Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Şeyhulislam İbn Teymiyye Rahimehullah’ın Mezhep Taklidi Hakkında İki Fetvası

E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Şeyhulislam İbn Teymiyye Rahimehullah’ın Mezhep Taklidi Hakkında İki Fetvası

Tercüme: Ebu Muaz

-1-

وَسُئِلَ - رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ - :

مَا تَقُولُ السَّادَةُ الْعُلَمَاءَ أَئِمَّةُ الدِّينِ - رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ أَجْمَعِينَ - فِي رَجُلٍ سُئِلَ إيش مَذْهَبُك ؟ فَقَالَ : مُحَمَّدِيٌّ أَتَّبِعُ كِتَابَ اللَّهِ وَسُنَّةَ رَسُولِهِ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقِيلَ لَا : يَنْبَغِي لِكُلِّ مُؤْمِنٍ أَنْ يَتَّبِعَ مَذْهَبًا وَمَنْ لَا مَذْهَبَ لَهُ فَهُوَ شَيْطَانٌ فَقَالَ : إيش كَانَ مَذْهَبُ أَبِي بَكْرٍ الصِّدِّيقِ وَالْخُلَفَاءِ بَعْدَهُ - رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ - ؟ فَقِيلَ لَهُ : لَا يَنْبَغِي لَك إلَّا أَنْ تَتَّبِعَ مَذْهَبًا مِنْ هَذِهِ الْمَذَاهِبِ فَأَيُّهُمَا الْمُصِيبُ ؟ أَفْتُونَا مَأْجُورِينَ

فَأَجَابَ :

الْحَمْدُ لِلَّهِ ، إنَّمَا يَجِبُ عَلَى النَّاسِ طَاعَةُ اللَّهِ وَالرَّسُولِ وَهَؤُلَاءِ أُولُوا الْأَمْرِ الَّذِينَ أَمَرَ اللَّهُ بِطَاعَتِهِمْ فِي قَوْلِهِ : { أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ } إنَّمَا تَجِبُ طَاعَتُهُمْ تَبَعًا لِطَاعَةِ اللَّهِ وَرَسُولِهِ لَا اسْتِقْلَالًا ثُمَّ قَالَ : { فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا } . وَإِذَا نَزَلَتْ بِالْمُسْلِمِ نَازِلَةٌ فَإِنَّهُ يَسْتَفْتِي مَنْ اعْتَقَدَ أَنَّهُ يُفْتِيهِ بِشَرْعِ اللَّهِ وَرَسُولِهِ مِنْ أَيِّ مَذْهَبٍ كَانَ وَلَا يَجِبُ عَلَى أَحَدٍ مِنْ الْمُسْلِمِينَ تَقْلِيدُ شَخْصٍ بِعَيْنِهِ مِنْ الْعُلَمَاءِ فِي كُلِّ مَا يَقُولُ وَلَا يَجِبُ عَلَى أَحَدٍ مِنْ الْمُسْلِمِينَ الْتِزَامُ مَذْهَبِ شَخْصٍ مُعَيَّنٍ غَيْرِ الرَّسُولِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي كُلِّ مَا يُوجِبُهُ وَيُخْبِرُ بِهِ بَلْ كُلُّ أَحَدٍ مِنْ النَّاسِ يُؤْخَذُ مِنْ قَوْلِهِ وَيُتْرَكُ إلَّا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ . وَاتِّبَاعُ شَخْصٍ لِمَذْهَبِ شَخْصٍ بِعَيْنِهِ لِعَجْزِهِ عَنْ مَعْرِفَةِ الشَّرْعِ مِنْ غَيْرِ جِهَتِهِ إنَّمَا هُوَ مِمَّا يَسُوغُ لَهُ لَيْسَ هُوَ مِمَّا يَجِبُ عَلَى كُلِّ أَحَدٍ إذَا أَمْكَنَهُ مَعْرِفَةُ الشَّرْعِ بِغَيْرِ ذَلِكَ الطَّرِيقِ بَلْ كُلُّ أَحَدٍ عَلَيْهِ أَنْ يَتَّقِيَ اللَّهَ مَا اسْتَطَاعَ وَيَطْلُبَ عِلْمَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ وَرَسُولُهُ (1) فَيَفْعَلَ الْمَأْمُورَ وَيَتْرُكَ الْمَحْظُورَ . وَاَللَّهُ أَعْلَمُ

Şeyhulislam İbn Teymiyye, Mecmuu’l-Fetava 20/92-93 fetva no:259 (diğer nüsha 20/208-209):

Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’a soruldu: “Din imamları olan seçkin alimler – Allah onların hepsinden razı olsun- şu kimse hakkında ne derler? Bir kimseye “Mezhebin nedir?” diye sorulduğunda: “Allah’ın kitabına ve Rasulü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine tabi olan bir Muhammedi’yim.” Der. Ona: “Hayır! Her müminin bir mezhebe uyması gerekir. Mezhebi olmayan şeytandır.” Derler. O da: “Ebu Bekr Sıddık ve ondan sonraki halifelerin – radıyallahu anhum - mezhebi neydi?” der. Ona şöyle denilir: “Senin mutlaka bu mezheplerden birine uyman gerekir” Bunlardan hangisi isabet etmiştir? Bize fetva verin, Allah size karşılığını versin.

Cevap: Allah’a hamd olsun. İnsanlara ancak Allah’a, rasule ve Allah’ın şu ayetinde itaat edilmelerini emrettiği emir sahiplerine itaat etmeleri vacip kılınmıştır: “Allah’a itaat edin, Rasule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de.” (Nisa 59) Emir sahiplerine itaat bağımsız değil, mutlaka Allah’a ve rasulüne itaate uygun olmak zorundadır. Sonra şöyle buyrulur: “Eğer bir şey hakkında çekişirseniz onu Allah’a ve rasulüne döndürün. Şayet Allah’â ve ahiret gününe iman ediyorsanız bu daha hayırlı ve daha güzeldir” (Nisa 59) Müslüman bir meseleyle karşılaştığı zaman, hangi mezhepten olursa olsun, Allah’ın ve rasulünün şeriatiyle fetva vereceğine inandığı bir kimseden fetva ister. Müslümanlardan hiç kimsenin alimlerden belli bir şahsı, her söylediği şeyde taklid etmesi gerekmez. Yine müslümanlardan hiçbirinin hiçbir belli şahsın mezhebine bağlanması gerekmez. Ancak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin her vacip kıldığı ve her verdiği haber alınabilir. Bilakis Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dışındaki insanların sözleri alınabilir de, terk edilebilir de. Dini başka bir yoldan bilme konusundaki acizliği sebebiyle bir kimsenin belli bir mezhebe uyması, o kimse için genişlik gösterilebilecek bir husustur. Bu, o yoldan başkasıyla dini bilme imkanı olan herkese de vacip olan bir şey değildir. bilakis herkesin gücü yettiği kadarıyla Allah’tan korkması, Allah ve rasulünün emrettikleri ilmi talep etmesi, emrolunanları yapması, sakındırılanları terk etmesi gerekir. Allah en iyi bilendir.

-2-

وَالصَّحَابَةُ كَانُوا مُؤْتَلِفِينَ مُتَّفِقِينَ وَإِنْ تَنَازَعُوا فِي بَعْضِ فُرُوعِ الشَّرِيعَةِ فِي الطَّهَارَةِ أَوْ الصَّلَاةِ أَوْ الْحَجِّ أَوْ الطَّلَاقِ أَوْ الْفَرَائِضِ أَوْ غَيْرِ ذَلِكَ فَإِجْمَاعُهُمْ حُجَّةٌ قَاطِعَةٌ . وَمَنْ تَعَصَّبَ لِوَاحِدِ بِعَيْنِهِ مِنْ الْأَئِمَّةِ دُونَ الْبَاقِينَ فَهُوَ بِمَنْزِلَةِ مَنْ تَعَصَّبَ لِوَاحِدِ بِعَيْنِهِ مِنْ الصَّحَابَةِ دُونَ الْبَاقِينَ . كالرافضي الَّذِي يَتَعَصَّبُ لِعَلِيِّ دُونَ الْخُلَفَاءِ الثَّلَاثَةِ وَجُمْهُورِ الصَّحَابَةِ . وَكَالْخَارِجِيِّ الَّذِي يَقْدَحُ فِي عُثْمَانَ وَعَلِيٍّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا . فَهَذِهِ طُرُقُ أَهْلِ الْبِدَعِ وَالْأَهْوَاءِ الَّذِينَ ثَبَتَ بِالْكِتَابِ وَالسُّنَّةِ وَالْإِجْمَاعِ أَنَّهُمْ مَذْمُومُونَ خَارِجُونَ عَنْ الشَّرِيعَةِ وَالْمِنْهَاجِ الَّذِي بَعَثَ اللَّهُ بِهِ رَسُولَهُ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ . فَمَنْ تَعَصَّبَ لِوَاحِدِ مِنْ الْأَئِمَّةِ بِعَيْنِهِ فَفِيهِ شَبَهٌ مِنْ هَؤُلَاءِ سَوَاءٌ تَعَصَّبَ لِمَالِكِ أَوْ الشَّافِعِيِّ أَوْ أَبِي حَنِيفَةَ أَوْ أَحْمَد أَوْ غَيْرِهِمْ . ثُمَّ غَايَةُ الْمُتَعَصِّبِ لِوَاحِدِ مِنْهُمْ أَنْ يَكُونَ جَاهِلًا بِقَدْرِهِ فِي الْعِلْمِ وَالدِّينِ وَبِقَدْرِ الْآخَرِينَ فَيَكُونُ جَاهِلًا ظَالِمًا وَاَللَّهُ يَأْمُرُ بِالْعِلْمِ وَالْعَدْلِ وَيَنْهَى عَنْ الْجَهْلِ وَالظُّلْمِ . قَالَ تَعَالَى : { وَحَمَلَهَا الْإِنْسَانُ إنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا } { لِيُعَذِّبَ اللَّهُ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ } إلَى آخِرِ السُّورَةِ . وَهَذَا أَبُو يُوسُفَ وَمُحَمَّدٌ أَتْبَعُ النَّاسِ لِأَبِي حَنِيفَةَ وَأَعْلَمُهُمْ بِقَوْلِهِ وَهُمَا قَدْ خَالَفَاهُ فِي مَسَائِلَ لَا تَكَادُ تُحْصَى لِمَا تَبَيَّنَ لَهُمَا مِنْ السُّنَّةِ وَالْحُجَّةِ مَا وَجَبَ عَلَيْهِمَا اتِّبَاعُهُ وَهُمَا مَعَ ذَلِكَ مُعَظِّمَانِ لِإِمَامِهِمَا . لَا يُقَالُ فِيهِمَا مُذَبْذَبَانِ : بَلْ أَبُو حَنِيفَةَ وَغَيْرُهُ مِنْ الْأَئِمَّةِ يَقُولُ الْقَوْلَ ثُمَّ تَتَبَيَّنُ لَهُ الْحُجَّةُ فِي خِلَافِهِ فَيَقُولُ بِهَا وَلَا يُقَالُ لَهُ مُذَبْذَبٌ ؛ فَإِنَّ الْإِنْسَانَ لَا يَزَالُ يَطْلُبُ الْعِلْمَ وَالْإِيمَانَ . فَإِذَا تَبَيَّنَ لَهُ مِنْ الْعِلْمِ مَا كَانَ خَافِيًا عَلَيْهِ اتَّبَعَهُ وَلَيْسَ هَذَا مُذَبْذَبًا ؛ بَلْ هَذَا مُهْتَدٍ زَادَهُ اللَّهُ هُدًى . وَقَدْ قَالَ تَعَالَى : { وَقُلْ رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا } . فَالْوَاجِبُ عَلَى كُلِّ مُؤْمِنٍ مُوَالَاةُ الْمُؤْمِنِينَ وَعُلَمَاءِ الْمُؤْمِنِينَ وَأَنْ يَقْصِدَ الْحَقَّ وَيَتَّبِعَهُ حَيْثُ وَجَدَهُ وَيَعْلَمَ أَنَّ مَنْ اجْتَهَدَ مِنْهُمْ فَأَصَابَ فَلَهُ أَجْرَانِ وَمَنْ اجْتَهَدَ مِنْهُمْ فَأَخْطَأَ فَلَهُ أَجْرٌ لِاجْتِهَادِهِ وَخَطَؤُهُ مَغْفُورٌ لَهُ .

Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah, Mecmuu’l-Fetava (22/252-253) şöyle demiştir:

Sahabeler birleşirler, ittifak ederlerdi. Dinin temizlik, namaz, hac, boşanma, feraiz (miras) veya diğerleri gibi bazı fer’î meselelerinde ihtilaf etmişlerse de, bu konularda icma etmeleri kesin bir hüccettir. Diğerlerini bir kenara bırakarak imamlardan belli bir şahsa taassub ile bağlanan, tıpkı diğer sahabeleri bırakarak tek bir sahabeye taassup gösteren gibidir. Mesela rafıziler Ali radıyallahu anh’e taassup göstererek üç halifeyi ve sahabelerin cumhurunu terk etmişlerdir. Hariciler ise Osman ve Ali radıyallahu anhuma hakkında dil uzatmışlardır. Bunlar bidat ve heva ehlinin yollarıdır. Kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur ki onlar kötülenmiş ve Allah’ın rasulü sallallahu aleyhi ve sellem ile gönderdiği şeriatın ve yollarının dışına çıkmışlardır. Her kim imamlardan birine taassup ile bağlanırsa bu bidat fırkalarına benzerlik göstermiş olur. Bağlandığı kimsenin, Malik, Şafii, Ebu Hanife, Ahmed b. Hanbel veya başkaları olması fark etmez. Bunlardan birine bağlanan kimse onun ilimde ve dinde değerini bilmediği gibi diğerlerinin değerini de bilmez. Böylece hem cahil hem zalim olur. Allah ise ilmi ve adaleti emreder, cahillikten ve zulümden yasaklar. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Onu insan yüklendi. Şüphesiz o çok zalim ve pek cahildir” (Ahzab 72)

İşte insanların Ebu Hanife’ye uyma konusunda en ileridekileri olan Ebu Yusuf ve Muhammed! Onlar Ebu Hanifenin görüşlerini en iyi bilen kimselerdi. Bununla birlikte neredeyse sayılamayacak kadar olan bir çok meselede, sünnetin delilinin kendilerine belirmesi sebebiyle Ebu Hanife’ye muhalefet etmişlerdir. İmamlarına gereken saygıyı göstermelerine rağmen ona tabi olmayı vacip görmemişlerdi. Onlar hakkında “Muzebzeban/gidip gelenler” denilemez. Bilakis Ebu Hanife ve diğer imamlar bir görüş söyler, sonra kendisine aksi istikamette bir delil belirir ve onu söylerdi. Bu durumda ona “müzebzeb:gidip gelen” denilmez. Zira insan ilim va imanı talep etmeye devam eder. kendisine daha önce gizli kalan ilim ortaya çıkarsa ona tabi olur ve o bu durumda müzebzeb olmaz. Bilakis o hidayet üzeredir ve Allah hidayetini artırmıştır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: “De ki Rabbim! İlmimi artır” her müminin, müminlerin idarecilerinin ve müminlerin alimlerinin hakkı amaçlamaları ve buldukları yerde ona uymaları gerekir. Bilmek gerekir ki, onlardan biri içtihat edip isabet ettiğinde ona iki ecir vardır. İçtihat edip hata ettiğinde ise ona ictihadından dolayı bir ecir vardır, hatası ise bağışlanır…
 
S Çevrimdışı

Selefiyim

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Allah ibni Teymiyeye rahmetsin ne kadar güzel söylemiş,biraz bunu talebesi İmam Zehebi'nin dilyle açalımŞemsüddîn ez-Zehebî (rh) (ö:748), “Hadîsi almak Şâfiî’nin ve Ebû Hanîfe’nin sözünü almaktan evlâdır”diyen, kimsenin sözüne verdiği cevâb arasında şöyle demiştir:
“Derim ki (Zehebî):
Bu (söz), güzel bir sözdür. Lâkin bir şart ile; O hadîs ile, şu iki imâm’ın, yani Şâfiî ve Ebû Hanife’nin benzeri olan, Mâlik, Süfyân veya Evzâî gibi bir imâm hükmetmiş olacak. Hadîs sâbit ve illetten sâlim olacak. Ebû Hanîfe ve Şâfiî’nin delîli, diğerine muârız/zıt sahîh bir hadîs olmayacak. Amma, bir kimse diğer imâmların almadığı sahîh bir hadîsi alırsa, hayır. (Bu söz o zaman doğru değildir.)”
(Zehebî), sonra buna dâir delilleri anlattı.Yine,
İmâm Zehebî, Siyer(-i A’lâm-ı Nübelâ isimli eserin)’de[13] İbn-i Hazm’ın ben hakka uyarım, hiçbir mezheble bağlanmam şeklidekisözünü aktardıktan sonra şöyle dedi:
Evet, acemi fakîhe ve avâmdan Kur’ân’ı veya Ondan bir çoğunu ezberleyen bir kişiye ebediyen ictihâd câiz olmadığı gibi, kim ictihâd rütbesine ulaşırsa ve bir çok İmâm buna dâir şahidlik yaparsa, onun (bir başkasını) taklid etmesi câiz olmaz. Nasıl ictihâd edecek? Neyi söyleyecek? Neyin üzerine bina kuracak. Kanatları tüylenmeden nasıl uçacak?
Üçüncü kısım: Çok uyanık ve derin anlayışlı, muhaddis ve zirvede biri olan fakîh, ki furûa (fıkha) dâir bir muhtasar[14] ve usûl kâidelerine dâir bir kitab ezberlemiştir, nahiv okumuştur. Allah’ın Kitab’ını ezberlemenin ve tefsîri ile meşgûl olmanın ve güçlü tartışmasının yanında fazîletlere ortak olmuştur[15]… İşte bu (seviye), mukayyed (mutlak olmayan) içtihada ulaşan ve İmâm’ların delillerine bakmaya ehil hale gelenlerin rütbesidir.
Artık, ne zaman, bir mes’elede hakk ona açığa çıkmıştır, onda nass vardır ve onunla meselâ Ebû Hanîfe veya Mâlik veya Sevrî veya Evzâî, veya Şâfiî, Ebû Ubeyd , Ahmed ve İshâk gibi İmamlardan biri amel etmiştir, onda (o mes’elede) hakka uysun, ruhsatların yoluna girmesin, teverru’ etsin/sakınsın. Aleyhinde hüccet kâim olduktan sonra, o mes’elede ona taklîd câiz olmaz. Eğer, fakîhlerden, aleyhine laf edeceklerden korkarsa o mes’eleyi gizli tutsun, onu yapmakla kendini göstermesin. Olabilir ki, kendini beğenir ve görünmeyi sever de cezalandırılır ve nefsinden ona bir şey girer. Nice hakkı söyleyen, emr-i bi’l-ma’rûf nehy-i ani’l-münker yapıp da, kötü maksad ve dînî reislik sebebi ile Allah’ın kendine, onu incitecek kimseler musallât ettiği kimseler vardır. Bu, fakîhlerin nefsine sirayet eden gizli bir hastalıktır.
(Sonra Zehebî devâmla şöyle dedi:)
Kim, ilmi, medreseler ve fetvâ vermek, öğünmek ve gösteriş için talep ederse ahmaklaşır, böbürlenir, insanları küçümser, kendini beğenmişlik onu helak eder ve nefisler onu kahreder.
“O nefsi pak edenler iflâh eder, onu kirler ve paslara gömen de zarar eder.”(Zehebî’nin sözü)bitti.[16]
Hâfız İbn-i Receb el Hanbelî (rh)(ö:795 H.) Beyanü Fadli İlmi’s-Selef ‘alâ İlmi’l-Halef ( isimli) kitabında şöyle dedi:
İmamlara ve Ehl-i Hadîs fakîhlerine gelince.. Onlar, nerede olursa sahîh hadîse uyarlar. O sahîh hadîs Sahâbe ve onlardan sonrakiler veya onlardan bir cemâat katında kendisi ile amel edilen bir hadîs olduğu vakit. Selefin toplu olarak terk ettiği hadîs ile amel etmek câiz olmaz. Çünkü onlar, onunla amel edilemeyeceğini bilerek terk etmişlerdir.
Ömer b. Abdi’l-Azîz şöyle dedi:
Sizden öncekilere uyan reyleri alınız. Zira onlar, sizden daha çok bilen kimselerdi. Bitti.[17]
[13] (İmâm Zehebî, Siyer:18/91-192)

[14] Delîlleri gösterilmeyen, sadece hükümler yazılan kısa kitab

[15] Hepsini taşımasa da bir kısmına sâhib olmuştur.

[16] (Siyer: 18/91-192)

[17] (Beyânü Fadli İlmi’s-Selef alâ İlmi’l-Halef :57)
 
S Çevrimdışı

Selefiyim

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Taklid’in cevazı konusunda İbn Teymiyye’nin tavrı kısaca şudur:İbn Teymiyye, Mecmû’uL-Fetâvâ, XX, 202 vd.

“… Usul meselelerine gelince, ashabımızdan (Hanbelîler’den) ve diğer mezheplerden bir kısım kelamcı ve fakihler, herkese, avama ve kadınlara dahi nazar ve istidlali vacip görmüş, hatta bu Ümmet’in fazilet ve üstünlük sahiplerinin anlaşmazlık içinde bulunduğu meselelerde bile nazar ve istidlalin (herkese) vacip olduğunu söylemiştir…

“Ümmet’in çoğunluğu ise aksi görüştedir. Şüphesiz ki bilinmesi vacip olan şey, ilim tahsiline kadir olan kimse için vaciptir; insanlardan pek çoğu ise bu dakik meseleleri bilmekten acizdir. Böyleyken nasıl olur da onlar bu meseleleri bilmekle mükellef tutulur?

“Öte yandan ilim, hususi bir nazar (ve istidlal) olmaksızın, ızdırar, keşif ve isabet ettiği bilinen birisini taklid yoluyla da hasıl olabilir…

“Fer’î meseleler de böyledir. Kelamcı ve fakihlerden aşırı bir grup, fer’î meselelerde nazar ve içtihadın herkes için, hatta avam için bile vacip olduğunu söylemiştir. Bu, zayıf bir görüştür. Çünkü bu meselelerin bilgisini talep etmek tek tek herkese vacip ise, bu, ancak buna imkân bulunması durumuyla sınırlı olarak söz konusu olabilir. Bu meselelerin bilgisini mufassal delillerden çıkararak elde etme kudreti ise, avamın ekserisi için zor veya çok güç bir iştir.

“Bu meselede bunların karşısında yer alan mezhep tabilerinden bir grup ise, imamlardan sonra gelen alimiyle avamıyla bütün tabakalar için fer’î meselelerde taklidi vacip görmüştür. Bunlar arasında taklidi Ebû Hanîfe ve Malik’in döneminden sonra mutlak surette vacip görenler vardır…

“Ümmet’in her kesimden çoğunluğunun üzerinde bulunduğu görüş şudur: İçtihad da icmalî olarak caizdir, taklid de. Bu görüşü benimseyenler, içtihadı herkes için vacip görüp taklidin haram olduğunu söylemediği gibi, taklidin herkes için vacip ve içtihadın haram olduğunu da söylemez. Onlara göre kudreti yeten için içtihad etmek ve içtihaddan aciz olan için (başkasını) taklid etmek caizdir.“İçtihada gücü yeten kimsenin (başkasını) taklid etmesi caiz midir? Bu konuda ihtilaf vardır. Sahih olan görüş şudur: Bu kişinin, içtihaddan aciz kaldığı meselelerde başkasını taklid etmesi caizdir. Bu kişinin içtihaddan aciz kalması, ya konuyla ilgili muhalif delillerin birbirine denk olması veya içtihad için gerekli zamanın bulunmaması yahut da delilin kendisine zahir olmaması durumlarında söz konusu olur. Aciz kaldığı anda bu kişiye, aciz kaldığı şeyin vücubiyeti sakıt olur ve bu kişi içtihada bedel olan duruma intikal eder ki, o, takliddir. Bu, tıpkı suyla temizlenmekten aciz olma durumu gibidir…”(İbn Teymiyye, Mecmû’uL-Fetâvâ, XX, 202 vd.)

İbn Teymiyye’den bu doğrultuda daha pek çok nakil yapmak mümkün ise de, bu kadarının yeterli olduğu açıktır.
 
E Çevrimdışı

Ebu Katade

Guest
emeğine sağlık ehli hadis kardeşim....
 
T Çevrimdışı

taymiyyah

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Mezhep ve Mezhep imamları hakkında uydurulan bazı hadisler şunlardır;
–”Benden sonra bir adam gelecek, ona Numan bin Sabit denir, künyesi de Ebu Hanefe’dir. Allah’ın dini ve benim sünnetim onun eliyle ihya olunacaktır.”
–”Ümmetimden Muhammed bin İdris [Şafii] adında bir adam çıkacaktır, o ümmetime iblisten daha zararlıdır.
–“Yine ümmetimde bir adam bulunacaktır ona Ebu Hanife denilir, ümmetimin kandili odur.”
[Muhammed Sultan el-Mâsumî/İSLAM'DA MEZHEB]
 
T Çevrimdışı

taymiyyah

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Şeyhu’l-İslâm İbn-i Teymiyye, Fetâvayi’l-Mısriyye adlı kitabında şunları zikreder:
“Bir kişi Ebu Hanife, imam Malik, imam Şafiî veya Ahmed b. Hanbel’e tabi olsa ve bazı meselelerde başka mezhebin görüşünü daha kuvvetli görüp ona tabi olsa, bu çok güzel bir davranıştır. Bu davranışı, onun ne dinini ne de adalet ve doğruluğunu zedeler. Bilakis bu, gerçeğe daha yakın ve bu kişi Allah ve Rasûlüne, Rasûlullah’tan başka birine taassup gösterenden daha sevimlidir. Mesela Ebu Hanife’ye çok aşırı sevgi duyan bir kişi Ebu Hanife’nin görüşünün tabi olunması gereken tek doğru olduğunu kabul edip, diğer imamları nazarı itibara almazsa bu kişi cahildir ve hatta inkârcıdır, böyle birisinden Allah’a sığınırız.”
El-İkna’ ve şerhinde şunlar yer alır: “En uygun görüş, herhangi bir mezhebe girmenin gerekli olmayışı ve başka bir mezhebe geçebilme imkânının olmasıdır. Cumhuru ulema hiç kimseye belli bir mezhebe girmelerini ve Allah Rasûlüne muhalefet edilen bir konuda bir imama tabi olmalarını gerekli görmez. Allah herkese, her halükârda Rasûlullah’a itaati farz kılmıştır.” İbn-i Teymiyye, el-Kaza mine’l-İnsaf adlı eserinde şöyle der: “Kim belli bir imamı taklid etmeyi farz olarak görürse tevbe etmesi söylenir, yapmazsa öldürülür. Çünkü bu farziyyet, rububiyyetin özelliklerinden olan teşri” (hüküm verme) konusunda Allah’a şirk koşmadır.”
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Taklid’in cevazı konusunda İbn Teymiyye’nin tavrı kısaca şudur:İbn Teymiyye, Mecmû’uL-Fetâvâ, XX, 202 vd.

“… Usul meselelerine gelince, ashabımızdan (Hanbelîler’den) ve diğer mezheplerden bir kısım kelamcı ve fakihler, herkese, avama ve kadınlara dahi nazar ve istidlali vacip görmüş, hatta bu Ümmet’in fazilet ve üstünlük sahiplerinin anlaşmazlık içinde bulunduğu meselelerde bile nazar ve istidlalin (herkese) vacip olduğunu söylemiştir…

“Ümmet’in çoğunluğu ise aksi görüştedir. Şüphesiz ki bilinmesi vacip olan şey, ilim tahsiline kadir olan kimse için vaciptir; insanlardan pek çoğu ise bu dakik meseleleri bilmekten acizdir. Böyleyken nasıl olur da onlar bu meseleleri bilmekle mükellef tutulur?

“Öte yandan ilim, hususi bir nazar (ve istidlal) olmaksızın, ızdırar, keşif ve isabet ettiği bilinen birisini taklid yoluyla da hasıl olabilir…

“Fer’î meseleler de böyledir. Kelamcı ve fakihlerden aşırı bir grup, fer’î meselelerde nazar ve içtihadın herkes için, hatta avam için bile vacip olduğunu söylemiştir. Bu, zayıf bir görüştür. Çünkü bu meselelerin bilgisini talep etmek tek tek herkese vacip ise, bu, ancak buna imkân bulunması durumuyla sınırlı olarak söz konusu olabilir. Bu meselelerin bilgisini mufassal delillerden çıkararak elde etme kudreti ise, avamın ekserisi için zor veya çok güç bir iştir.

“Bu meselede bunların karşısında yer alan mezhep tabilerinden bir grup ise, imamlardan sonra gelen alimiyle avamıyla bütün tabakalar için fer’î meselelerde taklidi vacip görmüştür. Bunlar arasında taklidi Ebû Hanîfe ve Malik’in döneminden sonra mutlak surette vacip görenler vardır…

“Ümmet’in her kesimden çoğunluğunun üzerinde bulunduğu görüş şudur: İçtihad da icmalî olarak caizdir, taklid de. Bu görüşü benimseyenler, içtihadı herkes için vacip görüp taklidin haram olduğunu söylemediği gibi, taklidin herkes için vacip ve içtihadın haram olduğunu da söylemez. Onlara göre kudreti yeten için içtihad etmek ve içtihaddan aciz olan için (başkasını) taklid etmek caizdir.“İçtihada gücü yeten kimsenin (başkasını) taklid etmesi caiz midir? Bu konuda ihtilaf vardır.Sahih olan görüş şudur: Bu kişinin, içtihaddan aciz kaldığı meselelerde başkasını taklid etmesi caizdir. Bu kişinin içtihaddan aciz kalması, ya konuyla ilgili muhalif delillerin birbirine denk olması veya içtihad için gerekli zamanın bulunmaması yahut da delilin kendisine zahir olmaması durumlarında söz konusu olur. Aciz kaldığı anda bu kişiye, aciz kaldığı şeyin vücubiyeti sakıt olur ve bu kişi içtihada bedel olan duruma intikal eder ki, o, takliddir. Bu, tıpkı suyla temizlenmekten aciz olma durumu gibidir…”(İbn Teymiyye, Mecmû’uL-Fetâvâ, XX, 202 vd.)

İbn Teymiyye’den bu doğrultuda daha pek çok nakil yapmak mümkün ise de, bu kadarının yeterli olduğu açıktır.
İbnu’l-Kayyım’ın tutumu da hocasından farklı değildir. Bir kimsenin, bir alimi taklid yoluyla fetva vermesinin caiz olup olmadığı meselesini işlerken şöyle der:İbnu’l-Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakkı’în, I, 45-6.

“Bu meselede İmam Ahmed’in arkadaşlarının üç görüşü vardır.
“Birincisi: Taklid yoluyla fetva vermek caiz değildir. (…) Bu, İmam Ahmed’in arkadaşlarının çoğunluğu ile Şafi’îler’in cumhurunun görüşüdür.
“İkincisi: Sadece kendi nefsi hakkında caizdir. Fetva kendi nefsi hakkında ise, bir kimsenin başka alimleri taklid etmesi caiz olur. (…)
“Üçüncüsü: İhtiyaç anında ve müçtehid bir alimin bulunmadığı durumlarda caizdir. Bu, konu hakkındaki görüşlerin en sahihidir; amel de bu görüşe göredir…”6
İbnu’l-Kayyım’ın, İ’lâmu’l-Muvakkı’în’de meseleyi bu şekilde ortaya koyduktan sonra taklid aleyhine söylenebilecek her şeyi söylemesi ve karşıt delilleri çürütme yoluna gitmesi, taklidin mutlak surette adem-i cevazına kail olduğunu göstermez.

Zira mesela Sahabe’den fetvaları zabt edilmiş olanlar üzerinde dururken verdiği rakamlar, Sahabe’nin tümünün Müçtehid veya müfti makamını haiz bulunmadığının en sadık şahididir.

Şöyle der: “Resulullah’ın (s.a.v) ashabından, fetvaları zabt edilmiş olanların sayısı, kadınlı-erkekli 130 küsürdür. Bunlar arasında çokça fetva vermiş olanlar şu 7 kişidir: Ömer b. el-Hattâb, Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah b. Mes’ûd, Ümmü’l-mü’minîn Aişe, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer…”

Daha sonra İbnu’l-Kayyım, fetvalarının sayısı orta seviyede olan 13 sahabînin adını verir ve yine İbn Hazm’dan naklen, bunların her birinin verdiği fetvaların oldukça küçük hacimde birer risale oluşturacağını söyler. Nihayet kendilerinden bir, iki veya biraz daha fazla fetva nakledilmiş olanların fetvalarının toplamının da ancak iyice araştırıldıktan sonra küçük bir cüz hacminde bir eser oluşturabileceğini belirtir.7

Efendimiz (s.a.v)’i görüp kendisinden hadis dinleyenlerin sayısının 100 binden fazla olduğunun8 söylendiği dikkate alınacak olursa, Sahabe’den fetva verdiği bilinenlerin sayısı, geriye kalanlara oranla yaklaşık 770′te 1′dir. Yani Sahabe’den her 770 kişiden sadece birisinin fetvaları bize kadar ulaşmıştır. Geriye kalanların tümünün fetvalarının kaybolduğu veya bize kadar bir başka sebeple ulaşmadığı ileri sürülemeyeceğine göre, en az 99.800 sahabînin mukallid olduğunu söylemek durumundayız.

Sahabe isimlerini zikretmek maksadıyla kaleme alınmış eserler içinde en hacimlisinin İbn Hacer’in el-İsâbe’si olduğu malumdur. Yukarıdaki oranlamayı, bu eserde zikredilen 12.296 isim9 üzerinden yapacak olursak, ortaya yaklaşık 94′te 1 gibi bir sonuç çıkar. Bu demektir ki, ismi zabtedilen sahabîler arasında ancak 94 kişiden 1′inin fetvalarından haberdarız.

Üstelik, İbnu’l-Kayyım’ın zikrettiği 130 küsür sahabî içinde fetva verme konusunda müksirun veya mütevassıtun olarak sadece 20 kişinin adının zikredildiği unutulmamalıdır!

Yine üstelik mezkûr 130 rakamının, mutlak müçtehid sahabîleri anlatmadığı, aksine bu rakama, “bazı konularda” fetva verenlerin de dahil olduğu unutulmamalıdır!

Bu oranlama, Sahabe döneminden günümüze kadar geçen uzun asırlar boyunca bu Ümmet’in içtihada ehil fertleri ile mukallidler tabakasını teşkil edenlerin tümüne teşmil edilecek olursa, işbu “şirk” ithamının ne kadar dayanaksız ve “uçuk” bir anlayışın ürünü olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır.. Netice
Yeryüzünde Ümmet-i Muhammed (s.a.v) var oldukça ilmî faaliyet de var olacaktır. Bu faaliyetin yoğunluk ve seviyesinde zaman zaman düşmeler/azalmalar görülse de, bu tesbitin geçersizliği hiçbir zaman iddia edilemeyecektir.

Eğer bir el-Muvatta veya bir el-Hidâye’ye, öz hacimlerinin 10 katı, 20 katı hacminde şerhler yazılmışsa, “taklid dönemi” denen dönemlerde dahi bir “cehd/içtihad” yoksunluğundan söz etmek için tekrar düşünmek gerekir.

Bir İbnu’l-Hümâm, “Yakamı bırakmayan hastalıklar ve bedenî zafiyet olmasaydı içtihad seviyesine ulaşırdım” demişse,10 es-Süyûtî içtihad edecek seviyeyi elde ettiğini söylemişse11 veya Abdülhayy el-Leknevî, asrının müceddidi olmayı hedeflemişse12 (örnekler elbette çoğaltılabilir), “taklid” ile “kör taklid”in birbirinden farklı şeyler olduğunu fark etmek zorundayız.

Bununla birlikte buradaki içtihad ile “Ümmet’i kurtarmak (!) için yapılan içtihad” arasındaki farklılığı da görmek durumundayız. Zira arada niyet, kapasite ve ehliyet/liyakat bakımından oldukça büyük bir uçurum olduğu açık.

6- İbnu’l-Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakkı’în, I, 45-6.
7- İ’lâmu’l-Muvakkı’în, I, 12.
8- İbn Hacer, el-İsâbe, I, 2.
9- Bunların tümünün sahabî olduğunun kesin biçimde söylenemeyeceğini bizzat İbn Hacer’in ifade ettiğine dikkat edilmelidir.
10- Bkz. es-Sehâvî, ed-Dav’u’l-Lâmi’, VIII, 131.
11- Bkz. es-Süyûtî, et-Tahaddüsb bi Ni’metillâh, 203 vd. es-Süyûtî, belirttiğim yerde, içtihad seviyesiye ulaştığını söylediği daha birçok isim saymıştır.Çağdaşı es-Sehâvî’nin onun içtihad iddiasını sert bir dille eleştirdiğini de burada bir not olarak ekleyelim. (Bkz. ed-Dav’u’l-Lâmi’, IV, 65 vd.) Dikkat çekici olan, bu eleştirilerin, es-Süyûtî’nin içtihad seviyesine ulaştığı iddiasını nakza dönük olup, içtihadın cevaz veya adem-i cevazıyla ilgilenmediğidir.
12- Bkz. en-Nâfi’u’l-Kebîr, 66.
 
E Çevrimdışı

elcevzi

Üye
İslam-TR Üyesi
tabi muctehid olmayan herkesin bir mezhebi taklid etmesi lazımdır.ancak talidin sırrı yine kelimenin kendisindedir.bildimiz üzere taklidin kelime olarak bir gerdanlık iki halat anlamına gelir.aklı olan kimse icin ne guzel ornektir.yani eger mezhebini usulune gore taklid edersen bu gerdanlık olur yok mutaasıp bir kisi isen kuran ve hadislerinden mezhebinin aksine delil oldugu halde hala o mes'elede oyle hareket edersen bir bu senin boynuna halat olur seni bogar iki bizzat mezheb imamının soyledigi bir seyi yapmamızsındır boylece kendi mezhebinle celismis olursun mesela imam azam hadis sahihse benim mezhebimdedir buyurmustur bunun gibi vesselamu aleykum
 
S Çevrimdışı

Selefiyim

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Şöyle der: “Resulullah’ın (s.a.v) ashabından, fetvaları zabt edilmiş olanların sayısı, kadınlı-erkekli 130 küsürdür. Bunlar arasında çokça fetva vermiş olanlar şu 7 kişidir: Ömer b. el-Hattâb, Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah b. Mes’ûd, Ümmü’l-mü’minîn Aişe, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer…”

Daha sonra İbnu’l-Kayyım, fetvalarının sayısı orta seviyede olan 13 sahabînin adını verir ve yine İbn Hazm’dan naklen, bunların her birinin verdiği fetvaların oldukça küçük hacimde birer risale oluşturacağını söyler. Nihayet kendilerinden bir, iki veya biraz daha fazla fetva nakledilmiş olanların fetvalarının toplamının da ancak iyice araştırıldıktan sonra küçük bir cüz hacminde bir eser oluşturabileceğini belirtir.7

Efendimiz (s.a.v)’i görüp kendisinden hadis dinleyenlerin sayısının 100 binden fazla olduğunun8 söylendiği dikkate alınacak olursa, Sahabe’den fetva verdiği bilinenlerin sayısı, geriye kalanlara oranla yaklaşık 770′te 1′dir. Yani Sahabe’den her 770 kişiden sadece birisinin fetvaları bize kadar ulaşmıştır. Geriye kalanların tümünün fetvalarının kaybolduğu veya bize kadar bir başka sebeple ulaşmadığı ileri sürülemeyeceğine göre, en az 99.800 sahabînin mukallid olduğunu söylemek durumundayız.

Sahabe isimlerini zikretmek maksadıyla kaleme alınmış eserler içinde en hacimlisinin İbn Hacer’in el-İsâbe’si olduğu malumdur. Yukarıdaki oranlamayı, bu eserde zikredilen 12.296 isim9 üzerinden yapacak olursak, ortaya yaklaşık 94′te 1 gibi bir sonuç çıkar. Bu demektir ki, ismi zabtedilen sahabîler arasında ancak 94 kişiden 1′inin fetvalarından haberdarız.

Üstelik, İbnu’l-Kayyım’ın zikrettiği 130 küsür sahabî içinde fetva verme konusunda müksirun veya mütevassıtun olarak sadece 20 kişinin adının zikredildiği unutulmamalıdır!

Yine üstelik mezkûr 130 rakamının, mutlak müçtehid sahabîleri anlatmadığı, aksine bu rakama, “bazı konularda” fetva verenlerin de dahil olduğu unutulmamalıdır!

Bu oranlama, Sahabe döneminden günümüze kadar geçen uzun asırlar boyunca bu Ümmet’in içtihada ehil fertleri ile mukallidler tabakasını teşkil edenlerin tümüne teşmil edilecek olursa, işbu “şirk” ithamının ne kadar dayanaksız ve “uçuk” bir anlayışın ürünü olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır.. Netice
Yeryüzünde Ümmet-i Muhammed (s.a.v) var oldukça ilmî faaliyet de var olacaktır. Bu faaliyetin yoğunluk ve seviyesinde zaman zaman düşmeler/azalmalar görülse de, bu tesbitin geçersizliği hiçbir zaman iddia edilemeyecektir.

Eğer bir el-Muvatta veya bir el-Hidâye’ye, öz hacimlerinin 10 katı, 20 katı hacminde şerhler yazılmışsa, “taklid dönemi” denen dönemlerde dahi bir “cehd/içtihad” yoksunluğundan söz etmek için tekrar düşünmek gerekir.

Bir İbnu’l-Hümâm, “Yakamı bırakmayan hastalıklar ve bedenî zafiyet olmasaydı içtihad seviyesine ulaşırdım” demişse,10 es-Süyûtî içtihad edecek seviyeyi elde ettiğini söylemişse11 veya Abdülhayy el-Leknevî, asrının müceddidi olmayı hedeflemişse12 (örnekler elbette çoğaltılabilir), “taklid” ile “kör taklid”in birbirinden farklı şeyler olduğunu fark etmek zorundayız.

Bununla birlikte buradaki içtihad ile “Ümmet’i kurtarmak (!) için yapılan içtihad” arasındaki farklılığı da görmek durumundayız. Zira arada niyet, kapasite ve ehliyet/liyakat bakımından oldukça büyük bir uçurum olduğu açık.
 
S Çevrimdışı

Selefiyim

Üyeliği İptal Edildi
Banned
İbnu’l-Kayyım’ın

Şöyle der: “Resulullah’ın (s.a.v) ashabından, fetvaları zabt edilmiş olanların sayısı, kadınlı-erkekli 130 küsürdür. Bunlar arasında çokça fetva vermiş olanlar şu 7 kişidir: Ömer b. el-Hattâb, Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah b. Mes’ûd, Ümmü’l-mü’minîn Aişe, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer…”

Daha sonra İbnu’l-Kayyım, fetvalarının sayısı orta seviyede olan 13 sahabînin adını verir ve yine İbn Hazm’dan naklen, bunların her birinin verdiği fetvaların oldukça küçük hacimde birer risale oluşturacağını söyler. Nihayet kendilerinden bir, iki veya biraz daha fazla fetva nakledilmiş olanların fetvalarının toplamının da ancak iyice araştırıldıktan sonra küçük bir cüz hacminde bir eser oluşturabileceğini belirtir.7

Efendimiz (s.a.v)’i görüp kendisinden hadis dinleyenlerin sayısının 100 binden fazla olduğunun8 söylendiği dikkate alınacak olursa, Sahabe’den fetva verdiği bilinenlerin sayısı, geriye kalanlara oranla yaklaşık 770′te 1′dir. Yani Sahabe’den her 770 kişiden sadece birisinin fetvaları bize kadar ulaşmıştır. Geriye kalanların tümünün fetvalarının kaybolduğu veya bize kadar bir başka sebeple ulaşmadığı ileri sürülemeyeceğine göre, en az 99.800 sahabînin mukallid olduğunu söylemek durumundayız.

Sahabe isimlerini zikretmek maksadıyla kaleme alınmış eserler içinde en hacimlisinin İbn Hacer’in el-İsâbe’si olduğu malumdur. Yukarıdaki oranlamayı, bu eserde zikredilen 12.296 isim9 üzerinden yapacak olursak, ortaya yaklaşık 94′te 1 gibi bir sonuç çıkar. Bu demektir ki, ismi zabtedilen sahabîler arasında ancak 94 kişiden 1′inin fetvalarından haberdarız.

Üstelik, İbnu’l-Kayyım’ın zikrettiği 130 küsür sahabî içinde fetva verme konusunda müksirun veya mütevassıtun olarak sadece 20 kişinin adının zikredildiği unutulmamalıdır!

Yine üstelik mezkûr 130 rakamının, mutlak müçtehid sahabîleri anlatmadığı, aksine bu rakama, “bazı konularda” fetva verenlerin de dahil olduğu unutulmamalıdır!

Bu oranlama, Sahabe döneminden günümüze kadar geçen uzun asırlar boyunca bu Ümmet’in içtihada ehil fertleri ile mukallidler tabakasını teşkil edenlerin tümüne teşmil edilecek olursa, işbu “şirk” ithamının ne kadar dayanaksız ve “uçuk” bir anlayışın ürünü olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır.. Netice
Yeryüzünde Ümmet-i Muhammed (s.a.v) var oldukça ilmî faaliyet de var olacaktır. Bu faaliyetin yoğunluk ve seviyesinde zaman zaman düşmeler/azalmalar görülse de, bu tesbitin geçersizliği hiçbir zaman iddia edilemeyecektir.

Eğer bir el-Muvatta veya bir el-Hidâye’ye, öz hacimlerinin 10 katı, 20 katı hacminde şerhler yazılmışsa, “taklid dönemi” denen dönemlerde dahi bir “cehd/içtihad” yoksunluğundan söz etmek için tekrar düşünmek gerekir.

Bir İbnu’l-Hümâm, “Yakamı bırakmayan hastalıklar ve bedenî zafiyet olmasaydı içtihad seviyesine ulaşırdım” demişse,10 es-Süyûtî içtihad edecek seviyeyi elde ettiğini söylemişse11 veya Abdülhayy el-Leknevî, asrının müceddidi olmayı hedeflemişse12 (örnekler elbette çoğaltılabilir), “taklid” ile “kör taklid”in birbirinden farklı şeyler olduğunu fark etmek zorundayız.

Bununla birlikte buradaki içtihad ile “Ümmet’i kurtarmak (!) için yapılan içtihad” arasındaki farklılığı da görmek durumundayız. Zira arada niyet, kapasite ve ehliyet/liyakat bakımından oldukça büyük bir uçurum olduğu açık.

.[/I]
olayı bitirmiş
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İmâm Şevkânî, Fethu’l-Kâdir’de şöyle demektedir:

‘…Zira bir mezhep edinenin, bu ümmetin âlimlerinden kendisine iktida ettiğinin sözünde, nasslarla varit olan ve Allah’ın hüccetlerinin ve burhanının kaim olduğu, kitaplarının ve nebîlerinin söylediğine muhalefet etmesine rağmen, kendisine itaat edip onun yolunu izlemesi, Yahudî ve Hristiyanların haham ve rahiplerini Allah’tan başka rabler edinmeleri gibidir İmam Şevkani Fethul-Kadir c.2.s.353

Sâlih Fevzân, Kelime-i Şehadetin Şartları adlı risalesinde şöyle demektedir: “Şeyh Abdurrahmân b. Hasan dedi ki: ‘Allah’tan başkalarına itaat etmekle alimlerini rabler edindiler. Aynı olaylar bu ümmetin içinde de vuku bulmaktadır. Bu ise en büyük şirk olup, La ilahe illallah’ın manasını ortadan kaldırır Sâlih Fevzân, Kelime-i Şehadetin Şartları, (sy. 58, Polen Yay.).

İbn Teymiyye, şöyle demektedir: ‘Kim belli bir imamı taklit etmeyi farz olarak görürse tevbe etmesi söylenir, yapmazsa öldürülür. Çünkü bu farziyet, rububiyetin özelliklerinden olan teşrî (hüküm verme) konusunda Allah’a şirk koşmadır.’ İbn-i Teymiyye, el-Kaza mine’l-İnsaf adlı eserinde.

Rebî‘ der ki:

“Bu Rububiyet İsrâ’îloğullarında nasıldı? diye Ebû’l-‘Alîye’ye sordum:

‘Ekseriyyetle Allah (Azze ve Celle)’nin kitabında açıktan açığa âlimlerin görüşlerine muhalif şeyler bulurlar, bununla beraber, kitabın hükmünü bırakırlar da âlimlerinin sözlerini tutarlardı dedi.’ İbn Abdilberr, Câmi‘u’l-Beyâni’l-‘İlm ve Fadlihi, (2/109-114);


 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
İmâm Şevkânî, Fethu’l-Kâdir’de şöyle demektedir:

‘…Zira bir mezhep edinenin, bu ümmetin âlimlerinden kendisine iktida ettiğinin sözünde, nasslarla varit olan ve Allah’ın hüccetlerinin ve burhanının kaim olduğu, kitaplarının ve nebîlerinin söylediğine muhalefet etmesine rağmen, kendisine itaat edip onun yolunu izlemesi, Yahudî ve Hristiyanların haham ve rahiplerini Allah’tan başka rabler edinmeleri gibidir İmam Şevkani Fethul-Kadir c.2.s.353

BASTAN SONAYANLIS YORUM TAMAMEN MESNETSIZ SOYLEKI .ADAM ELINI GOBEKTE BAGLIYOR DIGERIDE GOGSUNDE BAGLIYOR BIRISI DIGERINE MUHALIF DURUMDA YANI OTOMATIK OLARAKTA ONLARDAN HERHANGI BIRIDE SAHABEYE VE GELEN SUNNETE MUHALIF DURUMDA ANLAYABILIYORMUSUN DOGRUSU NASIL OLMALI YAZAYIMMI YOK SEN ZATEN YAZMISSIN ZATEN SENIN YAPTIGIN EN BUYUK VAHIM HATALAR DOGRULARIN ARASINA CURUK ELMALAR KOYMAN ...

DOGRUSU BU BUNUDA SEN YAZMISSIN
İbn Teymiyye, şöyle demektedir: ‘Kim belli bir imamı taklit etmeyi farz olarak görürse tevbe etmesi söylenir, yapmazsa öldürülür. Çünkü bu farziyet, rububiyetin özelliklerinden olan teşrî (hüküm verme) konusunda Allah’a şirk koşmadır.’ İbn-i Teymiyye, el-Kaza mine’l-İnsaf adlı eserinde.



ISTE DOGRU OLAN KELIME BUDUR TAKLITI NET BIR SEKILDE NASIL YAPILMASI GEREKTIGINI,ARTI IMAMLARA UYULABILMESINI,UYULABILECEGINI(ZATEN UYDUGU DAVRANIS BICIMININ SUNNETTEN GELDIGINI BILEBILMESI) ANLAMLARINA GELEBILECEGI ASIKAR BIR DURUMDUR,TURKCEYI IYI BILENLER ICIN VESSELAM .......
 
Üst Ana Sayfa Alt