Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Hayatımızdan çıkardığımız edep

K Çevrimdışı

kafkasli

Üyeliği İptal Edildi
Banned
selamünaleyküm arkadaşlar

Lügat, bir isim ver bana halimden;

Herkesin bildiği dilden bir isim!

Eski esvaplarım, tutun elimden;

Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

diye yazmış şair
Edebin ve terbiyenin düşmanları çok, dostları ise az artık. Herşeyin alınıp satılma ölçüsünde değer gördüğü bir dünyada edep ve terbiye kıymeti olmayan meta hükmünde neredeyse. Herkesin kısa vadeli yaşadığı bir zamanda, uzun vadede kazanacak değerleri kimse önemsemiyor. İşin gerçeği ne biliyor musunuz? Edebi takdir edecek büyükler kalmadı ki küçükler buna özensinler


torunu yaşındaki çocuklara iki saat boyunca “sizler” diye hitap etmiş bir beyefendiye soru sormak için elini kaldırıyor. Oturuşunu bozmadan yapıyor bunu ama. Eh normaldir; amfilerde, üniversite sıralarında herkes de böyle yapmıyor mu zaten? Söze “Bir şey soracağım yaa…” diye başlamasını kimse yadırgamıyor. Ona “siz buyurun” diye söz vermiş o konuşmacı beyefendi hariç…her şeyi kullanıyor,edepten eser yok torunu yaşındaki öğrencide.

Dış görünüşü itibarıyla, ait olduğu medeniyetin bir numune-i imtisali gibi duran.
öğrenci ağzında döndürüp durduğu o çikletle o kadar bütünleşmiş ki ne çıkarttığı sesten haberdar, ne de ağzında döndürüp durdurduğunun görüntüsüne kattığı tezattan… işte edep yoksulluğuna düşmüş bizler.

Her birimizin hemen her gün rastladığı türden manzaralar bunlar değil mi? Keşke biz edepten ve terbiyeden bahsedeceğimiz bu yazımıza böyle nahoş örneklerle değil hoş edep örnekleri ile başlasaydık. Ama genel görüntü ne yazık ki iç açıcı değil. Edep örnekleri artık fark edilemeyecek kadar azaldı. Toplum olarak vahim bir edep yoksulluğu yaşıyoruz. Her şeyimiz çoğalıyor, maddi imkânlarımız genişliyor ama edepten ve terbiyeden nasibimiz azalıyor. Bundan da en çok gençler etkileniyor. Hiç olmazsa yaşı geçkinler, bir şeylerin kaybolduğunu fark edebiliyorlar. Ama gençlerin bu şansı da yok. Onlar içine doğdukları ve ahlaki standartları gittikçe düşen bir dünyayı olduğu gibi kabul ediyor ve olanı biteni çok normal görüyorlar. Herkesin birbirinin kurdu olduğu bir zamanda kitle iletişim vasıtaları da güzel edep örneklerini değil, edepsizlik ve terbiyesizliği popülerleştiriyor.

Edep örnekleri neden fark edilemeyecek kadar azaldı, dersiniz? Çok basit aslında: Edepli insan sayısı azaldı. Adap, iyi atlara binip giden iyi insanlarla birlikte hayatımızdan çıkıp gitti. Babaanneler, anneanneler, dedeler gidince o da gitti. O gidince biz de gittik, zaman da bizim zamanımız olmaktan çıktı, dünya da ağyara kaldı ne yazık ki…

Gidişi çabuk olmadı tabii. Önce kitaplara girdi. Kitaplara girmesi bizi terk ettiğinin ilk işaretiydi, çünkü adabı muaşeret kitaplardan öğrenilmezdi. Anlatmakla anlatılmayacak, ancak görerek ve göstererek öğrenilecek bu kuralları ancak edep ve ahlak timsali örnek insanlar, büyükler öğretebilirlerdi. Büyükler o zaman gerçekten büyüktüler. “Büyük” sıfatını ancak sadece yaşları ile değil oturuş, kalkış, hareket ve yaşantıları ile herkesin saygısını kazanmış insanlar hak edebilirlerdi. Onların yanında küçükler küçüklüklerini bilirlerdi. Çünkü büyümek ve büyük olmak yaşlanmak değil, ancak belli bir ahlaki olgunluk ve ruhi kıvama gelmek demekti. Bu ise öğretmeden daha önemli bir şey gerektirirdi: Eğitim ve terbiyenin en kısa ve etkili yolu olan büyüklerin halleriyle hâllenmekle… Küçükler büyüklerin ne yaptığını, ne ettiğini seyreder, onlar gibi olmayı arzular ve büyüklerin halleri ile hâllenmeye çalışırlardı. Taklit ederek başlayan bu süreç zamanla küçükleri büyütür, onların şahsiyet ve karakterinde edep ve terbiyeyi en belirgin vasıf haline getirirdi.

