Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Siyah Sancaklılar Hadisi ve Şia Hadis Anlayışı ?

H Çevrimdışı

HAZRETİ MEHDİ

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
SELAMUN ALEYKUM. SİYAH BAYRAKLILARLA İLGİLİ OLARAK: 'İSTEDİKLERİ VERİLMEZ, BUNUN ÜZERİNE KILIÇLARINI SIRTLARINA YA DA OMUZLARINA ALIRLAR, İSTEDİKLERİ VERİLİR' ŞEKLİNDE RİVAYET VARDI BULAMADIM. ONU YAYINLAR MISINIZ? Şimdiden Teşekkürler....
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Kar üzerinde sürünerek de olsa Mehdi’ye katılma emri

İbni Ebi Şeybe ve Naim b. Hammad Fiten isimli eserde, İbni Mâce ve Ebu Naim ise İbni Mes’ud’dan tahric ettiler. O dedi ki:

Biz bir ara Peygamber (s.a.v.)’in yanında iken Beni Haşim’den bir grup genç geldi. Peygamber (s.a.v.) onları görünce gözleri doldu ve rengi değişti.

Dedim ki, “ne oldu ki, sevmediğin bir şeyi yüzünüzde görüyoruz.”
Buyurdu ki: Biz öyle bir Ehli Beytiz ki, Allah bizlere dünyayı değil ahireti ihtiyar etti. Muhakkak ki, Benden sonra, Ehli Beytim bela ve mihnetlerle karşılaşacaklar ve tarda maruz kalacaklardır. Şark tarafından siyah bayraklı bir kavim gelinceye kadar. Bunlar Hakkı isterler verilmez. Çarpışırlar, muzaffer olurlar, istedikleri verilir. Fakat o Hak, Ehli Beytim’den birisine verilmedikçe kabul etmezler. O (Mehdi) arza sahib olur ve kendisinden önce baskı ve zulümle dolu olan arzı adaletle doldurur. Sizden O’na kim yetişirse, kar üzerinde sürünerek dahi olsa gelsin, O’na katılsın. Zira O Mehdi’dir.

(Suyuti, Fiten, 2, 6)

Abdullah (bin Mes'ud) (Radiyalldhu anh)'den; şöyle demiştir:
Biz bir kere Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in yanında iken Haşim oğullarından bir gurup gene bize doğru geldiler. Sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlan görünce gözleri yaş doldu ve rengi değişti. Abdullah demiştir ki: Bunun üzerine ben:
(Ya Rasulallah!) Senin yüzünde arzulamadığımız (yani bizi üzüp endişelendiren) bir değişikliği bir süredir görüyoruz, dedim.
O da : Biz öyle bir ev halkıyız ki, Allah bizim için ahirati dünyaya tercih etmiştir. Benim Ehl-i Beytim, muhakkak (ev halkım) benden sonra bela, kovulma ve sürgüne uğrayacaktır. Nihayet beraberinde siyah bayraklar bulunan bir kavim doğu tarafından gelecek ve hayır(hukumdarlık) isteyecekler. Fakat istekleri yerine getirilmeyecek. Bunun üzerine savaşacaklar ve onlara (Allah tarafindan) yardım ediecek. Bundan sonra istedikleri (hukumdarlık) kendilerine verilecek, fakat kendileri bunu kabul etmeyip emirliği Ehl-i Beytim'den bir adama tevdi edecekler. Bu (Emir) de insanlar yeryüzünü daha önce zulum lie doldurdukları gibi yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Artık sizden kim o güne yetişirse kar üstünde emeklemek suretiyle de olsa onlara varsın (katılsın), buyurdu."

(İbn Mâce, Fiten, Bab 34, 4082)

Not:
Zevaid'de şöyle denilmiştir: Ravi Yezid bin Ebu Ziyad zayıf olduğu için bu sened zayıftır. Lakin bunu İbrahim'den Yezid bin Ebu Ziyad tek başına rivayet etmemiştir. Çünkü bunu el-Hakim de el-Mustedrak'te, Ömer bin Kays yoluyla el-Hakem'den, bu da İbrahim'den rivayet etmiştir.


حدثنا قتيبة حدثنا رشدين بن سعد عن يونس عن بن شهاب عن الزهري عن قبيصة بن ذؤيب عن أبي هريرة قال قال رسول الله صلى الله عليه وسلم تخرج من خراسان رايات سود لا يردها شيء حتى تنصب بإيلياء
Ebû Hurayra (r.anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
Horasandan siyah sancaklar çıkacak hiçbir güç onların hakkından gelemeyecek sonunda o sancaklar İliya’ya (Kudus’e) dikilecektir.

(Tirmizi, Fiten, Bab 79, Hadis no : 2269) (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
Tirmizî: Bu hadis garibdir.


Muhakkak doğudan bazı insanlar çıkar ki, Mehdîy-i Ahirzaman’ın hakimiyeti için zemin hazırlarlar
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-40)

Siyah sancaklılar, Abbasoğulları için çıkar. Sonra bir başka def’a da Horasan’dan çıkar ki; takkeleri siyah, elbiseleri beyazdır. Onların kumandanı Temim’den Şuayb bin Salih denilen bir adamdır ki, Sufyanî’nin adamlarını hezimete uğratır. Ta Beyt-i Makdis’e iner, Mehdî’nin hakimiyetine zemin hazırlar, ona Şam’dan üçyüz kişi yardım eder, onun hurucuyla Mehdî’ye emrin (vazifenin) teslim edilmesi arasında yetmiş iki ay zaman vardır.”
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi, 42)


رجل ربعة,أسمر, من بنى تميم, مجذوم, كوسج, يقال له شعيب بن صالح فى اربعة الاف ثيابهم بيض و راياتهم سود يكون على مقدمة المهدى ولا يلقاه احد الا قتله
Temim oğullarından orta boylu, esmer, meczum (hafif sakallı), kevsec (sakalı yanlarda az, aşağı tarafı uzun olan; diğer bir manası da Yemen asıllı) bir adam ki, ona Şuayb bin Salih denilir. Beyaz elbiseli, siyah sancaklı 4000 kişinin kumandanıdır. Mehdî’nin öncüsü olur ve kiminle mukatele ederse, harbde kim ona karşı çıkarsa onu öldürür.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi, 41)

"Talikan'a (Afganistana) yazık oldu. Şubhesiz Allah Tealanın orada altın ve gümüş olmayan hazineleri vardır. Orada Allah'ı hakkıyla bilen insanlar vardır. Onlar ahir zaman Mehdisinin yardımcılarıdır."
(Kitab-ul Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 59)

İbn Kayyım (rahimehullah) diyor ki: İmam Ahmed'in "Musned"de rivayet ettiği şu hadisi delil getirmişlerdir:
Bize Vekî' o da Serik'ten, o da Ali b. Zeyd'den, o da Ebu Kılâbe'den, o da Sevbân'dan tahdis edip, o da dedi ki:
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

اذا رايتم الرايات السود قد اقبلت من خراسان فاتوها ولو حبوا على الثلج, فان فيها خليفة الله المهدى
Horasan tarafından çıkan siyah sancaklıları gördüğünüzde, kar üzerinde sürünerek de olsa onlara gidin. Çünkü onların içinde Allah’ın halifesi Mehdî vardır.”
(Fetava-i Hadîsiyye,, İbn-i Hacer-i Heytemi-37;
Hakim, 8572; Ahmed b. Hanbel, Musned, 22387 - 5 / 277)
Bu hadisin ravisi olan Ali b. Zeyd'e gelince, Muslim, onun rivayet ettiği hadisleri, mutâbaat olarak rivayet etmiştir. Fakat Ali b. Zeyd, zayıf bir ravi olup tek başına rivayet ettiği munker hadisleri vardır. Dolayısıyla rivayetlerinde tek başına kalması sebebiyle (onun rivayet ettiği hadislerle) delil getirilmez.


حدّثنا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى وَأَحْمَدُ بْنُ يُوسُفَ، قَالاَ: حدّثنا عَبْدُ الرَّزَّاقِ عَنْ سُفْيَانَ الثَّوْرِيِّ، عَنْ خَالِدٍ الْحَذَّاءِ، عَنْ أَبِي قَلاَبَةَ، عَنْ أَبِي أَسْمَاءِ الرَّحَبِيِّ، عَنْ ثَوْبَانَ؛ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم
يَقْتَيِلُ عِنْدَ كَنْزِكُمْ ثَلاَثَةٌ كُلُّهُمُ ابْنُ خَلِيفَةٍ. ثُمَّ لاَ يَصِيرُ إِلَى وَاحِدٍ مِنْهُمْ. ثُمَّ نَطْلُعُ الرَّايَاتُ السُّودُ مِنْ قِبَلِ الْمَشْرِقِ. فَيَقْتُلُوَنَكُمْ قَتْلاً لَمْ يُقْتَلْهُ قَوْمٌ
ثُمَّ ذَكَرَ شَيْئاً لاَ أَحْفَظُهُ. فَقَالَ : ( فَإِذَا رَأَيْتُمُوهُ فَبَايِعُوهُ وَلَوْ حَبْواً عَلَى الثَّلْجِ. فَإِنَّهُ خَلِيفَةُ اللهِ، الْمَهْدِيُّ)

في الزوائد: هذا إسناده صحيح. رجاله ثقات. ورواه الحاكم في المستدرك، وقال. صحيح على شرط الشيخين
Zevaid'de dedi ki: isnadı sahihtir râvileri sikadır. el-Hakim Mustedrak’te dedi ki Şeyhayn şartına göre sahihtir.
el-Mustedrek’de el-Huseyn b. Hafs kanalından yer almaktadır Hakim bu hadisin Buhari ve Muslim’in şartlarına göre sahih olduğunu ifade etmektedir. Zehebi de et-Telhis’inde aynı görüşte olduğunu ifade etmektedir.
(İbn Mâce, Sunen Fiten 34 no: 4084; el-Beyhaki Delailu’n-nubuvve VI. 515; en-Neysaburi Hakim, el-Mustedrak, IV, 510 no: 140/8432)
el-Elbani, İbn Mace’deki rivayet hakkında "
O Allah’ın halifesi Mehdî’dir." Sözü hariç, "sahihtir" demiştir. (Daife (1/119-121 Hadis no: 85)

Bu konuda iki rivayet var. Biri Ahmed b Hanbel'in Musned'inde, o "rivayetin senedinde zayıf bir ravi var o nedenle hadis problemli...."
Ama diğeri İbn Mâce'de , "Allah'ın halifesi Mehdi'dir" sözü hariç bu rivayet sahihtir.

Siyah-sancak.png
 
H Çevrimdışı

HAZRETİ MEHDİ

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Abdulmuizz kardeşim, bu kadar bilgi için sağol, bunları ben biliyorum, kastettiğim bunlar değil değil, benim okuduğum rivayette savaşırlar, çarpışırlar, muzaffer olurlar falan yoktu. DOĞRUDAN şöyle bir şeydi: onlara istedikleri verilmeyince kılıçlarını omuz hizalarına/sırt hizalarına kaldırırlar/alırlar. Bunun üzerine/böylece istedikleri verilir şeklinde bir rivayetti. Ama ne hikmetse ne yazarsam yazayım bir daha karşıma çıkmıyor bu rivayet. :kafaçakma
 
H Çevrimdışı

HAZRETİ MEHDİ

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Selamunaleykum kardeşlerim. Şu rivayeti bulmak bu kadar zor muydu? Allah (c.c.)'a sonsuz şükürler olsun ki buldum.
ebu halidi kabuli şöyle der: İmam muhammed bakır aleyhisselam şöyle buyurdu: “ben doğuda kıyam etmiş bir kavimi görür gibiyim. onlar hakkı isteyecekler ama onlara verilmeyecek. sonra tekrar hakkı isteyecekler ama yine verilmeyecek. bunu görünce kılıçlarını boyunlarına alacaklar, işte böylece istedikleri onlara verilecek. ama onlar kabul etmeyerek kıyam edecekler. ve onu sadece sizin sahibinize (mehdi’ye) verecekler. onların öldürülenleri şehittir. biliniz ki eğer ben o zamanda yaşasaydım, canımı bu emrin sahibine yardım için korur ve saklardım.”
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Bulmak tabi ki Çok zor. Çünkü burası ŞİA forumu değil.

Hani siyah sancak?
Hani kaynak? Neden yazamadığını biliyorsun demi?

Kardeşim , burada sorular net sorulur. Biliyor, bulabiliyorsak cevabını yazmaya çalışırız. Şia kaynaklarında okuyup, aklında kalan kırıntıları da hatalı ve eksik olarak bizden rivayeti tahayyul etmemizi beklememelisin.
 
H Çevrimdışı

HAZRETİ MEHDİ

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Selamunaleykum Abdulmuizz Fida kardeşim. Tabi ki en sağlam hadisler sunni kaynaklara dayanan hadislerdir. Fakat, Şia hadislerine neden itibar etmediğinizi açıklar mısınız? Onlardan da sonuçta sahih olanlar yok mu? Bu konuda fikrinizi paylaşırsanız memnun olurum.
 
M Çevrimdışı

MuhammedRabbani

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
hz mehdi kardeş benim de ilk gözüme çarpan şey kaynağı oldu yani ister sünni olsun ister şia olsun kaynaksız bir hadise güvenilmez .selam sizlere olsun
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Selamunaleykum Abdulmuizz Fida kardeşim. Tabi ki en sağlam hadisler sunni kaynaklara dayanan hadislerdir. Fakat, Şia hadislerine neden itibar etmediğinizi açıklar mısınız? Onlardan da sonuçta sahih olanlar yok mu? Bu konuda fikrinizi paylaşırsanız memnun olurum.
Aleykum selam ;

Konuyu farklı alana çekmeden önce, Şia kıssalarını, yarım yamalak sorup birde bunu bulmak bu kadar zormuydu tarzında sanki sualini net ve tam olarak arzetmiş, ve sahih bir hadismiş gibi sormanın edebsizlik olduğunu bilesin.
Üstelik Şia rivayeti, Rasulullah(s.a.v.)den değil , yani hadis de değilken.


Şianın hadislerinin sunnilerce itibar edilmemesi, aynı şekilde sunnilerin de sahih hadislerin Şia'ca itibar (ehl-i beytten olmayan sahabeden hadis almazlar) edilmemesi, hem akide olarak hem hadis usulu olarak farklı olmasındandır. Sunni bir musluman, Şia hadisine(!) itibar edecek olursa, Misalen Gadir-hum rivayetini alacak olursa, cennetle mujdelenmiş sahabelere Şia'nın sapıkça sallaması gibi zulum görecek ve halifeliklerini meşru görmeyecektir!


Şia'nın hadise bakışı ve Usulunu tanımamız için aşağıdaki çalışmayı inceleyebiliriz:




ŞİA-İ İMAMiYE'NİN HADİS ANLAYIŞI


ı. Gadir-i Hum Olayı:
Şia İmamiye'nin hadis anlayışını tesbit edebilmek için şia'nın doğuşu ile ilgili bazı rivayetleri gözden geçirmemiz gerekiyor. Bunların başmda Gadir-i Hum olayı gelmektedir.
Hum, Mekke ile Medine arasmda Cuhfe yakınlarında bir yerdir (1) F.R.
Buhl, Cuhfe'den 2-3 mil mesafede bataklık bir yer olduğunu, bataklığı kuşatan keslfbir ağaçlık bulunduğunu kaydetmektedir. (2) Bu ifadelerden Hum denilen mevkiin konaklamaya elverişli bir yer olduğunu tahmin etmek zor değildir. Zaten Gadir kelimesi su veya kuyu gibi anlamlara gelmektedir. (3) .
Şü rivayetlere göre, Hz. Peygamber veda haccmd~ dönerken burada bir süre konaklamıştır. Hatta bazı eserlerde burasının konaklamaya-uygun bir yer olmadığı, havanın son derecede sıcak ~lc;luğu-ilave edilmektedir. Böyle sıcak bir havada Hz. Peygamber'irr yine de burada: -:lronaklayışmın sebebi, mühim bir hususu tebliğ etmek için olsa gerektir. Hz. Peygamber, memleketlerine gidecek olanlar, topluluğu terketmeden önce hepsini burada toplamış ve bir hutbe irad etmiştir. (4) Hz. Peygamber bu hutbesinde, her zaman yaptığı gibi, insanları Allah'a itaat etmeye davet etmiş ve nihayet hutbesinin sonunda "Allah bana, Ey Peygamber! Sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kafirlere yol göstermez (5) ayetini indirdi.
Cebrail bana Rabbımdan burda şu emri getirdi ki, Ali b. Ebi Talib benim kardeşim, vasim, halifem ve benden sonra imamdır. Ey insanlar! Allah onu size veliy ve imam olarak tayin etti, ona itaat etmeyi herkese farz kıldı.
Ona muhalefet eden mel'un, saygı göjsteren ise merhamete erecektir, dinleyiniz ve itaat ediniz. Allah mevlarnz, Ali ise imamınızdır. İmamet ondan sonra kıyamete kadar devam edecektir" (6) dedi.
Bazı şü yazariara göre Millde süresinin yukarıda zikrettiğimiz ayeti Hz. Ali hakkında nazil olmuştur. Tabersf'ye göre, bu ayette tebliğ edilmesi gereken şey, Ali b. Ebi Talib'in hilafetidir. Hz. Peygamber takiyye için eşi Ayşe'den bazı şeyleri gizlemiş, bu yüzden de Allah onu uyarniıştır. (7) Hz. Peygamber Gadir günü hutbesi'nin sonunda; Ş1a-i İmamiyyenin Hadis Anlayışı 1 259
"Ben kimin mevlası isem Ali de Onun mevlasıdır" (8) diyerek bitirmiştir. Bu esnada Hz. Peygamber Ali'nin elini tutup kaldırmıştır. Hz. Peygamber kolunu o kadar kaldırmıştır ki, koltuk altının beyazlığı bile görünmüştür. (9)
Bu ayetin nazil oluş sebebini Hakim Haskani başka bir rivayete dayanarak şöyle açıklamaktadır: ('Hz. Peygamber miraca çıkınca Arş'ın altından Ali b. Ebi Talib'in hidayet bayrağı olduğuna dair bir ses işitmiş, fakat yeryüzüne inince bunu halktan gizlemiştir. Bunun üzerine A]!~ "Ali hakkında indirileni tebliğ et" ayetini göndermiştir" (~0).) . . . . . .
Hasan el-Basrl'ye (0. 110/728) dayandırılan bir başka rivayete göre: Cebrail Hz. Peygamber'den namaz, zekat, oruç ve hac konularında delil
olduğu gibi Ali'nin velayeti konusunda da delil olmasını istemiş, ancak Hz. Peygamber amcaoğlunu korudu şeklinde düşünürler ve bana ta'n ederler korkusu ile bunu tebliğ etmemiştir. Söz konusu ayet bunun üzerine nazil olmuştur. Bunun içindir ki ayette "Allah seni insanlardan korur" denilmiştir. Hz. Peygamber "Ben kimin mevlası isem ... hadisini bunun üzerine söylemiştir. Haris b. Nurnan adında bir sahabi bu hadisi duyunca Hz. Peygamber'e gelmiş ve ey Muhammed! Nanıazı, Orucu, Zekatı ve iki şahadeti emrettin, kabul ettik; buna da razı olmadın, amcanın oğlu Ali'yi bize veliy olarak tayin ettin; eğer bu Allah tarafindan verilmiş bir emir ise bize bildir, diye cevap verince, geri dönmüş ve kendi kendine "Allahım, eğer bu gerçekten senin katından ise bize gökten taş yağdır, yahut elim bir azab ver" (ll) demiştir. Haris, gideceği yere varmadan gökten bir taş inmiş, Haris'in başından girip altından çıkmış ve ölümüne sebep olmuştur (12).
Bunun üzerine "Birisi, yüksek derecelere sahib olan Allah katından inkarcilara gelecek ve savunulması imkansız azabı, soruyor" (13) ayeti nazil olmuştur. (14) · ·
Bütün bu hikayeler, Gadir-i Hum olayının şü yazarlarca destanlaştırılıp efsaneleştirilerek ve bazı Kur'an ayetleriyle de uygun bir mizansen ile irtibatlandırılarak şia için hayati bir önem arzeden bir şekle sokulduğunu göstermektedir. Öyleki, şia tarihinden Gadir-i Hum olayını çıkaracak olursak, bu mezhep adeta temelsiz bir hale bürünecektir. Şia'yı bir çok açıdan Gadir-i Hum olayına bağlamak mümkündür. Nitekim M. Emin el-Galibi "şia" tabiri yerine "Alevi" tabirini kullanmayı tercih etmekte ve şöyle demektedir.
"Hicretin 10. senesi sünniler nezdinde çok meşhurdur. Çünkü veda haccının yapıldığı yıldır. Alevllere göre ise, daha da meşhurdur. Çünkü Ali hizbinin teşekkül etmeğe başladığı gündür. Gadir günü Hz. Peygamber ashabına Ali'ye bey'at etmelerini emretti. Onlar da ihlas ve nzalan ile bey'at ettiler. Alevi'liğin aslı işte buradadır, Alevilik buradan başlamıştır.
Bey'at işi tamamlandıktan sonra Hz. Peygamber "Bugün sizin ilininizi ikmal ettim" ayetini okumuştur demektedir. (15)

Daha açık bir ifadeyle Hz. Peygamber Ali'nin halife olacağını da tebliğ ettikten sonra artık islam dini tamamlanmış ve Allah'ın seçip razı olduğu·din kemale ermiştir. Ali'nin hilafeti bir bakıma isl§m d:inini tamamlayan son halkadır. "Bu mutlu olay üzerine sahabe Ali'yi bize ve müslümanlara veliy oldun" diye kutlamışlardır (16).
Biraz önce Gadir gününün şia'mn adeta temel taşı olduğunu ifade etmiştik. Bir başka müellif; Abdullah el Mekam sahabenin adaletinden söz ederken şu ifadeye yer vermektedir: " ... Hz. Peygamber'in ölümünden sonra bazı sahabilerin irtidad ettiklerini biliyoruz. Gadir günü Ali'ye bey' at ettikleri halde, Hz. Peygamber'in ölümünden· sonra bu bey'atlerine uymamışlar,
irtidad etmişlerdir. İrtidad etmiyen ancak bir. kaç şahabi vardır." (1 7)



2. Sekaleyn Hadisi:

Burada önemine binaen üzerinde durmak istediğimiz diğer bir konu "Sekaleyn" hadisidir.
Rivayetlere göre, Hz. Peygamber Gadir günü söz konusu hutbesinde bir başka noktadan ayın konuya temas etmiştir. Demiştir ki: "Size iki ağır emanet bırakıyorum .. Onlara sıkıca sarıldığınız müddetçe sapıtmazsınız.
Bunlar Allah'ın Kitabı ve ehl-i beytimdir" (18) Gadir olayı gibi bu hadis de şii literatürde büyük bir önem arzeder. Ayrıcasöz konusu hadisin farklı varyantlarla sünni mecmualarda yer alması ona ayrı bir değer kazandırır.
Günümüz müelliflerinden Muhammed Takiy el-Hakim, bu hadis~i şia'nın en büyük delillerinden biri olarak görmektedir. Op.a ve diğer bazı yazarlara göre bu hadis.mütevatirdir. Çünku ehl-i sunnetten .. 3_~, şia'dan ise.82 tariki vardır. Bu kadar çok biiyolla bize kadar gelişinin sebeb! Hz. Peygamberin bu sözü bir çok yerde değişik zamanlarda tekrar tekrar söylemiş olmasıdır.
Veda haccında, Medine'de, Gadir-i Hum'da v.s.
Müellifin had'isten çıkardığı hükümleri şöylece özetleyebiliriz:
1. Bu hadis Ehl-i Beyt'in masum olduğuna
2. ·Ehl-i beyt'in Kur'an'dan aynlmaz olduğuna delalet eder. Kur'an-ı Kerim ve ehl-i beyt birbirinin ayrılmaz mülazımıdırlar. Çünkü Hz. Peygamber ashabına ikisini birlikte vasiyet etmiştir. Kur'an Allah kelamıdır; dolayısıyle hatadan müstağnidir, yani masumdur. Öyleyse onun ayrılmaz bir parçası olan ehl-i beyt de masmndur. Böylece icma vaki olmuştur. Bunların
her ikisine birden tutunmak gerekir. Yalmz birisine tutunmak caiz değildir.
Çünkü Hz. Peygamber yalnız birine değil, ikisine birden sarılmamızı emretmiştir.
3. Bu hadisten Ehl-i Beyt'in kıyametekadar Kur'an'ın yanında bulunacağı anlaşılır. Zamanlar içerisinde bu ikisinin-Kur'an ve Ehl-i Beyt- bulunmadığı bir zaman yoktur. (19)
Gadir~i Hum olayım anlatan haberler ve Sekaleyn hadisi şii imamiyye'nin temel inancım ve görüşünü ifade eden rivayetledir. Bu iki hadisi kabul etmeden diğer bir çok meseleye geçmek mümkün değildir. Biraz sonra ifade edeceğimiz gibi şii-imamiyye'nin din veya mezhep anlayışının temelinde Hz. Ali'nin imameti meselesi yatmaktadır. Dolayısiyle şia'nın hadis anlayışının oluşmasında bu iki rivayetin önemli yeri vardır, diyebiliriz.

A. Şia'nın Sabaheye Bakışı

Bilindiği üzere kendilerine "Sahabe" adı verilen Hz. Peygamber'in arkadaşlarının İslam'm yayılıp gelişmesinde, Kur'an~ı Kerim'in ve hadislerin gelecek nesillere ulaştırılmasında çok büyük gayret ve hizmetleri oluşmuştur.
Bazı ayetlerde onlardan şöyle bahsedilir;
"Muhammed, Allah'ın Rasulüdür. Onunla beraber olanlar da kafirlere karşı sert, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları rükıla varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnutluk isterken görürsün, Onların alametleri yüzlerindeki secde eseridir. İşte bu onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. tncil'deki vasıfları da böyledir. Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, ziraatçıların hoşlandığı ekin gibidirler. Allah, bunları böylece çoğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir. Allah, iman edenlere hayırlı iş işleyeıllere büyük ecir vaad etmiştir." (20)
"İyilik yarışında öncelik kazanan Muhacirler, Ensar'dan ve onlara bu yolda tabi olanlardan Allah razı olmuştur, onlar da Allah'dan razı olmuşlardır. Allah oıllara altından nehirler akan, içinde ebedl kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte en büyük kurtuluş budur". (21)
"İman edenler, hicret edenler ve Allah'ın yolunda cihada çıkanlar ve bir de muhacirleri barındıranlar ve onlara yardım edenler, işte gerçekten mûmin olanlar bunlardır. Onllar için mağfiret ve bol bol verilmiş rızıklar vardır." (22)
"(Allah'ın verdiği bu ganimet malları) yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'dan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden muhacir fakirler içindir. İşte doğru olanlar bunlardır. Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olanlar, hicret edip gelenleri severler, onlara verilenler karşısında bir çekememezlik
hissetmezler. Kendileri bir zaruret içinde bulunsalar bile, onları kendilerinden önce tutarlar. Nefislerin tamahkarlığından korunabilmiş olanlar, işte onlar saadete erenlerdir. Onlardan sonra gelenler, Rabb'ınız, bizi ve bizden önceki inanmış kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde mûminlere karşı kin bırakma, Rabb'ımız, şubhesiz sen en şefkatlisin, merhametlisin derler" (23).
"(Ey Muhammed!) Allah, muhakkak ağaç altında sana bey'at eden mûminlerden hoşnut olmuştur. Kalblerinde olanı bilmiş ve onlara güvenlik ve yakın bir zafer vermiştir." (24). ·
"Siz insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ummetsiniz." (25).

