Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Ebubekir (r.anh) Halife Seçilmesi, İslam'da Kölelik ve Bazı Sorularım?

Selahaddin Eyyubi Çevrimdışı

Selahaddin Eyyubi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Esselamun Aleyküm Ve Rahmetullah

1.Hz.Muhammed(AS) vefat ettikten sonra mı yoksa defn edildkten sonra mı halife seçilmiş?
2.İslam'dan sonra kölelik kökten kalkmışmıdır yoksa?
3.Cafer Bin Ebu Talip'in Mute Savaşı sırasında atının ayaklarını kesmesi ne içindr?
4.Suriye'de Nusret Cephesi dışında cihad eden gruplar var mı? ÖSO cihad için mi yoksa tagut için mi çarpışıyor?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
C 1 - Ebu Bekir (r.anh)'ın Halife Seçilmesi


Peygamber (s.a.v..) vefat edince Medine halkı oîan Ensar, Medine'yi ve müslümanları idare edecek bir lidere hemen ihtiyaç duymaya başladılar. Çünkü bu şehirleri, Peygamber (sav)'in vefatıyla, meydana gelen boşluktan ötürü, civardaki bedevilerin ve kabile adamlarının baskın ve muhtemel saldırılarına yeniden hedef olma durumuna girdi. Ve çünkü çok iyi biliyorlardı ki birçok göçebe Arablar ve kabileler henüz gerçek manada iman etmiş değillerdir; inanmış gibi görünüyor iseler de iman onların kalbine iyice oturmamıştır.
Bu genç İslam devletinin sahip olduğu güç ve otorite sebebiyle korkup çekindikleri için sadece dilleriyle müslüman gibi görünüyor, fakat gerçek anlamda iman etmiş bulunmuyorlardı. Nitekim Peygamber (sav) 'in vefatından kısa bir süre önce bazı bölgelerde Riddet hareketleri bile oldu.
Evet Ensar, Medine civarında bulunan bedevi kabilelerin tehdidi altında bulunduklarını iyiden iyiye sezmeye, bu sebeple de derinden endişelenmeye başladılar. Çünkü Peygamber (sav)'eve İslam davasına başta onlar (bu bölgede) destek çıkmışlar. O'na ellerinden gelen yardımı yapmış, evlerini Mekke'den gelen muhacirlere açmış, onları bağırlarına basmış ve onlarla birlikte Peygamber (sav)'in sağlığında ilk îslam devletini kurmuşlardı. Bu suretle de, bölgedeki bedevi arab kabilelerini dize getirmişlerdi.
Ensariler, Muhacirlerin, Hz. Peygamber (sav)'in vefatından sonra günün birinde ana yurtları olan Mekke'ye tekrar avdet etmeleri ihtimalini hesaptan çıkarmıyorlardı. Çünkü Muhacirler, sırf vicdan baskısına uğradıkları için dayanamamış, Medine'ye göç etmişlerdi. Onlar Mekke'den çıktıkları zaman şehrin halkı müşrik idiler. Ancak sonra hepsi müslüman oldular. Şu halde onların kendi diyarlarına yeniden dönmeleri ihtimal dahilinde idi. Çünkü Medine'ye göç ederken, evlerini barklarını, orada terkedip gelmişlerdi. Orada mallan mülkleri arazileri vardı. Bu sorun Peygamber (sav) henüz hayattayken bile Ensarı meşgul ediyordu.
Özellikle Hicretin sekizinci yılında Rasulullah (sav) Mekke'yi fethettiği günden beri bu endişeye daha fazla kapılmaya başladılar. Nitekim, Mekke fethinde Peygamber (sav) ile beraberken Hevazin ve Sakif kabilelerinden Huneyn Savaşı'nda alınan ganimetlerin Ca'rane mevkiinde taksim edilmesi sırasında bu endişelerini O'na açıklamışlardı. Peygamber (sav) de onlara uygun olan cevabı vermişti. Olay şöyle cereyan etmişti:

Peygamber (sav) ele geçirilen ganimetleri Kurayşlilere ve bedevi Arablara dağıtıp Ensar'a bundan bir şey düşmeyince alındılar ve bu mesele hakkında birçok dedikodular da yapıldı. Öyle ki aralarından biri; "Rasulullah (sav) artık halkına kavuşmuş bulundu!!" diye kinayeli sözler edenler bile oldu. Aynı zamanda Saad Bin Ubade Peygamber (sav)'in huzuruna girerek şu ciddi ifadeyi kullandı:
"Ey Allah'ın Elçisi! Ensardan savaşa katılmış bulunan şu kitle, ele geçirdiğin ganimetleri kendi halkına ve bedevi Arap kabilelerine bol bol dağıtıp onları ise mahrum bırakmış olmandan dolayı alınmış bulunuyorlar!!" Peygamber bu söze çok gücenerek O'na:
"Sen de kim oluyorsun, ya Saadu" dedi. Ancak Saad da:
"Ben halkımdan bir ferdimi" demekten çekinmedi. Bunun üzerine Peygamber (sav):
"Bana halkını topla bakayım!" diye emir verdi. Saad hemen çıkarak Medine'li mucahidleri orada bulunan çevrili bir sahaya topladı.
Bu arada muhacirlerden de bazı kimseler bu toplananların arasında bulunmak istediler. Saad kendilerine musaade etti. Ancak sonradan gelenleri içeriye sokmadı. Sonra Peygamber (sav)'e giderek:
"Ensar grubu toplanmıştır" diye haber verdi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) karşılarına çıkarak Allah'a hamd ettikten sonra onlara şöyle hitab etti:
"Ey ensar! Sizden bana bir söz intikal etmiş bulunuyor. İçinizden öfkelenmişsiniz. (Size soruyorum)
Dalâlet (sapıklık) içinde değil miydiniz, ki ben aranıza katıldıktan sonra Allah sizi hidayete erdirdi? Fakir değil miydiniz, (ki ben geldikten sonra) Allah sizleri servet sahibi yaptı? Birbirinize düşman değil miydiniz (ki ben geldikten sonra) Allah kalplerinizin arasına sevgi koydu?" Bu sorulara hep birlikte:
"Evet, doğrudur," diye cevap verdiler ve "Bu ihsan Allah'ın ve Rasulünündür" diye eklediler. Bu sefer Peygamber:
"Peki bana bir cevap vermeyecek misiniz?" dedi.
"Sana, ne diye cevap vereceğiz? Minnet ve ihsan ancak Allah'ın ve Rasulünündür" karşılığında bulundular. Bu kez Peygamber (sav) onlara şöyle dedi:
"Eğer isteseydiniz, bir karşılık verebilirdiniz. Aynı zamanda doğru da söylemiş olurdunuz, doğrulanırdınız da. (Sizi haklı bulurdum) Şöyle diyebilirdiniz:
Yalanlanmış olarak aramıza geldin, seni doğruladık. Perişan durumda aramıza geldin, sana yardım ettik. Kovulmuştun, seni barındırdık. Fakirdin, elinden tuttuk.
Ey Ensar! Ben o basit ve geçici dünya malıyla bir grup insanın gönlünü almaya çalıştım ki müslüman olsunlar. Ama sizi müslümanlığınızla (güçlü imanınızla) başbaşa bıraktım. Ey Ensar topluluğu! İnsanlar buradan koyunla deveyle dönerlerken, siz Allah'ın elçisiyle beraber yurdunuza dönmeyi tercih etmez misiniz? Muhammed'in canını elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki: Eğer hicret hadisesi olmasaydı ben Ensar'dan bir fert olmayı tercih edecektim. İnsanların hepsi bir yol, Ensar da başka bir yol izleyecek olsa ben Ensar'ın yolunu tercih ederim. Allahım! Ensara ve Ensar'm çocuklarının çocuklarına merhametle muamele buyur..."
Hz. Peygamber (sav)'in bu konuşmasını dinleyen Ensariler çok duygulandılar ve öyle ağladılar ki döktükleri gözyaşlarıyla sa kallan ıslandı. Sonra da:
"Rasulullah'ın taksimine ve dağıttığı paylara razı olduk" deyip dağıldılar. (İbn-ul Esir, El Kamil tere, c. 2, s. 251-252)

Evet görüldüğü gibi, Ensar, muhacirlerin, Peygamber (sav) 'in vefatından sonra yurtlarına dönebilecekleri ihtimalini düşünüyorlardı. Onların, asli yurtlarına dönmeleri mümkündü. Bu sebeple de Muhacirleri hiç hesaba katmadan Peygamber (sav)'e bir halife seçmek için birinci derecede sorumluydular.
Bundan dolayıdır ki muhacirleri davet etmeden Medineli Beni Saide ailesinin toplantı yerinde, bir araya geldiler. Şûraya da gerek yoktu. Çünkü Hazreçliler zaten Ensarın çoğunluğunu oluştu ruyordu. Liderleri de sahabilerin en büyüklerinden olan ve Peygamber (sav)'in vefat ettiği sırada kendilerinden fevkalade memnun ve razı bulunduğu kimselerden Saad Bin Ubade idi. Bu sebeple O'nu seçmek üzere sözbirliği etmiş bulunuyorlardı.
Muhacirlere gelince onlar bu konudan, Ensar'a nisbetle daha uzak idiler. Çünkü onlardan bazıları Peygamber (sav)'in vefatı ve defni ile meşgul idiler. Bazıları bu olayın derin şokunu yaşıyordu. Bir diğer kısmı ise Peygamber (sav)'den sonra bir halifenin seçilmesi konusunu akıllarına bile getir emiyorlardı. Bu durumda olanlara göre bu en az ihtilaf konusu olabilecek bir meseleydi. İşte o sırada muhacirlerden bir grup Peygamber (sav)'in evinde bulunuyorlardı. Adamın biri dışarıdan:
"Ey Hattaboğlu hemen dışarı çık, seninle görüşeceğim çok acil bir mesele var!" diye seslendi. Durumun nezaketini henüz kavrayamayan ve Peygamber (sav) 'in vefatı sebebiyle yaşadığı şoku henüz üzerinden atamayan Ömer O'na:
"Benden uzak dur, şu anda seni dinleyemeyecek kadar meşgulüz." karşılığını verdiyse de öbürü:
"Çok önemli bir mesele cereyan ediyor, mutlaka senin de bulunman gereklidir. Ensar Benî Sâide ailesinin toplantı yerinde bir araya gelmiş bulunuyorlar. Onlarla daha sonra aramızda kanlı ihtilaflara sebep olabilecek bir karar alınmadan derhal yetiş!!"
diye ısrar etti.
Bunun üzerine Ömer Ebu Bekir'e:
"Haydi bakalım! Şu Ensarî kardeşlerimize gidiyoruz" dedi ve işte ancak o dakikada silkinerek kendilerine gelebildüer. Müs lümanların başına geçecek bir halifenin mutlak surette seçilme si zorunluğunu idrak ettiler. Hemen Benî Sâide'lere doğru yürü meye başladılar. Yolda Ebu Ubeyde Amir Bin El-Cerrah'a rastla dılar. O'nu da yanlarına alarak devam ederlerken yolda En sar'dan Uvaym Bin Saide ve Maan Bin Adiy adında iki zata rast ladılar. Onlardan, mesele hakkında bilgi almak istediler. Onlar da şöyle dediler:
"Onlara yanaşmamanızdan, Ensarilere Katılmamanızdan dolayı bir sorun çıkacağını sanmıyoruz. Siz muhacirler de kendi aranızda uzlaşırsanız, Ensar'la hiç bir anlaşmazlığınız olmaz."
Fakat, muhacirlerin temsilcisi durumundaki Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubeyde, Benî Saide'deki oturuma katılmak üze re yollarına devam ettiler ve nihayet toplantıya katıldılar.

Hadisenin bu şekildeki akışından da anlaşılıyor ki Muhacirlerle Ensar arasında esasen hiç bir ihtilaf yoktu. Ensar'ın Muhacirler'e haber vermeden kendi aralarında toplanmış olmalarında o günün şartları bakımından zaruret vardı.
Ensar'ın ileri gelenleri bu saatlerde Benî Saide ailesinin top lantı yerinde bir araya gelmişlerdi. Kısa bir görüşme yaptılar ve "Muhammed (sav)'den sonra, müslümanları idare etmesi için Saad Bin Ubade'yi seçelim" dediler. Hasta durumda bulunan Saad'ı da toplantı yerine getirerek oturumda hazır bulundurdular. Saad oğluna şöyle dedi:
"Rahatsızım, sesimi hazır bulunanlara duyuramıyorum. Sen sözlerimi yüksek sesle tekrarla."
O, konuşuyor, oğlu da sözlerini yüksek sesle tekrar ediyordu. Önce Allah'a hamd etti, sonra şunları söyledi:
"Ey Ensar Topluluğu! Sizin hiç bir Arab kabilesine nasip ol mayan İslamda kıdeminiz ve seçkin bir yeriniz vardır. Biliyorsunuz ki Muhammed (sav), on yıldan fazla kendi halkım Rahman'a kulluk etmeye, Allah'a ortak koştukları bütün putlardan vazgeçip uzak durmaya davet etti. Ne varki onlardan pek az bir grup ancak kendisine iman etti. Üstelik ne Rasulullah'ı ne de di nini, düşmanlarından koruyabiliyorlardı. Hatta kendilerini sa ran zulmü bile başlarından def edemiyorlardı. Ta ki Allah Teala bu şerefi size ihsan etti, bu üstünlüğü sîze doğru şevketti ve bu nimeti size verdi.
Size Allah'a ve Rasulüne iman etmeyi, O'nu ve sahabilerini korumayı, dinini yüceltmeyi ve düşmanına karşı savaşmayı nasib etti. O'nun düşmanlarına karşı herkesten daha sert davrandı nız. Bu sebepledir ki ister istemez tüm Araplar Allah'ın hükmü karşısında dize gelmek mecburiyetinde kaldılar. (Merkezden) uzakta bulunanlar bile küçülerek boyun eğdiler. Allah Teala bu suretle Rasulünü sizinle imkan sahibi kıldı. Araplar sizin kılıçla rınız sayesinde O'nu kabullendiler. O ise sizden memnun ve ra zıyken vefat etti."
Saad'ın bu konuşmasından da anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber (sav)'in vefatından sonra Medine'nin, yeniden Arapların hedefi haline geleceği endişesini taşıyorlardı. îşte bu endişedir ki onları tez elden bir halife seçmeye yöneltti.
Muhacirlerin temsilcileri oturum yerine geldikleri zaman En sar ileri gelenleri toplanmış bulunuyorlardı. Temsilciler oturdular. Ensar adına konuşmak isteyen sözcü ayağa kalkarak önce Allah'a hamd ve senada bulundu sonra da şöyle konuştu:
"Biz Allah'ın dinine yardım eden tslamın öncü kuvvetleriyiz. Siz ise Ey Muhacir kardeşler, bizim bir oymağımız, halkımızın bir parçasısınız. Bize katılmış olan bir kuvvetsiniz. Görüyorum ki bi zi çiğneyip, bizi temelimizden sarsıp bu işi omuzlamak hevesin-desiniz. Halbuki Rasulullah (sav) aranızdan birini görevlendirdi ği zaman muhakkak bizden de birini yanına katardı. Bu sebeple başkanlığımıza biri sizden biri de bizden olmak üzere iki kişinin getirilmesi görüşündeyim."
Ömer anlatıyor, diyor ki:
"Ensar'ın sözcüsü konuşmasını bitirince, ben söz almak istedim. İçimden de hoşuma giden bir konuşma hazırlamıştım. Ebu Bekir'den önce konuşmak istiyordum. Ben söz almak isteyince Ebu Bekir bana:
- Biraz müsaade eder misin, dedi.
Tabii O'nu gücendirmek istemedim. Gerçekte O benden çok daha hoşgörülü ve daha ağırbaşlıydı. Söz alıp konuştu. Allah'a yemin ederim ki, içimden hazırlayıp gayet beğendiğim konuş manın her kelimesinin ya benzerini veya daha iyisini kullanarak sözlerini bitirdi. Ensar hakkında gerek ayet gerekse Peygamber'in sözleri olarak ne varsa anlatmadık bir şey bırakmadı. Ez cümle şöyle konuştu:
"îyi biliyorsunuz ki Peygamber:
"Eğer insanların hepsi bir yol, Ensar ise başka bir yol izleyecek olsa ben Ensarın takip ettiği yolu ötekisine tercih ederim" buyurmuştur. Kendinizin lehinde söylediğiniz, hatırlattığınız iyiliklerin hepsine zaten siz ehilsiniz. Fakat bu makama gelince Araplar, buna Kureyş'in burada bulunanlarından başkasını ehil görmemektedir. Nitekim bunlar tüm Arap milletinin bir hulasası (elit kitlesi)dir. İşte ben, size başkanlık yapmak üzere şu iki zatı aday gösteriyorum. Hangisini tercih ederseniz onu seçiniz. (O sırada Ebu Bekir, Ömer'le Ebu Ubeyde'nin ellerinden tutarak onları Ensar'a takdim etti.) Ömer bundan sonrasını şöyle anlatıyor:
"Allah'a yemin ederim ki Ebu Bekir'in beni durdurup konuş masından hiç de alınmadım. Ve eğer günahkar olmayacağımı bilsem de boynumu vurdursam (intihar etsem), bu, Ebu Bekir'in de aralarında bulunduğu bir millete başkanlık etmekten çok daha hoşuma gi der. Ebu Bekir konuşmasını bitirince Ensar şöyle dediler:
- Yemin olsun ki Allah'ın size verdiği nimetlerden dolayı sizi kıskanmıyoruz. Allah'ın yaratıkları arasında size tercih ettiğimiz hiç kimse de yoktur. Fakat bugünden sonra başımıza gelebilecek hadiselerden endişe ediyoruz.
Bu sebeple aranızdan (bu kez) birini seçin. O ölünce En sar'dan birini seçip yerine koruz. O da ölürse yine muhacirlerden birini seçer yerine koruz. Böylece biri bizden biri sizden olmak üzere ebediyete kadar devam eder gider.
Hem sonra bu suretle eğer Kurayş'ten olan başkan, yoldan çı kacak olursa Ensar'dan birinin ona karşı devrim yapmasından veya Ensar'lı başkan adaletten sapacak olursa Kurayş'li birinin, üzerine yürümesinden artık çekinmeyecektir."
(Nasıl olsa karşı taraftan birinin, zamanı gelince yerine geçe ceğini hesaba katarak taraflar arasında adaletsizlik etmeyecektir.)
Bu tartışmalardan da anlaşılmaktadır ki Ensar, Muhacirlerin, Medine'de kalacaklarına kanaat getirince onların da bu konuda bir-hakka sahip bulunduklarına ve Hilafeti onlarla paylaşmaları gerektiğine inanıyorlardı.
Fakat şimdi Grtada bir sorun vardı. Saad Bin Ubade'ye bey'at edilmiş, (Muhacirler oturuma katılıncaya kadar) halife seçilmişti. Neredeyse fiilen görevine başlayacaktı. Ancak öncelik Muhacirlerin olmalıydı. O halde bir hata yapılmıştı, bu yanlışlığı, böylesine nazik bir saatte ve mevcut şartlara rağmen düzeltmek gerekirdi.
Fakat bu zor iş nezaket içinde haledilmeliydi. Aksi halde seçilmiş halifeye baş kaldırmak olurdu ki bu çok tehlikeliydi. Zira Saad Bin Ubade Ensar'in lideriydi. Geri adım attırmak ancak tedrici olarak yapılabilirdi. Çünkü ne de olsa insanlar insan olma zaafını taşıyorlardı. Şu halde tartışma devam edecek ve Ensar'ın geri adım atması ancak bu şekilde temin edilecekti.
Ömer Ensar'dan konuşmacıların sözlerini dinledikten sonra şunu söyledi:
"Bu makam ancak Kureyş'ten birine layıktır. Arablar, ancak böyle olursa rıza gösterirler. Başkanlık makamına onlardan başka kim getirilirse tanımazlar. Ve kim bu konuda bize muhalefet edecek olursa derhal öldürürüz!"
Bunun üzerine Ensar'dan Hubbab Bin El-Munzir ayağa kalka rak yine:
"Emir bir bizden bir sizden olsun" nakaratını tekrarladı. Fakat Ömer O'na şu cevabı verdi:
"Heyhat! Bir makama hiç bîr zaman iki emir sığmaz. Allah'a yemin olsun ki Araplar Peygamber (sav)'in başka kabileden olduğunu görerek sizi baş diye tanımazlar. Fakat peygamber (sav)'in aralarından çıktığı topluluktan birinin liderliğine ses çıkarmazlar. Buna aykırı tutum izleyenlere karşı apaçık delilimiz vardır. Biz ki Muhammed (sav)'in dostları ve yakınlarıyız. Kim O'nun bırakmış olduğu makamın kavgasını bizimle yapabilir?!! Kim bunu göze alacak olursa batılla uğraşmış olur, günah işlemeye meyletmiş veya helak olmak üzere ayağı kaymış olur."
Ömer'in bu sert çıkışına rağmen Hubbab tutumunda ısrar edince ve Ensar'ı bu görüşe katılmaya davet edince Muhacirlerin temsilcilerinden Ebu Ubeyde Bin El-Cerrah sözü alarak şöyle dedi:
"Ey Ensar Topluluğu! İlk yardım eden ve destek çıkan siz ol dunuz. O halde ilk çarpıtan ve değiştiren siz olmayınız." Peşinden Beşir Bin Saad El-Ensari ayağa kalkarak şöyle hitap etti:
"Ey Ensar Topluluğu! Allah'a yemin olsun ki eğer biz muşriklerle yaptığınız cihadla Allah katında bir üstünlük kazandıysak ve eğer bu dine ilk girip kıdem sahibi olduysak, bunu sırf rabbimizin hoşnutluğunu kazanmak ve peygamberimizin emirlerine bağlı kalmak maksadıyla yaptık. Bunu biz kendi yararımız için yaptık. Şu halde bu meziyetlere tutunarak ileri gitmemeliyiz. Bunları dünya menfaati için alet etmemeliyiz.
Bize karşı minnet etmeye hakkı olan Allah'dır. Agâh olunuz ki Muhammed Kurayştendir. O'nun halkı ve yakınları O'nunla ilgi li olan şeyde önceliklidirler. O'nlarla bu konuda tartışmama Allah şahid olacaktır. O halde siz de Allah'ın koyduğu sınırlara saygılı olunuz, onlara muhalif olmayınız, onlarla çekişmeyiniz."
Öte yandan Useyyid Bin Hudayr da ayağa kalkarak Ensar'ın, bu işin peşini bırakmaları ve Muhacirlerden birini seçmeleri konusunda davette bulundu. Eğer bu işi üstlenecek olurlarsa Evs ve Hazreç kabileleleri arasında büyük ihtilafların yeniden cereyan edeceği konusunda dilinin döndüğü kadar konuştu. Bu sebeple muhacirlerden birine bey'at edilmesi çağrısında bulundu. (İbn-ul Esir, El Kamil tere, c. 2, s. 299-303)
Nesei ve Hakim'in rivayetlerine göre Hz. Ömer o gün Ensar'la karşılıklı olarak şöyle konuştu: Onlara:
- Hz. Peygamber (sav)'in Ebu Bekir'i namazda öne sürdüğü nü biliyor musunuz, dedi.
- Elbette biliyoruz, diye cevap verdiler. Sonra yine Hz. Ömer:
- Peki, Hz. Peygamber (sav)'in seçip öne koyduğu kimsenin önüne geçmeyi hanginiz göze alabilir, diye sordu. Buna da:
- Hiç birimiz, diye cevap verdiler.
Bunun üzerine Ensar'dan Zeyd Bin Sabit şöyle dedi:
"Bakınız, Hz. Peygamber (sav) muhacirlerden idi. Şu halde Halife de Muhacirlerden olmalıdır. Biz de nasılki Hz. Peygambe rin Ensarı (yardımcıları) olduysak onun da Ensan olmalıyız."
Bu sözlerden sonra Hz. Ebu Bekir ayağa kalkarak onlara:
"Allah sizi hayırla mükafatlandırsın ve sözcünüze direnç ihsan etsin. Bakınız eğer bundan başka bir şey söyleyecek (aykırı bir görüşe sapacak) olursanız asla sizinle barışık olamayız."
Bu sözleri söyler söylemez hemen Hz. Ömer'e dönerek O'na:
"Ver elini bakayım! Sana beyat ediyorum" dedi. Ancak Hz. Ömer:
"Sen benden daha efdalsın (daha üstün, daha faziletlisin)" diyerek halifelik teklifini kabul etmedi. Bu sefer de Ebu Bekir O'na:
"Sen benden daha güçlüsün" dediyse de, Ömer:
"Benim gücüm de senin sahib olduğun faziletlerle birlikteyine senindir" dedikten sonra hem kendisi hem de Ebu Ubeyde O'na:
"Ya Ebabekr! Peygamber (sav)'den sonra hiç kimsenin, senin önüne geçmesi doğru değildir. Sen Sevr mağarasında en nazik saatlerde kendini tehlikelere atarak Peygamber ile beraber bulundun. Onun uğruna baş koydun, O hastalandığı za man müslümanlara imam olmak üzere seni öne geçirdi. Bu konuda, herkesin üzerinde senin önceliğin vardır" diyerek kendisini destekleyici kararlı bir tavır koydular.
Bu konuşmadan sonra Ömer hemen yerinden fırlayarak Ebu Bekir'in elini tuttu. Keza Useyyid Bin Hudayr ve Beşir Bin Saad da derhal yerlerinden kalkarak yarışırcasına Ebu Bekir'e beyat ettiler. Bunu gören oturumdaki diğer zevat da onları takib ederek kendisine bey'atde bulundular. Orada bulunanlar arasında Saad Bin Ubade'den başka Ebu Bekir'e bey'at etmeyen kalmadı. O'nu fiilen bey'atte bulunmaktan alıkoyan sebeb , rahatsızlığından başka bir şey değildi. Bununla beraber hiç bir şey de söylemedi.
Bu olay, Hilafet konusunda Ensar'la Muhacirler arasında bir ihtilaf bulunmadığını açık şekilde isbat etmektedir. Sadece Ensarın endişesinden kaynaklanan acele davranıştan dolayı bir yanlışlık yapıldı. Bu da Saad Bin Ubade'nin, mevkii sebebiyle ensar'a geri adım attırmayı temin için bir tartışmaya sebeb oldu.
Keza şu noktaya da işaret etmek lazımdır ki Ensar'ın Beni Sâide'ye ait toplantı yerinde bir araya gelmeleri, hilafet konusunda kendilerini Muhacirlere tercih etmek, liderlik sevdasına kapılmak şunu veya bunu desteklemek kasıt ve niyetine matuf değildi.
Saad Bin Ubade'ye gelince bu zat, bütün sahabiler arasında saygın bir şahsiyetti. Ancak amaç bu zatı seçmek değil, müslümanların genel manada menfaatini korumaktı. Bu da Medine'nin içinde bulunduğu şartlar, millet ve memleket meselelerinin yürü tülmesi endişesinden kaynaklanıyordu.
Bu hadise Peygamber (sav)'in, vefat ettiği, Hicretin onbi-rinci yılı Rebiulevvel ayının onikinci günü cereyan etmekteydi. (İbn-ul Esir, El Kamil tere, c. 2, s. 304)
Ebu Bekir'in Halife seçilmesinin ikinci günü, O (halife sıfa tıyla) halkı namaza davet etti. Minbere çıkmış bulunduğu sırada Ömer önce Allah'a hamd-u sena ile başlayarak halka karşı şu konuşmayı yaptı:
"Ey Nâs! Dün size hitab etmiştim. Ancak söylediklerim, be nim kendi görüşlerimden başka bir şey değildi. Halifenin seçil mesi konusunda ifade ettiklerim, ne Allah'ın kitabında buldu ğum, ne de Rasulullah'ın bana emanet ettiği bir söze dayalı değildi. Fakat ben hep Peygamber bizim en sonuncumuz olarak kalacak ve hep bizi O idare edecek biliyordum. Böyle bir zehabın içindeydim. Ne varki o vefat etmiş olsa bile Allah O'na indirmiş bulunduğu kitabı size emanet etmiş bulunuyor.
Rasulullah'ın önderliğini yaptığı hidayet yolu bu kitaptadır. Eğer O'na sarılacak olursanız, sizi onunla doğru yola hidayetedecektir. Allah Teala, en hayırlınız olan ve Hz. Peygamber (sav)'in mağaradaki can yoldaşı, sizin de yönetiminizi üstlenme hakkına öncelikle herkesten daha çok sahip bulunan bir zat üze rinde görüş birliğine varmanızı müyesser kılmış bulunmaktadır. O halde kalkınız ve O'na bey at ediniz."
Hz. Ömer'in bu konuşması üzerine Benî Saide meclisinde ya pılan bey'atdan sonra halk tekrar umumi bir bey'atte bulundu. Sonra Ebu Bekir Allah'a hamd ve senadan sonra halka hitaben şu tarihi konuşmasını yaptı:
"Ey Halkım! Ben içinizde en üstününüz olmamakla beraber başınıza seçilmiş bulunuyorum. Eğer iyi idare edersem bana yardımcı olunuz. Yok eğer kötülük (adaletsizlik) yaparsam beni doğru yola sevkediniz. Doğruluk emanet, yalan ise hıyanettir.
Şunu biliniz ki: Allah'ın izniyle hakkım tahsil edip kendisine iade edinceye kadar haksızlığa uğramış olan kişi benim nazarım da güçlüdür. Buna mukabil içinizden kendisini güçlü sanıp baş kasının hakkına tecavüz eden kişi de Allah'ın izniyle, kendisin den o hakkı alıp asıl sahibine iade edinceye kadar benim nazarımda O, güçsüzdür.
Keza şunu iyi bilin ki hangi millet Allah yolunda cihadı elden bırakmıştır, muhakkak Allah o milleti zelil kılmış, çiğnetmiştir. Ve hangi millet arasında fuhuş yayılmışsa muhakkak Allah o milleti umumi bir belaya çarptırmıştır.
Ben Allah'a ve Rasulüne itaat ettiğim muddetçe siz de bana itaat edin. Ama Allah'a ve Rasulüne asi olursam işte o zaman bana itaat diye bir şey yoktur. Haydi bakalım şimdi de namaza, Allah hepinize merhamet buyursun. (İbn-ul Esir, El Kamil tere, c. 2, s. 304; İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 5, s. 423-424)

Bu sırada Peygamber (sav)'in defin işleriyle meşgul bulu nanlardan başka hiç bir kimse Ebu Bekir'e bey'at etmekten ge ri kalmadı. Onlar da işlerini bitirince gelip bey'atte bulundular. Sadece Saad Bin Ubade kısa bir süre gecikti. Ancak o da sonra gelip bey'atte bulundu ve mücahid olarak savaşa katıldı. Kısa bir süre sonra da Suriye topraklarında görev aldığı bir savaşta şehid oldu.
Sözde Ebu Sufyan'ın Ali'yi ve Abbas'ı Ebu Bekir'e oy vermemeleri yolunda tahrik ettiğine dair yayılan dedikodulara gelince bunların aslı yoktur. Çünkü Ebu Sufyan îslama girmeye mecbur edilmiş olanlardan biriydi. Binaenaleyh böyle bir şeyi deneyemezdi. Üstelik İslam'a güçlü bir iman ile bağlı bulunan Ali ile Abbas'ın O'ndan gelecek böyle bir teklifi kabul etmeleri mümkün değildi. Sonra ayrıca eğer böyle bir hadise gerçekten cereyan etmiş olsaydı, Ebu Bekir'in halife sıfatıyla Ebu Sufyan'ı sorguya çekmesi birçok ihtilaf ve ayrılıklara sebeb olabilecek böyle bir dav ranıştan dolayı O'nu sorumlu tutması gerekirdi. Halbuki böyle bir olay da ortada yoktur. O halde sırf bazı rivayetçilerin uydurmasın dan ibarettir.