“efendi” ve “hanımefendi” kelimelerine hakkını veren güzel insanların önemsediği bir şeydi. Çünkü bu insanlar kendilerinden önce, diğer insanları düşünen, fedakâr, diğerkam ve hasbi insanlardı. Onlar için kendi dışındakilerle uyumlu yaşamak çok önemliydi. Sadece insanlarla mı? Onlar kurtla, kuşla, taşla, toprakla, kısacası bütün mahlukatla ahenk içerisinde yaşamaya önem verir, kimseye ellerinden ve dillerinden bir zararın gelmemesi için kılı kırk yarar, titizlik gösterirlerdi.

Azığını yemek için yere serdiği yaygısına o esnada giren karıncaları, bir sonraki mola yerinde fark edip, “ben bu karıncaları yuvalarından ettim” diyerek o kadar yolu geriye dönmek bu insanlar için olağanüstü bir şey değildi mesela.

Otururken cübbesinin kenarında uyumuş kalmış kediyi rahatsız etmekten çekinen ama diğer taraftan da cemaati kaçırmak istemediği için cübbesinin kedinin kıvrıldığı kısmını keserek işine bakan insan bu toplumun içinden çıkmıştı.

Yolda bir arkadaşı ile yürürken, kendilerinden habersiz, istifini bozmadan çaprazdan üzerlerine gelen kediyi görünce “aman mirim, şunun keyfini kaçırmayalım” diyerek arkadaşını durdurup kedinin önlerinden geçmesini bekleyen İstanbul efendisi de öyle…

Bu insanların sabahları bindiği şehir hatları vapurunun gecikmesi normaldi, çünkü birbirlerini buyur etmekten bir türlü vaktinde vapura binemezlerdi.

Edep, bir kulluk borcudur. Edep, İslami ahlakımızın en bariz neticesidir. İnsan olmanın en önemli göstergesi, dünyada bulunuş gayemizdir. Biz edebi insanlık sıfatı olarak gören bir medeniyetin çocuklarıyız. Amacımız edepli insanlar olmaktan da ötedir. Amacımız edebin insanları olmaktır. Biz edepsiz bir hayat düşünemeyiz. Edebi önemsemeyen bir hayat ve dünya bize yabancıdır. Kalitemizi edepten aldığımız nasiple ölçeriz. Edepten nasibi olmayanların, hakikatten nasibi olmadıklarını düşünürüz.

edep ve haya örneği peygamber efendiminz sav bakın nasıl anlatılır

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin hayatı bir edep dershanesidir. Hiç yüksek sesle konuşmazlardı. İnsanların yanından yavaşça ve tebessümle geçerlerdi. Hoşlanmadıkları kaba bir söz işitince insanların yüzlerine karşı bir şey söylemezlerdi. Kahkaha ile gülmemişlerdi. Tebessüm hâlinde bulunurlardı. Kimsenin yüzüne dikkatle bakmazdı. Kimseye fena söylemez, kimsenin sözünü kesmez, kimsenin hatâsını yüzüne vurmazdı. Kendisine birisinden hoşlanmadığı bir söz ulaştığında: “Falana ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyor.” demez de, “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar” buyururdu. Kesinlikle hakâret etmez, mübârek ağzından kaba bir söz çıkmaz ve lânet etmezdi. Kimseyle münâkaşaya girişmezdi. Hakk’a itiraz edilmesinin ve hakkın çiğnenmesinin hâricinde öfkelenmezdi. Birisini azarlayacak olduğunda sadece: “–Allah iyiliğini versin, ona ne oluyor ki…” derdi. Boş ve lüzumsuz konuşmazdı. Kendisinden bir şey istendiğinde, «hayır» dediği vâkî değildi. Sükûnet hâli uzun sürerdi. Bir söze başlayınca, onu yarım bırakmaz, tamamlardı. Bir meclise girince, neresi boş kalmışsa, oraya oturur, herkesin de öyle yapmasını arzu ederdi. Bizzat yapmadığı bir işi başkalarına emretmezdi.

Son sözümüz Mevlana’dan olsun: “Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimsenin Allah’ın lutfundan mahrumdur. Edebi olmayan yalnız kendisine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.”


selametle inşallah
__________________
 
Benzer konular Forum Tarih
M Serbest Kürsü 1 1K

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt