Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Peygamber’in Doğumunun Kutlanması

laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Kitap Yada Yazar İsmi Varmı...Yoksa Anonim mi ???
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Mevlid Tartışmalarına Son Verecek Eser: HAVLE'L-İHTİFAL Bİ-ZİKRA'L-MEVLİDİ'N-NEBEVİYYİ'Ş-ŞERİF

Peygamber toprağında. Kralın korkusu,
zindan ve sürgünün kendisini Hakkı haykırmaktan alıkoyamadığı peygamber torunu, rabbani ve
muttaki alim es-Seyyid Muhammed bin Alevi el-Maliki el-Haseni -Rahimehullah- Hazretleri'dir bu
zatın adı... Türkçeye "Mevlid-i Şerif'i Kutlamak" şeklinde çevrilebilecek olan merhum müellifin
Havle'l-İhtifal Bi-Zikra'l-Mevlidi'n-Nebeviyyi'ş-Şerif(2) isimli kitabı muhalilerin bütün yollarını
tıkayacak ve bütün iddialarını çürütecek nitelikte bir eser. Konuyla ilgilenen araştırmacılara ve
medrese talebelerine yön gösterecek olan bu kitap, müellifin diğer eserleri gibi Türkçe'ye
kazandırılmayı bekliyor.
Mevlidi İlk Kutlayan Kimdir?
Muhaliflerin bu konudaki en temel iddialarından birincisi mevlid kutlamalarını ilk defa Şii
Fatımilerin ortaya çıkardığıdır. Müellifin "cahil ya da haktan uzak kişler"(5) olarak nitelendirdiği
bu şahıslar, mevlidi ilk kutluyan kişinin bizzat Peygamberimiz -Sallallahu Aleyhi ve Sellemolduğu
gerçeğini saklamak istemektediler. Nitekim Müslim'in rivayet ettiği hadiste bildirildiğine
göre; pazartesi günü orucuyla ilgili sorulduğunda Efendimiz -Sallallahu Aleyhi ve Sellem- şöyle
buyurdu: "Çünkü o gün benim doğduğum gündür". Müellif, burada bütün iddiaları temelinden
çürütücek sözünü söylüyor: "Bu hadis Mevlid-i Nebi'yi kutlamanın meşru olduğuna dair açık bir delildir."
Burada mevlidi sadece oruçla kutlamanın şart olmadığını, Peygamberimiz -Sallallahu Aleyhi veSellem- o gün sadece oruç tuttuğu için başka şeyler yapılamayacağını iddia etmenin yersiz olduğunu belirten(6) müellif, Mevlid- Nebi'yi başka şekillerde kutlamanın meşru olduğuna dair muhaddis ulemadan nakiller yaparak(7) ve delilleri tek tek zikrederek(8) ortaya koyuyor.
İbn Kesir'e İftira ve Cevabı
Mevlid kutlamalarının Şii Fatımiler tarafından ortaya çıkarıldığını iddia eden kişiler, bu
iddialarına Hafız İbn Kesir -Rahimehullah-'ı da alet etmek istiyorlar. İbn Kesir'in el-Bidaye
ve'n-Nihaye adlı eserinde yer alan mevlidle igili ifadeleri tahrif ederek İbn Kesir'i sözkonusu
iddiayı benimsediğini öne süren inatçılara müellif şöyle sesleniyor: "Eğer sadıklardan iseniz
kaynağını getirin".(9) Bu tahrifi yapanlara son derece kızan müellif bu kişilerin ümmetin
alimlerine ihanet ettiklerini, iftiracı ve yalancı olduklarını belirtiyor.(10)



Hafız İbn Kesir'in el-Bidaye ve'n-Nihaye (XIII/136)'sinin Mektebetü'l Mearif nüshasından konuyla ilgili ifadeleri nakleden(11) müellif, iddialara konu olan Melik Ebu Said'den İbn Kesir'in "alim","adil" olarak bahsettiğini, Peygamber sevgisinden dolayı mevlid gününde çokça hayır-hasenat yaptığını ortaya koyuyor.

İbn Teymiyye ve Mevlid
İbn Teymiyye İslam ilim tarihi boyunca hakkında çokça konuşulmuş bir isim. Alimlerin bir kısmı onun kimi itikadi görüşlerinden dolayı saptığını söylerken, bir kısmı da yanlış görüşlerinin dışında kendisinden istifade edilebilecek değerli bir alim olduğu görüşünü benimsemişlerdir.
Bazıları ise İbn Teymiyye'nin tenkid edilen görüşlerine katılarak onun takipçisi olmuşlardır. Her halukarda İbn Teymiyye hakkında hatırı sayılır bir "tenkid bibloyografya"sı bulunmakta.

Mevlid Tartışmalarına Son Verecek Eser: HAVLE'L-İHTİFAL Bİ-ZİKRA'L-MEVLİDİ'N-NEBEVİYYİ'Ş-ŞERİF

Müellif eserinde "Mevlid Hakkında Şeyh İbn Teymiyye'nin Görüşü" başlığı altında İbn
Teymiyye'nin konu hakkındaki görüşünü naklediyor(16): "Mevlidi yad etmekle bazı insanlar sevap umuyorlar. Ya İsa -Aleyhisselam-'ın doğumu konusunda Hristiyanlara benzemek ya da Peygamber -Sallallahu Aleyhi ve Sellem-'e duyulan sevgi ve O'na tazim niyetiyle insanların bazısı bu mevlid işini ortaya çıkardılar. Allah'a yemin ederim ki bu bid'at değildir, içtihad ve sevgiden dolayı bunu dolayı bunu yapanların sevap kazanacağı umulur."
Burada insan "İbn Teymiyye bu konu hakkında madem böyle diyor, o halde kendisini selefi diye isimlendiren bazı kişi ve gruplar İbn Teymiyye'den konu hakkında nasıl oluyor da olumsuz nakiller yapabiliyor?" diye düşünmeden edemiyor. Bu konuyu ileride kaleme alacağımız tefarruatlı makaleye havale ederken, şimdi sadece şu dört ihtimali zikretmekle yetineceğiz:
a) İbn Teymiyye ilmi süreci içersinde önce mevlid kutlamalarını caiz görürken sonra vazgeçmiş
olabilir.
b) Önce caiz görmüyorken sonra vazgeçerek caiz olduğuna kanaat getirmiş olabilir.
c) İbn Teymiyye'nin kitaplarını yayınlayan bazı yayıncılar konuyla ilgili ifadelerini tahrif etmiş
olabilir.
d) Son ihtimalde İbn Teymiyye bazı başka konularda olduğu gibi bu konuda da çelişkili ifadeler
kullanmış olabilir.(17)
1) Suudi Arabistan'da yayınlanan lise ders kitaplarında yer alan bu tür örnekler için bkz.
es-Seyyid Muhammed bin Alevi el-Maliki el-Haseni, el-Gulüvv ve Eseruhu fi'l-İrhab ve
İfsadu'l-Müctema', Basım yeri ve tarihi yok, s. 28-30.
2) Kahire 1418 hicri, Matbaat-u Dar-u Cevamiı'l Kelim, 10. Baskı, 104 sayfa.
3) Havle'l-İhtifal Bi-Zikra'l-Mevlidi'n-Nebeviyyi'ş-Şerif, s. 3.
4) a.g.e., s. 6.
5) a.g.e., s. 15.
6) a.g.e., s. 20-21.
7) a.g.e., s. 15-19.
8) a.g.e., s. 22-36.
9) a.g.e., s. 58.
10) a.g.e., s. 57-58.
11) a.g.e., s. 59.
12) a.g.e., s. 8.
13) a.g.e., s. 9.
14) a.g.e., s. 10.
15) a.g.e., s. 12-14.
16) a.g.e., s. 37. Müellif eserinin 61. sayfasında İbn Teymiyye'den aynı ifadeleri naklettikten
sonra kaynak olarak İbn Teymiyye'nin İktizau's-Sıratı'l-Mustakim (Daru'l-Hadis nüshası, s. 266)
adlı eserini veriyor.
17) Nitekim İbn Teymiyye bazı akidevi konularda birbiriyle çelişkili ifadeler kullanarak kendi
kendisini nakzetmiştir. Bkz. Ebubekir Sifil, İslam ve Modern Çağ I, İstanbul 2004, Kayıhan
Yayınları, s. 67 vd.
 
esedullah1230 Çevrimdışı

esedullah1230

Üye
İslam-TR Üyesi
bu FERDİOSMAN DENEN ŞAHIS kadar bidatı seven kör kütük cahil bir kişi daha görmedim birde alimlere iftiralar atarak bişleri ispatladıgnı zannediyor yazık
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
bu FERDİOSMAN DENEN ŞAHIS kadar bidatı seven kör kütük cahil bir kişi daha görmedim birde alimlere iftiralar atarak bişleri ispatladıgnı zannediyor yazık

:) adam Yalan!!! yada safsata!!! söylüyorsa..destekli söyküyor !!!..Peki sen ne yapıyorsun...???...hakaret ....devam et...bu ferdiosmanı durdurmaz..onun durdurman..için Kuran ve Sahih Hadislerle onu susturman lazım...hakaret vari yorumlarla ancak..kendi haksızlığını ortaya koyarsın..(Dışarıdan bakıldığında öyle gözüküyor)
 
esedullah1230 Çevrimdışı

esedullah1230

Üye
İslam-TR Üyesi
Kutlu doğum haftası denilen şey Bid'at tir. Kur'an da ve Sünnette hiçbir kanıtı ve dayanağı yoktur.


Bismillahirrahmanirrahim

değerli kardeşlerimiz bir konuda sakındırmak ve uyarmak isteriz. Şu sıralar özellikle laik tc sisteminin ve tüm tağutların,bel'am ların onayı ile "Kutlu Doğum Haftası" şeklinde bir bid'at bu halka sanki sünnet de varmış gibi kutlatılmaya ve bu fikir empoze edilmeye çalışılıyor.

Bizler inşaAllah her zaman hak olanı savunmaya devam edeceğiz.
Kutlu doğum haftası denilen şey Bid'at tir. Kur'an da ve Sünnette hiçbir kanıtı ve dayanağı yoktur.

Bu ve bunun gibi tüm Bid'at ler, Tağuti sistemlerin ve özellikle birtakım müşrik insanların (Özellikle: F.Gülen) halka "Ilımlı İslam" adı altında yeni bir din öğretmek ve laik,demokratik tc *devletini Müslüman olarak göstermeye çalışmaktır.

*(Devletten kasıt halk değildir. Sadece tbmm tüm parlamenterler ve kolluk kuvvetleridir)

Bu sadece türkiye ile biten bir durum değildir. Dikkat edilirse tüm avrupadaki Müslüman'lara bu bid'at empoze edilmeye çalışılıyor.
Bizlerin burada takınacağı tavır net olmalıdır. Bizler Kur'an ve Sünnet'e sımsıkı yapışmalı ve bir amel edeceğimiz zaman o amelin Sünnet te olup olmadığını iyice araştırmalıyız.

Hakkı en fazla gizleyenlerden birisi,ünlü Bel'am Süleyman Ateş bile bir yazısında şöyle demiştir.

Alıntı:
..ama kutlu doğum veya mevlit kandili gibi kutlamalar uydurma dır, bid’attır. bunlara dini gün demek de doğru değildir. bir şeyin dini olması için ya kur’ân’da veya peygamber sünnetinde belirlenmiş olması gerekir.

Süleyman Ateş gibi, tağutun cariyesi olmuş kafir birisi bile bunları söyleyebiliyor..

Bu da Allah'ın dine kafirlerin eliyle de yardım ettiğinin kanıtıdır.

 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Senedi bende yok Sahih mi bilmiyorum ama ''Kötü söz sahibine aiddir'' diye bir ata sözümüz var ..Neyse...Biz form ziyaretçilerini bilgilendirmeye ve bilgilenmeye devam edelim ki,bu form sitesinin kuruluş amacına uygun olsun...

Ebû Katâde radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e pazartesi günü oruç tutmanın fazileti soruldu. O da şöyle buyurdu:
"O gün, benim doğduğum, peygamber olduğum (veya bana vahiy geldiği) gündür." .
Müslim, Sıyâm 197, 198

el-Maliki Mefahim adlı eserinde derki;
İhya edilmesi için teşvik ettiğimiz Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in doğduğu gün olan Mevlidin anlamı, bazıları tarafından yanlış algılanmaktadır. Bu kimseler, kendilerinin ve okuyanların vakitlerini zayi eden, ne kadar tutarsız olduklarını ortaya koyan gereksiz münakaşalarla birçok eser kaleme almışlardır. Mevlid-i Nebi hakkında birçok şey yazdık, Mevlid’den ne anladığımıza dair birçok açık oturum ve programa katıldık.
Daha önce de söylediklerimizi burada tekrar söyleyelim: “Mevlidi Nebi bir ibadet değildir, sadece bir gelenektir. Biz bu şekilde inanıyoruz. İnsan birçok şey düşünür ama sadece inandığını ikrar eder. Her toplantıda ve her münasebetle söylüyoruz; Mevlid münasebetiyle bir araya gelmek bir ibadet değil, bir gelenektir. Bunu açıkça ifade etmemize rağmen, hala birilerinin itiraz etmesinin anlamı ne olabilir ki?
Başımızda gerçek bir musibet varsa o da anlamamaktır. Bu yüzden İmam Şafii: “Ne zaman bir âlim ile tartıştıysam onu ikna etmiş, ne zaman bir cahille tartıştıysam o bana baskın çıkmıştır” demektedir.
Sıradan bir talebe dahi, adet ve ibadet arasındaki basit farkı bilir. Buna rağmen hala birisi çıkıyor: “siz mevlid günü toplantılarını ibadet olarak benimsemişsiniz” diyorsa, biz de ona “delilin nedir?” diye sormak durumundayız. Yok, eğer “tamam bu toplantılar ibadet değil bir gelenektir ” diyerek dediklerimizi kabullenecek olsa, biz de ona: “bu durumda istediğini yapmakta serbestsin” deriz.


Hepimizin korktuğu asıl büyük musibet, gayrı meşru bir bidatin ya da birisinin içtihadının ibadet olarak kabul benimsenmesidir. Bu asla razı olmadığımız, insanları sakındırdığımız ve mücadele ettiğimiz bir sorundur.
Evet, Mevlidi Nebi bir gelenektir. İnsanlar için büyük faziletlere sebep olur. Zira o gün münasebetiyle yapılan her şey dinin asıl hedefleri arasında bulunmaktadır.
Buna rağmen bazılarının zihininde tutarsız bir anlayış oluşmuştur. Mevlidi Nebi için toplanmaya diğer günlerde değil de neden sürekli belli bir günde davette bulunuyormuşuz.
Senenin her günü, Mekke ve Medine’de Nebi ve onun doğumu için her fırsatta toplanan insanları görmezlikten gelerek sadece Mevlid günü toplanıldığını iddia eden bu adamlar ne demek istiyorlar acaba. İnsanların bu toplantılarını bilenler bilir, bilmeyenler bilmez. Bizim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’i sadece bir gece hatırlayıp senenin diğer günlerinde onu bırakıp gafil olduğumuzu düşünen varsa büyük bir iftira atarak açıkça yalan söylemektedir. Mevlidi Nebi için Allah’ın lütfu ile her gün ve gece toplanılmaktadır. Bir gün ve gece geçmesin ki, bu hususta bir yerde meclis ve toplantı olmasın.
Buradan sesleniyoruz. Herkes duysun. Böyle toplantıları sadece bir güne tahsis etmek, Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’e büyük bir cefadır. Zaten insanlar bunu bildikleri için bu çağrıya bütün kalpleriyle her zaman iştirak etmektedirler.
Toplantılarımızı sadece Medineyi Münevvere’de yaptığımızı iddia edenler, ya hakikaten yaptıklarımızı bilmiyorlar ya da kasten bilmezlikten gelmektedirler. Toplantılarımızı sadece Medine’ye, ya da belli bir ayın belli bir gününe tahsis etmediğimizi görebilmeleri için, Allah’tan onların cehalet perdelerini kaldırarak gözlerinin açılmasını dilemekten başka yapabileceğim bir şey yoktur. Biz her zamanda, her mekânda bu gibi toplantılar tertiplemek için her fırsatı değerlendiririz. Şairin dediği gibi:

Eğer gün ışığı bile delile muhtaç ise
O zihinde hiçbir şey kabul görmez

Netice olarak Mevlid gecesinde toplanmanın diğer günlerde toplanmaktan daha faziletli olduğunu iddia etmiyoruz. Zaten böyle bir iddiayı ileri sürmek bid’attir. Zira Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’i her zaman hatırlamalı, kalpler daima onunla meşgul olmalıdır.
Evet, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in doğduğu gün vesilesiyle toplanmaya daha fazla teşvik edildiğini görmekteyiz. Bunun sebebi, o gün sebebiyle şimdi ile geçmiş arasında daha kolay bağ kurulabiliyor olmasıdır.
Biz şunun farkında olmalıyız ki; bu günler vesilesiyle insanların bir araya gelmeleri, onları Allah’a davet edebilmek için kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Bizce bu gecelerde ulema ve davet ehline düşen vazife; Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in ahlakı, adabı ve hayatını anlatarak, insanları hayra teşvik etmek, bid’at, şer ve fitneden sakındırmaktır.
Bizler Allah’ın lütfu ile bu hayra ortak olmaya çalışıyoruz. İnsanlara, bu gecede bir araya gelmelerinin sadece bir vesile olduğunu, asıl maksadın bu toplantılar olmadığını, fırsattan istifade edip asıl maksattan nasibini alamamış birisinin, Mevlid gününün hayırlarından mahrum kalmış olduğunu hatırlatırız.
Bu husustaki delilleri burada zikrederek sözü uzatmaya gerek görmüyoruz. Bu meseleyi yeterince izah eden “Havle’l-ihtifal bi Mevlidi’n-Nebi” adıyla müstakil bir eserimiz vardır.
Burada sadece konuyla alakası olduğu ve üzerinde çok konuşulduğu için, Allah resulü’nün doğduğu gün Ebu Leheb’in, kölesi Süveybe’yi âzad etmesi hadisesi ve çevresindeki tartışmalara değineceğiz.

b. Ebû Cehil’in kölesi Süveybe’yi âzad etmesi
Hadis ve siyer kitaplarımız Ebû Leheb’in, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in doğumunu haber verdiği için kölesi Süveybe’yi âzad ettiğini anlatmaktadırlar. Abbas bin Abdulmuttalib, ölümünden sonra Ebû Leheb’i rüyasında görmüş ve ona halinden sual etmiştir. O da şöyle cevap vermiştir: “Sizden sonra hiçbir iyilik görmedim. Ancak Süveybe’yi âzad etmem sebebi ile hayra nail oldum. Her pazartesi günü azabım hafifletilmektedir.”
İmam Abdürrezzak es-Sen’ani, İmam Buhari, Hafız İbni Hacer, Hafız İbni Kesir, Hafız Beyhaki, İbni Hişam, es-Süheyli, Hafız Begavi, Muhammed bin Ömer Buhruk el-Hadrami, el-Eşhar, el-Amiri gibi birçok hadis ve siyer âlimi, bu hadiseyi rivayet etmektedir. Tafsilatını ileride vereceğiz.
Bu rivayeti Abdürrezzak es-Senani “Musannef” te aktarmış, Buhari “Sahih” inde Urve bin Zübeyr’den ‘mürsel’ sened ile nakletmiştir.

İbni Hacer bu hadis hakkında “Fethü’l-Bari” de şunları söylemektedir:
“Bu hadisi, El-İsmaili, ez-Züheli yoluyla Ebü’l-Yeman’dan. Abdürrezzak’ta Ma’mer’den nakletmişlerdir: Bu hadiste, salih amellerin kâfirlere de fayda vereceğine dair delil vardır. Fakat bu Kur’an’ın
وَقَدِمْنَا إِلَى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَاء مَّنثُوراً
“Dünyada hayır namına) yaptıkları her bir işi ele alacağız ve onu dağılmış toz zerresi yapacağız. (Çünkü, iman olmaksızın hiç bir işin değeri yoktur.)” (Furkan 23) ayeti kerimesinin zahirine muhaliftir. Bu ihtilaf şöyle giderilebilir:
İlk olarak; hadisin Urve bin Zübeyr’den ‘mürsel’ olarak rivayet edildiği söylenmekte fakat kimin rivayet ettiği zikredilmemektedir. Diyelim ki hadis, senedinde bir kopukluk olmadan ona ulaşmıştır. Rivayette anlatılan sadece bir rüyadır ve rüyalar delil olarak kullanılamaz. Hz. Abbas’ın bu rüyayı Müslüman olmadan önce görmüş olması da mümkündür. Bu durumda görülen bu rüya bir delil olamaz.
İkinci olarak; anlatılan hadise kabul edilse bile, bu olayın Ebû Talib kıssasında olduğu gibi sadece Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e mahsus bir hadise olduğu düşünülebilir. Bilindiği gibi, Ebû Talib’in azabı hafifletilmiştir. Bu durum engin dalgalar arasından sığ sulara nakledilmek gibi bir şeydir,
El-Beyhaki şöyle demektedir: “Ahirette kâfirlere hayır yapmanın bir faydası yoktur demek, ateşten çıkıp cennete giremeyecekleri anlamına gelir. Yoksa kâfirlikten başka işlemiş olduğu diğer cürümlerden hak edilen azap, işledikleri hayır ameller sebebi ile hafifletilebilir.”
Kadı İyaz, bu hususta şunları şöyler: “Kâfirlere amellerinin fayda vermeyeceği, yaptıkları iyilikler yüzünden sevap kazanmayacakları ve azaplarının hafifletilmeyeceğine dair ümmetin icması vardır. Kâfirler birbirleri arasında farklı derecelerde azaba maruz kalırlar. Bu, onlardan daha az azap görenlerin azaplarının hafifletildiği anlamına gelmez.”
Bize göre, Kadı İyaz’ın bu sözleri Beyhaki’nin dedikleri ile çelişmemektedir. Zira Kadı İyaz’ın dedikleri küfür günahı ile alakalıdır. Ama küfrün dışında kalan günahların azabının hafifletilmesine ne engel olabilir ki?
Kurtubi şöyle der: “Azabın hafifletilmesi, Ebû Leheb gibi hakkında nas varid olmuş kimseler için söz konusudur.”
İbni’l-Müneyyir ise “el-Haşiye” adlı eserinde şöyle demektedir: “Burada anlaşılması gereken iki mesele vardır.
Birincisi; kâfirin amellerine Allah katında bir değer verilip verilmiyor olmasıdır ki bu söz konusu olamaz. Zira amellere itibar olunabilmesi ancak sahih bir niyet ile söz konusu olabilir. Bu niyet kâfir için asla söz konusu değildir.
İkincisi; Allah’ın, fazlu kereminden dolayı –yani gerekli olduğu için değil- kâfirlerin bazı amellerinden dolayı sevaba nail olması durumudur ki akıl bunu imkânsız görmemektedir. Bu söylediklerimizden şu anlaşılır: Ebû Leheb’in Süveybe’yi âzad etmesi Allah indinde muteber bir amel olmasa da, fazlu kereminden Ebû Leheb’e ikram etmiş olması mümkün olabilir. Aynı Ebû Talib’e yaptığı gibi. Bizce burada yapılması gereken, olumlu ya da olumsuz herhangi bir hüküm vermeden tevekkuf etmektir.”
Netice olarak şunu söyleyebiliriz: “Allah, fazlu keremi ile Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e iyiliği dokunan bir kâfirin azabını hafifletmiştir. Allah en doğrusunu bilir.”[1]
Allame Muhammed bin Ömer el-Buhruk “Siret” adlı eserinde bu rivayeti naklettikten sonra şöyle demiştir:
“Ben diyorum ki burada azabın hafifletilmesi Ebû Talib’te olduğu gibi sadece Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in değer ve hürmetine binaendir. Yoksa Ebû Leheb’in onu âzad etmesi ile alakası yoktur. Zira Allah -celle celâluhu- şöyle buyurur:
وَحَبِطَ مَا صَنَعُواْ فِيهَا وَبَاطِلٌ مَّا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Onların yaptıkları mahvolmuştur. Amelleri de boşa çıkmıştır” (Hud 16) [4]
İmam el-Amiri “Behcetü’l-Mehafil” adlı eserinde hadisi rivayet etmiştir. Bu eserin şarihi el-Eşhar şöyle demiştir:
“Bu olay Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in değer ve hürmetine binaendir. Tıpkı Ebû Talib’e yapıldığı gibi. Hayırlı amel işleyen herhangi bir kâfirin azabının hafifletilmesi mümkündür.”[5]
Es-Süheyli, İbni Hişam’ın “es-Siyerü’n-Nebevîyye” adlı eserine yazdığı “Revdü’l-Enf” adlı şerhinde rivayeti naklettikten sonra şöyle söylemektedir:
“Köleyi âzad etmesi cehennemde Ebu Leheb’e fayda vermiştir. Nasıl ki, kardeşi Ebû Talib’in Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’i müdafaa etmesi ona fayda vermişse. Ebû Talib şimdi cehennemliklerin en az azaba maruz kalanıdır. Burada faydalanma derken sadece azabın hafifletilmesini kastetmekteyiz. Zira kâfirlerin hiçbir amelinin mizanda değeri olmayıp bunlar sayesinde cennete giremeyecekleri hususunda kimsenin ihtilafı yoktur.”[6]
Bu kıssa, muteber hadis hafızlarının hadis ve siyer kitaplarında naklettiği bir rivayettir. Güvenilirliği hususunda ittifak edilmiş olan Buhari’nin, “Sahih” adlı eserinde bunu zikretmiş olması hadisin sağlamlığını anlamaya yeterlidir. Hadis edebiyatı ile meşgul olan herkesin bileceği üzere “Sahih-i Buhari”de yapılan ‘müsned’ rivayetler ihtilafsız ‘sahih’ kabul edilip, ‘Muallâk’ ve ‘Mürsel’ rivayetler ‘Makbul’ derecesinde olup ‘Merdut’ seviyesinde kabul edilmezler.
İsteyen bu meseleyle alakalı Suyuti ve Iraki’nin “Elfiye”leri ve şerhlerine ve “Tedrivü’r-Ravi”ye bakabilir. Onlar, Buhari’nin “Sahih” inde geçen ‘Mürsel’ ve ‘Muallâk’ rivayetlerin değerinin ne olduğuna değinmişlerdir. Bu rivayetler muhakkık ulemaya göre makbul kabul edilmektedirler.
Tüm bunların yanında, bu kıssa bir menkıbedir. Ulema, ‘Peygamberimizin özellikleri’ ve ‘siyer’ tarzı kitaplarda, fezaili amal kabilinden olan bu gibi kıssaların naklinde ıstılahi anlamındaki ‘sahih’ şartını aramamışlardır. Sahih rivayetlerde aranan istisnai şartları bu kabil rivayetlerde arayacak olsak, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in peygamberliğinden öncesi ya da sonrasına dair hiçbir şey nakletmemiz mümkün olmazdı. Hâlbuki alanındaki uzmanlığına güvenilen nice hadis hafızları, Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’in hasletleri ile alakalı, kimisinin zikri bile caiz olmayacak derecede ‘zayıf’, ‘Maktu’ ve ‘Mürsel’ birçok rivayete, hatta kâhinlerden alınan haberlere dahi kitaplarında yer vermişlerdir. Çünkü bu tarz rivayetleri bu mahalde zikretmek caiz görülmüştür.
Süveybe kıssasının içerdiği anlam,
وَقَدِمْنَا إِلَى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَاء مَّنثُوراً
“Dünyada hayır namına) yaptıkları her bir işi ele alacağız ve onu dağılmış toz zerresi yapacağız. (Çünkü, iman olmaksızın hiç bir işin değeri yoktur.)”(Furkan 23) ayeti kerimesiyle çelişir diyenlerin iddiaları, ulemanın geride naklettiğimiz mütalaaları ile geçerliliğini yitirmiştir.
Ayeti kerimede kastedilen mana kâfirlerin amellerine bakılmayacağıdır. Hepsi aynı azabı görecek anlamında değildir. Âlimlerin de kabul ettiği üzere bazılarından azap hiç hafifletilmeyecektir. Kadı İyaz’ın zikrettiği icma da bu şekilde anlaşılmalıdır. Zira bu hüküm kâfirlerin geneli için söylenmiştir. Yoksa Allah, kâfirlerin işlediği ameller sebebiyle azaplarının hafifletilmeyeceğini söylememiştir. Zaten bu yüzden Allah, cehennemi derece derece yapmış ve münafıkları en alt tabakaya koymuştur. Eğer iddia edildiği manada bir icma olsaydı bile, sahih bir nassa muhalif olduğu için makbul olmayacaktı. Zira “Sahih-i Buhari” de geçtiğine göre, Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’e: “Ebû Talib seni çok gözetti ve müdafaa etti, senin ona bir faydan dokundu mu?” diye soran bir kimseye,
وجدته في غمرات من النار فأخرجته إلى ضحضاح منها
“Onu derin ateş çukurlarında buldum ve en sığ bölgesine çıkarttım” diye cevap vermiştir.
Görüldüğü gibi Ebû Talib’in Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’in müdafaa etmesi, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in onu ateşin derinliklerinden sığ bölgelere çıkarmasına sebep olmuştur. Ebû Leheb’in de aynı şekilde azabının hafifletilmiş olmasını inkâr edecek bir sebep yoktur. Ayeti kerime, hakkında azabın hafifletilmesini gerektirecek bir amel işlememiş kimseler hakkındadır. İcma da bu şekilde terettüp etmiştir.
Ebû Talib ile alakalı hadisi şerif, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in kıyamet gününden önce ahiret işlerinde tasarruf sahibi olduğu ve kendisiyle bir şekilde alakası olan ve onu müdafaa eden herkese şefaat edebileceği anlamına gelmez elbette.
Bu bir rüya olduğu için bununla bir hüküm sabit olmaz diyen kimseler –Allah onları doğru yola ulaştırsın- maalesef şer’i ahkâm olan ve olmayan şeyleri birbirinden ayıramamaktadırlar. Evet, ahkâm-ı şer’iyye ile alakalı olduğu zaman, Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’in görüldüğü rüyaları sahih kabul edip bu rüyalardan hükümler çıkarmak fukaha arasında ihtilaflı bir meseledir. Şer’i hüküm ortaya koymayan yerlerde bu rüyalara itimad etmekte bir beis yoktur. Hadis hafızları bu şekilde birçok şey nakletmişlerdir.
Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’in gönderilmesinden önce, cahiliye ehli, onun zuhurunu haber veren rüyalar görmüşlerdir. Hem de bu rüyayı görenler, şirk ve fesat üzerine yaşayıp ölmüşlerdir. Hadis kitapları bu gibi rivayetlerle doludur.
“Delailü’n-Nübüvve”nin mukaddimesinde bu tarz rüyaların irhasat[7] kabilinden görülerek delil kabul edilmelerinin caiz olduğu zikredilmiştir. Hz. Abbas’ın rüyası ile delil getirilmesi doğru değildir demek, hadis imamlarının dedikleriyle çelişmektedir. Bu iddia sahipleri kasıtlı olarak meseleyi abartarak karşı tarafı korkutmak istemektedirler. Bu tavır, hakikat peşinde olduğunu iddia eden bir kimsenin tavrı olamaz. Her şey Allah’ın tasarrufundadır.
“Rüyayı gören ve nakleden Abbas -radıyallâhu anh- o esnada kâfir idi. Kâfirlerin şahitliği de rivayetleri de kabul edilmez” diye iddia etmek tamamen batıl olup, ilme sadakatin kokusunu bile taşımamaktadır. Rüya sadece bir ilahi müjde olup onu görmek için din ve iman şartı aranmaz. Onu nakletmek ise şahitlik yapmak değildir. Allah Kur’an’da, herhangi semavi bir dine inanmamış putperest kralın rüyasını tabir eden Yusuf -aleyhisselâm-’ın mucizesinin nakleder. Allah, o kralın gördüğü rüyayı, Yusuf -aleyhisselâm-’ın peygamberliğine ve faziletine işaret sayarak kıssayı Kur’an’da zikretmiştir. Putperest kralın bu rüyası herhangi bir şeye delalet etmeseydi Allah elbette ki onu Kuran’da zikretmezdi.
Âlimler bu yüzden, hakikati göstermek ya da hayrete düşürmek için, kâfire rüyada Allah’ın dahi görülebileceğini söylemişlerdir.

Ayrıca, “Abbas -radıyallâhu anh- o esnada kâfir idi. Kâfirlerin ise şahitliği ve rivayetleri kabul edilmez” iddiasını ortaya atan kimsenin hadis ilmini hiç bilmediği anlaşılmaktadır. Hadis ilminde sabit olan bir şey vardır. Sahabe olsun ya da olmasın bir ravi kâfirken bir hadisi bellemiş ve onu İslam’a girdikten sonra rivayet etmişse, o rivayet alınırak onunla amel edilir.
Bu sözlerin sahibinin hadis ilminden ne kadar uzak olduğunu anlamak için her hangi bir usulu hadis kitabına alıp bakmak yeterli olacaktır.
Heva, insanı işte böyle beceremediği işlerin altına girmeye zorlar. Kendi kavramlarımızı izah etmek için değinmek istediğimiz meseleler bunlardan ibarettir. Eğer doğruya isabet etmişsek Allah’a hamdü senalar olsun. Eğer ki hata etmiş isek bizler beşeriz; yanılabilir ya da doğruya isabet edebiliriz. Böyle olmayan sadece masum olan Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’dir. O ki asla hevasından konuşmaz. Konuştuğu şeyler ona vahyolunanlardır.
Çekişmekten ve cedelleşme peşinde koşmaktan Allah’a sığınırım. Fayda vermeyen ilim, kabul görmeyen dua ve ürpermeyen kalpten Allah’a sığınırım. Her kötülük, bela, şirk ve bid’atten Allah’a sığınırım. Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’in reddettiğini reddeder ve ikrar ettiğini ikrar ederim.
Allah’tan, beni bu hal üzere sabit kılmasını ve ölene kadar Müslüman, muvahhid ve mümin olarak yaşatmasını niyaz ederim. Muhammed bin Abdullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in getirdiği, ashabının, tabiin ve tabei tabiinin -radıyallâhu anhum- takip ettiği “La ilahe illallah Muhammedün resulüllah” hükmünü ikrar eden müminlerden ve bu mübarek beldelerden bizleri ayırmasın.
Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Efendimiz Muhammed’e, onun âline ve bütün ashabına salâtü selam olsun.




Hafız İbni Kesir “el-Bidaye ve’n-Nihaye” adlı eserinde bu hadisi rivayet ettikten sonra şöyle demiştir:
“Ebu Leheb kardeşinin oğlu olan Muhammed bin Abdullah’ın doğum müjdesini verdiği zaman, kölesi Süveybe’yi hemen âzad etmiş, bu yüzden bu şekilde karşılık almıştır.”[2]
Hafız Begavi “Şerhü’s-Sünne” adlı eserinde bu hadisi rivayet etmiştir.[3]


[1] İbni Hacer “Fethu’l-Bari” 9/145
[2] İbni Kesir “el-Bidaye ven’n-Nihaye” 2/273
[3] Begavi “Şerhü’s-Sünne” 5/60
[4] El-Buhruk “Hedaiku’l-Envar” 1/134
[5] El-Eşhar “Şerhü Behceti’l-Mehafil” 1/41
[6] Es-Süheyli “er-Revdu’l-Enf”
[7] Peygamberimize peygamberlik gelmeden önce sadır olan olağanüstü halleri. (Ç)

 
esedullah1230 Çevrimdışı

esedullah1230

Üye
İslam-TR Üyesi
Bugün sizin Dininizi Kemale erdirdim(MAİDE SURESİ 3)

RESULLAH BUYURURKİ KİM BENİM SÜNNETİMİ İHYA EDEREK İNSANLARIN ONUNLA AMEL ETMESİNİ VESİLE OLUR İSE P İNSANLARIN KAZANACAGI SEVAPLARDAN HİÇBİRŞEY EKSİLTİLMEDEN BİR KATINI ALMIŞ OLCAKTIR.KİMDE BİR BİDAT .IKARTIRDA KİŞİLER O BİDATLA AMEL EDERSE İNSANLARIN YÜKLENECEGİ TÜM GÜNAHLARIN BİR KATI ONA YÜKLENECEKTİR.(İBNİ MACE MUKADDİME 15 )

HER BİDAT DELALETDİR HER DELALET ATEŞTEDİR.(MÜSLİM CUMA 43)

SONRADAN İHDAS EDİLEN HER ŞEY BİDATDİR(İBNİ MACE MUKADDİME 7)

AMELLERİN EN KÖTÜSÜ SONRADAN UYDURULANLARDIR.SONRADAN UYDURULUP DİNE SOKULAN HER AMEL BİDAT.HER BİDAT SAPIKLIK HER SAPIKLIK ATEŞTEDİR. TİRMİZİ SAHİHİNDE

DİN NAMINA DİNE SOKULAN HER ŞEYDEN SAKININ GERÇEKDEN SONRADAN SOKULAN HER ŞEY BİDATDİR.VE HER BİDATDE SAPIKLIKTIR.BU DURUMDA SİZİN YAPMANIZ GEREKEN ŞEY BENİM SÜNNETİME SARILMAK VE BENİM RAŞİD HALİFELERMİNİN SÜNNETİNE SARILMAKTIR. EBU DAVUT SÜNNET 5
 
esedullah1230 Çevrimdışı

esedullah1230

Üye
İslam-TR Üyesi
"O gün, benim doğduğum, peygamber olduğum (veya bana vahiy geldiği) gündür." .
Müslim, Sıyâm 197, 198

iyide verdigin hadisi şerifin konuyla alakası nedir? bu hadis dogru ancak bidatle aialkası nedir mevlit sonradan çıkartılan şeydir.artı hala delil getiremedin netden buldugun yazılrı kafana göre kopyla yapıştır . bana saglam tek bir hadis getir sahabenin dogüm günün resullahın o güne has ayrı virtlerle ibdaetlerle dinde yeri olmayan şeylerle kutlandıgının
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
eee tabi bide bunu sana açıklamam gerek ki İlmin gereğini yerine getirmiş olalım,Keşke sabır edip yazıyı okusaydın nerdeee!!!Kişi bilmediğinin düşmanıdır...Bu hadiste Peygamberimiz (sav) Kendi doğum gününde bizzat oruç tutarak diğer günlerden farklı bir hareket yaptığını bildirmiştir..Doğum gününü bu oruç için neden yapmıştır....
 
esedullah1230 Çevrimdışı

esedullah1230

Üye
İslam-TR Üyesi
kardeşim iyide adam bidat olarak görmüyor ki kutlamaları bu adama önce bidat kavramı anlatılmalı bidatin ne oldgunu bilmiyor adam artı bir de delil vermiş diyorsun neyin delilini vermiş hangi hadisi delil vermiş


Câmilerde Bir Büyük Bid'at; Mevlid. Mevlid, doğum zamanı ve doğum yeri anlamındadır. Zamanla doğum tarihini kutlamak anlamı kazanmıştır. Mevlid, bugün özellikle câmilerde kullanıldığı şekliyle, Peygamberimiz'in doğumunu anmak ve kutlamak şeklinde uygulanan tören ve okunan şiir anlamında kullanılmaktadır. Osmanlı şâiri Süleyman Çelebi'nin (ölümü, 1422) Vesîletü'n-Necât adlı şiir kitabı bu adla yapılan törenlerde özel bir makam ve usûlle okunduğu için, mevlid dendiği zaman o şiir kitabının okunduğu merâsim akla gelmektedir. Peygamberimiz'in doğumunu anma esprisi de unutulmuş, Peygamber için yazılan bu şiirin okunması kendi başına bir dinî törene, bir ibâdet kabulüne dönüşmüştür.

Bugün birçok aile, ölüleri için sevap, hatta mutlaka yapılması gerekli dinî vecîbe gibi düşünmektedir. İbâdetler, Allah'a nasıl yaklaşıp hangi uygulamalarla sevaba girileceği nassların hükmü ile belli olur. Yani ibâdetler, fıkhî deyimiyle "taabbudî alandır, tevkîfîdir, vahyîdir. Din tamamlanmıştır, artırma da eksiltme de yapılamaz. Rasûlün ve ashâbın hayatında mevlid diye bir uygulama kesinlikle mevcut değildir. Mevlidi savunanlar şöyle derler: "Mevlid bir vesîledir, biz bu vesîleyle Kur'an okuyoruz, salât ve selâm getiriyoruz, duâ ediyoruz; esas amaç da bunlardır." Cevap olarak deriz ki: Mevlid dışında sayılanların kendi başlarına okunmaları halinde hangi zorluk ve eksiklik çıkıyor da Süleyman Çelebi'nin şiirine sığınılıyor? Süleyman Çelebi'den önce Kur'an okuyanların okudukları boşa mı gitti? Kur'an ve sünnet, ibâdet anlayışı ile böyle şiir oku***** sevap kazanılacağı bir ibâdetten bahsetmez. Ayrıca, mevlid şiir gibi değil; Kur'an okunur gibi Kur'an makamıyla okunmakta, Kur'an dinlenir gibi dinlenmektedir. Mevlid türünden kutlamalar, din kaynaklı değil; folklor ve âdet kaynaklıdır.

Bu kutlamalar, câmide olmadığı sürece, ibâdet ve sevap kabul edilmemek şartıyla, Kur'an makamıyla ve kutsal metinmiş gibi icrâ edilmediği özelliklerde, salt şiir okur gibi okunursa bir sakıncası olmaz. Bugünkü şekliyle ise, en azından büyük bir bid'at ve hurâfedir. Bugün, bir şiir, ölülere rahmet ve cennete ulaşma vesilesi gibi kabul edildiğinden, Kur'an'dan öne çıkarıldığından, dinin temel ilkeleri açısından çeşitli sakıncalar içerir. Örf dinleşince, din de örfleşir. Örfün kutsallaşmasına seyirci kalmak, dinin tahribine seyirci kalmakla eş anlamlıdır.
Kur'an şöyle buyuruyor:
"Allah yalnız başına anıldığında, âhirete inanmayanların kalpleri nefretle ürperir; O'nun berisindeki ilâhlaştırılmış kişiler anıldığında ise hemen müjdelenmiş gibi sevinirler." (39/Zümer, 45)

Tevhid, ibâdet kasdıyla "Allah'ı da anmak" dini değil; "sadece Allah'ı anmak" dinidir.

Câmiye sokulup ibâdet kasdıyla okunan mevlidin, sadece bid'at olarak kalmayacağı, bu anlayış ve kabulün şirk kapsamına girebileceğini bu riski taşıdığını belirtelim.
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Haydi buyur kısaca Bidatın tanımı yap sana işlediğin bidatları söyleyeyim.Şu devamlı üzerinde duruyormuş gibi yaptığın
Tevhid kaça ayrılır?
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
:) mevlidin bidat olduğunu sağır sultan biliyor esadullah..Ferdiosman eğer mevlid haktır dedi ve görmediysem...forumdan çıkış biletini hazırlar bu kadar basit :)
 
esedullah1230 Çevrimdışı

esedullah1230

Üye
İslam-TR Üyesi
eee tabi bide bunu sana açıklamam gerek ki İlmin gereğini yerine getirmiş olalım,Keşke sabır edip yazıyı okusaydın nerdeee!!!Kişi bilmediğinin düşmanıdır...Bu hadiste Peygamberimiz (sav) Kendi doğum gününde bizzat oruç tutarak diğer günlerden farklı bir hareket yaptığını bildirmiştir..Doğum gününü bu oruç için neden yapmıştır....

iyide kardeşim ne alakası var o gün resullah oruç tutmuştur. ama arkasından sunuda sunuda yapın demiş mi mescitlere girinde beni yad edin namazlar kılın demiş mi dememişsse demekki bu senin dedigiklerin yapılanalr bidat kavramına giriyor sonradan resulun emremtmedigi şeyler
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Hadi senin adına ben cevap vereyim ,meşrebin gereği Tevhid 3 tür,Rububiyet ,Uluhuyet,İsim sıfat tevhidi

Kuranda Tevhidi 3'e ayıran bir ayet ,Peygamberimizin bu tanımı yaptığını dair ,ya da Sahabeye böyle öğrettiğine dair,ya da Sahabe'nin böyle anladığına dair bir delilin var mı?

Yoksa ki yok!!! Tevhidi 3' e ayıran sizler ve Selefleriniz Tevhid gibi dinin temel konusunda nasıl olurda Kuranda ,Peygamberimizin hadislerinde böyle bir şey yokken konuşursunuz?Bu bidat değilmidir? (Bidatı İmam Şafi gibi Hasene ve Seyyie diye ayırırsan,mesela'' evet böyle bir tanım yok ,ama bu tanım gerekli ve güzel bir Bidattır'' dersen o başka )

Din tamamlanmış,Peygamberimiz (sav)her hayrı bize öğrettiği halde,Böyle bir lafzi tanım hayırlı olsa idi ,o bize öğretmez miydi?
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
HZ.Muhammed (sallallahu aleyhi vessellem) in dogumunu kutlayacak isek pazartesi gunleri kenndisi gibi yapip bizlerde oruc tutalim..yoksa yilda bir kere camiilerde teganninin sunnet olmayan kismi yani hirlamak 50 bazen 60 elif miktari uzatarak yari amelleri yerine getirmeden ondan sefaat istemek,BIDATTIR..sagliginda kendisini gorenlerin ayaga kalkmasini istemedigi sahih kaynaklarda mevcuttur ama mevlidlerde sonunda ayaga kalkip elleri ayni namazdaki gibi baglayip salavat getirmek BIDATTIR...SONUCTA HIC ABARTMADAN ORUC IBADETI ILE ONUN SUNETLERINE UYARAK YAPACAGIMIZ HER IS BIZE HAYIR GETIRIR.....

VE ESAS BIDAT ONUN SUNNETINE ,AHLAKINA,YASAM BICIMINE,DAVRANIS BICIMINE UYMAMAMIZDIR VESSELAM.....
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Mevlid Hakkında Şeyh İbn Teymiyye'nin Görüşü" başlığı altında İbn
Teymiyye'nin konu hakkındaki görüşünü naklediyor(16): "Mevlidi yad etmekle bazı insanlar sevap umuyorlar. Ya İsa -Aleyhisselam-'ın doğumu konusunda Hristiyanlara benzemek ya da Peygamber -Sallallahu Aleyhi ve Sellem-'e duyulan sevgi ve O'na tazim niyetiyle insanların bazısı bu mevlid işini ortaya çıkardılar. Allah'a yemin ederim ki bu bid'at değildir, içtihad ve sevgiden dolayı bunu dolayı bunu yapanların sevap kazanacağı umulur."

---------------------------------------------------------------------------------

İbn Teymiyye rahımullah Sıratı-ı Mustakim:

Konunun başlığı Gadiri Humm Olayı ve Mevlid konusu: İbn Teymiyye rahımullah Gadiri humm konusuna değindikten sonra Mevlit hakkında şöyle diyor burayı aynen aktarıyorum çünkü bazı dallinler İbn Teymiyye’ Mevlit’in bid’at olmadığını söylüyor diye yaygaralar koparmaktadır bunları diyen kişiler’de daha okumasını bilmeyen bazı cahil avam takımından döküntü kişilerdir İbn Teymiyye rahımullah Mevlit’e Bid’at der ama kişiler sadace burada Rasül sallallahu aleyhi ve sellem’e duydukları sevgiden ve yaptıkları ictihadden dolayı sevap bağışlıyabilir der yoksa işledikleri Mevlit’Bid’attinden değil şimdi İbn Teymiyye rahımullah’ın kaleminden bunu okuyalım:

İbn Teymiyye Gadiri hum hadisesine değindikten sonra Şöyle der:

Buna Göre Allah tarafından bildirilenleri kutlanır değilse dinde yeri olmayan bayram ve anma günü icad edilemez.

Bu tip bir olay da bazı kimselerin ya Hz İsa’nın dogum gününü yıldönümü olarak kutlayan hristiyanlara özenerek veya Peygamberimize karşı duydukları sevgi ve saygıyı dile getirmek için O’nun doğum gününü anmalarıdır.Allah böylelerine Peygamberimize karşı besledikleri sevgiden ve içtihadlarını mesned edinmiş olmalarından dolayı sevap bağışlıyabilir Yoksa işledikleri bid’atten dolayı değil Üstelik Peygamberimizin hangi gün doğduğu kesinlikle belli değil müslümanlar arasında tartışmalı bir meseledir.

İlk dönem müslümanları geçerli sebebi varolduğu ve önleyici hiçbir engeli bulunmadığı halde bu günü ne anmışlar ve nede kutlamışlardır.Eğer anma töreni sırf hayırdan ibaret olsaydı veya hayır zararından daha baskın olsaydı ilk dönem müslümanlarının onu bize göre öncelikle ve haydi haydi kutlamaları gerekirdi Çünkü onlar Peygamberimizi bizden daha çok sevip sayan ve hayırlı işler yapmaya bizden daha istekli kimselerdi.

Oysa kamil anlamda Peygamberimizi sevip saymak O’na uymak bağlı kalmak emirlerini yerine getirmek sünnetini her yönü ile yaşamak getirdiği ilkeleri yaymak ve bu konuda gerek kalble gerek elle ve gerekse dille mücadele vermek Mühacir olsun ensar olsun ilk önce müslüman nesil ile titizlikle onlara uyan sonraki müslümanlar bu yolu benimsemişlerdir.(Sıratı-ı-Müstakim.s.390

Şimdi gercek ortaya çıktımı bu zihniyette olan kişiler nasılda sözleri saptırıyor nasılda yazıları kırpıp kişilere iftirada bulunuyor Allah bizleri bunların şerrinden korusun İbn Teymiyye’nin şu sözünü tekrar yazayım okuma zorluğu çekenlere:

İbn Teymiyye rahımullah diyor ki: Allah böylelerine Peygamberimize karşı besledikleri sevgiden ve içtihadlarını mesned edinmiş olmalarından dolayı sevap bağışlıyabilir.

Yoksa işledikleri bid’atten dolayı değil…?


Allah'a yemin ederim ki bu bid'at değildir…Bu sözde Sırat-ı Müstakimde yoktur Siz hiç utanmazmısınız Allah’tan kormazmısınız neden ekleme yapıyorsunuz bu söz İbn Teymiyye’nin sözüymüş gibi…..?
 
GuLYaRaSi Çevrimdışı

GuLYaRaSi

VuSLaTa HaSReT
Admin
Üst Ana Sayfa Alt