1. Rubûbiyet Tevhidi:
Her şeyin Rabbinin ve yegâne sahibinin Allah olduğuna, O'nun ortağının bulunmadığına, yegâne yaratıcının, kâinatı çekip çevirenin, işlerini idâre edenin, kâinatta dilediği gibi tasarrufta bulunanın, kulları yaratanın, onlara rızık verenin, onları yaşatan ve öldürenin O olduğuna kesin bir şekilde inanmak, Allah’ın kazâ ve kaderine, zâtında bir olduğuna inanmaktır.Kısacası, (kulların) bütün fiillerinde Allah Teâlâ'yı birlemeleridir.
Allah Teâlâ'nın Rubûbiyetine îmân etmenin farz oluşuna delâlet eden şer’î deliller pek çoktur.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda aşağıdaki âyetlerde şöyle buyurmaktadır:
"Hamd, Âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur." (Fatihâ Sûresi, 2)
"Dikkat edin, yaratma ve emretmenin hepsi sadece O’na âittir.Âlemlerin Rabbi olan Allah, her türlü noksanlıklardan münezzehtir." (A'râf Sûresi, 54)
"Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan, O’dur." (Bakara Sûresi, 29)
"Şüphesiz ki (yarattıklarına) rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan, yalnızca Allah'tır." (Zâriyât Sûresi, 58)
Kureyş kâfirleri ile diğer çeşitli dînlere mensup kimselerin büyük çoğunluğu, rubûbiyet tevhidine aykırı davranmamışlardır.Hepsi de kâinatın yegâne yaratıcısının Allah olduğuna îmân ederlerdi.
Nitekim Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
"(Ey Muhammed!) Onlara (müşriklere) : Gökleri ve yeri kim yarattı? Diye soracak olursan, (onlar) : mutlaka Allah yarattı, diyeceklerdir." (Lokman Sûresi, 25)
"(Ey Muhammed! Onlara) De ki: Yeryüzü ve içindekiler kimindir? Eğer biliyorsanız (söyleyin).
Onlar: yalnızca Allah’ındır, diyeceklerdir.
Sen de (onlara) ki: O halde siz, (O'nun yeniden diriltip hesaba çekmeye gücü yettiğini) iyice düşünüp ibret almaz mısınız?
De ki: Yedi göğün ve büyük arşın Rabbi kimdir? (Onlar: Kesinlikle) Allah’tır, diyeceklerdir.
De ki: O halde (O'ndan başkasına ibâdet ederseniz, O'nun azabından) korkmaz mısınız?
De ki: Her şeyin hâkimiyeti elinde bulunan, himâye eden fakat kendisine karşı kimsenin himâye altına alınmasına imkân tanımayan kimdir? Eğer biliyorsanız (cevab verin).
Onlar: (bütün bunlar) Allah’ındır, diyeceklerdir.De ki: O halde, nasıl olur da aldanıyorsunuz? Aksine biz,onlara (inkârcılara Muhammed ile) hakkı getirdik, onlar ise (şirk koşma ve yeniden dirilişi inkâr etmede) muhakkak ki yalancıdırlar." (Mü'minûn Sûresi: 84-90)
Bunun böyle olmasının sebebi, kulların kalpleri, Allah’ın yegâne Rab oluşunu kabul edecek şekilde yaratılmış olmasındandır. Bundan dolayı, Rubûbiyet Tevhidine inanan kimsenin tevhidin türlerinden ikincisi olan Ulûhiyet Tevhidini de kabul etmedikçe, muvahhid olamaz.
2. Ulûhiyet Tevhidi:
Kulların bütün fiilleriyle, Allah Teâlâ'yı birlemeleridir. Buna ibâdet tevhidi adı da verilir.Bunun anlamı; kesin olarak şu hususlara inanmayı içerir:
Kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan hak ilâh Allah Teâlâ'dır.Kendisinden başka ibâdet edilen her ilâh bâtıldır.Yalnızca O'na ibâdet edilmeli,O’na boyun eğilmeli, mutlak olarak sadece O’na itaat edilmeli, kim olursa olsun, O’na ortak koşulmaması, namaz, oruç, zekât, hac, duâ, istiâne (yardım dileme), adak, kurban, tevekkül, korku, ümit ve sevgi gibi gizli ve açık ibâdet türlerinden hiçbirinin O’ndan başkasına yapılmaması ve Allah Teâlâ'ya sevgi, korku ve ümitle birarada ibâdet olunmasıdır.Bunların bir kısmı ile O’na ibâdet edip, bir kısmını bırakmak, sapıklıktır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Yalnızca sana ibâdet ederiz ve yalnızca senden yardım dileriz." (Fâtiha Sûresi, 5)
"Kim Allah ile birlikte başka bir ilâha ibâdet ederse, ki onun bu konuda (Allah'tan başkasına ibâdet etmekte) hiçbir gerekçesi yoktur-, onun (bu kötü amelinin âhiretteki) karşılığı ancak Rabbinin katındadır. Şüphesiz ki kâfirler kurtuluşa eremezler." (Mü'minûn Sûresi, 117)
Ulûhiyet Tevhidi, bütün peygamberlerin ona çağırdıkları bir husustur.Geçmiş ümmetleri helâka götüren yol, bu tevhidin inkârıydı.Dînin başı, sonu, içi ve dışı ulûhiyet tevhididir.Peygamberlerin ilk ve son çağrısı budur. Bunun için peygamberler gönderilmiş, kitaplar indirilmiş, cihad için kılıçlar çekilmiş, mü’minlerle kâfirler, cennet ile cehennem ehli birbirinden ayrılmıştır.
İşte; "Lâ ilâhe illallah"ın anlamı budur.
Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurmaktadır:
"(Ey Muhammed!) Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona: 'Benden başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O halde yalnızca bana ibâdet edin' diye vahyetmiş olmayalım." (Enbiyâ Sûresi, 25)
Rubûbiyet Tevhidi, Ulûhiyet Tevhidinin gereklerindendir.Çünkü yaratan, rızık veren, sahip olan, tasarrufta bulunan, yaşatan ve öldüren, bütün kemal sıfatlara sahip ve her türlü noksanlıktan uzak olan, her şey elinde olan Rabbin, aynı zamanda hiçbir ortağı bulunmayan ve yalnızca kendisine ibâdet edilen bir ilâh olması gerekir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım." (Zâriyât Sûresi, 56)
Zirâ müşrikler bir tek ilâha ibâdet etmiyorlardı. Onlar birden çok ilâha ibâdet ediyorlar ve bunların kendilerini Allah’a yakınlaştırdıklarını iddiâ ediyorlardı. Bununla birlikte onlar, bu uydurma ilâhların fayda ve zarar vermediklerini itiraf ediyorlardı.İşte bu sebeple Allah Teâlâ, Rubûbiyet Tevhidini kabul etmelerine rağmen onları mü’minler olarak değerlendirmemiş, aksine ibâdette kendisine başkasını ortak koştukları için onları kâfir olarak değerlendirmiştir.
İşte bu noktadan hareketle, selefin yani Ehl-i Sünnet vel-Cemaat'in Ulûhiyet Tevhidi konusundaki inancı başkalarından farklı olmaktadır. Onlar, bazılarının kastettiği gibi, tevhidin anlamı onlara göre, yalnızca Allah’tan başka yaratıcı ilâh olmamasından ibâret olduğunu kastetmezler. Aksine onlara göre Ulûhiyet Tevhidi, ancak şu iki esasın varlığı ile birlikte gerçekleşebilir:
1. Bütün ibâdet çeşitlerinin yalnızca Allah Teâlâ'ya yapılması ve yaratılmış bir varlığa, yaratıcının hak ve özelliklerinden hiçbirisinin verilmemesi.
Buna göre Allah’tan başkasına ibâdet edilemez, O'ndan başkası için namaz kılınamaz, O'ndan başkasına secde edilemez, O'ndan başkasına adakta bulunulamaz, O'ndan başkasına tevekkül edilemez. Şüphesiz ki Ulûhiyet Tevhidi, ibâdetin yalnızca Allah Teâlâ'ya yapılmasını gerektirir. İbâdet ise ya kalp ile dilin bir sözü ya da kalp ile organların bir amelidir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"(Ey Muhammed! Onlara) De ki: Şüphesiz ki benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla (tevhidle) emrolundum ve ben (bunu böyle kabul eden) müslümanların ilkiyim." (En'am Sûresi, 162-163)
"Dikkat edin! (Şirkten uzak) hâlis olan dîn (tam itaat), yalnız Allah içindir." (Zümer Sûresi, 3)
2. İbâdet, Allah Teâlâ ve Rasûlü Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-'in emrettiklerine uygun olmalıdır.
Buna göre ibâdet, boyun eğme ve itaatte Allah Teâlâ'yı birlemek, "Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur” diye ifadelendirilen şehâdetin gerçekleştirilmesidir.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e uymak, onun emir ve yasaklarına boyun eğmek de, "Muhammed, Allah’ın elçisidir" şehâdetinin gerçekleştirilmesidir.
O halde Ehl-i Sünnet vel-Cemaat'in metodu şudur:
Onlar, Allah Teâlâ'ya ibâdet eder ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmazlar.O'ndan başkasından istemez, O'ndan başkasından yardım dilemez, O'ndan başkasından imdatlarına koşmasını istemez,O'ndan başkasına tevekkül etmez, O'ndan başkasından korkmazlar.Allah Teâlâ'ya itaat ve ibâdet edip salih amelleriyle yakınlaşmaya çalışırlar.
"Yalnızca Allah’a ibâdet edin ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın." (Nisâ Sûresi, 36)
Selef-i Salih Akidesi
Abdullah b. Abdulhamid el-Eseri
Her şeyin Rabbinin ve yegâne sahibinin Allah olduğuna, O'nun ortağının bulunmadığına, yegâne yaratıcının, kâinatı çekip çevirenin, işlerini idâre edenin, kâinatta dilediği gibi tasarrufta bulunanın, kulları yaratanın, onlara rızık verenin, onları yaşatan ve öldürenin O olduğuna kesin bir şekilde inanmak, Allah’ın kazâ ve kaderine, zâtında bir olduğuna inanmaktır.Kısacası, (kulların) bütün fiillerinde Allah Teâlâ'yı birlemeleridir.
Allah Teâlâ'nın Rubûbiyetine îmân etmenin farz oluşuna delâlet eden şer’î deliller pek çoktur.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda aşağıdaki âyetlerde şöyle buyurmaktadır:
"Hamd, Âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur." (Fatihâ Sûresi, 2)
"Dikkat edin, yaratma ve emretmenin hepsi sadece O’na âittir.Âlemlerin Rabbi olan Allah, her türlü noksanlıklardan münezzehtir." (A'râf Sûresi, 54)
"Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan, O’dur." (Bakara Sûresi, 29)
"Şüphesiz ki (yarattıklarına) rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan, yalnızca Allah'tır." (Zâriyât Sûresi, 58)
Kureyş kâfirleri ile diğer çeşitli dînlere mensup kimselerin büyük çoğunluğu, rubûbiyet tevhidine aykırı davranmamışlardır.Hepsi de kâinatın yegâne yaratıcısının Allah olduğuna îmân ederlerdi.
Nitekim Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
"(Ey Muhammed!) Onlara (müşriklere) : Gökleri ve yeri kim yarattı? Diye soracak olursan, (onlar) : mutlaka Allah yarattı, diyeceklerdir." (Lokman Sûresi, 25)
"(Ey Muhammed! Onlara) De ki: Yeryüzü ve içindekiler kimindir? Eğer biliyorsanız (söyleyin).
Onlar: yalnızca Allah’ındır, diyeceklerdir.
Sen de (onlara) ki: O halde siz, (O'nun yeniden diriltip hesaba çekmeye gücü yettiğini) iyice düşünüp ibret almaz mısınız?
De ki: Yedi göğün ve büyük arşın Rabbi kimdir? (Onlar: Kesinlikle) Allah’tır, diyeceklerdir.
De ki: O halde (O'ndan başkasına ibâdet ederseniz, O'nun azabından) korkmaz mısınız?
De ki: Her şeyin hâkimiyeti elinde bulunan, himâye eden fakat kendisine karşı kimsenin himâye altına alınmasına imkân tanımayan kimdir? Eğer biliyorsanız (cevab verin).
Onlar: (bütün bunlar) Allah’ındır, diyeceklerdir.De ki: O halde, nasıl olur da aldanıyorsunuz? Aksine biz,onlara (inkârcılara Muhammed ile) hakkı getirdik, onlar ise (şirk koşma ve yeniden dirilişi inkâr etmede) muhakkak ki yalancıdırlar." (Mü'minûn Sûresi: 84-90)
Bunun böyle olmasının sebebi, kulların kalpleri, Allah’ın yegâne Rab oluşunu kabul edecek şekilde yaratılmış olmasındandır. Bundan dolayı, Rubûbiyet Tevhidine inanan kimsenin tevhidin türlerinden ikincisi olan Ulûhiyet Tevhidini de kabul etmedikçe, muvahhid olamaz.
2. Ulûhiyet Tevhidi:
Kulların bütün fiilleriyle, Allah Teâlâ'yı birlemeleridir. Buna ibâdet tevhidi adı da verilir.Bunun anlamı; kesin olarak şu hususlara inanmayı içerir:
Kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan hak ilâh Allah Teâlâ'dır.Kendisinden başka ibâdet edilen her ilâh bâtıldır.Yalnızca O'na ibâdet edilmeli,O’na boyun eğilmeli, mutlak olarak sadece O’na itaat edilmeli, kim olursa olsun, O’na ortak koşulmaması, namaz, oruç, zekât, hac, duâ, istiâne (yardım dileme), adak, kurban, tevekkül, korku, ümit ve sevgi gibi gizli ve açık ibâdet türlerinden hiçbirinin O’ndan başkasına yapılmaması ve Allah Teâlâ'ya sevgi, korku ve ümitle birarada ibâdet olunmasıdır.Bunların bir kısmı ile O’na ibâdet edip, bir kısmını bırakmak, sapıklıktır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Yalnızca sana ibâdet ederiz ve yalnızca senden yardım dileriz." (Fâtiha Sûresi, 5)
"Kim Allah ile birlikte başka bir ilâha ibâdet ederse, ki onun bu konuda (Allah'tan başkasına ibâdet etmekte) hiçbir gerekçesi yoktur-, onun (bu kötü amelinin âhiretteki) karşılığı ancak Rabbinin katındadır. Şüphesiz ki kâfirler kurtuluşa eremezler." (Mü'minûn Sûresi, 117)
Ulûhiyet Tevhidi, bütün peygamberlerin ona çağırdıkları bir husustur.Geçmiş ümmetleri helâka götüren yol, bu tevhidin inkârıydı.Dînin başı, sonu, içi ve dışı ulûhiyet tevhididir.Peygamberlerin ilk ve son çağrısı budur. Bunun için peygamberler gönderilmiş, kitaplar indirilmiş, cihad için kılıçlar çekilmiş, mü’minlerle kâfirler, cennet ile cehennem ehli birbirinden ayrılmıştır.
İşte; "Lâ ilâhe illallah"ın anlamı budur.
Allah Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurmaktadır:
"(Ey Muhammed!) Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona: 'Benden başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O halde yalnızca bana ibâdet edin' diye vahyetmiş olmayalım." (Enbiyâ Sûresi, 25)
Rubûbiyet Tevhidi, Ulûhiyet Tevhidinin gereklerindendir.Çünkü yaratan, rızık veren, sahip olan, tasarrufta bulunan, yaşatan ve öldüren, bütün kemal sıfatlara sahip ve her türlü noksanlıktan uzak olan, her şey elinde olan Rabbin, aynı zamanda hiçbir ortağı bulunmayan ve yalnızca kendisine ibâdet edilen bir ilâh olması gerekir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım." (Zâriyât Sûresi, 56)
Zirâ müşrikler bir tek ilâha ibâdet etmiyorlardı. Onlar birden çok ilâha ibâdet ediyorlar ve bunların kendilerini Allah’a yakınlaştırdıklarını iddiâ ediyorlardı. Bununla birlikte onlar, bu uydurma ilâhların fayda ve zarar vermediklerini itiraf ediyorlardı.İşte bu sebeple Allah Teâlâ, Rubûbiyet Tevhidini kabul etmelerine rağmen onları mü’minler olarak değerlendirmemiş, aksine ibâdette kendisine başkasını ortak koştukları için onları kâfir olarak değerlendirmiştir.
İşte bu noktadan hareketle, selefin yani Ehl-i Sünnet vel-Cemaat'in Ulûhiyet Tevhidi konusundaki inancı başkalarından farklı olmaktadır. Onlar, bazılarının kastettiği gibi, tevhidin anlamı onlara göre, yalnızca Allah’tan başka yaratıcı ilâh olmamasından ibâret olduğunu kastetmezler. Aksine onlara göre Ulûhiyet Tevhidi, ancak şu iki esasın varlığı ile birlikte gerçekleşebilir:
1. Bütün ibâdet çeşitlerinin yalnızca Allah Teâlâ'ya yapılması ve yaratılmış bir varlığa, yaratıcının hak ve özelliklerinden hiçbirisinin verilmemesi.
Buna göre Allah’tan başkasına ibâdet edilemez, O'ndan başkası için namaz kılınamaz, O'ndan başkasına secde edilemez, O'ndan başkasına adakta bulunulamaz, O'ndan başkasına tevekkül edilemez. Şüphesiz ki Ulûhiyet Tevhidi, ibâdetin yalnızca Allah Teâlâ'ya yapılmasını gerektirir. İbâdet ise ya kalp ile dilin bir sözü ya da kalp ile organların bir amelidir.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"(Ey Muhammed! Onlara) De ki: Şüphesiz ki benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla (tevhidle) emrolundum ve ben (bunu böyle kabul eden) müslümanların ilkiyim." (En'am Sûresi, 162-163)
"Dikkat edin! (Şirkten uzak) hâlis olan dîn (tam itaat), yalnız Allah içindir." (Zümer Sûresi, 3)
2. İbâdet, Allah Teâlâ ve Rasûlü Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-'in emrettiklerine uygun olmalıdır.
Buna göre ibâdet, boyun eğme ve itaatte Allah Teâlâ'yı birlemek, "Allah’tan başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur” diye ifadelendirilen şehâdetin gerçekleştirilmesidir.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e uymak, onun emir ve yasaklarına boyun eğmek de, "Muhammed, Allah’ın elçisidir" şehâdetinin gerçekleştirilmesidir.
O halde Ehl-i Sünnet vel-Cemaat'in metodu şudur:
Onlar, Allah Teâlâ'ya ibâdet eder ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmazlar.O'ndan başkasından istemez, O'ndan başkasından yardım dilemez, O'ndan başkasından imdatlarına koşmasını istemez,O'ndan başkasına tevekkül etmez, O'ndan başkasından korkmazlar.Allah Teâlâ'ya itaat ve ibâdet edip salih amelleriyle yakınlaşmaya çalışırlar.
"Yalnızca Allah’a ibâdet edin ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın." (Nisâ Sûresi, 36)
Selef-i Salih Akidesi
Abdullah b. Abdulhamid el-Eseri