Polislik ve Polislerle Evlilik; Eş Seçimi
Ülkedeki Müslümanlar, çoğunlukla iki aşırı uca kaymış durumda. Tarihte bu iki aşırı ucun adları: Mürcie ve Hâricîlik. Günümüzdeki insanlar, kendilerinin dâhil oldukları grubu bile tanımazlar, o da ayrı bir konu. Çağdaş Müslümanların bir kısmı, hemen her şeyi mubah görür, amellerin imana hiç zarar vermeyeceğini ifade eder, şirk ve küfür olan hususlara bile sert tavır takınmaz; bunları çağdaş mürcie kabul edebiliri. Halk yığınlarının geneli ve bazı cemaatler bu anlayıştadır. Diğer taraftan tüm halkı tekfir eden, ya da meselâ oy verdiği için (hangi niyetle ve hangi seviyedeki insan olursa olsun) onları tekfir eden gruplar var; bunlara da çağdaş Hâricîler denebilir.
İşte bu zihniyetteki insanlar memurluğa da diğer hususlara da kendi din anlayışları doğrultusunda bakacak, kimi tüm memurları tekfir ederken, diğeri memurluğun tümünün hiçbir sakıncası olmadığını söyleyecektir.
Bize göre her iki yaklaşım da doğru değildir. Memurluğun kesinlikle yasak olduğu alanlar vardır, bazı şartlarla câiz ve mubah kabul edilecek (ya da şartlara göre bazı memurlara müsamaha ile bakılması gereken) çeşitleri vardır.
Düzenin üç temel sacayağı olan “yasama, yürütme ve yargı” alanlarında görev almak, tâğuta yardımcı olmak, onu güçlendirmek anlamına geleceği ve Allah’ın indirmediğiyle hüküm konusu ile bağlantılı olacağı için kesinlikle câiz görülemez. Bunları görev ve memurluk olarak isimlendirirsek, şunları sayabiliriz: Milletvekilliği, hükümet üyeliği, parlamentoda memurluk, devletin İslâm’a ters kanunlarını uygulamak ve insanları bunlarla yönetmek kapsamına girecek her çeşit bürokratlık, yöneticilik, âmirlik yasama ile ilgili alanı kapsar.
Yürütme de; TC’nin temel ilkeleri doğrultusunda, insanları devletin verdiği güçle kanunları uygulayan, devlete mutlak itaati isteyen kurumlarda görev; meselâ Emniyet Müdürlüğünde görev, polislik vb.
Meslek olarak polisliğin câiz olduğunu söylemek bana göre mümkün değildir. Ancak, hiçbir İslâmî esası çiğnemeyecek ve hiçbir müslümana zarar vermeyecek şekilde farklı bir görev yapan (meselâ pasaport dairesinde çalışan, ya da masa başı benzer iş yapan) polisler, normal polis kategorisine girmeyeceği için, onlarla ilgili hüküm, haramlıktan mekruhluğa (belki mubahlığa) doğru kolaylaştırılır. Yani, polisliğin hükmü değişmez, ancak bunların polis kategorisine girip girmediğine göre (istisnâ teşkil ettiklerinden) bunların durumu normal polisten farklılık arzeder. Polislik denilince, düzenin gayri İslâmî de olsa emirlerini yerine getiren, İslâm açısından caiz olmayan kanunları da uygulayan, devletin suç kabul ettiği İslâmî bazı yaşayışı da suç kabul edip emredildiğinde bu suçluların (!) cezalandırılması için görev yapan düzenin çarklarını çeviren şahıslardır. Çoğu polisin ifadesiyle “emir kulu” olarak kendilerini gören, “Allah’ın kulu” olma gayretinde bulunmayan düzenin memurlarıdır. Düzen İslâmî olmuş olsa, polislik kutsal bir görev olacaktır, gayr-ı İslâmî ve zâlim olunca da temel görevlileri olan polislik de bu yanlışlık ve çirkinliklere yardımcı bir görev üstlenecektir. Firavun’dan bahseden âyetler, Firavun’un askerlerinin (polis ve diğer askerlerinin) de birlikte helâk edildiğini beyan eder.
Aşağıda (genel konuda) geniş bilgi vereceğim ama, şimdiden belirteyim; bir polisle bir muvahhide mü’mine hanımın evliliğini ben uygun görmem. Ancak, kendini İslâmî dâvâ yönüyle ispat etmiş, yukarıdaki açıklamada belirtilen şekilde İslâm’a ve Müslümanlara hiç zararı olmayan istisnâî durumdaki polislerle (riskine rağmen) bir Müslüman hanım evlenmeye kalkarsa, ona da bir şey diyemeyiz. Böyle bir evliliğe karşı çıkmamak gerekir diye düşünüyorum.
Yargı da hâkim, savcı vb. görevleri kapsar. Bunlar da Allah’ın indirdiğiyle değil; beşerin uydurduğu ilke ve kanunlarla insanları yönetmeye çalışırlar.
Ayrıca yapılması küfür veya haram olan bir işle, görevle ilgili herhangi bir alanda görev almak veya böyle bir konumdaki memurluk; insanları küfre veya harama teşvik edecek veya kendisi için kesinlikle küfür veya haram olan bir işte görevli memurluk da kesinlikle câiz olmaz.
Demek ki, Emniyet’te görevli bir memur ile meselâ belediyede bir memur farklıdır. Yine Belediye’de zabıta görevlisiyle itfaiyeci aynı değildir. Zabıta, zulüm olan bazı uygulamalar yaptığına ve polise benzer bir görevi olduğundan câiz kabul edilemezken, itfaiyeciliğin hiçbir sakıncası yoktur. Bazı memurluklar da duruma göre değerlendirilir: Vergi memurluğu câiz görülmezken, meselâ nüfus müdürlüğünde memurluk câiz kabul edilir. Tabii, bütün bu câiz denilen hususlar, herhangi bir küfür ve haramla, ancak bazı haramlar işlemekle o memurluk yapılıyorsa, câiz olmaktan çıkar.
Belki en riskli memurluklar da halkın “namaz kıldırma memuru” dediği imamlık ve halkın peygamber mesleği dediği öğretmenlik sözkonusudur. Cami görevlisinin tâğutları hiçbir şekilde ve hiçbir zaman övmemesi, onlara dua ettirmemesi, İslâm dışı bir düzeni savunmaması, tâğutları reddettiğini davranışları ve uygulamalarıyla ispatlaması ve hakkı (tevhidi, şirki, çağdaş putperestliği…) gizlemeyip bâtıla karıştırmadan insanlara duyurması gerekmektedir ki, yaptığı görev, câiz kabul edilebilsin; aksi takdirde câiz değildir.
Öğretmenlerin ise, öğrencileri putperest âyinlere yönlendirmemesi, hiçbir öğrenciye tâğutu övecek şekilde görevler vermemesi, bu tür konuları okutmaması, kendisinin de küfür davranışı olan hafta başı ve sonundaki törenlere, bayram törenlerine vb. katılmaması şarttır.
Yine buna benzer küfür davranış ve sözlerinden tümüyle kaçınmak şartıyla yapılan öğretmenlik ancak câiz olabilir.
Bütün bunların yanında, bana göre dâva adamı olan veya olmaya çalışan samimi mü’minlerin, zâlim bir düzenin çarklarını çevirecek bir memurlukla ömürlerini tüketmeleri, pasifize olmaları tavsiye edilmez, yakışmaz, şık olmaz.
Habbâb bin Eret’in yaptığı görev, farklı (İslâmî sayılabilecek, Allah’ın indirdiğiyle hükmedilen) bir devlet sisteminde ve herhangi bir harama aracı ve yardımcı olunmadan yapılan görevdir. Günümüzdeki memurluklarla mukayese edilemeyecek çok farklı şartlar sözkonusudur.
Kur’an ve Sünnette bugünkü memurlukla ilgili direkt bir ifadenin bulunması sözkonusu değildir. Kur’an ve Sünnet temel ilkeleri verir. Gerisi Kur’an ve Sünneti ölçü kabul eden ve bu konuda doğru hükümler çıkarabilen seviyeli insanların değerlendirmelerine yönelinir. Kimin Kur’an ve Sünnetten delili kuvvetliyse o hükme uyulur. Kur’an ve Sünnet, tâğutun red ve inkâr edilmesini emreder. Putperestliğin ve şirkin her çeşidini yasaklar. Haram işlenmesini yasaklar. Ayrıca küfre vesile olan, yardımcı olanın küfre, harama yardımcı olan kimsenin harama düştüğünü belirtir.
Şahsî kanaatim olarak, mecburi ve çok özel bir durum olmadıkça dâva adamı hiçbir müslümanın memurluğu tercih etmemesini ısrarla tavsiye ederim.
Eş seçimi: Evlilikte eş seçimi önemlidir. Yuvayı yapacak, çocukları eğitecek, erkeğe ömür boyu iyi veya kötü günde destek ve mutluluk verecek olan eşi seçerken güzelliğinden, soyundan ve malından çok, dindarlığına ve iyi ahlâk sahibi olmasına dikkat edilmelidir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kadınla dört şeyden dolayı evlenilir: Malı, soyu, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanı seç, mutlu olursun.” [1]
Bu hadisteki “kadınla dört şey için evlenilir” ifadesi, aynı şekilde ve aynen bir hanım için de geçerlidir. Yani, “erkekle de dört şey için evlenilir…” Bu özellikler ve tavsiye edilen husus, hanımlar açısından erkekler için de aynen sözkonusu edilir.
İslâm hukukuna göre nikâh akdi hem medenî bir muâmele, hem de bir ibâdettir. Çünkü nikâhın rükûn ve şartlarını İslâm belirler ve evlilik sebebiyle eşlerin pek büyük ecirlere ulaşacakları açıklanır. Bu konuda İbnül-Hümâm (ö. 861/1457) şöyle der: "Nikâh, ibâdetlere daha yakındır. Hattâ evlenmek, sırf ibâdet niyetiyle bekâr kalmaktan daha faziletlidir" [2]. Son devir hukukçularından İbn Abidîn (ö. 1252/1836), Reddül-Muhtar adlı ünlü eserinde nikâh konusuna şu cümlelerle başlar: "Bizim için Hz. Adem devrinden bugüne kadar meşrû olmuş, sonra Cennette de devam edecek, nikâh ile imandan başka ibâdet yoktur" [3]. Nikâhın câmi içinde akdedilmesi ve mümkünse cuma gününe rastlatılması müstehaptır. Bu da onun ibâdet yönünü güçlendirir [4].
Şâfiîlere göre, evlilik satım akdi gibi dünyaya ait işlerden olup, bir ibâdet değildir. Dayandığı delil, gayri müslimlerin nikâhının da İslâm nazarında geçerli sayılmasıdır. Eğer ibâdet olsaydı, bu nikâhların geçersiz olması gerekirdi. Nikâhtan amaç, kişinin şehvetini teskin etmesidir. İbâdet yapmak ise, Allah için bir iş yapmaktır. Bu nedenle Allah için iş yapmak, kendi nefsi için iş yapmaktan daha faziletlidir.
Şâfiîlerin bu görüşüne çoğunluk fakihler (cumhûr) karşı çıkmıştır. Çoğunluğa göre nikâhın mü’min veya gayrı müslim için geçerli olması, dünyada toplum düzeniyle ilgilidir. Nitekim mescit, yol yapımı ve benzeri hayır işleri müslüman için bir ibâdet olduğu halde, gayrı müslim için bir ibâdet sayılmaz. Genel anlamda Allah'ın hoşnut ve râzı olduğu her iş, müslüman için ibâdettir. İslâmî esaslara göre kurulan ve buna göre yürütülen evlilik de ibâdet kabîlindendir. Çünkü nikâh akdi ile, nefsi haramlardan korumak ve nesli sürdürmek gibi birçok toplum maslahatı gerçekleşir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) "Sizden birinizin evliliğinde sadaka sevabı vardır" [5] buyurmuştur.
İslâm'da nikâh akdi sırasında evlenecek erkekle kadının veya hukukî temsilcilerinin ve şâhitlerin dışında dinî veya resmî bir görevlinin bulunması zorunlu değildir. Bu durum, onun dinî niteliği ve ibâdet yönü için bir engel teşkil etmez. Çünkü bir İslâm âliminin nikâh meclisini yönetmesi, gerekli soru ve cevapları alması, nikâhın rükün veya şartlarından değildir.
Hristiyan toplumlarında nikâhın dinî veya medenî niteliği uzun süre tartışma konusu olmuş; kimi ülkelerde nikâh tamamen kiliselerde akdedilirken, kimi ülkelerde de medenî nikâh esası benimsenmiştir. Fransa'da 1787 Kasımında çıkarılmış olan bir kral buyruğu ile Katolik olmayanların evlenmelerini, dilerlerse ikametgâhlarının bulunduğu yer kilisesinde, dilerlerse aynı mahallin hâkimi önünde akdedebilecekleri kabul edilmiştir. Birincisi dinî, ikincisi medenî nikâh niteliğindedir.
Osmanlı Devleti uygulamasında 1917 tarihli "Hukuk-ı Aile Kararnamesi" Hristiyanlar için kısmen dinî ve kısmen medenî bir evlenme usûlü getirmiştir. Buna göre, Hristiyanların nikâhı, dinî âyinler çerçevesinde rûhânî memurlarca akdedilir. Ancak rûhânî memur, en az yirmi dört saat önce mahallî mahkemeye haber verir. Hâkim, belirtilen saatte nikâh meclisine özel bir memur gönderip kıyılan nikâhı deftere kayıt ve tescil ettirir [6].
Bazı Hristiyan ülkeler sonradan medenî evlenmeyi kabul etmekle birlikte, önce dinî nikâhın akdedilmesini şart koşmuşlardır. Meselâ; Yunanistan ve Romanya, medenî nikâhtan önce dinî nikâhın akdedilmesi esasını benimsemişlerdir [7].
A.B.D.'de, İngiltere'de ve İskandinav ülkelerinde ise toplum dinî veya medenî nikâhtan dilediğini seçme hakkına sahiptir. Eşlerin tercihine göre kilisede veya resmî nikâh memuru önünde akdedilen nikâhla ilgili belgeler nüfus kütüklerinde birleşmiş olur. Bazı ülkelerde medenî evlenme şekli zorunlu hale getirilmiştir. Hollanda, İsviçre ve Türkiye gibi ülkeler bunlar arasındadır. Bu gibi ülkelerde resmî memur önünde kıyılmayan nikâh, yok hükmünde sayılmaktadır [8].
“Kadın dört özelliği için nikâhlanır: Malı için, nesebi (soyu) için, güzelliği için, dini için. Sen dindarı seç de huzur bul/mutlu ol.” [9]
"Kadınlarla güzellikleri dolayısıyla evlenmeyin; olabilir ki, güzellikleri onları kötülüğe sevkeder. Malları dolayısıyla da evlenmeyin; olabilir ki malları da onları size karşı isyâna sevkeder. Fakat onlarla dinleri dolayısıyla evlenin. Dindar olan siyahi bir câriye, diğerlerinden üstündür" [10]
Ülkedeki Müslümanlar, çoğunlukla iki aşırı uca kaymış durumda. Tarihte bu iki aşırı ucun adları: Mürcie ve Hâricîlik. Günümüzdeki insanlar, kendilerinin dâhil oldukları grubu bile tanımazlar, o da ayrı bir konu. Çağdaş Müslümanların bir kısmı, hemen her şeyi mubah görür, amellerin imana hiç zarar vermeyeceğini ifade eder, şirk ve küfür olan hususlara bile sert tavır takınmaz; bunları çağdaş mürcie kabul edebiliri. Halk yığınlarının geneli ve bazı cemaatler bu anlayıştadır. Diğer taraftan tüm halkı tekfir eden, ya da meselâ oy verdiği için (hangi niyetle ve hangi seviyedeki insan olursa olsun) onları tekfir eden gruplar var; bunlara da çağdaş Hâricîler denebilir.
İşte bu zihniyetteki insanlar memurluğa da diğer hususlara da kendi din anlayışları doğrultusunda bakacak, kimi tüm memurları tekfir ederken, diğeri memurluğun tümünün hiçbir sakıncası olmadığını söyleyecektir.
Bize göre her iki yaklaşım da doğru değildir. Memurluğun kesinlikle yasak olduğu alanlar vardır, bazı şartlarla câiz ve mubah kabul edilecek (ya da şartlara göre bazı memurlara müsamaha ile bakılması gereken) çeşitleri vardır.
Düzenin üç temel sacayağı olan “yasama, yürütme ve yargı” alanlarında görev almak, tâğuta yardımcı olmak, onu güçlendirmek anlamına geleceği ve Allah’ın indirmediğiyle hüküm konusu ile bağlantılı olacağı için kesinlikle câiz görülemez. Bunları görev ve memurluk olarak isimlendirirsek, şunları sayabiliriz: Milletvekilliği, hükümet üyeliği, parlamentoda memurluk, devletin İslâm’a ters kanunlarını uygulamak ve insanları bunlarla yönetmek kapsamına girecek her çeşit bürokratlık, yöneticilik, âmirlik yasama ile ilgili alanı kapsar.
Yürütme de; TC’nin temel ilkeleri doğrultusunda, insanları devletin verdiği güçle kanunları uygulayan, devlete mutlak itaati isteyen kurumlarda görev; meselâ Emniyet Müdürlüğünde görev, polislik vb.
Meslek olarak polisliğin câiz olduğunu söylemek bana göre mümkün değildir. Ancak, hiçbir İslâmî esası çiğnemeyecek ve hiçbir müslümana zarar vermeyecek şekilde farklı bir görev yapan (meselâ pasaport dairesinde çalışan, ya da masa başı benzer iş yapan) polisler, normal polis kategorisine girmeyeceği için, onlarla ilgili hüküm, haramlıktan mekruhluğa (belki mubahlığa) doğru kolaylaştırılır. Yani, polisliğin hükmü değişmez, ancak bunların polis kategorisine girip girmediğine göre (istisnâ teşkil ettiklerinden) bunların durumu normal polisten farklılık arzeder. Polislik denilince, düzenin gayri İslâmî de olsa emirlerini yerine getiren, İslâm açısından caiz olmayan kanunları da uygulayan, devletin suç kabul ettiği İslâmî bazı yaşayışı da suç kabul edip emredildiğinde bu suçluların (!) cezalandırılması için görev yapan düzenin çarklarını çeviren şahıslardır. Çoğu polisin ifadesiyle “emir kulu” olarak kendilerini gören, “Allah’ın kulu” olma gayretinde bulunmayan düzenin memurlarıdır. Düzen İslâmî olmuş olsa, polislik kutsal bir görev olacaktır, gayr-ı İslâmî ve zâlim olunca da temel görevlileri olan polislik de bu yanlışlık ve çirkinliklere yardımcı bir görev üstlenecektir. Firavun’dan bahseden âyetler, Firavun’un askerlerinin (polis ve diğer askerlerinin) de birlikte helâk edildiğini beyan eder.
Aşağıda (genel konuda) geniş bilgi vereceğim ama, şimdiden belirteyim; bir polisle bir muvahhide mü’mine hanımın evliliğini ben uygun görmem. Ancak, kendini İslâmî dâvâ yönüyle ispat etmiş, yukarıdaki açıklamada belirtilen şekilde İslâm’a ve Müslümanlara hiç zararı olmayan istisnâî durumdaki polislerle (riskine rağmen) bir Müslüman hanım evlenmeye kalkarsa, ona da bir şey diyemeyiz. Böyle bir evliliğe karşı çıkmamak gerekir diye düşünüyorum.
Yargı da hâkim, savcı vb. görevleri kapsar. Bunlar da Allah’ın indirdiğiyle değil; beşerin uydurduğu ilke ve kanunlarla insanları yönetmeye çalışırlar.
Ayrıca yapılması küfür veya haram olan bir işle, görevle ilgili herhangi bir alanda görev almak veya böyle bir konumdaki memurluk; insanları küfre veya harama teşvik edecek veya kendisi için kesinlikle küfür veya haram olan bir işte görevli memurluk da kesinlikle câiz olmaz.
Demek ki, Emniyet’te görevli bir memur ile meselâ belediyede bir memur farklıdır. Yine Belediye’de zabıta görevlisiyle itfaiyeci aynı değildir. Zabıta, zulüm olan bazı uygulamalar yaptığına ve polise benzer bir görevi olduğundan câiz kabul edilemezken, itfaiyeciliğin hiçbir sakıncası yoktur. Bazı memurluklar da duruma göre değerlendirilir: Vergi memurluğu câiz görülmezken, meselâ nüfus müdürlüğünde memurluk câiz kabul edilir. Tabii, bütün bu câiz denilen hususlar, herhangi bir küfür ve haramla, ancak bazı haramlar işlemekle o memurluk yapılıyorsa, câiz olmaktan çıkar.
Belki en riskli memurluklar da halkın “namaz kıldırma memuru” dediği imamlık ve halkın peygamber mesleği dediği öğretmenlik sözkonusudur. Cami görevlisinin tâğutları hiçbir şekilde ve hiçbir zaman övmemesi, onlara dua ettirmemesi, İslâm dışı bir düzeni savunmaması, tâğutları reddettiğini davranışları ve uygulamalarıyla ispatlaması ve hakkı (tevhidi, şirki, çağdaş putperestliği…) gizlemeyip bâtıla karıştırmadan insanlara duyurması gerekmektedir ki, yaptığı görev, câiz kabul edilebilsin; aksi takdirde câiz değildir.
Öğretmenlerin ise, öğrencileri putperest âyinlere yönlendirmemesi, hiçbir öğrenciye tâğutu övecek şekilde görevler vermemesi, bu tür konuları okutmaması, kendisinin de küfür davranışı olan hafta başı ve sonundaki törenlere, bayram törenlerine vb. katılmaması şarttır.
Yine buna benzer küfür davranış ve sözlerinden tümüyle kaçınmak şartıyla yapılan öğretmenlik ancak câiz olabilir.
Bütün bunların yanında, bana göre dâva adamı olan veya olmaya çalışan samimi mü’minlerin, zâlim bir düzenin çarklarını çevirecek bir memurlukla ömürlerini tüketmeleri, pasifize olmaları tavsiye edilmez, yakışmaz, şık olmaz.
Habbâb bin Eret’in yaptığı görev, farklı (İslâmî sayılabilecek, Allah’ın indirdiğiyle hükmedilen) bir devlet sisteminde ve herhangi bir harama aracı ve yardımcı olunmadan yapılan görevdir. Günümüzdeki memurluklarla mukayese edilemeyecek çok farklı şartlar sözkonusudur.
Kur’an ve Sünnette bugünkü memurlukla ilgili direkt bir ifadenin bulunması sözkonusu değildir. Kur’an ve Sünnet temel ilkeleri verir. Gerisi Kur’an ve Sünneti ölçü kabul eden ve bu konuda doğru hükümler çıkarabilen seviyeli insanların değerlendirmelerine yönelinir. Kimin Kur’an ve Sünnetten delili kuvvetliyse o hükme uyulur. Kur’an ve Sünnet, tâğutun red ve inkâr edilmesini emreder. Putperestliğin ve şirkin her çeşidini yasaklar. Haram işlenmesini yasaklar. Ayrıca küfre vesile olan, yardımcı olanın küfre, harama yardımcı olan kimsenin harama düştüğünü belirtir.
Şahsî kanaatim olarak, mecburi ve çok özel bir durum olmadıkça dâva adamı hiçbir müslümanın memurluğu tercih etmemesini ısrarla tavsiye ederim.
Eş seçimi: Evlilikte eş seçimi önemlidir. Yuvayı yapacak, çocukları eğitecek, erkeğe ömür boyu iyi veya kötü günde destek ve mutluluk verecek olan eşi seçerken güzelliğinden, soyundan ve malından çok, dindarlığına ve iyi ahlâk sahibi olmasına dikkat edilmelidir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kadınla dört şeyden dolayı evlenilir: Malı, soyu, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanı seç, mutlu olursun.” [1]
Bu hadisteki “kadınla dört şey için evlenilir” ifadesi, aynı şekilde ve aynen bir hanım için de geçerlidir. Yani, “erkekle de dört şey için evlenilir…” Bu özellikler ve tavsiye edilen husus, hanımlar açısından erkekler için de aynen sözkonusu edilir.
İslâm hukukuna göre nikâh akdi hem medenî bir muâmele, hem de bir ibâdettir. Çünkü nikâhın rükûn ve şartlarını İslâm belirler ve evlilik sebebiyle eşlerin pek büyük ecirlere ulaşacakları açıklanır. Bu konuda İbnül-Hümâm (ö. 861/1457) şöyle der: "Nikâh, ibâdetlere daha yakındır. Hattâ evlenmek, sırf ibâdet niyetiyle bekâr kalmaktan daha faziletlidir" [2]. Son devir hukukçularından İbn Abidîn (ö. 1252/1836), Reddül-Muhtar adlı ünlü eserinde nikâh konusuna şu cümlelerle başlar: "Bizim için Hz. Adem devrinden bugüne kadar meşrû olmuş, sonra Cennette de devam edecek, nikâh ile imandan başka ibâdet yoktur" [3]. Nikâhın câmi içinde akdedilmesi ve mümkünse cuma gününe rastlatılması müstehaptır. Bu da onun ibâdet yönünü güçlendirir [4].
Şâfiîlere göre, evlilik satım akdi gibi dünyaya ait işlerden olup, bir ibâdet değildir. Dayandığı delil, gayri müslimlerin nikâhının da İslâm nazarında geçerli sayılmasıdır. Eğer ibâdet olsaydı, bu nikâhların geçersiz olması gerekirdi. Nikâhtan amaç, kişinin şehvetini teskin etmesidir. İbâdet yapmak ise, Allah için bir iş yapmaktır. Bu nedenle Allah için iş yapmak, kendi nefsi için iş yapmaktan daha faziletlidir.
Şâfiîlerin bu görüşüne çoğunluk fakihler (cumhûr) karşı çıkmıştır. Çoğunluğa göre nikâhın mü’min veya gayrı müslim için geçerli olması, dünyada toplum düzeniyle ilgilidir. Nitekim mescit, yol yapımı ve benzeri hayır işleri müslüman için bir ibâdet olduğu halde, gayrı müslim için bir ibâdet sayılmaz. Genel anlamda Allah'ın hoşnut ve râzı olduğu her iş, müslüman için ibâdettir. İslâmî esaslara göre kurulan ve buna göre yürütülen evlilik de ibâdet kabîlindendir. Çünkü nikâh akdi ile, nefsi haramlardan korumak ve nesli sürdürmek gibi birçok toplum maslahatı gerçekleşir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) "Sizden birinizin evliliğinde sadaka sevabı vardır" [5] buyurmuştur.
İslâm'da nikâh akdi sırasında evlenecek erkekle kadının veya hukukî temsilcilerinin ve şâhitlerin dışında dinî veya resmî bir görevlinin bulunması zorunlu değildir. Bu durum, onun dinî niteliği ve ibâdet yönü için bir engel teşkil etmez. Çünkü bir İslâm âliminin nikâh meclisini yönetmesi, gerekli soru ve cevapları alması, nikâhın rükün veya şartlarından değildir.
Hristiyan toplumlarında nikâhın dinî veya medenî niteliği uzun süre tartışma konusu olmuş; kimi ülkelerde nikâh tamamen kiliselerde akdedilirken, kimi ülkelerde de medenî nikâh esası benimsenmiştir. Fransa'da 1787 Kasımında çıkarılmış olan bir kral buyruğu ile Katolik olmayanların evlenmelerini, dilerlerse ikametgâhlarının bulunduğu yer kilisesinde, dilerlerse aynı mahallin hâkimi önünde akdedebilecekleri kabul edilmiştir. Birincisi dinî, ikincisi medenî nikâh niteliğindedir.
Osmanlı Devleti uygulamasında 1917 tarihli "Hukuk-ı Aile Kararnamesi" Hristiyanlar için kısmen dinî ve kısmen medenî bir evlenme usûlü getirmiştir. Buna göre, Hristiyanların nikâhı, dinî âyinler çerçevesinde rûhânî memurlarca akdedilir. Ancak rûhânî memur, en az yirmi dört saat önce mahallî mahkemeye haber verir. Hâkim, belirtilen saatte nikâh meclisine özel bir memur gönderip kıyılan nikâhı deftere kayıt ve tescil ettirir [6].
Bazı Hristiyan ülkeler sonradan medenî evlenmeyi kabul etmekle birlikte, önce dinî nikâhın akdedilmesini şart koşmuşlardır. Meselâ; Yunanistan ve Romanya, medenî nikâhtan önce dinî nikâhın akdedilmesi esasını benimsemişlerdir [7].
A.B.D.'de, İngiltere'de ve İskandinav ülkelerinde ise toplum dinî veya medenî nikâhtan dilediğini seçme hakkına sahiptir. Eşlerin tercihine göre kilisede veya resmî nikâh memuru önünde akdedilen nikâhla ilgili belgeler nüfus kütüklerinde birleşmiş olur. Bazı ülkelerde medenî evlenme şekli zorunlu hale getirilmiştir. Hollanda, İsviçre ve Türkiye gibi ülkeler bunlar arasındadır. Bu gibi ülkelerde resmî memur önünde kıyılmayan nikâh, yok hükmünde sayılmaktadır [8].
“Kadın dört özelliği için nikâhlanır: Malı için, nesebi (soyu) için, güzelliği için, dini için. Sen dindarı seç de huzur bul/mutlu ol.” [9]
"Kadınlarla güzellikleri dolayısıyla evlenmeyin; olabilir ki, güzellikleri onları kötülüğe sevkeder. Malları dolayısıyla da evlenmeyin; olabilir ki malları da onları size karşı isyâna sevkeder. Fakat onlarla dinleri dolayısıyla evlenin. Dindar olan siyahi bir câriye, diğerlerinden üstündür" [10]