Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Hz. Muhammedin Son Peygamber Olduğuna Dair Deliller

deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
İncil, Tevrat ve Zebur’da geçen bkardeşr Hz Muhammed’in (asm) son peygamber olduğunu ispat eden en büyük delillerdendir. Hem bu kitapların Hz. Muhammed’den (asm) haber vermeleri kendilerinin de semavi kitap olduğuna delildir. Gelecekteki en küçük hadiseleri bile haber veren bu kitapların Hz. Muhammed (asm) gibi bir zatın Kainatı sarsacak davası karşısında kayıtsız kalması elbette mümkün değildir. Milyarlar taraftarları bulunan bu hadiseyi mutlaka ya tasdik edecekler ya da yalanlayacaklardır. Halbuki hiçbir yalanlama söz konusu olmadığı gibi defalarca değişiklik ve bozulmaya uğradıkları halde hala Hz. Muhammed’in (asm) davasına tasdik içermektedirler.

Ehl-i kitaptan Hz Muhammed’i (asm) son peygamber olarak kabul etmeyenler O’nu iki şekilde mağlup edebilirlerdi. Ya kitaplarında onun vasıflarının olmadığını ispat edecekler. Veyahut onunla savaşacaklardı. Halbuki onlar zor olanı seçtiler, savaştılar. Demek kitaplarında vasıflarının olmadığını ispat edemediler. (!)

İşte Kainatı güneş gibi aydınlatan bir din ile gelen Hz Muhammed’e (asm) kutsal kitaplardaki tasdiklerden bazıları:


İncildeki Hz Muhammed’e (asm) işaret eden bkardeşr:

Hz İsa demiş: “Eğer beni seviyorsanız, benim size edeceğim vasiyetimi muhafaza ediniz. Ben Rabb-i Teala’dan istiyorum ki, size son Faraklit’i versin. Ta ki sizinle ebede kadar sebat içinde devam etsin.” (yuhanna incili ıshah :14)

“Şimdi* ben size hak olarak söylüyorum ki, benim ayrılıp gitmem size hayırlıdır. Eğer ben sizden ayrılıp Rabbinize gitmezsem Faraklit size gelmeyecektir.” (Yuhanna, 16. bab, 7. ayet)

Faraklit (paraklit) kelimesinin övülmüş, hak ile batılı birbirinden ayıran, tesellici ve yardımcı gibi manaları vardır. Hz İsa’dan sonra ise bu özellikleri üzerinde taşıyan tek şahıs Hz Muhammet’tir (asm).

Türkçe Yuhanna İncil’inin on dördüncü bab ve otuzuncu sözcüğü şudur:“Artık sizinle çok söyleşmem. Zira bu âlemin reisi geliyor ve ben de O’nun nesnesi asla yoktur.” *

Alemin reisi tabiri Fahr-i Âlem (Alemin iftiharı) demektir. Fahr-i Âlem ünvanı ise Hz Muhammed’in (asm) en meşhur ünvanıdır.

“Zira bu alemin reisinin gelmesinin hükmü gelmiştir.” (Yuhanna, 16. bab, 17.ayet)



Hz Muhammed (asm) elbette alemin reisidir. Çünkü bin dört yüz senedir süregelen dinine şu asırda yaklaşık bir buçuk milyar insan tabi’dir.

“Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız.”“Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi her gerçeğe yöneltecek. O kendiliğinden konuşmayacak, yalnız işittiklerini söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek.” (Yuhanna, 16. bab, 12.-13. ayet)

Hz Muhammed’in (asm) İncil’de ki başka bir lakabı da “Sahibü’t-taç” (Taç sahibi)’dir.

Evet taç sahibi ünvanı Hz Muhammed’e (asm) mahsustur. Çünkü taç, amame yani sarık demektir. Demek İncil’de ki “taç sahibi” ünvanı Hz Muhammed’e (asm) işaret eder.


Tevrat’ta ki Hz Muhammed’e işaret eden bkardeşr:

“Hz İsmail’in validesi olan Hacer evlat sahibesi olacak ve onun evladından öyle birisi çıkacak ki o veledin eli umumun fevkinde olacak. Ve umumun eli huşu ve itaatle ona açılacak.” (sefrü’t tekvin* ıshah:17)

“Benî İsrail’in kardeşleri olan benî İsrail’den senin gibi bir nebi göndereceğim. Ben sözümü onun ağzına koyacağım. Benim vahyimle konuşacak. Onu kabul etmeyene azap vereceğim.” (Tekvin, Bab: 21, Ayet :21)

Büyük İslam âlimleri Hıristiyanların* “Musa’dan sonra müjdelenen peygamber Hz İsa’dır” diye öne sürdükleri iddialarını bu bkardeş çürütmüşlerdir. Çünkü bab* “İsrail oğullarının kardeşi”* tabiriyle Hıristiyanların iddia ettikleri gibi İsrail oğullarından bahsetmiyor. Hz İshak’ın kardeşi olan Hz İsmail’in evladından gelecek bir peygambere işaret etmektedir. Eğer İsrail oğullarından gelecek bir Peygamber kastedilmiş olsaydı “içlerinden, aralarından, onlardan” tabiri kullanılırdı.

“Rabb, Sina’dan geldi ve onlara Sair’den doğdu, Faran dağında parladı”. (Tensiye 33:2)

Babın üçüncü kısmı, âhir zaman peygamberi Muhammed’i (asm) anlatmaktadır. Cenab-ı Hakkın Sina’dan gelmesinden maksat, Tur-i Sina’da Hz.Musa’ya Tevrat’ı indirmesidir. Sair’den doğması Hz.İsa’ya İncili vermesidir. Çünkü Hz.İsa Şam’da Sair civarı köylerinden Nasıra’da bulunduğu sırada* kendisine vahyedildiği bilinmektedir.

Faran dağından parlaması da, Hz.Muhammed’e (asm) Kuran’ı indirmesidir. Bu da ahir zaman nebisi Hz. Muhammed’in (asm) geleceğini haber veren en büyük bir müjdedir. Faran* Mekke’nin eski isimlerindendir. Tekvin kitabının Hz. İsmail hakkındaki; “Ve Faran çölünde oturdu”. (Tekvin 21-21..) ayeti bunu ispat ediyor. Çünkü Hz. İsmail, annesi Hz. Hacer’le Mekke’de oturdu.

ALLAH Tevrat’ta Hz Musa’ya hitaptan sonra gelecek peygambere hitaben şöyle diyor: “Ey şan sahibi Peygamber, biz muhakkak ki seni hem şahit, hem müjdeleyici hem de korkutucu olarak ve hem de ümmiler cemaatine dayanak olarak gönderdik. Sen benim kulumsun. Ben seni mütevekkil (tevekkül eden) ismiyle isimlendirdim. Öyle bir mütevekkil ki, ne çok katı kalpli, ne de sokaklarda kibirli kibirli yürüyenlerden yaptım ve ne de o peygamber kötülüğe karşı kötülükle karşılık vermez. Belki daima affeder ve bağışlar. Cenab-ı ALLAH onun ruhunu almaz. Ta ki eğriliğe girmiş olan din yolunu doğrultuncaya kadar... Hem ta ki herkes LailaheillALLAH deyinceye kadar… Hem o Peygamberle kör gözleri açacak, sağır kulakları işitir hale getirecek ve gaflet içinde ölmüş olan kalpleri diriltecektir.” (Eşiya ıshah :42)


Abdullah ibn-i Amr ibn-i’l As ve meşhur Yahudi âlimlerinden en önce İslam’a gelen Abdullah ibn-i Selam ve İsrailoğllarının meşhur âlimlerinden Kab-ül Ahbar o zamanlarda çok bozulmamış Tevrat’ta bu ayeti görerek iman etmişlerdir. (Hayatü’s-Sahabe 1/17, İbn-i Kesir 2/326)


[İHTAR!] Muhammed ismi Tevrat’ta “Müşeffah, Münhamenna, Himyata” gibi Muhammed manasına gelen Süryani ve İbrani isimlerle yer almıştır. Tevrat’ta açık olarak Muhammed ismi az vardır. Açık olanları da Yahudiler tarafından değiştirilmiştir.


Zebur’daki Hz Muhammed’e İşaret eden sözcükler:

“Ey ALLAH’ım! Sünneti yaşayıp yaşatacak birisini gönder ta ki insanlar bilsinler ki o da bir beşerdir.”

“Ya Davut! Senden sonra bir peygamber gelecek. Onun ismi Ahmed ve Muhammed ve Sadık olacak. Ben ona ebediyen hiç kızmayacağım.”

“Denizden denize malik ve nehirlerden… Dünyanın sonuna* kadar malik ola… Ve kendisine Yemen ve Cezayir padişahları hediyeler götüreler. Ve padişahlar ona secde edip boyun eğeler. Ve her vakit ona salat ve her gün kendisine bereketle dua oluna. Ve nuru Medine’den* parlaya. Ve zikri sonsuza dek devam ede… O’nun ismi güneşin vücudundan evvel mevcuttur. Onun adı güneş durdukça yayıla.” (Zebur, 2.bab)

Acaba Hz. Davut’tan sonra Hz. Muhammed’den (asm) başka gelen hangi peygamber doğudan batıya kadar dinini yaymış. Hangi peygamberin padişahlar secde eder gibi hükmü altına girmiş. Hangi peygamber, her gün insanların beşte birinin dualarını kazanmış ve nuru Medine’den parlamıştır!?

Yukarıda zikredilen bkardeşr Kutsal kitaplarda Hz Muhammed’e (asm) dair olan sözcüklerin yalnızca bir kısmıdır. Hz. Muhammed (asm) de Kutsal kitaplarda kendisine dair işaretler olduğunu Ayet-i Kerime ile ilan etmiştir.

“De ki: “Eğer doğru sözlü iseniz, getirin Tevrat’ı da onu okuyun.” (Al-i İmran 93). Fakat hiçbir Yahudi veya Hıristiyan âlimi “Kitaplarımızda seni doğrulayan hiçbir ayet yoktur” diye Hz Muhammed’in (asm) karşısına çıkamamıştır.* * * * *

Hatta bir çok Yahudi ve Hıristiyan âlimi iman etmediği halde Hz Muhammed’in (asm) vasıflarının bu kitaplarda olduğunu kabul etmiştir. Kimisi de bu vasıfları görüp iman etmişlerdir. Rum padişahlarından Hirakl (Tirmizi 2/167), Mısır padişahı Mukavkis (Delail-ün Nübüvve-Beyhaki 3/362) ve Yahudi alimlerinden İbn-i Suriya, İbn-i Ahtab, Ka’b bin Esed ve Zübeyr bin Batıya (Delail-ün Nübüvve-Beyhaki 3/361-362) gibi meşhur kişiler iman etmemişler. Fakat “Kitaplarımızda O’nun vasıflarını gördük” demişlerdir(!)

Vasıflarını kitaplarında görüp iman edenler ise; Abdullah ibn-i Selam, Vehb ibn-i Münebbih, Ebi Yasir ve Şamul’dur. Bu zâtlar da yine Yahudi ve Hıristiyanların en meşhur âlimlerindendir. (Tirmizi 2/206, Delail-ün Nübüvve-Beyhaki 1/367)

İşte bütün bu deliller ve kendisinden sonra bu vasıfları taşıyan hiçbir şahsın gelmemesi apaçık gösteriyor ve ispat ediyor ki Hz Muhammed son peygamberdir. Ve hiç kimse bunun aksini ispatlayamaz.
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Bazı Kutsal Metinlerde Hz.Muhammed (A.S.m)’ın son ve hak peygamber olduğunu gösteren belgeler ortaya çıkmıştır..


Ölü Deniz el yazmalarından bir örnek (Kumran) / Scrolls From the Dead Sea (Qumran)

"MUHAMMED aleyhisselam Allah’IN PEYGAMBERİDİR. ONUNLA BİRLİKTE OLANLAR KAFİRLERE KARŞI ÇOK ŞİDDETLİ, KENDİ ARALARINDA İSE GAYET MERHAMETLİDİRLER. ONLARI RÜKU VE SECDE EDER HALDE Allah’TAN SEVAP VE RIZA İSTEDİKLERİNİ GÖRÜRSÜN. SECDE ESERİNDEN NİŞANLARI YÜZLERİNDEDİR. İŞTE ONLARIN TEVRAT’TAKİ VASIFLARI BUDUR.

İNCİL’DEKİ VASIFLARI İSE ŞÖYLEDİR. ONLAR; FİLİZİNİ ÇIKARMIŞ BİR EKİNE BENZERLER. DERKEN O FİLİZİ KUVVETLENDİRMİŞ DE KALINLAŞMIŞ, NİHAYET GÖVDELERİ ÜZERİNDE DOĞRULUP KALKAN, EKİNCİLERİN HOŞUNA GİDİYOR."
(Feth; 29)

Feth suresinin son yarım sayfasında apaçık bir şekilde Efendimiz ve dostları / eshab-ı kiramın Tevrat ve İncil’de yer aldığı, çeşitli özellikleri anılarak övüldüğü kayıtlıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de bir kaç yerde daha benzer ayet-i kerîmeler görmekteyiz. Kur’ân-ı Kerîm açıkça bunun böyle olduğunu ilan etmektedir. Kur’ân-ı Kerîm bugüne kadar tahrif edilmeden gelen tek kaynaktır. Dolayısıyla içerisinde gerçeğe aykırı hiç bir kayıt bulunmaz. Bu noktadan hareketle, kutsal olarak görülen tüm kitaplar tarandığında görülen harikulade satırlar müslümanlar için sürpriz olmamaktadır. İslam tarihinde Efendimiz ile özellikle yahudi bilginlerin arasında geçen konuşmalardan açıkça eski kutsal metinlerde Efendimizle ilgili bazı şeylerin saklandığını görmekteyiz. Kur’ân-ı Kerîm bunu şöyle açıklamaktadır; "Allah’ın indirdiği kitabdan hazret-i Peygamberin vasfını gizleyip te bununla biraz para alanlar var ya, kıyamet gününde yedikleri rüşvet onların karınlarında ancak ateş olur... Onlara yalnızca acıklı bir azap vardır." Bir başka ayet-i Kerîmede ise şöyle buyurulmaktadır; "Kendilerine kitap verdiklerimiz Muhammed aleyhisselamı öz oğullarını tanır gibi yakından tanırlar. Böyle iken içlerinden bir topluluk hak ve hakikati bile bile gizlerler."

Kutsal kitaplarda Efendimizden ve onun kutlu sahabelerinden gerek açıkça ve gerekse işaret olarak bahsedilen satırlar ya tamamen veya kısmen tahrif edilmiştir. Tahrif edenler de bizzat yahudi din adamları olmuştur. Bunu, tahrif edilmiş olmalarına rağmen İncillerde de açıkça görebilmekteyiz; "Vay başınıza ey din adamları, çünkü siz bilgi anahtarını kaldırdınız. Kendiniz girmediniz, girenleri de bırakmadınız."


SAKLANAMAYANLAR

Kadim kitaplarda göreceğimiz bu satırlar mitseldir ve literal olarak (söze bağlı kalınarak) alındığı taktirde, ilk bakışta bir mana ifade etmeyebilir ancak eldeki tarihi verilerle karşılaştırıldığında dünya tarihindeki hiç bir peygamber ve hiçbir insana atıfta bulunmadığı ortaya çıkar.

Bu kadim kitapların öngördüğü dinlere inanan insanlar, ya burada geçen isimleri Efendimiz olarak kabul edecekler veya bu tasvirlere uygun bir kişiyi gösterecekler. Göstermeleri mümkün değil zira bu metinlerdeki her kelime, her söz, ancak Efendimizin şahsında manasını bulabilmektedir.


ZERDÜŞT BÖYLE Mİ DEMİŞTİ?

Zerdüştlüğün kutsal kitabı olan Zend Avesta’nın ilk kısmı olan Vendidad’da beklenen bir peygamberden söz edilir. İkinci kısım olan Yashts’ta ise beklenen peygamberin dostlarına işaret vardır. İşte çevrisi; "Biz, yönetici Efendinin sağ elinde döğüşen iyi, güçlü, imanlı, şefkatli Fravaşileri kutsuyoruz. Sanki güzel kanatlı kuşlar gibi onların Efendiye geldikleri görülüyor... Onu hem önden, hem arkadan korumak üzere bir silah, bir kalkan olarak geldiler. Onlar o kişiyi kılıçlardan, sopalardan, oklardan, mızraklardan, elle atılan taşlardan koruyacaklardır."

Dünya tarihini ve özellikle İslamiyet dönemini iyi bilen ve bu satırları okuyan herkes, eğer kaynağını vermeseydik Uhud veya Huneyn savaşlarının en şiddetli dakikaları anlatıyor sanacaklardır. Bu savaşlarda eshab-ı kiram, dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir tarzda Efendimizin etrafında kümeleşmişlerdi.

Aynı kaynağı taramaya devam ediyoruz;

"Peygamber dostları arasında en güçlüsü ey Zerdüşt, asli şeriata bağlı olanlar veya dünyayı ıslah edecek Şoşyant/hayırlı kişi’den olanlardır." Bu metinde geçen Şoşyant/hayırlı kişi’nin kim olduğunu okuyalım; "...adı ASTVAR-ERATA olacaktır. O, Şoşyant/hayırlı kişi olacaktır. O ASTUAT-ERATA olacaktır..."

Metinde geçen "Astvar" ve "Astuat" kelimesinin kökü olan "Astu" kelimesi hem Sanskrit, hem de Zend’ce de "övmek" anlamına gelir. Bunun isim hali olan "situadan" günümüz farsçasında; "övme" anlamında kullanılır. Kısaca bu kelimenin anlamı "övülmüş" veya başka bir ifadeyle "Muhammed" isminin bire bir çevirisidir. İşte bu övülmüş kişinin dostları/eshabı’nın övülmesi şöyle devam eder;

"... ve onun, Astuat-erata’nın dostları zuhur edecek. Onlar, düşmana karşı galiptirler, temiz düşüncelilerdir, temiz konuşanlardır, hayırlı iş yapanlardır, hak olan şeriati izlerler ve onların dili asla yalan söylemez."


BRAHMANLAR(Hinduizm)

Hindu kutsal metinleri 3 kısma ayrılırlar. Bunlar; Vedalar, Upanişatlar ve Purana’lardır. Bu kitapların geçmişi MÖ. 4000 yıllarına kadar uzanır. Puranalar 17 ciltten oluşur. Bunlar arasında temel kitap BHAVİŞYA PURAN olarak bilinir ki, gelecekteki olaylardan bahsettiği için bu isimle anılır. Hindlilere göre kitabın derleyicisi Mahrişi Vyasa isimli birisidir fakat sözlerin sahibi Tanrı’dır. Burada iktibas ettiğimiz nüsha Bombay’da Venkteshwar Press’te basılmıştır. Şu satırlar aynen bu kitaptan alınmıştır ve kelimesi kelime tercüme edilmiştir;

"Melekhalı öğretici, kendi dostlarıyla zuhur edecek. Adı MOHAMMAD olacak. Raca ona en samimi sadakatini ve bütün saygılarını sunduktan sonra şöyle dedi; "Sana bağlı kalacağım. Sen ey Parbatis Nath/Beşeriyetin Efendisi, Arabistanın sakini. Sen şerri yok etmek için büyük bir güç topladın. Ve o, Melekha’lı düşmanlardan kendi kendini korudu. .....ben senin kölenim, beni ayaklarının altına yatır."

Metnin kelimesi kelimesine tercümesi böyle. Efendimizin ismi, başka hiçbir şahsa uygulanamayacak şekilde açıkça yazılmıştır.

Aynı kitaptan aktarmaya devam edelim. SHALOKAS; 10-27’de açık bir işarete daha rastlanır. Metnin son kısımlarında sanki Efendimiz, Mahrişi Vyasa ile konuşarak getireceği şeriati tebliğ etmektedir;

"Melekhalılar, Arapların meşhur beldelerini yağmaladılar. Bu ülkede Arya Drahma/ilahi kanun’dan bir eser yoktur. ...Bu düşmanlar, doğru yolu göstermek ve onları hidayete çağırmak üzere MUHAMAD ...ki Pishachaları doğru yola getirmekle meşhurdur. ...Geceleyin, melek mizacında olan o zeki adam, bir Pishacha kılığında Raca Bhoj’a şöyle dedi; "...Benim takipçim sünnetli, saç örgüsü olmayan, sakal bırakan ....ibadete çağrı/ezan okuyan... bir adam olacaktır. Domuz hariç her türlü hayvanı yiyecektir. Onlar kutsal su ile değil savaş/cihadla arınacaklar. Dinsizlere karşı mücadele etmeleri yüzünden müslümanlar olarak tanınacaklardır."