Peygamber (sav)'in, hayattayken, kendisinden sonra yeri ne geçmek üzere Ali'yi tayin ettiğine dair vasiyette bulunduğu söylentileri de tamamen yalandır, gerçekle çelişen bir uydurma dır. Çünkü Peygamber (sav)'in vasiyeti dini bir emirdir. Böyle bir vasiyet varsa hiç bir mu'min bu vasiyete aykırı davranamaz. Böyle bir vasiyetin o gün için müslümanlarca çiğnendiğini ileri sürmek onları çok. ağır suçlamak, bütün sahabilerin imanından şüphelenmek anlamına gelir.
Düşünebiliyor musunuz, Ebu Bekir nasıl böyle bir vasiyeti çiğneyebilirdi?!! Ebu Bekir ki bir saniye bile Peygmber (sav)'in emrinden dışarı çıkmamıştır. Sonra Ali böyle bir vasi yetin çiğnenmesine nasıl göz yumabilirdi. Buna nasıl seyirci kala bilirdi? O Ali ki Allah'ın ve Rasulullah'm emirlerini yerine getir mekte hiç bir kimsenin kınamasına asla aldırış etmezdi.
Eğer bazı kimseler: Ali'nin görünürde O'na bey'at ettiğini, ancak içinden onaylamadığını ileri sürüyorsa, sormak isteriz: Aca ba sahabiler, birbirlerine karşı ne zaman ikiyüzlülük etmişlerdir? Böyle bir şey ileri sürmek onları nifakla itham etmek anlamına ge lir ki böyle bir sözden Allah'a sığınırız!
Ali'nin, eşi Fatıma'nın vefatına kadar, bey'atten gecik tiği şayiasına gelince bu da yine tamamen iftiradır. Ali müslümanların sözbirliği ettikleri böylesine önemli bir konuda onlardan altı ay kadar bir süre gecikemez, geri kalamazdı. Güçlü imanıyla, müslümanlara daima yaptığı birlik ve beraberlik çağrılarıyla daha küçüklüğünden beri islam kardeşliği konusunda verdiği güzel örneklerle tanınan Ali böyle davranamazdı. Şu var ki bu iki bü yük şahsiyet arasında gerçekten bazı tartışmalar huzursuzluklar olmuştu. Fakat bu, hilafet konusuyla değil verasetle ilgiliydi.
Mesele şuydu:

Fatıma, Ebu Bekir'den, babası Rasulullah (sav)'ın Fedek ve Hayber'deki mirasını istedi. Ebu Bekir ise bu talebi ka bul etmedi ve babasından duymuş bulunduğu şu hadisle ona cevab verdi. Peygamber şöyle buyurmuştu:
"Biz peygamberler topluluğu (yakınlarımıza) miras bırakmayız. Bizden geriye kalacak olan, sadakadır, (bütün ummete aittir.)"
Fatima da Ali de bu sözlerin Peygamber (sav)'e ait olduğunu biliyorlardı ki Fatıma aynı zamanda ilim ehliydi, bilgiliydi. Buna rağmen Ebu Bekir ile aralarında bir kere tatsızlık çıktı. Ama bu bir daha tekerrür etmedi. Ali zaten o sıralarda evinden hiç ayrılmıyor, Ebu Bekir'e yol göstermek, fikirleriyle O'na yardımcı olmak fırsatını pek bulamıyordu.
Buna rağmen, -ileride de göreceğimiz gibi- önemli meseleler de ve dinden dönen Murted isyancılara ve Medine'ye baskın düzenlemek için yeniden heveslenen sergerdelere karşı düzenlenen savunma faaliyetleri gibi hayati konularda O daima Ebu Bekir'in yanında yer aldı. Ali'nin uzun süre evden çıkmamasının sebebi de hanımı Fatıma'nın hastalığı idi. O'nun bakımıyla meşguldü. Taki babası Rasulullah'ın vefatından altı ay sonra o da hayata veda edinceye kadar. Fatima'nın Ebu Bekir'e darıldığı ve dargın kaldığı söylentisine gelince bu da İslamı ve İslamî karakteri bilmeyen cahillerin uydurmasıdır.
Öyle ya ne zaman kadınlar erkekleri, veya erkekler kadınları sık sık ziyaret eder, bir araya gelirler ki dargın veya barışık oldukları söylenebilsin? Hem sonra Fatıma, babasının vefatından sonra hastalandı ve hiç dışarı çıkamadı. Ebu Bekir ise Halifeydi, Millet ve memleket gaileleriyle meşguldü. Üstelik genç îslam devleti O'nun döneminde en zor günlerini yaşıyordu.

Şu halde gerek Ali, gerek Abbas, gerekse bütün Haşimoğulları, herkesin Ebu Bekir'e bey'at ettiği gün onlar da bey'at etmişlerdir. Ne Haşimoğulları'ndan ne de başka bir kabile den hiç kimse bey'atten geri kalmamıştır.
Şu da bir gerçektir ki Kur'an-ı Kerim halifenin seçimi üe ilgili olarak belli bir sistem koymadığı gibi Peygamber de bu konu da bir işarette bulunmamıştır. Sadece müslümanlar İslamın koy muş olduğu emirlere boyun eğeceklerine dair Peygambere söz vermek suretiyle bir bey'at akdinde bulunurlardı.
Bey'at sözleşmesinde taraf olanlardan hiç biri verdiği sözden cayamaz. Bu ister halife olsun ister O'na bey'atte bulunmuş olan vatandaş olsun herkes için aynıdır. Hilafet Halife ile müslümanlar arasında bir sözleşmedir. Halife bu sözleşmeye binaen uygulamalarında Allah'ın kitabına ve Rasulullah'ın sünnetine uyacağını, müslümanlara ve ona emanet ettikleri makama, devlete ve ummet malına karşı dürüst davranacağım taahhud etmiş sayılır.
Keza müslümanlar da bey'at sözleşmesiyle halifeye karşı saygılı olacaklarını, onun emirlerini itirazsız yerine getireceklerini taahhud etmiş olurlar. Eğer halife İslamın çizdiği çığırdan sapacak olursa ona itaat etmek artık geçerliliğini kaybeder ve müslüman lar O'ndan hilafet sözleşmesine bağlı kalması ihtarında bulunurlar. Eğer istikameti yeniden bulacak olursa devam eder.
Aksi halde muslumanların (Erbab-ı Hallu akd)i, yani şura er babı tarafından görevden alınır veya kendisi istifa eder. Nitekim Ebu Bekir, halife seçildiği gün şöyle demişti;
"Ben Allah'ın ve Rasulunun emirlerine uyduğum muddetçe bana itaat ediniz, ancak onlara asi olacak olursam emirlerime uymak durumunda değilsiniz. (İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 5, s. 427-433
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/353-368)

C 2-
İslam'ın gelişi ile kölelik tamamen kaldırılmamış fakat, çeşitli kefaretler gibi sebeblerle kölelerin azad edilmesi teşvik edilmiş, zamanla da nassla olmasa da pratikte neredeyse bitme seviyesine gelmiştir.

C 3-
Rasûlullah (s.a.v.), Bizanslılarla savaşmak için bir ordu hazırladı. Ordunun başına Zeyd İbn-î Harîse'yi (r.anh) getirdi ve şöyle dedi:
"Eğer Zeyd öldürülür veya yaralanırsa, Cafer İbni Ebî Talib komutayı alsın, şayet Cafer de öldürülür veya yaralanırsa bu defa komutayı Abdullah İbni Ravaha alsın. Abdullah İbni Ravaha da öldürülür veya yaralanırsa Müslümanlar kendilerine birini komutan olarak seçsin." (İbn Kesîr, El Bidaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları, 4/405-420)

Müslümanlar Mûte'ye varınca (Mute, Ürdün'de bir köy) gördüler ki; Bizanslılar onlara karşıyüz bin kişi hazırlamışlar, muslumanlar ise toplam 3 bin mucahid kadardılar. İki ordu karşılaşıp harp başlar başlamaz, Zeyd İbni Harise bir daha ayağa kalkmayacak şekilde yere yıkıldı.

Cafer İbni Ebî Talib, hemen doru renkli kısrağının sırtından yere atlayıp ayaklarını kesti. Sancağı alıp Bizans saflarına daldı. Kılıcıyla düşman saflarında devamlı dolaşıp saldırılarda bulunuyordu. Nihayet ona sağ elini koparan bir darbe isabet etti. Sancağı sol eliyle tuttu. Çok geçmedi, solunu da koparan başka bir darbe isabet etti. Sancağı göğsüyle ve pazılarıyla tuttu. Biraz sonra da bir üçüncü darbe onu ikiye böldü. Sancağı ondan Abdullah İbni Ravaha aldı, arkadaşına kavuşuncaya kadar o da devamlı dövüştü.

Cafer bin Ebi Talib (r.anh), atından iner inmez ayaklarını kesmesi hususunda şunlar zikredilebilir :


Alimler, Rasulullah (s.a.v.) in bu buyruğuna, daha önceki seferlerinde hiç rastlamadıklarından, Rasulullahın (s.a.v.) ismini zikrettiği ashabın şehid olacaklarını sahabenin anladıklarını düşünmüşlerdir. Bundan dolayı şehid düşene kadar çarpışmak için kesmiş olabilir. Ayrıca düşman sayısının 100 bin , muslumanların sayısının sadece 3 bin olması da, bu savaşın muslumanlar için çok çetin geçeceğini, bu sebeble ölünceye kadar cenk etmek , hem de diğer mucahidleri galeyana, şevke getirmek için böyle bir harekette bulunması da mumkundur. Bir diğer sebebte, bineğinin düşman eline geçmemesi, kafirlerin faydalanamaması için yapmış olması mumkundur.

C 4- Suriye'de cihad eden pek çok gurup vardır. Nusret cebhesi de bunlardan en büyüklerinden biridir.
Ayrıca Ahrar'ur Şam, Davud tugayları gurupları vb. bulunur.

(Buradan edinebildiğimiz bilgiler neticesinde) ÖSO (özgürlükçü suriye ordusu) gurubunun yapısı / akidesi karışık. İçlerinde samimi şekilde cihad edenlerin olabileceği gibi, Irkı, vatanı, hatta Esed'in devrilmesinden sonra demokratik bir yapıda ülkenin idare edileceği planlanmakta, bu sebebten dolayı diğer ülkelerden destek görebilmekte iken, Nusret cebhesi terör gurubu listesine (ABD tarafından) alınabilmiştir.
 
Üst Ana Sayfa Alt