"Biz, sizi, işte böyle insanlara, Rasul de size bir numune olsun diye vasat (Adil ve güzide) bir ummet kıldık" (26).
"Ey peygamber! Allah, sana ve sana tabi olanlara yeter" (27).
Kur'an-ı Kerim'in muhtelif surelerinde yer alan bu ayetler, sahabilerin Allah katındaki yüksek derecelerini belirtmektedir. Ayetlerde de· görüldüğü gibi, Allah onlardan radı olmuştur. Sünni inanca göre, Kur'an-ı Kerim'de sahabilerle ilgili bu şehadeti onların adaleti hakkında açık bir nas olarak kabul edilmiştir. Kur'anın nassı mevcut iken herhangi bir kimsenin sahebeyi ta'dili, Kur'an'ın ta'diline ilaveten onlara hiçbir şey kazandırmayacağı gibi, bir kimsenin onları kötülenmesi de Kur'an'ın tadilinden sonra onların derecesinden hiçbir şey eksiltmez." (28) şeklinde düşünülmüştür. Kur'an-ı Kerim'deki bu ayetlerin yanısıra Hz . Peygamberin ashabını öven bir çok hadisi de vardır. (29)

Ehl-i sünnet inancında sahabenin adaleti, bu ayet ve hadislerle sab!ttir. Yine icma ile sabittir ki, fitne olaylarına karışmaları adaletlerine bir mani teşkil etmez". (30)
Ehl-i sünnetin sahabiler hakkındaki görüşünü kısaca özetledikten sonra şia'nın görünüşünü incelemeğe geçebiliriz.
Şia'ya göre, Kur'an-ı Kerim ayetleriyle sabittir ki; sahabe arasında fasıklar ve munafiklar vardır. Hatta Hz. peygamber'in sağlığında ve ölümünden sonra irtidad edenler olmuştur. Sahabenin arasında savaştan kaçıp, büyük günah işleyenler vardır. "Andolsun ki Allah, size bir çok yerlerde, çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği, fakat bir faydası da olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmiştir" (31) ayeti buna işaret etmektedir.
Yine, "Ey iman edenler, aranızda dininden kim dönerse bilsin ki; Allah sevdiği ve onların da O'nu sevdiği, inananlara karşı alçak gönüllü, inkarcılara karşı güçlü, Allah yolunda cihad eden, yerenin yermesinden korkmayan bir millet getirir" (3~) ayeti aynı hususu belirtmektedir.
"Onlara döndüğün zaman senden özür dilerler" (33) mealndeki ayet ise, Peygamber ile Tebük muharebesine katılmak istemeyen 80 kadar sahabi hakkında nazil olmuştur" (34). Bundan başka ganimetlere tamah eden, cihaddan kaçan, dinde fitne çıkaranların ve kötü niyetlilerin bulunduğuna dair bir çok ayet vardır. Hal böyle olunca bütün sahabenin adil olduğuna hükmetmek yanlıştır. (35)
Şii anlayışa göre Hz. Peygamber'in sağlığında saf ve temiz olan bir çok sahabi, O'nun ölümünden sonra bu hallerini muhafaza edememişlerdir. Hz. peygamberin ölümünden sonra sahabenin neler yapacağını bilmediğine ve bu yüzden hepsine şefaat etmek istemenin hatalı olduğuna dair bir hadis rivayet edilmektedir. Dolayısiyle Hz. peygamberin sağlığında adil olan bir sahabi, onun ölümünden sonra bu sıfatını koruyamamış olabilir. (36)

Tevatüren sabittir ki, Hz. peygamber, Ali b. Ebi Talib'e: "Ahdini bozanlarla, dinden çıkanlarla ve haktan ayrılanlarla savaşmanı emretmiştir. (37) Ali'nin safında yer alıp da karşısındakini öldürenlerin Cehennemlik olması düşünülemez; bu, icma ile sabittir. (38) Öyleyse Ali'nin savaştığı kimselerin adil olmaları mümkün değildir. Bir hadiste "ashabım arasmda 12 mûnafık vardır. Bunlardan sekizi deve iğne deliğine girinceye kadar Cennete giremeyeceklerdir" (39) denilmektedir. Abdullah Mamekam, hadiste temas
edilen 12 kişinin Akabe bey'atına katılanlardan olduğunu ileriye sürerek, "kişinin sahabi olması onun adaletini isbat etmediği gibi, bey'atı Rıdvandan olması da yine Onun adil olduğunu göstermez. Ehl-i sünnet bu ayetle, bütün sahabenin adil olduğu kanaatine varmıştır. Akıl zaruri olarak Allah'ın radı olduğu kimselerin adiine hükmeder. Allah'ın radı olduğu kimseler elbette cennetlik olacaklardır; fasık insan cennetlik olamaz.
Bey'atı rıdvan bahseden ayeti ve "Muhammed ancak bir peygamberdir, ondan önce de peygamberler geçmiştir. O ölür yahut öldürülürse vaz mı geçeceksiniz?" (40) ayetini vahyeden de Allah'tır. Allah Sahabilerden bazılarının irtidad edeceğini bu ayetle haber vermektedir. Allah'ın bir kimseden radı olması o anda yaptığı işlerden dolayıdır, istikbalde yapacaklarından dolayı değildir. Hz. Peygamberin vefatından sonra bazı sahabelerin irtidad ettiğini biliyoruz. Gadlr günü Ali'ye bey'at ettikleri halde, Hz. peygamberin ölümünden sonra bu bey'atlerine uymamışlar, irtidad etmişlerdir. İrtidad etmeyen ancak birkaç sahabi vadır (41) demektedir.
Müellifin irtidad etmediklerini açıkladığı bu bir kaç sahabiden bazıları ve en önemlileri şunlardır: Selman el-Farisi, Ebu Zer el-Gıfan, Huzeyfe b. el-Yemam, Mikdad b. el-Esved.
Yukarıdaki ifadelerden şia'nın sahabe'yi adalet açısından bir tasnife tabi tuttuğu ve bir kısmımn adil, bir kısmımn ise adil olmadığı görüşünü benimsediği açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Esed Haydar "İmam Sadık" adlı eserinde konuya biraz daha açıklık getirir. Ona göre sahabiler hakkındaki görüşleri üç makalede ele almak mümkündür.
1. Sahabenin tamamını adil olarak kabul edenler .
2. Sahabeyide diğer insanlar gibi görenler, yani bir kısmı adil, bir kısmı adil değildir diyenler.
3. Sahabenin tamamım küfürle itham edenler, ki bu aşırı görüş islamla hiçbir ilgisi bulunmayan, İslamdan ayrılanların görüşüdür. (Yazar bu ifadesiyle haricllere telmihte bulunuyor olabilir). Bu üç madde bazı farklı ifadelerle hemen bütün kaynaklarda yer alır.
Müellife göre şia bu üç görüşten en mutedil ve doğru· olan ikinci görüşü savunur. (42)
Şia'nın doğuşu, gelişmesi ve görüşleri incelendiğinde Hz. Ali'nin merkezde yer aldığı, diğer bütün konuların ve olayların onun etrafında adeta halkalandığı görülür. Kur'an anlayışında, imamet anlayışında vs. bütün bunları görmek mümkündür. Sahabiler de aynı şekilde Hz. Ali ile olan münasebetlerine göre değerlendirilirler. Bu husus, Şia'nın hadis görüşünü şekillendiren sunnillerin başında gelmektedir.


B. Hadislerin Tedvin ve Tasnifi

Hadislerin tedvin ve tasnifi meselesine sünni açıdan baktığımızda bazı problemler bulunmakla birlikte konunun bilinmeyen sırlı bir yönü olmadığı görülür. Ancak şia açısından meseleye yaklaşıldığında manzara oldukça büyük bir değişiklik arzetmektedir. Günümüz yazarlarından Haşim Mı1rılf Hz. Peygamberin "Benden bir şey yazmayınız, kim yazdıysa onu imha etsin" (43) hadisini ele almakta ve senedindeki bazı ravilerin zayıf olduğunu belirterek hadisi kabul etmek istememektedir. Ona göre bu hadis, Hz. Peygamberin, hadislerin yazılmasına ruhsat veren diğer sözleri ile tenakuz halindedir.
Okuma-yazmaya çok büyük bir değer veren, Bedir muharebesinde bazı esirleri okuma-yazma öğretmenlerine karşılık serbest bırakan, hatta bazı sahabilere süryanice ve ihranice öğrenmelerini emreden (44) bir peygamber, hadis kitabetini yasaklamış olamaz. Hz. Peygamber cehalete karşı adeta savaş açmış olduğu için hadisleri tedvm etmekten men etmemiştir. Fakat Kur'n-ı Kerim'e gösterdiği titizliği hadisler için göstermemiştir. O, ashabının Kur'an'a gereken ilgiyi gösterememesinden
korkuyordu (45). Hz. Peygamber hadislerin tedvini konusunda pek hırslı olmadı.
Buna rağmen sahabe devrinde Ali b. Ebi Talib'in, İbn Abbas'ın, Abdullah b. Amr b. el-As'ın ve diğer bazılarının hadis yazdıklarından söz edilmektedir. Buna şüphe ile bakmak gerekir (46). - -
Yazar bir başka eserinde ikinci halife Hz. Ömer'in hadis rivayetine karşı göstermiş olduğu titizliği ve sert tavrı, Ali ve e!ıbi beyt-hakkındaki Hz. Peygamber'den varid olan 1?:_~4i_şlerin-müslümanlar arasında-yayılmasından korkmasına bağlamaktadır ( 4 7).
Bazı yazarlara göre Hz. Peygamber kızı Fatıma'yı ve damadı Ali'yi sık sık ziyaret etmekte ve onlarla sohbet etmekteydi. Allah'ın ·elçisi kızının evine her gelişinde konuştuklarını Ali b. Ebi Talib yazıyordu, bir başka ifade ile Hz. Peygamber söylüyor, Ali de onları dikte ediyordu. Bundan dolayıdır ki, Ali'nin samfesi mevcut hadis kitapları içerisinde en salıili olarndır (48). Ali'nin bu sahifesi daha sonra Buhari'ye kaynak olmuştur (49). Şü inanca göre bu kitap masum imamlara intikal etmiştir. Her imam
kendinden sonra gelen imama bunu devretmiştir. Hz. Peygamber bu kitabı Ali'ye dikte ettirdiği için onda her şey mevcuttur, dolayısıyle imamlar herşeyi bilirler (50). Hz. Peygamber Ali b. Ebi Talib'e her şeyi yazdırdığına göre, şla'nm rivayet ettiği hadislerden şubhe etmeye mahal yoktur. Ali'nin bu sahifesinde helal h~am ve insanların muhtaç oldukları her şey mevcuttur.
Hatta küçük bir yaranın diyeti bile yazılıdır (51).
Şli rivayetlerde hadis sahasında ilk isim olarak Hz. Ali zikredilmekte ise de, Hz. peygamberin hadislerini ilk cem eden kişinin Ebu Ran olduğu da kaydedilir. Bu hususu, Ali'nin yazdığı hadisleri ilk cem edenin Ebu Ran olduğu şeklinde anlamak da mümkündür. Bir gün Muhammed Bakır'ın meclisinde bir mesele üzerinde ihtilafvald olur. İmam "Oğlum, kalk Ali'nin kitabını getir" der. Büyük ve kalın bir kitap getirirler, aradıklan meseleyi orada bulurlar. İmam Bakır "Bu Ali'nin hattı ve Resulullahın imlasıdır"
der. (52) Bu olay, Ali'nin salıllesinin imamların elinde mevcut olduğunu göstermektedir.
Hasan es-Sadr "Nereye gidilirse gidilsin, bu kitaptakinden daha güvenilir bir bilgi bulunamıyacağım" söylemektedir (53). Ona göre,
hadislerin ceminde ilk adımı atanlar ve bu alanda öncülük edenler şillerdir.
Çünkü Hz. Ali, Hz. Peygamberin devrinde hadisleri yazmış, ondan sonra şia'nın seçkin şahsiyetlerinden Hz. Peygamberin mevlası Ebu Rafi (ö. 35) tedvin etmiştir. Onun "Kitabu's-Sünen ve'l-ahkam ve'l-kadaya" adını verdiği bir kitabı vardır. Ebu Rili'nin ölümü 35 yıllarında olduğuna göre hadislerin tedvininde şiamn öncülüğü kendiliğinden ortaya çıkar. Ebu Rafi'den sonra hadisleri ilk tedvin eden kimse Selman el-Farisi'dir (54). Bazı kaynaklarda Ebu Zer el-Gıfari, Asbağ b. Nübate de şil musannifler olarak
gösterilmektedir (55).
Ebu Zer'in "Kitabu'l-hutbe" adlı bir eseri bulunduğu ve Hz. Peygamberin vefatından sonra meydana gelen hadiseleri bu eserinde naklettiği rivayet edilmektedir (56). ·
Hasan es-Sadr, Hakim Neysabüri (ö. 405) yi usul sahasında ilk müdevvin olarak göstermektedir. O, Te'sisü'ş-Şia Li ulumi'l-İslam adlı eserinde (s. 294) dirayetu'l-hadis ilminde onun ilk müdevvin olduğunu zikreder ve onu şil bir imam olarak tamtır. Gerçekten de onun şil temayüllü olduğuna dair bilgilere kaynaklanmızda rastlamaktayız. Ne varki, Hakim Neysabun'nin hadis usülü sahasında meydana getirdiği eseri (Marifetu Ulumi'l-hadis) onu şil temayüllü olarak tanıtacak özelliklere salıip değildir.
Bu eserin şil hadis usulü ile ilgili bir yönü de yoktur. Esasen Hasan esSadr'ın Hakim Neysaburi'yi ilk müdevvin olarak göstermesini anlamak mümkün değildir. Kanaatimizce Hakim Neysabürl'nin "el-Müstedrek" adlı eserinde Hz. Ali ile ilgili çok sayıda hadise yer vermesi (Meslektaşımız Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan bey bu sayımn 140 olduğunu belirtiyor). Onu böyle
bir kanaate sevk etmiş olabilir. Ayrıca diğer bazı yazarlar şl1 hadis usulünde ilk müdevvin olarak Seyyid Cemalüddin Ahmed b. Tavus (ö. h. 673)u göstermektedirler. Esasen bu konuda şil ulema'nın tam bir görüş birliği içinde olduğunu söyleyemeyiz. Zira bazı yazarlar da allame Hılli'nin bu konuda ilk müdevvin olduğunu kaydederler (Müntekal-Cuman, 13).

a. Şii Hadis Musannefatının Doğuşu

Daha sonra "Kütüb-i Sitte" adım alacak ve sünni müslümanlararasında çok rağbet görecek olan altı hadis mecmuası şil açıdan incelendiğinde
fazla bir anlam ifade etmedikleri görülür. Zira sözkonusu kaynaklarda
Hz. Ali'nin faziletlerine dair hadisiere fazla yer verilmemiş, bilhassa
266 1 Tarihte ve Günümüzde Şiilik
onun Hz. peygamber tarafından halife olarak tayin edildiğine dair -
mütevatir derecesinde bile olsa- haberler dikkate alınmamıştır. Bütün bu
eksiklikleri giderecek, gizlenen rivayetleri açığa çıkaracak, şl:a fıkhını
düzenieyecek hadis mecmualarına ihtiyaç vardır. İşte bu ihtiyacı
karşılamak görevini ilk olarak üstlenen şü bilgin el-Kuleyni olmuştur.
b. Kütüb-i Erbaa
Şü hadis musannefatı denilince aklıılııza dört hadis mecmuası gelmektedir.
Şimdi bunları sırasiyle görellin.
I. EI-Kafi
Musannifi Ebu Cafer Muhammed b. Y akub el-Kuleynl: er-Razı elBağdadi'dir
(Ö. 328/939) Küleyni adıyla şöhret bulmuştur. Onun hayatı
hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. Kuleyn'in İrall'da Rey civarındaehir
köyün adı olduğu ve ona doğduğu köye nisbetle el-Küleynl: dendiği zikredilmektediT
(57). Rivayetlere göre babası o bölgenin ileri gelen bilginlerinden
biridir. Buna göre ilk dilli bilgileri babasından aldığı söylenebilir. Daha
sonra Bağdad'a gelen el-Küleynl:, ifade edildiğine göre iyi bir eğitim görmüş
zamanın seçkin şü bilginlerinden tefsir, hadis, fıkıh ve diğer islamı ilimleri
tahsil etıniştir. Bazı şü yazariara göre, O, gelmiş-geçmiş muhaddislerin en
büyüğüür. "Sikatu'l-İslam" ünvanınalayık görülmüştür (58). Küleynl:'nin
her yüz senede bir gönderilen müceddidlerden biri olduğunu zikredenler de
vardır (59).
Eserleri:
El-Küleynl:'İrin bazı eserleri şunlardır:
ı. Kitabu'r-Red Ale'l-Karamita·--
2. Ta'blrü'r-Rü'ya
3. Kitabu'r-Rical
4. Kitabu Resaili'l-Eimme Aleyhimu's-selam
5. Kitabu Makile Fihim Mine'ş-Şi'r
6. El-Kafi
El-Kafi Usul ve füru olmak üzere iki kısımdan meydana gelir. Füru
kısmı adından da anlaşılacağı üzere ibadet ve muamelata dair hadisleri
ihtiva eder. İtikada taalluk eden konu ve rivayetler ise el-Kafi'nin. usul
kısmında yer alır. Bu bölümde Kur'an-ı Kerlmle ve masum olduğuna
inanılan imamlarla ilgili -imamların da herhalde kabul edemiyeceği- bazı
rivayetlere rastlamak mümkündür.
İmamlar, burada zikredilen bazı rivayetlere göre, adeta sınırsız veya
sonsuz bir bilgiye sahiptirler. Hz. Ali İlim konusunda Hz. Peygamber'e ortaktır.
Allah, Muhammed'e ne öğretmişse, onu Ali'ye de öğretiniştir (60).
İmamlar, meleği görmeselerde onun sesini duyarlar (61). Peygamberlerden
farkları buradadır. Onlar, ne zaman öleceklerini bile bilirler. El-Küleynl: bu
konuda; .
Ş!a-i İmamiyyenin Hadis Anlayışı 1 267
"İmamlar ne zaman öleceklerini bilirler ve ancak kendi tercihleri ile
ölürler" ifadesini bir bab başlığı yapmıştır. (U. Kifi 2/36) Burada örnek olarak
Hz. Hüseyin'i gösterir.
Kur'an-ı Kerim ile ilgili bölümde kabulü mümkün olmayan bir takım rivayetlere
yer verilmektedir. Bu haberlere göre Kur'an-ı Kerlm. tahrif ve
tağyire uğramıştır. Burada bazı örnekler verilir. Tahrif olunduğu iddia edilen
bu ayetler incelendiğinde müşterek konunun Hz. Ali'nin hilafeti veya
imameti olduğu,görülür. UsUl kısmında yer alan diğer önemli bir konu da
takiyye meselesi ve bununla ilgili rivayetlerdir.
El-Kafi, hadis usUlü açısından tetkik edildiğinde hadislerdeki bazı senedlerin
hazfedildiği, bazı isimlerin zikredilmediği ve muttasıl bir isnadın
bulunmadığı dikkati çeker. İsnad zinciri genellikle Cafer Sadık'a veya Muhammed
Bakır'a kadar gelir. Hadisler çoğunlukla bu iki büyük imarnın
sözleri olarak karşımıza çıkarlar. Bazen hadisin Hz. Peygamber'e ref edildiği
olur.
El-Kafi üzerinde bir takım şüpheler vardır. Bilindiği üzere el-Kafi'nin
son cildi, "Ravdatu'l-Kafi" adını almaktadır. Bunun sebebi ne olabilir?
İmam Sadık'a nisbet edilen Ravdatu'l-Kafi adlı bir eserden söz edilmektedir.
Fakat bunun da İmam Sadık'ın eseri olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir.
Senedi muttasıl değildir. Mulıammed Ebu Zelıra konu ile ilgili
olarak şöyle diyor: "Ravdatu'l-Kafinin Küleyni rivayeti İsmail b.
Beziğ'dendir. Oysaki Küleynl'nin onunla görüşmüş olması mümkün
değildir. Ravdatu'l-K.afi'deki irsallerden onun el-K.afi'den bir bölüm olduğu
anlaşılabilir. Fakat İbn İdris'in de "Ravda" adında bir tasnifinden söz edilmektedir.
Bu konuda ona bazı arkadaşları yardımda bulunmuşlardır. Bundan
başka Ravdatu'l-Kafi'nin İbn el-Cüneyd'in tasnifi olma ihtimali de
mevcuttur. Küleyni'nin talebelerinin onu el-Kafi'ye ilhak etmeleri
mümkündür" (62). Bütün bu ifadelerden çıkan netice şudur: Ravdatu'lKafi'nin
Küleyni'nin eseri olması şüphelidir, sonradanilhak edilmiş olabilir.
Bunu yapanlar bütün bu rivayetleri bir araya toplamak istemiş olabilirler
(63).
Şüler, el-Kafi'deki hadislerin senedinin muttasıl olarak masum imama
kadar ulaştığını, inkıta bulunmadığını söylerler ve el-Küleyni el-Kafi'de
kendisiyle imamlar arasındaki isnadın bütün silsilesini gösterrneğe bağlı
kalmıştır. Bazan hadisin senedinde birinkıta olabilir, ancak o, daha önce o
senedi muttasıl olarak zikretmiştir; bu serred de onun hükınünde olur. Bazı
ravileri bu şekilde zikretmemek eski ulemanın adetidir. Ancak el-Küleyni,
"anhu" dediği zaman bunun bir önceki serreddeki ikinci raviye raci
olduğunu söyler. O, bazan bir raviden, o da imamdan bir önceki senedin
ricaline havale ederek rivayet etmektedir, derler. el-Küleyni, bazan "ve
Kale" der. Bu takdirde zamir senedde kendisinden rivayet edilen imama
raci olur. Diğer raviler bir önceki senedde tahvil edilmiştir. Bunun
örneklerini Kitabu'l-hac'da bulmak mümkündür.
268 1 Tarihte ve Günümüzde Şülik
el-Kafi'deki rivayetlerde mürsel haberler vardır. Şu kadar varki bazı şü
bilginler mürsel haberleri kabul etmemektedirler. Bazıları da kabul eder.
Diğer bazıları daravi kendisi sika ise kabul ederler. el-Küleyni, onlara: göre
sika olduğu için bu mürsel haberleri muttasıl bir senede zıdlık teşkil etmediği
için kabul ediyor olabilirler. Ş!a'mn çoğunluğununel-Kafi'deki rivayetleri
mükemmel rivayetler olarak kabul etmedikleri nakledilmektedir.
el-Küleyni
Ahmed b. Muhammed
İbn Faddal
Huseyn b. Ulvan el-Kelbi
Ali b. Hazve el-Ganevi
Asbağ b. Nübate
Ali b. Ebi Talib
el-Küleyni
İddetün min ashabina
Ahmed b. Muhammed .
İbnEbi Nasr
Fudayl b. Sükre
Ebu Abdilialı
Ş1a-i İmamiyyenin Hadis Anlayışı 126.9
el-Kafi'deki rivayetlerin hemen hemen tamamı İmam Sadık'a dayanır ve
bu rivayetlerle amel etmek vaciptir, görüşünde olan bazı kimseler vardır.
Ancak bunların görüşleri cumhur tarafından kabul görmemiştir. (64) Kaynakların
belirttiğine göre, el-Kafi'nin usul ve furu kısmında 16.000 civarında
hadis bulunmaktadır. Şu hadis usulüne göre, bunların 5072 si sahih,
144 ü hasen, 1118 muva_ss.a_k , 302'si kaviy ve 9485'i zayıftır. (el-
Masadiru'l-hadis inde'ş-şia, 31 krş. Islam Ans. Şia Mad.)
Burada dikkat edilecek olursa mevzu hadislerden söz edilmemektedir.
Şii hadis usulünde her nedense mevzu hadisiere fazla yer verilmemiştir.
Bunun anlamıel-Kafide mevzu hadis yoktur, demek değildir. el-Kafideki rivayetlerin
bir çoğunun mevzu olduğu kabul edilmekle birlikte bir nevi olarak
mevzu hadisler üzerinde fazla durulmaması bilhassa sünni anlayışta
olduğu gibi bu sahada müstakil eserlerin meydana getirilmemiş olması,
üzerinde durulması gereken bir noktadır.
Kısaca özetlemek gerekirse, el-Kafi'de rivayeti bulunan ravilerin bir çoğu
kaynakların belirttiğine göre, güvenilir kişiler değildir. Rivayet ettikleri hadislerin
çoğunun İmam Muhammed Bakır ve oğlu Cafe Sadık'a olması da
kanaatimizce mümkün değildir. Bu bakımdan el-Kati'de yer alan rivayetlere
şu hadis anlayışı bakımından hadis denlise bile, bunların çoğunun uydurma
olduğu, yani masum kabul edilen imarnlara bile ait olmadığı
açıktır. el-Kafi'deki rivayetlerin büyük çoğu..nluğunun İmam Cafer-i Sadık'a
ait olduğunu biraz önce ifade etmiş idik. Cafer-i Sadık'ın ağzından bu tür
rivayetlerin sadır olacağı kanaatinde olmadığımızı burada belirtmekistiyoruz.
Ayrıca el-Küleyni'nin bir çok ravisinin sünni kaynaklarda güvenilir olmadığı
kaydedilmektedir. Bir örnek olmak üzere burada iki isnad zincirini
veriyoruz.
2. Men ıa Yahduruhu'l-Fakih:
Musannifi "Şeyh Sadük" ünvaniyle şöhret bulan Muhammed b. Ali b.
Babeveyh el-Kummi'dir. Şii bilginler arasında kendisinden "Reisu'lMuhaddisin"
olarak bahsedilir. Bıınunla birlikte hayatı hakkında yeterli
bilgiye sahip bulunmuyoruz. Hasan el-:Musevi Kum'da (65).Donaldson ise
Horasan'da doğduğunu kaydetmektedir (66). Babası Kum'un fakihi ve
şeyhi idi. Babasından ve diğer alimlerden ders almıştır. Uzun bir süre
Kum'da kalan musannif daha sonra (339/950) hadis öğrenmek için seyahatlere
çıkmış ve bir çok ülke dola~mJştır. Bu seyahatlerde sünni ve şu muhaddislerden
hadis aldığı nakledilir. 355/965'de Bağdad'a gelen şeyh
Sadlik orada şu şeyhlere hadis derslerj vermiştir (67). 300 civarında eseri
bulunduğu zikredilir (68). Eserlerinden bazıları şunlardır;
1. İsbatu'l-Vasiyye 2. Ahbaru Ebi Zer 3. Ahbaru Selman 4. Tefs'ım'lKur'an
5. el-Hısal 6. Delailu'l-eimme 7. Risaletü'l-itikadati'l-imfuniyyt,* 8.
Men la Yahduruhul-Fakih.
270 1 Tarihte ve Günümüzde Şiilik
Şeyh SadUk şü kaynaklarda "şeyhimiz" "fakihimiz" "şeriatın rüknü'~ gibi
sözlerle övülmesille rağmen eseriel-Kafi'nin derecesine ulaşmamıştır. elKilfi'den
50 yıl kadar sonra hazırlanmış olması belki bunun sebepleri
arasında söylenebilir. Musannif genellikle hadislerin senedierini hazfetıniş,
buna gerekçe olarak tarikierinin çoğalmasını istemediğini, ravilerin sika ol_
maları sebebiyle lüzum da görmediğini ifade etmiştir (69). Kafi'nin derecesine
yükselemeyişinin bir sebebi de senedierin · hazfedilmesi sayılabilir.
Eserdeki hadislerin sayısı hakkında farklı rakamlar verilmektedir. Hasan
es-Sadr ve ona dayanarak M.E. Zelıra 9044 hadis bulunduğunu söylerken,
(70) 4496 hadis bulunduğunu zikredenler de olmuştur (71). Muhammed
Hüseyin Celal! ise 5963 hadis bulunduğunu ifade etmektedir (72). M.E.
Zehra, musannifin hadislerin senedierini hazfetmesini şöyle
açıklamaktadır: Şeyh SadUk bu eseri başka kitaplardan icazet yoluyla
nakletmiş olabilir. Bu icazet ise şeyhe mülaki olarak rivayet etmek gibidir.
Musannif, icazet yoluyla rivayet ettiği kitabın ravilerini sika bulup hazfederek
nakletmiş olabilir. Daha sonraki ulema da bunu itirazsız kabul
etmişlerdir (73).
Bütün bunlara rağmen Men la Yahduruhu'l-Fakihi alıkarn konusunda
Kur'an-ı Kerim'den sonra ikinci kitap olarak kabul edenler mevcutur (74).
Eser, fikhın klasik bablarına göre tasnif edilmiştir. Ancak şü anlayışın
özelliklerini burada bulma imkanma salıibiz. Mesela, Hz. Peygamber'in
abdest alış şeklini belirten babdan sonra Hz. Ali'nin abdest alış şekline bir
bab tahsis edilmesi gibi (75). Musannif, gerek Hz. Peygamber'den ve gerekse
Ali b. Ebi Talib ve masum imamlardan_ri,vayet ettiği hadislerden sonra
gerekli gördüğü yerlerde-açıklamalarda bı.iluiıiııaktaôır;··-· - ..
3 ve 4. Tehzibu'l-Ahkam ve el-İstibsar
Kütüb-i Erbaa'nın üçüncü ve dördüncü kitaplarının musannifi Şeyh
Tüsi'dir. Adı Ebu Cafer Muhammed b. el-Hasen et-Tüsl'dir. Musannif 385/
995'te Horasan'da doğmuştur (76). Onüç yaşında iken Irak'a gelmiş,
meşhur şü alimlerden Şeyh Müfid'in yanında, o, 413/1022 yılında ölünceye
kadar khlmıştır. Hocasının ölümü üzerine Seyyid Murtaza'nın yanına gelmiş
13 yıl da onun yanında kalmıştır (77). Rivayetlere göre, Tüsi, gerek
sünni ve gerekse şü alimlerden eliiye yakın kimseden ders almıştır. Talebeleri
arasında müctehidlik derecesille ulaşan yüze yakın kişi vardır ki, bunlardan
bazıları Ehl-i Sünnettendir (78).
Kaynaklarda Şeyh Tüsi'ye gelinceye kadar şü ulema arasında fazla ihtilaf
olmadığı, fakat o tehzib ve istibsarı yazdıktan sonra muhtelif hadisler
tedaville çıktığından dolayı münakaşa ve ihtilafların arttığı zikredilmektedir
(79) 460/1067'de vefat eden Tüsl'nin bazı meşhur eserleri şunlardır:
1. Tefsiru't-Tibyan 2. Uddetü'l-Usül3. el-Fihrist 4. Kitabu'l-gaybe 5. etTehzib
6. el-İstibsar

Bunlardan başka bir çok eseri bulunan müellifin şu dünyada özel bir
yeri vardır. "Taifenin Şeyhi" "Sika" "Sadılk" "İmamiyenin Şeyhi" gibi medili
ifade eden sözlerle anıldığı gibi "masum imamlardan sonra firkanın imamı"
"şia'mn direği" de denir. Tehzibu'l-Ahkam'ın tasnif tarzı bakımından fazla
farklı bir tarafı yoktur. Asıl farklı yönü el-Kafi ve Men la Yuhduruhu'lFakih'de
bulunmayan bir çok hadisi ihtiva etmiş olmasıdır denebilir. Musamıif
önsözünde şunları kaydediyor: "Ashabımızdan bazıları haberler
arasındaki zıtlıkların giderilmesi ve mezhebimize yapılan hücumların izalesi
için beni ikaz ettiler. Şeyhimiz Ebu Abdullah'dan işittim. Ebu'I-Hüseyin
el-Hilrılni, alevi olduğu ve imamiyeye inandığı halde hadislerdeki bazı ihtilaflar
yüzünden mezhebini terkederek başka bir mezhebi seçmiş. Bu,
onun inancımn taklidi olduğunu ve başka bir mezhebi bilmeden tercih
ettiğini gösterir. Şeybirniz şer'! meselelerde ihtiyacı karşılayacak, mana
yönünden ikna edici, şüphelerden uzak, taharet, tevhid, adi, nübüvvet ve
imarnet meselelerini ilgilendiren bir kitap yazmak için teşvik etti.
El-İstibsar da ayın şekilde fikhl konuları içine almaktadır. Tezhibden
çeşitli sebeplerle istifade edemiyenlere faydalı olmak ve meseleleri vuzuha
kavuşturmak maksadiyle kaleme almıştır. Hadislerin senedieri bazan hazfedilmiş,
bazan hadise ilave olarak açıklamalarda bulunulmuştur. -
Tehzibi'nin muhakkiki Hasan el-Musevi, eserin Kutüb-i erbaa içerisinde
büyük bir yeri olduğunu, fayda bakımından diğerlerinden de üstün
olduğunu belirttikten sonra "Ahkam hususunda bir fakili aradığı her şeyi
onda bulabilir" (80) diyor. ·
Tehzib'de 13590 civarında hadis bulunduğunu söyleyenierin (81)
yanısıra, Muhammed Ebu Zelıra bizzat Tusi'nin bir başka eserinde Tehzib'deki
hadislerin beş bin civarında olduğunu ifade ettiğini, bu durumda
altıbine ulaşamıyacağım zikrettikten sonra "Öyleyse, muhtelif asırlarda
Tehzib'in üzerine bazı ilaveler mi yapılmıştır?" (82) diye sormaktan kendini
alamamıştır. Kaynaklarda Muhammed Ebu Zelıra'yı haklı çıkaracak bazı
ifadeler de yok değildir. Böyle bir kanaate varmak için bu eserleri tetkik etmek
gerektiği açık bir husustur;
Kısaca ifade etmek gerekirse TUsl'nin zikrettiğimiz bu her iki eserinde
hadislerin isnadı değil Hz. peygambere, masum imarnlara bile
ulaşmamaktadır. Kaldı ki, hadisin senedi Hz. Peygambere kadar ulaşsa
bile, önemli olan hadisin metnidir. Senedi sağlam nice hadisler biliyoruz ki
aslında Hz. Peygamberle hiç bir ilgisi yoktur.
C- Hadis ve Sünnet
Şu anlayışa göre hadis, masum (imamlar)un söz, fi.il ve takrirleridir. Masum
olmayan kimseden sadır olan sözler eser adım alırlar. Haber ise, masumların
dışındaki sahabi, tabii ve tebe-i tablin'den gelen sözlerdir (83).
Haber kelimesi ile N ebe kelimesi arasında bir benzerlik (müteradiflik) varsa
da haber kelimesi daha umumi, nebe kelimesi ise daha hususidir. Ha272
1 Tarihte ve Günümüzde Şiilik
dis kelimesi de haber kelimesinden daha hususidir. Hadis daha çok, Hz.
Peygamber'in sözlerine ıtlak olunur (84). Ancak bazı sahabilerin sözleri de
masum olmadıkları halde haber olarak kabul edilirler. Mesela, Ebu Zer ve
Cabir b. Abdullah'ın "Biz müna:fıkları Ali b. Ebi Talib'e olan buğzları ile
tanıdık" (85) sözleri gibi (86). Hadis -başka bir ifadeyle- masum olan
imaının sözü, yahut onun sözünü ve taktirini hikaye etmek deme:ktir.
Ancak aynı fiil ve takririn kendisi hadis değil, sünnettir (87). Abdullah Mamekani
bu konuda ehl-i sünnetle olan farkı şöyle açıklıyor: "Ehl-i sünnete
göre, bir söz masum olmayan sahabi yahut tabüye ulaşırsa bu, yine hadis
kabul edilir. Şia'ya göre ise, masum olan kimE;eye (imama) ulaşması şarttır
(88).
Sünnet ise, Hz. Peygamber'den veya masum imam'dan sadır. olan söz,
fiil ve takrirlerdir. Daha açık bir ifadeyle yalan söylemesi ve hata etmesi
caiz olmayan kimsenin yani masumun söz fiil ve takrirleridir (89).
Burada meselenin özü şudur: Masum imamlar Hz. Peygamberden sadece
hadis nakleden ra vi veya muhaddisler değildirler ki, onların rivayetleri
güvenilirlik bakımından ele alınsın. Onlar bunun da ötesinde peygamberin
diliyle alıkarnı insanlara tebliğ etmek için Allah tarafından
görevlendirilmiş kimselerdir. Masum imamlar sadece Allah indinde geçerli
olan hükümlerle olduğu gibi hükmederler. Bu durum, aynen peygambere
alıkamın vahiyle bildirildiği gibi onlara ilham yoluyla bildirilir veya kendisinden
önceki masum imamdan telakki ederek öğrenir. Bu hususu Ali b.
Ebi Talib şöyle açıklamıştır. "Hz. Peygamber bana ilimden bin kapı
gösterdi ki, -bu kapılardan her biri bin kapıya _açılır" (90). Buna görEımasum
imamların hükümleri_, JlÇ_J,]damaları he sünnetin.J:l:~ veya nakli nevinden
bir şey, ne re'y .. yofuyla ictihad ve ne de teşri kaynaklarından hüküm
istinbat etmektir. Bunlara ilave olarak onlar kendileri teşriin kaynaklarıdır.
Böylece bizzat onların sözleri sünnetin kendisidir, sünnetin nakli
değil. Masum imamların bazan Hz. Peygamber'den rivayet ettikleri
hadisiere gelince, bu, ya Cevamiu'l-kelim olan hadislerin nassını nakletmek
için, veya bu hadislerden herhangi birini başkalarına karşı delil olarak kullanmak
içindir, ya da başka herhangi bir sebep için, olabilir. Masum
imamların imametlerinin isbatı ve sözlerinin Resuluilahın sözlerinin yerine
geçtiği meselesi kelam ilminin konusudur.
Ana hatları ile sünneti bu şekilde özetleyen Şeyh Muhammed Rıza elMuzaffer
şöyle demektedir: "Bizce sünnetin en geniş anlamiyle teşri kaynaklarından
biri olduğu kesinleştiğine göre, insanın bu sünneti masumdan
müşahede edip işiterek elde ederse gerçek hükmü asıl kaynağından sened
bakımından kesin ve kati olarak almış olur. Bu aynen K. Kerim'den elde
edilen bilgi gibidir ki, Kur'an Allah'ın büyük delilidir. Ehli Beyt imamlarından alınan bilgi ise Allah'ın küçük delilidir. İmamlardan sonraki dönemlerde olduğu gibi, gerçek hükmü onlardan almak imkarn olmazsa bu hükümler, Kur'an'dan sonra mütevatir veya ahad haberler vasıtasiyle sünneti nakleden hadislerden alınabilir. Hadislerin kendileri sünnet değildir. fakat ı:;adece sünneti nakleden metinlerdir. Ancak bunlara sünnet denmesi geniş anlamda sünnetin varlığını isbat eden ibareler olmasındandır". (91)

Bu ifadelerden sünnetin kavli, fiili ve takriri olmak üzere üç kısma ayrıldığını anlıyoruz.
Fiili sünnetin özelliği şudur:
Kavli sünnetin koyduğu tekliflerden birini açıklamak için vuku bulmuşsa, vücüb veya diğer alıkarn açısından o teklife tabi olur. Peygamberden veya İmamdan sadır olan fiil daha önce bir soru sorulmadan, ya da şer'i hükümlerden birini açıklamak için yapıldığına dair bir delil bulunmazsa, bu durumda o fiilin şer'i bir delil olmadığını -şeyh Abdussamed gibi bazıları ifade etmişlerdir. Mesela: İmamların veya peygamberin herhangi bir soru sorulmaksızın veya niçin yapıldığını gösteren bir delil olmaksızın yaptıkları işler, teşri ile alakası olmayan örfle ilgili hususlarda ise mutlak mubah olduğundan fazla bir değer ifade etmez. Eğer bu fiil ibadetler konusunda ise, -racih dururken mercuhu imain yapmışsa- bunu bir Iliaslahat için yapmıştır. Işte buna dayanarak böyle bir fiilin tercih edileceğine hükmedilir.
Takriri süniıet, peygamberiii veya imamların huzurunda veya işitebileceği bir yerde, bir insanın yaptığı bir işe sükılt etmelerinden ibarettir. Bu suküt onların yaptıkları bu fiili tasvip ettiklerine ve onun tercih edilmesinin vücub veya müstahablık yönünden caiz olduğuna delildir. (92)

a. Ravilerde Aranan Bazı Şartlar
1. Ravi müslüman olmalıdır. Ancak kilfir iken hadis ezberlemiş ise,
müslüman olduktan sonra bunu rivayet etmesi caizdir. Kafir ehl-i kılıleden
olmazsa rivayeti ittifakla kabul edilemez. Fakat ehl-i kıble olursa rivayeti
kabul edilir. Hariciler, Gulat ve Mücessime gibi.
2. Baliğ olması: Hadis rivayet eden kimsenin rivayet ettiği zaman biliğ
olması gerekir. Daha önce ezberlemiş olduğu hadisi biliğ olunca rivayet
edebilir. Çocuğun baliğ olmadan rivayeti kabul edilmediği gibi mümeyYiz olmayan
kimsenin de rivayeti kabul edilmez. Çünkü onun haberine
güvenilemez. Eğer mümeyyiz olursa bu hususta iki görüş vardır.·
a. Haberi zan ifade ederse, zanla amel etmenin haram olduğu esas
olduğundan kabul edilmez.
b. Baliğ oluncayakadar mesuliyet kaldırıldığından, şer'an bütün fiilieri
itibardan düşeceğinden duruma bakılır (93).
3. Akıllı olması: Mecnun'un rivayeti icmaen kabul edilmez. Deliden sorumluluk
kaldırılmıştır. Tekrar sıhhatine kavuşursadurum değişir.
4. İman: Mürnin olmayan kimsenin rivayeti kesinlikle kabul edilmez.
İmandan maksadın ravi'nin imamiyye-isna aşeriyye mezhebine mensup
olması gerektiği anlaşılmaktadır. Zira muhaliflerin ve şia'nın diğer kol27
4 1 Tarihte ve Günümüzde Şiilik
larına mensup kimselerin verdiği haberler kabul edilemez. Ancak şü-inıfuni
rivayetle hükmedecek kimse-bulunmazsa o zaman ehl-i sünnetin ve diğer
mezheplerin rivayetlerine -bazı şartlarla-uyulabilir diyenler olmuştur. Muhaliflerin
rivayeti masum imamlardan birinden ise o zalrıan ona uymak
icabeder.
5. Bir kimsenin adil olabilmesi için bütün günahlardan korunmuş olması
şart değildir. Ancak büyük günah irtikab etmemesi ve küçüklerde
ısrar etmemesi gerekir.
Bunlardan başka aşağıdaki sıfatları taşıyanların rivayetleri makbuldür.
a. Masum imarnın muharebede bayrağı eline teslim ettiği kimse. Masum
imam bayrağı emin ve güvenilir bir kişiye verir.
b. Masum imarnın bir kimseden razı olması. Bu da o kişinin sika ve adil
olduğuna delalet eder.
Daha önce sahabe'nin adaletinden söz ederken bazı ayetlerde "Allah'ın
onlardan razı olduğu"nun belirtililiğine işaret etmiş idik. Allah'ın razı
olduğu kimse nasıl adil kabul edilmiyor da imarnın razı olduğu kimse adil
kabul edilebiliyor? gibi bir sual akla gelebilir. Bu sorunun cevabı şianın masum
imam anlayışında yatmaktadır. Masum imam peygamber mevkiinde
bulunduğu için ravinin durumunu en iyi şekilde bilmektedir, denebilir.
c. Masum imarnın bir kimseyi hasım tarafa elçi olarak göndermesi. Bu
onun sika ve adil olduğuna delalet eder.
d. Masum imarnın bir kimseyi şahidlik yapmak üzere göndermesi
e. Masum imarnın bir kimseyi bir işte ya- da bir memlekette
görevlendirmesi _ - - ..___ _
f. Masum imamıri brrlrniıseyi katip yahut hizmetçi olarB.k tutması. Masum
imarnın bu davranışı o kimsenin adaletine delildir.
g. Masum imarnın bir kimseye fetva vermek üzere izin vermesi gibi
sıfatları ve özellikleri üzerinde taşıyan ravilerin sika, adil, emin ve güvenilir
oldukları kabul edilir (94).
b. Bazı Makbul Ravi Gruplan
Şii anlayışta makbul ravi grupları diye adlandırabileceğimiz bazı topluluklar
vardır. Bunlar genellikle güvenilir isimlerden meydana gelir.
1. Şurtatu'l-hamis: Bunların sayısı 5 bin civarındadır. Sahabilerden Selman
el-Farisi, Mikdad b. el-Esved gibi malum isimlere ilave olarak
Abdullah b. Yahya, Ebu Sinan, Esbağ b. Nübate gibi tabiune mensup bazı
isimler burada yer alır.
2. Asfiyau Ali: Hz. Ali'nin yakın arkadaşları olan bu kişilerin başında
Amr b. Humh el-Huzai, Reşid el-Heceri, Habib b. Munzir el-Esedi gibi isiriıler
bulunmaktadır.
3. Sikatu Ali: Bu grupta Ebu't-Tufeyl Amir b. Vasile el-Kinam, Zir b. Hubeyş
el-Esedi, Cüveyriye b. Muzhir el-Abdi gibi isimler mevcuttur.
)
Şia-i İmamiyyenin Hadis Anlayışı 1275
4. Mesabihu'n-Neha: Bu grubun başlıca isimleri şunlardır. Alkame b.
Kays, Kümeyl b. Ziyad ve Umey b. Zurare.
5. Evliyau Ali: Haris b. Abdullah, Ebu Abdullah el-Cedeli, Süveyd b. Gafele
el-Cufi bu gurupta yer almaktadır. Buna ilave olarak Havas~ı Ali,
Erkanu'l-Erbaa, Havariyyıln gibi adlar altında yer alan ve güvenilir olduğu
kabul edilen raviler bulunmaktadır (Bu konuda tafsilat için bkz. Hadis
Tenkidi yönünden El-Kafi Üzerine Bir İnceleme, Ank. 1982, Basılmamış
Doçentlik tezimiz).
c. Rivayeti Kabul OlunmayanRaviler
1. Bidat ehlinden olursa rivayeti kabul edilmez.
2. Kendi mezhebini teyid için küfrü helai görenlerin,
3. Mezhebinin propagandasını yapanların,
4. İmamiyye-İsna aşeriyye mezhebinden olmayışının sebepleriıli açıklasa
bile böyle bir ravinin rivayeti kabul edilmez (95).
Ravide adalet şartının bulunmasının gerektiğini ilerisürenler ravinin
tadilini vacip saymışlardır. Ravinin adil ve zabıt olması onunla sohbette
bulunmak ve onunla beraber olmakla bilinir. Eğer bu mümkün değilse,
onun adil olduğu hadis bilginleri arasında adaletiyle şöbret bulması ile
anlaşılır. Bu da yoksa bir tek alimin tezkiyesiyle adil kabul edilir. Birbirini
destekliyen bir çok karinenin bulunmasiyle deravinin adaleti bilinebilir. Şu
ulema arasında ravinin tadili hususunda bir kişinin tezkiyesinin yeterli
olduğunu ileri süienler bulunduğu gibi şahidlikte şart koşulan iki erkek ya
da bir erkek iki kadın şartım ravinin tadiline uygulamak isteyenler de
vardır. (E. 2, 401) Ravinin adaletini tezkiye eden kişinin İmamiyye'den olması
şarttır. Çünkü rivayette iman şarttır. İmamiyye'nin ehli kıbleden muhalifleri
müslüman olarak isimlendirilirler, ama mü'min olarak isimlendirilmezler.
·
Ravinin cerhi konusunda ise farklı görüşler vardır. Bazıları, raviyi cerheden
kişinin imami olması gerektiğini savunurken, bazıları da mücerred
bir alimin cerhinin geçerli olabileceğini söylemişlerdir. Ancak meşhur görüş·e
göre, cerhde de tadilde de imami birinin pulunınası şarttır (96).
Bir ravi şöylece teiliye edilir.
1. Adil imami bir kişinin, ravinin haberleri nakletmeye ehil ve sika bir
kişi olduğuna dair kamil bir şehadetl.e hüküm vermesidir. Bu yalnız tezkiye
değil, aynı zamanda onun adaletine dair verilmiş bir hükümdür.
2. Tezkiye eden İmami birinin "o adildir" demesi ve tezkiye sebebini
söylemesidir. Böylece o, tezkiyesini zikrettiği sebeple kuvvetlendirmiş ve
aynı zamanda münakaşaya da açmıştır. Tezkiye eden kişi tezkiye sebebini
söylemekle ravinin durumunun bilinmesini; eğer kabul veya reddedilecekse
bunun bilerek yapılması içindir.
3. Adil imami birinin "o, rivayeti nakil için ehildir" demesi, fakat sebebini
zikretmemesidir. Bu tezkiye eden kişinin sözünün tezkiye ettiği
· ....
276 1 Tarihte ve Günümüzde Şülik
hakkında ne derecede mutmain ve ne derecede sikalık sağladığını ifade etmediği
içindir.
4. Tezkiyeye ehil olarak bilinen adil imami bir kişinin kendisinden rivayette
bulunduğu şahsı ondan rivayet etmekle tezkiye etmiş olur. Çünkü
böyle bir kimse tabii olarak adil ve sika'dan başkasından rivayette bulunmaz.
5. Bir ravinin rivayet ettiği hadisle başkasının amel etmesi onun için bir
tezkiyedir. Bu da arneli bir tezkiye olur. (97)
Bir ravi üzerinde cerh ve tadillafızları birleşirse adil diyenierin sözü hemen
kabul edilmez. Mecruh diyenierin sözü araştırılır.
D. Haberlerin Taksimi
Haberler, adet ve haberin keyfiyeti bakımından ikiye ayrılırlar.
1. Mütevatir haberler:
Bir topluluk tarafından rivayet olunan haberlerdir ki, bu topluluğun yalan
üzerinde ittifak etmesi adeten mümkün değildir. Bu ittifakın bütün tabakalarda
devam etmesi şarttır. Bu tür haberleri kabul etmek ilim
yönünden vaciptir. Ancak bunların varid olması nadirdir. Kur'an-ı Kerim
gibi Hz. Peygamber'in zuhuru; kıble, namaz, hac, namazın rekaatları, zekat
ve nisabı mütevatir haberlerdir. Manen mütevatir olanlar ise pek
çoktur. Ali b. Ebi Talib'in şecaat ve cesareti bunun en güzel örneğidir (98).
Mıltevatir haberlerin hükmüne inanmak duyulardan birine dayandığı için
farzdir. Mütevatir haberi işiten bir kimsenin krubine şüphe gİrm.emesi gere~
kir. Çünkü şÜphe ve taklid bir bilgi_nin_,do~ası:ıi~:ınanidir. Kafirler Hz.
Peyganibet'in mucizelerini- inkar-ettiler. Muhalifler isel'lli'nin imametine
dair mütevatir nasları inkar ettiler (99). Gadir-i Huin ve kim bana yalan
isnad ederse hadisleri mütevatirdirler.
Mütevatir haberler lafzi ve manevi olmak üzere iki kısma ayrılırlar.
1. Lafzi mütevatir: Bütün tabakalarda lafız birliğiyle rivayet edilen
hadlstir.
Mütevatirin Şartlan:
Bir hadisin mütevatir sayılabilmesi için bir takım şartlar vardır.
a. Doğrulukları sebebiyle rivayetlerinden ilim elde edilecek olan bir cemaat
rivayet etmiş olmalıdır. Bu, bütün tabakalarda aynı şekilde olmalıdır.
b. Ravilerin hepsinin adil olmaları şart değildir. Ahad haberler için gereken
diğer şartlar da gerekli değildir. .
c. Ravilerin yalan üzerinde birleşmeleri mümkün olmamalıdır.
d. Hadisi işiten kimse o hadisin muhtevası hakkında bir bilgiye sahip
olmalıdır. Haberi duyan kişinin zihninde duyduğu habere· ait menfi bir
tavır (durum) bulunmamalıdır.
Şia-i İmamiyyenin Hadis Anlayışı/ 277
e. Taklid, ictihad ya da başka bir sebeple duyduğu hadisin zıddına bir
inanca sahip olmamalıdır.
f. Ravilerin bütün tabakalarda haberi duyu organlanyle almaları gerekir.
g. Mütevatir haber, akli bir delile yahut bir ayete dayandınlarak kabul
edilmemelidir.
h. Haberin mütevatir olması için ravileriııin muayyen bir sayıya
ulaşması şart değildir. Sünni kaynaklarda zikredilen bazı rakamların işin
aslı ile bir ilgisi yoktur. Önemli olan ravilerin yalan üzere birleşmiyecek
derecede çok olması ve ilmin hasıl olmasıdır.
Lafzan mütevatir hadislerin sayısı çok azdır. Gadir hadisi buna örnek
olarak verilebilir.
2. Manevi mütevatir ise, lafızları farklı olmakla birlikte müşterek bir
manaya delalet eden haberlerdir. Manevi mütevatirin bir çok örneği vardır.
"Men kezebe ... " hadisi gibi. Hz. Ali'nin seeaatinin herkes tarafından anlatılması
gibi.
Mütevatir haber, masum imamdansadır olması hasebiyle kabulünde ve
kendisiyle amel etmede mecburiyet bulunan hadistir. Bu açıdan hadisin
serred yönüyle masum imamdan geldiği kesindir. Ancak mütevatirin bir
manaya ne kadar ve ne açıklıkta delalet ettiği hususunda diğer deliller gibidir.
Mütevatir hadis, ·diğer haber nevilerinden yalnız imamdansadır olmasının
kesinliği ile ayrılır (100).
2. Ahad Haberler
Masum imamdan geldiğine dair kati ve müsbet karineler taşıyan fakat
mütevatir derı?cesine ulaşmıyan hadislerdir.
Ah ad haber~ e am el etme konusunda şu fukaha arasında ihtilaf söz konusudur.
Bazılari delil olmayacağını, diğer bazıları ise delil olabileceğini ileri
sürmüşlerdir.
Haber-i Aııad bazan onu haber veren bir kişi bile olsa ilim ifade eder.
Yalnız haberin uoğruluğunu gerektiren bir takım karineler taşıyor ise. Bu
çeşit haberin hüccet olduğunda kuşku yoktur. Genel olarak ahad haberler
imamiyye bilginlerince şahsi zan ifade eden bir haber olarak telakki edilirler.
Zan ifade eden bir şeyin yalan olma ihtimali de mevcuttur." (101)
Hadisler, ravilerinin durumu açısından sahilı, Hasen, Muvassak ve zayıf
olmak üzere dört kısma ayrılırlar. ·
ı. Sahih Hadisler:
İmami adil bir ravinin muttasıl bir senedie bütün tabakalarda kendi
gibi bir raviden nakli ile masuma kadar ulaşan hadistir.
Raviler çeşitli tabakalarda birden fazla olabilir. (102)
Bilindiği üzere ehl-i sünnet sahilı hadisin tarifinde "şaz ve illetten azad
olma" şartını arar. Şü bilginler ise bu konuda farklı kanaatiere sahiptirler.
278 1 Tarihte ve Günümüzde Şiilik
Şebid es-Sani gibi bazı bilginler" ... Şazlık anz olsa bile" hadisin sabih olacağı
kanaatindedirler. Bununla Ehl-i Sünnetin tarifine muhalif olduklanna
işaret etmek istemiş olabilirler. Onlara göre, Ehl-i Sünnet sabih hadisin tarifinde
"adil" lafzını kullanınakla bütün müslüman firkalan içine alan bir
tarif yapmıştır. Böylece onlar muhalif adil bir ravinin rivayetini de -
muhalefet küfür derecesine varmadıkça- kabul etmektedirler. Bu itibarla
ehl-i sünnetin sabih derecesindeki hadislerinin sayısı artmış, imamiyyeninki
ise (ravinin imamiyye mezhebinden olması şart olduğu için) azalmıştır.
Buna sebep olarak ehl-i sünnetin bir ravinin adil kabul edilmesinin
ölçüsünü o ravinin fıskının herkes tarafından bilinecek derecede zuhur etmemesi
ilave edilebilir. Ehl-i sünnet müslüman raviııin zabir durumuna
göre hüküm vermektedir.
Ehl-i sünnetin, salıili hadisi tarif ederken şaz olmamasım şart
koşmasının sebebi, güvenilir fakat muhalif bir ravinin rivayet ettiği hadisi
ve halk arasında dolaşan bazı hadisleri sabih kabul etmediklerindendir.
Onlara göre bu tür hadisler sabih değildir. Ehl-i Sünnet, sabih hadisi tarifinde
illetsiz olma şartını da koymuştur. Bize göre ise (imamiyye) sabih
hadiste bu tür sebepler geçerli veya şart değildir. Aradaki bu fark ıstılah
farkıdır. Yoksa Ehl-i Sünnet de şaz ve muallel olan rivayetleri kabul etmektedir.
Biz şaz ve illeti sabihe girmiş olsalar bile kabul etmeyebiliriz. Bize
göre (imamiyye) sabih hadis -şaz ve muallel olsa bile- senedi sağlam, ravisi
cerhedilmemiş (ta'ndan uzak) birinin muttasıl bir senedie imami ve adil raviler
olması kaydi'yle rivayet edilen hadise de sabih denebilir ş azı kabul
edip mualleli kabul etmeyenler çoğunluktadır.
Bazılan sıiliih olmayan hadisi imamçlan-sad.ir olduğuna dair karineler
- ' -· --- varsa kabul ederler;--Onlar-im-a:mdiın geldiği kesin olan-sünnete, Kitaba,
kesin icmaa muhalif olan sabih hadisleri reddederler. İmamiyye'ye göre sahih
hadisin bütün şartlanın taşımayan, karinelerle birbirlerini desteklerlerse,
rivayetin yalan olduğuna hükınetmez ve bu tür hadisleri kabul ederler.
Bundan dolayıdır ki eski ve yeni (mutekaddimun ve muteahbirun) alimler
bu tür rivayetleri salıihlerle birlikte naklederler. Bu husus onlar
arasında. bilinir. Böyle hadisleri rivayet etmelerinin sebebi onlarla amel etmek
ve fıkhi hükümleri onların üzerine bina etmektir (103).
Bilhassa sünen, adab ve alılakla ilgili eserlerde bu yapılır. Yalan veya
doğru olduğuna dair herhangi bir delil bulunmayan bu tür haberlerle amel
etmeye cevaz verilmesi Hz. Peygamberin şu sözünden dolayı olabilir: "Bir iş
yapılınca şöyle sevap kazanılır diye bir hadis bir kişiye ulaşsa, o da onunla
amel etse, ve her ne kadar durum böyle olmasa bile o kişiye sevap verilir."
Bunu doğrulayacak bazı şalıitler ve muteber sözler mevcuttur-tBazı hadis
usülcüleri senedin başından veya ortasından bir veya daha fazla ravi hazfedilse
bile, ravi "Kale" ve "faale" gibi kesinlik ifade eden bir şiğa ile rivayet
etmişse, bu rivayeti salıililerden saymışlardır. Eğer meçhul sigasiyle rivayet
Ş!a-i İmamiyyenin Hadis Anlayışı 1279
edilmişse, salıili kabul edilmez. Hatta senet mürsel veya maktu olsa bile
bu tüİ hadisiere salıili denebilir. (Çünkü rivayet zincirinde imami ve adil
bir ravi vardır). Bir hadisin senedinin imami ve adil olan birine gerçekten
muttasıl olması sebebiyle, senedinde imami olmayan raviler bulunan bir
kısım hadisiere de salıili denir. (Eban b. Osman ve onun gibi ashabu'lİcma'dan
olan 18 kişinin rivayetini salıili kabul etmişlerdir. Salıili hadis
A'la, Evsat ve Edna olmak üzere üç kısma ayrılır. Bu tür hadisleri elKafi'de
bulmak mümkündür-) (104)
Burada bir noktayı ilave etmek istiyoruz. Şia'da hadisleri bu şekilde
nevilendirmek oldukça geç cereyan etmiştir. İlk müdevvinler olarak
gösterilen Ahmed b. Musa B. Tavus'un (ö. 673/1274), Hılli'nin ölümü ise
(726/1325)dır. Bu zamana kadar şü ulema arasınefa hadislerin bu şekilde
taksimi söz konusu değildi. Onlar haberleri makbul ve merdud olmak
üzere iki ana grupta mütalaa ediyorlardı.
Makbul hadis, senedin bütün tabakalarda adil imami bir ravinin
(ravilerin) rivayet ettiği hadise makbul, bu şartları taşımayanlara merdud
deniyordu. Ancak "Ashabu'l-İcma" adı verilen 18 kişilik bir gurup vardı ki,
bunların rivayet ettikleri hadisiere kayıtsız-şartsız salıih gözüyle
bakılıyordu. (Ashabu'l-İcma hakkında bkz. Muhyiddin el-Musevl: el-Gurafi
Kavaidu'l hadis s. 37)
2. Hasen Hadisler:
Adil ve güvenilir bir ravi olduğuna dair bir ifade bulunmamakla birlikte,
hakkında medh lafızları bulunan imami bir ravinin masum imama kadar
ulaşan muttasıl bir senedie rivayet ettiği hadistir.
Hasen hadisin ravilerinden bir kısmı salıih hadisin ravisinin taşıdığı
şartları taşıyabilirler. Ancak Hasen hadis denilişinin sebebi hakkında
güvenilir ve adil olduğuna dair bir ifade bulunmayan bir ravinin bulunmayışı
sebebiyledir. Bu da salıili hadis gibi aia, Evsat ve Edna olmak
üzere üçe ayrılır. (105)
Hasen hadis, salıihle zayıf arasmda bir derecede yer alır. Hasen hadis,
ravisinin gidişatının güzel ve akidesinin salıili olması sebebiyle salıih
hadisle, yalan olma ihtimalinin salıih olma ihtimalinden daha kuvvetli olması
sebebiyle de zayıf hadisle müşterektir. Şia bu tür hadisleri masum
imamdan sadir olduğuna dair bir karine bulunroadıkça kabul etmez. Bunun
sebebi, hasen hadisin ravilerinin salıili hadisin ravileri gibi udul
şartını taşımamasıdır. (106)
3. Muvassak.Hadisler
Akldesi fasid olmakla birlikte sika olduğu konusunda şü ulemasnın
~fui:ı verdiği kişi (veya kişilerin) mutta~ bir senedie nvayet ettigı ha<!stir.
.
280 1 Tarihte ve Günümüzde Şillik
(Bu tür hadisiere "Muvassak" denilişinin sebebi ravilerin güvenilir olmalarındandır.
Muvassak hadisin salıili hadisten ayrılan yönü, ravilerinden
bir kısmının veya hepsinin imamiyyeden olmamaları sebebiyledir. Hadisin
tarifinde geçen "ashabımızca güvenilir olduğuna dair nas bulunması" ifadesi,
muhalifler tarafından ravilerinin güvenilir olduğuna dair gösterdikleri
hadislerden ayırd etmek içindir. Çünkü muhaliflerce muvassak (sika) olarak
kabul edilen raviler imamiyyenin güvenilir ravide aradı'ği şartları
taşımazlar. Zira burada ölçü muhalifbir ravinin güvenilir olması şii ulemaca
belirtilm ek suretiyle olur, başkalarının belirtmesiyle değil (107))
Muvassak hadisin senedindeki diğer ravilerden bazılarının zayıf olmaması
şarttır. Aksi takdirde hadisin senedi zayıf kabul edilir. Çünkü
hadisin hükmü senedde yer alan en zayıfraviye göre verilir.
Muvassak hadisin bir türü olarak "Kaviy" kuvvetli hadisden de söz edilmektedir.
Ancak bunu ayrı bir nevi olarak ele alanlar da vardır. (108)
Muvassak ve kaviy hadis de yukarıda olduğu gibi üç kısımda mutalaa
edilmektedir. · ·
Muvassak hadise örnek olarak Küleyni'nin rivayet ettiği şu hadisi zikredebiliriz.
Ebu Abdiilah (a.s.) demiştir ki:
"Bir kişinin iyi olduğuna dair size bir haber ulaşırsa, o kişinin aklının
iyiliğine bakın, zira insan aklına göre karşılık görür."
Şu anlayışta hadislerin-taksimi· aşağıdaki şekildegösterilebilir.
Haber
/~
Yalan Doğru
~~
Mütevatir Ahad
~~
Lafzi Manevi
~~ Sahih Has en Mu vassak Zayıf
Ş!a-i İmamiyyenin Hadis Anlayışı 1 281
4. ZayıfHadisler
Sabilı, hasen ve muvassak nevilerinden herhangi birinin taşıdığı şartları
taşımayan hadis çeşididir.
Hadisin zayıflığı senedindeki ravinin fı.sk ile mecruh veya mechul ya da
hadis uyduraniardan birinin bulunması dolayısiyledir. Aslında "mecruhun
bi'l-fısk" tabiri diğer Cerh tabirlerini ihtiva edebilir. Zayıf hadisin sahihljk
şartlarından uzaklık va yakınlığına göre dereceleri vardır. Eğer bir haberin
delil olarak kullanılması sahih hasen ve muvassak hadislerle
sınırlandırılacak olursa, o zaman kaviy hadis ile zayıf hadis arasındaki
farkın bir anlamı olmaz. Kaviy ve zayıf hadislerin ravileri mechul olarak
vasıflandırılmıştır. Ancak kaviy hadisin ravisinin mechul olması ile zayıf
hadisin ra visinin mechul olması arasında fark vardır. Zayıf hadisin ra viierinden
rical bilginlerinin zayıf olduğuna hükmettikleri şahıs hakkında ta'n
edilebilir. Bu durumda böyle bir ravinin hadis ictihada konu olamaz. Onun
adil olduğunu söyleyen birisi çıksa bile böyle bir hadisle amel edilemez. Dolayısiyle
buradaki mechuliyet ıstılahidir. Kaviy hadisin ravisi hakkındaki
cehalet tabirine gelince, burada cehalet lügavi anlamdadır. Şöyle ki: bir
müctehid kaviy hadisin ravisinde ki cehalet konusunu araştırsa, ve bu ravinin
adil olduğunu gösteren bir ifadeye rastlasa, bu durumda böyle bir ravinin
rivayet ettiği hadis ile amel etmek caizdir. Ve bu hadis hasen, hatta
sahih hadis sayılabilir. Ravinin durumu açıklık kazanıncaya kadar onun
hadisinin zayıf veya sahihliği hakkında hüküm verilemez. Bazıları sahih,
hasen ve muvassıik hadislerdeki derecelendirme zayıf hadis için geçerli
değildir, demişlerdir. Bununla birlikte zayıf hadisin ravileri hakkındaki
zem ifadelerinin derecesine göre zayıfhadisin mertebeleri de farklıdır. (109)
E. Haberler Arasındaki Zıdlıklar
Bilindiği üzere mütevatir haberler konusunda önemli bir problem yoktur.
Ancak ahad haberler söz konusu olduğunda bir takım problemler or-·
taya çıkmaktadır. el-Kafide imamların birbirine zıd bazı sözlerine rastlamak
mümkündür. İmam aynı soruyu soran farklı kişilere farklı cevaplar
verebilir.
İmamlar, masum olduklarından dolayı, peygamber, hatta Allah adına
konuşmaktadırlar. İmamlardan herhangi birinin sözünün, Hz. Peygamberin
sözü, peygamberin sözü de Allah'ın sözü durumundadır. (. Kafi, 1/90)
Dolayısiyle biz bu cevaplardan uygun olan birini tercih ederiz.
Şeyh Tusi, el-İstibsar'ın önsözünde şöyle demektedir: Mütevatir olmayan
haberler iki kısımdır. Birincisiyle ilim hasıl olur. Bu da ilmi gerektiren
herhangi bir karine ile birlikte bulunan her bir haberdir. Bunlar birinci
kısma dahildir. Zikredilen karinelerden maksat şudur:
1. Rivayetin akli deliliere ve aklın gereklerine uygun olmasıdır.
2. Kur' anın zahirine uygun olmasıdır.
282 1 Tarihte ve Günümüzde Şiilik
Bu, ya Kur'amn zahlrine, ya genel anlamına, ya da açık emirlerinin
hükmüne uygun olmasıdrr. Bu karineler ilmi gerektirir ve haberi ahad olmaktan
çıkarıp onu malum babına dahil eder.
3. Kesin olan sünnete uygun olmasıdrr ki, bu bazan açıkça bazan da bir
delil ile belli olur. Bazan bir mana ile, ve bazan da umumi olarak uygunluk
gösterir.
4. Üzerinde bütün müslümanların icma ettiği bir şeye uygun olmasıdrr.
Haber, hakkında icma bulunan bir konuya zıd olursa, reddolunur. Çünkü
İcmada şüphe yoktur. (110)
5. Haklı frrkamn üzerinde icma ettiği şeye uygun olmasıdrr.
Kanaatimizce burada izahı zor bir durum ortaya çıkmaktadır. Zira
üzerinde bütün mü$lümanların icma ettiği bir konunun kendilerini haklı
frrka olarakgören İmamiyyenin icmaı ile uygun olması çok zor olabilir.
İkinci kısma gelince: Bunlar, mütevatir olmadığı gibi, yukarıda zikredilen
karinelerle de desteklenmiyen haberlerdir ki bunlar haberi vahiddir ve
onlarla bazı şartlarla amel etmek caiz olur.
1. Başka bir habere muarız olmadığı takdirde amel etmek vacip olur.
Çünkü bu hadis, nakledilmesinde icma olan bir hadistir. Ancak muhalifbir
fetva varsa, böyle bir hadisle amel olunmaz.
2. Birbirine zıdiki haber varsa, ravileri daha adil olan tarik tercih edilir.
3. Raviler adalet bakımından müsavi ise ravileri çok olan tarih tercih
edilir.
4. Raviler adalet, sayı ve bütün karlnelerin bulunmama,sı yönüyle eşit
durumda ise, incelenir.
Birpirine zıd iki ahad habe:r bulunduğunda~t~yil edilerek de olsa, bunlardan
biriyle diğeri-ter:ıiedliiD.iyorsa onunla am el --eclilir. Bu iki haberden
diğeriyle amel edildiğinde, birinci haberi terketmek gerekiyorsa, bu haberle
amel edilmez.
5. Yukarıdaki gibi, iki ahad haberden birini tevil ederek her iki hadisle
de amel etmek mümkünse, edilecek tevil için bazı şahidier aranır; şahidi
olan haberle amel edilir, değeriyle edilmez.
6.- Böyle iki haberden hiçbirinin tevili için şahid yoksa, kişi istediğiyle
amel 'edebilir, bunda muhayyerdir (lll)
7. Hz. Peygamberden varid olan iki haber sened yönünden aynı derecede
kuvvetli olmazsa, senedi kuvvetli olan tercih edilir. İmam Sadıktan daha
sika ve daha kuvvetli olanın tercih edileceğine dair rivayet vardrr. Bu rivayete
dayanarak, önce sahih, sonra hasen tercih edilir; diğerlerine bakılmaz.
Ancak doğruluklarına dair herhangi bir karine bulunursa alınabilir.
Bazı hadislerde diğer bazılarında bulunmayan ziyadelik varsa bunun
sebebi şu olabilir: Hz. peygamber farklı yerlerde farklı şekilde konuşmuş
olabilir. Bir yerde söylediğini başka bir yerde (aynen) söylememiş olabilir.
Herkes duyduğu kadarını rivayet eder. Aynı durum imamlar iÇin de söz konusudur.
Eğer yerler farklı değil ve ziyadelik bulunan iki rivayet de kuvvet
1
Şia-i İmamiyyenin Hadis Anlayışı 1283
bakımından denk ise, ikisi de kabul edilir. Belki de ravilerden birisi o ziyadeliği
unutmuştur. Ezberliyenin ezberlemiyene üstünlüğü vardır.
Birbirine zıd iki haberin bir mecliste söylendiği bilinse, araları telif
edilmeye çalışılır. Hz. Peygamber belki de kendisine soru soran kişiye mukayyed
bir cevap, diğer birine de mutlak bir cevap vermiş olabilir. Okuyucu
ise bunları bilmediği için arada zıtlık bulunduğunu zannedebilir. Aynı
şekilde imam Muhammed Bakır ve Cafer-i Sadık farklı cevaplar vermiş
olabilirler.
8. Sonraki imarom sözü, önceki imarom sözüyle muhalefet kesbederse,
sonraki imarom sözü tercih edilir. Bundan imamların sözleri arasında nesh
bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna göre sonraki imarom sözü önceki
imarom sözünü neshedebilir. Ancak Hz. Peygamberden sonra nesh olmayacağına
dair rivayetler bulunduğu hatırlanmalıdır.
Burada akla şu soru gelmektedir. Acaba masum imamlardan herhangi
birinin sözü Hz. Peygamberin sözünü neshedebilir mi? Bu konuda herhangi
bir bilgiye sahip değiliz.
9. Birbirine zıd iki haberin arası, bir am bir has olduğunda, has olanın
am olanı tahsis etmesiyle araları bulunabilir. Birçokları tahsisin olması
için zaman bakımından yakınlık bulunmasım öngörmüşlerdir. Zaman
bakımından yakınlık yoksa, bu nesih olur.
Görebildiğimiz kadariyle daha genel anlamda hadisler arasındaki tearuz
şuradan kaynaklanmaktadır. Daha Hz. Peygamberin sağlığında onun
ağzından yalan hadisler uydurulmuş, bunu gören Hz. Peygamber "kim
bana kasden yalan isnad ederse cehennemdeki yerine hazırlansın"
demiştir. Bu uydurma haberler halk arasında yayılmıştır. Ayrıca
hadislerde de Kur'an-ı Kerim'de olduğu gibi, nasih-mensuh, muhkemmüteşabih,
has-am vardır. Hz. peygamberin bütün sahabileri bunu bilebilecek
durumda değillerdir. Zikredilen bu hususları en iyi bilen Ali b. Ebi Talib'dir.
Çünkü o, gündüz-gece demeden Hz. Peygamberin evine giripçıkmakta,
ondan ilim almaktadır. Halkın çoğunluğu hadislerdeki bu
özellikleri bilmemelerine rağmen onları rivayet etmektedirler. İşte Ehl-i
beyt, hadisler konusunda en iyi bilenler oldukları için onların rivayetleri
tercih olunmalıdır (Camiu ahadis'ş-şia, 1/26)
Bu bahsi böylece kapatırken bir hususa daha temas edelim.
Bütün bu ifadelerden şianın hadis anlayışına mezhep anlayışının hakim
olduğu anlaşılmaktadır. Şianın büyük hadis bilgini Şeyh Tusi'ııin, birbirine
mütearız haberlerin ravileri gaye ve adalet bakımından birbirine denk olursa,
bu tür hadislerden ehl-i sünnetin görüşüne (amme) en uzak olan ile
amel edilir; onların görüşüne uygun olan ile amel terkolunur (Uddetul·Usul
1/376) sözü bu görüşümüzü teyid eden açık bir delildir.
284 1 Tarihte ve Günümüzde Şiilik
Sonuç
Ş ta ulemasının usulciller ve Haberciler (U suliyyun ve Ahbariyyı1n) olmak
üzere ikiye ayrıldığını biliyoruz. Bizim özet olarak vermeye çalıştığımız bu
bilgiler usulcü bilginierin görüşleridir. Haberciler ise daha çok nakle dayanmakta
ve hadisleri kayıtsız-şartsız kabul eder görünmektedirler.
Gadir olayı üzerinde duruşumuzun sebebi, onun bütün şi:a uleması tarafından
mütevatir bir haber olarak kabul edilmesi ve belirtmeye
çalıştığımız gibi bir çok görüşüne temel olarak alınmasıdır.
Hz. Peygamber'in sünneti ve hadisler şia tarafından da Kur'an-ı Kerim'den
sonra ikinci kaynak olarak kabul edilmektedir. Ancak görüldüğü
gibi şia'mn kendine mahsus bir hadis görüşü vardır. Görebildiğimiz kadariyle
bu görüş oldukça karmaşıktır ve ilm! olmaktan ziyade pratiğe dayamyor
intibaını vermektedir. Böyle bir kanaate varmaktakaynak eseriere
yeterince sahip t;ılamamanın rolü var mıdır bilemiyorum. Durum ne olursa
olsun ... Sahabenin ... büyük çoğunluğu hakkında menfi kanaatleri bir takım
problemierin kaynağı durumundadır. Hatta Ehl-i Sünnet ile şia'yı birbirinden
ayıran en önemli mesele budur, diyebiliriz. Sünni anlayışın aksine, masum
olduğuna inarolan imamların sözleri -Hz. peygamberin sünnetine ilaveten-
fiilieri ve takrirleri hadis ve sünnet olarak kabul edilmektedir. Bu
durum kontrolü imkansız bir saha açmaktadır. Çünkü masum imamlar
adına uydurulan binlerce söz şii hadis musannefatına hadis olarak girmiştir.
Masum olduklarını kabul etmemekle birlikte imamların sözlerine
sünni açıdan da bir değer vermek mümkündür. Ancak bir haberin
gerçekten imamlardan herhangi birinin sözü olduğunu tesbit etmek şartı
ile. Mesela el-Kafide İmam S~ı:dık'a atfedilen biLÇQk rivayetin gerçekten
onunla bir ilgisi bulıi:i:iiiı.asa gerektir. Esasen biz İmam-Sadık'ın görüşleri
ile şü imamiyye'nin görüşlerinin aynı olmadığı, dolayısiyle şia'ya Caferi
Mezhebi denmesinin doğru olmayacağı kanaatindeyiz.
· Bize göre yapılması gereken şey, söz konusu mecmuaların ciddi bir tenkid
süzgecinden geçirilmesidir. Muhammed Sadık necmi Buhari ve
Müslim'in sahilıleri üzerin eyaptığı bir inceleme ile bu tür çalışmaların bir
örneğini vermiştir (Seyri Der sahihayn, Kum, 1359). Kütüb-i Erbaa
üzerinde de aynı şekilde tetkiklerin yapılması faydalı neticelerin
doğmasına ·vesile olacaktır.
DiPNOTJ..AR..BİBLİYOGRAFYA
ı. Yakut el-Hamevi Mu'cemu'l-Bü'ldan 6/268; Kahire 1374; Hasan
Emin, Dairetu'l-Maarif el İslamiyye, eş-şia, 36, Beyrut, 1972.
· 2. İslam Ansiklopedisi, Gadir-i Hum md.
3. İbn Manzur Lisanu'l-arab, Gadir md.
4. Dairetu'l-Maarif el-İslamiye eş-şia, cüz 1. 37.
5. 5/Maide, 67.
Ş!a-i İmamiyyenin Hadis Anlayışı 1285
6. Esed Haydar, İmam Sadık ve'l-mezab.ibu'l-erbaa, ı/9ı-92, Beyrut,
ı969.
7. Tabersi, Mecmau'l-beyan, fl tefsiri'l-Kur'an, 3/223, Beyrut,tarihsiz.
8. Tirmizi, Sünen, Menakıb, 20. İbn Mace, Sünen, Mukaddime, ll, Kabire,
ı952; Hakim H. Neysabılrl, el-Müstedrek ale's-sahihayn, 3/ı09, Beyrut,
tarihsiz. A. b. Hanbel, Müsned, ı/84, Mısır, ı3ı3, el-Küleyni, el-Kafi,
2172, Tahran, ı38ı (Farsça şerhli).
9. A. Ahmed H. el-Emlni, el-Gadir fi'l-kitab ve's-sünne ve'l-edeb, ı/ll.
ıo. Hakim el-Haskam, Şevab.idu't-tenzil, Likavaidi't-tafdll, 1/87, Beyrut,
ı974.
ll. 8/Enfal, 32.
ı2. Muhammed Abdurrauf el-Münavi, Feyzu'l-kadir Şerhu'lCamiussağir,
6/2ı8, Beyrut, ı972; Şevab.idu't-tenzil, 2/287, Kurtubi, elCami
Li alıkami'l-Kur'an, 7/398, Kalıire, ı967.
ı3. 70/Mea.ric, ı-3.
ı4. Şevab.idu't-tenzil, 2/287.
ı5. M. Emin Galibi et-Tavil, Tarihu'l-Aleviyyin, 58, Lasikiye, ı924.
ı6. A.g.e., 61.
ı 7.Abdullah el-Mamekam, Tenldhu'l-Makai fl ahvilir-rical, ı/2ı4, Necef,
ı349.
ı8. Tirmizi, sünen, menakıb, 32. el-Müstedrek, 3/ı09. Hadisin farklı
varyantıarı için bkz. Ebu Davüd, Sünen, Menasik, 56, İ. Mace, Sünen, Menasik,
84. İmam Şerfaddin, el-Müracaat, 206, Beyrut,ı972.
ı9. Muhammed Takiy el-Hakim, UsUlüi-amme li'l-fikhi'l-mukarin, ı67,
Beyrut, ı968.
20. 48/29.
21. 9/Tevbe, ıoo.
22. 8/Enfal, 7 4.
23. 59/Haşr, 8-ıo.
24. 48/Fetih, ı8.
25. 3/A. İmran, ll9.
26. 2/Bakara, ı43.
27. 8/Enfal, 64.
28. Talat Koçyiğit, Hadis Tarihi, 8ı, Ankara, ı977.
29. Bu hadisler için bkz. Buhari, Sahih, Fadailu asha bi'n-nebiy, ı, Tirmizi,
Fiten, 5. İ. Mace, Ahkam, 27. ve diğer hadis mecmualarının ilgili
bölümleri.
30. Suyılti, Tedribur-ravi, fl şerhi takribin-nevevi, 2/2ı4, Mısır, ı966,
Ahmed Muhammed Şakir el-Buisu'l-Hasis Şerhu ihtisari ulumi'l-Hadis,
ı82.
31. 9/Tevbe, 25.
32. 5/Maide, 54.
33. 9/Tevbe 94.
286 1 Tarihte ve Günümüzde Şiilik
34. Haşim Maruf, Dirasa.t fi'l-kafi ve's-Sahih, 77, Lübnan, 1968.
35. A. el-Mamekani, Tenkihu'l-makal, 1/213.
36. A. Memakani, A.g.e., 11213. ·
37. Hakim Neysabı1rl, el-Müstedrek, 3/109.
38. Tenkihu'l-makal, 1/214.
39. Müslim, Münafı:kun, 9.
40.3/Alu İmran, 144.
41. Tenkihu'l-Makal, 11214-216.
42. Esed Haydar, İmamSadık, 11592.
43. Müslim, Zühd, 72. Darimi, Mukaddime, 42. Müsned, 3/12.
44. E. Davı1d es-Sicistani, Kitabu'l-mesab.if, 3. Leiden, 1937.
45. Haşim Marif, el-M~vzuat fi'l-asar ve'l-Ahbar, 19. Beyrut, 1973.
46. A.g.e., 20.
47. A.g.e., 19.
48. M. Huseyn Celali, el-Masadiru'l-hadis İnde şia, Önsöz, Kahire,
1975.
49. A.g.e., Önsöz.
50. el-Küleyni, Usıillü'l-Kafi, 1/462.
51. Ağa Hasan el-Musevi, Sikatu'r-ruvat, 114 Necep, tarihsiz.
52. Hasan es-Sadr, Te'sisü'ş-şia ulfuni'l-İslam, 279, Bağdat, 1951.
53. A.g.e., 279.
54. A.g.e., 280.
55. İbn Şehraşub, Maalimu'l-ulema, önsöz, Tahran, 1353.
56. Te'sisü'ş-şia, 280.
57. Usülü'l-Kafi, önsöz, Tenkihu'l-ma:kal, 1/48.- __
58. Aga Büzürk.Tal.iram, ez-zeria ila Tesarn fi'ş-şıa;17/345.
59. Mirza Muhammed Bakır el-Musevi Hansarl, Ravdatu'l-Cennat, 6/
108-109, Tahran, 1390.
60. Usülü'l-Kafi, 2/14.
61. A.g.e., 11330.
·62. M. Ebu Zehra, İmam Sadık, 433-34. Mısır, tarihsiz.
63. M. Ebu Zehra, A.g.e., 434, Hasan es-Sadr, Hayatü Reisi'lMuhaddisin,
(Menla Yahduruhu'l-Fakih'in girişinde)
64. M. Ebu Zehra, A.g.e., 432-433.
65. Hasan el-Musevi, Hayatu Reisu'l-Muhaddisin, (Men la Yahduruhu'lfakihin
girişinde).
66. Donaldson, The Shiite religion, 286, London, 1993.
67- Aynı yer.
68. Aynı yer.
69. Menla Yahduruhu'l-Fakih, önsöz 112
70. Tesisu's-sia 288, M. Ebu Zehra, İmam Sadık, 438.
71. Donaldson, Akidetus-Şia 285.
72. Masadiru'l-hadis, 22
Şia-i İmamiyyenin Hadis Anlayışı 1287
73. M. Ebu Zehra, A.g.e., 441.
7 4. Tusi, Fibrist, 156
75. 1124-26
76. Tusi, Fibrist, Mukaddime, Aga Büzfule Tahrani, ez-Zeria, 1173
77. Te'sisü'ş-Şia, 213
78. Tusi, Fibrist, Önsöz
79. Tehzibu'l-Ahkfun, Önsöz
80. Aynı yer.
81. Te'sisü's-şia, 288
82. M. Ebu Zehra, İmam Sadık, 448
83. Bahuauddin el-Amili, el-vecize, Mukaddime, Tahran, 1356
84. Abdullah el-Mamekam, Mikbasu'l-Hidaye, 6. Necef, 1340.
85. Hakim Neysabfui, el-Müsted-rek, 3/129
86. Abdu'l-hadi Hamzevi (?), İlmu'l-hadis, Külliyetü'l-fikh ders notları
Necef, 1973.
87. Bahauddin el-amili, el-Vecize, 2.
88. A. Mamekam, Mikbasu'l-hidaye, G.
89. A.g.e., 7.
90. Usulü'l-Kafi, (Usul, 2/61)
91. M. Kıza el-Muzaffer Usulü'l-Fıkh, 2/61-62.
92. Haşim Marif, el-Mevzuat fi'l asan ve'l-ahbar, 46.
93. Ş. Abdu'l-Hadi Hamzevi İlmu'l-HAdis, 37. Mikbas, 75.
94. A. Memakfuıi, Tenkik.U'l-Makal, 11210, Mikhas 76, İlmu'l-hadis 37.
95. İlmu'l-Hadis, 40.
96. Maali mu'ddin, 204.
97. M. Ebu Zehra. A.g.e. 403.
98. Zeynılddin b. Ali (Şehid-i Sani) ed-Diraye fi'l-mustalahi'l-hadis, 184.
99. A.g.e. 76.
100. Haşim Maruf, el-Mevzuat,46-47.
101. M. Rıza el-Muzaffer, usulı1'1 Fıkh, 70.
102. Bahauddin, el-Amili, ed-Diraye, 20.
103. Haşim Maruf, A.g.e. 51.
104. İlmu'l-Hadis, 15.
105. Bahauddin el-Amili, A.g.e. İlmu'l-hadis, 17.
106. Haşim Maruf, el-Mevzuat, 53.
107. B. el-Amili, A.g.e. 25.
108. İlmu'l-hadis, 18.
109. B. el-Amill, A.g.e. 27. İlmu'l-hadis, 19-20.
110. M. Ebu Zehra, İmam Sadık, 420.
lll. M. E. Zehra, A.g.e. 421-423.
 
Üst Ana Sayfa Alt