Vedalar da bulunan bir cümle vardır ki, hem Hendek Savaşını hatırlatır, hem de kullanılan bir kelime Efendimizin çok iyi bilinen bir ismine atıf yapar; "Hakikatin Efendisi, ....İbadet eden, dua eden kişinin onbin düşmanını yok ettin" Burada verilen rakam, Hendek Savaşındaki düşman sayısını vermektedir. Fakat asıl önemli olanı bu cümlede geçen iki kelimenin verdiği anlamdır. Birincisi Efendi olarak tercüme edilen kelimenin karşılığı olan Satpatı kelimesidir. Sat, gerçeği ve dürüstlüğü seven manasınadır. Pati de efendi veya üstad manasına gelir ki her ikisinin manası hakikatin efendisi anlamına gelir.

İkincisi; bu cümlede bulunan dua eden diye tercüme edilen sanskritçe karu kelimesidir ki, Hindçe Satoto kelimesinin anlamdaşıdır. Bu da Efendimizin ismi Ahmed’in tam karşılığıdır.

Hendek Savaşını anlatan bu cümlenin devamında gelen cümleler ise konumuzu perçinlemektedir.

"Gücünle kaleleri yıka yıka bir savaştan diğerine gittik. Sen ey yüce kişi, düşmanlarına diz çöktüren Namuchi’yi uzaklaştırdın"

Bilindiği gibi Hendek Savaşında müslümanlarla yaptıkları anlaşmaya ihanet eden yahudileri cezalandırmak üzere kaleleri kuşatılmış ve teslim alınmıştı. Bilindiği gibi Medinenin çevresi, yahudi Kâbîlelerine ait kalelerle çevriliydi. Efendimiz, bu kaleleri teker teker fethetmişler, daha sonra Hayberin etrafındaki yahudi kalelerini de birer birer düşürmüşlerdir. Öyle ki, Efendimiz ve eshabı, bir savaştan diğerine koşuyorlardı. Bu cümlede geçen ve düşmanlar olarak çevrilen "mayinan" kelimenin tam karşılığı hilebaz ve madrabaz anlamına gelmektedir ki; yahudilerin milli karakterlerini ortaya koymaları açısından önemlidir. Ayrıca sanskritçede mayinan, "görünüşte güzel olan gerçekte değeri olmayan" maya kelimesinden türemiştir ki, bu dahi yahudileri anlatır. Aynı tasvire İncil’de de rastlamaktayız. İncil yahudileri; "Sahte gümüş" olarak tanıtır. Yine bu cümlede geçen Namuchi; yağmuru tutan manasına gelmektedir ki; yahudilerin şu vasfını çok güzel resmeder. Yahudiler, ancak kendilerinin vahye mazhar olduklarını kabul ederek Efendimizin peygamberliğini reddediyorlardı.

Vedalarda verilen diğer müjdelere bakalım. "Sen ey Kadir-i Mutlak; övülmüş meşhur yetim ile savaşmaya gelen güçlü araba tekerleklerine sahip 20 kral ve 60.099 kişiyi mahvettin." Burada geçen övülmüş kişinin karşılığının tam karşılığının Muhammed kelimesi olduğunu görmüştük. Meşhur yetimin ne manaya geldiğini de bütün müslümanlar çok iyi bilirler ki Efendimizi anlatır. O zamanki bütün insanlar Efendimize karşıydı. O tek başınaydı ama içlerinde önemli yöneticilerin de bulunduğu onbinleri dize getirdi.

Vedalardaki şu cümleler hem Efendimizi hem de aziz dostları Eshab-ı kiramı işaret etmektedir.

"Araba sahibi, doğru ve adil olanı seven, hikmetli, güçlü ve cömer Mamah, sözleriyle bana lütuf bahşetti. En güçlü olanın oğlu, her türlü iyi sıfata sahip, dünyalara lütuf onbin kişi ile meşhur oldu."

Bu cümlenin her kelimesi Efendimizden bahsetmektedir. Çocukluğundan beridir o emin kişiydi. Bu özelliğini düşmanları bile kabul etmek zorunda kalıyorlardı. Güçlüydü; Hendek Savaşı hazırlıklarında kimsenin kıramadığı büyük bir taşı kırmıştı. Kimsenin yenemediği güreşçileri o yere sererdi. Cömertti; savaşlarda ele geçirilen ganimeti olduğu gibi etrafına dağıtırdı ama kendisine bir şey ayırmazdı. Cümlede geçen 10 bin kişiyle meşhur olmak, Mekkenin fethinde bulunan İslam ordusunun sayısını vermektedirki hepsi de eshab-ı kiramdandı. Eshab-ı kiram, Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli vasıflarıyla övülmüştür. Vedalarda da dünyalara lütuf olarak övülmüştür.

Şimdi Vedaların bir başka kitabına bakıyoruz. Sama Veda’da Rişî Vatsah’ın ağzından çıkan cümleler açıkça Efendimizi anlatmaktadır.
Ahmed, şeriati Rabbından aldı. Bu şeriat hikmet doludur. Ben ondan ışığı aldım, tıpkı güneşten aldığım gibi."


BUDİST METİNLERİ (Seylan kaynaklı)

"Ananda, mukaddes kişiye şöyle dedi.; "Sen gittiğin zaman bize kim öğretecek?" Mukaddes kişi şöyle cevapladı; "Ben, yeryüzüne gelen ilk mukaddes kişi değilim. Benden sonra bir başka mukaddes kişi gelecek. Bu kişi, tam anlamıyla aydınlatılmış ve davranışları hikmet dolu bir kişidir. Hayırlıdır. Kainatı bilir. Eşi olmayan bir önderdir. Benim şimdi ilan ettiğim şekilde en mükemmel ve en saf dini bir hayatı ilan edecektir. Onun bağlılarının sayısı binlerce olacaktır. Oysa benimki yüzlercedir." Ananda sordu; "Onu nasıl tanıyacağız?" Mukaddes kişi şöyle cevapladı; "O, Maitreya/hayırlı kişi olarak tanınacaktır."

Çeşitli Budist metinlerinde geleceği müjdelenen kişinin isimleri şöyle geçmektedir; Metteya (Palice), Maitreya (Sanskritçe), Aremideia (Burmaca), Maitaliye (Çince), Byamas-pa (Tibetçe), Miroku (Japonca)

Bu ve benzerleri olan Muhamet, Mahomet gibi kelimelerin tümü; Moh, Maha, Meh kelimelerinden türemiştir ki hepsi de "şerefli kişi, sempatik, büyük şeref sahibi, rahmet yağmuru, ihtişam" manalarına gelmektedir. Yukarıda saydığımız bütün kelimelerin karşılığı ise; "Sevgi öğreticisi, sevginin efendisi, adı iyilik olan, sevgi ve içtenlik, şefkatli kişi, hayırlı, muhabbetli vb." bu kelimelerin tümü hepsi arapça "rahmet" kelimesinin karşılığıdır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de; "Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik" buyurulmaktadır. Rahmet ve rahim kelimeleri sadece Kur’ân-ı Kerîm’de 409 kere geçmektedir. Sayfa sayısı 300 bini aşkın hadis-i şerif kitaplarını buna dahil etmiyoruz. Uhud Savaşında düşmanın dört bir taraftan sardığı bir anda yaralanan Efendimiz; "Ya Rabbi, onları affet. Eğer beni tanımış olsalardı yapmazlardı" diye dua etmekteydi.

Tahrif edilmiş Tevratta rahmet ve rahman kelimeleri yerine bol miktarda vahşet sahneleri geçmektedir. Tahrif edilmiş İncillerde ise rahman ve rahim kelimesi sadece 9 defa geçmektedir. Her ne kadar tahrif edilmiş olsalar da Tevrat, İncil ve bunları oluşturan bölümlerde bu ilahi müjde nin pırıltısı görülür.
 
Üst Ana Sayfa Alt