Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Maide 44 Ayetindeki Küfür Kelimesi

M Çevrimdışı

Muhammed El-Ensar

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Maide 44 Ayetindeki Küfür Kelimesi - 1

Maide 44 ayetindeki küfür kelimesiyle ilgili ortaya atlan şüphelerin birisi de "oradaki küfür, kufrun dune kufr (küfür dışında bir küfür)' dür" iddiasıdır.

Öncelikle bilinmelidir ki, hiç kimse için Kur’an ve sünnette geçen lafızlara ve isimlere keyfi bir mana vermesi kesinlikle caiz değildir. Kur’an ve sünnette geçen lafızlara, keyfi şekilde, hiçbir delil ve açıklama olmadan Allah (svt)’ın kastettiği mananın dışında bir anlamın yüklenmesi ancak delalet ve sapıklıktır. Çünkü böyle bir tutum eşyaya ya da fiillere dair Allahu Tealâ’nın verdiği ismi değiştirmektir. “Her kim şer’i esaslarda geçen lafızlara Allahu Tealâ’dan bir delil olmadan farklı anlamlar yüklerse, açık bir şekilde Allah’a iftira atmış ve Kur’an’a muhalefet etmiştir.” Burada asıl ölçü, bu lafızların öncelikle dinde bilinen, ıstılahi anlamlara geldiğidir. Yani, Kur’an ve Sünnette geçen tüm küfür lafızlarından öncelikle kastedilen, bilinen anlamı, yani sahibini dinden çıkaran ve ebedi cehennemlik yapan büyük küfrün kastedildiğidir. Lafzi ya da manevi herhangi bir işaret bulunmadan kelimeye mecazi anlamı ya da sözlük anlamı yüklenemez.

Lafzi işaret, Arapça dil kaidelerine göre lafzın ıstılahi ya da mecazi anlamının belirlenmesidir. Lafzi işaretlerden en bilineni, ismin marife ya da nekra olarak gelmesidir. Arapçada isimler marife ve nekra olmak üzere ikiye ayrılırlar. Marife isimler belirli, bilinen, muayyen bir varlığa işaret ederler. Başlarında harfi tarif (elif-lam takısı olan) isimler marife isimlerdir. Nekra isimler ise belirli, bilinen, muayyen bir varlığa işaret etmeyip tamamen umun ifade ederler. Nekra isimlerin başında harfi tarif bulunmaz. Bundan dolayı Kur’an ve Sünnette marife olarak gelen lafızlarda kastedilen, kesinlikle kelimenin dinde bilinen ıstılahi anlamıdır. Eğer kelime nekra olarak gelmiş ise, ıstıhahi anlamı kastedilebileceği gibi mecazi anlamı da kastedilebilir.

Kur’an ve sünnette geçen lafızların hangi manaya delalet ettiklerini bilmenin diğer bir yolu ise manevi işarettir. Bu da lafzın zikredildiği meselenin diğer naslarla birlikte incelenmesi şeklinde mümkün olur.

Bu anlattıklarımızın daha iyi anlaşılması için bir örnek vermekte fayda vardır.

Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Müslümana küfretmek fasıktır, onu öldürmek ise küfürdür.” (Müslim)

Bu hadiste müslümanı öldürmek küfür olarak isimlendirilmiştir. Burada, küfür lafzının “Ve kıtalahu kufrun” şeklinde nekra olarak gelmesi, kastedilen mananın ıstılahi ya da mecazi olabileceğini göstermektedir. Lafzi bir işaretle burada geçen küfür kelimesinin büyük küfre mi yoksa küçük küfre mi delalet ettiği anlaşılmamaktadır. Bununla beraber Allahu (svt) şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler, öldürülenler hakkında üzerinize kısas yazıldı. Hüre hür, köleye köle, dişiye dişi. Bununla birlikte her kim kardeşi tarafından kısmen bağışlanırsa, o vakit görev, birinin geleneğe uyması birinin de ona borcunu güzellikle ödemesidir.” (Bakara: 178)

“Eğer müminlerden iki grup birbirileriyle çarpışırlarsa, hemen aralarını bulun barıştırın!” (Hucurat: 9)

Bu ayetlerde ise, Müslümanı öldürmenin küfür olmadığı görülmektedir. İlk ayette geçen “kim kardeşi tarafından bağışlanırsa” ifadesi, katil ile maktülün velilerini kardeş ilan etmektedir ki, bilindiği üzere ancak mü’minler birbirilerinin kardeşidir. İkinci ayet ise açıkca birbiri ile savaşan iki grubu mü’minler olarak isimlendirmiş, bununla beraber birbirilerine karşı savaş açmalarından dolayı onlardan iman ismini kaldırmamıştır. Ayetlerdeki bu açıklamalar, hadiste geçen “onu öldürmek ise küfürdür” ifadesindeki küfür lafzının, itikadi bir küfre işaret etmediğini bilakis böyle bir fiilin büyük günahlardan daha büyük bir günah olan ameli küfür olduğunu göstermektedir.

Maide: 44 Ayetinde ise Allah (svt) şöyle buyurmaktadır:

“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide: 44)

Yukarıda nakletmiş olduğumuz hadisteki küfür kelimesi nekra olarak gelmistir. Bu yüzden dinde bilinen büyük küfre değilde kuücük küfre hamledilmesi normaldir. Yukarıda dediğimiz gibi; "Kur’an ve sünnette geçen lafızların hangi manaya delalet ettiklerini bilmenin diğer bir yolu ise manevi işarettir. Bu da lafzın zikredildiği meselenin diğer naslarla birlikte incelenmesi şeklinde mümkün olur." Ancak Maide Suresinde geçen "kafirun" lafzı;

1- Marife olarak gelmiştir.

2- İsmi Fail olarak gelmiştir.

3- Mubteda ve haber cumlesi olarak gelmiş ve ulaike zamiri ile fasl edilmiştir.

Bu yüzden Maide 44 ayetinde ki küfür kelimesi, küçük küfre hamledilemez. Her kim olursa olsun, Allah'ın indirdiği hükümle hükmetmezse kişiyi İslam milletinden çıkaran küfür işlemiştir.

Maide 44 ayetiyle alakalı ortaya atılan diğer şüpheler ise; "kalbiyle küfür olduğunu reddederek Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen kafir olmaz" şüphesi, İbn Abbas'ın haricilere "bu küfür sizin bildiğiniz küfür değil" sözü ve "Maide 44 yahudileri, Maide 45 hristiyanları, Maide 47 ise Müslümanları kapsar. O yüzden bu ameli Müslüman yaparsa dinden çıkmaz, fasık olur" şüphesidir. Bunları İnşaAllah daha sonra açıklayacağız.

İlim Allah'ındır
 
M Çevrimdışı

Muhammed El-Ensar

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Maide 44 Ayetindeki Küfür Kelimesi - 2

Maide 44 ayetindeki küfür kelimesiyle ilgili ortaya atlan şüphelerin birisi de "Maide 44 yahudileri, Maide 45 hristiyanları, Maide 47 ise Müslümanları kapsar. O yüzden bu ameli Müslüman yaparsa dinden çıkmaz, fasık olur" iddiasıdır. Şimdi İnşaAllah bunu açıklayalım.

Bu şüpheyi açıklamadan önce Maide 44, 45 ve 47 ayetlerinin nüzul sebebini hatırlatmakta fayda görüyorum. Zira, bu şüpheyi ortaya atanlar ayetlerin nüzul sebebinden ötürü bu şüpheyi ortaya atmışlardır. Elimdeki kaynaklarda bu konu hakkında şu riyavetler geçmektedir:

İbni Abbas (r.a) şöyle dedi: “Bu ayet, iki Yahudi taifesi hakkında inmiştir. Cahiliye döneminde bu iki taifeden biri diğerini yenmişti. Kuvvetli olan taraf, zayıf tarafı yendiği için aralarında şöyle bir anlaşma yapmışlardı:

“İzzetli ve kuvvetli taife, zelil ve zayıf olan taifeden bir kişiyi öldürürse, diyet olarak 50 vesak verecektir. (Vesak; 60 sa’dır, sa ise 2751 gr’dır). Zelil ve zayıf taife, izzetli ve kuvvetli taraftan bir kişiyi öldürürse diyet olarak 100 vesak verecektir.”

Resulullah (s.a.s) Medine’ye gelinceye kadar bu anlaşma üzerinde kaldılar. Resulullah (s.a.s), Medine’ye geldikten sonra zayıf ve zelil olan taife, izzetli ve kuvvetli olan taifeden bir adamı öldürdü. Bu sebeple kuvvetli ve aziz olan taife, zayıf ve zelil olan taifeden öldürülen adamın diyeti olarak 100 vesak istedi. Zayıf ve zelil taife:

“Böyle bir iş olamaz. Dini, nesebi, beldesi bir olan iki taife arasında nasıl olur da diyet konusunda böyle bir farklılık olur? Nasıl olur da birisi diğerinin yarısı veya iki katı olur? Biz, daha önce sizden korktuğumuz ve bize zulmettiğiniz için, sizden öldürdüğümüz kişiye bedel olarak, 100 vesak diyet veriyorduk. Fakat artık Muhammed geldi. Bu sebeple istediğinizi size veremeyiz. Aramızda eşitlik olmalıdır.” dediler.

Bu tartışmadan dolayı aralarında neredeyse savaş çıkacaktı. Bunun üzerine aziz ve şerefli olan taife birbirlerine şöyle dediler:

“Vallahi Muhammed, diyetin iki katını vermez. Bu sebeple bir kişiyi Muhammed’e gizli olarak gönderin ve bu konudaki görüşünü öğrenin. Eğer diyetin iki katını size verirse onu hakem tayin etmeyi kabul edin. Eğer diyetin iki katını vermezse, ondan uzak durup onu hakem tayin etmeyin.”

Bunun üzerine münafıklardan bir kaç kişiyi bu meseleyi öğrenmeleri için Resulullah (s.a.s)’e gönderdiler. Münafıklar Resulullah (s.a.s)’e gelince, Allah (svt) münafıkların ne niyetle geldiklerini O’na haber vererek Maide Suresi’nin 41-47. ayetlerini indirdi.

İbni Abbas (r.a) sözlerine şöyle devam etti: “Vallahi bu ayetler bu iki taife hakkında inmiştir ve Allah (svt)’ın ayetlerde kastettiği kimseler bu iki taifedir.” (Ahmed - Nesei)

Diğer bir rivayet ise şöyledir:

Denildiğine göre bu ayet, Kurayza ve Nadir Oğulları hakkında inmiştir. Kurayza Oğullarından birisi, Nadir Oğullarından birisini öldürdü. Nadir Oğulları, Kureyza Oğullarından birisini öldürdüğü zaman kısas uygulamalarına izin vermezlerdi. Ve sadece diyet ödemekle yetinirlerdi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s)’in hakemliğine başvurdular. Resulullah (s.a.s), Kurayza Oğulları ile Nadir Oğullarına mensup iki kişi arasında eşitlik sağlanması gerektiği hükmünü verdi. Bu ise Nadir Oğullarının hoşuna gitmedi ve kabul etmediler. (Nesei)

Bu konudaki diğer bir rivayete göre ise Maide 44, 45 ve 47 ayetleri zina eden iki kişi hakkında nazil olmuştur.

Abdullah b. Ömer (r.a) şöyle dedi:

“Yahudiler, Resulullah (s.a.s)’e gelerek kendilerinden bir kadın ve erkeğin zina yaptığını ona haber verdiler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) onlara şöyle sordu:

“Zina hakkında Tevrat’ta ne buluyorsunuz?”

Yahudiler şöyle cevap verdiler:

“Onların yaptıklarını herkese yayar ve onlara sopa atarız. Zinanın hükmü Tevrat’ta işte böyledir.”

Onların bu sözü üzerine Abdullah b. Selam (r.a) onlara şöyle dedi:

“Sizler yalan söylüyorsunuz. Çünkü zina yapanlar hakkında Tevrat’ta bildirilen hüküm recmdir. Öyleyse Tevrat’ı getirin de bakalım.”

Bunun üzerine Tevrat’ı getirdiler ve onu açarak okumaya başladılar. Tevrat’ı okuyan kimse recm ayetini eliyle kapatarak ondan önceki ve sonraki ayetleri okudu. Böylece recm ayetini atlamış oldu. Abdullah b. Selam o kişiye şöyle dedi:

“Elini kaldır.”

O kişi elini kaldırınca recm ayeti gözüktü. Bu durum üzerine Yahudiler Resulullah (s.a.s)’e şöyle dediler:

“Ey Muhammed! Abdullah b. Selam’ın söylediği doğrudur. Tevrat’ta recm ayeti vardır.”

Bu cevap üzerine Resulullah (s.a.s) zina yapan kadın ve erkeğin recm cezasıyla cezalandırılmalarını emretti. Öyle ki, ben kadın ve erkek recmedildikleri sırada, kadına taşlar gelmesin diye erkeğin onu vücuduyla koruduğunu gördüm.” (Buhari)

Bera b. Azib (radıyallahu anhu)’den ise bu rivayet şu şekilde nakledilmiştir:

“Resulullah (s.a.s)’in yanından kendisine tahmim yapılmış (yüzü siyaha boyanmış) ve sopa atılmış bir Yahudi geçti. Resulullah (s.a.s) onları çağırdı ve şöyle dedi:

“Zina yapanın cezasını kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?” Yahudiler:

“Evet” dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) onların alimlerinden bir adam çağırıp ona dedi ki:
“Musa (a.s)’ya Tevrat’ı indirenin hakkı için söyle. Zina yapanın cezasını kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?” Alim şöyle dedi:

“Tevrat’ı indirenin hakkı için demeseydin sana gerçeği bildirmezdim. Zinanın cezası kitabımızda taşlayarak öldürmektir. Fakat şereflilerimiz içinde zina çoğalınca ve zina yaparlarken yakalanınca, şerefli oldukları için onlara ceza uygulamayı terkettik. Fakat zina yapan zayıf kimselere taşlayarak öldürme haddini uyguladık. Bir gün aramızda:

“Zina konusunda hem şereflilerimize, hem de zayıflarımıza uygulayacağımız bir tek ceza belirleyelim” dedik. Böylece taşlayarak öldürme cezası yerine tahmim ve sopa vurma cezasını uygulamaya karar verdik” Bunun üzerine Resulullah (s.a.s):

“Ey Allah’ım! Vermiş olduğun emri, ölümünden sonra tekrar ilk canlandıran benim.” dedi ve zina yapan evli kişinin taşlanarak öldürülmesini emretti. Bunun üzerine şu ayet indi:

“Ey Resul! Gerek ağızlarıyla ‘Biz inandık’ deyip de kalpleriyle inanmayanlardan, gerekse Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin! Onlar yalancılık etmek için dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler, yerli yerinde söylenen kelimeleri sonradan değiştirirler, ‘Size böyle fetva verilirse tutun, verilmezse sakının!’ derler. Allah, kimin fitneye düşmesini dilerse sen onun lehine Allah'tan hiçbir şey koparamazsın. Onlar, öyle kimselerdir ki, Allah, kalplerini temizlemek istememiştir. Onların hakları dünyada zillet ahirette de büyük bir azaptır.” (Maide: 41)

Yahudiler dediler ki: “Eğer Muhammed sopa ve tahmim cezası verirse, bunu ondan alın, eğer recm cezası verirse, bunu ondan almayın” Bunun üzerine Allah (svt) şu ayetleri indirdi:

“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide: 44)
“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Maide: 45)
“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte, onlar fasıkların ta kendileridir.” (Maide: 47)

Bera b. Azib (radıyallahu anhu) bunu söyledikten sonra: “Bu ayetlerin hepsi kafirler hakkında inmiştir.” dedi (Müslim)

Kurtubi, bütün bu rivayetlerin arasında bir tearuzun (çatışmanın) olmadığını, tüm rivayetlerin aynı olayı naklettiklerini belirtmiştir (El-Camiu Li Ahkam, 6/226.)

Ayetlerin nüzul sebebini hatırlattıktan sonra asıl meselemize dönelim. Acaba iddia edildiği gibi bu ayetlerin ihtiva ettiği hükümler nüzul sebebinde geçtiği üzere sadece Yahudiler için mi geçerlidir? Yoksa, bu hükümlerle Müslümanlar ve diğer milletler de sorumlu mudurlar?

Öncelikle belirtmekte fayda vardır ki, ayetlerin “men” (her kim) şart edatı ile başlaması bu ayetlerin hükmetme makamında bulunan herkese şamil olduğunu göstermektedir. Bununla beraber tefsir usulünün meşhur kaidesine göre, sebebin hususi olması, ayette belirtilen hükmün umumi olmasına bir engel teşkil etmez. Yani, ayet belirli bir olay üzerine nazil olmuştur. Ancak hükmü herkesi kapsamaktadır. Bundan dolayı ayetler her ne kadar Yahudiler hakkında nazil olsa bile, ayetlerin ihtiva ettiği hükümler, hükmetme makamında bulunan herkes için geçerlidir. Nitekim, alimler de bu yönde görüş belirtmişlerdir. İşte Alimlerin bu iddiaya cevapları:

“İbn-i Mes’ud ve Hasen der ki: Bu ayet ister Müslüman, ister Yahudi, ister kafir olsun Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen herkes hakkında umumidir.” (El-Camiu Li Ahkam, 6/244.)

“Bera b. Azib, Huzeyfe ibn Yemman, Abdullah İbn-i Abbas, Ebu Miclez, Ebu Reca, İkrime, Hasan El’Basri ve diğerleri derler ki:

“Bu ayet ehli kitap hakkında nazil olmuştur. Ayrıca Hasan El’Basri bunun bizim üzerimize de vacip olduğunu söylemiştir. Abdurrezzak, Süfyan Es’Sevri kanalıyla İbrahim’den naklen bu ayetlerin İsrailoğulları hakkında indiğini ancak aynı hususların bu ümmet için de geçerli olduğunu söylemiştir. Bunu İbn-i Cerir rivayet etmiştir.” (İbni Kesir Tefsiri, 5/2349-2350.)

Hakim şunu rivayet etmiştir:

Huzeyfe radiyallahu anh’nin yanında Maide: 44, 45, 47 ayetleri zikredildiğinde bazı kimseler, bu ayetlerin yahudiler hakkında indiğini, müslümanları kapsamadığını söylediler.

Huzeyfe radiyallahu anh onlara şöyle cevab verdi:

"Bu ayetlerin yahudiler hakkında indiği doğrudur. (Fakat bu ayetlerin hükmünün sizi kapsamadığını zannetmeyin.) İsrail oğulları size ne güzel kardeş oldu.... Tatlı şeyler oldu mu size, acı şeyler oldu mu onlara, öyle mi? Şüphesiz siz, sizden öncekilerin yolunu adım adım takip edeceksiniz." (Hakim Müstedrekte rivayet etti, Buhari ve Müslim’in şartlarına göre sahih dedi. Zehebi bu görüşü kabul etti. Taberi.)

İsmail Kadi, bu ayetler hakkında şöyle dedi:

"Allah-u Teâlâ'nın ayetinin zahiri şunu gösterir:

"Her kim yahudilerin yaptığı gibi Allah-u Teâlâ'nın hükmüne ve İslam’a muhalif bir hüküm ortaya çıkarır ve insanlar onu uygulasınlar diye insanları o hükmü kanunlaştırmaya zorlarsa, işte bu kimseye, yahudilere verilen hüküm verilir. Bu kimse, ister bir hakim isterse bir başkası olsun farketmez..." (Fethul Bari c: 13 s: 120 Selefi’nin birinci baskısı.)


Hasan el Basri şöyle dedi:

"Evet! Bu ayetler yahudiler hakkında nazil olmuştur. Fakat hükmü bize de farzdır." (Taberi, Ed Durul mensur)

Naklettiğim bu sözler iddiayı cevaplamak için yeterlidir. Alimlerin dediği gibi bu ayetin ihtiva ettiği hüküm ister yahudi, ister hristiyan, isterse Müslüman olsun herkesi kapsar. Her kim olursa olsun, Allah'ın indirdiği hükümle hükmetmezse kişiyi İslam milletinden çıkaran küfür işlemiştir.


Maide 44 ayetiyle alakalı ortaya atılan diğer şüpheler ise; "kalbiyle küfür olduğunu reddederek Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen kafir olmaz" şüphesi, İbn Abbas'ın haricilere "bu küfür sizin bildiğiniz küfür değil" sözü ve "Maide 44 ayetinde ki küfür, Maide 45 ayetinde ki zulüm ve Maide 47 ayetinde ki fısk" şüphesidir. Bunları İnşaAllah daha sonra açıklayacağız.

İlim Allah'ındır
 
M Çevrimdışı

Muhammed El-Ensar

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Maide 44 ayetindeki küfür kelimesiyle ilgili ortaya atlan şüphelerin birisi de "kalbiyle küfür olduğunu reddederek Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen kafir olmaz" iddiasıdır. Şimdi İnşaAllah bunu açıklayalım.

Bu şüpheyi açıklamadan önce İmam Tahavi'nin "Tahavi Akidesi" isimli eserindeki bir fetvayı nakletmek istiyorum. Zira, bu şüpheyi ortaya atanlar İmam Tahavi'nin fetvasına dayanarak bu şüpheyi ortaya atmışlardır. Fetva şöyledir:
“Ehli kıble olan hiç kimseyi helal saymadığı müddetçe herhangi bir günahından dolayı tekfir etmeyiz.”

“Kişi imana girdiği şeyi inkâr etmedikçe küfre girmez.”

Burada kendilerinin ehli sünnet olduğunu iddia eden, ancak kelimenin tam anlamıyla Mürcie’nin ve Cehmiye’nin itikadına sahip olan birçok kimse, İmam Tahavi’nin bu sözlerini kendilerine delil getirerek, kişinin kafir olabilmesi için ancak inkârcı olması gerektiğini, hiçbir şeyi inkâr etmeyen bir kimseye kafir denilemeyeceğini, kişinin küfrü gerektiren ameller yapması sonucu yaptığı bu fiili helal görmediği ya da amelinden dolayı kalbi razı olmadığı sürece, bu fiilin kendisini ebedi cehennemlik yapmayacağını iddia etmektedir.

Bu hatalı anlayış günümüzde birçok kişide mevcuttur. Özellikle içinde yaşadıkları sistemin yöneticilerinin küfrünü mazur göstermek adına fetva vermeye kalkışanlar bu noktayı çok iyi kullanmaktadır. Onlar idarecilerin iman sahibi olduklarını, çünkü Allah’ın hiçbir hükmünü reddetmediklerini, İslam’ın hiçbir prensibini inkâr etmediklerini söylemişlerdir.

Yine onlar, bu noktada Tahavi’nin “Ehli Kıble olan hiç kimseyi helal saymadığı müddetçe herhangi bir günahından dolayı tekfir etmeyiz” ifadesinde geçen “…herhangi bir günahından…” ibaresini mutlaklaştırarak, günahın hangi türden olursa olsun itikadi olmayıp ameli olacağını ve sahibini dinden çıkarmayacağını söylemektedir:

“Burada önemli olan akide yönünden kimin kafir olacağıdır ki, bu da Allah’ın şeriatını inkâr edendir.”

Ve yine şöyle demişlerdir:

“Kim dine muhalefet ederek küfrü gerektiren bir şey işler ve bu yaptığı küfre karşı kalbi de uyum halinde olursa (yani yaptığı fiilden dolayı kalbi razı ise veya kalbinde de bu küfür varsa), işte bu Allah’ın kendisini asla bağışlamadığı itikadi bir küfürdür. Ancak işlediği bu küfür ameline karşı kalbinde bir muhalefet varsa (yani yaptığı fiilden dolayı kalbi razı değilse), bu kişi rabbinin hükmüne iman eden ancak yaptığı amelde O’na muhalefet eden bir kimsedir. İşte bu kimsenin küfrü itikadi olmayıp sadece ameli bir küfürdür. Bu kimsenin durumu Allah (svt)’nın dilemesine kalmıştır. Dilerse azab eder, dilerse affeder.”

Bu ve buna benzer iddiaları günümüzde bir çok kişinin ağzından duymak mümkündür. Ancak bilinmelidir ki kesinlikle bu tip bir inanış, ehli sünnetin itikadı olmayıp bilakis Mürcieye ait bir itikaddır. Zira Mürcie "küfür sadece tekzibden (yalanlamadan) ibarettir. Çünkü iman yalanlamanın zıddı olan bir tastiktir” demektedir. Buna karşılık ehli sünnet ise, kişinin kafir olabilmesi için kesinlikle yalanlama, inkâr etme, hafife alma gibi bir şart getirmediği gibi işlenilen fiilin itikaden ya da amelen işlenmesine bakmamıştır.

Ehli sünnet bu konuda küfre düşürücü söz ve fiillerde kişinin bizzat bu söz ya da fiil nedeniyle dünyevi hükümde zâhiren, hakikî hükme göre ise bâtınen kafir olduğunu söylemiş, küfre dair hüküm vermeyi, zâhiren tespiti mümkün olmayan kalbî etkenlere değil zahiri etkenlere bağlamıştır.

İbn Teymiyye, Mürcie’nin, “Küfür sadece tekzîbden ibarettir. Çünkü iman –tekzîbin zıddı olan- tasdiktir” sözlerine cevap verirken şöyle der:

“Küfür yalanlama ile sınırlandırılamaz. Şayet bir kimse, “ben senin doğru söylediğini biliyorum. Ancak sana tâbi olmuyorum, bilakis sana düşmanlık yapıyorum, sana buğz ediyorum ve muhalefet ediyorum” dese, bu daha büyük bir küfürdür. Çünkü bilindiği gibi ne iman tasdikten, ne de küfür tekzibden ibarettir. Tam aksine küfür tekzib olabildiği gibi tekzib söz konusu olmaksızın sırf muhalefet ve düşmanlık da olabilir. Aynı şekilde iman hem tasdik, hem muvafakat, hem dostluk (muvâlât) ve hem boyun eğmedir. Sadece tasdik iman için yeterli değildir.” (Mecmuu-l Feteva, 7/292)

Yine, İbn Teymiyye şöyle demektedir: “Bir kimse küfür olan bir söz söyler ya da bir amel işlerse, kafir olmayı kastetmemiş olsa bile, bu nedenle kafir olur. Zira Allah’ın dilediği kimseler dışında hiç kimse küfrü kastetmez.” (Es’Sârimu’l Meslûl, sy: 177-178)

Ehli sünnet alimleri bu konuda şu ayetleri delil getirmiştir:

“Münafıklar, kalplerinde olan şeyleri, yüzlerine karşı açıkça haber verecek bir sûrenin üzerlerine indirilmesinden çekinirler. De ki: ‘Siz alay ede durun! Allah, çekindiğiniz o şeyi ortaya çıkaracaktır.’ Şâyet kendilerine (niçin alay ettiklerini) sorsan, ‘Biz sadece lâfa dalmıştık ve aramızda eğleniyorduk’, derler. De ki: ‘Allah’la, onun âyetleriyle ve peygamberiyle mi eğleniyordunuz?’ Boşuna özür dilemeyin! Çünkü siz, (sözde) iman ettikten sonra küfrünüzü açığa vurdunuz. İçinizden (tövbe eden) bir zümreyi affetsek bile, suçlarında ısrar etmeleri sebebiyle, diğer bir zümreye azap edeceğiz.” (Tevbe :64-66)

İbn Teymiyye der ki: “Allahu Tealâ onların, ‘biz küfür sözünü inanmaksızın söyledik; hatta biz dalmış, eğlenir bir halde idik’ demelerine rağmen, onların imanlarından sonra küfre düştüklerini bildirmiş ve Allah’ın ayetleri ile alay etmenin küfür olduğunu açıklamıştır.” (Mecmuu-l Feteva, 7/220)

İmam Kurtubi, bu ayetin tefsirinde kadı Ebu Bekir İbn’ul Arabi’den şöyle nakletmektedir:

“Onların bu söyledikleri sözler, ciddi de olabilirdi, şaka da olabilirdi. Ancak ne olursa olsun bu sözleri söylemek küfürdür. Çünkü küfür sözünü şaka yollu söylemenin de küfür olduğu hususunda ümmet arasında görüş ayrılığı yoktur.” ( El-Camiu Li Ahkam, 8-130)

Yine Razi, tefsirinde şöyle demektedir: “Bu ayet –küfür ancak kalbe ait fiillerde (niyet, düşünce ve inançta) gerçekleşir diyenlerin görüşlerinin batıl olduğunu göstermektedir.” (Tefsiri Kebir, 12/74)

“Söylemediklerine dair Allah’a yemin ederler. Halbuki onlar, küfür sözünü söylemişler ve Müslümanlıklarından sonra küfre düşmüşlerdir.” (Tevbe: 74)

“Allah Meryemoğlu Mesîh’tir diyenler kafir olmuşlardır”(Maide:17)

Tevbe Suresi’nin 74. ayetinde geçen “küfür sözünü söylemişler” ifadesine dair Kurtubi şu bilgileri vermektedir. Nakkaş şöyle demiştir:

“Burada onların Allah’ın vaadeetmiş olduğu fethi yalanladıkları kastedilmektedir. Bir diğer görüşe göre ayette geçen küfür sözünden kasıt, El’Culas’ın dediği –Eğer Muhammed’in getirdiği bir gerçekse, şüphesiz biz eşekleriz- sözleri ile, Abdullah b. Ubeyy’in –Andolsun Medine’ye dönecek olursak, daha aziz olan daha zelil olanı oradan çıkaracaktır- sözleridir.” (El-Camiu Li ahkam, 8/324)

Allahu Tealâ her iki ayette de, bahsi geçen kimselerin küfrünü sadece dilleri ile küfrü gerektiren sözler sarfetmelerine bağlamıştır. Bu ve buna benzer bir çok ayeti delil getiren ehli sünnet alimleri küfre düşürücü söz ve fiillerde sahibinin kafir olabilmesi için hiçbir zaman, inkâr, istihlal (helal görme) ya da yapılan fiile karşı kalbi bir rıza gibi bir şart getirmemişlerdir. Nitekim Kurtubi, Tevbe Suresi’nin 74. ayetinde “küfür tasdik ve kesin bilgi ile çelişen her şey ile mümkün olur” diyerek bu noktaya işaret etmiştir.

Ehli sünnet küfrü sadece inkârla sınırlandırmadığı gibi aynı şekilde küfrü gerektiren söz veya fiilde bulunan bir kimsenin kafir olabilmesi için yaptığı fiili helal görmesi (istihlal) gibi bir şartta getirmemiştir. Yukarıda da değindiğim gibi günümüzde bir çok kişi İmam Tahavi’nin sözündeki “…helal saymadığı müddetçe herhangi bir günahından…” ifadesini mutlaklaştırarak, kişinin hangi türden bir günah işlerse işlesin, yaptığı bu fiili helal görmediği müddetçe kafir olmayacağını iddia etmektedirler.

Halbuki selef alimleri böyle mutlak bir ifade kullanmamışlardır. Bilakis İbn-i Ebi’l Izz, İmam Tahavi’nin Akıdesi’ne yazmış olduğu şerhte “Biz hiç kimseyi, Harici’lerin yapmış olduğu gibi her tür günahla tekfir etmeyiz” diyerek buradaki “…her-hangi bir günahından…” ifadesini küfre düşürmeyen günahlarla sınırlandırmıştır. Zira bu ibarede bahsedilen günahlardan kasıt, zina etmek, içki içmek gibi yalnızca Haricilerin tekfir ettiği küfre düşürmeyen günahlardır. Yoksa bizzat küfre düşüren bir günahta kişinin kafir olabilmesi için işlediği fiili helal görmesi şartı aranmaktadır.

İmam Buhari Sahihi’nde bu noktayı çok hoş bir şekilde ayırmıştır. O kitabının İman bahsinde “Cahiliye işi olan günahları işleyen kimse, bu günah şirk olmadıkça küfre girmez” adıyla bir bâb ayırmıştır. Buhari, “Bu günahı helal saymadıkça küfre girmez” dememiştir. “Bu günah şirk olmadıkça” sözü, helal saymayı ve küfre düşürücü olan diğer şeylerin hepsini kapsar. Bu, Buhari’nin titiz değerlendirmelerinden biridir.

Yine aynı şekilde Ahmed b. Hanbel’de, Ehli Sünnet’in küfre düşürücü günahlarla, küfre düşürmeyen günahlar arasında ayrımına dikkat çekmiştir. Adamın birisi Ahmed b. Hanbel’e:

“Müslüman hayrı ve şerri ile kadere iman etmenin gereği üzerinde icma etmişler midir?” der. Ahmed b. Hanbel “Evet” der. Adam tekrar, “Biz hiç kimseyi günahından dolayı tekfir etmeyiz, öyle değil mi? diye sorunca şöyle cevap verir:

“Sus, kim namazı terk ederse küfre düşmüştür ve kim Kur’an’ın yaratılmış olduğunu söylerse kafirdir.” (Müsned 1/79)

Ehli sünnet alimleri bütün bu anlattıklarımla beraber, kişinin kafir olabilmesi için işlenilen küfür amelinin itikaden ya da amelen işlenmesini de şart koşmamışlardır. Nitekim itikadi, ameli küfür tanımlamasını yapan alimler bu noktaya özellikle dikkat çekmişlerdir. İbn-i Kayyım, itikadi ve ameli küfrün bu şekilde ayrılması neticesinde yukarıda bahsettiğim türden bir karışıklığın olmaması adına şöyle demektedir:

“Kişi küfür şubelerinden birisini teşkil eden küfür sözü söylemekle kafir olduğu gibi; putlara secde, mushafı aşağılama gibi yine küfür şubelerinden olan bir fiili işlemekle de kafir olur.” ( Kitabu-s Salat: sy:24)

Yine konunun devamında şöyle demektedir: “Amel küfrü, imana aykırı olan ve olmayan şeklinde ikiye ayrılır. Putlara secde, mushafı aşağılama, nebileri öldürme ve onlara hakaret etme imana aykırıdır.” (Kitabu-s Salat: sy:25)

Aynı noktaya Şeyh Hafız Hakemî’de temas etmiş ve şöyle demiştir:

“Bizce görünürde putlara secde, kitabı hafife alma, Peygambere hakaret, din ile alay vb. amellerin tümü amelî küfür olarak kabul edilmektedir… Küçük küfrü amelî küfür olarak tanımladığınıza göre, bunları işleyen nasıl dinden çıkar? diye sorulacak olursa şu cevabı veririz: Bu sayılan dört amel ve buna benzer ameller sadece organların ameli olarak meydana gelip, insanlar için açıkça görünür olması açısından ameli küfür olarak nitelendirilmiştir. Ancak bunların meydana gelmesiyle birlikte niyet, ihlas, muhabbet, boyun eğme gibi kalp amelleri ortadan kalkar. Bunlar meydana geldiğinde kalp amellerinden hiç birisi kalmaz. Bunlar her ne kadar zahiren meydana gelen şeyler olsalar da, bunlarla birlikte mutlaka itikadi küfür de meydana gelir. Biz, küçük küfrü mutlak biçimde ameli küfür olarak tanım-lamıyoruz. Bilakis sırf ameli olan, itikadı gerektirmeyen, kalp sözü ve ameline ters düşmeyen ameli küfür olarak tanım-lıyoruz.” (Alâmu-s Sünneti-l menşûrati, sy:83)

Sonuç olarak kesinlikle bilinmelidir ki, Ehli Sünnet küfre düşüren günahlarda sahibinin dinden çıkması için kesinlikle bir inkâr ya da yalanlama şartı getirmemiştir. Namaz kılmayan kişi namazın farziyetini kabul etse dahi sadece namaz kılmaması sebebiyle kafir olur. Küfre düşürücü günahlarda inkâr ya da yalanlama şartı Mürcie ve Cehmiye’nin aşırılarının itikadı olup, Selef böyle itikada sahip olanların tekfirinde ihtilaf etmemiştir. İbn-i Teymiyye bu noktada şunları söylemiştir.

“Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: Humeydî bize, bazı insanlardan şunu işittiğini söyledi: ‘Kişi namaz, zekat, oruç ve haccı inkâr etse, fakat ölene dek bunlardan hiçbirisini yerine getirmese veya ölene dek kıbleye arkasını dönerek namaz kılsa, bu kimsenin terk ettiği bu şeylere iman ettiği biliniyorsa, farzları ve kıbleye yönelmenin gereğini ikrar ediyorsa, bu kişi inkâr etmediği müddetçe mü’mindir.’ Dedim ki; ‘İşte bu apaçık küfürdür. Allah’ın kitabına, Resulünün sünnetine ve Müslümanların alimlerine muhalefettir.” (Es-Sarimu’l Meslûl, sy:523)

Yine İbn Teymiyye, ikrah olmaksızın dili ile yalanlayan veya inkâr eden, yahut herhangi bir küfür çeşidini işleyen kimse için, “tüm bunlarla birlikte bu kimse aynı zamanda (batınen) mü’min olabilir mi diyen ve buna cevaz veren kimse, boynundan İslam bağını koparmıştır.” der. (Es-Sarimu-l Meslûl, sy:523)

Bir başka yerde ise şöyle der:

“Bu kimseler kafir değillerdir demek, Kur’an nassına aykırıdr.” (Es-Sarimu-l Meslûl, sy:517 )

Ehli sünnet alimlerinin bu konuya dair sözleri çoktur. Onlar söylediği küfür sözde veya işlediği küfür amelinde kişinin kafir olabilmesi için yaptığı şeyi helal saymasını şart koşmamışlardır. Bu konuya dair sözleri okumak için aşağıda ki başlıkları okuyabilirsiniz.

Sonuç olarak; her kim olursa olsun, Allah'ın indirdiği hükümle hükmetmezse yaptığını helal saymasa bile kişiyi İslam milletinden çıkaran küfür işlemiştir.

Maide 44 ayetiyle alakalı ortaya atılan diğer şüpheler ise; İbn Abbas'ın haricilere "bu küfür sizin bildiğiniz küfür değil" sözü ve "Maide 44 ayetinde ki küfür, Maide 45 ayetinde ki zulüm ve Maide 47 ayetinde ki fısk" şüphesidir. Bunları İnşaAllah daha sonra açıklayacağız.

İlim Allah'ındır
 
M Çevrimdışı

Muhammed El-Ensar

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Maide 44 Ayetindeki Küfür Kelimesi - 4 / Bölüm: 1

Maide 44 ayetindeki küfür kelimesiyle ilgili ortaya atlan şüphelerin birisi de İbn Abbas'ın haricilere "bu küfür sizin bildiğiniz küfür değil" sözüdür. Şimdi İnşaAllah bunu açıklayalım.

Yazıma öncelikle İbn Abbas'ın "kufrun dune kufr" ve "bu onları küfre götüren bir küfür değildir" sözünün sened bakımından tahlilini yaparak başlamak istiyorum.

Bu rivayetin "Kufrun dune kufr" şeklinde lafzını Hakim, Müstedrek'te (7/351, Hadis No: 3176.) Hişam bin Huceyr el-Mekkî, Tavus ve İbn-i Abbas senediyle zikretmektedir. İbn-i Kesir ise İbn-i Ebi Hatim'den Hişam bin Huceyr, Tavus ve İbn-i Abbas senediyle "Bu onları küfre götüren bir küfür değildir" şeklinde rivayet etmiştir.

İbn-i Abbas'a isnad edilen her iki rivayette öncelikle senet açısından tenkide uğramıştır. Şöyle ki, gerek Hakim'in gerekse İbn-i Ebi Hatim'in rivayetlerinde ravilerden Hişam bin Huceyr el-Mekki muhakkik alimler tarafından sika olarak addedilmemiştir. Yani güvenilir bir ravi görülmemiştir. Ahmed bin Hanbel, Yahya bin Main, Ali İbnu-l Medeni, Yahya bin Kattan Hişam'ın zayıf olduğunu söylemişlerdir. (Tehzibu-t Tehzib, 6/25) Hafız İbn-i Hacer el-Askalanî ise, onun vehimleri bulunduğunu söyleyerek Sufyan bin Uyeyne'nin onun hakkında "Ondan ancak başkasında bulamadıklarımızı alırız" dediğini nakletmiştir.

Ayrıca İbn Cerir tefsirinde diyor ki;

“ Bize Hanad haber verdi dedi ki Vekii haber verdi ki İbnu Vekii haber verdi ki oda dedi ki bana babam haber verdi ki; Sufyan Said El Mekki’den oda Tavus’tan haber verdi ki; Maide 44 hakkında; “ O dinden çıkaran küfür değildir.” Nasıl olur bu? Abdullah ibn Abbas’tan sahih bir senet ile bundan başkası sabit olmuştur. Abdurrezzak bunu rivayet etmiştir.

Abdurrezzak dedi ki; Mamar bize Tavus’un oğlundan oda babasından haber verdi ve dedi ki; ibn Abbas’a Maide 44’ten soruldu dedi ki; “Bu küfürdür.” (Camiul Beyan 3/238)

Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, İbn Abbas'ın "kufrun dune kufr" ve "bu onları küfre götüren bir küfür değildir" sözü sened bakımından sahih değildir. Peki niçin bu şüpheyi ortaya atanlar ulema tarafından zayıf olarak kabul edilen bu hadisi gündeme çıkarıp İbn Abbas'a ait olan ve sahih senedle bize ulaşan "bu küfürdür" sözünden hiç bahsetmiyorlar? Çünkü İslam şeriatini bir kenara bırakarak beşeri hükümlerle insanlara hükmeden tağutlar belamlarına böyle emretmiştir. Onlar İbn Abbas'ın "bu küfürdür" sözünü gizleyerek ulema tarafından zayıf kabul edilen "kufrun dune kufr" ve "bu onları küfre götüren bir küfür değildir" sözünü gündemde tutmuştur. Böylece Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen tağutları insanlara Müslüman, mü'min ve salih kimseler olarak sunmuş, cahil olan, küfre meyli olan insanları da aldatmışlardır.

Biz İbn Abbas'ın "kufrun dune kufr" ve "bu onları küfre götüren bir küfür değildir" sözünü sahih olarak kabul etsek bile acaba bu söz dinde bir hüccet midir?

Usul alimleri ekseriyetle ictihad ve rey ile idrak edilemeyen noktalarda ve yine hakkında ittifak edilen hususlarda sahabe sözünün hüccet olduğunu söylemişlerdir. Ancak, sahabe sözünün bir başka sahabenin sözü ile çelişmesi durumunda, kesin bir hüccet olmadığı, kitap ve sünnete en uygun olanın alınabileceği de yine sahabe sözünü kesin hüccet kabul eden alimler tarafından da zikredilmektedir.

İbn Abbas'ın "kufrun dune kufr" ve "bu onları küfre götüren bir küfür değildir" sözüyle çelişen hadis İbn Mesud'un Maide 44 ayeti hakkında ki sözüdür.

İmam İbn-i Cerir et-Taberi'nin şu rivayeti nakleder: İbn-i Mes'ud'a rüşvet soruldu da o "Bu haramdır" dedi. Hükümde rüşvet sorulduğunda ise "O zaman küfürdür" diyerek "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir" (Maide: 44) ayetini okudu. (Camiul Beyan, 10/358)

bu rivayeti aynı manada ama farklı lafızlarla Hafız Ebu Yala Müsnedi'nde, Veki' Ahbarul Kudat'ta, Hafız İbn-i Hacer Metalibul Aliye'de, İbn-i Batta, el-İbanetul Kubra'da rivayet etmişlerdir.

İbn Mesud'un Maide 44 hakkında ki yukarıda naklettiğim hadis de bu şüpheciler tarafından hiç gündeme getirilmemiştir. Çünkü bu hadisi bir kez zikretseler foyaları ortaya çıkacak, yıllardır yapageldikleri aldatmaları bir anda yerle yeksan olacaktır.

Sonuç olarak, İbn Abbas'ın "kufrun dune kufr" ve "bu onları küfre götüren bir küfür değildir" sözünü sahih olarak kabul etsek bile yine İbn Abbas'ın bizzat kendisinden ve İbn Mesud'dan gelen muhalif görüş İbn Abbas'a isnad edilen bu rivayetleri hüccet olmaktan çıkarmaktadır.

Peki yine İbn Abbas'ın "kufrun dune kufr" ve "bu onları küfre götüren bir küfür değildir" sözünü sahih olarak kabul etsek bile bu sözün açıklaması nedir? Bunu İnşaAllah "Maide 44 Ayetindeki Küfür Kelimesi - 4 / Bölüm: 2" de açıklayacağız.

Yine daha sonra açıklayacağımız Maide 44 ayetiyle alakalı ortaya atılan diğer bir şüphe ise; "Maide 44 ayetinde ki küfür, Maide 45 ayetinde ki zulüm ve Maide 47 ayetinde ki fısk" şüphesidir.

İlim Allah'ındır.
 
Üst Ana Sayfa Alt