadla cihad et" (el-Furkan, 25/52) buyurmuştur. Ayet-i kerimede Kur'an ile cihadın "büyük cihad" olarak belirtilmesi, Kur'an'ın ilim ile cihad konusuna ne kadar önem verdiği göstermektedir. Hak ve hakikatı, en tehlikeli zamanda bile, hiç bir şeyden korkmadan ve çekinmeden olduğu gibi söylemek de bir çeşit cihaddır. Rasûlullah (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti açıkça söylemek, büyük bir cihaddır. " (Ibn Mâce, Fiten, 4011)
3- Mal Ile Cihad
Mal ile cihad, Allah Teâla'nın insana ihsan etmiş bulunduğu mal ve servetin yine Allah (c.c.) yolunda harcanması demektir.
Bilindiği gibi dünyada her iş para ile yapılmaktadır. Hakkın korunması ve zafere ulaşılması da yine paraya bağlıdır. Bunun için mal ile cihadın önemi büyüktür. Müslümanların, Islâm'ın yücelmesi hakkın muzaffer olması için her türlü mal, servet ve paralarını bu yolda fedâ etmeleri mal ile cihaddır

Peygamber'in, mal ile cihad hususundaki teşvik edici sözleri ashabı kiramı harekete geçirmiş ve kendileri yoksulluk içinde sıkıntılı bir hayat geçirirken, mal ile cihad farızasını edâ edebilmek için elde avuçta ne varsa getirip Rasûlullah'a vermişlerdir. Bu konuda Kur'an-ı Kerîm'de de pek çok ayeti kerîme vardır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Iman edip hicret eden, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden, (mücâhidlere) yer veren ve yardım edenlerin hepsi birbirinin vekilıdır. " (el-Enfal, 8/72).
"...Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşın. Bilseniz bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır. " (et-Tevbe, 9/41).
"Allah, mallarıyla, canlarıyla mücadele edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. " (en-Nisâ, 4/95).
4- Savaşarak Cihad Yapmak
Cihad, müslümanlara farzdır. Her müslümanın nefsi ile, ilim ve malı ile sürekli cihad yapması, böylece dinin korunması, Hakk'ın galip kılınması için çalışması gerekir. Bazen "I'lây-ı kelimetullah" yani Allah adının yüceltilmesi dinin korunup yayılması içinde elde silâh düşmanla savaşmak icab edebilir. Bu en büyük cihaddır ve müslümanlara farzdır. Hattâ cihad denildiği zaman ilk akla gelen husus, düşmanla sıcak savaşa girmektir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Sizinle savaşanlarla; Allah yolunda siz de savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın." (el-Bakara, 2/190)
Bu ilâhi emir Allah yolunda, Islâm uğrunda savaşmanın ve Islâm yurdunu düşmana karşı korumanın cihad olduğunu bize ifade etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir hadis-i şeriflerinde; ganimet elde etmek, şan ve şöhrete ulaşmak, mevki ve makam elde etmek için yapılan savaşın cihad olmadığını, cihadın, Allah (c.c.)'ın adının yüceltilmesi (I'lây-ı kelimetullah) için yapılan savaş olduğunu haber vermiştir.
Çağımızda bir takım gruplar her ne kadar savaşsız bir dünyanın özlemini dile getirmekte ve bunun için açık veya gizli savaş aleyhtarı faaliyetler sürdürmekte iseler de, bu hiç bir zaman, binlerce yıldan beri devam eden gerçeği değiştirmeyecek ve savaşlar sürüp gidecektir. Cenâb-ı Hak bu değişmez gerçeği aşağıdaki ayet-i kerîmede bize haber vermiştir:
"Hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir Şey, hakkınızda hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de, hakkınızda kötü olabilir. Bunları Allah bilir, siz bilemezsiniz.

Bunlar cihad ile ilgili hadisi şeriflerin bir bölümü, diğerlerini de inşallah bir sonraki dersimizde anlatırım size. Hadi bakalım Allah (cc) rahatlık versn.
--Ağzına sağlık Dede. Sana da inşallah.



ELLİALTINCI BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ELLİYEDİNCİ BÖLÜM


Ertesi akşam yine aynı saatte herkes hazır bulunuyordu. Dede cihad ile ilgili bilgi vermeye devam etti.
--Dün size hadisi şeriflerin bir kısmını söylemiştim bugün de inşallah geri kalan kısmını nakledeceğim ve cihad konusunu kapatacağız inşallah.
İbn-i Abbâs radiya'llâhu anhümâ'dan Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'in feth-i Mekke günü (îrâd ettiği bir hutbesinde) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
Feth (-i Mekke) den sonra (artık Mekke'den Medîne'ye) hicret yoktur. (Ba'demâ) Mekke'den yalnız cihad kasdiyle ve tahsîl-i fezâil niyetiyle çıkılabilir. Binâenaleyh (devlet tarafından) cihâda da'vet olunduğunuzda hemen icâbet ediniz!.
Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den:
Şöyle demiştir: Resûlu'llâh sall'llâhu aleyhi ve sellem'e: "Amelin hangisi efdâldir?" diye sordular. "Allâha ve Resûlüne îmân." buyurdu. "Ondan sonra hangisi?" dediler. "Allah yolunda cihâd." buyurdu. "Ondan sonra da hangisi?" diye sordular. "Makbûl (olmuş, içine günah ve riyâ karışmamış) Hac." cevâbını verdi.
Âişe radiya'llâhu anhâ'dan rivâyet olunduğuna göre, Sıddîka-i müşârün-ileyhâ demiştir ki: Bir kere ben:
- Yâ Resûla'llâh biz cihâdı, ibâdetlerin efdali biliyoruz. Biz, cihâda iştirâk edemez miyiz? diye sordum. Resûlullâh:
- Hayır, siz cihâd edemezsiniz. Siz kadınlar için efdal-i cihâd, her halde hacc-ı mebrûr olur, buyurdu.
Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'ten (şöyle) dediği rivâyet edilmiştir: (Bir kere) Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'e bir er kişi geldi de:
- Yâ Resûla'll
âh! Bana cihâda muâdil bir ibâdete delâlet buyurulsa! dedi. Resûlullâh:
- Ben cihad değerinde bir ibâdet bulmuş değilim ki, buyurdu. (Ve devâm edip):
- (Sana sorarım) gücün yetişir mi ki: mücâhid (sefere) çıktığı sıra sen (de) mescidine girip(o dönünceye kadar) namaz kılasın da hiç usanmıyasın. Ve oruç tutasın da hiç iftar etmiyesin? diye sordu. O kişi:
- Buna kimin gücü yeter ki? diye cevap verdi.
Ebû Saîd (-i Hudrî) radiya'llâhu anh'ten şöyle dediği rivâyet olunmuştur: (Bir kere Resûlullâh'a):
- Yâ Resûla'llâh! İnsanların hangisi efdaldir? diye soruldu da Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem:
- Caniyle, maliyle Allah yolunda cenk eden mü'min, buyurdu.
- Sonra kim? diye sordular. Resûlullâh:
- (O da) vâdîlerden bir vâdîde (ihtiyâr-ı uzlet eden) mü'mindir ki, o, Allah'dan korkar da insanları, şerrinden rahat bırakır, buyurdu.



Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den, Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim, dediği rivâyet edilmiştir: Allah yolunda (harb eden) mücâhidin benzeri - Allah, kendi yolunda cihâd eden kimse (de ki gâye) yi çok iyi bilir ya - (gündüz) oruç tutan ve (gece) namaz kılan (mü'min) in meselidir. Allah, kendi yolunda döğüşen mücâhid için ya onun şehâdeti sûretiyle onu (sorgusuz derhal) Cennet'e koymağı, yâhut mücâhidi sevabla veya ganîmetle berâber sâlimen (meskenine) dönmesini deruhde etti.

Yine Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
Her kim Allâh'a ve O'nun Resûlüne îmân eder de namaz kılar ve Ramazan'da oruç tutarsa, onu Cennet'e koymak Allah üzerine (sanki) bir hak olur. O kimse ister Allah yolunda cihâd etsin, isterse içinde doğduğu toprağında, (evinde) otursun. Bunun üzerine Ashâb:
Yâ Resûla'llâh! (Bu haberi) halka müjdelemez miyiz? demişlerdi. Resûl-i Ekrem (şöyle) söyle (yerek istidrâk eyle) di:
- Cennet'te yüz derece vardır ki, Allah onları Allah yolunda cihâd eden mücâhidler için hazırlamıştır. İki derece arasındaki mesâfe, gökle yer arasındaki mesâfe gibidir. Siz Allah'dan (Cennet) istemek dilediğinizde Ondan Firdevs'i isteyin!. O, Cennet'in efdalidir ve Cennet'in en yücesidir. Râvî diyor ki: Öyle zannediyorum ki, (Şeyhim Füleyh): "Firdevs'in üstünde Arş-ı Rahmân vardır" demişti. Cennet'in ırmakları da Firdevs'ten akar.
Enes İbn-i Mâlik radiya'llahu anh'den Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Sabahleyin veya akşamleyin her hangi bir zamanda Allah yolunda bir kere (cihad için) yürüyüş, hiç şüphesiz dünyâdan ve dünyâdaki şeylerin hepsinden hayırlıdır.
Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
Cennet'te bir arşın kadar (az) bir yer (âlemde) üzerine güneş doğup batan şeylerin hepsinden muhakkak hayırlıdır. Yine Resûlullâh: "Sabahleyin veya akşamleyin her hangi bir zamanda Allah yolunda (cihâda çıkıp) yürüyüş, üzerine güneş doğup batan şeylerin hepsinden her vechile hayırlıdır". buyurmuştur.
Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
At ırkı bâzı kimseler için mahz-ı sevâbtır; bâzı kimseler için de fakr-ü ihtiyâcına bir perdedir; bâzılarının da boynunda bir vebâldir. At kendisi için hayır olan ol kimsedir ki, o, atını Allah yolunda (cihâd için) bağlamıştır; ve atı (nın ayağı) nı da bol otlu geniş bir sâhada veya çayırlıkta uzatmıştır. Bu bol otlu geniş bir sâhadan veya çayırlıktan atın bu uzun ipinde iken yediği her ot, at sâhibi için birer hasenedir, iyiliktir. Hele bir de atın ipi kopsa da şahlanarak (ön ayaklarını kaldırıp) bir veya iki mil (rakseder gibi) nişât ile koşsa, yerde tırnaklarının bıraktığı izleri ve onun gübreleri de sâhibi için hasenât olur. Bir de hayvân (bu arada) bir nehre uğrayıp da o(nun suyu)ndan içerse, -sâhibi sulamak istememiş olsa bile- bu su da sâhibi için hasenât olur. Binâenaleyh cihâd için bağlanan bu gazâ atı, sâhibi için büyük bir sevabtır.
Bir kimse de atını, (onunla kazanmak), halktan müstağnî olmak, iffetini muhâfaza etmek için bağlar da sonra o kimse gerek hayvanlarının üzerindeki Allah hakkı (olan zekâtı) nı, gerek arkalarına tâkatinden fazla yüklememeği unutmazsa, bu at da o kimse için (fakirliğe karşı) bir hâildir.
Bir kimse de atını öğünmek için, riyâ için, ehl-i İslâm'a husûmet için bağlar (sa) bu hayvân da onun için azîm bir vebâldir.
Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'e (Ashâb-ı Kirâm tarafından) merkebler (in de feres hükmünde olup olmadıkların) dan soruldu da Resûlullâh:
- Her hükmü câmi' bir vecîze olan şu âyetten başka bana (mansûs) bir şey inzâl buyurulmadı, dedi: Her kim küçük zerre vezninde bir hayr işlerse, onu görecek; her kim de küçük zerre mikdârı bir şer işlerse, bu da onu görecek (meâlindeki iki âyetini okudu).
Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'ten (şöyle) dediği rivâyet edilmiştir: (Bir kere) Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'e bir er kişi geldi de:
- Yâ Resûla'llâh! Bana cihâda muâdil bir ibâdete delâlet buyurulsa! dedi. Resûlullâh:
- Ben cihad değerinde bir ibâdet bulmuş değilim ki, buyurdu. (Ve devâm edip):
- (Sana sorarım) gücün yetişir mi ki: mücâhid (sefere) çıktığı sıra sen (de) mescidine girip(o dönünceye kadar) namaz kılasın da hiç usanmıyasın. Ve oruç tutasın da hiç iftar etmiyesin? diye sordu. O kişi:
- Buna kimin gücü yeter ki? diye cevap verdi.
Ebû Saîd (-i Hudrî) radiya'llâhu anh'ten şöyle dediği rivâyet olunmuştur: (Bir kere Resûlullâh'a):
- Yâ Resûla'llâh! İnsanların hangisi efdaldir? diye soruldu da Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem:
- Caniyle, maliyle Allah yolunda cenk eden mü'min, buyurdu.
- Sonra kim? diye sordular. Resûlullâh:
- (O da) vâdîlerden bir vâdîde (ihtiyâr-ı uzlet eden) mü'mindir ki, o, Allah'dan korkar da insanları, şerrinden rahat bırakır, buyurdu.
Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den, Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim, dediği rivâyet edilmiştir: Allah yolunda (harb eden) mücâhidin benzeri - Allah, kendi yolunda cihâd eden kimse (de ki gâye) yi çok iyi bilir ya - (gündüz) oruç tutan ve (gece) namaz kılan (mü'min) in meselidir. Allah, kendi yolunda döğüşen mücâhid için ya onun şehâdeti sûretiyle onu (sorgusuz derhal) Cennet'e koymağı, yâhut mücâhidi sevabla veya ganîmetle berâber sâlimen (meskenine) dönmesini deruhde etti.
Enes İbn-i Mâlik radiya'llahu anh'den Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Sabahleyin veya akşamleyin her hangi bir zamanda Allah yolunda bir kere (cihad için) yürüyüş, hiç şüphesiz dünyâdan ve dünyâdaki şeylerin hepsinden hayırlıdır.


