Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Süleyman H. Tunahan Şirki Küfrü Hakkında Bilgi..

B Çevrimdışı

BirMusluman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Süleyman tunahanın sapıklıklarını içeren görsel yazılı döküman lazım varsa paylaşabilirmisiniz kardeşlerim çok lazım inşallah.
 
-T4LH4- Çevrimdışı

-T4LH4-

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
1.Tasavvuf ve tarikatın, şeriatın hulasası özü olduğu yalanı.(S. 125)Vaktaki Tarikat ehli kendi tertiplerine dair okunuşu basit ifadesi düzgün, rabıta ehlinin bütün hallerini içinde toplamış, bir risaleyemuhtaç olduklarından, bu fakir ve acizi rabıta ehli olduğuna inanarak, her türlü hüsnü zanda bulunup Rabbimiz Tealânm feyiz ve ihsanına muhtaç olduğum halde acizlerden hallerine uygun bir risale istediler. Ben de hallerine muvafık risaleler içinde bir risale arayıp Mi-zânüssülûk isimli risaleyi azıcık açıklayarak rabıta ehlinin hal ve arzularına uygun kılıp ve her tarikatın özünü şamil ve ehli tarikat ile ehli ilmin aralarını bulup, tarikatın, şeriatın bir hülâsası olduğunu ve şeriatın da tarikatın temeli bulunduğunu açıkladım ki mağfiretime ve Cennete girmeme sebep olsun.


2.İslam’ın beş şartına karşılık tasavvuf dininde batıl beş şart.(S.127)
İlmi batının hasıl olmasına alet ise, devamlı ihlas ve mürşidin nefesi ile zikire ber devam, az yemek az konuşmak ve insanlardan ayrı kalmaktır.
İlmi hakikatin hasıl olmasına sebep dünyayı terktir. Çünkü dünya sevgisi bütün hataların başıdır. Dünyayı terk ise bütün ibadetlarin başıdır. Dünyayı terk ise bütün ibadetlarin başıdır buyuruldu. Ve terki ukba ve terki vücut ve terki terktir. Ahireti terk, mevcut mahlukatı terk, ve terki de terk Hakikat ilmi için birer alettir.


3.Zahiri amelin ölçüsü şeriat, Batıni amelin ölçüsü şeyh ve rüya iddiası.(S.128)
Şimdi bundan sonra malûm olsun ki, bir kimse zahiri amelinin doğru veya bozuk olduğunu bilmek isterse, onu şeriatta arasın; Fıkıh kitaplarına müracaat ile bilir, okur, onunla amel eder. Eğer Batıni âmelinin doğru veya bozukluğunu inişini veya yükselişini bilmek isterse, usulü esma ile, mürşidin telkinlerinin en aşağısı ilegönül kitabına Hikmet tabirlerine müracaat. ileher gün rüyada, ne görürse mürşide arzeyler, ona durumu anlatır. Böylece O müridin müşkili hal olur ve yola girer.


4.Tarikat olmadan, şeriat kalbe huzur veremez iftirası.(S.129)
Eğer bir kimse zahir amelini işlerker batın amelini ve Hakikal amelini zahir ilmin yoluyla elde ederim diye zannedip, ondan bir kısım işlerse, meselâ: Kendiliğinden esmaya devam edip oruçlar tutsa, halvetler çıkarsa; o kişi alelade sülûkünde çok zorluk çeker. Böyle giden kişiler bu yolu şaşırır. Eğer o kişi Mürşidi Kâmil terbiyesiyle sülük eder, mürşidin nefsi ateşinden telkin çakmağı ile talibin kalb-i kavına bir kıvılcım yetişirse ümit'edilir ki, o zaman sâlik, feyiz ve isteklerine kavuşur.


5.Hakkı bulmak için mürşid gereklidir, yalanı.(S.129)
Hakkı arayanlara mürşid lâzımdır. Fakat her mürşidim diyene gönül verilmez. Çünkü noksanın da noksanı vardır. Noksan mürşidden fayda yerine zârâr gelir. Mürşidi Kamıli bulmak için çalışmak lazımdır.


6.Muhyiddin-i Arabi’nin batıl bir sözünü hadis diye rüya ile peygambere tasdik ettirme yalanı.(s. 130)
Nefsini bilen kirnse muhakkak rabbini de bilmiş olur, buyurmuştur.
HİKÂYE
Bir kimse zîkrolunan bu hadisi şerifi ra'ların kesresiyle okurdu. Bir gece rüyasında Hâce-i kâinat ve Ekmelüttahiyyat Efendimizi gördü. Aleyhissalatü vesselam Efendimiz ona senin okuduğun söz benden zuhur etmedi buyurdular. Sonra o kimse âlim ve fazıl bir kimsenin huzuruna gelerek kıssayı arzetti. O zatta o hadisi bir defa daha oku dediğinde o kimse hadisi şerifi okudu. O kimse yine ra'ların kesresi ile okuduğunda o alim zat: «Bu hadisi şerifin ra'ları fetha iledir. Bunun hilafına kesre ile okuduğundan dolayı Efsahul füseha Efendimiz Hazretleri kelâmı şeriflerinin değiştirildiğine Allah tarafından tenbih ecilinden bu vakıa zuhur etmiş» cevabını verdiler..


7.Erkek ve kadın müride manevi nehir sebebiyle mürşidin batınından feyiz akması uydurması.(S. 131)

Feyz almağa sebep birdir: O da mürşide muhabbetten ibarettir. Fakat o da çalışmadan ve zorlamadan sıdk ve yakın üzere lâzımdır. Çünkü sevgi, müridin içinden mürşidin bâtınına akan bir manevi nehirdir. Manevi nehir sebebiyle mürşidin bâtınından devamlı feyzin akması hasıl olur. Bu manevî nehrin genişliği müridde bulunan muhabbetin azlık ve çokluğuna göredir. Çünkü bazan muhabbet galeyana gelir manevi nehir deniz gibi olur. Müridin kalbi mürşit tarafımı teveccüh ,eder. Belki de muhabbetin galebesi sebebiyle mürid şeyhte yok olup mürşidin bütün halleri bir defada müridin kalbine akseder. Çünkü mürşide muhabbet ancak Allah için olur.


8.Mürşide sevginin(ibadetin) ve tasavvuf dininin emrettiği sekiz şart.(s.132)
«Bir şeye muhabbet gözü kör kulağı sağır eder. Yani kişi sevdiği kimsede kusurda görmez, zemmini de işitmez» demektir.
Malûm olsunki mürşit hakkındaki edep bir kaç vecih üzeredir. Birincisi, niyette edep, ikincisi, Rabıtada ve hizmette edep, üçüncüsü, mürşit ile huzur edebi, dördüncüsü, mürşit ile konuşma edebi. Beşincisi, mürşidin ihtiyaçlarına hizmet edebi, altıncısı, Berayi istifaza istihzarı kâlb keyfiyeti Ihlâs ve talep edebi, yedincisi, vird ve hatim edebi, sekizincisi, sülük ve mücahede edebidir.



9.Allah u Teala cismimi yarattığında 5 latifeyi(duyguyu) ayrı ayrı yerlere asmıştır yalanı.(S.134)
Meşayıh şeyhin cemidir. Yaşça büyük, İlimce büyük ve amelce büyük manalarından birinde kullanılır. Burada amelen büyük kimse için kullanılmıştır. «Kaddesallahü esrârahüm» sözündeki «esrar» sırrın cemidir. Manası: Alahu Teâlâ Hazretleri o üstazların sırlarını pak etsin demektir. Sır letaifi hamseden biridir. Latâifi hamse: Kalb, ruh, sır, hafi, ahfâdır. Allahü Teâlâ Hazretleri cismimizi halk ettiğinde beş latıfe'yi de ayrı ayrı yerlere asmıştır.. Kalbisol memeden ikiparmak aşağı; sol tarafa meyyal, Rûh'u sağ memeden iki parmak aşağı; sağ tarafa meyyal, sol meme hizasında iki parmak ara ile göğüs tarafına meyyal, Hafiyi sâğ meme hizasında iki parmak ara ile göğüs tarafına meyyal, Ahfâyı ise göğüs ortasınâ astı.
Sahibi Reşahat «aleyhirrahme» der ki, mürid zata müteveccih olduğunda sıfata teveccühü sahih olmaz. Çünkü zata teveccüh etmek sıfata teveccüh mertebesinden daha yüksektir.


10.Mürşidin manevi yüzü müridin kalbinde hiçbir zaman kaybedilmeyecektir gafleti.(S.134-5)
Rabıta edebi: Rabıtanın tam şekli: İki gözün arasında bulunan bütün düşünce ve hayallerin hazinesi ve toplandığı yer ile mürşidin ruhani yüzlerine bakılacaktır. Çünkü mürşidin manevi yüzü ruhani feyiz kaynağıdır. Sonra mürşid vesilesiyle mürşidin ruhaniyyeti, hayal ve düşünce hazinesine sokulacak o anda kalb derinliğine devamlı bir şey iniyor diye düşünülecek, ötesinden yavaş yavaş inilip o kalbde kaybedilmeyecektir. Hatta nefsden gaib (bile) olunacaktır. Çünkü kalb derinliğine nihayet yoktur. Ve Allah'a seyr, kalbden hâsıl olur.
Şimdi burada kastolunan zat. Bari-i Teâlâdır. Rabıta ise Allah'a gitmeye bir vesiledir, bir sebeptir.




11.“Rabıta ibadettir” demek Allah’a ve kitabına büyük bir iftiradır.(S.135)
Rabıta her an ve her yerde yapılması mümkün bir ibadettir. Zikri kalbi ile beraber yirmidört saatte bir defa yapılanına vazife denir. Ve şöyle yapılır; Abdestli ve temiz olarak ve tenha bir yere kıbleye dönük eller diz üstünde oturulur. Euzü besmele ile bir Fatiha üç ihlas-ı şerif okunup Silsile-i Saadât Efendilerimizin (K.S) ve yaşadığımız asırdaki mürşidi kamilin ruhlarının makamlarına hediye edilir. Usulü ile 7 istiğfar ve 7 salavat okunur. Gözler kapalı baş öne ve kalb üzerine eğik olarak durulur. İki kaşımızın arasındaki bütün vesvese ve düşüncelerin çıkış noktası olan Nelis, kalbe, kalb de Mürşidi Kâmilin kalbine bağlanır. Dil damağa yapışık olarak ve kalbine, Cenab-ı Hakkın ihsanı olan feyzin mürşidinin manevî kalblerinden kendi kalbine aktığı tahayyül edilerek en az çeyrek saat durulur. Bu hallerde mürşitle diz dize durma en iyi şekildir. Sonra Dil damağa tam yapışık olarak yalnız kalb ile, (verilen miktar ne ise) teşbihle lafza-i celâl (Allah lafzı) kalb de zikredilir. Zikir ânımla masivadan hiçbir şey düşünülmemelidir. Eğer her hangi bir düşü nce gelecek olursa zikri bırakıp 3 - 4 dakika daha rabıta yapıp sonra zikre devam edilir. Zikir bitince en az elli en çok beşvüz ihlası şerif okunup dua yapılır. (Abdülkadir Dedeoğlu)


12.Bu mertebede mürid ile mürşid arasında ikilik kalkar iftirası.(136)
Tarikat büyüklerinin çoğu rabıtayı bu zikrolunan şekilde beyan etmişlerdir. Fakir, Muhammed bin Halil derimki, rabıtanın manası odur ki, mürid mürşidine, zatına, ef'aline, taatına tam muhabbeti olup o derece ki, müridin hayalinden mürşidin ruhaniyeti kat'iyyen ayrılmamalıdır.. Çünkü :
buyurulmuştur. Hatta mürid o muhabbeti sebebiyle mürşidi vesilesiyle seyrü sülükünde şeyhi ile beraber olmayı kastedip o beraberlik berekâtıyla mürid Hak Teâlâya kolayca ulaşmayı itikat etmelidir. Bu birlikte olmayı kasta rabıta ismi verilir. Hatta mürid bu mertebede mürşide muhabbetinden nefsini unutup, daima mürşidi hatırında olur.. Bu mertebede mürid ile mürşit arasında ikilik kalkar. Müride fenafişşeyh (şeyhinda yok olma) Şeyhe hasıl olan feyz, müride de hasıl olur.



13.Mürid için Hak Sübhanehu Teala Hz. Dört mertebe ihsan eder, iftirası.(S.136)
Müridi kâmil için Hak Sübhanehü Teâlâ Hazretleri dört mertebe ihsan eder. Birincisi fenafişşeyh mertebesidir. İkincisi fena filpiir mertebesidir. Üçüncüsü fena firresül mertebesidir. Dördüncüsü fena fillah mertebesidir. Zikrolunan fena fişşeyhmertebesini diğer mertebeler kıyas olunsun.


14.Rabıtanın isbatı diye Kur’an’ın iki ayetini tarikatlarına alet etmeleri sapıklığı.(S.136-7)
Eğer denilirse, rabıtaya sabit, delil var mıdır? biz de deriz ki evet vardır. Kitap, sünnet ve kıyası fukaha ile delil sabittir. Kitap ile sübutû Hak Teâlânın:
kavli şerifidir. Manayı latifi: «Allahü Tealinin tarafına, takarrub ve yaklaşma için vasıtayı arayınız» demektir.
Eğer burada vesileden murat rabıtadan başka şeydir denilirse; biz
deriz kî:mana umûmîdir. Vesile aramakla emir sabit oldu ise, rabıta vesilelerin en faziletlisidir. Çünkü vesile, «Peygamberimiz» sallallahü teâlâ aleyhi ve sellemdir yahut vekilleridir. Yine Hak Teâlânın:
kavli şerifi de rabıtaya işarettir. Resülüllah Efendimiz Yahudileri feci azabla korküttuğunda yahudiler: «Bîz Allah'u Tealayı severiz. O Allah ise kendîni seveni azab etmez" deyince bu ayeti celile inzal buyuruldu. Manayı şerifi: «Ya Muhammed!.. Yahudi ve Nasâra'ya söyle: «Eğer siz Allah Tealayı severseniz bana tabi olun ki Allâhü Teâlâ da sizi sever ve günahlarınızı mağfiret eder. Allah Azîmüşşan rahmet ve merhamet edicidir." demektir.. Bu kavli şerif rabıtaya işarettir" dedik. Çünkü, tabilerin itbaı metbuunun ru'yetini veyahut tahayyülünü iktiza eder. Eğer öyle olmazsa itbâ sayılmaz. Yani, bir kimseye tâbi olabilmek için tabi olunan o kimse ya görülmeli yahut da tahayyül: edilmelidir ki, ancak o zaman tâbi olmak sahih olur. Peygamberimize tâbi de öyledir. Cismani yüzü görülmüyorsa ruhani yüzü tahayyül edilmeli ki tabi olunabilinsin. Bu da rabıta demek olur.



15.Sünnet ile isbatı diye Allah’a, Rasulüne(s) ve Ebubekir(ra)’a büyük iftira.(S.137-8)
İmamı Buharı Hazretlerinin zikrettiği vecihle Ebu Bekri's-Sıddîk «radıyallahü anh» bir gün Hazreti Rafûlü Ekrem «sallallahü aleyhi ve sellem»e «Ya Rasülellah!. Ruhâniyetiniz hasebiyle hayalimden hiç bir an ayrılmıyorsunuz» buyurdu, ruhaniyyet hasebiyle hayalde olmaktan murat anlattığımız rabıtadan ibarettir.Malûmdur ki sünnet, ya kavli nebidir, ya fiili nebidir, yahut takriri nebidir. Kavli nebi Resulü Ekrem Efendimizden sâdır olan sözlerdir. Fiili nebi Resulü Ekrem Efendimizden sâdır olan iştir. Takriri nebi Bir kimseden sadır olan işi Resulü Muhterem «sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem» Efendimiz Hazretleri görüp o işi men etmemesidir. Bu makamda zahiri sünnetten murat takriri sünnet olmasıdır. Çünkü resülü Ekrem Efendimiz, Hazreti Sıddîki bu tahayyülden men etmedi.



16.Bir kimsenin diğer kimse suretine girerek görünmesi yalanı.(S.138)
Maksud - bizzat'a, vesiyle ve maksuda muayyen olan şeyleri (vesile olduğu haysiyetle) tahayyül etmekte bir beis yoktur. Ancak yasak olan, vesileyi, maksud bizzat kılmaktır. Fakat bu makamda hal böyle değildir. Münkirlerin ise bu iki şeyin arasını ayırmaya akılları yetmiyor.
Bazı tarikatlarda beyan olunduğu gibi rabıta temessül yolu ile de olur. Birkimsenin diğer "bir kimse suretine girmesine temessül denir. Eğer murîd mürşidinin suretinde kendisini tahayyül ederse ona temessül yolu ile rabıta denir. Bu şekil yapılan rabıta bazılarının irat et- tiği üzere şüpheden uzaktır.
Rabıta galip ve kuvvetli olduğu zamanlarda Mürid her neye baksa şeyhini görür. Yani her ne şeye nazar etse o baktığı şey müride şeyhinin suretiyle görünür.
Bu fakire şeyhim rabıtayı temessül ile Hazreti Sıddîki Ekber Efendimize rabıtaya emir verdiler. Sıddîki Ekber Hazretlerinin simaî âlîlerini şöyle tarif ve beyan ettiler: Mübarek sakalları ak, mübarek alnı mihrab gibi bir miktar çukurca ve mübarek vechi saadetleri nûranî ve Berrak idi.



17.Mürid ister uyanık ister uykuda olsun mürşidin ruhaniyeti müridden ayrılmaz yalanı.(S.140)
Mürşidin rûhaniyyeti talibin kemali muhabbetinden dolayI kendisiyle beraber ve nerede olursa nazarında olduğunu kati ve iyi bile. Belki makbul müridden uyur ve uyanık halinde rûhaniyyeti mürşit ebedî ayrılmaz. MÜRŞİD, MAKSUDA VESILE OLDUĞUNDAN DOLAYI MÜRİD MÜRŞİDİ «TARFETÜ AYN» MİKTARI YANİ GÖZ AÇIP KAPAYACAK KADAR GAİB EYLESE MÜRİDİ MAKBUL OLAMAZ» DENİLDİ.



18.Her müridin, mürşidin kalbinde yeri ve me’vası(mekanı) vardır, iftirası.(S.143)
Mürşin huzuruna varıldığında, kalb gafil, yahut nefsinde meylsizlik ve kerahat olmamalıdır. Çünkü bunların hepsi mürşidin kalbini müridden nefretini mucip ve mürşit nazarından düşmeyi ve kalbinden çıkmayı icab eder. Çünkü her müridin mürşidin kalbinde yeri ve me'vası vardır.
Denildi ki, yedi kat semâdan yere düşmek erbabı batının kalbinden düşmekten iyidir. Geçmişte işaret olunduğu gibi talebei ulumun üstazlarına hürmetleri feyzlerini çoğaltıp, tazimde kusurları ise feyzlerine mani olduğu gibi; güruhu dervişân da mürşitlerine ihlâs üzere tazimleri, terakkilerini ve nefslerinde mürşidi kerih görmeleri de alçalmalarını mucip olacağı aşikârdır.



19.Müridin, mürşidine ‘Bu niçin böyledir’ demeye hakkı yoktur yalanı.(S.145)
Mürid huzurda iken Mürşidin konuşmasını kalb ve lisanıyla tasdik edip lafzan veya kalben «niçin böyle diyor» diye karşılık vermemelidir. Çünkü erbabı tahkik demiştir ki, mürşide “Niçin böyle diyor” diye mukabele eden mürid ebedî iflah olmaz.


20.Mürşide iman ve itikat etme sapıklığı.(S.146)
Mürşide mal ile hizmet edebi: Hak Teâlâ'nın kendine verdiği bütün mal ve evlât, âlemi ezelde mürşidin ruhaniyyeti berekâtıyla olduğunu itikat etmeli, Mal ve evlâdın hepsinin mürşidin olup, kendisi onun kölesi, yediği ve giydiği mürşidin kereminden olduğunu itikat etmeli ve mürşide bir şey verdiği halde, mürşit mahcub olacak yerde vermemeli, mürşide yaptığı ikramı açıklamamalı ve yine bizzat mürşide vermeyip hizmetçisine teslim etmelidir. Verdiği şeyin mürşid tarafından kabulünü kendine nimet addeylemeli. Bunun karşılığında Hak Teâlâ'ya şükür etmelidir.



21.Tasavvufun İslam içerisinde ayrı bir din olduğuna bir örnek.(S.147)
İhlâs: Mürid o mertebede olmalı ki, mürşidini kemalata ermiş, Resülüllah «sallallahü aleyhi ve sellem» in vekili ve zıllullah fil alem demekliğe şayan olduğunu bilip, mürşid kendisini red ederse Allahü Teâlâ ve Resulünün de kendisini red eyleyeceğini ve kabul ederse yine Allahü Teâlâ ve Resulünün de kabul etmesini itikat etmesi, inanmasıdır. İhlâs edebi budur.
Yukarıda geçtiği gibi bir müridi şeyhi red ettiğinde şeyhinin şeyhi de kabul etmeyip hatta Resülüllah «sallallahü aleyhi ve sellem» dâhil onu hiç kimse kabul etmez, diye inanmak lâzımdır. Yine ilim taleb ettiği üstazına ihlâslı bir hal ile olmalı ki, Üstazı o derece tam ki, bütün fenler kaybolmuş olsa yeniden o fenleri te'lif edip yazmağa muktedir ve bu derece ilmiyle âmil ki kendinden şeriata zıt bir şey sadır olmaz. Onun ilmi sayesinde feyze nail olup ilim tahsil etmiş olduğuna itikat etmelidir.
Mürşidi kâmilde bir ruhaniyyet vardır ki bütün hallerde müridden ayrılmaz. Hatta ihvanımızdan bazıları ruhaniyyeti mürşit üzerlerinde hazır ve kendilerine nazır olduğunu bildikleri için uykuda bile ayak uzatmazlar. Eğer bir mürid bu haleti görmezse görür gibi inansın. Çünkü bu inanç sebebiyle edeplendiği için, görmüş olan mürid ile feyzde müsavi olur. Ruhaniyyeti mürşid, müridin ruhu çıkacağı ve şeytanın tasallutu vaktinde hazır olup şeytanı defeder.



22.Tasavvuf dinine bağlı, Nakşibendi tarikatının, Halidiye kolunun üstazlar silsilesi olan ruhbanlar sınıfı.(S. 163-4)
Bu zikrolunan Altun Silsile Nakşıbendiyyenin Hâlidiyye kolunda seyr-i sülük edenlere göredir. Bu kitabı osmanlıcadan sadeleştirenin büyüklerinden duyduklarına göre ise Peygamberimiz «Suilallahü aleyhi Vesellem in zamanından kıyamete kadar 33 adet büyük -zat-gelecek-tir. 33 adet olması sırlardan bir sırdır ve ehline malu- ıdur. Resülüllah sallallahü aleyhi ve sellem bu Otuzüçün içine dahil değildir. Çünkü o peygamberler silsilesinin son halkasıdır. Bütün feyizlerin menbağı odur. Şimdi-ilâ yevıııiııaliâzâ Silsile-i Saadatımızı (müceddidiyn kolunu) öğrenelim:
SİLSİLE-İ SAADÂT (EFENDİLER SİLSİLESİ)
1— Ebu Bekri's - Sıddıyk (Radiyallahü anh)
2— Selman-ı Fârisî (Radiyallahü anh)
3— Kaasını Bin Muhammed (Kuddise sirruh)
4— Câfer-i Sâdık (Kuddise sirruh)
5— Bayezid-i Bastâmî (Kuddise Sirruh)
6— Ebu'l-Hasan Harkânî (Kuddise Sirruh)
7— Ebu Ali Farimîdî (Kuddise Sirruh)
8— Yûsuf Hemedânî (Kuddise Sirruh)
9— Abdü'l-Hâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruh)

10— Arif Rivgiri (Kuddise Sirruh)
11— Mahmud İncir Fagnevi (Kuddise Sirruh)
12— Hâce Ali Ramitînî (Kuddise sirruh)
13— Muhammed Baba Semâsı (Kuddise sirruh)
14_ Seyyid Emir Kilâl (Kuddise Sirruh)
15— Şah-ı Nakşıbend (Kuddise Sirruh)
16— Hace Alâaddin Attar (Kuddise sirruh)
17_ Yakub Çerhî (Kuddise sirruh)
18— Hâce Ubeydullah Ahrar (Kuddise Sirruh)
19— Hâce Muhammed Zâhid (Kuddise Sirruh)
20— Derviş Mehmed (Kuddise Sirruh)
21— Hâcegi (Emkengî) (Kuddise sirruh)
22— Hâce Muhammed Bâkibillah (Kuddise sirruh)
23— İmâm-ı Rabbani (Kuddise sirruh)
24— Hâce Muhammed Masum (Kuddise Sirruh)
25— Şeyh Seyfüddin (Kuddise Sirruh)
26— Seyyid Nur (Kuddise Sirruh)
27— Şemsüddin Habibullah İbn-i Mirza Can (Kuddise Sirruh)
28— Abduîlah-i Dehlevî (Kuddise Sirruh)
29— Hâfız Ebu Saıyd (Kuddise Sirruh)
30— Habibullah Can-ı Canan Kııddise Sirruh)
31— Mazhar işan Can-ı Canan (Kııddise Sirruh)
32—Salahuddıyn İbni Mevlana'Siracüüddiyn (Kuddise Sirruh)
33Ebul Faruk (Süleyman Hilmi) (Kuddise Sirruh)



23.Ebu’l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi (ks) (186-7)
EBÜ'L-FÂRÛK SÜLEYMAN HİLMİ SİLİSTREVÎ (K.S.)
Süleyman Hilmi Tunahan (K.S.) Hazretleri 1304 yılında Silistre'de dünyaya geldiler. Ceddi İdris Bey'e dayanan şerefli ve soylu bir ailedendir. İdris Bey, Fatih Sultan Mehmed Han tarafından Tuna Han'ı nasbedilmiş ve üstelik kendisine kız kardeşi tezvic edilmiş bir zattır. Süleyman Efendi'nin dedeleri Kaymak Hafız nâmıyla mâruf bir zat olup 110 yaşına doğru vefat etmiştir. Pederleri Osman Efendi ise, tahsilini İstanbul'da tamamlamış ve Silistre'nin Satırlı Medresesi'nde yıllarca müderrislik etmiş mâruf bir zattır.
Süleyman Efendi, ilk tahsilini Satırlı Medresesi'nde ve Silistre Rüştiyesi'nde yaptı. Daha sonra tahsilini tamamlamak üzere pederleri tarafından İstanbul'a gönderildi. Pederleri kendisini İstanbul'a gönderirken:
«— Oğlum! Usûlü Fıkıh ilmine iyi çalışırsan dininde kuvvetli olursun, Mantık ilmine iyi çalışırsan ilminde kuvvetli olursun» diye tavsiyede bulundu.
İstanbul'da Fatih Dersiamlarından ve o devrin meşhur âlimlerinden Bafralı Ahmet Hamdi Efendi'nin ders halkasına oturan Süleyman Efendi, Ahmet Hamdi Efendi'den birincilikle icazet aldı.
Bilâhare o zamanın tâbiri ile dersiam olarak yetişmek, yani ihtisasını (doktorasını) yapmak üzere Süleymaniye'deki Medresetü'l-Mütehassısîn'in -Tefsir ve Hadis kısmına girip oradan da birincilikle mezun oldu. Medrese-i Süleymaniye'ye girmeden önce Medresetü'l-Kuzat (Kaadi yetiştiren mekteb) in de giriş imtihanını birincilikle kazandı, fakat bunu büyük bir sevinçle pederine mektupla bildirdiği zaman O'ndan aldığı telgraf şu oldu: «— Süleyman, ben seni Cehenneme göndermek için İstanbul'a göndermedim.» Pederleri bu telgraf ile kendisine, Peygamberimizin: «— Üç Kaadiden ikisi Cehennemde birisi Cennettedir.» Mealindeki hadis-i şerifini hatırlatmış oluyordu. Süleyman Efendi (K.S.) pederine verdiği cevapta, kendisinin asla Kaadilik (Hâkimlik) mesleğine sülük etmeye niyetli olmadığını, maksadının devrinin bütün zahiri din ilimleri sahasında kemâle ermek olduğunu bildirdi ve Medrese-i Süleymaniye'nin Tefsir ve Hadis kısmından diplomasını alıp Dersiam olduğu gibi, Medresetü'l-Kuzât'dan da diplomasını iyi derece ile alıp, Kaadılık rütbesine ulaştı. Böylece devrinin aklî ve naklî ilimlerinde en yüksek dereceyi ihraz etmiş bulundular.
Süleyman Efendi (Kuddise sirruh) tahsili esnasında yüksek zekâ, çalışkanlık ve takvâsıyla talebeler arasında temayüz ederek hocalarının dikkat nazarlarını çektiler.
Ezelî takdir olarak, Seyyidler zincirinin 33'üncü halkası kendilerinin nasibi olduğundan, bâtınları da ilâhi füyuzât ile alâkalanarak Seyyidler zincirinin 32'nci halkası ve bu zincirin 9'uncu büyük rütbesi Selâhüddin Ibn-i Mevlânâ Sürâcüddin(K.S.) Hazretlerinden seyr-i sülüklerini tamamladılar. Kendilerine vâki tecelliyâtın büyüklüğünden, Selâhüddin İbn-i Mevlânâ Sürâcüddin Hazretleri tarafından Müceddid-i Elf-i Sânî İmam-ı Rabbani Ahmed-i Fârûki-i Serhendi Hazretlerinin nisbet-i rûhâniyesine teslim edildiler. Bu suretle Seyyidler zincirinin 33'üncü ve sonuncu halkasını teşkil ederek: dünyanın şu son zamanlarında ilâhî feyizden nasipleri bulunan insanları yüksek himmetleriyle küfrü dalâl çukurundan iman ve ihlas sahasına cekip çıkardılar, hâlen de çıkarmaktadırlar.
Seyyidler zincirinin 33'üncü ve sonuncu halkası Ebü'l-Fâruk Süleyman Hilmi Silistrevi (K.S.) Hazretleri 16 Eylül 1959 da irtihal buyurdular. (Kaddesallâhu sirrehül-eazz)



24.Süleyman Efendinin batın ilmi.(S.187)
Ebü'l-Fârûk Süleyman Hilmi Silistrevi Hazretleri'nin bâtın ilmi ile alâkalı olarak damadı ve bağlısı Kemal Kaçar tarafından (Son Devrin Din Mazlumları) isîmli kitap için Necip Fazıl'a verilen notlardan bir pasajı ehemmiyetine binâen okuyucularımız'ın ittilaına arzediyoruz:
«Süleyman Efendi'nin bâtın ilmine, yani tasavvuftaki mânevi cephesine gelince, şüphesiz bu husus ehline malûmdur. Zahiri akıl ve zekâ ile idraki mümkün olamaz. Öyle kî, bir insan müslüman olabilir, tahsilli ve akıllı olabilir, hattâ iç hayatı münkir olmaz da; yine tasavvuf ve irşada ehil bir zat ile karşılaştığı halde, o zat ilâhî irâdeyle kendisini ona bildirmezse dünyalar bir araya gelse onun feyizlerinden haberdar olamaz. Bizim ise kendisinin mânevi cephesi üzerine zerrece tereddüdümüz yoktur! Kendisini öz ruhumuzda ve vücûdumuzda hissetmiş bulunuyoruz.. Allahın bu husustaki lütfuna mahzar olduğumuza, kendilerinin kâmil, mükemmel mürşid olduğuna, "Silsile-i Saadad: Büyükler Zinciri» kolunun 32'nci ferdi Salâhüddin İbn-i Mevlana Süracüd-diyn'in cismânî nisbet, imam-ı Rabbani Hazretlerinin de ruhanî nisbetle vârisleri bulunduğuna imanımız tamdır. Kendisinin bu cephesini anlamıyanların, anlamakta acz gösterenlerin, hiç olmazsa aksini iddia etmemelerini ve kendisinde bir mürşid hali görmediklerini söylemekten çekinmelerini dünya ve âhiret yıkımına uğramamaları bakımından tavsiye ederiz.»

KAYNAK:İhya Der.(blog)
 
B Çevrimdışı

BirMusluman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
1.Tasavvuf ve tarikatın, şeriatın hulasası özü olduğu yalanı.(S. 125)Vaktaki Tarikat ehli kendi tertiplerine dair okunuşu basit ifadesi düzgün, rabıta ehlinin bütün hallerini içinde toplamış, bir risaleyemuhtaç olduklarından, bu fakir ve acizi rabıta ehli olduğuna inanarak, her türlü hüsnü zanda bulunup Rabbimiz Tealânm feyiz ve ihsanına muhtaç olduğum halde acizlerden hallerine uygun bir risale istediler. Ben de hallerine muvafık risaleler içinde bir risale arayıp Mi-zânüssülûk isimli risaleyi azıcık açıklayarak rabıta ehlinin hal ve arzularına uygun kılıp ve her tarikatın özünü şamil ve ehli tarikat ile ehli ilmin aralarını bulup, tarikatın, şeriatın bir hülâsası olduğunu ve şeriatın da tarikatın temeli bulunduğunu açıkladım ki mağfiretime ve Cennete girmeme sebep olsun.

2.İslam’ın beş şartına karşılık tasavvuf dininde batıl beş şart.(S.127)
İlmi batının hasıl olmasına alet ise, devamlı ihlas ve mürşidin nefesi ile zikire ber devam, az yemek az konuşmak ve insanlardan ayrı kalmaktır.
İlmi hakikatin hasıl olmasına sebep dünyayı terktir. Çünkü dünya sevgisi bütün hataların başıdır. Dünyayı terk ise bütün ibadetlarin başıdır. Dünyayı terk ise bütün ibadetlarin başıdır buyuruldu. Ve terki ukba ve terki vücut ve terki terktir. Ahireti terk, mevcut mahlukatı terk, ve terki de terk Hakikat ilmi için birer alettir.

3.Zahiri amelin ölçüsü şeriat, Batıni amelin ölçüsü şeyh ve rüya iddiası.(S.128)
Şimdi bundan sonra malûm olsun ki, bir kimse zahiri amelinin doğru veya bozuk olduğunu bilmek isterse, onu şeriatta arasın; Fıkıh kitaplarına müracaat ile bilir, okur, onunla amel eder. Eğer Batıni âmelinin doğru veya bozukluğunu inişini veya yükselişini bilmek isterse, usulü esma ile, mürşidin telkinlerinin en aşağısı ilegönül kitabına Hikmet tabirlerine müracaat. ileher gün rüyada, ne görürse mürşide arzeyler, ona durumu anlatır. Böylece O müridin müşkili hal olur ve yola girer.

4.Tarikat olmadan, şeriat kalbe huzur veremez iftirası.(S.129)
Eğer bir kimse zahir amelini işlerker batın amelini ve Hakikal amelini zahir ilmin yoluyla elde ederim diye zannedip, ondan bir kısım işlerse, meselâ: Kendiliğinden esmaya devam edip oruçlar tutsa, halvetler çıkarsa; o kişi alelade sülûkünde çok zorluk çeker. Böyle giden kişiler bu yolu şaşırır. Eğer o kişi Mürşidi Kâmil terbiyesiyle sülük eder, mürşidin nefsi ateşinden telkin çakmağı ile talibin kalb-i kavına bir kıvılcım yetişirse ümit'edilir ki, o zaman sâlik, feyiz ve isteklerine kavuşur.

5.Hakkı bulmak için mürşid gereklidir, yalanı.(S.129)
Hakkı arayanlara mürşid lâzımdır. Fakat her mürşidim diyene gönül verilmez. Çünkü noksanın da noksanı vardır. Noksan mürşidden fayda yerine zârâr gelir. Mürşidi Kamıli bulmak için çalışmak lazımdır.

6.Muhyiddin-i Arabi’nin batıl bir sözünü hadis diye rüya ile peygambere tasdik ettirme yalanı.(s. 130)
Nefsini bilen kirnse muhakkak rabbini de bilmiş olur, buyurmuştur.
HİKÂYE
Bir kimse zîkrolunan bu hadisi şerifi ra'ların kesresiyle okurdu. Bir gece rüyasında Hâce-i kâinat ve Ekmelüttahiyyat Efendimizi gördü. Aleyhissalatü vesselam Efendimiz ona senin okuduğun söz benden zuhur etmedi buyurdular. Sonra o kimse âlim ve fazıl bir kimsenin huzuruna gelerek kıssayı arzetti. O zatta o hadisi bir defa daha oku dediğinde o kimse hadisi şerifi okudu. O kimse yine ra'ların kesresi ile okuduğunda o alim zat: «Bu hadisi şerifin ra'ları fetha iledir. Bunun hilafına kesre ile okuduğundan dolayı Efsahul füseha Efendimiz Hazretleri kelâmı şeriflerinin değiştirildiğine Allah tarafından tenbih ecilinden bu vakıa zuhur etmiş» cevabını verdiler..

7.Erkek ve kadın müride manevi nehir sebebiyle mürşidin batınından feyiz akması uydurması.(S. 131)

Feyz almağa sebep birdir: O da mürşide muhabbetten ibarettir. Fakat o da çalışmadan ve zorlamadan sıdk ve yakın üzere lâzımdır. Çünkü sevgi, müridin içinden mürşidin bâtınına akan bir manevi nehirdir. Manevi nehir sebebiyle mürşidin bâtınından devamlı feyzin akması hasıl olur. Bu manevî nehrin genişliği müridde bulunan muhabbetin azlık ve çokluğuna göredir. Çünkü bazan muhabbet galeyana gelir manevi nehir deniz gibi olur. Müridin kalbi mürşit tarafımı teveccüh ,eder. Belki de muhabbetin galebesi sebebiyle mürid şeyhte yok olup mürşidin bütün halleri bir defada müridin kalbine akseder. Çünkü mürşide muhabbet ancak Allah için olur.

8.Mürşide sevginin(ibadetin) ve tasavvuf dininin emrettiği sekiz şart.(s.132)
«Bir şeye muhabbet gözü kör kulağı sağır eder. Yani kişi sevdiği kimsede kusurda görmez, zemmini de işitmez» demektir.
Malûm olsunki mürşit hakkındaki edep bir kaç vecih üzeredir. Birincisi, niyette edep, ikincisi, Rabıtada ve hizmette edep, üçüncüsü, mürşit ile huzur edebi, dördüncüsü, mürşit ile konuşma edebi. Beşincisi, mürşidin ihtiyaçlarına hizmet edebi, altıncısı, Berayi istifaza istihzarı kâlb keyfiyeti Ihlâs ve talep edebi, yedincisi, vird ve hatim edebi, sekizincisi, sülük ve mücahede edebidir.


9.Allah u Teala cismimi yarattığında 5 latifeyi(duyguyu) ayrı ayrı yerlere asmıştır yalanı.(S.134)
Meşayıh şeyhin cemidir. Yaşça büyük, İlimce büyük ve amelce büyük manalarından birinde kullanılır. Burada amelen büyük kimse için kullanılmıştır. «Kaddesallahü esrârahüm» sözündeki «esrar» sırrın cemidir. Manası: Alahu Teâlâ Hazretleri o üstazların sırlarını pak etsin demektir. Sır letaifi hamseden biridir. Latâifi hamse: Kalb, ruh, sır, hafi, ahfâdır. Allahü Teâlâ Hazretleri cismimizi halk ettiğinde beş latıfe'yi de ayrı ayrı yerlere asmıştır.. Kalbisol memeden ikiparmak aşağı; sol tarafa meyyal, Rûh'u sağ memeden iki parmak aşağı; sağ tarafa meyyal, sol meme hizasında iki parmak ara ile göğüs tarafına meyyal, Hafiyi sâğ meme hizasında iki parmak ara ile göğüs tarafına meyyal, Ahfâyı ise göğüs ortasınâ astı.
Sahibi Reşahat «aleyhirrahme» der ki, mürid zata müteveccih olduğunda sıfata teveccühü sahih olmaz. Çünkü zata teveccüh etmek sıfata teveccüh mertebesinden daha yüksektir.

10.Mürşidin manevi yüzü müridin kalbinde hiçbir zaman kaybedilmeyecektir gafleti.(S.134-5)
Rabıta edebi: Rabıtanın tam şekli: İki gözün arasında bulunan bütün düşünce ve hayallerin hazinesi ve toplandığı yer ile mürşidin ruhani yüzlerine bakılacaktır. Çünkü mürşidin manevi yüzü ruhani feyiz kaynağıdır. Sonra mürşid vesilesiyle mürşidin ruhaniyyeti, hayal ve düşünce hazinesine sokulacak o anda kalb derinliğine devamlı bir şey iniyor diye düşünülecek, ötesinden yavaş yavaş inilip o kalbde kaybedilmeyecektir. Hatta nefsden gaib (bile) olunacaktır. Çünkü kalb derinliğine nihayet yoktur. Ve Allah'a seyr, kalbden hâsıl olur.
Şimdi burada kastolunan zat. Bari-i Teâlâdır. Rabıta ise Allah'a gitmeye bir vesiledir, bir sebeptir.


11.“Rabıta ibadettir” demek Allah’a ve kitabına büyük bir iftiradır.(S.135)
Rabıta her an ve her yerde yapılması mümkün bir ibadettir. Zikri kalbi ile beraber yirmidört saatte bir defa yapılanına vazife denir. Ve şöyle yapılır; Abdestli ve temiz olarak ve tenha bir yere kıbleye dönük eller diz üstünde oturulur. Euzü besmele ile bir Fatiha üç ihlas-ı şerif okunup Silsile-i Saadât Efendilerimizin (K.S) ve yaşadığımız asırdaki mürşidi kamilin ruhlarının makamlarına hediye edilir. Usulü ile 7 istiğfar ve 7 salavat okunur. Gözler kapalı baş öne ve kalb üzerine eğik olarak durulur. İki kaşımızın arasındaki bütün vesvese ve düşüncelerin çıkış noktası olan Nelis, kalbe, kalb de Mürşidi Kâmilin kalbine bağlanır. Dil damağa yapışık olarak ve kalbine, Cenab-ı Hakkın ihsanı olan feyzin mürşidinin manevî kalblerinden kendi kalbine aktığı tahayyül edilerek en az çeyrek saat durulur. Bu hallerde mürşitle diz dize durma en iyi şekildir. Sonra Dil damağa tam yapışık olarak yalnız kalb ile, (verilen miktar ne ise) teşbihle lafza-i celâl (Allah lafzı) kalb de zikredilir. Zikir ânımla masivadan hiçbir şey düşünülmemelidir. Eğer her hangi bir düşü nce gelecek olursa zikri bırakıp 3 - 4 dakika daha rabıta yapıp sonra zikre devam edilir. Zikir bitince en az elli en çok beşvüz ihlası şerif okunup dua yapılır. (Abdülkadir Dedeoğlu)

12.Bu mertebede mürid ile mürşid arasında ikilik kalkar iftirası.(136)
Tarikat büyüklerinin çoğu rabıtayı bu zikrolunan şekilde beyan etmişlerdir. Fakir, Muhammed bin Halil derimki, rabıtanın manası odur ki, mürid mürşidine, zatına, ef'aline, taatına tam muhabbeti olup o derece ki, müridin hayalinden mürşidin ruhaniyeti kat'iyyen ayrılmamalıdır.. Çünkü :
buyurulmuştur. Hatta mürid o muhabbeti sebebiyle mürşidi vesilesiyle seyrü sülükünde şeyhi ile beraber olmayı kastedip o beraberlik berekâtıyla mürid Hak Teâlâya kolayca ulaşmayı itikat etmelidir. Bu birlikte olmayı kasta rabıta ismi verilir. Hatta mürid bu mertebede mürşide muhabbetinden nefsini unutup, daima mürşidi hatırında olur.. Bu mertebede mürid ile mürşit arasında ikilik kalkar. Müride fenafişşeyh (şeyhinda yok olma) Şeyhe hasıl olan feyz, müride de hasıl olur.


13.Mürid için Hak Sübhanehu Teala Hz. Dört mertebe ihsan eder, iftirası.(S.136)
Müridi kâmil için Hak Sübhanehü Teâlâ Hazretleri dört mertebe ihsan eder. Birincisi fenafişşeyh mertebesidir. İkincisi fena filpiir mertebesidir. Üçüncüsü fena firresül mertebesidir. Dördüncüsü fena fillah mertebesidir. Zikrolunan fena fişşeyhmertebesini diğer mertebeler kıyas olunsun.

14.Rabıtanın isbatı diye Kur’an’ın iki ayetini tarikatlarına alet etmeleri sapıklığı.(S.136-7)
Eğer denilirse, rabıtaya sabit, delil var mıdır? biz de deriz ki evet vardır. Kitap, sünnet ve kıyası fukaha ile delil sabittir. Kitap ile sübutû Hak Teâlânın:
kavli şerifidir. Manayı latifi: «Allahü Tealinin tarafına, takarrub ve yaklaşma için vasıtayı arayınız» demektir.
Eğer burada vesileden murat rabıtadan başka şeydir denilirse; biz
deriz kî:mana umûmîdir. Vesile aramakla emir sabit oldu ise, rabıta vesilelerin en faziletlisidir. Çünkü vesile, «Peygamberimiz» sallallahü teâlâ aleyhi ve sellemdir yahut vekilleridir. Yine Hak Teâlânın:
kavli şerifi de rabıtaya işarettir. Resülüllah Efendimiz Yahudileri feci azabla korküttuğunda yahudiler: «Bîz Allah'u Tealayı severiz. O Allah ise kendîni seveni azab etmez" deyince bu ayeti celile inzal buyuruldu. Manayı şerifi: «Ya Muhammed!.. Yahudi ve Nasâra'ya söyle: «Eğer siz Allah Tealayı severseniz bana tabi olun ki Allâhü Teâlâ da sizi sever ve günahlarınızı mağfiret eder. Allah Azîmüşşan rahmet ve merhamet edicidir." demektir.. Bu kavli şerif rabıtaya işarettir" dedik. Çünkü, tabilerin itbaı metbuunun ru'yetini veyahut tahayyülünü iktiza eder. Eğer öyle olmazsa itbâ sayılmaz. Yani, bir kimseye tâbi olabilmek için tabi olunan o kimse ya görülmeli yahut da tahayyül: edilmelidir ki, ancak o zaman tâbi olmak sahih olur. Peygamberimize tâbi de öyledir. Cismani yüzü görülmüyorsa ruhani yüzü tahayyül edilmeli ki tabi olunabilinsin. Bu da rabıta demek olur.


15.Sünnet ile isbatı diye Allah’a, Rasulüne(s) ve Ebubekir(ra)’a büyük iftira.(S.137-8)
İmamı Buharı Hazretlerinin zikrettiği vecihle Ebu Bekri's-Sıddîk «radıyallahü anh» bir gün Hazreti Rafûlü Ekrem «sallallahü aleyhi ve sellem»e «Ya Rasülellah!. Ruhâniyetiniz hasebiyle hayalimden hiç bir an ayrılmıyorsunuz» buyurdu, ruhaniyyet hasebiyle hayalde olmaktan murat anlattığımız rabıtadan ibarettir.Malûmdur ki sünnet, ya kavli nebidir, ya fiili nebidir, yahut takriri nebidir. Kavli nebi Resulü Ekrem Efendimizden sâdır olan sözlerdir. Fiili nebi Resulü Ekrem Efendimizden sâdır olan iştir. Takriri nebi Bir kimseden sadır olan işi Resulü Muhterem «sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem» Efendimiz Hazretleri görüp o işi men etmemesidir. Bu makamda zahiri sünnetten murat takriri sünnet olmasıdır. Çünkü resülü Ekrem Efendimiz, Hazreti Sıddîki bu tahayyülden men etmedi.


16.Bir kimsenin diğer kimse suretine girerek görünmesi yalanı.(S.138)
Maksud - bizzat'a, vesiyle ve maksuda muayyen olan şeyleri (vesile olduğu haysiyetle) tahayyül etmekte bir beis yoktur. Ancak yasak olan, vesileyi, maksud bizzat kılmaktır. Fakat bu makamda hal böyle değildir. Münkirlerin ise bu iki şeyin arasını ayırmaya akılları yetmiyor.
Bazı tarikatlarda beyan olunduğu gibi rabıta temessül yolu ile de olur. Birkimsenin diğer "bir kimse suretine girmesine temessül denir. Eğer murîd mürşidinin suretinde kendisini tahayyül ederse ona temessül yolu ile rabıta denir. Bu şekil yapılan rabıta bazılarının irat et- tiği üzere şüpheden uzaktır.
Rabıta galip ve kuvvetli olduğu zamanlarda Mürid her neye baksa şeyhini görür. Yani her ne şeye nazar etse o baktığı şey müride şeyhinin suretiyle görünür.
Bu fakire şeyhim rabıtayı temessül ile Hazreti Sıddîki Ekber Efendimize rabıtaya emir verdiler. Sıddîki Ekber Hazretlerinin simaî âlîlerini şöyle tarif ve beyan ettiler: Mübarek sakalları ak, mübarek alnı mihrab gibi bir miktar çukurca ve mübarek vechi saadetleri nûranî ve Berrak idi.


17.Mürid ister uyanık ister uykuda olsun mürşidin ruhaniyeti müridden ayrılmaz yalanı.(S.140)
Mürşidin rûhaniyyeti talibin kemali muhabbetinden dolayI kendisiyle beraber ve nerede olursa nazarında olduğunu kati ve iyi bile. Belki makbul müridden uyur ve uyanık halinde rûhaniyyeti mürşit ebedî ayrılmaz. MÜRŞİD, MAKSUDA VESILE OLDUĞUNDAN DOLAYI MÜRİD MÜRŞİDİ «TARFETÜ AYN» MİKTARI YANİ GÖZ AÇIP KAPAYACAK KADAR GAİB EYLESE MÜRİDİ MAKBUL OLAMAZ» DENİLDİ.


18.Her müridin, mürşidin kalbinde yeri ve me’vası(mekanı) vardır, iftirası.(S.143)
Mürşin huzuruna varıldığında, kalb gafil, yahut nefsinde meylsizlik ve kerahat olmamalıdır. Çünkü bunların hepsi mürşidin kalbini müridden nefretini mucip ve mürşit nazarından düşmeyi ve kalbinden çıkmayı icab eder. Çünkü her müridin mürşidin kalbinde yeri ve me'vası vardır.
Denildi ki, yedi kat semâdan yere düşmek erbabı batının kalbinden düşmekten iyidir. Geçmişte işaret olunduğu gibi talebei ulumun üstazlarına hürmetleri feyzlerini çoğaltıp, tazimde kusurları ise feyzlerine mani olduğu gibi; güruhu dervişân da mürşitlerine ihlâs üzere tazimleri, terakkilerini ve nefslerinde mürşidi kerih görmeleri de alçalmalarını mucip olacağı aşikârdır.


19.Müridin, mürşidine ‘Bu niçin böyledir’ demeye hakkı yoktur yalanı.(S.145)
Mürid huzurda iken Mürşidin konuşmasını kalb ve lisanıyla tasdik edip lafzan veya kalben «niçin böyle diyor» diye karşılık vermemelidir. Çünkü erbabı tahkik demiştir ki, mürşide “Niçin böyle diyor” diye mukabele eden mürid ebedî iflah olmaz.

20.Mürşide iman ve itikat etme sapıklığı.(S.146)
Mürşide mal ile hizmet edebi: Hak Teâlâ'nın kendine verdiği bütün mal ve evlât, âlemi ezelde mürşidin ruhaniyyeti berekâtıyla olduğunu itikat etmeli, Mal ve evlâdın hepsinin mürşidin olup, kendisi onun kölesi, yediği ve giydiği mürşidin kereminden olduğunu itikat etmeli ve mürşide bir şey verdiği halde, mürşit mahcub olacak yerde vermemeli, mürşide yaptığı ikramı açıklamamalı ve yine bizzat mürşide vermeyip hizmetçisine teslim etmelidir. Verdiği şeyin mürşid tarafından kabulünü kendine nimet addeylemeli. Bunun karşılığında Hak Teâlâ'ya şükür etmelidir.


21.Tasavvufun İslam içerisinde ayrı bir din olduğuna bir örnek.(S.147)
İhlâs: Mürid o mertebede olmalı ki, mürşidini kemalata ermiş, Resülüllah «sallallahü aleyhi ve sellem» in vekili ve zıllullah fil alem demekliğe şayan olduğunu bilip, mürşid kendisini red ederse Allahü Teâlâ ve Resulünün de kendisini red eyleyeceğini ve kabul ederse yine Allahü Teâlâ ve Resulünün de kabul etmesini itikat etmesi, inanmasıdır. İhlâs edebi budur.
Yukarıda geçtiği gibi bir müridi şeyhi red ettiğinde şeyhinin şeyhi de kabul etmeyip hatta Resülüllah «sallallahü aleyhi ve sellem» dâhil onu hiç kimse kabul etmez, diye inanmak lâzımdır. Yine ilim taleb ettiği üstazına ihlâslı bir hal ile olmalı ki, Üstazı o derece tam ki, bütün fenler kaybolmuş olsa yeniden o fenleri te'lif edip yazmağa muktedir ve bu derece ilmiyle âmil ki kendinden şeriata zıt bir şey sadır olmaz. Onun ilmi sayesinde feyze nail olup ilim tahsil etmiş olduğuna itikat etmelidir.
Mürşidi kâmilde bir ruhaniyyet vardır ki bütün hallerde müridden ayrılmaz. Hatta ihvanımızdan bazıları ruhaniyyeti mürşit üzerlerinde hazır ve kendilerine nazır olduğunu bildikleri için uykuda bile ayak uzatmazlar. Eğer bir mürid bu haleti görmezse görür gibi inansın. Çünkü bu inanç sebebiyle edeplendiği için, görmüş olan mürid ile feyzde müsavi olur. Ruhaniyyeti mürşid, müridin ruhu çıkacağı ve şeytanın tasallutu vaktinde hazır olup şeytanı defeder.


22.Tasavvuf dinine bağlı, Nakşibendi tarikatının, Halidiye kolunun üstazlar silsilesi olan ruhbanlar sınıfı.(S. 163-4)
Bu zikrolunan Altun Silsile Nakşıbendiyyenin Hâlidiyye kolunda seyr-i sülük edenlere göredir. Bu kitabı osmanlıcadan sadeleştirenin büyüklerinden duyduklarına göre ise Peygamberimiz «Suilallahü aleyhi Vesellem in zamanından kıyamete kadar 33 adet büyük -zat-gelecek-tir. 33 adet olması sırlardan bir sırdır ve ehline malu- ıdur. Resülüllah sallallahü aleyhi ve sellem bu Otuzüçün içine dahil değildir. Çünkü o peygamberler silsilesinin son halkasıdır. Bütün feyizlerin menbağı odur. Şimdi-ilâ yevıııiııaliâzâ Silsile-i Saadatımızı (müceddidiyn kolunu) öğrenelim:
SİLSİLE-İ SAADÂT (EFENDİLER SİLSİLESİ)
1— Ebu Bekri's - Sıddıyk (Radiyallahü anh)
2— Selman-ı Fârisî (Radiyallahü anh)
3— Kaasını Bin Muhammed (Kuddise sirruh)
4— Câfer-i Sâdık (Kuddise sirruh)
5— Bayezid-i Bastâmî (Kuddise Sirruh)
6— Ebu'l-Hasan Harkânî (Kuddise Sirruh)
7— Ebu Ali Farimîdî (Kuddise Sirruh)
8— Yûsuf Hemedânî (Kuddise Sirruh)
9— Abdü'l-Hâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruh)

10— Arif Rivgiri (Kuddise Sirruh)
11— Mahmud İncir Fagnevi (Kuddise Sirruh)
12— Hâce Ali Ramitînî (Kuddise sirruh)
13— Muhammed Baba Semâsı (Kuddise sirruh)
14_ Seyyid Emir Kilâl (Kuddise Sirruh)
15— Şah-ı Nakşıbend (Kuddise Sirruh)
16— Hace Alâaddin Attar (Kuddise sirruh)
17_ Yakub Çerhî (Kuddise sirruh)
18— Hâce Ubeydullah Ahrar (Kuddise Sirruh)
19— Hâce Muhammed Zâhid (Kuddise Sirruh)
20— Derviş Mehmed (Kuddise Sirruh)
21— Hâcegi (Emkengî) (Kuddise sirruh)
22— Hâce Muhammed Bâkibillah (Kuddise sirruh)
23— İmâm-ı Rabbani (Kuddise sirruh)
24— Hâce Muhammed Masum (Kuddise Sirruh)
25— Şeyh Seyfüddin (Kuddise Sirruh)
26— Seyyid Nur (Kuddise Sirruh)
27— Şemsüddin Habibullah İbn-i Mirza Can (Kuddise Sirruh)
28— Abduîlah-i Dehlevî (Kuddise Sirruh)
29— Hâfız Ebu Saıyd (Kuddise Sirruh)
30— Habibullah Can-ı Canan Kııddise Sirruh)
31— Mazhar işan Can-ı Canan (Kııddise Sirruh)
32—Salahuddıyn İbni Mevlana'Siracüüddiyn (Kuddise Sirruh)
33Ebul Faruk (Süleyman Hilmi) (Kuddise Sirruh)


23.Ebu’l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi (ks) (186-7)
EBÜ'L-FÂRÛK SÜLEYMAN HİLMİ SİLİSTREVÎ (K.S.)
Süleyman Hilmi Tunahan (K.S.) Hazretleri 1304 yılında Silistre'de dünyaya geldiler. Ceddi İdris Bey'e dayanan şerefli ve soylu bir ailedendir. İdris Bey, Fatih Sultan Mehmed Han tarafından Tuna Han'ı nasbedilmiş ve üstelik kendisine kız kardeşi tezvic edilmiş bir zattır. Süleyman Efendi'nin dedeleri Kaymak Hafız nâmıyla mâruf bir zat olup 110 yaşına doğru vefat etmiştir. Pederleri Osman Efendi ise, tahsilini İstanbul'da tamamlamış ve Silistre'nin Satırlı Medresesi'nde yıllarca müderrislik etmiş mâruf bir zattır.
Süleyman Efendi, ilk tahsilini Satırlı Medresesi'nde ve Silistre Rüştiyesi'nde yaptı. Daha sonra tahsilini tamamlamak üzere pederleri tarafından İstanbul'a gönderildi. Pederleri kendisini İstanbul'a gönderirken:
«— Oğlum! Usûlü Fıkıh ilmine iyi çalışırsan dininde kuvvetli olursun, Mantık ilmine iyi çalışırsan ilminde kuvvetli olursun» diye tavsiyede bulundu.
İstanbul'da Fatih Dersiamlarından ve o devrin meşhur âlimlerinden Bafralı Ahmet Hamdi Efendi'nin ders halkasına oturan Süleyman Efendi, Ahmet Hamdi Efendi'den birincilikle icazet aldı.
Bilâhare o zamanın tâbiri ile dersiam olarak yetişmek, yani ihtisasını (doktorasını) yapmak üzere Süleymaniye'deki Medresetü'l-Mütehassısîn'in -Tefsir ve Hadis kısmına girip oradan da birincilikle mezun oldu. Medrese-i Süleymaniye'ye girmeden önce Medresetü'l-Kuzat (Kaadi yetiştiren mekteb) in de giriş imtihanını birincilikle kazandı, fakat bunu büyük bir sevinçle pederine mektupla bildirdiği zaman O'ndan aldığı telgraf şu oldu: «— Süleyman, ben seni Cehenneme göndermek için İstanbul'a göndermedim.» Pederleri bu telgraf ile kendisine, Peygamberimizin: «— Üç Kaadiden ikisi Cehennemde birisi Cennettedir.» Mealindeki hadis-i şerifini hatırlatmış oluyordu. Süleyman Efendi (K.S.) pederine verdiği cevapta, kendisinin asla Kaadilik (Hâkimlik) mesleğine sülük etmeye niyetli olmadığını, maksadının devrinin bütün zahiri din ilimleri sahasında kemâle ermek olduğunu bildirdi ve Medrese-i Süleymaniye'nin Tefsir ve Hadis kısmından diplomasını alıp Dersiam olduğu gibi, Medresetü'l-Kuzât'dan da diplomasını iyi derece ile alıp, Kaadılık rütbesine ulaştı. Böylece devrinin aklî ve naklî ilimlerinde en yüksek dereceyi ihraz etmiş bulundular.
Süleyman Efendi (Kuddise sirruh) tahsili esnasında yüksek zekâ, çalışkanlık ve takvâsıyla talebeler arasında temayüz ederek hocalarının dikkat nazarlarını çektiler.
Ezelî takdir olarak, Seyyidler zincirinin 33'üncü halkası kendilerinin nasibi olduğundan, bâtınları da ilâhi füyuzât ile alâkalanarak Seyyidler zincirinin 32'nci halkası ve bu zincirin 9'uncu büyük rütbesi Selâhüddin Ibn-i Mevlânâ Sürâcüddin(K.S.) Hazretlerinden seyr-i sülüklerini tamamladılar. Kendilerine vâki tecelliyâtın büyüklüğünden, Selâhüddin İbn-i Mevlânâ Sürâcüddin Hazretleri tarafından Müceddid-i Elf-i Sânî İmam-ı Rabbani Ahmed-i Fârûki-i Serhendi Hazretlerinin nisbet-i rûhâniyesine teslim edildiler. Bu suretle Seyyidler zincirinin 33'üncü ve sonuncu halkasını teşkil ederek: dünyanın şu son zamanlarında ilâhî feyizden nasipleri bulunan insanları yüksek himmetleriyle küfrü dalâl çukurundan iman ve ihlas sahasına cekip çıkardılar, hâlen de çıkarmaktadırlar.
Seyyidler zincirinin 33'üncü ve sonuncu halkası Ebü'l-Fâruk Süleyman Hilmi Silistrevi (K.S.) Hazretleri 16 Eylül 1959 da irtihal buyurdular. (Kaddesallâhu sirrehül-eazz)


24.Süleyman Efendinin batın ilmi.(S.187)
Ebü'l-Fârûk Süleyman Hilmi Silistrevi Hazretleri'nin bâtın ilmi ile alâkalı olarak damadı ve bağlısı Kemal Kaçar tarafından (Son Devrin Din Mazlumları) isîmli kitap için Necip Fazıl'a verilen notlardan bir pasajı ehemmiyetine binâen okuyucularımız'ın ittilaına arzediyoruz:
«Süleyman Efendi'nin bâtın ilmine, yani tasavvuftaki mânevi cephesine gelince, şüphesiz bu husus ehline malûmdur. Zahiri akıl ve zekâ ile idraki mümkün olamaz. Öyle kî, bir insan müslüman olabilir, tahsilli ve akıllı olabilir, hattâ iç hayatı münkir olmaz da; yine tasavvuf ve irşada ehil bir zat ile karşılaştığı halde, o zat ilâhî irâdeyle kendisini ona bildirmezse dünyalar bir araya gelse onun feyizlerinden haberdar olamaz. Bizim ise kendisinin mânevi cephesi üzerine zerrece tereddüdümüz yoktur! Kendisini öz ruhumuzda ve vücûdumuzda hissetmiş bulunuyoruz.. Allahın bu husustaki lütfuna mahzar olduğumuza, kendilerinin kâmil, mükemmel mürşid olduğuna, "Silsile-i Saadad: Büyükler Zinciri» kolunun 32'nci ferdi Salâhüddin İbn-i Mevlana Süracüd-diyn'in cismânî nisbet, imam-ı Rabbani Hazretlerinin de ruhanî nisbetle vârisleri bulunduğuna imanımız tamdır. Kendisinin bu cephesini anlamıyanların, anlamakta acz gösterenlerin, hiç olmazsa aksini iddia etmemelerini ve kendisinde bir mürşid hali görmediklerini söylemekten çekinmelerini dünya ve âhiret yıkımına uğramamaları bakımından tavsiye ederiz.»

KAYNAK:İhya Der.(blog)
abi saolasın yazılar güzel yalnız abdulmuiz fida yazıları gibi daha fazla açıklayıcı döküman varsa sevinirim daha çok tasavvuf nakşi sapıklıkları yazıyor zaten süleymanda nakşi ama direk o cemaatin içinden sapıklıkları anlatan mesela cübbeli videoları dökümanları gibi bilgiler lazım
 
-T4LH4- Çevrimdışı

-T4LH4-

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Not:Ayrıca Ömer Öngütün Süleymancıların İç Yüzü diye bir kitabı var.Şu hakikatcılar şeyhi sitesinde yazıyor birçok noktadan eleştirmişler.Ama Ömer Öngütte sağlam ayak diil bilgin olsun.
 
M Çevrimdışı

Mustafa Sabri

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Beni en çok rahatsız eden şeylerinden biride bayanlarının giyimleri, rengarenk ve tuhaf bir şekilde bağlanan baş örtüsü şekli var.:mad:
 
Üst Ana Sayfa Alt