Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Muhammed (s.a.v.), Muşriklerin Ordusunda Yer Aldı mı?

M Çevrimdışı

Muvahhidun

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz müşriklerin ordusunda yer aldı mı?

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in Ficar savaşlarından birine katıldığı rivayet ediliyor!

Bazı insanlar bunu delil göstererek, tağutun ordusunda ve safında yer almak (görev almak) caizdir diyor!

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in Ficar savaşına katıldığına dair rivayeti nasıl değerlendirmemiz gerekir?

Veya bu rivayeti şerh eden âlimler var mıdır?

Bu mevzuya ışık tutacak arkadaşlar varsa lütfen yazsın!
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Ficar ve Tağuta Askerlik


İslam'dan önce bazı Arab kabileleri arasında haram aylarda cereyan eden savaşlara verilen addır.

Ricât sözlükte "azmak, haktan ayrılmak, günaha dalmak, yemininde ve sözünde yalancı çıkmak" anlamına gelir.

İslam'dan önce Arab kabileleri arasında çeşitli sebeplerle sık sık savaşlar meydana gelirdi. Bunlardan dördü, her türlü düşmanlık ve mücadeleden el çekilmesi gereken, kötülük yapmanın ve kan dökmenin yasak olduğu haram aylarda (zilkade, zilhicce, muharrem, receb) yapıldığı için "ficâr savaşları" (eyyâmu'l-ficâr) diye anılmıştır.

Kinâne ve Hevâzin kabileleri arasında meydana gelen Birinci Rcâr Muharebesi, Kinâne kabilesinin bir kolu olan Benî Gıfâr'dan Bedr b. Ma'şer'in Ukâz panayırında ayaklarını uzatıp, "Arablar'ın en şereflisi benim. Kim benden daha şerefli olduğunu iddia ediyorsa gelsin, kılıcı ile şu ayağıma vursun" diye övündüğünü duyan, Hevâzin'in kollarından Benî Duhman'dan (veya Benî Nasr b. Muâviye) Ahmer b. Mâzin'in öfkelenerek onu kılıçla yaralaması ile başlamış, ancak çarpışmalar şiddetlenmeden sona ermiştir.

2. Ficâr Muharebesi, Kinâne kabilesine mensub bazı gençlerin Ukâz panayırında Benî Âmir b. Sa'saa kabilesinden bir kadına saldırmaları sonucu çıkmıştır.

Kinâne ve Hevâzin arasında cereyan eden 3. Ficâr Muharebesi'nin sebebi, Kinâne'den bir kişinin Benî Nasr'a mensub birine olan borcunu inkâr etmesidir.

4. Ficâr Muharebesi bu savaşların en şiddetlisi olub birbirleriyle müttefik Kureyş-Kinâne ve Kays-Aylân kabileleri arasında cereyan etmiştir.

Benî Kinâne'den Berrâd b. Kays'ın Hevâzin eşrafından Urve b. Utbe'yi öldürmesi bu savaşa sebebiyet vermiştir.
Rivayete göre Benî Kinâne arasında kötü bir kişi olarak bilinen Berrâd b. Kays Hîre'ye gitmişti. Burada Hîre Hükümdarı Nu'mân b. Munzir'in büyük bir kervan hazırladığını, Urve'yi de bu kervanı korumakla görevlendirdiğini duyan Berrâd sinirlenerek, "Sen bu kervanı Kinâne'ye karşı da koruyacak mısın?" diye sormuş, Urve de "Evet, bütün kabilelere ve herkese karşı koruyacağım" cevabını vermişti.
Bunun üzerine Berrâd Urve'yi takip etmiş, bir fırsatını bulup onu öldürmüş ve durumu Kurayş'in reisi Harb b. Umeyye'ye bildirmişti.
Bunun üzerine Harb bir toplantı yaparak Kurayş'in muhtemel bir intikam savaşına karşı hazır olmasını istedi. Öte yandan Kays-Aylân reisi Ebû Berâ Âmir b. Mâlik kabilesiyle Berrâd'ı takibe koyuldu ve Mekke yakınlarında ona yetişti. Bu ilk çarpışmadan sonra her iki taraf savaş için ciddi bir şekilde hazırlandı.
Harb b. Umeyye, Kurayş ve Kinâneliler'in başkumandanlığına getirildi. Kureyş'in kollarından Haşimoğullarının reisi ve Peygamber'in amcası Ebû Tâlib, haram aylarda bulundukları gerekçesiyle Hâşimoğulları'nın bu savaşa katılmasına razı olmamış, Abdullah b. Cud'ân ile Harb b. Umeyye, "Hâşimoğulları bu savaşa katılmazlarsa biz de katılmayız" deyince Hâşimoğulları Zubeyr b. Abdulmuttalib kumandasında savaşa katılmak zorunda kalmıştı.
Savaşın ilk başlarında Kays-Aylân üstünlük sağladıysa da savaş akşama doğru Kurayş ve muttefiki Kinâne'nin zaferiyle sonuçlandı. Daha sonra Utbe b. Rebîa'nın gayretiyle taraflar arasında anlaşma sağlandı. Bu çarpışmalarda Kays-Aylân'ın kaybı daha fazla olmuştu. Ölenlerin diyeti Kureyş ve Kinâne tarafından ödendi. Berrâd ve Urve isimleri bir daha ağza alınmamak kaydıyla muahede İmzalandı.


"Eyyâmu'l-fıcâri'l-evvel denilen bu ilk savaşlardan başka "Eyyâmu'1-ficâri's-sânf adı verilen dört savaş daha olmuştur. Bunlar sırasıyla Şemta, Abla', Ukâz ve Hu-reyre savaşlarıdır. Dört yıl süren bu savaşlar da anlaşmayla sonuçlanmıştır.

Muhammed'in (s.a.v.) Eyyâmu'l-ficâri'l-evvel'in 4. süne amcalarıyla birlikte katıldığı ve o sıralarda Tercih edilen görüşe göre 10 yaşlarında idi . Musa bin Ukbe, siretinde Ficar savaşıyla Kabe'nin inşa edilmesi arasında 15 yıl olduğunu, Kabe'nin inşaası ile Rasulullah (s.a.v.) in peygamberlikle görevlendirilmesinden 15 yıl önce gerçekleştiğini ifade etmiştir. Sahih olan rivayete göre Rasulullahın (s.a.v.) peygamberlikle görevlendirilmesi 40 yaşında olduğu sırada olmuştur. Bu hesaba göre Rasulullahın (s.a.v.) Ficar savaşının olduğu sırasında 10 yaşlarında olmasıdır. (Beyhaki ; Delailu'n Nubuvve 2, 58 - 60)
Diğer daha zayıf rivayetlere göre 14 - 15 (İbn Hişâm, I, 184; Diyarbekrî, I, 259; Halebî, 1, 207), 14 (Ya'kubî, II, 15) veya 20 (Ya'kubî, II, 15 -16; İbnu'1-Esîr, I, 592; Diyarbekrî, I, 259) yaşlarında olduğu nakledilmektedir.

O'nun bu muharebede fiilen savaşıp savaşmadığı hususunda iki rivayet bulunmaktadır.
Birinci rivayette Kays'lılarla savaşmayıp amcalarına ait eşyaları koruduğu, atılan okları kalkanla karşılayıp toplayarak onlara vermekle yetindiği belirtilir. (İbn Hişâm Ma'a Ravdi'l Unuf, I, 195-198 - 210)
Abdurrahman es-Suheyîî de, Muhammed'in (s.a.v.) bu savaşa fiilen iştirak etmediğini, onun haram aylarda ve muşrikler arasında cereyan eden bir savaşa katılmasının mümkün olmadığını, Cenâb-ı Hakk'ın ancak i'lâyi kelimetullah için savaşa izin verdiğini söyleyerek bu görüşü destekler. (İbn Hişâm Ma'a Ravdi'l Unuf, I, 209) ; er-Rauzu'l-unuf, II, 229)


İkinci rivayete göre ise Muhammed (s.a.v.) amcaları ile birlikte katıldığı bu savaşta ok atmış ve bundan dolayı pişman olmadığını beyan etmiştir. (İbn Sa'd, I, 128)

Onun diğer ficâr savaşlarına katılıp katılmadığı bilinmemektedir. Nûreddin el-Halebî başka bir savaşa iştirak etmediğini (İnsânu't-'uyûn, I, 210), İbn Kesîr ise, Şerib (Ukâz) Savaşı'na katıldığını söyler. (el-Bidâye, II, 290)
Zuhrî gibi bazı muellifler ise Muhammed'in (s.a.v.) Kurayş'in yenilgisiyle sonuçlanan Şemta Savaşı'na katılmasının mümkün olmadığını söylerse de, İbnu'1-Esîr bu fikre karşı çıkarak onun peygamber olduktan sonra katıldığı savaşlarda bile ashabının mağlûb olduğunu hatırlatır. (el-Kâmil, I, 592-593)



Dar'ul harbte askere giden müslümanın, şirkten kurtulması çok zor bir durumdur fakat imkansız değildir. İmkansız diyebilmek için askere giden herkesin fert fert durumunu bilmek gerekir bu da imkansızdır. Çok az olsa bile imkan olursa, imkan var demektir.
Kafir ordusunu çoğaltmanın küfür olduğunu gösteren ayet Nisa: 97 ayetidir. Ve bu sadece müslümanlara karşı savaşıldığı zaman söz konusudur. Bütün alimler bu ayeti böyle anlamıştır. Yoksa her halukarda kafirlerin askerleriyle beraber, onların sayılarını çoğaltana kayıtsız şartsız kafir demek aşırıya gitmektir. Çünkü böyle bir hüküm vermek Rasulullah (s.a.v)’a Ficar savaşlarında kafir akrabalarının sayısını çoğalttığı için kafir oldu hükmü verilmesini gerektirir (haşa).

Niyeti; cemaat emiri tarafından “kafirlerin sırlarını öğrenmek, eğitim yapmak için veya onların zulmünden bir an önce kurtulmak için gideceğim ve orada hiç küfür ve şirk işlemeyeceğim” diyen bir kimsenin istemeyerek te olsa kendi ihtiyarıyla askere gitmesi onu kafir yapmaz. Fakat orada şirk işlerse, velev ki ikrah altında işlemiş olsun, Allah katında sorumlu olur. İkrah ona fayda vermez. Çünkü kendi isteğiyle oraya gitmiştir.
Her kim de askerden kaçmak için bütün gücünü kullandığı halde, sonunda yakalanıp zorla askere götürülürse, bu kimse şirk, küfür ve haram işlememek için bütün gücünü kullanmalıdır. Ve bu askerlikten kaçmak için her yolu denemelidir. Bütün bunlara rağmen ikraha maruz kalır ve bu amellerden birini işlerse Allah katında mazeretli sayılır.

Özetleyecek olursak Dar'ul harb'in tağuti kurumunun en başı olan silahlı kuvvetlerine istemeyerekte olsa kerhen askere giden müslüman muvahhid olarak tanıdığımız bir kimsenin niyetine, durumuna ve orada küfür, şirk, haram ameller işleyip işlememesine göre kendisine hüküm verilir.


İLGİLİ Konu :

Dar'ul harbe Asker Olmak

https://www.islam-tr.org/konu/darulharbe-asker-olmak.7855/
 
M Çevrimdışı

Muvahhidun

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Hz. Peygamber (s.a.v.), Bedir savaşında esir alınan amcası Hz. Abbas'a müşrik muamelesi yapmıştır!

Her ne kadar Hz. Abbas, ''Ben Müslüman olduydum, bunlar beni zorla savaşa çıkardı'' dediyse de, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onun mazeretini kabul etmedi ve „Allah (c.c.) durumunu en iyi bilendir, eğer gerçekten dediğin gibi isen Allah (c.c.) sana ona göre karşılığını verir, fakat senin zahirin (görünüşün) bizi ilgilendirir.” dedi.

Zahiren Hz. Abbas tağut ordusunda Müslümanlar aleyhinde yer aldı, ancak Müslümanlarla savaşmadı, bir ok dahi atmadı, ama yine de Peygamber (s.a.v.) ondan fidye alarak müşrik muamelesi yaptı!

''Niyeti; cemaat emiri tarafından “kafirlerin sırlarını öğrenmek, eğitim yapmak için veya onların zulmünden bir an önce kurtulmak için gideceğim ve orada hiç küfür ve şirk işlemeyeceğim” diyen bir kimsenin istemeyerekte olsa kendi ihtiyarıyla askere gitmesi onu kafir yapmaz.'' (ABDULHAK'tan alıntı)

İyi niyetle tağutun ordusunda görev yapan kâfir olmuyor da, iyi niyetle tağuti sistemde oy kullanan niye kâfir oluyor?

''Fakat orada şirk işlerse, velev ki ikrah altında işlemiş olsun, Allah katında sorumlu olur. İkrah ona fayda vermez. Çünkü kendi isteğiyle oraya gitmiştir.'' (ABDULHAK'tan alıntı)


Rabb'imiz (c.c.) şöyle buyuruyor: '' Eğer onlara (müşriklere) itaat ederseniz, muhakkak siz de müşrik olursunuz!'' (En'am, 121)


İslam âlimleri itaati üçe bölmüşlerdir:

1- Kişinin başkalarına mutlak itaat etmesidir. Yani verilen emir hakka uyar mı, uymaz mı, buna bakmaksızın birisine itaat etmek –neuzü billah- kişiyi dinden çıkarır. Zira böyle mutlak itaat, ibadet anlamına girer. Dolayısıyla Allah'ın rütbesini başkalarına vermektir. Böylece Allah'a şirk koşmaktır. Yani nasıl biri peygamberlik rütbesini başkalarına verip, peygamber olmayan birisine “bu peygamberdir” deyince kâfir oluyorsa, aynen mutlak itaate müstahak olan Allah'ın bu rütbesini başkalarına verirse şirke girer.

2- Kanun yaptırma konusunda veya küfr-ü mutlakı ayakta tutmak için tâğutlara itaat etmesi ki bu da şirktir. Zira şirke düşmek üç şeyle olur: Bazen şirki ifade eden sözle olur. Bazen de şirki ifade eden düşünce ve inançla olur. Bazen de şirki ifade eden fiillerle olur. İşte fiilî şirk, tâğutu ayakta durdurma, itaat etme şirkidir. Zaten En’am 121. ayetin konusu da bu çeşit şirki beyan etmektir. Ayrıca bu şirki beyan eden Tevbe suresi 31. ayettir. Bu konuda İbn Kesir’in tefsirine bakılabilir.

3- Müstekbirlere günah konusunda itaat etmesidir. İşte bu itaatlerin ilk iki çeşidi kişiyi küfre götürür. Fakat son kısım itaat o günah kanunlaşmadığı müddetçe kişi -eğer itaat ederse- günahkâr olur. Fakat kâfir olmaz.



T.C. ASKERLİK KANUNU
Kanun Numarası : 1111
Kabul Tarihi : 21/6/1927
Yayımlandığı R. Gazete : Tarih: l2-17/7/1927 Sayı: 631-635
Yayımlandığı Düstur : Tertip : 3 Cilt : 8 Sayfa : 866
Madde 1 -Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmağa mecburdur.

Tağuti bir rejimin ''Askerlik Kanunu''na itaat edip, tağut ordusuna teslim olma eyleminin bizzat kendisi şirk olmaz mı?
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Niye sorduğunu ele mi veriyorsun ?

İyi niyetle tağutun ordusunda görev yapan kâfir olmuyor da, iyi niyetle tağuti sistemde oy kullanan niye kâfir oluyor?

Salt askerlik küfür olsa, Ya Rasulullahın katıldığı Kureyş müşrik ordusunun ficar savaşlarını aktaran kaynakları red edeceksiniz ya da Ficar savaşına katılan Rasulullahı haşa tekfir etmek zorunda kalacaksınız.
Dediğimiz bir müslüman Darulharbin askerlik görevine gitmemelidir, gitmemek için yollara başvurmalıdır. Buna rağmen çaresiz kalıpta aşağıya aktaracağım sebeblerden dolayı giderse kanı malı canı helal olan mutlak kafir olmayacağını umuyorum.

Peygambere, Şeriat devletine karşı bilfiil savaşmış ordunun içinde olmak ile;
askere gitmediği için tüm yaşam boyunca hem tağutun kolluk kuvvetleriyle hem iş ve sosyal hayatındaki sorunlar olacaktır diye küfredip buğzederek her türlü küfür ve şirk fiillerinden uzak durmaya çalışan aynı mıdır?

Tağuti bir rejimin ''Askerlik Kanunu''na itaat edip, tağut ordusuna teslim olma eyleminin bizzat kendisi şirk olmaz mı?

Kafir olmak için kanun olması gerekmeyebilir. Ehli sünnet alimleri mesela kafirlerin bayramlarında onları kutlamak, aralarına karışmak vs. kafir eder demektedirler. Tekfirde Kasıt yani niyet şartı önemlidir.





*********************



TEKFİRDE KASIT ŞARTI

Abdulkadir b. Abdulaziz

https://www.islam-tr.org/konu/seyh-abdulkadir-b-abdulaziz-tekfirde-kasit-sarti.9154/




TEKFİRDE AŞIRILIKTAN SAKINDIRMA KONUSUNDA 30 RİSALE

26. RİSALE :
SEÇİMLERE KATILAN HERKESİ AYIRIM YAPMADAN TEKFİR ETMEK

https://www.islam-tr.org/konu/seyh-...an-herkesi-ayirim-yapmadan-tekfir-etmek.9044/


İSLAM'DA , TEKFİRE MAZERET OLABİLECEK DURUMLAR


https://www.islam-tr.org/konu/islamda-tekfire-mazeret-olabilecek-durumlar-dinle.9051/


TEKFİR KONUSUNDA YAYGIN OLAN HATALAR
Tekfirde Aşırı Gitme Meselesi


https://www.islam-tr.org/konu/seyh-makdisi-tekfir-konusunda-yaygin-olan-hatalar.11757/#post-108534

Darulharbe Asker Olmak

https://www.islam-tr.org/konu/kufur-duzenini-korumak-taguta-askerlik.7850/

Herkes delilleri görerek konu hakkında fikir sahibi olsun.
Konu bitmiştir.
 
Cundullah.99 Çevrimdışı

Cundullah.99

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Ebu Muhammed el-Makdisi:
Alimler kafir ve müşriklerin yanında görev alan herkese aynı hükmü vermemişlerdir. İbn-i Hacer’in Buhari şerhinde Habbab b. Eret’in As b. Vail’in yanında çalışması hakkında sözleri alimlerin her görevi eşit seviyede görmediklerine bir delildir. Alimler, zaruret olmadıkça, müşriklerin yanında çalışmayı kerih görmüşlerdir. Bunun içinse bazı şartlar getirmişlerdir.
Bu şartlar şunlardır:
1- Yapılan iş günaha yardım etmek mahiyetinde olmamalıdır.
2- Yapılan iş Müslümanların aleyhine olmamalıdır.
3- Yapılan iş Müslümanı küçük düşüren bir tarzda olmamalıdır.
Elbette yapılan bu iş onlara batılları hususunda yardım etmek ve onlarla dostluk kurmayı gerektirecek bir tarzda olmamalıdır.
“ Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.” (5, Maide/51)
Dolayısı ile bu kafir hükümetlerde çalışmak bütünüyle küfürdür ya da haramdır şeklinde bir söz söylenemez. Bunun ayrıntıları vardır. Şayet yapılan işte yasamaya katılmak varsa bu küfürdür. Tağutlara ve kanunlarına destek olmak varsa bu küfürdür. Günah ve haramda onlara destek vermek varsa bu da küfürdür. Ancak bu şartları taşımıyorsa günahtır ya da küfürdür denemez. Alimlerin kerih görmesine, kafirlerden ve onların yanında çalışmaktan uzak durmayı teşvik etmelerine rağmen bu şartlar bütün işler için geçerlidir. Doktor, öğretmen, mescid imamı ve hatta diğer memurlar için bu şartlar geçerlidir. Eğer bu memurların içinde tağutlara dostluk eden ve onlara yardım eden varsa onun hükmü tağutların hükmü gibidir. Ancak böyle bir durum söz konusu değilse o zaman “Acaba aldığı görevde bizzat haram ya da harama destek olmak var mıdır yok mudur?” diye mahiyetine bakılır.
Ancak her ne şartta olursa olsun asker, polis, emniyet ve istihbarat görevlisi görevlisine gelince… Onlar tağutlara yönelik dostluklarını elleriyle ve dilleriyle ortaya koymuşlardır. Şirk safını seçmişlerdir. Kanunlarının uygulanmasında onlara yardımcı olmuşlardır. Bu tağutları “Tağut” olarak isimlendiren tevhid ehline karşı tağutlarla aynı safta yer almışlardır. İşte biz bu kimseler hakkında onların kalperine bakmaksızın zahiren hüküm veriyoruz. Eğer kalperinden bundan başka bir şey varsa o bizi ilgilendirmez. Zira hadiste de geçtiği üzere biz batına göre değil bizzat zahire göre hüküm vermekle mesulüz.
Doktor ya da bu gibi zahiri itibarıyla tağutların kanunlarına ve anayasalarına destekçi olmayı içermeyen memuriyetlere gelince daha önce de dediğimiz gibi eğer bu memuriyetlerde görev alan kimseler tağutlardan beri olarak tevhidi gerçekleştirebiliyorlarsa bir sorun yoktur. Aksi durumda tağutlara yardım eden askerlerle aynı konumdadırlar. Buradaki ayırıcı unsur haktır.

Kaynak: Millet-i İbrahim’in En Önemli Misyonu, Ebu Muhammed el-Makdisi


Abdulkadir Bin Abdulaziz:
“Ancak kim küfre göğüs açarsa, onlara Allah tarafından bir gazap vardır ve büyük bir azap onlar içindir. İşte bu, onların dünya hayatını âhirete tercih etmeleri ve şüphesiz Allah’ın kâfir topluluğu doğru yola ulaştırmaması nedeniyledir.” (16 Nahl/106-107)
Onları bu yaptıklarına sevk eden şey ikrah değil, dünya sevgisidir.
Mürted yönetimleri fiilî olarak destekleyenlerin durumu da böyledir. Bunlardan olup mürted yönetimin ordusuna kendi iradesi ile katılanlar, yaptıkları şeyleri kendi iradeleriyle yapmaktadırlar. Mürted yönetimlerin ordusuna zorunlu askerlik adı altında katılanlara gelince, şâyet kişi bunu yapmayacak olursa, dünyevî olarak çeşitli zararlara uğrar. Örneğin; resmî işyerlerinde çalışamaz,
yolculuk yapamaz, hapis cezasına maruz kalır. Bu tür zararlar ise, mürted ordusuna katıldığı taktirde düşeceği küfürde, ruhsat sağlayacak olan ikrahı mülcî derecesine ulaşmaz. Görüldüğü gibi bu kimseler hakkında da burada geçerli bir ikrah yoktur.

Kaynak: TAĞUT VE DESTEKÇİLERİ, -İkrah-, Abdulkadir Bin Abdulaziz
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Evet Allah kendisinden razı olsun "tekfirden sakındıran 30 risale" isimli eserinde Şeyh Makdisi, tağuta askerlik ve polislik konusunda böyle düşünmektedir.
 
Cundullah.99 Çevrimdışı

Cundullah.99

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Evet Allah kendisinden razı olsun "tekfirden sakındıran 30 risale" isimli eserinde Şeyh Makdisi, tağuta askerlik ve polislik konusunda böyle düşünmektedir.

Tamam da, benim anlamadığım konu şu;
Hem Abdulkadir b. Abdulaziz hem Ebu Muhammed el-Makdisi tağuta askerlik yapanları tekfir ediyor, sen de bu mevzuda onların eserlerinden kaynak göstermişsin!
Burada bir çelişki yok mu?
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Evet Allah kendisinden razı olsun "tekfirden sakındıran 30 risale" isimli eserinde Şeyh Makdisi, tağuta askerlik ve polislik konusunda böyle düşünmektedir.

Tamam da, benim anlamadığım konu şu;
Hem Abdulkadir b. Abdulaziz hem Ebu Muhammed el-Makdisi tağuta askerlik yapanları tekfir ediyor, sen de bu mevzuda onların eserlerinden kaynak göstermişsin!
Burada bir çelişki yok mu?

Kaynak gösterdiğim konu aynı konu değil. Askerlik konusunda tekfir etse de, diğer meselelerde tekfirin şartları usulleri ve engelleri olabileceğini bildirdiği ile ilgilidir.
Bunun yanında küfrederek giden, istemeden giden kişinin kafir olamayabileceğini söyleyen alimler de olduğundan ; askere severek gidenle küfrederek giden arasında fark gören alimler bulunmaktadır. Dolayısıyla ikisini de aynı kefeye koyarak kayıtsız şartsız net kafirdir dememektedirler. Bundan dolayı tekfirin şartlarıyla ilgili meseleleri aktardım .
Ayrıca daha başka meselelerde de (okul , mahkeme, oy vb.) direkt ayırım ve istisna yapmadan tekfir edenler olduğu gibi tekfirin şartlarını yürüten alimlerde vardır. Makdisi de bunlardan biridir.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Hasan Karakaya , Ahmed Kalkan biliyorum.

Askerliğin çok sakıncalı bir durum olduğunu, kaçabilenin yol bulup gitmemesi gerektiğini söylemekle beraber, yapacak bir şeyi kalmayan kimsenin buğz ederek, küfür olduğunu da bilerek istemeden askere gidenin kafir olmayabileceğini söylemekte (inşeallah)
 
Üst Ana Sayfa Alt