bütün bu ayet ve hadislerin ışığında cihad, dünya ve dünya malı için olmayan, Kelîme-i Tevhîd'in kabulü ve gönüllere yerleşmesi için gösterilen cehd ile bunun neticesinde kazanılan kardeşliğin adıdır. Cihad; insanları, kula kul olmaktan kurtarıp Allah'a kul etmeğe davet edişin ve bu uğurda çekilen sıkıntıların adıdır. Cihad, insanları, sınıf, zümre, parti ve bütün beşeri hegemonyalardan kurtarıp Allah'ın hâkimiyeti altına gönül rızası ile davet etmenin adıdır. Kinsiz, kansız ve mutlu bir Islâm toplumu oluşturmak için gösterilen ihlaslı hareketin adıdır. Cihad, her ferdin, kendisini günahlardan arındırıp Allah'a istiğfar etmesi, Allah'a yönelmesi, Allah'a yönelen insanlardan oluşan bir dünya kurması ve bu dünyada kendisi ve insanlar için yalnız Allah'ın hâkimiyetini istemesi ve bunun için devamlı hareket halinde olmasıdır. Cihad, eskiden yapılan ve pişmanlık duyulan bütün yanlış işlerin aksini yapma gücüdür. Cihad, zimmete geçirilen bütün hakları geri iade edebilmektir.
Cihad, terkedilen hukukullahı telâfi etmektir. Cihad, nefis ve bedendeki her türlü taklıdi terk etmektir.
Rasûlullah (s.a.s.)'ın torunu Hz. Hasan der ki: "Adam Allah uğrunda cihad eder. Halbuki bir kılıç vurmamış bulunur. Sonra Allah uğrunda cihadın hakkı da; hak ve ihlâsa yakın bulunması, haksızlıktan ve kötü niyetlerden gücü yettiği oranda kusur ve ilgisızlıkten uzak bulunmasıdır."
Cihad, insanları baskı ve zorlamadan korumak ve kurtarmaktır. Zorlama ve baskı olmayan Islâm'a, insanları davet ederek Allah'ın adını yüceltmektir. Cihad, herkesi, mensubu olduğu akîdeden zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın kabulü ve yayılışına engel olmak isteyen ve gücünün yettiğine baskı yapan hak düşmanlarının kovulması ve her türlü engelin kaldırılması ile, sağlam kalp ve dosdoğru düşünen bir akıl için belirlenmiş en güzel nizamı, yani Islâm'ı hâkim kılmaktır. Cihad, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yaşayıp tebliğ ettiği Islâm'a yapışarak Allah yolunda kendini ve. malını feda etmiş, orta yolu seçmiş, aşırılıktan sakınmış ilâh olarak Allah'ı ve onun hâkimiyetini tanımış, Islâm'ı bütün dinlerin üstünde ve tamamlanmış tek din kabul ederek bu dini müdafaa ve yaşanılır kılmak için çalışmak demektir. Bunun için Islâm'da mutlak surette, öldürme, intikam, din değiştirmeye zorlama yoktur. Düşmanı yenmek, onun kuvvet ve gücünü bertaraf edip, dinde serbest olarak Allah'ın hükmüne tabi tutmaktır ki, işte Allah'ın adını yüceltmek için yapılan cihad şekillerinden birisi de budur.
Cihad, ne bir savunma savaşı ne düşmana saldırıda bulunup onu imha etme savaşıdır. Kıtal ve kan dökme değildir. Yahut bir üstünlük ve egemenlik kurarak insanları boyunduruk altına alma savaşı da değildir.
Insanlarla mücadele ve insanlar arası savaş ilişkilerini anlatan pek çok kelime varken, Islâm bu kelimeleri cihad kavramı yerine kullanmadı. Meselâ, harp, kıtal, ezâ kelimeleri cihad kelimesinin yerini tutmamaktadır. Islâm niçin eskiden Araplar'ın kullandığı harp vb. gibi kelimeleri almadı da yepyeni bir ifade olan cihad tabirini aldı. Bunun birinci sebebi, harp tabiri şahsi menfaatler, polemik oyunlar için ateşi sönmeyen, yangını çağlar boyu milletlerin, kabilelerin içinden çıkmayan kıtal anlamında kullanılmıştır. Harplerde genellikle, kişisel ve toplumsal kinler hâkim olmuştur. Harplerde fikir endişesi, bir akîdeyi galip kılma çabası göze çarpmaz.
--Cihad ile ilgili size anlatacaklarım bu kadar. İnşallah biraz faydalı olmuşumdur.
--Allah (cc) senden razı olsun Dede. Cihad konusunda gerçekten bilgi sahibi olduk. İnsanlar nasıl bu kadar önemli bir ibadetten yüz çeviriyorlar anlamak mümkün değil.
--Oda bir şey mi. Hadi cihad farizası biraz meşakkatli, bu yüzden yüz çeviriyorlar diyelim. Yapılmasında hiçbir zorluk olmayan namaz ibadetini bile yerine getirmeyenler var.
--Namaz mı?
--Evet namaz.
--Namaz nasıl bir ibadet ki?
--Peygamber Efendimiz’in (sav) “Gözümün nuru” diye buyurduğu bir ibadet. Onu da daha sonraki derslerimizde işleriz inşallah. Hadi bakalım herkes istirahate çekilsin. Nöbetçiler hariç. Allah (cc) rahatlık versin.
--Size de inşallah.
Herkes uyumak üzere kendi yerine çekildi. Vakit geceyarısına gelmişti ki….

ELLİYEDİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ELLİSEKİZİNCİ BÖLÜM



…baykuş nefes nefese geldi ve kapıyı tıkırdattı. Dede uyandı ve:
--Ne var ne oluyor?
--Tarlaya birileri girdi, ekinlerin altını üstüne getiriyorlar.
--Hımmmm! Hepsine zarar verebilirler mi?
--Hayır!
--Biz gitmeye kalkışırsak onları yakalayamadan kaçarlar. En iyisi yarın orada pusuya yatmak. Sen şimdi haberin yokmuş gibi tekrar oraya git ve bundan kimseye bahsetme. Aramızda casuslar olabilir.
--Peki Dede. Allah (cc) rahatlık versin.
--Sana da inşallah.
Baykuş gitti, Dede de hazır uyanmışken abdest alıp teheccüd namazı kıldı ve tekrar yatağa girdi. Sabah namazı ve kahvaltıyı müteakip, Dede orman konseyini toplantıya çağırdı. Herkes geldikten sonra:
--Şimdi anlatacaklarım burada kalacak.
Herkesi bir merak almıştı. Dede’nin canı çok sıkkındı, bu her halinden belli oluyordu. Ayı söz aldı:
--Hayırdır, bilmeden bir kusur mu işledik? Canın çok sıkkın görünüyor.
--Evet canım gerçekten çok sıkkın. Ben sizin için elimden geleni yapmaya çalışıyorum ama anlaşılan birileri bu iyi niyetimi ve çabamı suistimal ediyor.
--Hayırdır, ne oldu?
--Bu gece birileri ekin tarlasına girip tarlanın altını üstüne getirmiş.
--Neeeeeeeee! Ekinin altını üstüne mi getirmiş?
--Maalesef evet!
--Peki kimler olduğu belli mi?
--Hayır! Baykuş bana gece haber verdi ama onları kaçırmamak için herhangi bir şey yapmayıp sizlerin de bu konuda fikirlerinizi almak istedim.
--Bana göre içlerinden biri domuz. Senin buraya gelmeni hazmedemediği gibi daha önce de aramıza pek girmeyip daima zarar verici davranışlarda bulunuyordu.
--Evet ben de aynı fikirdeyim.
--Ben yılandan da şüpheleniyorum, dedi kurt.
--Evet, yılan da bu işin içinde olabilir. Neyse kim olduklarını tesbit edeceğiz inşallah. Benip bir planım var, bakalım beğenecek misiniz?
--Nedir planın? Merak ettik doğrusu.
--Planım şu. Bu olaydan hiç kimseye bahsetmeyin. Sanki olmamış gibi davranın. Yatsı namazını müteakip oraya gidip pusuya yatacağız. Her türlü tedbiri alıp hiç birini elden kaçırmamamız lazım.
--Evet, çok güzel bir plan. Bence de en uygunu bu, dedi yaban keçisi. Yaban eşeği de onu tasdik etti. Diğer hayvanlar da bu fikre katıldılar.
--Anlaştığımıza göre şimdi normal işlerimizi yapmaya gidelim. Biçtiğimiz ot ve yaprakları gidip getirelim. Ama dikkat edin de tarlanın oraya kimse gitmesin.
--Tamam, sen merak etme.
--Hadi bakalım, malzemeleri alın yola çıkıyoruz.
Dede, Nene, Torun ve diğer orman sakinleri otların istif edildiği yere vardılar. Yükleri eşeklere yükleyip mağaraya götürerek yerleştirdiler. O gün akşama kadar ot ve yaprak demetlerini mağaraya taşıyarak bu işi de halletmiş oldular.
Yatsı namazından sonra Dede, Nene ve Torun’a:
--Bizim biraz işimiz var, siz yatın.
--Ne işi, ne oldu?
--Birileri tarlayı talan etmiş. Pusuya yatacağız. Bu gece gene gelirlerse onları yakalamaya çalışacağız.
--Aman Allah’ım, kim ki bunu yapan?
--Ben de bilmiyorum. Bu gece öğreneceğiz inşallah.
--Gelirleri mi ki gene?
--Gelmeleri lazım. Çünkü haberimiz yokmuş gibi davrandık bugün.
--Allah (cc) yardımcınız olsun.
--Allah (cc) razı olsun. Sakın bizi merak etmeyin ha, siz yatın.
--Gözüme uyku mu girer. Siz gelene kadar bekleyeceğim.
--Peki, sen bilirsin. Toruna bir şey belli etme. O bari yatsın.
--Tamam, sen merak etme.
Dede, orman timi ile birlikte tarlanın yolunu tuttu. Kimse şüphelenmesin diye tarlanın ters istikametinde yürümeye başladılar. Bir müddet böyle gittikten sonra bir kavis çizip tarlaya yöneldiler. Tarlanın yanına varıp pusuya yattılar. Dede baykuş ve kartala:
--Gözlerinizi dört açın. Ve sakın burada olduğunuzu da belli etmeyin.
--Tamam, merak etme.
Pusuya yatalı yarım saati geçmemişti ki birden….


ELLİSEKİZİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ELLİDOKUZUNCU BÖLÜM

…ayak sesleri duyuldu. Bir süre sonra üç karaltı göründü. Dede:
--Kim bunlar? Baykuş:
--En önde domuz, arkasında da çakal ve sırtlan.
--Domuzdan şüpheleniyordum ama bu çakal ve sırtlan biraz sürpriz geldi bana.
--Ya hadi domuz ot yiyor peki bu çakal ve sırtlanın derdi ne?
--Onlar da zarar vermek için böyle yapıyor. Bunlar çete mi kurmuş ne yapmış?
--Sanırım öyle. Bu çete işine benziyor. Aksi takdirde diğerlerinin bunu yapması anlamsız.
--Haklısın. Çok dikkatli olun. Sen yanına kurt ve tilkiyi al, arkalarını çevir. Hiç biri kaçmamalı. Benim işaretimi bekleyin. Baykuşa dönerek, başka kimse görünüyor mu?
--Hayır! Sadece bu üçü.
--İyi cesaret.
--Sanırım bundan haberimizin olmadığını düşünüyorlar, aksi takdirde bu kadar pervasız olmazlardı.
--Aynı fikirdeyim. Hadi bakalım, yakalayalım şunları.
Ayı, kurt ve tilki arkayı dolandılar. Dede’nin işaretini beklediler. Herkes yerini alınca Dede:
--Şimdi!
--Kimse kıpırdamasın! Olduğunuz yerde kalın.
Saldırganlar şok olmuşlardı. Böyle bir şey beklemedikleri anlaşılıyordu. Kıpırdayamadan kıskıvrak yakalandılar.
--Bakın bir atasözü şöyle der: Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar. Böyle bir şeyin başınıza gelebileceğini düşünmediniz mi hiç? Sonra da cevap vermelerini beklemeden;
--Hadi bakalım gidiyoruz. Bunların sorgusunu sonra yaparız.
Dede ve ekibi, zanları da yanlarına alarak kulübenin yolunu tuttular. Kısa bir süre sonra kulübeye varmışlardı.
--Bunları nezarethaneye kapatın. Sabahleyin sorgularını yaparız. Bu arada bunların sorgusu yapılana kadar, buradakilerin dışında kimsenin haberi olmasın.
--Tamam Dede. Sen merak etme.
--Nezarethanenin önüne nöbetçi koymayı unutmayın. Bunları sorgulamadan elimizden kaçırırsak dış bağlantıları bunları ormandan kaçırabilir. Gerçi hainlerin sonunun parlak olduğu hiç görülmemiştir. Bugüne kadar ömrünün sonunda rezil olmayan hiçbir haine rastlamadım ben.
Zanlılar nezarethaneye konduktan sonra, nöbetçi olarak kurt ve ayı kaldılar. Dede baykuşa da gerekli talimatı verdi:
--Sen de ekibinle birlikte olay yerine git. Başka kimse var mı yok mu iyice bir araştırın. Herhangi bir olayda haberim olsun.
--Tamam Dede, gidiyoruz.
Dede kulübeye çıktı. Nene onu bekliyordu. Torun ise uyumuştu.
--Geldiniz demek?
--Evet!
--Ne oldu peki?
--Sorma! İçimizde hainler bulunuyormuş da haberimiz yokmuş.
--Deme bey! Kim peki?
--Şimdilik üç kişi yakalayabildik. Domuz, çakal ve sırtlan.
--Üçü de hain zihniyetli.
--Evet, aynen öyle.
--Başka kimse var mı peki?
--Şimdilik bilmiyorum ama vardır kesin. Çete sadece bu üç kişiden oluşmamakta. Yarın gece sorgulayacağız. Bunların yakalandığından kimsenin haberi olmamalı ki diğer çete üyeleri kaçmasın.
--Yatalım o halde.
--Evet! Epeyce de yorulduk zaten. Hadi Allah (cc) rahatlık versin.
--Sana da inşallah.
Ertesi sabah, Dede ve diğer orman sakinleri sıradan işlerini yapmaya koyuldular. Dün geceki olaydan diğer sakinlerin haberinin olmaması için azami gayret gösteriyordu herkes. Yatsı namazını müteakip Dede:
--Bu akşam biraz rahatsız olduğumdan sohbet yapamayacağım. Daha sonra devam ederiz inşallah.
--Allah (cc) şifalar versin. Peki sohbetin konusu ne olacak, bari onu bilelim.
--Çok önemli bir konuda size bilgi vereceğim inşallah. İslam’ın olmazsa olmaz ve en önemli farzından bahsedeceğim. Sohbetimizin konusu namaz olacak inşallah.
--Sohbet zamanını iple çekeceğiz.
--Hadi bakalım Allah (cc) rahatlık versin.
--Sana da inşallah.
Diğer sakinler istirahata çekilince Dede, yanına ayı, kurt, kartal ve tilkiyi alıp nezarethaneye gitti. Zanlılar perişan bir durumdaydılar. Dede bir süre onları süzdükten sonra….



ELLİDOKUZUNCU BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ALTMIŞINCI BÖLÜM



--Eeeeeeeee anlatın bakalım. Neden siz de diğerleri gibi kurallara uymayıp kanunsuz yollara başvurdunuz? Bu orman herkese yetecek genişlikte değil mi?
--Biz kimseden emir almayız.
--Kurallara uymak birilerinden emir almak mıdır?
--Biz diğerlerinden üstünüz.
--Siz de hiçbir üstünlük alameti göremiyorum. Hem sen bu domuzluğunla mı diğerlerinden üstünsün? Yahu sen hayvanların en aşağılığısın. Söyleyin bakalım başka suç ortağınız var mı?
--Hayır yok.
--Bence var.
--Yok dedim. Hem biz ormanın selameti için çalışıyoruz.
--Ekin tarlasına zarar vererek mi? Bu nasıl ormanın selametini korumak? Yahu sizin yaptığınız düpedüz ormana ihanet. Siz bu işlere kalkışana kadar ormanda en ufak bir rahatsızlık yoktu.
--Bu seni ilgilendirmez. Hem burası bizim ormanımız. Sen niye geldin buraya?
--Benden şikayetçi olan başka kimse yok. Şayet diğerleri beni istemezse buradan derhal gitmeye hazırım.
Ayı atıldı:
--Bizim senden hiçbir şikayetimiz yok. İyi ki geldin. Zaten bu domuz daha önceleri de sinsi işler çeviriyordu ama bir türlü bunu açığa çıkaramıyorduk. Sen bize müsaade et biz onu söyletmesini biliriz.
--Mademki bana konuşmak istemiyorlar, buyurun sanık sizin.
Dede dışarı çıktı. Bir süre sonra ayı da dışarı çıktı ve:
--Tamam, bülbül gibi öttü.
--Var mıymış başka suç ortakları?
--Olmaz mı? Yılan, çiyan, fare ve bilumum haşarat.
--Neredelermiş peki?
--Ormanın dışına yakın bir yerde kampları varmış bunların.
--Orman timine haber verin, hemen baskına gidiyoruz. Bunlar ortalıkta görünmeyince diğerleri şüphelenip kaçabilirler.
--Evet, bence de öyle. Ben hemen timi alıp geliyorum.
--Hadi bakalım.
Kısa sürede tim hazır oldu. Dede ile beraber, domuzun tarif ettiği yere süratle hareket ettiler. Takriben bir saat kadar sonra malum yere yaklaşmışlardı. Dede, kartala:
--Sen bir keşif uçuşu yap bakalım. Ama dikkatli ol.
--Tamam, merak etme.
Kartal epeyce yükseldi, çok geçmeden de döndü.
--Durum ne?
--Bir huzursuzluk var içlerinde. Yerlerinde duramıyorlar. Sanırım gözleri firarda. Bir şeylerden şüphelenmiş gibiler.
--Nöbetçi var mı?
--Tedbiri elden bırakmış görünüyorlar. Nöbetçi yok.
--İyi o halde. Hadi bakalım harekete geçiyoruz.
Orman timi, çetenin etrafını sardı ve çemberi iyice daralttıktan sonra Dede:
--Heyyyyyyyyyyyy, aşağıdakiler! Etrafınız sarıldı, sakın kaçmaya kalkışmayın. Adil olarak yargılanacaksınız.
Aşağıdakilerde şafak atmıştı. Sağa sola koşuşmaya başladılar ama nafile. Her tarafın tutulduğunu görünce çarnâçar teslim olmak zorunda kaldılar.
--Nasıl, böylesi daha mı iyi oldu?
--Bizi domuz kandırdı. Tüm bu fikirler onun başının altından çıktı, dedi yılan.
--Neden domuza inandınız da bize gelmediniz? Yani bir avuç çete koskoca ormana ne yapabilirsiniz ki? Bunu hiç mi düşünmediniz? Artık sonuca katlanmaktan başka da çare yok.
--Af et bizi ne olur. Bir daha asla böyle bir şey yapmayız.
--Sizinki son pişmanlık. Ve son pişmanlık da fayda vermez. Yargılanacaksınız. Hadi bakalım, gidiyoruz.
Dede ve orman timi, yanlarında tutuklularla beraber nezarethanenin yolunu tuttular. Olanlar kısa sürede tüm ormana yayıldı. Orman sakinleri kulübenin yanında toplanmış, kafilenin gelmesini bekliyordu. Bir süre sonra kafile oraya varmıştı. Her kafadan bir ses çıkmaya başladı.
--Demek hainler bunlar ha? Hepsini asmak lazım.
--Evet ya, Dede bize versin biz gerekeni yaparız.
--Evet ya bize versin.
Bütün bunları Dede de duymuştu. Toplanan kalabalığa döndü ve:
--Herkes sakin olsun. Kimse kendine göre adaleti sağlamaya kalkışmasın. Şayet öyle yaparsanız anarşi doğar ve bir süre sonra bunlardan farkınız kalmaz. Hiç endişeniz olmasın bunlar hakkında gereken ceza verilecektir. Hepiniz de jüri üyesi olacaksınız. Elbette sizin de fikirleriniz alınacak ama kanun neyse o uygulanacaktır.
Dede’nin konuşması etkisini göstermişti. Kalabalıktaki uğultu yerini sükunete bırakmıştı. Tutukluların hepsi diğerlerinin yanına konulduktan sonra Dede:
--Buradaki nöbetçi sayısın arttırın. Gerçi orman ahalisi şu an sakin ama içlerinden birileri şeytana uymaya kalkabilir. Dikkatli olmak zorundayız.
--Haklısın, dedi kurt. Ben sabaha kadar nöbetteyim. Birkaç kurt daha çağıracağım.
--Ben de, dedi ayı. Biz de 5 kişi ile nöbetteyiz. Dede tilkiye döndü ve…



ALTMIŞINCI BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ALTMIŞBİRİNCİ BÖLÜM


--Yarın sabah, yanına kartalı al ve bunları yakaladığımız yere git, orada iz sür. Birilerine rastlarsan, sen de bize ihanet etmiş gibi bir tavır takın ve onların ne fikirde olduklarını öğren bize bildir. Kartal kendini göstermesin. Aksi halde şüphelenebilirler.
--İnşaallah sabah erkenden yola çıkacağız.
Ertesi sabah tilki karadan, kartal da havadan süratle olay yerine doğru gittiler. Tilki bir süre etrafta araştırma yaptı. Kartal da yukarıdan etrafı gözetlemeye başladı. Bir süre sonra olay yerine yakın bir yerde bir kalabalık gördü kartal ve hemen alçalarak tilkiye durumu bildirdi.
--Şu sağ tarafta büyük bir kaya var, o kayanın yanında birileri var. Aradıklarımız olabilir bunlar.
--Ben oraya gidiyorum. Sen kendini gizle, sakın ola ki seni görmesinler. Ben işaret edince de hızla bizimkilere haber ver.
--Tamam! Merak etme. Hadi sana kolay gelsin.
--Eyvallah!
Tilki hüzünlü bir yüz ifadesi takınarak, sanki oradakilerden habersizmiş gibi onlara doğru gitti. Ama direkt olarak onların yanında değil de onları görmemiş, dünyadan bihabermişçesine, yanlarından geçip gidiyormuşçasına yürümeye başladı.
Yılan tilkiyi görmüştü.
--Şuna bakın, bu tilki değil mi?
--Evet o. Ama halinden hiç te memnun değilmiş gibi bir hali var.
--Evet bence de öyle. Bakalım hele derdi neymiş.
--Bu bir oyun olmasın?
--Yahu baksana bizden haberi bile yok. Bence denemekte fayda var. Hem tilki saf değiştirmişse bize çok faydası olur.
--Evet, haklısın. Çağıralım bakalım.
--Heeeeeeeeeeeeeeey! Tilki kardeş!
Tilki etrafına bakındı, onlar görmemiş gibi davrandı. Tam aksi istikamete baka kaldı. Yılan yine seslendi.
--Bu taraftayız.
Tilki onlara doğru döndü. Bir müddet öyle kaldıktan sonra, isteksizce onlara doğru gitti.
--Yahu hayırdır? Dünyadan bihabersin.
--Sormayın, ölüm bile bu durumdan iyi.
--Niye, ne oldu ki?
--Daha ne olsun. Arkadaşlarımın hepsi tutuklandı ve ben bir şey yapamıyorum. Durun bakalım. Siz burada ne yapıyorsunuz? Sakın Dede’nin casusu olmayasınız?
--Yahu ne casusu? En büyük düşmanımızdır bizim. Domuz bizim çete lideri.
--Yaaaaaaaaaaaaaa!
--Evet ya!
Tilki, kartalın olduğu yere döndü ve beklenen işaretini yaptı. Kartal sessiz bir şekilde oradan ayrıldı, kulübeye doğru hızla yol almaya başladı. Tilki konuşmaya devam etti. Hem onlar oyalamalı ve hem de şüphelenmelerine meydan vermemeliydi.
--Peki ne yapacağız, buna karşı sessiz mi kalacağız, arkadaşlarımızı kurtarmayacak mıyız?
--Sessiz kalmayacağız elbette. Ama ne yapacağız, onu bilmiyoruz. Biz de arkadaşlarla bu konuyu görüşüyorduk. İyi ki sen de geldin. Senin kafan bizimkilerden daha iyi çalışır.
--Evet, ama bu çok tehlikeli bir şey. Öyle bir plan yapmalıyız ki, hem arkadaşlarımızı kurtarmalı ve hem de Dede’ye iyi bir ders vermeliyiz. Yakalanırsak halimiz harap, bilesiniz.
--Haklısın! Ne yapabiliriz peki?
--Benim orada görünmem tehlikeli olur. Fare ile ikiniz bu işi hal etmelisiniz.
--Nasıl?
--Şöyle; sen çaktırmadan nöbetçilere yaklaşıp onları sokacaksın. Ama öyle bir sokmalısın ki ses çıkaramamalılar. Fare de ipleri kemirip arkadaşlarımızı kurtarmalı. Akrep de size yardım etsin. Onun da zehiri etkili.
--Çok güzel bir plan. Hemen uygulayalım.
--Nereye hemen uyguluyorsun. Bu sabah vaktinde mi? Bu işi akşam yapacağız. Akşama kadar burada bekleyip planımızı tekrar tekrar gözden geçireceğiz. Karanlık bastığında da harekete geçeceğiz.
--Evet, haklısın!
Kartal kısa bir süre sonra kulübeye varmıştı. Dede ve orman sakinleri onları bekliyordu.
--Ne haber getirdin bize?
--İyi haberlerim var. Birkaç kişi olay yerine yakın bir kayanın dibinde toplanmışlar. Tilki onların yanına gitti. Sanırım onları kandırmayı başardı.
--Tilkinin uzmanlık alanına giriyor casusluk. Hadi bakalım, orman timi hazırlansın hemen yola çıkıyoruz. Tilkiyi daha fazla tehlikede bırakmayalım. Sen hemen git ve bizi orada bekle. Belki tilkinin yardıma ihtiyacı olabilir.
--Hemen gidiyorum, dedi kartal ve gözden kayboldu. Aradan bir süre geçmişti ki…



ALTMIŞBİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ALTMIŞİKİNCİ BÖLÜM


…kartal çetenin olduğu yere vardı. Bir ağacın tepesine tünedi ve tilki ile çete üyelerini seyre daldı. Manzaraya bakılırsa endişe verici bir şey yoktu. Tilki hararetli hararetli bir şeyler konuşuyordu. Diğerleri pür dikkat tilkiyi dinliyorlardı. Anlaşılan tilki onları fena halde kafaya almıştı.
Diğer yandan Dede ve orman timi de hızla olay yerine doğru yol alıyordu. Dede:
--Kanatlılardan bunlarla birlikte olan var mı?
--Sanmıyorum, dedi ayı. Kargadan böyle bir şey beklenir ama o da bizimle, diye de ekledi.
--Şunun için söyledim. Şayet kanatlı elemanları varsa bizi görüp haber verebilirler.
--Endişen olmasın. Zaten varmak üzereyiz.
Bir süre sonra çetenin olduğu yeri gören sık ağaçlarla kaplı yere ulaştılar. Dalların arasından baktıklarında durumun sakin olduğunu gördüler. Dede kartala:
--Sen arka taraftan dolan, yılanın tilkiyi sokmasına izin verme.
--Tamam, merak etme.
Kartal sessizce arka tarafa gitti. Dede ve orman timi de en yakın yere vardılar sessizce. Çete elemanlarının olduğu yeri çembere aldılar. Kayanın üzerine çıkan kartal aniden yılanın üzerine saldırarak onu etkisiz hale getirdi. Dede ve orman timi de ortaya çıktılar.
--Kimse kıpırdamasın. Etrafınız sarıldı.
Çete elemanları neye uğradıklarını anlayamadılar. Hepsinde şafak atmıştı. Yılan zor duyulur bir sesle tilkiye:
--Demek bizi oyuna getirdin ha?
--Eeeeeee kusura bakma. Bu işler böyle. Hem kim sana çeteye katıl dedi?
Çete elemanları kıskıvrak yakalanarak Dede’nin kulübesine doğru yola koyuldular. Takriben bir saat kadar sonra kulübeye varmışlardı. Orada bekleyenler, gelenleri merakla karşıladılar.
--Ne oldu, ne yaptınız?
--Tüm çete elemanları derdest edildi. Endişe edilecek bir şey yok.
Çete elemanları diğerlerinin yanına konulduktan sonra, Dede ormanın ileri gelenleri ile bir toplantı yaptı.
--Ne diyorsunuz, bunlar hakkında ne yapalım?
--Sence ne yapalım?
--Öyle bir ceza verelim ki bundan diğer orman sakinleri menfi yönde etkilenmesinler.
--O halde idam cezası veremeyiz.
--Uzun süre de hapiste tutamayız. Çünkü İslam’da uzun süreli hapis cezası yok.
--Serbest de bırakamayız, bu daha da tehlikeli.
--Yapılacak tek şey var, onları sürgüne göndermek.
--Evet ama dışarıdan buraya müdahale etmemeliler.
--Onun önlemini de alacağız. Ormanımıza girmelerine izin vermeyeceğiz. Ormana girmeye çalıştıkları takdirde bertaraf edilmeleri talimatını vereceğiz.
--O halde sürgün en iyi çare gibi görünüyor.
--Evet, yarın mahkemeyi toplar kararımızı verir ve çete elemanlarını sınır dışı ederiz inşallah. Hadi bakalım, şimdi herkes dinlenmeye çekilsin.



ALTMIŞİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ALTMIŞÜÇÜNCÜ BÖLÜM



Ertesi sabah Dede, Orman Konseyini topladı. Onlarla istişare etmeye başladı.
--Malumunuz çetenin tüm elemanlarını yakaladık. Bunlara idam cezası veremiyoruz, çünkü buradaki sakinleri belli bir bilinç düzeyine getirmek lazım. Diğer yandan uzun süre bunları hapsedip bakma durumumuz da yok. E salıverme imkanına da sahip değiliz. Gerçi daha önce sizinle kısa bir istişare de bulunmuştuk ama burada konuyu detaylı olarak ele almamız lazım.
--Evet Dede, haklısın. Daha önce de dediğimiz gibi en iyisi bunları toplumdan tecrit etmek. Yani ormanımızdan çıkarmak, dedi kurt.
Diğerleri de bu fikre katıldı. Dede:
--Evet en uygunu onları ormanımızdan çıkarmak. Ama nereye gönderebiliriz?
--Necisistan bölgesine gönderebiliriz. Orada bunlardan çok var, dedi ayı.
--Evet, onlar için biçilmiş kaftan. Orada ne isterlerse onu yaparlar.
--Yalnız bizim de tedbir almamız lazım. Malumunuz o bölge bize sınır. Bu güne kadar bize saldırmaya cesaret edemediler ama bundan sonra böyle bir şeye kalkışırlar mı bilmem.
--Elbette ki tedbirimizi alacağız. Şayet bu çete elemanları sınırlarımızı ihlal ederlerse bu onlar için idam fermanı anlamına gelecek. Diğer yandan da sınır bölgelerindeki görevli sayısını arttıracağız.
Bu fikir tüm konsey üyeleri tarafından kabul edildi. Konsey üyeleri dışarı çıktılar. Diğer orman sakinleri onları sabırsızlıkla bekliyordu. Dede, önce orada toplananları bir iyice süzdü. Dede’nin bu hareketi onları etki altında bırakmıştı. Bir müddet sonra ağır ağır konuşmaya başladı:
--Kıymetli orman sakinleri, malumunuz huzurumuza kast eden bir çeteyi çökertmiş bulunmaktayız. Bunları ele geçirdik ama asıl problem bunlar hakkında ne gibi bir karar vereceğimizdi. Bildiğiniz gibi orman konseyi toplandı. Bu toplantı neticesinde bir karar verildi. Umarım siz de verilen kararı beğenirsiniz.
--Ne karar verdiyseniz kabulümüzdür. Hiç endişen olmasın.
--Allah (cc) sizleri esirgesin inşaallah. Vardığımız karar şu; bu çete üyelerinin Necisistan’a sürgüne göndermeyi uygun gördük.
--Peki bunlar yine buraya gelip ortalığı karıştırmazlar mı?
--Merak etmeyin, onun tedbirini de alacağız inşaallah. Şayet geri dönmeye kalkışırlarsa kendi idam fermanlarını imzalamış olacaklar.
--Bak bu güzel işte. Yahu Dede hazır bunları ele geçirmişken idam etsek olmaz mı?
--Şimdilik bu düşünceyi uygun bulmadık. Şayet idam olmak isterlerse geri gelirler. Bu onların bileceği iş.
--Madem ki bu karara vardınız biz de kararınıza uyacağız. Peki ne zaman göndereceğiz bunları?
--Hemen göndermemiz uygun olur diye düşünüyoruz.
--Evet galiba en iyisi bu.
--Peki, aldığımız karar bu. Bunu size duyuralım dedik. Hadi bakalım herkes işine dönsün. Bizler de orman timi ile beraber suçluları götürelim.
Diğer orman sakinleri günlük işlerine döndüler. Dede ve orman timi de yanlarına yedek kuvvet de alarak çete elemanlarını sınır dışı etmek üzere yola koyuldular. Bir yandan gidiyorlar bir yandan da çete elemanlarına gözdağı veriyorlardı.
--Şunu iyice kafanıza sokun. Bu seferlik sadece sizi sürgüne gönderme kararı aldık. Aslında suçunuzu cezası idamdır. Ancak, böyle bir kararın bazı sakıncaları olur düşüncesiyle sizin hakkınızda sürgün kararı aldık. Ama olur ki rahat durmazsınız ve sınırı ihlal etmeye kalkışırsınız, işte o zaman gözünüzün yaşına bakılmayacak ve ihtar da da bulunulmayacak, derhal yok edileceksiniz. Yani iyi olmak bu kadar mı zor sizin için? Toplumu fesada vermeyip toplumun faydalı bir ferdi olmak neyinize yetmiyordu?
Çete elemanlarından çıt çıkmıyordu. Hepsi de çok korkmuştu. Sürgün onlar için mükafat gibiydi. Dede devam etti:
--Belki merak ediyorsunuzdur, nereye gideceğiz diye? Hadi sizi fazla merakta bırakmayayım. Gideceğiniz yer tam size göre; Necisistan. Umarım hoşunuza gitmiştir.
Çete elemanlarını bir korku sarmıştı, nasıl sarmasın ki ne kadar neuzu billah varsa hepsi Necisistan’daydı. Çetenin bazı üyeleri içinden domuza ateş püskürüyordu ama iş işten geçmişti. Hiç birinin Dede’yi dinleyecek hali kalmamıştı. Bu minval üzere yürüyorlardı ki….



ALTMIŞÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ALTMIŞDÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Necisistan ormanının sınırı göründü. Dede:
--Sınıra yaklaştık. Çok dikkatli olun. Şu tepeden aşağıya bunlar gönderir geri döneriz. Kartal burada nöbet tutacak. Geri dönerlerse şayet, bize haber verecek ve biz de onlar hakkında alınan kararı uygulayacağız.
--Anlaşıldı Dede.
Sınıra en yakın olan noktaya geldiler. Çete üyelerinin elleri çözüldü. Dede:
--Hadi bakalım. Arkanıza bakmadan gidin. Sakın ola ki buraya dönmeyi de aklınızdan bile geçirmeyin. Bu sizin son şansınız. Artık orada size nasıl davranırlar bilemem.
Çete üyeleri tepeden aşağıya gönderildiler. Kısa süre sonra da sınıra varmışlardı. Sınırda görev yapan Necisistanın elemanları ile aralarında geçen kısa bir konuşmadan sonra, çete elemanları bir mağaraya sokuldu. Dede:
--Hadi bakalım burada işimiz bitti. Bu bölgede her gün nöbet tutulacak Hem de iki kişi tarafından. Herhangi bir olay olduğunda biri nöbette kalmaya devam edecek, diğeri de bize haber getirecek. Kartal, sen şimdilik nöbette kal. Kulübeye döndüğümüzde sana birini göndereceğiz. Daha sonra da başka iki kartal gelip sizden nöbeti devralacak. Bu arada diğer uçan kuşlar da zaman zaman size uğrayacak. Geceleri baykuşlar ve yarasalar size eşlik
edecek.
--Anlaşıldı dede. Ben hemen göreve başlıyorum.
--Hadi bakalım, Allah’a (cc) emanet olasın.
--Allah (cc) razı olsun ve yolunuzu açık etsin.
--Eyvallah.
Dede ve ekip yola çıktı, problemsiz bir yolculuktan sonra da kulübeye vardılar. Nene ve torun ile diğer orman sakinleri onları merakla bekliyordu.
--Hoş geldiniz bey! Meraktan çatladık neredeyse.
--Merak edilecek bir şey yok hanım. Suçluları sınır dışı edip geldik.
--Şükürler olsun. Siz şimdi acıkmışsınızdır da.
--Ne yalan söyleyeyim kurt gibi acıktım. Yemeğin var mı?
--Var tabi, olmaz mı? Hadi bakalım sofraya. Dede kafileye döndü ve:
--Akşama kadar dinlenin. Akşam sohbetimiz var inşallah.
--Tamam dede. Akşamı iple çekeceğiz.
Dede, Nine ve torun yemeğe oturdular. Yemek ve namazı müteakip, Dede dinlenmeye çekildi. Yatsı namazından sonra da her zamanki yerde bir araya gelip sohbete başladılar.
--Cihad konusunu işlemiştik. Bu akşam size hangi konuda sohbet edeceğimi biliyor musunuz?
--Sanırım namaz konusunu işleyecektin Dede.
--Aferin. Evet bu akşam inşallah namaz konusunu işleyeceğiz. Namaz dinin direğidir ve İslam’ın olmazsa olmaz şartıdır. Diğer farzların bazı durumlarda terkine fetva vardır ama namazın terkine asla izin yoktur.
Bireye kendi davranış ve dürtülerini kontrol etme imkânı veren namaz, kul ile Allah arasında bir bağ ve buluşmadır.
Namaz kalbin kuvvet aldığı, ruhun Allah'a bağlılığını hissettiği, nefsin dünya hayatının değerlerinden daha üstün değerler bulduğu bir rabıtadır. İslâm inanışında namaz, bir itaat davranışıdır. İtaat ve ibadetin amacı ise sevaptan ziyade Allah'ın sevgi ve yakınlığını kazanmaktır. Bu bağlamda ibadetten ve bir anlamda ibadetlerin özü ve sentezi olan namazdan amaç ihlâstır. Yani kişinin samimiyet, taat, sevgi ve minnet duygularını Allah'a yöneltmesidir. Kur'an-ı Kerim'de, müminlere, gündüzün başında ve sonunda, bir de gecenin erken saatlerinde namazı dosdoğru kılıp devamlı olmaları emredilerek, bu ayetin nüzul gerekçesi kabul edilebilecek bir ifade ile, "çünkü iyi eylemler kötü eylemleri giderir" denilmektedir. Yani namazın, hata ve günahların olumsuz etkilerini silerek, bireyi olumlu eylemlere yönlendirir.


--Namaz gerçekten çok güzel bir ibadetmiş dede.
--Elbette. Peygamber Efendimiz (sav) namaz için “Gözümün nuru” tabirini kullanmıştır. Namaz hakkında şimdi size Kur’an ve Sünnetten deliller sunmaya çalışacağım:

Namaz, tekbir ile başlayıp selâm ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan bir ibadettir. Allah'a karşı tesbîh, ta'zîm ve şükrün ifadesidir.
Namaz, hicretten bir buçuk yıl kadar önce Mi'rac gecesinde farz kılınmıştır.
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Kur'an'dan deliller:
"Bütün namazları ve orta namazı muhafaza edin" (Bakara, 2/238).
"Şüphesiz namaz, müminlere, vakitle belirlenmiş olarak fon kılınmıştır" (Nisa, 4/103).
"Oysa onlar, tevhid inancına yönelerek, dini yalnız Allah'a tahsis ederek O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emr olunmuşlardır. İşte doğru din budur" (Beyyine, 98/5).
"Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a samimiyetle bağlanın. O, sizin mevlânızdır. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır" (Hacc, 22/78).
Önceki şeriatlerde beş vakit namaz yoktu. Ancak vakitleri belirsiz genel anlamda namaz vardı.
Kur'an-ı Kerim'de Lokman aleyhisselâmın oğluna namazı emretmesi (Lokman, 31/17),
Hz. İbrahim'in Hicaz'ın güvenliği için dua ederken namazdan söz etmesi (İbrâhim,14/37),
Yüce Allâh'ın, Tur dağında ilk vahiy sırasında Hz. Mûsa'dan namaz kılmasını istemesi (Tahâ, 20/14)
Sünnetten deliller:
"İslâm beş temel üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka bir ilâh bulunmadığına, Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır"
"Sen ehli kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları ilk önce Allah'a kulluk etmeğe çağır. Allah'ı tanırlarsa, Allah'ın onlara gecede ve gündüzde beş vakit namazı farz kıldığını söyle. Namazı kılanlarsa; Allahın onlara, zenginlerinden alınıp yoksullara verilmek üzere zekâtı farz kıldığını söyle. İtaat ederlerse, bunu onlardan al, insanların mallarının en iyisini alma, mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur"
"Çocuklarınıza yedi yaşında namaz kılmalarını emredin, on yaşına girince bundan dolayı dövün ve o yaşta yataklarını ayırın"
İslâm ümmeti, bir gün ve gecede beş vakit namazın farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir. Vitir veya bayram namazları vacib hükmündedir.
Bir bedevi ile ilgili olarak rivayet edilen şu hadis beş vakit farz namaza delildir:
"Bir gün bir gecede farz olan namazlar beştir "
Bedevî;
"Benim üzerimde bundan başka bir borç var mıdır?" diye sorunca, Allah'ın Resulu şöyle cevap vermiştir:
"Hayır kendiliğinden nafile olarak kılarsan bu müstesnadır".
Bunun üzerine bedevî:
"Seni hak olarak gönderen Allah'a yemin olsun ki, bundan ne fazla ne de eksik yaparım" dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu:
"Eğer doğru söylüyorsa bu adam kurtulmuştur"
Şimdi de size namazın çeşitlerini anlatayım inşallah:
Namaz dört kısma ayrılır.
1. Farz-ı ayn olan namazlar. Beş vakit namaz ve cuma namazı gibi. Bunların her yükümlü için bizzat yerine getirilmesi gerekir.
2. Farz-ı kifâye olan namaz. Cenâze namazı gibi. Bu, topluluk tarafından yapılması istenilen bir emirdir. Topluluktan bir kısmı bunu yerine getirince, diğerlerinden sorumluluk kalkar. Eğer bunu hiç kimse yerine getirmezse hepsi günahkâr olur.
3. Vacib olan namazlar. Vitir namazı, bayram namazları gibi. Sübut yönünden kesin, fakat delâlet bakımından zannî olan delile dayalı emirler vâcib hükmündedir. Bu, Hanefilerin benimsediği bir prensiptir.
4. Nâfile namazlar. Farz ve vacipten fazla olarak kılınan namazlara nâfile denir. Sünnetler de nâfile içine girer. Her sünnet nâfiledir, fakat her nafile sünnet değildir. Peygamberimizin kıldığı nâfile namazlar sünnettir.
Eveeeeeeeeeeeeeeeet! Vakit epeyce geç oldu, hadi bakalım bu konuya sonra devam ederiz inşallah. Allah (cc) hepinize rahatlık versin.
--Allah (cc) razı olsun Dede. Konunun gerisini sabırsızlıkla bekleyeceğiz inşallah. Allah (cc) size de rahatlık versin inşallah.

ALTMIŞDÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ALTMIŞBEŞİNCİ BÖLÜM

Ertesi sabah, sabah namazı ve kahvaltıyı müteakip, Dede ormanda gezintiye çıktı. Ektiği tarlalara bir göz attı. Ekilen mahsulun neredeyse tamamı biçilecek duruma gelmişti. Vakit geçirmeden mahsulun kışa hazır hale gelmesi gerekiyordu. Her tarafı gezen Dede Biiznillah önündeki hafta tarlaları biçmeye karar verdi. Burada kış çok şiddetli geçiyordu. Gereken önlemi almalıydı. Kış için en önemli hazırlıklardan biri de kışlık yakacaktı. Ormanda kesilecek çok sayıda kurumuş ağaç vardı. Dede onları tesbit edip kulübenin yolunu tuttu. Kulübeye vardığında Nene onu bekliyordu.
--Nereye gittin bey?
--Tarlaları gezdim hanım. Önümüzdeki hafta mahsulü biçmemiz lazım. Bunun için hazırlık yapmalıyız.
--Tamam bey, yaparız. Merak etme. Hadi bakalım, yemek hazır.
Öğle yemeğinden sonra, Dede ertesi hafta için hazırlık yapmaya başladı. Bazı hayvanlar da ona yardım ettiler. Dede, önümüzdeki hafta size çok iş düşecek diye onlara takılmayı ihmal etmedi. Hazırlıklar yatsı namazına kadar sürdü. Yatsı namazını müteakip, herkes yine sohbet mekanındaydı. Dört gözle Dede’yi bekliyorlardı. Nihayet Dede aşağı indi.
--Oooooooooo buradasınız ha?
--Evet, tam tekmil hem de. Sohbet en tatlı yerinde kalmıştı.
--Neredeydik en son?
--Namazla ilgili ön bilgi vermiştin Dede.
--Aferin. Aynen öyle. Öyleyse kaldığımız yerden devam edelim. Yalnız şöyle yapalım, bu sefer siz soru sorun, ben cevaplandırayım inşallah.
Güvercin ilk soruyu sordu:
--Dede, bize namazın öneminden bahseder misin?
--Elbette. Bahsedeyim inşallah: Namazın önemi çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.)
(Kıyamette kulun ilk sorguya çekileceği ibadet, namazdır. Namazı düzgün ise, diğer amelleri kabul edilir. Namazı düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez.)
(Namazı doğru kılanın, ağaçtan yaprakların döküldüğü gibi günahları dökülür.)
(Allah buyuruyor ki, "söz veriyorum ki, namazlarını vaktinde, doğru olarak kılana azap etmem, onu sorgu-suale çekmeden Cennete koyarım")
(Her peygamberin ümmetine son nefeste vasiyeti namazdır.)

Namaz kılmak böyle büyük bir ibadet olduğu için terk edilmesi de çok büyük günahtır. Hanbelide namazı terk eden küfre düştüğü için, Şafii ve Malikide büyük günah işlediği için ceza olarak katli gerektiği fıkıh kitaplarında yazılıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur.)
(Namaz kılan, Kıyamette kurtulacak, kılmayan perişan olur.)
(Namaz kılmayan, Kıyamette, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulur.)
(Namazı kasten bırakanın ibadetleri kabul olmaz ve namaza başlayana kadar Allahü teâlânın himayesinden uzak kalır.)

Namaz, çok önemli bir ibadet olduğu için, namaz kılmayanın imanla ölmesi çok zayıf bir ihtimaldir. Namaz kılmayanın kalbi kararır, diğer günahları işlemekten çekinmez.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Namaz kılmak ve diğer ibadetleri yapmak ancak müminlere kolay gelir. Kur'an-ı kerimde, (İman ve ibadet etmek, müşriklere güç gelir) ve (Namaz kılmak müminlere kolay gelir) buyurulmaktadır. Namaz kılmamak, iman zayıflığından ileri gelir. İmanın kuvvetli olmasının alameti, dinimizin emirlerine severek kolaylıkla uymaktır.)

Namaz kılmamanın ne kadar büyük günah olduğunu bilen, ayakta duramayacak kadar hasta olsa bile, mutlaka namaz kılar. Ateşin yaktığını bilen kimse, kendini nasıl ateşe atar? Cehennemden kaçan, Cenneti isteyen namaz kılmaz mı? Hadis-i şerifte, (Cenneti isteyip de, Allahın yasakladıklarından kaçınmayan, isteğinde yalancıdır) ve (Cenneti isteyen, hayırlı işlere koşar, Cehennemden korkan, haramlardan kaçar) buyuruluyor.
Tadil-i erkana riayet etmek vaciptir. Namazın vaciplerinden biri bilerek terk edilirse, o namazı tekrar kılmak vacip olur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Hırsızların en büyüğü, namazından çalandır. Yani namazın erkanına riayet etmez, rüku ve secdelerini hakkiyle yerine getirmez.)
(Herkesin namazında, kalbin hazır olduğu kısımlar yazılır. Kalbin hazır olmadığı namaza, Allahü teâlâ nazar etmez.)

Cemaatle namaz kılmak erkeklere Sünnet-i hüdadır. Yani dinimizin şiarı, alameti olan sünnettir. Özürsüz terk etmek asla caiz değildir. Bilhassa yatsı ve sabah namazını cemaatle kılmak çok önemlidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yatsı namazını cemaatle kılan, gecenin yarısını, sabahı da cemaatle kılan, gecenin tamamını ibadetle geçirmiş sayılır.)
(Münafıklara en ağır gelen namaz, yatsı ile sabah namazını cemaatle kılmaktır. Bunlardaki ecri bilen, sürünerek de olsa, cemaate gelir.)

ALTMIŞBEŞİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ALTMIŞALTINCI BÖLÜM
İkinci soruyu baykuş sordu:
--Dede, bazıları, Müslümanlık sadece yatıp kalkmaktan ibaret değil, namazdan başka yapılacak çok işler var diyorlar. Namaz için böyle demek uygun mu?
Bu konu ile ilgili tarihten bir örnek vereyim inşallah. Eski zamanların birinde, Kelam, mantık ve matematiğe dair eserleri de olan Sarı Lütfi veya Deli Lütfi denilen Tokatlı Molla Lütfi, şer’i ilimleri Hızır Çelebininoğlu Sinan Paşadan tahsil etmiştir. Bir dersinde (Bizim kıldığımız namaz, faydasız eğilip doğrulmaktır) demiş. Namazı önemsiz gördüğü için Hatibzade Muhyiddin efendinin verdiği fetvaya istinaden muhakeme olunup Sultanahmed meydanında idam olunmuştur.
Kur'an-ı kerimde mealen (Namaz, münker ve fahşadan [edepsizlikten, akla ve dine uymayan her türlü kötülükten] alıkor) buyuruldu.
Bir genç, namaz kılar ve her türlü kötülüğü de yapardı. Bu gencin durumunu Resulullaha bildirdiler. Peygamber efendimiz, (Bir gün gelir namaz, onu diğer günahları işlemekten alıkor) buyurdu. Aradan çok zaman geçmedi. O genç günahlarına tevbe etti, iyi hâl sahibi oldu. Bu bakımdan namazı doğru kılmalıdır!
Demek ki, namaz kılan bütün kötülüklerden uzak kalıyor. Yani insan namazı doğru kılarsa, dine tam uymuş olur. Dine tam uyan da, hiç bir kötülüğü işlemez, ayrıca dinimizin emrettiği iyi işleri yapmaya çalışır. Namaz gibi çok önemli bir ibadet için yatıp kalkmak tabiri kullanılmamalıdır!
--Başka sorusu olan var mı?
--Bir soru da ben sorayım dede inşallah, dedi kartal:
-- İbadetler içinde en faziletlisi hangisidir?


--Allah (cc) razı olsun. Çok güzel bir soru, cevaplayayım inşallah: İbadetler içinde en faziletlisi namazdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Namaz, Allahü teâlânın hoşnut olduğu bütün amellerin en faziletlisidir. Rızkın bereketi, duanın kabulüdür. Kabirde ışıktır. Sıratı yıldırım gibi geçiricidir. Cennette başa taçtır. İmanın başı, gözün nuru ve Cehennemden kurtarıcıdır.) [Miftâh-ul-Cennet]
(Cennetin anahtarı namazdır.)
(En faziletli amel, vaktinde kılınan namazdır.)
(İman, namaz demektir. Namaz için kalbini hazırlar ve namazı itina ile, vaktine, sünnetine ve diğer şartlarına riayet ederek kılan, mümindir.)
(Namazın farz olduğuna inanıp, eksiksiz kılan, Cennete gider)
(Kıyamette kulun ilk sorguya çekileceği ibadet, namazdır. Namaz düzgünse, diğer amelleri kabul edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbiri kabul edilmez.)
(Kıyamette, namaz kılan kurtulur, kılmayan perişan olur.)
(Allah, 5 vakit namazı farz kıldı, eksiksiz edâ edeni Cennete koyacağına söz verdi. Namaz kılmayana verilmiş bir sözü yoktur, buna dilerse azap eder, dilerse Cennete koyar.) (Ümmetimin fesâdı zamanında sünnetime yapışan, [yani Ehl-i sünnet olan] ve beş vakit namazı cemaatle kılanın amel defterine her gün yüz şehid sevabı yazılır.)
(Müslüman, namaz kılarken günahları başı üzerine konur. Her secde ettiğinde başından dökülür. Namazı bitirince hiç bir günahı kalmaz.)
(Mümin, Allah rızâsı için namaz kılınca, ağaçtan yaprakların döküldüğü gibi, günahları dökülür.)
(Her namaz vakti gelince, melekler, "Ey insanlar, günahlarınız sebebiyle hâsıl olan ateşi namaz kılarak söndürün" derler.)

Namaz kılmak böyle büyük bir ibadet olduğu için terk edilmesi de çok büyük günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kasden [mazeretsiz] namaz kılmayanın diğer amellerini Allahü teâlâ kabul etmez. Tevbe edinceye kadar da Allahın himâyesinden uzak olur.)
(Namaz kılmayan, kıyamette Allahü teâlâyı kızgın olarak bulur.)]
(Kim namazı bile bile bırakırsa Allahü teâlâ onun ibadetlerini faydasız kılar ve namaza başlayıncaya kadar, himâyesinden uzak tutar.)
(Beş vakit namazı terk eden, Allahın hıfz ve emânından mahrum olur.)



(Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur.)
(Namaz kılmayanın Müslümanlığı, abdest almayanın namazı yoktur.)
(İmân ile küfür arasındaki fark, namazı kılıp kılmamaktır.)


Bu hadis-i şerifleri, Ehl-i sünnet âlimleri şöyle açıklamışlardır:
Dinimizde en büyük günahı işleyen kâfir olmaz. Bunun için, tembellikle namaz kılmayana kâfir denmez. Fakat namaz, çok önemli bir ibadet olduğu için, namaz kılmayanın imanla ölmesi çok zayıf bir ihtimaldir. Namaz kılmayanın kalbi kararır, diğer günahları işlemekten çekinmez. Bazı âlimler, namaz kılmayanın kâfir olacağını bildirmiştir. Bu bakımdan her ne şart altında olursa olsun, muhakkak namazı kılmalıdır!

ALTMIŞALTINCI BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ALTMIŞYEDİNCİ BÖLÜM

Bu sefer, sincap bir soru sordu:
--Dede, bazıları, (Ben namaz kılmam ama, fakirlere yardım ederim, hayvanlara acırım. Bunlar da ibadettir. Sadece namaz kılmakla olmaz. Vazife mukaddestir. Önce iş, sonra namaz) diyor. Namaz kılmayanın yaptığı iyi işler kabul olur mu?
--(Sadece namazla olmaz) demek, namazı hafife almak olur. Namaz sanki iman gibidir. Nasıl ki, imanı olmayanın hiçbir ibadetine, iyiliğine sevap verilmiyorsa, namaz kılmayanın da hiçbir ibadetine sevap verilmez.
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Kıyamet günü kulun ilk sorguya çekileceği ibadet namazdır. Namaz düzgün ise, diğer amelleri kabul edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez.)
(Namaz kılmayanın ibadetleri kabul olmaz.)
(Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.)
(Namaz dinin direğidir, namazı terk eden dinini yıkmış olur.)


(Vazife mukaddestir. Önce iş, sonra namaz) diyerek namaz kıldırmamak doğru değildir. Namaz kılmakla işverenin hakkı geçmiş olmaz. Yani işverenin namaza mani olma hakkı olmaz. Vazife ne demektir? Vazife, âmir tarafından emredileni yapmak, yasak edileni yapmamak demektir. Birkaç âmirin verdiği emir, birbirine benzemiyorsa, daha üstün olan âmirin emri yapılır. Memuriyette ve askerlikte de, birinci vazife büyük âmirin emrini yapmaktır. En büyük âmir kimdir? Vazife elbette mukaddestir. Çünkü hadis-i şerifte, (İnsanların en iyisi, insanlara faydalı olandır) buyuruldu.

İnsanlara ne yapılırsa faydalı olacağını da, en büyük âmir olan Allahü teâlâ bildirmiştir. Birinci vazife, en büyük âmirin emrini yapmak olduğuna göre, en büyük âmir ne diyor? (İmandan sonra en büyük vazife namaz kılmaktır) buyuruyor. Namaz kılmayanın ibadetleri, iyi işleri kabul olmadığı gibi, kazancı da bereketsiz olur.

Namaz kılmak, işi aksatmaz. Hatta namaz kılan, işini daha canla başla yapmaya gayret eder. Namaz kılan, kul hakkından, haramdan korkar, vazifesini ihmal etmez. (Namaz kılmaya vaktim yok) demek veya başka bahâne uydurmak, beynamaz mazeretidir, namazın önemini bilmemektir. Hadis-i şerifte, (Bir kimse, namazını kasten, mazeretsiz kılmazsa, Allahü teâlâ onun diğer ibadetlerini faydasız kılar) buyuruldu. Allahü teâlâ, namaz kılmayanın iyiliklerine sevap vermez.
--Allah (cc) razı olsun Dede. Çok güzel bilgiler.
Ceylan söze girdi bu arada:
--Dede benim de bir sorum olacak.
--Elbette, buyur sor.
-- Bazı cahiller; bir namazı, uyuyarak, unutarak veya meşru bir mazeretle kazaya bırakmakla, tembellikle veya kasten terk etmeyi aynı kefeye koyuyorlar. Kasıtlı ve kasıtsız yapmak hakkında bilgi verir misiniz?
--Allah (cc) razı olsun. Bu da çok önemli bir soru. Bununla ilgili de şunları söyleyebiliriz:
Namazı kasten terk etmekle, meşru bir özürle terk etmenin cezası ve kazası aynı değildir. Sadece namaz değil, her işi, kasıtlı veya kasıtsız yapmak arasında çok fark vardır. Kasıtlı ve kasıtsız yapmak konusunda Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden örnekler verelim:

Bir işi kasten yapmak, taammüden, planlayarak, isteyerek yapmak demektir. Dinimizde adam öldürmek en büyük günahlardandır. Bunu taammüden, yani planlayarak öldürmek daha şiddetlidir. Bekara suresinin 178. âyet-i kerimesinde, kasten adam öldürenin, mahkemece, aynı cezaya çarptırılması bildirilmektedir. Bir mümini öldürmek büyük günah olduğu gibi, mümini mümin olduğu için öldürmek daha büyük günahtır. Bu konuda Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bir mümini [mümin olduğu için] kasten öldürenin cezası, cehennemde sonsuz kalmaktır.)

Fakat bir mümini kasten değil de, yanlışlıkla, kasıtsız öldürürse, cezası hafiftir. Varsa bir köle azat eder ve diyet verir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bir mümini yanlışlıkla öldürenin, bir mümin köleyi azat etmesi ve öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, diyet ödemesi gerekir.)

Bir insan doğru zannederek yalan yere yemin edebilir. Bunu kasıtlı yapmadığı için günah olmaz. Fakat bir şeyi yapmayacağım diye yemin edip de, yaparsa yemin kefareti ödemesi gerekir. Bu konuda Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah, kasıtsız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Ama kasıtlı yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar.)

Hadis-i şeriflerden de birkaç örnek verelim. Besmelesiz kesilen hayvan yenmez. Ama besmele unutulmuşsa yenir. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Besmele unutularak kesilen hayvan helaldir, Besmeleyi kasten terk etmedikçe tutulan av da yenir.)
Ramazan orucunu kasten bozmanın cezası, kefareti ağırdır. Ama unutarak yiyip içmenin cezası yoktur. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Oruçlu, unutarak bir şey yiyip içerse, kaza gerekmez.)

Kasten hadis uydurmanın cezası da büyüktür. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Kasten bana izafeten yalan söyleyen [hadis uyduran] cehennemdeki yerine hazırlansın.)

Kasıtlı ve kasıtsız yapmakla ilgili fıkıhta çok konu vardır. Mesela İbni Âbidin hazretleri diyor ki, (Özürsüz, çocuk almak haramdır. Ananın veya süt emen diğer çocuğun ölümüne sebep olan bir özür varsa, uzuvları teşekkül etmeden almak caiz olur.)
Namazı kasten kılmamak çok büyük günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Namazı kasten terk eden, Allahın zimmetinden [korumasından] çıkar.)
(Namazı kasten kılmayanın diğer amellerini Allahü teâlâ kabul etmez.)
(Namazı kasten terk eden kâfir olur.)

Bu kadar önemli bir ibadeti kasten terk etmekle, uyuyarak, unutarak kılmamak arasında çok fark vardır, mukayese bile kabul etmez, ikisi aynı kefeye konamaz. Uyumak, unutmak veya başka meşru bir mazeretle kazaya kalan namaz varken, sünnet veya nafile namaz kılmakta mahzur yoktur. Ama kasten terk edilmiş namazları varken, bunları kaza etmeden nafile kılamaz.

ALTMIŞYEDİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ALTMIŞSEKİZİNCİ BÖLÜM

--Namaz kılmamanın zararları nedir, diye sordu, serçe.
--Namaz kılmamanın sayısız zararları vardır. Bununla ilgili olarak da, şunlaqrı söylemek mümkün:
Namaz kılmayan, namaz kılmamakla bütün müminlere zulmetmiş bulunuyor. Zira her namazda (Esselamü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihin) demekle bütün müminlere dua ediliyor. Her gün beş vakit namazda yirmi defa tekrar olunan bu duadan müslümanları mahrum bırakıyor. Yani hakları olan bu duayı terk ediyor. Kıyamet gününde bütün müminler bu haklarını namaz kılmayanlardan alacaktır. Namaza gevşeklik gösterenler, namazı önemsemeyip hafif tutanlar birçok cezaya uğrarlar:




Ömründen hayır ve menfaat görmez. Çeşitli hastalıklar, çeşit çeşit aşağılıklar, hakaretler ve zilletler içerisinde hayat sürer. Kimseden saygı görmediği gibi, çeşitli mahrumiyet ve zaruretlere mübtelâ olur. Sıhhatinden hayır ve menfaat görmez. Genel olarak kötü yerlerde bulunan kimseler, namazına devam etmeyenler veya namazında gevşeklik gösterenlerdir. Bu gibi yerlerde, ekseriya namazı terk edenler, namaza gevşeklik gösterenler görülür. Bunun gibi, zahmetli, yorucu ve ağır işlerde çalışanlar da çoğunlukla yine namaz kılmayanlardır. Namazı doğru kılanlar, salihlerin yanında hürmet ve haysiyet ve itibar sahibidir. Bu gibiler, arkadaşları ve akrabaları arasında seçilmiş ve saygılıdır. Aşağı, çirkin, süfli ve ezici işlerde çalışanlar genellikle namaz kılmayan veya namaza gevşeklik gösterenlerdir.
Cenâb-ı Hakkın hizmetinde bulunmaya yarar kimselerin simâlarında, kendi yaradılışlarındaki, güzellik ve cemâlden ayrı olarak bir başka güzellik ve cemâl vardır ki, namaza gevşek davrananlar her ne kadar güzellenme ve süslenme sebeplerine başvursalar da, her gün defalarca hamama girip çıksalar da, türlü türlü, çeşit çeşit ve yeni elbiseler giyseler de, yine bu güzellik ve cemâle kavuşamaz ve bu simaya bürünemezler. Her çeşit güzel kokular sürünseler de, kendilerinde hasıl olan yahudi kokusuna benzer kokuyu hissedebilenlerden gizleyemezler. Bu kokuyu duyanlar vardır. Nitekim yahudiler, yahudiliğe mahsus olan kokudan, İslama gelip İslam dininde karar kılmadıkça kurtulamayacakları gibi, namazı terk edenler de, namaza devam ve şartlarına riayet etmedikçe kurtulamazlar.
Simâ-i sâlihin ancak namaza devam edenlerde bulunur. Bunu anlayanlar vardır. Hattâ bu işin ehli olanlar, geçirilen namazın hangi vaktin namazı olduğunu da bilebilirler.
Namaza devam edenler, uzun zaman hamama gitmeseler de, yıkanmasalar da, bunun gibi hayli zaman çamaşır değiştirmeseler de, vücutları, elbise ve çamaşırları pis kokmaz. Namazı terk edenler, aksine sık sık hamama gitseler de ve çamaşır değiştirseler de, o nezafet, o tarâvet ve o zarafete sahip olamazlar.Günde defalarca sadaka verse, birçok yetim sevindirse, yedirse, giydirse, günlerce Kur’ân-ı kerim hatmetse, birçok kere hacca gitse, buna benzer ibadet, tâat ve iyilikler yapsa, Cenâb-ı Hak ona zerre kadar bir sevap vermez. Bütün amelleri boştur.
Allahü teâlâ, o vakitleri namaza mahsus kıldığından bu vakitleri namazda geçirmeleri elbette lazımdır. Bu vakitleri Allahü teâlânın tayin ettiği şekilden düzenden çıkarmak zulmünde bulundukları için namazı terk edenlerin her işinden, dünyevi ve uhrevi yaptıklarından iyilik, hayır ve bereket kalkar.Yâ Rabbi diyen kuluna, Allahü teâlâ, (Lebbeyk = söyle yapılsın) buyuruyor. Namaz kılmayan kimseye, böyle söylemez. Onun duası kabul olunacak makama getirilmez. Yani bir engel çıkar da geri bırakılır. Kabul olunacak yere ulaşamaz. Tıpkı dünya işinde, dilekçe yazanın, dilekçesinin bir yerde takılıp yerine ulaşamaması gibi.
Sâlihler, Allahü teâlâya yâr olanlar namaz kılanlardır. Ancak bunlar hayır ve berekete ve rahmete vesile olurlar. Namazda, Âdem aleyhisselamın yaratılmasından yeryüzünde bir tek mümin kalıncaya kadar, bütün müminlerin ve dolayısiyle bütün mahlukatın da hakları vardır. Namaz terk edilince, Hakkın rahmeti, örtülü kalır. Rahmetin gelmesine değil kesilmesine sebep olduğundan bütün mahlukat namazı terk edene buğz ve düşmanlık eder.




Müslümanların dualarının bereketinden mahrum kalır. Yani hisse, pay alamaz. Ölse, mezarı yanından geçen bir müslümanın okuduğu Fatihadan gerektiği kadar faydalanamaz. Allahü teâlâ böylelerini, uluhiyet makamında özel hizmet sayılan namaza almadığından, Hakka hizmetten kovulmuş ve bu hizmet için verilecek olan faydalardan mahrum kalmıştır.
Namaz kılmayan, görünüşü bozuk bir surette ve rahatsız olarak yatağa düşer. Üstünü başını, yorganını, karyolasını ve diğer şeylerini pisleterek berbat eder. Öyle olur ki, en yakınları olan çocukları ve hanımı, anası ve babası da ölümünden nefret eder. Beklenilen hürmet ve riâyeti gösteremezler. Dünyalık olarak çok büyük mesela padişah da olsa, yine ölüm zamanında şu veya bu şekilde ikrah olunur bir suret ve şekilde vefat eder ki, bütün etrafı ve yakınları ondan nefret ederler.
Namaz kılmayanın ölümünde; gözlerinde korku alâmetleri, telaş ve hüzün eserleri, gözünü göğe dikme işaretleri görünür. Gözlerinin rengi değişir. Yukarıya veya aşağıya doğru dikilir ki, bakmak mümkün değildir. Burun delikleri kurur. Kuş tüyü yataklarda, muhteşem karyolalarda, süslü odalarda ve saraylarda binbir ihtişam ve çeşitli debdebe içerisinde bulunsa da, yine zelil ve aşağı olur. Gittikçe zillete, alçalmaya doğru yol alır. Çünkü izzet, ancak Allahü teâlâya, Muhammed aleyhisselama ve müminlere mahsustur. Hz.Ömer bunun için: “Biz zelil bir kavim idik. Allahü teâlâ bizi İslam dini ile aziz eyledi. Eğer izzet ve şerefi, Allahü teâlânın bizi aziz ettiğinden başka yerde ararsak, eskisinden daha zelil ve aşağı oluruz” buyurdu.
Namaz kılmamakla iman zayıflar. Namazı kılmayanların imanları zayıf olduğundan, ne melekler, ne ruhlar, ne ölüler, ne diriler, ne de diğer mahlukat onu aziz tutmaz, ona hürmet ve riâyet göstermezler. Namaz kılmayan ölürken saçları ve sakalları sarkar. Sarkık, düşük, karışık bir manzara alır. Kısaca, hayatındaki şeklinde bulunmaz. Müminler ise ölümünde de hayattaki durumu bozulmaz, aynen canlı gibi kalır. Onun ölümünü gören, ölümünden haberdar değilse, uyuduğunu zanneder.
Ne kadar çok yemek yese de, yine açlık ızdırabı dinmez. Gittikçe şiddetlenir. Dayanılmaz, tahammül edilmez bir hâl alır. Ne kadar fazla, ne kadar kuvvetli ve iyi yemekler yedirilse, bu acı, bu ağrı, bu sızı dindirilemez. Bu ızdırap teskin olunamaz. Bu hasta yedirilmekle doyurulamaz. Boğazı, barsakları açlıkla acı çeker. Açlık bir orantı halinde yükselir, artar. Nihayet kıvrana kıvrana can verir. Çünkü namazı terk etmek büyük günahtır. Cezası da o nispette büyük olur. Açlık da mühim bir hastalıktır. Neticesi mutlaka ölümdür. Diğer hastalıklar gibi değildir. İşte namaz kılmayanlar açlık hastalığı ile kıvranıp öyle giderler. Her namaz kılmayan mutlaka aç olarak ölür.
Namaz kılan, güler yüzlü mütebessim, parlak ve nurani yüzlü olur. Sevinç ve neşe alâmetleri yüzünde ve gözlerinde âşikâr olur. Hak teâlâdan ve meleklerinden hayâ eder. Kendi kusurlarını ve Hak teâlânın lütuf ve ihsanını görür de, alnından terler dökülür, burnunun delikleri sulanır. Kulak altları ve burun delikleri hafif bir şekilde terler. Güzel bir şekilde kokar. Renginde lâtif bir güzellik olur. Etrafa güzel kokular yayılır. En lezzetli ve en nefis yemekler yemiş gibi tok ve kanmış olarak vefat ederler.
Namazın tamam olması ve kemâl üzere bulunması, fıkıh kitaplarında genişçe anlatıldığı şekilde namazın farzlarını, vaciplerini, sünnet ve müstehaplarını yapmaya, yerine getirmeye bağlıdır. Namazda huşu bu dört şeyde toplanmış ve kalbin hudu’u da bunlara bağlanmıştır. Müminle kâfir arasındaki fark namazdır. Mümin namaz kılar, kâfir kılmaz. Münâfık ise bazen kılar, bazen kılmaz.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İman, namaz demektir. Namaz için kalbini hazırlar ve namazı itinâ ile, vaktine, sünnetine ve diğer şartlarına riâyet ederek kılan, mümindir.)
(Kıyamette kulun ilk sorguya çekileceği ibadet namazdır. Namaz düzgün ise, diğer amelleri kabul edilir, düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez.)
(Namaz kılmayan, Kıyamette, Allahı kızgın olarak bulacaktır.)
(Namazı kılmayanın ibadetleri kabul olmaz ve namaza başlayana kadar Allahın himâyesinden uzak kalır.)
(Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur.)
(Namaz kılan kıyamette kurtulacaktır, kılmayan perişan olacaktır.)
Hanbeli’de bir namazı özürsüz terk eden kâfir olduğundan öldürülür. Yıkanmaz kefene sarılmaz, namazı kılınmaz ve müslümanların kabristanına konulmaz. Ayağına ip bağlanır, murdar bir it gibi, bir çukur kazıp içine konur. Üzerine toprak atılır. Üzerine kabir alâmeti de yapılmaz. Şâfii ve Mâliki’de büyük günah işlediği için ceza olarak öldürülür. Hanefi’de namaza başlayıncaya kadar dövülüp hapse atılır. Namaz kılmamak imânsız ölmeye, namaz kılmak ise iki cihan saadetine sebep olur.

ALTMIŞSEKİZİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
ALTMIŞDOKUZUNCU BÖLÜM

--Dede, bazıları şöyle diyor, dedi kurt: Bazı kimseler hiç ibadet etmediği ve her çeşit günahı işlediği halde, "benim kalbim temizdir, sen kalbe bak" diyorlar. Kalp nasıl kirlenir, nasıl temizlenir?
--Bu da çok söylenen sözlerdendir ve çok tehlikelidir. Namaz kılmadığı halde, benim kalbim temizdir diyen küfre girer. BNununla ilgili olarak da şu bilgiler mevcut: Önce kalp ile yüreğin tarifini yapalım! Kalp, göğsümüzün sol tarafındaki et parçası değildir. Buna, yürek denir. Yürek, hayvanlarda da bulunur. Kalp, yürekte bulunan bir kuvvettir. Görülmez. Ampulde bulunan elektrik cereyanı gibidir. Buna, kalp veya gönül diyoruz. Gönül, insanlarda bulunur. Hayvanlarda bulunmaz.

Bedendeki bütün a'za, kalbin emrindedir. His uzuvlarımızın duydukları bütün bilgiler kalpte toplanır. İnsanın, inanmak, sevmek, korkmak, kalbindedir. İtikad eden, yani iman eden ve kâfir olan, kalptir. Güzel, iyi ahlâkın ve kötü huyların yeri kalptir. Kalbi temizlemek için riyâzet ve mücâhede lazımdır. Riyâzet, nefsin arzularını yapmamaktır. Nefsimiz, harâmları, mekruhları arzu eder. Bunlardan kaçmak lazımdır. Mücâhede, nefsin istemediği şeyleri yapmak demektir. Nefsimiz, iyilik ve ibadet yapmak istemez. İyilik ve ibadet ederek kalbi temizlemelidir! Allahü teâlâ, dinleri, Peygamberleri, kalbi temizlemek için gönderdi. Kalbi temiz olan, dinimizin emirlerine uyar, yasak ettiklerinden kaçar. Kalbi kötü olan kimse, İslamiyetten kaçar. Dinimizin emirlerini gericilik, tutuculuk olarak kabul eder. Dine uymamayı da ilericilik, uygarlık, özgürlük olarak bilir.

"Sen kalbe bak" demek
Namaz kılmayan ve kendisine farz olan diğer ibadetleri yapmayan kimsenin kalbi temiz olmaz. Günah işleyenlerin kalbi temiz olmaz. Günah kalbi karartır. Zaten namaz kılmamak en büyük günahlardan biridir. Hatta namaz kılmayana kâfir diyen âlimler bile olmuştur. Namaz kılmayanın, içki içenin kalbi çok kararmış demektir. Her türlü rezaleti işleyip de, "sen kalbe bak" demek, dinsizlerin veya din cahillerinin sözüdür. Bir yazar, kitabında, bir fâsıkı överken, "Çok içki içerdi. Şarabı hamamın kurnasına koyar, oradan içerdi; fakat tertemiz, pırıl pırıl bir kalbi vardı" diyor. Allahü teâlâ ve Peygamber efendimiz, namaz kılmayanın ve içki içenin kalbi temiz olmaz buyururken, cahil yazar, böyle söylemekle Allahı ve Resulullahı yalancı çıkarmaya çalışıyor.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bir kimse, günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta hâsıl olur. Eğer tevbe ederse, o leke silinir. Tevbe etmeyip tekrar günah işlerse, o leke büyür ve kalbin tamamını kaplar, kalp, kapkara olur.) [Harâiti]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın emirlerini yapmamak kalbin bozuk olmasındandır. Kalbin bozuk olması, dine tam inanmamaktır. İmanın alâmeti, dinin emirlerini seve seve yapmaktır. [Namaz kılmayıp günah işleyenin, (benim kalbim temiz, sen kalbe bak) demesinin ne kadar cahilce bir söz olduğu buradan da anlaşılır.] Kalp, sevgi yeridir. Sevgi bulunmayan kalp ölmüş demektir. Kalpte, ya dünya sevgisi veya Allah sevgisi bulunur. Allahı anarak, ibadet yaparak, kalpten dünya sevgisi çıkarılınca, kalp temiz olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar. Günah işleyince, kalp kararır, hastalanır, dünya sevgisi yerleşir ve Allah sevgisi gider. Kalbin bu hâli, bir şişeye benzer. Su doldurunca, havası çıkar. Suyu boşaltınca, hava kendiliğinden dolar. Bir bardaktaki hava çıkmadıkça içine su girmez. İçine su koyunca da, bu suyu çıkarmadan başka şey koyulmaz. Kalp de bardak gibidir. Kalbi Allah sevgisiyle doldurmak için, başka her şeyi temizlemek lazımdır. Bir kalpte iki veya daha fazla sevgi bulunamaz. Kur'an-ı kerimde, (Allah, insanın içinde iki kalp yaratmamıştır) buyuruluyor. (Ahzâb 4)
Nefs-i emmâre, dine inanmaz. Bunun için, nefsi, tezkiye etmek, kötülüklerden temizlemek ve faziletlerle doldurmak lâzımdır. Şems suresinde meâlen, (Nefsini tezkiye eden kurtuldu. Nefsini, günahta, cehalette, dalâlette bırakan zarar etti) buyuruldu.

Hadika'da buyuruluyor ki:
Haram işleyenlerin, sen kalbime bak, kalbim temiz demeleri yanlıştır. Kendini ve müslümanları aldatmaktır. Ancak dinin emir ve yasaklarına uyanın kalbi temiz olur. Peygamber efendimiz, (Günaha devam edenlerin zamanla kalbi mühürlenir. O, artık sevap işleyemez olur) buyuruyor. (Bezzar)
(Lâ ilâhe illallah) kelimesini çok söylemek, kalbi temizlemekte çok tesirlidir. Her gün, belli miktar okumak iyi olur. Abdestli ve abdestsiz söylenebilir. (c.1, m.14.)

Rabbimizin gazabını söndürmek için (Lâ ilâhe illallah) güzel kelimesinden daha faydalı bir şey yoktur. Bu güzel kelime, Cehenneme götüren gazabı söndürünce, daha küçük olan başka gazaplarını elbette söndürür. Bu güzel kelime, Kıyamet için ayrılmış olan 99 rahmet hazinesinin anahtarıdır. Küfür karanlıklarını, şirk pisliklerini temizlemek için, bu güzel kelimeden daha kuvvetli, hiçbir yardımcı yoktur. Bir kimse, bu kelimeye inanınca, imanın zerresi hasıl olur. (c.2, m.37)

Allahı anmanın, Lâ ilâhe illallah demenin faydalı olabilmesi için dinimize uymak şarttır. Farzları ve sünnetleri yapmak ve haramlardan ve şüphelilerden sakınmak lazımdır. (m.190) Kalbin Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmesi onu karartır, paslandırır. Bu pası temizlemek lazımdır. Temizleyicilerin en iyisi sünnet-i seniyyeye uymaktır. Sünnet-i seniyyeye uymak, nefsin kalbi karartan isteklerini yok eder.
ALTMIŞDOKUZUNCU BÖLÜMÜN SONU
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt