Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ey Kadınlar Sıra Sizde

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ey Kadınlar Sıra Siz de… Erkekler Uyumuş


Mun’a binti Salih eş-Şarkavî


Not:
Bu makale “Savtul Cihad” dergisinden özetlenmiştir.

Bismillahirrahmanirrahim

Bütün övgüler Allah’a özgüdür. O’na hamd eder, O’ndan yardım ister ve bizleri hidayete erdirmesini, bizleri bağışlamasını dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden O’na sığınırız. Allah’ın hidayet ettiğini saptıracak, saptırdığını ise hidayete erdirecek kimse yoktur. Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Tektir. Ortağı yoktur. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) O’nun kulu ve resulüdür.

Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın kelimeleri üzerinde düşünen bir kişi Kur’anda erkeklerin kadınlar karşısında üstün olduğunu görür. Bunun nedeni Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın erkeklere bedensel ve akli ayrıcalıklar vermiş olmasıdır. Bir erkeğin şahitliği iki kadının şahitliğine denktir.

Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın emirleri ve hükümleri üzerinde düşünenler için nice ibretler vardır. Ancak söz konusu üstünlük dünyevi konulardadır. Uhrevi konularda ise takva ve salih amel dışında kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur.

“Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.” (16, Nahl/97)

Hatta Rabbine itaat eden, farzları yerine getiren, ramazanda oruç tutan, namusunu koruyan, kocasına itaat eden kadına kıyamet günü şöyle denilecektir:

“Cennetin sekiz kapısının dilediğinden gir.”

Bu söz erkeklere söylenmeyecektir. Çünkü İslam kadına değer vermiş ve ona büyük haklar tanımıştır. Erkeğin kadın üzerine “kavvam” oluşu dinini koruyan bir aslan misalidir. Böylece kadın evinde korunmuş, rızkı temin edilmiş, Rabbi ve dostları tarafından ikram görmüş olur.

“Sizin en hayırlınız ailesini en iyi davranandır. Ben aileme karşı sizin en hayırlınızım.”

Allah’ın kadına ikramı ve onun konumunu yükseltmesi bu sayfalarla sınırlandırılamayacak kadar geniş bir konudur. Bununla ilgili yukarıdaki iki hadis yeterlidir.

Ey Allah’ın kıymetini yükselttiği ve ikramda bulunduğu siz kadınlar! En küçük bir marufu dahi küçümsemeyin. Dininize yardımcı olmak hususunda erkeklerin kendi üzerlerine düşen görevleri ifa etmelerini bekleyerek ağır davranmayın. Dininize hizmet etmekte tembellik etmeyin. Özellikle de farzı aynlar konusunda… Çünkü bu konuda kadınla erkek arasında fark yoktur. Bunları ihmal etmeyin. Ümmetimizin çektiği acıları düşünün. Erkeklerin çoğu Müslümanların en kötü işkencelere maruz kaldığı şu zamanda nasılda ümmetin sorunlarından yüz çevirdi. Bu dinin, dünyadan elini eteğini çekip, Allah’ın yanındakilere talip olan, dine yardım etmek uğruna ölümü göze alarak yola çıkan bir avuç mü’min kadın dışında ne sözlü ne de fiili olarak destekleyeni yok.

Değerli Bacım! Sana, erkeklerin çoğunun yastıklarını kabarttığı, dinlerine karşı endişelerinin zayıfladığı, Allah’ın mukaddesatlarına karşı hiçbir çabalarının olmadığını gördüğüm bir günde sesleniyorum. Ne masumların çığlıkları, ne de çaresizlerin inlemeleri onları uykularından uyandırmıyor, onları ilgilendirmiyor. Onların tek derdi yemek içmek, iş, ticaret, çocuklarını şımartmak ve evlendirmektir. Kendilerine cihattan bahsedilip cihada teşvik edildikleri zaman kimi: “Ben mücadele edenler arasındayım. Çünkü okulda öğretmenlik yapıyorum” der. Kimisi “İş yerimde davetçilik yapıyorum”, kimisi ise “Ailemin geçimini temin etmek zorundayım” diyerek sanki farzı kifaye olan bir işe çağrılmış gibi konuyla dalga geçerler. Bununla birlikte ne gariptir ki onca öğretmen, onca davetçi ve pek çok kitap arasında davetin ve cihadın farzı kifaye olduğunu söylemekten kaçınmayan kimselere de rastlıyoruz. Ancak onların unuttukları bir şey var. İlim kendisiyle amel edilmediği sürece kişiye fayda sağlamaz. Aksine dünya ve ahirette kişinin boynuna vebal olur. Bu durumdan daha ilginç olanı ise, mücahitlerin haberlerini sadece izlemekle yetinip Allah yolunda sadaka vermek suretiyle dahi bir yardım yapmadıkları halde mücahitleri desteklediklerini söyleyenlerdir. Oysaki belki de verecekleri sadaka Allah (Subhanehu ve Tealâ)(sallallahu aleyhi ve sellem) en çirkin sıfatın nefisleri fesata uğratıp toplumları yıkan kıskançlık ve korkaklık olduğunu söylüyor. Sahihteki bir hadiste şöyle buyurur: katında oturdukları yerde durmalarının kefareti olacaktır. Onlar bunu yapmıyor, sonrada kalkıyorlar ve mücahitleri desteklediklerini söylüyorlar. Vallahi onlar bunu söylemelerine rağmen mücahitlere yardım etme noktasında onlardan en uzak kişilerdir. Resullullah:

“Bir adam için en kötü şey tedirgin eden bir cimrilik ile kalbi yerinden oynatan korkaklıktır.” buyurmuştur.

Bil ki sadece boş bir iddia asla kafi değildir. Kiralık ağıt yakanlar asla çocuğunu kaybettiği için feryadu figan eden bir anne gibi değildirler. Allah dostlarını gerçekten seven, onlara malıyla, kalemiyle, canıyla, çocuğuyla güçü yettiği kadar yardım edendir.

Ey Aziz Bacım… Ey Safiye’nin, Hansa’nın, Ümmü Ammar’ın torunu… Haydi ümmetin alnına çalınan bu utancı sil. Zira ümmetin içindeki erkek bozuntuları bunu terk ettiler. Bana kulak ver, söylediklerime kalbini aç… Mücahitlere daima suçlu gözüyle bakan, mücahitlerin her yaptığını hata gören şu günahkâr gözlerin bakışlarını benimle beraber iyice düşün. Onlar yeryüzünde mücahitlerin yaptıkları her şeyi en kötü ihtimallerle ve yorumlarla değerlendirirler. Mücahitlerin yaptıkları şeyleri başkaları tarafından yanlış anlaşılacağı sebebiyle eleştirir dururlar. Mücahitlerin yaptığı her şey hatalıdır ancak aynı amelleri bir başkası yapsa onu görmezden gelirler. Burada kastettiğimiz kişiler ise özellikle alimler ve yöneticilerdir. İbn-i Mübarek ne kadar da doğru söylemiştir:

“Ruhbanlar ve kötü din adamları olmasaydı

Hiç din bu şekilde ifsada uğrar mıydı?”


Örneğin bir alim ya da alim olarak tanınan bir kimse Allah’ın haram kıldıklarını helalleştirip, Allah’ın emirlerini haramlaştırdığında -ki bu onun için kesinlikle helal değildir- bazıları hemen o alimi mazur görmeye başlar ve inkar-münkir çizgisini yok edecek derecede o alim hakkında hüsnü zanda bulunurlar. Aynı şekilde bir alim mücahitler hakkında onlara zarar verecek ve kafirlere destek olacak şekilde konuştuğunda bu söylediğinin onun içtihadı ve aslında amacının iyilik olduğunu söylerler.

Yöneticilere gelince; onlar zaten kendilerini İslam dininden çıkaran birçok amelle meşgul olmaktadırlar. Mahkemelerinde (iş işçi mahkemesi, ticaret mahkemesi gibi) tağutların hükmü ve beşeri kanunlarla hükmetmeleri, BM tağutuna muhakeme olmaları, onu razı etmeye çalışmaları yöneticilerin küfürlerinden bazılarıdır. Durum öyle hal almıştır ki bu hükümetler efendilerine tağutların hükmüne karşı çıkan, tağutlarla savaşılmasını vacip olduğunu söyleyen kimselerle savaşacaklarını taahhüt bile etmişlerdir. Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurur:

“Her kim Allah’ın indirdikleri ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (6, Maide/44)

Yine şu sayacaklarımız da günümüz hakimlerinin küfürlerinden bazılarıdır: Onlar kafileri veli edinmişlerdir. Kafirleri velayetin en yüksek mertebesine çıkarmışlar, Müslümanlara karşı kafirlere destek olmuşlar, kafirlerin her emirlerine itaat etmişlerdir. Müslümanların kendi topraklarında dahi kafirleri emirlerine itaat edilmesi gereken mutlak idareci olarak tayin etmişlerdir. Gazetelerinde ve radyolarında Allah’ın ayetleri ile istihza etmektedirler. İslamla, Müslümanlarla savaşmakta, İslamla istihza edenleri kanun gücüyle korumaktadırlar. Tüm bunları yaparken de tek bir delilleri dahi yoktur. Ancak tek delilleri mürtetleri ve zındıkları korumalarına karşılık onlardan aldıkları dünyalık ve teşekkürdür.

Ancak tüm bunlara rağmen insanların çoğu bu yöneticileri kurtarmak için tevil üstüne tevil yapmaktadırlar. Ancak onları bu dünyada kurtarsalar da asla ahirette kurtaramayacaklardır. Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurur:

Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab’ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma! Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.Kendilerine hainlik edenleri savunma. Zira Allah, hiçbir haini, hiçbir günahkârı sevmez. (4, Nisa/105-107)

“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (11, Hud/113)

Bütün yaptıkları iyilik ve vacipleri yerine getirmek adına olan ve yaptıklarında da Allah’ın kitabına, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)‘in sünnetine ve icmaya muhalif bir şey bulunmayan mücahidler haklarında en çok hüsnü zan beslenilmesi gereken kişiler değil midir acaba?

Ancak buna rağmen hala mücahitlerin yaptıkları eylemleri kınayan ve onların Müslümanları hedef aldıklarını söyleyenler vardır. Müslüman derken kastettikleri de tağutların askerleri ve polisleridir. Ancak bu askerler ve polisler Irak ve Afganistan’da haçlıların üslerinde zulüm altında inleleyen Müslümanların çağrısına icabet ederek cihada katılan mücahitlerin peşine düşen kimselerdir. Bununla beraber tağutların, Müslümanların ülkelerinde yayılma adına kurdukları üslerini bu askerler ve polisler vasıtasıyla korumaya çalışmaları görmemezlikten gelinmektedir. Halbuki bu üslerin vurulması düşmana büyük zarar verecektir. Ancak onların bütün çabası Bush’u memnun etmek, onun dinsiz, münkir adamlarını korumak ve bir süre önce Bush’un ilan ettiği Haçlı savaşına dahil olmak içindir. Bush önce savaş ilan etmiş sonra da Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)‘in ümmetinin saf çocuklarını kandırmak için bu savaşa “terörle savaş” adını takmış ve böylece amacına da ulaşmıştır.

Aynı şekilde mücahitlerin tağutların ordusuna askerlik yapmaktan kaçınmaya dair çağrıları da bu insanlar tarafından duyulmamaktadır. Ancak böyle bir amel haçlıların korunması, onların velayeti altına girilmesidir. Bu ise hiç şüphesiz irtidattan başka bir şey değildir.

Bugün Müslümanların kutsallarına saldıran haçlıların önündeki en büyük engel bu askerlerdir. Onlar olmasa bütün yollar mücahidlere daha kolay açılacaktır. Ancak bunları gören kimse yoktur. Mücahitlerin bu noktada bütün çağrılarına rağmen onlarda tek bir hayat belirtisi görülmemektedir. Onların gözünde tek suçlu mücahitlerdir. İslam ülkelerinde Müslümanların kutsallarını koruma adına büyük kahramanlıklar gösteren mücahitlerin tek tek öldürülmesi de bu kimseler tarafından önemsenmemektedir. Sanki öldürülen kişiler, kafir ve mürtettiler. Hatta onların nazarında kafirler bu kimselerden daha değerlidir.

Değerli bacım! Sen hükümetin sahte alim ve şeyhlerinin fetvalarına sakın aldanma. Onları dinlemekle meşgul olacağına Allah’ın dinini, Müslümanların mukaddesatını korumak için çabala. Bu sözde alimlerin Bush ve onun saldırılarını desteklemek noktasında ne büyük bir role sahip olduklarını düşün. Nitekim bunların fetvaları ile nice mücahit ailesinin mallarına el konulmuştu. Onlar mücahitlerin mallarına el koymayı devlet planı haline getirdiler. Öyle ki bunların verdiği fetvalar neticesince BM güvenlik konseyi el-Kaide/Taliban yaptırımlar komisyonu başkanı Heraldo Munoz ülkesinde Riyad’da alınan kararlar neticesinde terörle savaşta daha çok güçlendiklerini söylemişti. Peki Riyad’da alınan kararlar neydi acaba?

Sadece el-Kaide yöneticilerinin mallarına el konulmakla kalınmayacak, Taliban ya da el-Kaide ilişkisi olduğu tespit edilen bütün hayır kurumlarının mal varlıkları ellerinden alınacaktı. İşte bu senin alim olarak bildiğin kimselerin verdiği fetvalarla gerçekleşmişti. Sadece bununla kalmadılar. Heraldo Munoz akîdevi alanda da köklü kararların alınmasını istiyor ve bu noktada din adamlarının büyük bir role sahip olduklarını vurguluyorlardı. Bu yüzden Cakarta’ya yaptığı ziyaret sonucunda özellikle Endonezya’da radikal görüşlerin tasviyesi için Suud alimlerinin rol almaları gerektiğini ve bu şekilde sorunun üstesinden gelebileceklerini söylüyordu. Munoz’a göre el-Kaide ve Taliban’ın hezimete uğramasının anahtarı Suud alimlerinin cihat bölgeleri ile akîdevi alanda ihtilafları körüklemesindedir. İşte bu açıklamaların hemen akabinden Suud alimlerinden Taliban’ın ve Afganlıların kabirlerden medet beklediklerine dair bir çok fetva yayılmaya başladı.

Değerli bacım! Bu anlattıklarımı iyi düşün… Allah’a yemin olsun ki biz bu alim görünümlü kişiler hakkında susmaktan yorulduk. Özellikle ümmetin gençlerinin bu kişilere aldanmamaları gerekir. Çünkü bugün Selul ailesine (Suud krallığına) hizmet eden alimlerin hepsi dünya karşılığında ahiretlerini satmış kimselerdir. Bu kimseler daha önce mücahitler Rusya’ya karşı savaştıkları zaman onların büyük kahramanlar olduğunu söylüyorlardı. Ancak silahlar ne zaman Amerika’ya döndü, işte o zaman mücahitler bu uşakların nezdinde suçlu kimseler oldular. Zira onların ölçüleri Kur’an değil bilakis Amerika’nın kitabıdır.

Bir kardeşimiz televizyonda kafirlerin elinde esir tutulan bir mücahitle yapılan görüşmeyi izlediğini söylemişti. Bu görüşmede söz konusu esirin kendisine psikolojik işkenceler yapılmıştı. Bu işkencelerin arasında Kur’an-ı Kerim’e hakaret edilmesi ve televizyon getirtilip cihad aleyhinde konuşan şeyhlerin kendisine dinletilmesi vardı. Bu yayınları izleten gardiyanların daha sonra mahkumlara “Bakın hocalarınız bile size karşı bize yardım ediyorlar” dediğini söylemişti.

Değerli Bacım! Ulemanın yapması gereken Selul ailesinin razı olduğu kimselere yardımda bulunmak değil bilakis yeryüzünün tamamında ve bütün mekanlarda mü’minlere yardım etmenin vacip olduğunu açıklamaktır. Çünkü Şari’i ve Amir olan yaratıcıdır. Selul ailesinin sefihleri değildir.

Bu alimler acaba tüm ülkelerden ve hatta Harameyn topraklarından bile kafirlerin kaçırdığı mücahitlere yardımcı olmak için neden konuşmuyorlar? Onlara karşı olan şer’i vacibi neden açıklamıyorlar? Günümüzde mücahitleri arayıp tağuta teslim olmaları için ikna etmeye çalışmalarına bir bakın. Ne kadar adice ve ahlaksızca… Müslümanların aleyhinde kafirlere maddi manevi, aleni ve gizli yardımlarda bulunan körfez yönetimi hakkındaki şer’i hükümleri neden açıklamıyorlar? Bütün Müslümanları bu yöneticilerin doğru yoldan ayrıldığı konusunda neden aydınlatmıyorlar?

Kafirlerden beri olmanın ve onlarla savaşmanın vacip olması ile ilgili hükümler nerede? Onların, Müslümanların topraklarına, kutsallarına ve canlarına düşmanlıkla, zulümle saldırdıklarını neden açıklamıyorlar? Ümmeti neden cihada, özellikle de kafir liderleri olan Amerika ve yandaşları ile cihada teşvik etmiyorlar?

Tağutu inkar ne demektir…? Tağut nedir? Allah’ın mürtedlerle ilgili hükümleri nelerdir? Bu alimler neden bunları açıklamıyorlar acaba?

Bu ülkelerdeki yöneticiler bütünüyle dinden çıkmış kimselerdir. Kafirlerin safında saf tutup onlara destekçi olmuşlardır. Peki bugün bu alimler Arap yöneticilerinin ve yandaşlarının kafir olduklarını açıklamıyorlar da bunun yerine sürekli olarak “Allah size onları neden inkar etmediğinizi sormayacaktır” sözünü tekrar edip duruyorlar?

Devamlı surette kendisini övdükleri Mücahid İmam Şeyh Muhammed Abdulvehhab ne diyor:

“Ey kardeşlerim! Dininizin aslına, evveli ve ahiri, esası ve başı olan Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etme düsturuna sımsıkı sarılın. Manasını bilin, tevhid ehlini sevin, onları uzakta dahi olsalar kardeşiniz kabul edin. Tağutları inkar edin, “onlardan bana ne” ya da “Allah beni onlardan sorumlu tutmadı” diyenlere buğzedin. Bu bir yalandır, iftiradır. Aksine Allah (Subhanehu ve Tealâ) onlardan sizleri sorumlu tutmuştur. Tağutları inkar etmeyi ve onlardan beri olmayı farz kılmıştır. Kardeşleri ve çocukları dahi olsa… Vallahi dininin aslına sımsıkı tutunun ki belki Allah’a hiçbir şey ortak koşmadan onunla karşılaşırsınız.”

Acaba bu alimler Şeyh’in bu sözünü bilmiyorlar mı?

Arap yarımadasını haçlıların pisliklerinden temizlemekle yükümlü alimler nerde? O haçlılar ki sadece gelip oraya yerleşmekle kalmadılar. Aksine bu toprakları İslam ülkelerine saldırmak ve İsrail’i mücahitlerin saldırılarından korumak için askeri üs haline getirdiler.

Nerede ilk mücahitler ve sahabenin onuruna vekalet edecek olanlar!…

Nerede hakka tabi olup bidatlere engel olacak olanlar!

Nerede ümmetle ve diniyle ilgilendiğini iddia eden alimler!…

Onlar ki kişisel çıkarları, zevkleri ve şehvetleri için uğraşmazlar.

Ey alimler! Eli kolu bağlanmış olan İslam Ümmetinin sorunlarına eğilin biraz. Amellerinizle konuşun… Belki de Allah İslam’ın zaferini sizin elinizle nasip edecektir. Bu konuda Ayn-ı Calut Savaşı’nda Tatarlarla savaşan İz bin Abdusselam’ın hayatı sizin için güzel bir örnektir. Yine Şahkab Vakasına katılan İbni Teymiye ve onlar gibi Tatarlarla mücadele eden diğerler alimlerin hayatları. İşte bu alimler ilimleriyle amel eden, dinlerine yardım eden, Müslümanların kutsallarını savunan hakiki alimlerdi.

Ey alimler! Sahip olduğunuz ilim ya lehinize ya da aleyhinize delil olacaktır. Ya size izzet ve gurur verecek ya da utanç verecektir. Öyleyse ümmetinize hayırlı olduğunuzu Allah’a gösterin.

Cihattan geri durur ve hakkı söylemezseniz de bari batılı da söylemeyin ve ümmete sırt çevirmeyin. Ümmetin Allah yolunda cihat etmesine engel olmayın. Mücahitlere karşı tağutlarla yardımlaşmayın. Şeriati Allah düşmanları ile dostluk eden, Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmedenlerin emrinde kullanmaya kalkmayın.

Şeyh Usame Bin Ladin’in (Allah onu korusun) şu sözlerine kulak verin:

“Kendilerini davetçi ve ıslahatçı olarak isimlendiren bazılarının ülkenin ve ümmetin savunmasının bu tağutların kapısından geçtiğini iddia etmeleri ne kadar da şaşırtıcıdır. Ben onlara derim ki: Sizin cihada çıkmamak için bir özrünüz varsa dahi bilin ki bu özür zalimler karşısında eğilmenizi mübah kılmaz.”

Allah onu esaretten kurtarsın. Şeyh Süleyman Ulvan ümmete verdiği mesajda şöyle diyor: “Canları ile malları ile haçlıların yanında yer alanlar, Afganistan, Irak ve Kürdistan’da uluslar arası küfrün liderine yardım edenler… Onlar münafıktırlar. Dünya hayatını ahirete tercih ediyorlar. Onların hükmü ve konumu bellidir. İkrahı mazeret gösterenler kendilerini kandırıyorlar. Kendi menfaatlerini düşünüyorlar. Hiçbir alim canı korumak için Müslümanların öldürülmesine ruhsat vermemiştir. Onların canı ve kanı sizin canınız ve kanınızdan daha ucuz değildir. Sizin canınız ve kanınız onların kanından daha pahalı değildir. Biz pek çok yerde bu savaşın haçlı savaşı olduğunu açıklıyoruz. İslam’ı yok etmek ve müslümanları dinlerinden döndürmek istiyorlar. Zaten kendileri de yaptıkları açıklamalarda bunu söylüyorlar:

“Müslümanları yenmek için gösterdiğimiz çabamız Mekke semalarında haç yükselip Medine’de ayinler düzenleyinceye kadar durmayacaktır.”

Ben diyorum ki: Ey âlimler, davetçiler ve şeyhler! Ölüm gelmeden önce Rabbinize tövbe edin. Dininizde samimi olun, mücahit kardeşlerinize yardım etmeye gayret edin ki, yarın Allah’ın huzurunda özrünüz olsun. Her şeyin ortaya döküleceği düşmanların bir araya toplanacağı, bir grubun cennete diğerinin cehenneme gideceği o günü düşünün. Bilin ki cihadın, ilmi ile amel eden alimlere ve muhlis davetçilere ihtiyacı vardır. İş işten geçmeden önce hakkın süvarilerine katılın.

Değerli Bacım! Şimdi kendi kendine şunu soruyorsun: “Biliyorum ki cihat farzı ayndır. Arabistan’daki mücahitler hak üzeredir ve Arabistan yöneticileri haindir. Şimdi ne yapmak gerekir?”

Kıymetli Bacım! Öncelikle göğsünü hidayete açan Rabbime şükrediyorum. Çünkü hakkı öğrendin, Allah’ın fazlı ile aldatmacalardan kurtuldun. Bil ki Allah şükredene şükründen fazlasını bağışlar.

“Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım.” (14, İbrahim/7)

Artık eşini, çocuklarını ve mahremin olan tüm tanıdıklarını cihada teşvik etmeye başla. Onlara bu emre uyanları Allah’ın nasıl ödüllendireceğini, yüz çevirenleri ise nasıl cezalandıracağını anlat. Önüne fırsat çıktığı takdirde cihat etmek üzere kendine söz ver. Bu gecikse de fırsat bulduğunda cihat edeceksin. Kendine de cihat hakkında telkinde bulun. Bu durumda yatağında bile ölsen Allah seni şehadetle rızıklandıracaktır.

Allah yolunda infak etmekte cömert ol. Bil ki bu sana müstehab değil bilakis vaciptir. İnsanları da Allah yolunda infak etmeye teşvik et. Bil ki Allah (Subhanehu ve Tealâ), cihadın ihtiyaç olduğu zamanlarda mal biriktirmeyi haram kılmıştır. Bu cihat farzı kifaye bile olsa. Şeyh Abdullah Azzam’ın “Mal ile cihada gelince… Mücahitlerin ihtiyaçları durumunda bu farzı ayndır. Velev ki cihat farzı kifaye bile olsa…” demiştir.

Nitekim bunu İbn-i Teymiye (rahimehullah)’da belirtmiştir. Kendisine “Şayet hem açları doyurmak hem de cihata harcayacak kadar para bulunmaz ise ve bu para cihada ayrılmadığı takdirde cihat amelinin zarar görmesi söz konusu ise ne yapılmalıdır?” diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:

“Açlar ölse dahi malın cihada harcanmasına öncelik verilir.”

İmam Malik şöyle demiştir: “İnsanların esirlerini kurtarmaları gerekir. Velev ki bütün servetlerine mâl olsa bile.”

Değerli Bacım! İnfak etmek konusunda acele et. Çünkü dini korumak canı korumaktan daha önceliklidir. Canı korumak ise malı korumaktan daha evladır. Çünkü mallarımız mücahitlerin canından daha değerli değildir.

Ve son olarak Şeyh Ömer Abdurrahman’ın (Allah onu esaretten kurtarsın) mücahitlere söylediği şu sözü size hatırlatmak istiyorum:

“Canlarınızı Allah’a satınız. Bedel olarak cennete razı oldunuz. Allahu Teala’nın satın aldığı şeye dilediği ücreti koyma hakkı vardır. Teslimiyet ve rızadan başka yolunuz yok. Çünkü canlarınızı sattıktan sonra onlar sizin mülkiyetinizden çıktı. Dilerse sizi hapisle imtihan eder, dilerse şehadetle rızıklandırır. “Biz şehadet istiyoruz” ya da “Biz hapis istemiyoruz” diye her hangi bir şart koşamazsınız…”

Salat ve selam Nebimiz Muhammed’in ailesinin ve ashabının üzerine olsun.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla...

Hamd, ezelden ebede dek yalnızca Allah’a öz¬güdür. O’nu över ve O’ndan Peygamber efendimizi, O’nun ehl-i beytini ve ashâbını rahmetiyle kuşatmasını dileriz.

Muhterem bacım! Dünyanın tüm ülkelerinde İslam’a ve Müslümanlara karşı açılmış olan yeni haçlı seferlerine karşı önemli bir rolün vardır. Gerçekten bu, senin için çok büyük ve önemli bir görevdir. Bu satırlarda size hitap ediyorum. Aslen bu yazdıklarımın iki katı kadar uzunluğa muhtaç olan bu konuda benim sözü biraz uzun tutmamın sebebi konunun oldukça büyük bir önem arzetmesindendir. O halde beni iyi dinleyin. Allah sizi korusun ve muhafaza etsin.

Bugün İslam ümmeti aşağılanma ve zilletin her çeşidine maruz kalmıştır. Ümmetin karşılaştığı bu durum geçmiş asırlarda karşılaşılan aşağılanma ve zillete hiç benzememektedir. Zira geçmişte bu durum şimdiki kadar yaygın değildi. Ancak bugün bu aşağılanma ve zilletin temel sebebi ümmetin fertlerinin sayısının az olması ya da ümmetin fakirlik içinde olması değildir. Bilakis İslam ümmeti günümüzde en büyük ümmet olarak telakki edilmektedir. Ve aynı şekilde düşmanların sahip olmadığı zenginliğe ve diğer unsurlara sahip olan tek ümmettir. O halde burada kendiliğinden şu soru gündeme gelmektedir. Günümüzde ümmetin çektiği bu sıkıntının sebebi mali ve insani kaynak bakımından fakirlik değilse nedir?

Bu sorunun cevabını Sevban (ra)'ın rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bizlere şöyle vermektedir:

“Size çullanmak üzere, yabancı ka¬vimlerin, tıpkı sofraya çağıran yiyiciler gibi birbirlerini çağıracakları zaman yakındır.” Orada bulunanlardan biri: “O gün sayıca az olmamızdan dolayı mı?” diye sordu. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Hayır, bilakis o gün çok¬sunuz. Lakin sizler bir selin getirip yığdığı, hiçbir ağırlığı olmayan çerçöpler durumunda olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak” buyurdu. Orada bu¬lunanlardan biri: “Zaaf nedir ey Allah’ın Rasulü?” dedi. Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu.”

Ahmed bin Hanbel'in diğer bir rivayetinde "Savaşı kötü görmenizdir" şeklinde geçmektedir.

İşte bu hadis-i şerif, o kafa karıştırıcı sorunun cevabıdır. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bunun cevabını 1400 sene önce cevabını vermiştir. İslam ümmetini mahveden illet, dünya sevgisi ve ölüm korkusudur. Ne zaman ümmet dünyayı sevip ölümden nefret etmeye başladı işte o zaman Allah’ın Yahudileri tarif ettiği ‘‘Sen onları, insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun’’ (2/Bakara: 96) beyanını bu ümmete muvafık oldu.

Ayette geçen "…yaşamaya…" kelimesi yaşamanın her türlü çeşidini kapsayan nekra bir ifadedir. Bu yaşam aşağılanma ya da zillet içinde bir yaşam olabilir… Hayvanların ya da böceklerin yaşadığı gibi bir yaşam da olabilir… Önemli olan sadece yaşamdır…

İşte bu sevgiden dolayı ümmet kendisine veya dinine yaraşmayan aşağılık bir hayat tarzına bağlandı. Tüm bunların sebebi, onların dünyayı sevmesi ve ölümden nefret etmesidir.

Bizim dünya sevgimizin ve ölümden veya savaştan nefret edişimizin kaçınılmaz neticesi, İslam ümmetinin evlatlarının çoğunun –özellikle de kadınların- cihadı kesin olmaya dolayısıyla da dünyadan göç etmeye bağlayaral onu terk etmek oldu. Bu yüzden İslam ümmeti Cihadı terk edince, düşmanlar ona karşı güç kazandı ve başlarına zillet geldi. Ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in, İbn-i Ömer (radıyallahu anh) rivayetiyle Ahmed ve Ebu Davud’da (rahmetullahi aleyhim) yer alan şu beyanı gerçekleşti.

İ’yne ile alışveriş yaptığınız, öküzlerin peşine takılıp çiftçilikle yetindiğiniz ve cihadı terkettiğiniz zaman Allah size bir zillet verir ve yeniden dininize dönmedikçe sizden onu kaldırmaz.

Yukarıdaki hadislerin de işaret ettiği gibi, bizim durumumuza dair Rasulullan (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bizi teşhis ettiği hastalık vehnden başkası değildir. Bugün bu hastalığın yansımaları ortaya çıkmaktadır. Bu, inek ve taşa tapanlardan haça ve heykellere tapanlara kadar dünyanın tüm uluslarının üzerimize attığı zillettir.

Sonuç olarak yukarıda vermiş olduğumuz hadislere dönerse, bu aşağılanma ve zilletten kurtulmanın tek yolu cihada dönmek, Allah yolunda savaşı sevmek, dünyayı ve onun süslerini terk etmektir.

Kadın, Cihada Destek veya Köstek Olabilir

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in, ümmetin bu durumdan kurtulması için bize verdiği reçetenin cihad olduğunu anladıktan sonra ne yazık ki hala buna uygun hareket etmediğimiz görülmektedir. Bu yüzden bu reçeteye uygun hareket edebilmek için ferdi planda cihadın engellerini araştırmamız gerekmektedir.

Allah (sb) cihadın engellerinin esas nedenini şu ayette bir araya getirmiştir:

‘‘De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, akrabalarınız, kazandığınız mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden konutlar, size Allah ve Rasulünden ve onun yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah’ın emri (azabı) gelinceye kadar bekleyin. Allah, fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.’’ (9/Tevbe: 24)

Bunlar cihadın engellerinin esas sebepleridir. Bu sebeplerden başka dallanıp budaklanabilir. Bu ayette kendisinden hoşlanılan şeylerin, Allah sevgisi, Rasul sevgisi ve cihad sevgisinin önüne geçişini nasıl engelleyebileceğimizi araştırmak, izzete giden ilk adımdır. Çünkü Allah sevgisi, Rasul sevgisi ve cihad sevgisi, bu sevilen şeylerden daha büyük ve daha gereklidir.

Şayet bu sonucu iyi kavrarsak, bütün amellerimizde Allah sevgisinin, Rasul sevgisinin ve cihad sevgisinin tüm fani sevgilerin üzerinde olduğunu görürüz. Bunun neticesinde ise bu ümmetin evlatları İslam’ın ve ümmetin şerefi için canlarını seve seve vereceklerdir. Kafirler, kendileri bu dünyayı ne kadar seviyorlarsa ümmetin erkeklerinin de ölümü bir o kadar sevdiğini, Ebu Bekir es-Sıddık (radıyallahu anh)’ın yaptığı gibi tüm zenginliğini İslam’a zafer kazandırmak için harcayan tüccarları olduğunu görecekler, ümmetin analarının şayet oğulları cihadı terk ederlerse bu hayattan hiçbir tat almadıkları gerçeğini bileceklerdir. Elbette bunun sonucu ümmetin üzerinden kafirlerin hakimiyetin kalkması şeklinde tezahür edecektir.

Eğer tüm bunlar başarılırsa, Allah’ın düşmanları ümmeti üzmeden veya ümmete karşı gelmeden önce bin kere düşünecektir.


Bu sayfalarda, bu engel ve manilerin detayları üzerinde durmayacağız. Fakat ümmetin hemen ve her şeyden önce kaldırması gereken bir engeli açıklamakla yetineceğiz. Bu engel; anne, eş, kız veya kız kardeş olarak ortaya çıkan kadındır. Bunların hepsi, cihadın engellerini detaylı olarak anlatan ayetin kapsamına giriyor. Elbette burada kadının, İslam’ın zaferinin önündeki en büyük engellerden biri olduğunu söylerken, bunun mukabili bir durumu da belirtmek gerekir ki bu, kadının tam bir cesaret ve fedakarlık ile donanırsa, İslam’ın zaferindeki en temel ve en etkili faktörlerden birisi olur. Burada, onun İslam’ın muzaffer olması için örnek alması gereken kadınların hayat hikayelerini vereceğiz.

Bu sayfalarda kadınlara hitab etmemizin sebebi, kadınlarda gördüğümüz bazı hasletlerden dolayıdır. Bir kadın bir şeye ikna olduğunda, bu erkeğin o şeyi yerine getirmesinde en öenmli saiktir. Ve eğer kadın bir şeye karşı çıkarsa, erkeğin onu başarmasının önündeki en büyük engellerden birisi olur. Özellikle bu kadın sevilmesi, razı edilmesi gereken bir anne, nine ve eş olursa…

Kadının, insanlığın beşiğidir. Vücudu güçlenene kadar bebeğin bakıcısıdır. İşte bu düşünüldüğü takdir de, İslam’la tüm kafir milletler arasındaki savaşta etkin rolünü gerçekleştirmesini teşvik ettiğimiz hitabı kadına yönlendirmemiz gayet yerindedir. Kadın, bu savaşa girmekten vazgeçtiği zaman, ondan soyutlandığı veya savaşçıların azmini güçlendirmeye hazır olmadığı zaman, yenilgiye ilk adım atılmış demektir ve bu zarara giden yoldur ve bugün ümmetimizin başına gelen şey işte budur.

Kadın sorumluluğa hazır olana kadar, İslam parlak dönemlerinde kendinden kuvvet, sayı ve maddi olarak güçlü olan kafir milletlere karşı muzaffer değildi çünkü cihad için evladlar yetiştiren, kocası cihada çıktığında onun namusunu ve malını koruyan, bu yolun sürdürülmesinde kocasının ve evladlarının sabırlı olmasına yardım eden odur. ‘‘Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır’’ sözü o zamanın kadını için tam uygundu, bu yüzden biz de ‘‘Her başarılı mücahidin arkasında bir kadın vardır’’ diyebiliriz. O kadınlar görevlerini biliyorlardı ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ifade ettiği gibiydiler. Hazret-i Ömer (radıyallahu anh) Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e: ‘‘Ya Rasulullah! Hangi zenginlikten edinelim?’’ diye sordu. O da: "Her biriniz, şükreden bir kalb, zikreden bir dil, ahiret işinize yardımcı olacak Mümin bir kadın edinsin" buyurdu.

Fakat günümüzdeki kadınlara ne demeli? Onları nasıl tarif etmeli? Onların endişeleri nedir? Kocalarına ahiret işlerinde yardımcı mıdırlar? Günümüzdeki İslam ve küfür arasındaki savaşı idrak ediyorlar mı? Veya küfür ülkelerini dahi biliyorlar mı? Müslümanların Filistin dahil her yerde çektiklerini biliyorlar mı? Onların bunlardan haberi yok. Peki bu nasıl bir habersizlik? O, en son moda ve akımları takip etmektedir. Süs ve ihtişam gösterisi dışında hiçbir şey bilmemektedir.

Bilakis, onların bazıları haramlarda boğuluyorlar. Onlar tahribata iman eder hale geldiler. Din düşmanları onları kendi ülkelerimizde ümmete karşı kullanıyorlar. Biz onlardan, ümmetin kalesinin inşâsına katkıda bulunmalarını beklerken; kendimizi onların İslam’ı tahrip etmelerini engellemeye çalışırken bulduk. Düşmanın, kadını özgürleştirmeye odaklanması, onun ümmetin muhafızı olduğunu öğrendikten hemen sonra olmuştur. Eğer o bozulursa, çevresindekilerin yanı sıra onun fıtratı da bozulur. Bu yüzden o yanılgıdayken ve boğulurken ve tüm bu hain çağrılara inanırken, düşmanlar onu en kötü bir şekilde kullandı. La havle ve la kuvvete illa billah!

Ey Allah’ın kadın kulları! Sorun sadece sizin günümüzdeki şu savaştan habersiz kalmanız olmak o zaman mesela daha kolay olurdu. Çünkü o zaman u durumu telafi edecek erkeklerimiz var derdik! Fakat bugün siz, günümüzdeki savaşın varlığından veya onun için yapılan hazırlıktan habersizseniz, sizinle birlikte tüm ümmet de habersiz olacaktır. Bu savaş için gençleri kim yetiştirecek? Ve bu savaşa giren erkeklerin arkasında kim duracak? Ve gelecek neslin annelerini bu yolda devam etmeleri için kim hazırlayacak? Bu sorunun ve buna benzer onlarca mühim sorunun cevabı bize göstermektedir ki kadın mücadelede önemli bir unsurdur ve bu savaşa tam gücüyle ve tüm hırsıyla katılmalıdır. Ve kadının bu savaşa katılımı mücadelenin sonucunu ifade etmez. Bilakis kadının bu savaşa katılımı, bu yolun devamını ve zaferi sağlayan sütunlardan birisidir.

Bu yüzden ey bacım! Görevinizin hayal ettiğinizden daha büyük olduğunun farkında olmalısınız. Bugün İslam’ın mağlubiyetinin büyük bir kısmından siz sorumlusunuz. Çünkü eğer siz sorumluluğunuzu yerine getirmiş olsaydınız, ümmetin başına bu zillet gelmeyecekti. Belki siz, öncelikli olduğu için eğer siz sorumluluğunuzu yerine getirmezseniz daha sonra yapılacakların hiçbir faydası olmamaktadır. Çünkü çocuğun yetiştiği ilk ev, sizin kollarınız. Ve o genç bir erkek olduğunda, size olan sevgisinden dolayı sadece sizin rehberliğinizi bilecektir. Bu yüzden siz çocukluk çağında onun içine Allah’ın, Rasulünün ve cihadın sevgisini aşılamazsanız, o büyüdüğünde hiç kimse onun kalbine bunu atamaz, çok zorlama haricinde... Fidan sizin ellerinizin arasında, taze ve nemli, bu yüzden görevinizin başına geçin, 20 yıl sonra neticeyi göreceksiniz inşâAllah.


 
Üst Ana Sayfa Alt