Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kays Bin Sa’d Bin Ubâde (r.a)

Muaz ibni Cebel Çevrimdışı

Muaz ibni Cebel

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
KAYS b. SA’D b. UBÂDE

İslâm Olmasa Arapların En Dâhisi

Genç yaşına rağmen ensâr ona bir başkan gibi muamele ederdi.
Ve şöyle derlerdi: “Şayet mallarımızla Kays için bir sakal alabilseydik, mutlaka alırdık...”
Bu sözden anlaşılan onun köse olduğudur. Kavminin örfüne göre; erkeklerin yüzlerini süsledikleri sakal dışında başkanlık sıfatlarından hiçbir eksiği yoktu.
Kavminin, yüzünü örtebilecekleri bir sakal karşılığında, mallarını feda etmeyi ve böylece hakikî büyüklüğüne ve üstün liderlik vasıflarına ilaveten, dış görüntüsünü de mükemmelleştirmek istediği bu genç kimdir?
İşte o, Kays b. Sa’d b. Ubâde’dir...!
Arapların en cömert ve en soylu evindendir ki, Resûl (s.a.v.), o ev hakkında şöyle demiştir:
Muhakkak ki cömertlik, bu ev halkının en belirgin ahlâkıdır.”
O hile, maharet ve zeka kaynayan bir dâhidir ki kendi hakkında şöyle demiştir ve doğrudur:
“İslâm olmasaydı, öyle bir tuzak kurardım ki, bütün Arap toplumu bir araya gelse bile onu anlamaya ve benzerini yapmaya güç yetiremezdi...”
Gerçekten o, keskin bir zekaya, engin bir hile yeteneğine ve parlak bir zihne sahipti.
Sıffin savaşında da Muaviye’ye karşı Ali (r.a.)’ın yanında yer almıştı. Kendi kendine oturur, gün boyu ya da günün belli saatlerinde, zekasının kavrayabildiği hileleri araştırır, Muaviye ve beraberindekilere yapabileceği hileleri tesbite çalışırdı. Sonra “Kötü niyetli komplolar, sadece düzenleyicilerini tuzağa düşürür…” (Fatır, 43) âyetini hatırlardı.
Titrer, böyle bir durumu kabullenemez ve tevbe ederdi. Sanki lisanı hâliyle şöyle diyordu:
“Allah’a yemin olsun ki, Muaviye galip geldiği takdirde bizi zekasıyla değil; bilakis verâmız ve takvamız sebebiyle yenmiş olur.”
İşte ensârdan olan bu Hazreçli, daima liderlik yapmış büyük bir eve mensuptur. Güzel huyları göbekten göbeğe büyük kişilerden miras almıştır. O biraz sonra beraber olacağımız Hazrec’in lideri Sa’d b. Ubâde’nin oğludur.
Sa’d müslüman olduğu zaman oğlu Kays’ın elinden tuttu ve: “Bu senin hizmetçindir ey Allah’ın Resûlü!” diyerek, onu Resûlullah’a getirdi...
Peygamber, Kays’ta bütün üstün özellikleri ve yetenek işaretlerini gördü. Ona yaklaştı ve onu kendine yakın tuttu. Kays da Resûlullah’a olan bu yakın konumunu sürekli korudu.
Allah Resûlü’nün yakın dostu Enes şöyle der: “Kays’ın Nebî (s.a.v.)’e yakınlığı, emniyet genel müdürünün devlet başkanına yakınlığı gibiydi.”
İslâm’dan önce insanlar Kays’a zekasına göre muamele eder, onda en küçük bir zihin yanılmasına ihtimal vermezlerdi. Medine ve çevresinde onun dehâsını hesaplayacak kişinin binlerce hesap yapması gerekirdi. Müslüman olunca, İslâm ona, insanlara dehâlarıyla değil; ihlaslarına göre muamele edilmesi gerektiğini öğretti. Bütün benliğiyle İslâm’ı özümsemiş bir er idi. Bu sebeple dehâsını bir kenara bıraktı ve onu öldürücü hileleri çabucak yapabileceği bir yetenek saymadı. Zor bir durumla karşılaştıkça kontrol altına alınmış dehâsına hasreti artar ve klasikleşmiş sözünü tekrarlardı:
“İslâm olmasaydı, öyle bir tuzak kurardım ki, bütün Arap toplumu bir araya gelse bile onu anlamaya ve benzerini yapmaya güç yetiremezdi...”
* * *

