Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Emredilen Gerçek Arınma

ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Gerçek şu ki, Allah hem kalb, hem beden temizliğini emretmiştir. Her ikisi de Allah'ın emredip, vâcib kıldığı dinin bir parçasıdır. Allah buyurur ki :


«Allah size hiçbir zorluk yüklemek istemiyor. Bilâkis sizi tertemiz temizlemek ve size nimetini tamamlamak istiyor» (5 Mâide 6.)


«Orada, tertemiz olmak isteyen kimseler var. Allah da temizlenenleri sever» (9 Tevbe 108. )


«Allah tevbekâr olanları ve temizlenip pâklananları sever» (2 Bakara 222. )


«Mallarından, onları tertemiz yapıp arındıracağın sadakayı (zekâtı) al. Onlara dua et, çünkü senin duan onlar için sükûnet ve huzurdur» (9 Tevbe 103)

«Onlar, Allah'ın kalblerini temizlemek istemediği kimselerdir» (5 Mâide 41.)

«Müşrikler pisliktirler, o kadar» (9 Tevbe,28 )

«Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden kiri (günâhı) gidermek ve sizi iyice temizlemek istiyor» (33 Ahzâb 33)


Buna rağmen yine de sözüm ona fakîh ve âbid birçok kimse görüyoruz ki, akılları, fikirleri beden temizliğinden ibaret. Üstelik meşru olan ölçüyü aşarak sınırları zorlayıp duruyor. Buna karşılık farz veya müstehab olarak emredilen kalb temizliğini bir yana bırakıyorlar. Tahâret'ten anladıkları yalnızca beden temizliğinden ibarettir. Sûfi ve dervişlerden birçoğu da aynı şekilde, yalnız gönül temizliğine önem veriyor, meşru ölçüyü aşan bir gayret gösteriyor; vâcib ve müstehab olarak emredilen beden temizliğinden bir kısmını terkediyorlar. Öncekiler, eşyayı ve bedeni yıkamakta hastalık derecesinde bir duyarlık göstererek şer'an kınanmış olan vesvese ve evhama kapılıyorlar. Pis olmayan şeyleri pis sayıyorlar ve işi şer'an kaçınılmayacak şeylerden kaçınmaya kadar vardırıyorlar. Ama öbür taraftan kalbleri din kardeşlerine karşı bir sürü haset, kin, nefret ve kibirle dolup taşıyor. Bu konuda yahûdîlerle apaçık bir benzerlik vardır.


Diğerleri de yine şer'an kınanmış bir gafletin içinde, bâtın (kalb) temizliğini öyle abartıyorlar ki, bilinmesi gereken - sakınmak için - kötü şeylerin öğrenilmemesini bile kalb temizliğinden saymaktadırlar. Kötü olan şeyi gönülden geçirmek ve istemekten kalbin arınmış olmasıyla, şerrin herkese farz olan öğreniminden, şerle ilgili bilgilerden kalbin arınmış olması arasındaki farklılığı göremiyorlar. Sonra da bu kadar gaflet ve cehalete rağmen pisliklerden kaçınmıyor, farz olan tahareti hıristiyanlara benzer şekilde yapıyorlar.


Dolayısıyla her iki grup da, kendilerine hatırlatılanların bir bölümünü unuttukları, ihtiraslarına kapıldıkları, hakkı ve hakikati çiğneyerek düşmanlık ve zulüm yaparak, ifrat ve tefrite düşerek haddi aştıkları için birbirlerine düşman oluyor. Bağy (haddi aşmak), bazan insanlar arasında olur, birbirlerine karşı haddi aşarlar. Bâzan da Allah'ın haklarında (farz ve kanunlarında) sınıra tecavüz ederler. Her ikisi de birbirine bağlıdır. Onun için Allah «aralarındaki bağy (ihtiras) taşkınlık yüzünden» ( 42 Sûra 14.) buyurdu. Nitekim bu iki tâifenin herbiri diğerine karşı haddi aşmış, ihtirasa kapılmış; hak hukuk tanımıyor, düşmanlıktan vazgeçmiyor.
Allah buyurur ki:
«Ehl-i Kitâb ancak kendilerine apaçık şeriat geldikten sonra ayrılığa düştüler» (98 Beyyine 4.)

«İnsanlar bir tek ümmet idi. Allah, anlaşmazlığa düştükleri konuda aralarında hakça hüküm vermeleri için peygamberlerle birlikte gerçekleri içinde taşıyan kitab indirdi. Oysa kendilerine kitab verilenler, apaçık deliller geldikten sonra sırf aralarındaki ihtiras ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler» (2 Bakara 213.)

«Andolsun biz, İsrail oğullarına Kitâb, hüküm ve peygamberlik vermiştik» (45 Câsiye 16.)


Cenâb-ı Hak, Musa (a.s.) hakkında da aynı şeyleri söyleyerek buyurur ki:
«Kendilerine apaçık âyetler ve mucizeler geldikten sonra ihtilâfa düşen, fırka fırka bölünenler gibi olmayın» (3 Âl-i İmrân 105.)


«Dinlerini bölük pörçük edip, grup grup olanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur» (6 En'âm 159.)


«Artık yüzünü, dosdoğru bir şekilde, Allah'ın bütün insanları onunla yarattığı fıtrat dinine çevir. Allah'ın yaratması değiştirilemez. Bu din, hep dosdoğru ayakta kalacak dindir. Ama insanların çoğu bilmezler. Ona gönülden bağlanın ve O'ndan korkun. Namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden, o dinlerini bölük pörçük edip grup grup ayrılan, herbiri kendi sahip olduğuyla övünenlerden olmayın». (30 Rûm 30-32.)


Çünkü müşriklerden herbir grup kendi arzu ettiği bir ilâha tapar. Nitekim Allah bir âyette :

«Kendilerini çağırdığın şey müşriklere ağır geldi» (42 Şûra 13.) buyuruyor. Yine şöyle buyurur:
«Ey peygamberler, helâl, iyi şeylerden yiyin ve yararlı işler yapın, çünkü ben, yaptıklarınızı bilmekteyim. Ve işte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, artık benden korkun. (Peygamberlere böyle vahyettiğim halde onların ümmetleri), işleri dağıttılar, aralarında fırka fırka bölündüler, her grup kendi sahip

olduğuna şımarıyor» (23 Mü'minûn 51-53.)


Artık bütün bu anlatılanlardan anlaşıldı ki, birleşip kaynaşabilmenin sebebi dini bir bütün olarak almak, onu bütünüyle uygulamaktır. O da yalnızca Allah'a; O'na hiçbir ortak koşmadan zahir ve bâtınıyla kul olmaktır.


Tefrikanın sebebi de, insanların emrolundukları şeylerin bir bölümünü bırakmaları, ihtiras ve taşkınlığa (bağy'e) kapılmalarıdır.
Cemaat olmak ve birleşmek, Allah'ın rahmetine, rızasına af ve mağfiretine, bağışlamasına, dünya ve âhiret mutluluğuna, yüzlerin ağarmasına sebeb olur.
Tefrikanın sonucuysa, Allah'ın azabı, lâ'neti, yüzlerin kara çıkması, kararması, Resûlüllah (s.a.v.)'in o gibilerden uzaklaşmasıdır.
Bu söylenenler ayrıca, icmâ'ın kesin bir hüccet olduğuna da delildir. Çünkü bilginler icmâ' ettikleri zaman, Allah'a itaat ederek ve dolayısıyla O'nun rahmetine nail olarak icmâ' ederler. Allah'ın emretmediği hiçbir inanç, söz ve davranışla Allah'a itaat edilmiş olmaz ve O'nun rahmeti kazanılamaz. Eğer onların icmâ' ettikleri söz veya fiil, meselâ Allah'ın emretmediği birşey olsa bu, ne Allah'a itaattir, ne de O'nun rahmetine sebeb olur. Ebûbekr Abdülâzîz, Tenbîh adlı kitabının başında aynı şeyleri ifade ederek bu inceliğe işarette bulunmuştur.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt