Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Zevahiriye Biat Ve Yemen

Sayfullah at-Turki Çevrimdışı

Sayfullah at-Turki

حَسْبُنَا ٱللَّهُ وَنِعْمَ ٱلْوَكِيل
İslam-TR Üyesi
Yazıyı kisalttım. Merak ettiğim buradan itibaren başlıyor.


Ebu Meysera eş-Şami:

...

Ayrıca en-Nazari tuhaf bir çelişki içine düştü, çünkü o en başta Rafızileri tekfir etmeyen emiri ez-Zevahiri’ye bağlılığını vurguladı. Ve eğer ez-Zevahiri onları tekfir etmeyi düşünseydi, tek bir gerekçe dışında onları tekfir etmezdi: Amerika’nın müslümanlara karşı saldırılarını desteklemeleri.

Ez-Zevahiri şöyle dedi: “Benim şiilerin avamı hakkındaki konumum Ehli Sünnet’in alimlerinin konumları gibidir [2], ve bu da onların cehaletleri sebebiyle mazurlu olduklarıdır. Ancak onlardan liderlerine katılarak Haçlılarla işbirliği yapanlara ve Müslümanlara saldıranlara gelince, onların hükmü İslam’ın kanunlarına karşı koyan fırkaların hükmü gibidir [3]. Onlardan müslümanlara karşı hiç bir saldırıya katılmayan ve küresel küfrün sancağı altında savaşmayan avamına gelince, onlara karşı yaklaşımımız, davet etmek, gerçekleri göstermek ve liderlerinin İslam’a ve müslümanlara karşı işledikleri cürümlerin büyüklüğünü açıklamaktır” (el-Liga el-Meftuh – el-Halakat el-Ula).

Aynı şekilde ez-Zevahiri, müslümanlara işkence yapan ve Milli Güvenliğin bazı özel kademelerinde bulunan polis memurları dışında tağutların destekçilerini tekfir etmiyor. Ez-Zevahiri şöyle diyor:

“Milli Güvenliğin Dini Eylemcilikle Mücadele şubesinde bulunan, dini meseleleri araştıran ve Müslümanlara işkence yapan polis memurlarının bireysel olarak kafir olduklarını düşünüyorum. Çünkü onlar islami hareketlerin mensuplarından daha çok bu hareketler hakkında bilgiye sahipler. Milli Güvenlik memurlarını ve bütün polislerini, devam eden bir çatışma ortamında, eğer cihadın maslahatı için saldırı yoluyla onlara zarar vermek bir araç olduysa, bireysel olarak veya genel olarak tekfir edilip edilmediğine bakılmaksızın öldürmek caizdir. Bu böyledir, çünkü karşı koyan mürted bir guruba karşı bir bütün olarak savaşılır. Onlardan kaçanları öldürmek ve yaralı olanların işini bitirmek caizdir. Bu, bireysel durumu belirsiz olan bir kişiyi öldürmek gibidir. Kural budur, çünkü bireylerin durumunu ayırdetmek onların ‘makdur aleyhim’ (müslümanların iktidarı altında) olmaları durmunda yapılır. Bu bireyler makdur aleyhim değildir. Bu yüzden farz olan savunma cihadı, bireylerin durumlarını ayırdetme uğruna durdurulamaz” (el-Liga el-Meftuh – el-Halakat el-Ula).

O yine şöyle diyor: “Orduların ve emniyet kurumlarının tekfiri, detaylandırmayı gerektiren bir meseledir. Benim görüşüm, müslümanları araştıran ve onlara işkence yapan Milli Güvenliğin Dini Eylemcilikle Mücadele ve benzeri şubelerinde bulunan polis memurlarının bireysel olarak kafir olduklarıdır. Mesele üzerinde küçük bir ihtilaf vardır ve bu ihtilaf evlilik ve miras gibi şahsi hükümlerle sınırlıdır. Fakat pratik açıdan onlarla savaşma konusunda iki görüş arasında ihtilaf yoktur. Ve mesele üzerinde ihtilafa yer vardır” (el-Liga el-Meftuh – el-Halakat el-Ula).

Yani türbelere ibadet etmek ve anayasayı desteklemek ez-Zevahiri’nin görüşüne göre kişiyi kafir yapan bir şey değil. Ona göre Haçlılara yardım amacıyla müslümanlara işkence yapanlar ve haddi aşanlar veya “Dini Eylemcilikle Mücadele Şubesinde” bulunan memurlar ise farklı bir konu.

Peki nasıl oluyor da en-Nazari, Rafızileri ve orduyu ez-Zevahiri’nin yaptığı ayırımı yapmadan tekfir ediyor? [4] Savunmaya çalıştığı ve hiç bir zaman doğru yoldan sapmadığını iddia ettiği emirine itaatsizlik ediyor! [5] Ve o bağlı kalmakla emrolunduğu Zevahiri’nin, Husilerin şerlerinin ve Yemen’in yeni tağutunun daha da azmasına neden olan emirlerine nasıl karşı gelerek Husilere karşı savaşa çağırabiliyor!

Gerçek şu ki, ez-Zevahiri tarafından kaleme alınan “Tevcihat Ammeh lil A’mal el-Cihad” (Cihadi Operasyonlar için Genel Kılavuz) kitabında belirtilen metod, pratikte aralarında fark olmadığı iddiasına rağmen, bir bütün olarak ele alınan bir gurup ile bu gurubun bireysel üyeleri arasında ayırım yapma üzerine temellendirilmiş. Eğer birisi bir gurubun saflarında “müslümanların” olup olmadığını belirleme ve onlar için dinin en temel meselelerinde cehalet özrünün kapsamını geniş tutma durumunda olursa, er ya da geç farkında olsa da olmasa da “tereddüde düşmek” ve “tedbirli olmak” zorunda kalacaktır. O yüzden “bir tevili olan müslümanları” öldürme korkusuyla mürtedleri hedef almayacaktır. Bu onun bazı beyanlarından ve ifadelerinden açıkça anlaşılıyor. Örneğin şu ifadesinde olduğu gibi: “Eğer kendisini İslam’a nispet eden bir gurup kafir düşman safında savaşa katılırsa bu gurup, müslümanların arasında fitne kapısını kapatmak veya düşmanla birlikte savaşa katılmayanlara zarar vermemek adına, saldırganlığının defedilmesi için gerekli olan en az güçle savuşturulur” (Tevcihat Ammeh lil A’mal el-Cihad).

İlk bakışta bir gurubu toplu olarak tekfir etmek ile gurubun bireysel üyelerini ferdi olarak tekfir etmek arasında bir fark görmeyen bu akidenin sonuçları, savaş siyasetindeki pratikte kendini göstermiştir. Ve bu, bazı pervasız şahısların düşündüklerinin aksine, örgütün siyasetinin sadece askeri bir strateji olduğundan değildir. Aksine onlar, müslümanlardan olabilir korkusu taşıdıkları kişileri, tağutun askerleri veya Rafızi Mecusiler olsalarda da, öldürmekten geri duruyorlar!

Ve bana Yemen’deki sikalardan (yazarın güvenilir sınıflandırdığı kaynaklardan) ulaştığına göre en-Nazari, Husileri mazeretli görmek için tartışırdı ve “Zeydi” oldukları gerekçesi ile onları kesin olarak tekfir etmiyordu. Sonra bir çok itirazın gelmesinden sonra tekfir etmeksizin onların“karşı koyan bir taife” olduklarını söylemeye başladı. Sonra onları, bireysel üyelerinin olası cehaletleri (!) sebebiyle büyük şirk işledikleri ve sahabeyi tekfir ettikleri için değil, karşı koymaları sebebiyle, bireysel üyelerini tekfir etmeksizin, genel olarak tekfir etti. Bu görüş, örgütün Yemen’de bulunan “üst düzey kadılarının” çoğunun görüşüdür. Bu nedenle onlar, son günlerde olduğu gibi Husilerin şerlerinin artması, toprakları ele geçirmeleri ve Allah’ın kullarının kanlarını dökmeleri dışında Husileri hedef almaktan kaçınacaklardı. Ve onlara göre Ali Abdullah Salih ile Abdrabbu’nun askerleri, tevilleri veya ikrahları sebebiyle mazeretliler ya da mürtedler…Ve onlar, beşeri anayasa ile hükmeden bir tağutu desteklemeleri sebebiyle onlarla savaşmıyorlar. Aksine onlar, sadece müslümanlara karşı haçlılara yardım etmeleri sebebiyle onlarla savaşıyorlar ve iki sebep arasında bunun daha az süphe içerdiğini iddia ediyorlar. Bu ez-Zevahiri’nin adetine uygundur: müslümanlara işkence yapmak ve haçlılara yardım etmek özrü olmayan küfürdür (fakat onun “Tevcihat” kitabına göre gurubun kendisini İslam’a nispet etmesi durumunda mazurludur!) Ölülere ibadet etme ve tağutları destekleme fiillerine gelince, bunlar küfürdür fakat cehalet özrü söz konusudur. İşte onlar bu sapmalardan dolayı Allah yolunda (!) sahvelerle(“Islah” partisi ve “Hacuri” taraftarları ile) işbirliği yapmayı hiç bir zaman sorun görmüyorlar. Veya böyle iddia ediyorlar. El-Cevlani cephesinin bugün içinde bulunduğu durum, işte bu gibi işbirlikleri kabul etmesinden ileri geldi. Onların işbirlikleri güvene, sevgiye ve övgüye dönüştü ve sonrasında İslam Devleti’ne karşı Al’i Selül’un sahvelerini ve Suriye Milli Koalisyonu’nu desteklenmesine dönüştü. [6]

Yine Yemen’den güvenilir insanlardan bana ulaşan şeyler arasında şu da var: “Ensar el-Şeria, “el-Cevf bölgesinde” Husilere karşı mürted ordu ile (Arap Baharı’nın ve Abdrabbu’nun mürted ordusu ile) ve iflas etmiş Kardeşler ile (Müslüman Kardeşleri kastediyor - çevirmen) omuz omuza savaştı ve savaşçılar mürted ordusunun araçları ile cepheden cepheye taşındılar. Hatta onların mühimmatları ve yiyecekleri, mürted ordunun kampından tedarik edildi…Vallahu’l müstean…(Yine Yemen’deki güvenilir insanlardan bana ulaşan bilgiye göre örgütün Yemen’deki yöneticileri, Abyan ve diğer bölgeleri yaklaşık bir yıl ellerinde tuttukları iktidar döneminden pişman oldular. Hatta öyle ki, onlardan birisi şöyle dedi, “eğer biz bu bölgeleri yönetmek için harcadığımız serveti ve çabayı asker ve silah alımı için kullanmış olsaydık bizim için daha faydalı olurdu.” Böylece onlar,savunma cihadı ile şeriatı tatbik etmeleri için Allah’ın mücahidlere bahşettiği kısmi iktidar arasında bir çakışma olduğu yanılgısına düştüler.)

En-Nazari’ye geri dönecek olursak, o Emirul Müminin’in şu ifadesini anlamadı: “Doğrusu Rafıziler terkedilmiş bir millettir. Eğer muvahhidleri kendilerine karşı savaşıyor bulmuş olsalardışerleri artmayacaktı.”

Ben Allah’ın yardımını dileyerek şöyle diyorum: Bu sözün anlamı şudur ki eğer Rafıziler, muvahhidlerin başlattığı bir savaşta ve “Cihadi operasyonlar için genel kılavuz” kitabında belirtilen esaslara bağlı kalmaksızın muvahhidleri kendilerine karşı savaşıyor bulsalardı, onların şerleri artmayacaktı. En-Nazari, saldırganlıklarının defedilmesi için kendilerine karşı gerekli olan en az güçle savaşılması gerekilen Husilere müslüman bir taife olarak muamelede bulunan “Zevahiri tarzı” savaşın varlığını inkar etmedi. Bu tarz savaş, onlardan kaçanların peşlerine düşülmediği, yaralılarının öldürülmediği, onlardan esir alınanların öldürülmediği ve onların toplantılarının büyük çaplı saldırılar ile hedef alınmadığı ve benzeri sertlik ve şiddet içermeyen savunma savaşı anlamına geliyor…Vallahu’l müstean.

Ve en-Nazari çıkıp Husileri tekfir ettiği zaman onu bu hükme zorlayan ana sebep siyasiydi. O bu tekfiri ile emiri ez-Zevahiri’ye karşı gelmek zorunda kaldı çünkü Rafızilerin ve laiklerin şerlerinin artmasına sebep olan yanlış görüşleri üzerinde ısrar etseydi askerleri onu takip etmeyeceklerdi.

Eğer birisi itiraz eder ve onların liderlerinin veya tanınmış şehidlerinin geçmişteki bazı ifadelerini getirecek olur veya geçmişte mürtedlere karşı İslam Devleti’nin yaptığı şekilde yapılan bazı operasyonlardan örnekler getirecek olursa onlara şöyle diyorum (ki bu operasyonların aniden durdurulmasından sonra mürtedler Yemen’deki yönetimi ele geçirmişti): “Arap Baharı” başladıktan ve el-Kaide’nin bazı önde gelen liderlerinin şehadete erişmesinden sonra Horasan’da ez-Zevahiri’den, el-Amriki’den, el-Başa’dan ve Hüsam Abdurrauf’tan (kendisi “Eğer ben Mursi’nin yerinde olsaydım ve onun kürsüsünde otursaydım!” adlı kitabın yazarıdır) bazı hikmetsiz kurallar ve metodlar ortaya çıktı. Bu arada Yemen’de en-Nazari ve benzerleri uzun yıllar boyunca kalplerinde gizledikleri arzularını açığa çıkardılar. Bu kurallar sanki birbirleri için yapılmış gibiydi. Ez-Zevahiri’nin kuralları bütünüyle uygulamaya alındı ve sonuç itibariyle Yemeni Rafızilerin ve yeni tağutun ayakları altına koydu. Vallahu’l müstean. (Yine Yemen’deki güvenilir kaynaklar bana, yapılan bu cesur operasyonların liderlerin onayı olmaksızın yapılan şahsi girişimler olduğunu ve bu operasyonların emrini verenlerin cezalandırıldığını fakat örgütün sorumluluğu üstlenmek zorunda kaldığını bildirdiler).

Şunun da belirtilmesi gerekir: Yemen’deki el-Kaide’nin İslam Devleti’ne “destek” beyanları, askerlerden ve liderlerden (üst düzey liderler hariç) örgütün “tarafsızlığı” ve “Zevahiriciliği” hakkında bir çok itiraz gelmesinden sonra yapıldı. İslam Devleti’nin Yemen Vilayetinin kurulmasından sonra menheç üzere olanlar İslam Devleti’ne biat etmek için yarıştılar. Bu arada Yemen vilayetinin kuruluşu, vilayetin resmi ilanından önce ve Yemen’deki el-Kaide örgütünün bilgisi dahilinde, örgütün genişleme girişimi hakkında bilgilendirilmesinden sonra gerçekleşti.

Sonra bazı kararsızlar birtakım şahsi istekleri nedeniyle Yemen’deki örgütün İslam Devleti’nin her türlü aşırılık suçlamasından masumiyetini ilan etmesi, haçlılara karşı verdiği savaşta desteklemesi ve şer’i açıdan meşru olduğunu ilan etmesi şartıyla İslam Devleti’ne verdikleri biatı geri çekmek istediler. Bu nedenle örgütün Yemen’deki yöneticileri (en-Nazari’nin beyanından önce) son yayınlanan “destek” bildirisini kaleme aldılar. Oysa ondan bir önceki bildiride Irak ve Şam’da meydana gelen muazzam olayların ortasında İslam Devleti’nin varlığını görmemezlikten gelmişleri. Bu bildirilerden bazıları, İslam Devleti’nin resmi sözcüsü Şeyh el-Adnan’nin ez-Zevahiri’nin menhecindeki sapmayı açıklamasından sonra Şeyh Adnani hakkında üstü kapalı alaycı eleştiriler içeriyordu. Yine bu bildirilerden bazıları, Seluli sahve mürtedlerine (Ahrar uş-Şam liderlerine) terahhüm (“rahmet dileme”) içeriyordu. Peki örgüt neden Ebu Abdurrahman el-Bilavi, Ebu Bekir el-Iraki ve Ebu Usame el-Mağribi (rahimehumullah) için rahmet dilemedi?

Son olarak, Allah el-Kaide’nin Molla Ömer’e sözde biatını mübarek kılmasın. Hamad el-Sani’ye ve Temim el-Sani’ye dua eden ve “müslüman yöneticilere” (tağutlara) kendi diliyle ve emirliğinin diliyle “tavsiyelerde bulunan” Molla Ömer [7], “müslüman yöneticilere”, “komşu devletlere”, “bölge ülkelerine” ve “dünya milletlerine” karşı günümüz Afganistan sınırları dışında operasyon yapılmasına müsade verdi mi? [8] Yoksa o, “uluslararası toplumu” yatıştırmak için Afganistan dışında operasyon yapılması için atılan her türlü adımı defalarca reddeti mi? Dahası, nasıl oluyor da Emirlik, Hindistan ile karşılıklı saygı ve komşuluk ilişkisi üzerine kurulu bir ilişkiye çağırıyor [9] ve sonra ez-Zevahiri çıkıp Hindistan’da el-Kaide örgütünün bir kolunu ilan ediyor? Ve nasıl oluyor da Afgan Emirliği, Rafızi İran ile iyi ilişkiye çağırırken en-Nazari Rafızileri öldürmeye çağırıyor? [10] Molla Ömer’e olan biat iddiası, Yemen hikmetine mi yoksa cahili partizanlığa mı dayanıyor? Bunu bırakmalıdırlar, çünkü bu çürüdü…

Eğer bırakmazlarsa vallahi İsrailoğulları’nın liderleri ve ileri gelenleri gibi olacaklar. Çünkü onlara nübüvvet minhacı üzerine bir hilafet geldi ve bununla birlikte aşiretlerinden ayrılan ve İbrahim aleyhisselamın hicret ettiği diyara hicret eden muhacirler geldi. Melekler kanatlarını onlar için ve onların Devletlerinin üzerine gerdi. Fakat partizanlar onlara karşı çıktılar ve Allah’ın başka bir yol dilemesi dışında, tarihin çöp tenekesine doğru giden yollarında yürümeye devam ediyorlar.

Allah’ın yardımını diler, ona tevekkül ederiz. Ondan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur. O bize yeter, O ne güzel vekildir.

Tercüme: Darul Hilafe

Dipnotlar:

[1]. Ez-Zevahiri, İslam Devleti’nin Irak’ta kurulmasından sonra ona biat etmeye çağırdı fakat bugün Devletin en ateşli muhalifleri arasında yer alıyor.

[2]. Onun iddia ettiği görüş tam olarak Ehli Sünnet’e nispet edilemez. İlk olarak, Ehli Sünnet’in önemli alimleri, Rafızi şiaları bireysel olarak tekfir etmişlerdir. Şeyh Ebu Musab ez-Zerkavi (rahimehullah) şöyle dedi: “Seleften Rafızilerin küfrünü bildiren sözler hayli fazladır. İmam Ahmed’den (rahimehullah) rivayet edilenler arasında, El-Hallal’ın Ebu Bekir el-Marruzi’den aktardığı şu ifadeler var: ‘Ebu Abdullah’a (İmam Ahmed bin Hanbel’e) Ebu Bekir, Ömer ve Aişe’ye söven hakkında sordum: Şöyle cevap verdi: Onu İslam üzere görmüyorum.’ İmam Ahmed bin Hanbel’in övdüğü ve onun hakkında birisine, ‘Ahmed bin Yusuf’a git, zira o Şeyhülislam’dır’ dediği Ahmed bin Yusuf şöyle dedi: ‘Eğer Yahudi bir koyun kesse ve Rafızi de bir koyun kesse, ben Rafızi’nin değil Yahudi'nin kestiğini yerdim. Çünkü Rafızi, İslam'dan çıkmış bir mürteddir.’” (Hel Etake Hadisur-Rafıza). Şeyh ez-Zerkavi farklı mesajlarında Rafıziler hakkında verdiği hükmü delillendirmek için İmam Malik’ten, eş-Şafi’den, el-Buhari’den, el-Firyabi’den, el-Lalika’dan, İbni Hazm’dan, es-Samani’den ve önceki, sonraki ve günümüz alimlerinden kaviller getiriyor.

İkinci olarak, cehalet mutlak bir özür değildir. İmam Muhammed bin Abdülvehhab (rahimehullah) şöyle dedi: “Sizin bu tağutların ve onlara tabi olanların durumları hakkında ve onlara hüccetin ikame edilip edilmediği hakkında sormanız ne tuhaftır! Size bunu defalarca açıklamamdan sonra nasıl bunda şüphe edersiniz? Zira hüccet kaim olmamış insan yeni İslam’a giren ve uzak bir göçebe toprağında yetişen kişidir veya mesele kapalı olduğunda söz konusu olur…Bu insanlar kendilerine mesele anlatılmadan tekfir edilmez. Fakat Allah’ın kitabında beyan ettiği ve açıkladığı dinin esaslarına gelince, Allah’ın hücceti Kuran’dır. Dolayısıyla kime Kuran ulaşmışsa ona hüccet ulaşmıştır. (Er-Resail eş-Şahsiyye). İbadetin sadece Allah’a yapılması, Kuran’da açıkça belirtilen dinin temel esaslarındandır, bir müslümanın hakkında cahil kalacağı kapalı bir mesele değildir. Oysa Rafıziler, ölülere ibadet ederler, Kuran’ı yalanlarlar ve Nebi aleyhisselamın eşlerine ve sahabelerine söverler! Peki bu durumda birisi nasıl onların “cahil müslümanlar!” olduğunu iddia edebilir?

[3]. Not: Bazı cihad ettiğini sananlar, şeriatın bir hükmüne karşı koyanları bırakın, şeriat’ın temeline (hakimiyet tevhidine) karşı koyan gurupları hiç bir zaman mürted olarak görmüyorlar. Bunlar arasında, ez-Zevahiri’nin demokratik sürece dahil olmalarından sonra “muhterem kardeşler…menheçte, akidede ve zorlukta kardeşler” olarak tanımladığı “Cemaatül İslamiyye’nin” liderleri bulunuyordu. Ez-Zevahiri’nin, bu makalenin bir sonraki paragraflarında alıntılanan ifadelerinden, onun şeriatın temeline karşı çıkan gurupları tekfir ettiği fakat o gurupların bireysel üyelerini tekfir etmediği görülüyor. Şeriatın sadece bazı hükümlerine karşı çıkan guruplar hakkındaki görüşüne gelince, onun tekfir hakkındaki görüşlerinin toplamından onun böyle gurupları tekfir etmediği anlaşılıyor. Halbuki selefin mezhebi bu konuda apaçıktır, çünkü sahabe, şeriatın hükümlerinden olan zekat vermeye karşı direnenlerin tekfiri konusunda icma ettiler ve irtidatları sebebiyle onlarla savaştılar. Şeyhülislam İbni Teymiyye (rahimehullah) şöyle dedi: “Sahabe şöyle demedi: ‘Zekatın farziyetini kabul ediyormusunuz yoksa onun hükmünü inkar mı ediyorsunuz?’ Halifelerden ve sahabelerden böyle bir şey bilinmiyor. Onun yerine es-Sıddık, Ömer’e (radıyallahu anh) şöyle diyor: ‘Vallahi bir deveyi bağlamak için kullanılan bir ip veya bir dişi keçi bile olsa, Allah Rasulüne (sav)’e zekat olarak verdiklerini bana vermezlerse, vermeye karşı çıktıkları için onlarla savaşırdım.’ Yani onların, zekatın farziyetini inkar etmelerine değil, zekat vermeye karşı çıkmalarını onlarla savaşmanın cevazına dayanak yaptı. Bildirildiğine göre onlardan bir gurup zekatın farziyetini kabul etmekle birlikte onu vermekte cimri davrandılar fakat buna rağmen Halife hepsine aynı şekilde muamelede bulundu, savaşçılarını öldürdü, ailelerini köle yaptı, mallarını ganimet olarak aldı ve onlardan öldürülen savaşçıların cehennemde olduğuna şahitlik etti. Ve onların hepsini ‘ehli ridde’ (mürted ehli) olarak isimlendirdi.” (Ed-Dürer es-Seniyye: cilt. 9, sayfa 418).

[4]. Ez-Zevahiri, tekfir ve onunla ilgili bazı kurallar konusunda bir gurup ve o gurubun ferdleri arasında ayırım yapıyor. Bu ayırım, selefin, türbeleri ve anayasaları destekleyenler gibi, küfür üzerine toplanan taifeler hakkındaki icmasına aykırıdır. Şeyh Ebu Cendel el-Azdi (Allah onu esaretten kurtarsın) şöyle diyor: “Sahabeler (radıyallahu anhüm) Müseylemetül Kezzab ve Tüleyha el-Esedi’nin peşinden gidenlerin ve destekleyenlerin küfrü üzerinde icma ettiler. Aynı şekilde onlar, zekat vermeye karşı çıkanların küfrü üzerinde icma ettiler ve hepsine karşı aynı muamelede bulundular, mallarını ganimet olarak aldılar, kadınlarını köle yaptılar ve onlardan öldürülen savaşçıların cehennemde olduğuna şahitlik ettiler ve bu onları bireysel olarak tekfir etmeleridir.” (El-Ayat vel-Ahadis el-Gazire Ala Küfr Kuvvet Dar el-Cizye).

Bundan dolayı böyle bir gurubun bireysel üyeleri hakkında, “biz ona bireysel olarak kafir hükmü veriyoruz ve onu tekzip etmek, ona selam vermeyi başlatmanın haram olduğunu ilan etmek, onun müslüman kadınlarla evlenmesini yasaklamak, öldüğü zaman üzerine namaz kılmamak, müslümanların mezarlığına defnedilmesini yasaklamak, savaşta veya savaş dışında onun kanının helal olduğunu ilan etmek gibi küfür hükmünün gerektirdiği bütün hükümlerini ona uyguluyoruz” (Şeyh Abdülaziz et-Tuveyli – Allah onu esaretten kurtarsın – tarafından ifade edildiği gibi). Ez-Zevahiri’nin görüşü ile İslam Devleti’nin konumu arasındaki pratik fark, savaş siyasetinde ve metodunda uygulanan sertlikte ve şiddette ortaya çıkıyor.

Bununla birlikte irtidatın, Allah yolunda cihad gibi başlangıçta şer’i bir amaç için kurulan müslüman bir gurubun liderlerinde hasıl olması durumunda, gurubun (liderlerinin değişmesinden sonra onların durumları hakkında cahil kalan) üyelerine hüccet ikame edilinceye kadar tekfirde ayırıma gitmenin başlangıçta geçerli bir dayanağı olabilir. Fakat kuvvetle direnmeleri nedeniyle onlarla topluca savaşılır, ta ki fitne kalmasın ve din tamamen Allah’ın olsun.

[5]. Ez-Zevahiri, parlementer “İslamcıları” ve Rafızi Mecusileri tekfir etmiyor.

[6]. “Ceyşul Mücahidin,” “Cebhet Süvar Suriye,” Liva Süvar er-Rakkah,” ÖSO Askeri Konseyleri (örneğin “Mişmiş’i” kuranlar)…bunların hepsi mürted Suriye Milli Konseyi tarafından desteklenen ve ona bağlı olan guruplardır. Örneğin “Ceyşul Mücahidin” ile Suriye Milli Konseyi Savunma Bakanı arasındaki ilişki için Dabık 2’nin 24-25. sayfalarına bakınız.

[7]. Emirliğin bildirisinde şöyle deniyor: “Afganistan İslam Emirliği, bu devletlerin bütün müslüman yöneticilerini, Amerika’nın çıkarlarını savunmanın aksine Mescid’i Aksa’yı savunmak için İslami bir koalisyon kurmaya ve müslümanların ilk kıblesi Mescid’i Aksa’ya yönelik yahudi saldırganlığını durdurma adına islami ve ahlaki sorumluluklarını üstlenmeye çağırıyor. İslam devletlerinin yönetcilerinin aralarındaki ihtilafları bir kenara bırakmaları ve Mescid’i Aksa’yı müdafa etme sorumluğunu omuzlamaları, üzerlerine bir görevdir. (Afganistan Emirliği’nin Mescid’i Aksa’ya yönelik siyonist saldırı hakkında bildirisi).

Molla Ömer şöyle dedi: “Aynı şekilde biz özellikle Katar emiri Şeyh Temim bin Hamad bin Halife el-Sani Ekselanslarına, göstermiş olduğu samimi çabalarından ve adı geçen liderlerin serbest kalmasını sağlama konusunda başarılı aracılık rolünden ve onları ağırlamasından dolayı teşekkür ediyoruz. Allah’tan Ekselanslarına dünya hayatında güzel bir karışlık ve ahirette ise büyük bir ödül vermesini diliyorum” (Cihad liderlerinin Guantanamo hapishanesinden serbest bırakılmaları ile ilgili bir tebrik mesajı).

Emirlik ayrıca şu açıklamayı yaptı: “Şunun da belirtilmesi gerekiyor ki biz kardeş ülke Katar’a ve onun saygıdeğer emiri Şeyh Hamad bin Halife el-Sani Ekselanslarına – Allah onu korusun –İslam Emirliği için ülkesinde siyasi bir ofis açılmasını kabul etmesi ve bununla ilgili imkanları nazikçe sağlaması nedeniyle teşekkürlerimizi ve saygılarımızı sunuyoruz.” (Katar’da Afganistan İslam Emirliği için bir siyasi ofis açılması ile ilgili bir bildiri).

[8]. Molla Ömer, haçlılar tarafından çizilen bugünkü Afganistan sınırları dışında operasyon yapma veya sınırların ötesine genişleme niyetleri olduğunu reddediyor. Bu yüzden el-Kaide’nin çeşitli kollarının Molla Ömer’e biatlı olduklarına dair iddiaları batılın en kötü türlerindendir.

Molla Ömer’in ifade ettiği şeyler arasında şu da var: “İslam Emirliği, dünya ülkeleri ve özellikle İslam dünyası ve komşu ülkeler ile İslami yasalar, milli çıkarlar, karşılıklı saygı ve ortak işbirliği ışığında iyi ilişkiler ve karşılıklı etkileşim istemektedir. İslam Emirliği, başka ülkelerin içişlerine karışmayı amaçlamadığı gibi başka ülkelerin de kendi içişlerine karışmalarına izin vermez. İslam Emirliği, hiç kimseye Afganistan topraklarını başkalarına karşı kullanmasına izin vermeyeceğine dair dünyaya garanti veriyor ve aynı şekilde İslam dininin öğretileri ve milli çıkarlarımız ışığı altında bütün uluslararası kanunlara ve anlaşmalara da saygı göstereceğini açıkça ilan ediyor. Arap devrimleri sonucu ortaya çıkan yeni hükümetleri ve Arap halkını yeni hayatlarında ve işlerinde tebrik ediyoruz ve kalkınmaya, parlak bir geleceğe ve yaşamlarında İslam’ın öğretilerine bağlılığa sahip olmaları için onlara dua ediyoruz” (Hicri 1433 yılı mübarek Ramazan bayramı münasebetiyle bir bildiri).

Yine Emirlik şu açıklamayı yaptı: “İslam Emirliği, dünya ülkeleri ve bölge ülkeleriyle ilişkilerini ortak işbirliği ve karşılıklı saygı temelinde yürütmek istemektedir. İslam Emirliği daha önce kimseye zarar vermedi, şuanda kimseye zarar vermiyor ve gelecekte de zarar vermeyecektir. Aynı şekilde kimsenin Afgan topraklarını başkalarına karşı kullanmasına da müsaade etmiyor” (İslam Emirliği’nin Fransa'daki araştırma konferansında yaptığı konuşma metninden).

[9]. Emirliğin resmi sözcüsünün açıklaması şöyle: “Yakın zamanda Hindistan, Çin ve Rusya gibi bazı bölge ülkeleri, Amerika’nın Afganistan’dan güçlerini çekmesi ve bölgeyi terketmesi durumunda bölgenin bir dengesizlik durumu ile karşı karşıya kalacağını ve bölge ülkelerinin Afganistan’dan tehdit göreceklerine dair endişelerini dile getirdiler. Biz bu tür endişelerin Batı istihbaratının kontrol ettiği medya tarafından yayılan negatif propagandanın etkisi olduğunu düşünüyoruz ve bölge ülkelerinden gerçekleri kendileri için soruşturmalarını ve mevcut durumu gözününde bulundurarak bildiriler yayınlamalarını talep ediyoruz. İslam Emirliği, Afganistan’dan bölgedeki herhangi bir ülkeye veya herhangi bir komşu ülkeye zarar gelmeyeceğine dair garanti vermektedir. Biz hem kendi ülkemiz için hem de bölge için emniyeti oluşturmanın arayışı içerisindeyiz” (Bazı bölge ülkelerinin endişeleri ile ilgili olarak Emirliğin sözcüsü tarafından yapılan açıklamalar).

[10]. Emirlik şu ifadeleri kullandı: “Bu temelde İslam Emirliği, dengeli ve duyarlı dış siyaseti ışığı altında karşılıklı saygı, eşitlik ve bölge ülkeleri ve dünyanın çeşitli bölgelerindeki ülkelerle birbirlerinin iç işlerine karışmamazlık temeline dayalı diplomatik ilişkiler kurdu. Emirlik, siyasi ilişkilerini genişletme ve aynı şekilde bunu dünyanın kalan bölgelerine yayma çabası içindedir. Bizim İran İslam devleti ile ilişkilerimiz bu zincirin bir halkasıdır. İran’ın talebi ve daveti, İslam Emirliği siyasi ofisi başkanının heyeti ve yardımcısı ile İran’a ziyareti ve İranlı yetkililer ile yapılan olumlu görüşmelerin hepsi İslam Emirliği’nin sağlam, duyarlı, dengeli ve bağımsız dış siyasetinin açık bir göstergesidir. Ayrıca karşılıklı ilişkileri geliştirmek adına heyetin gösterdiği çabalar ve Afgan mülteciler konusunda yaptıkları görüşmeler, dünya ülkeleri ile ilişkilerin kurulmasının ana ve ilk hedefinin Afgan halkının istek ve arzularını yerine getirmek ve ülkenin menfaatlerini ve güvenliğini elde etmek olduğunu göstermektedir. İran bir İslam ülkesidir, Afganistan ile sınır paylaşmaktadır, orada 2 milyondan fazla Afgan mülteci yasamaktadır, petrol zenginidir ve iyi bir ekonomisi vardır, deniz kıyısına sahiptir ve hem bölgede hemde küresel seviyede önemli bir ülkedir. İki ülkeyi biraraya getiren ve hatta kamu menfaaleri ve iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde birbirlerine karşı iyi bir davranış içinde bulunmaya ve siyasi, sosyal ve ekonomik bağları sürdürmeye zorlayan işte bu çıkarlardır” (Emirliğin dış siyaseti ülkenin menfaatlerini temsil etmektedir).

Emirlik yine şu açıklamada bulundu: “Fars Haber Ajansı, İslam Emirliği’nden bir heyetin, İran İslam Cumhuriyeti’ne bir ziyaret gerçekleştirdiğini bildiren bir haber yayınladı. İslam Emirliği bunu doğruluyor ve destekliyor. Kısa bir süre önce İslam Emirliği’nin siyasi ofis başkanının liderliğinde bir heyet, İran’ın başkenti Tahran’a üç günlük bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaretin amacı her iki taraf arasındaki ikili ilişkilerin görüşülmesiydi ve heyet bu konuları görüştükten sonra Afganistan’a geri döndü…İran hükümeti’nin resmi daveti sonrası gerçekleşen görüşme esnasında İslam Emirliği, halkın ve mücahidlerin sesini ve ihtiyaçlarını dünyadaki çeşitli ülkelerin heyetlerine iletti. Ayrıca halihazırdaki durum hakkında bilgi verdi ve İran İslam Cumhuriyeti’nin üst düzey yetkileri ile çeşitli konularda faydalı görüşmeler gerçekleştirdi…Şunu da belirtmeliyiz ki İslam Emirliği her zaman bölge ülkeleri ve dünya ile ilişkilerini karşılıklı saygı çerçevesinde sürdürmenin peşinde olmuştur ve bu konuda çabalarına ara vermemiştir” (İslam Emirliği heyetinin İran Cumhuriyeti’ne gerçekleştirdiği ziyaretin üzerine el-Kari Muhammed Yusuf Ahmedi’nin açıklamaları).

Molla Ömer şöyle dedi: “Kurnaz düşmanın bütün lanetli hilelerine karşı çıkmak ve düşmanın Müslümanlar arasındaki ihtilafları alevlendirmesine imkan vermemek bütün müslümanlar üzerine zorunludur. Amerikan politikalarının önemli bir parçası, Irak’taki müslümanları Şii ve Sünni isimleriyle sınıflandırmak, Afganistanlıları ise Peştun, Tacik, Hazari ve Özbek isimleriyle sınıflandırmak ve bu sayede halk ayaklanmalarının ve silahlı direnişin gücünü ve şiddetini azaltmaktır…Bu bağlamda Irak’taki kardeşleri Şii-Sünni adı altında varolan ihtilafları sonlandırmaya ve hep birlikte işgalci düşmana karşı savaşmaya çağırıyorum, çünkü birlik olmadan zafer mümkün olmaz” (Irak’ın ve Afganistan’ın mücahid halkına bir mesaj).

NOT: Uzun süredir Horasan’da bulunan bazı muhacirler bana, Afganistan’da ve Veziristan’da Molla Ömer’in halen hayatta olduğundan kuşku duyan ve onun öldürüldüğüne ya da esir alındığına inanan üst düzey komutanların olduğunu bildirdiler. Bu komutanlardan hiç birisi Afganistan’a karşı başlatılan son haçlı kampanyasının başlangıcından bu yana Molla Ömer’i görmediler. Hatta Molla Ömer’in oğlunun babasını 12 yıldır görmediğini söylediğini aktardılar. Bu yüzden, haktan açık sapma içeren bu ifadeler Molla Ömer’den başka birisine ait olabilir. Ona son dönemde atfedilen bildirilerin onun eski mesajlarının benzeri olduğu söylense bile onun eski mesajları aynı ölçüde yanlışlar içermiyordu. Vallahu’l müstean
 
Son düzenleme:
M Çevrimdışı

Muvahhid Mücahid

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Afedersiniz bu adamlar kıçında donla gezerken Şeyh zevahiri tagutlarla savaşıyordu.Ellerinden gelen her şeyi yapacaklar.Bunu çok iyi biliyoruz.İşid vahşet devleti propaganda konusunda bir numaradır.Onların propagandası kafirlere değil tagutu reddeden Müslümanlaradır.Irakda baasın cami imamı olan adamın itikadı çorba olmuş onun yalakaları şeyhe saldırıyor.Bunlara en iyi cevap kılıçtır diyorum.
 
Üst Ana Sayfa Alt