Huyları arasında, zekasına üstün gelecek cömertliğinden başka bir şeyi yoktu. Kays’taki cömertlik geçici bir huy değildi, çünkü o cömertlik ve ikramda tâ eskilere dayanan bir ocağa mensuptu. Bugün Arap cömertlerinin ve zenginlerinin de âdeti olduğu üzere, Kays’ın ailesinin yüksekçe bir yerde duran bir münadisi vardı. Bu münadi, gündüz misafirleri yemeğe davet eder, gece de kimsesiz yolculara yemek verildiğini göstermek için ateş yakardı... İnsanlar o günlerde şöyle derlerdi:
“Kim yağı ve eti severse, Düleym b. Hârise’nin köşküne gitsin.” Düleym b. Hârise Kays’ın ikinci kuşak dedesiydi.
Bu eski ocakta Kays’a cömertlik ve hoşgörü aşılanmıştı.
Bir gün Ebû Bekir ve Ömer, Kays’ın misafirperverliği ve cömertliği hakkında konuşmuşlar ve şöyle demişlerdi:
“Eğer bu genci cömertliği ile baş başa bıraksak, babasının bütün malını kesinlikle bu uğurda tüketirdi.”
Sa’d b. Ubâde, onların oğlu Kays’la ilgili bu sözlerini duydu ve şöyle çıkıştı:
“Ebû Kuhâfe (Ebû Bekir) ve İbn Hattâb’a (Ömer’e) benim hakkımda daha insaflı olmalarını kim söyleyebilir? Beni öne sürerek oğlumu cimri yapmak istiyorlar..!”
Kays bir gün darda kalmış kardeşlerinden birine yüklü miktarda borç verdi.
Ödeme için tayin edilen gün gelince, adam Kays’a borcunu vermek için geldi. Kays, alacağını kesinlikle kabul etmedi ve:
“Biz verdiğimiz şeyi geri almayız.” dedi.
* * *

İnsan fıtratının şaşmaz metodu ve değişmez kaideleri vardır. Bu nedenle cömertliğin bulunduğu yerde kahramanlık da mutlaka bulunur.
Evet... Gerçek cömertlikle gerçek kahramanlık ikiz kardeş gibidirler. Biri diğerinden hiçbir zaman ayrılmaz... Birisinde cömertlik görüp de cesurluk görmediğin zaman bil ki, o gördüğün cömertlik değildir. O ancak, kibrin ve boş iddianın görüntülerinden olan geçici bir davranıştır.
Kays b. Sa’d cömertliğin ipini sağ eliyle tuttu mu, aynı eliyle kahramanlığın ve atılganlığın da ipini tutardı.
Sanki o, şairin şu sözüyle kastettiği kişiydi:
Şan ve şeref için bir bayrak kaldırılınca
Onu sağ eliyle alacak asil bir Arap genci mutlaka çıkar
Kahramanlığı, Resûlullah (s.a.v.)’in katıldığı bütün savaşlarda görülmüştür. Resûlullah (s.a.v.)’in Cenabı Hakk’a kavuşmasından sonra katıldığı savaşlarda da görülmeye devam etmiştir…
Doğruluktan kaynaklanan cesaret, dehânın bedelidir... Açık ve doğru olarak ortaya çıkar, hileye dayanmaz. Sahibi de kendisine yüklenen ve yıpratan güçlük ve sıkıntılara katlanır.
Kays, dehâya dayanan harika kudretini bir tarafa bıraktıktan sonra, bunun yerini bütün yönleriyle apaçık bir kahramanlık yeteneği almıştı. O, bunun sebep olacağı yorgunlukları ve getireceği zararları daha büyük bir sevinçle karşılıyordu.
Gerçek kahramanlık, sadece sahibinin rızasından kaynaklanır.
Bu rıza da şehvet ve hevesten değil; sadece doğruluktan ve Allah için ihlastan oluşur.
* * *

Ali ile Muaviye arasında anlaşmazlık çıkınca Kays’ın önce tarafsız kaldığını görüyoruz. Kalbi mutmain oluncaya kadar doğrunun kimden yana olduğunu araştırdı. Nihayet Hz. Ali’nin haklı olduğunu anlayınca büyük, güçlü ve cesur bir er olarak onun safına koştu.
Sıffin, Cemel ve Nehrevan savaşlarında Kays en cesur kahramanlardan biriydi...
Ensârın sancağını taşıyor ve şöyle haykırıyordu:
Bu Cibril’in bize yardım ederek
Nebî (s.a.v.)’in etrafını çevirdiğimiz sancaktır
Başka hiç kimse olmasa bile yanlarında
Ensârın yardımcı olduğu kimseler zarara uğramaz
* * *

İmam Ali onu Mısır’a vali tayin etmişti…
Muaviye’nin gözü de Mısır üzerindeydi. Gelecekteki tâcı için onu daima bir inci sayardı.
Bundan dolayı Kays’ın oranın yönetimini üstlendiğini görünce delirir gibi oldu. Kendisi Hz. Ali’ye karşı kesin bir zafer kazansa bile, Kays’ın Mısır’la kendisi arasına ilelebet girmesinden korktu.
Böylece bütün tuzaklarını ve her şeyi mübah gören hilelerini kullandı. Ali’nin yanında Kays’a karşı birtakım dolaplar çevirdi. Sonunda Ali, Kays’ı Mısır’dan çekip merkeze aldı.
Bu esnada Kays, tabiî zekasını meşru bir sûrette kullanabilmek için güzel bir fırsat yakalamıştı. Keskin zekasıyla, aleyhine oynanan bu oyunu Muaviye’nin yapmış olduğunu katiyetle anlamıştı. O, bunu, kalbinde Ali’ye karşı düşmanlık uyandırmak ve Ali’nin onun valiliğini küçümsediğini göstermek için yapmıştı. Öyleyse Muaviye’nin dehâsına verilebilecek en hayırlı cevap, Ali’ye olan sevgiyi daha da artırmak ve Ali’nin temsil ettiği “hak” davaya daha fazla sahip çıkmak olacaktı. Bu davranış, aynı zamanda Kays b. Sa’d b. Ubâde için kesin ve doğru bir gönül rızasına da kaynaklık edecekti...
Böylece, bir an bile olsun, Ali’nin onu Mısır’dan azlettiğini düşünmedi. Valilik, başkanlık ve diğer mevkiler neydi ki? Kays’a göre hepsi inancına ve dinine hizmet etmek için birer vasıtaydı. Mısır’ın yönetimini üstlenmesi hakka hizmet için bir vesileydi. Fakat Hz. Ali’nin yanında savaş alanındaki yeri de önem ve şeref açısından ondan hiç aşağı kalmayan bir vesileydi…
* * *

Hz. Ali’nin şehâdetinden sonra Hz. Hasan’a biat etmesiyle, Kays’ın şecaati, sadakatinin zirvesine ulaşmıştır...
Kays, Hasan (r.a.)’ın, hilafetin şer’î varisi olduğuna kesin kanaat getirmişti. Buna dayanarak, durumu daha fazla tehlikeye atmadan hemen biat etti ve onun yanında yer aldı.
Muaviye onları kılıçlarını çekmeye mecbur bırakınca, Kays, Ali için başını ortaya koymuş beş bin kişiye komutanlık ederek saldırıya geçer…
Hz. Hasan, çok kan dökülerek yeterince deşilmiş olan müslümanların yaralarını sarmayı tercih eder, sonsuza dek sürecek ve taraflarını yok edecek bir savaşa son verir. Muaviye ile anlaşır, sonra da ona biat eder.
Bu durumda Kays meseleyle ilgili düşüncelerini tekrar gözden geçirir. Hasan’ın doğru yolda olduğunu anlamakla beraber yine de kendi idaresinde bulunan ordu ile istişare etmesi gerekiyordu. Böylece onları topladı ve bir konuşma yaptı. Konuşmasında:
“İsterseniz, en küçük ferdimiz ölünceye kadar sizinde beraber savaşayım. İsterseniz, sizin için dokunulmazlık alayım.” dedi.
Ordusu ikinci şıkkı tercih etti. O da onlar adına Muaviye’den eman aldı. Cesaret açısından en güçlü ve sonuç itibariyle de en tehlikeli düşmanının başına gelen bu durumu görünce, Muaviye’nin kalbi sevinçle doldu...
İslâm’ın, dehâsını terbiye ettiği bu büyük dâhi Medine-i Münevvere’de hicri elli dokuz yılında öldü.
Evet… Hep şöyle diyen insan ölmüştü:
“Resûlullah (s.a.v.)’in, “Tuzak kuran ve hile yapan kişiler, cehenneme gideceklerdir.” dediğini duymasaydım, bu ümmetin en hilekârı mutlaka ben olurdum.”
Hayata dosdoğru, açık, hareketli, cömert ve cesur bir insanın kokusunu bırakarak, barış içinde ölmüştü.
Evet... Üzerinde sorumluluk, vasiyet ve anlaşma gibi İslâm’a ait ne varsa, kelimenin tam anlamıyla yerine getirmiş güvenilir bir insanın kokusunu ardında bırakarak ukbâya yürümüştü.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt