Cenaze Namazı
Cenaze namazının hükmü ve delili:
Müslüman ölüye namaz kılmak farz-ı kifayedir. Çünkü Peygamber (s.a) bu namazı pekçok hadis-i şerifte emretmiş bulunmaktadır. Zeyd b. Halid el-Cüheni'den: "Peygamber (s.a)'ın ashabından bir adam Hayber günü vefat etti. Bunu Rasûlullah (s.a)'a söylediler. O: "Arkadaşımızın namazını kılınız" diye buyurdu. Bundan ötürü insanların yüzleri değişti. Peygamber şöyle buyurdu: "Sizin arkadaşınız Allah yolunda (cihada çıkmışken) ganimetten çaldı." Eşyalarını araştırdık, yahudilere ait boncuklardan iki dirhem etmeyen bir miktar boncuk bulduk."
Bundan iki şahıs müstesnadır. Üzerlerine namaz kılmak vacib değildir: Birincileri ergenlik yaşına gelmemiş çocuktur. Çünkü Peygamber (s.a) oğlu İbrahim (a.s)'ın namazını kılmamıştır. Aişe (r.anha) dedi ki: "Peygamber (s.a)'ın oğlu İbrahim onsekiz aylık iken öldü, Rasûlullah (s.a) onun namazını kılmadı."
İkincileri şehiddir. Çünkü Peygamber (s.a) Uhud şehidlerinin ve başkalarının cenaze namazlarını kılmamıştır. Fakat bu durum vücub sözkonusu olmaksızın şehidlerin de, çocukların da cenaze namazlarını kılmanın meşruiyetine aykırı değildir. Nitekim ileride bundan sonraki meselede her ikisi ile ilgili hadislerde bu husus görülecektir:
Aşağıda sözü edilenler üzerinde cenaze namazı kılmak meşrudur:
1. Çocuk: İsterse düşük olsun (düşük tamamlanmadan önce annesinin karnından düşen cenine denilir). Bu hususta iki hadis-i şerif vardır:
"...Çocuk (bir rivayette düşük) üzerine namaz kılınır, anne-babasına mağfiret ve rahmet ile dua edilir." Hadisi Ebu Davud, Nesai ve başkaları sahih bir sened ile rivayet etmiştir.
2. Aişe (r.anha)'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Rasûlullah (s.a)'a ensar çocuklarından bir çocuk getirildi. Onun üzerine namaz kıldı. Aişe dedi ki: Ben de: Ne mutlu buna cennet kuşlarından bir kuş. Hiçbir kötülük işlemedi, kötülük işleyecek yaşa da gelmedi. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: Daha başka şey söyleseydin olmaz mıydı? ey Aişe. Yüce Allah cenneti yarattı ve oraya girecekleri yarattı. Onlar daha babalarının sulblerinde iken onları (cennet için) yarattı. Cehennemi de yarattı ve oraya girecekleri de yarattı. Onlar henüz babalarının sulblerinde iken onları (cehennem için) yarattı."
Nevevi -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demektedir: "Müslüman alimlerinden kendisine itibar edilenlerin hepsi müslüman çocuklarından ölen kimselerin cennet ehlinden olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Bu hadis ile ilgili verilecek cevap şudur: Peygamber (s.a) delilsiz bir şekilde kat'î bir kanaat belirtmekte acele etmemesini istemiş olabilir. Yahutta bunu müslümanların çocuklarının cennette olduğunu öğrenmesinden önce söylemiş olmalıdır."
es-Sindi, Nesai üzerine yazdığı haşiyesinde bir başka cevap vermektedir ki özetle şöyledir: Peygamber (s.a)'ın Aişe (r.anha)'a kesin bir kanaati muayyen bir çocuk hakkında belirtmesini reddetmiştir. Çünkü özel bir kimse hakkında kesin kanaat belirtmek sahih değildir. Zira anne-babasının iman sahibi olduklarını muhakkak olarak söyleyebilmek sözkonusu değildir. Bu bir gaybdır. Yüce Allah'ın hükme dayanak aldığı da budur.
Zahir olan şu ki ceninin -eğer ona ruh üflenmiş ise- cenaze namazı kılınabilir. Bu ise annesinin karnında dört ayı tamamladıktan sonra ölümü halinde sözkonusu olur. Bundan önce düşecek olursa, namazı kılınmaz. Çünkü o açıkça görüleceği gibi ölü değildir.
Bunun asıl dayanağı ise Abdullah b. Mesud (r.a)'ın merfu olarak rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: "Sizden herhangi birinizin hilkati annesinin karnında kırk gün kalır. Sonra bu kadar bir süre alaka olur. Sonra bu kadar bir süre bir çiğnemlik et olur. Sonra ona bir melek gönderilir... Ona ruh üfler." Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
(Namazları kılınması meşru olanlardan ikincisi) şehiddir. Bu hususta pekçok hadisi şerif vardır; Şeddad b. el-Hâd'dan gelen rivayet: Bedevilerden bir adam Peygamber (s.a)'a gelip ona iman etti ve ona tabi oldu. Sonra: Seninle beraber hicret edeyim dedi... Bir süre böylece kaldılar. Daha sonra düşman ile bir savaşa gittiler. Adam bir ok isabet etmiş olduğu halde taşınarak Peygamber (s.a)'a getirildi... Daha sonra Peygamber (s.a) onu kendi cübbesi ile kefenledi, sonra onu önüne koyup, üzerine namaz kıldı..."
Abdullah b. ez-Zübeyr'den gelen rivayet: "Rasûlullah (s.a) Uhud günü emir vererek Hamza'nın üzeri bir burde ile örtüldü. Sonra üzerine namaz kıldı, dokuz tekbir getirdi. Daha sonra diğer şehidler getirildi. Sıraya diziliyorlar, o da onlara ve onlarla birlikte Hamza'nın üzerine namaz kılıyordu."
Enes b. Malik (r.a)'dan rivayete göre: "Peygamber (s.a) Hamza'nın yanından geçti. Onun azalarının kesilmiş olduğunu gördü. Şehidler arasından ondan başkasının namazını kılmadı. Uhud'da şehid düşenleri kastetmektedir."3 Hadisi Ebu Davud sahih bir senedle rivayet etmiştir.
Bir kimse şöyle diyebilir: Bu hadis-i şeriflerle şehidler üzerine cenaze namazı kılmanın meşruiyeti sabit olmaktadır. Cenaze namazının asıl hükmü ise vacib olmasıdır. Niye (bu hususta da) vacib olduğu söylenmiyor ?
Bedir gazvesinde ve diğerlerinde ashab-ı kiram'dan pekçok kimse şehid düşmüştür. Peygamber (s.a)'ın bu şehidlerin cenaze namazını kıldığı nakledilmemiştir. Eğer bu işi yapmış olsaydı, ondan bunu naklederlerdi. Bu durum şehidler üzerine cenaze namazı kılmanın vacib olmadığına delildir. Bundan dolayı İbnu'l-Kayyim, Tehzibu's-Sünen adlı eserinde (IV, 295)'de şunları söylemektedir:
"Bu meselede doğru olan kişinin üzerlerine namaz kılmak ile kılmayı terketmek arasında muhayyer bırakıldığıdır. Çünkü her iki hususa dair rivayetler gelmiş bulunmaktadır. Bu görüş aynı zamanda İmam Ahmed'den gelen rivayetlerden birisidir. Onun usülüne ve mezhebine daha layık olan da budur."
Derim ki: Şehidlerin cenaze namazını kılmak mümkün olduğu takdirde hiç şüphesiz terketmekten daha faziletlidir. Çünkü cenaze namazı hem bir dua, hem bir ibadettir.
3. Allah'ın hadlerinden birisi kendisine uygulandığı için ölen kimse(nin de cenaze namazını kılmak meşrudur.) Çünkü İmran b. Husayn'ın rivayet ettiği hadis bunu ifade etmektedir:
"Cuheyne'den bir kadın Allah'ın Peygamberine (Allah'ın salât ve selamı ona olsun) zinadan hamile olduğu halde geldi ve: Ey Allah'ın Peygamberi ben haddi gerektiren bir iş yaptım onu bana uygula dedi. Allah'ın Peygamberi (Allah'ın salât ve selamı ona olsun) o kadının velisini çağırdı ve: Buna güzel davran, doğumunu yaptığı vakit onu yanıma getir dedi. Adam denileni yaptı. Allah'ın Peygamberi kadın hakkında emir verince elbiseleri üzerine iyice bağlandı. Sonra emir verince recm edildi. Daha sonra cenaze namazını kıldı. Ömer ona: Ey Allah'ın Peygamberi bu kadın zina etmişken onun namazını mı kılacaksın? Peygamber şöyle buyurdu: Andolsun öyle bir tevbe etti ki eğer Medine ahalisinden yetmiş kişiye paylaştırılacak olsa hepsine yeterdi. Sen yüce Allah için kendi canını cömertçe feda etmesinden daha faziletli bir tevbe biliyor musun?"
4. (Cenaze namazlarının kılınması meşru olanlar arasında) masiyetleri ve haram olan hususları işleyen facir kimse. Farziyetlerini kabul etmekle birlikte namaz kılmayan, zekat vermeyen, zina eden, içki eden ve buna benzer fasıkların namazları kılınır. Şu kadar var ki ilim ehli ve dine bağlı kimselerin benzerlerine bir ceza ve bir te'dib olmak üzere cenaze namazlarını kılmamaları gerekir. Nitekim Peygamber (s.a) da böyle yapmıştır. Bu hususta bazı hadis-i şerifler vardır:
Ebu Katade'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a) bir cenazeye (namazını kılmak üzere) çağrıldığı vakit onun durumunu sorardı. Eğer ondan hayır ile sözedilirse kalkar namazını kılardı, şâyet ondan başka türlü sözedilirse cenaze sahiblerine: "Siz ona yapacağınızı yapınız." der, namazını kılmazdı."
Cabir b. Semura'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir adam hastalandı, onun için feryad edildi. Komşusu Rasûlullah (s.a)'a gelerek dedi ki: O öldü, Peygamber nerden biliyorsun diye sordu. Adam: Ben onu gördüm dedi. Rasûlullah (s.a): Hayır o ölmedi diye buyurdu. Adam geri döndü, yine onun için feryad edildi. Hanımı Rasûlullah (s.a)'a git, ona haber ver dedi. Adam: Allah'ım ona lanet et dedi. (Cabir) dedi ki: Sonra adam gitti. Okun sivri tarafıyla intihar etmiş olduğunu gördü. Peygamber (s.a)'a giderek onun ölmüş olduğu haberini verdi. Peygamber: Nerden biliyorsun diye sordu. Adam: Ben onu yanındaki okun ucu ile kendisini keserken gördüm. Peygamber sen onu gördün mü diye sordu. Adam evet dedi. Peygamber: O halde ben onun namazını kılmam diye buyurdu."
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye, el-İhtiyarat (s. 52)'de şöyle demektedir: "Onlardan herhangi birisinin (katil, ganimet hırsızı, borcunu ödeyecek karşılığı bulunmayan borçlu) cenaze namazını benzer kimseleri, benzer davranışlardan alıkoymak üzere namazını kıldırmak istemeyen kimsenin bu davranışı güzeldir. Şâyet zahiren cenaze namazını kılmamakla birlikte, batınan ona dua edip böylece her iki maslahatı birarada yapmaya kalkışırsa bu onlardan birisini kaçırmaktan daha uygundur."
Zeyd b. Halid'in Peygamber (s.a)'ın ganimetten çalan kimsenin cenaze namazını kılmak istememesi ile ilgili hadisi ve ashabına söylediği şu sözleri: "Arkadaşınızın cenaze namazını kılınız... Çünkü sizin arkadaşınız Allah yolunda (alınan) ganimetten hırsızlık yaptı." Hadisi Sünen sahibleri daha önce açıklandığı üzere sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
5. Geriye borcunu ödeyecek kadar mal bırakmayan borçlunun da cenaze namazı kılınır. Rasûlullah (s.a) önceleri böylesinin cenaze namazını kılmamıştır. Bu hususta bir takım hadis-i şerifler vardır:
Seleme b. el-Ekva'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a)'ın yanında oturuyorduk. Bir cenaze getirildi ve onun namazını kıldır dediler. Peygamber: Borcu var mı diye sordu. Hayır dediler. Peki geriye bir şey bıraktı mı diye sordu. Yine hayır dediler. Peygamber onun namazını kıldırdı.
Daha sonra bir başka cenaze getirildi. Ey Allah'ın Rasûlü bunun namazını kıldır dediler. Peygamber: Borcu var mı diye sordu. Evet denilince, peki geriye bir şey bıraktı mı diye sordu. Onlar üç dinar bıraktı dediler. [(Seleme) dedi ki: Parmaklarıyla üç defa dağlanma diye gösterdi] ve namazını kıldırdı.
Daha sonra üçüncü bir cenaze getirildi. Namazını kıldır dediler. Geriye bir şey bıraktı mı diye sordu. Hayır dediler. Peki borcu var mı diye sordu. Üç dinar borcu var dediler. Peygamber: Arkadaşınızın namazını siz kılınız diye buyurdu. [Ensardan kendisine] Ebu Katade [denilen adam] kalkıp dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü sen namazını kıldır, borcunu ben üstleniyorum dedi. Peygamber de namazını kıldırdı."
Ebu Katade (r.a)'dan Seleme b. el-Ekva'ın hadisinde zikredilen üçüncü olaya -ondan önceki şahıs ile ilgili olarak da rivayet edilmiştir- yakın bir rivayet gelmiştir. Sözkonusu bu rivayette şunlar yeralmaktadır: "Ben onun borcunu ödeyecek olursam, onun cenaze namazını kılar mısın? (Peygamber): Eğer onun borcunu (borcun sana havalesi şeklinde ya da benzeri bir yolla değil de) kendinden ödeyecek olursan namazını kılarım. Ebu Katade gidip onun borcunu ödedi. Peygamber: Üzerindeki borcu ödedin mi diye sordu. Evet dedi. Rasûlullah (s.a)'ı çağırdı ve onun namazını kıl(dır)dı."
Ebu Hureyre (r.a)'dan rivayete göre: "Rasûlullah (s.a)'a (önceleri) borçlu olan bir ölü getirilince bu borcunu ödeyecek bir şeyler bıraktı mı diye sorardı. Şâyet borcunu ödeyecek bir mal bırakmışsa namazını kıldırırdı, değilse namazını kıldırmaz ve: Arkadaşınızın namazını siz kılın derdi. Yüce Allah ona fetihleri nasib edince şöyle buyurdu: Ben mü'minlere kendi öz canlarından daha yakınım. [Dünyada da, ahirette de dilerseniz: "Peygamber mü'minlere kendi öz canlarından daha yakındır." (el-Ahzab, 33/6) buyruğunu okuyunuz.] Buna göre kim üzerinde borç olduğu halde vefat eder [ve borcunu ödeyecek bir şey bırakmazsa] onu ödemeyi ben üzerime alıyorum. Kim de geriye bir mal bırakırsa o da mirasçılarına aittir."
Tayalisi'nin Müsned'inin ravisi olan Ebu Bişr Yunus b. Habib hadisin akabinde şunları söylemektedir: "Ben Ebu'l-Velid'i -Tayalisi'yi kastediyor- şunları söylerken dinledim: Bununla daha önce borçlu olana dair (namaz kılmadığını belirten) diğer hadisleri neshetmiş olmaktadır."
6. Cenaze namazı kılınmadan defnedilen yahutta bir kısmı kılmakla birlikte, bir kısmının namaz kılmadığı kimsenin kabri üzerinde cenaze namazı kılınabilir. Şu kadar var ki ikinci halde imam olacak kimsenin daha önce namazını kılmamış kimselerden olması gerekir. Bu hususta bazı hadis-i şerifler vardır:
Abdullah b. Abbas (r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir adam vefat etti -Rasûlullah (s.a) hasta iken onu ziyarete giderdi- geceleyin onu defnettiler. Sabah olunca ona haber verdiler. Peygamber: Bana haber vermenizi ne engelledi diye sordu. Onlar gece idi ve karanlık vardı. Seni sıkıntıya sokmak hoşumuza gitmedi dediler. Peygamber (s.a) onun kabrine gitti, üzerine namaz kıldı. [(Abdullah b. Abbas) dedi ki: Bize imam oldu, bizi de arkasında saf halinde dizdi], [ve ben de aralarında idim], [ve dört tekbir getirdi]."
Ebu Hureyre (r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mescidi süpüren (bir rivayette: oradan bez parçalarını, sopaları toplayan) siyah bir kadın öldü. Peygamber (s.a) onu görmeyince birkaç gün sonra onu sordu. Ona: O kadın öldü denilince, niye bana haber vermediniz diye sordu. (Onlar: Geceleyin öldü ve defnedildi, seni uyandırmak istemedik dediler.) (Ebu Hureyre dedi ki: Sanki onlar kadının halini küçümsemiş gibi oldular. Peygamber şöyle buyurdu: Bana kabrini gösteriniz dedi, ona kabrini gösterdiler), (kabrine gitti ve üzerine namaz kıldı). Sonra [(hadisin ravilerinden birisi olan) Sabit dedi ki: İşte o vakit ya da bir başka hadiste] şöyle buyurdu: Bu kabirler sahibleri üzerine karanlıkla doludur ve şüphesiz aziz ve celil olan Allah benim onlara namaz kılmam sebebiyle o kabirleri onlar için nurlandırmaktadır."
7. Ölenin üzerine cenaze namazı kılacak kimsenin bulunmadığı bir beldede ölen kimse için müslümanlardan bir kesim gaib namazı kılarlar. Çünkü Peygamber (s.a) Necaşi üzerine namaz kılmış (ve kıldırmış)tır. Bunu onun ashabından bir topluluk biri diğerine göre fazla lafızlar kullanarak rivayet etmişlerdir.
Elbani r.a. der ki ; « Ben ashabın bu husustaki hadislerini topladım, sonra bunları daha faydalı olsun diye tek bir anlatım halinde düzenledim. Burada anlatım Ebu Hureyre'nin rivayetine göredir:
"Rasûlullah (s.a) [kendisi Medine'de bulunuyorken] insanlara Necaşi [Ashama'nın], [Habeşistan hükümdarının] vefat ettiğini öldüğü gün insanlara bildirdi. [Buyurdu ki: Sizin bir kardeşiniz ölmüş bulunuyor. (Bir rivayette: Bugün Allah'ın salih bir kulu öldü). [Sizin ülkenizden başka bir yerde] [kalkın onun cenaze namazını kılın], [o kimdir diye sordular. Peygamber: Necaşi diye buyurdu], [ve şunları söyledi: Kardeşiniz için mağfiret dileyiniz. (Ebu Hureyre) dedi ki: Ashabı ile namazgaha çıktı. (Bir rivayette bakia denilmektedir, [sonra öne geçti (ashab) arkasında saf tuttular.] [İki saf oldular], [(Ebu Hureyre) dedi ki: Biz de arkasında ölü üzerine (cenaze namazı için) saf tutulur gibi saf tuttuk ve ölüye namaz kılındığı gibi üzerine namaz kıldık], [cenazenin onun önüne konulmuş olmasından başka bir kanaat düşünülemezdi], [(Ebu Hureyre) dedi ki: Bize imam oldu ve üzerine namaz kıldı] ve (üzerine) dört tekbir getirdi."
Derim ki bu hadislerde açıkça görüldüğü üzere çeşitli açılardan Necaşi Ashaba'nın müslüman olduğuna delil vardır. Bunu şu da desteklemektedir: Onun Peygamber (s.a)'ın nubuvvetini tasdik ettiğine dair açık ifadeler gelmiş bulunmaktadır. Ebu Musa el-Eş'ari (r.a) şöyle demiştir:
"Rasûlullah (s.a) bizlere Necaşi'nin ülkesine gitmemizi emretti. -Bu husustaki kıssayı anlattı, onda şu ifadeler de yer almaktadır- Necaşi dedi ki: Şehadet ederim ki o Allah'ın Rasûlüdür ve o Meryem oğlu İsa'nın müjdelediği kişidir. Eğer üzerimde şu hükümdarlık görevi olmasaydı, onun yanına gider ve ayakkabılarını taşırdım."
Gaib cenaze namazı ile ilgili sözünü ettiğimiz husus hadisin başka bir mana ifade etme ihtimali olmayan bir husustur. Bundan dolayı mezheblerin muhakkik alimlerinden bir kesim bizden önce bu görüşü tercih etmiş bulunmaktadır. Şimdi bu hususta İbnu'l-Kayyim -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-'in sözlerinden bir hulasayı size sunmak istiyorum. İbnu'l-Kayyim, Zadu'l-Mead (I, 205-206)'da şunları söylemektedir:
"Gaib her ölen kişi üzerine namaz kılmak Peygamberin uygulaması ve sünnetinden değildi. Gaib olduğu halde ölen pekçok müslüman olmakla birlikte onların namazlarını kılmamıştır fakat onun Necaşi'nin üzerine cenaze namazı kıldığı sahih olarak ondan rivayet edilmiş bulunmaktadır.
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye şöyle demektedir: "Doğrusu şudur. Gaib bir kimse eğer üzerinde namaz kılınmayan bir beldede ölmüş ise onun gaib cenaze namazı kılınır. Peygamber (s.a)'ın Necaşi'nin namazını kıldığı gibi. Çünkü Necaşi kâfirler arasında ölmüştü ve onun cenaze namazı kılınmamıştı. Şâyet öldüğü yerde cenaze namazı kılınırsa onun üzerine gaib cenaze namazı kılınmaz. Çünkü müslümanların üzerine namaz kılmaları suretiyle farz kalkmış olmaktadır. Peygamber (s.a) gaibin cenaze namazını kıldığı da olmuştur, terkettiği de olmuştur. Onun yaptığı da, terkettiği de sünnettir. Bunun ele alınacağı yer burası değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Üç görüş de Ahmed'in mezhebindeki görüşlerdir. En sahih olanı bu şekildeki açıklama tarzıdır."
el-Hattabi Maalimu's-Sünen adlı eserinde şunları söylemektedir: "Derim ki: Necaşi müslüman bir adamdır. Rasûlullah (s.a)'a iman etmiş, onun peygamberliğini tasdik etmiştir. Şu kadar var ki o imanını gizliyordu. Müslüman bir kimse öldüğü takdirde diğer müslümanların onun cenaze namazını kılmaları icab eder. Ancak Necaşi kâfir kimseler arasında idi. Onun yanında üzerine namaz kılmak suretiyle hakkını verecek kimse bulunmuyordu. Dolayısıyla Rasûlullah (s.a)'ın bu işi yapması icab etmiştir. Çünkü Allah'ın Rasûlü, O'nun peygamberi, O'nun velisi ve bütün insanlar arasında O'na en yakın olanıdır. İşte bu -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya- Peygamber efendimizin onun üzerinde gıyaben namazını kılmasına sebebtir.
Buna göre müslüman eğer herhangi bir beldede ölür ve onun namazı kılınmak suretiyle hakkı yerine getirilmiş ise bir başka beldede bulunan kimseler onun üzerinde gıyabi namaz kılmazlar. Eğer herhangi bir engel ya da bunu önleyen bir mazeret dolayısıyla namazının kılınmadığı bilinecek olursa, sünnet onun namazını kılmaktır. Mesafenin uzaklığı dolayısıyla bu terkedilmez. Üzerine namaz kılacak olurlarsa, kıbleye yönelirler. Eğer ölünün bulunduğu belde kıble cihetinde değil ise o şehire doğru yönelmezler.
Her gaibin üzerine cenaze namazı kılmanın meşru olmadığını gösteren hususlardan birisi de şudur. Raşid halifeler ve başkaları vefat ettiklerinde müslümanlardan hiçbir kimse onların gaib namazlarını kılmamıştır. Eğer böyle bir iş yapılmış olsaydı, bu hususta onlardan mütevatir olarak naklin gelmesi gerekirdi.
Şimdi bu gerçeği günümüzde çoğu müslümanların uyguladıkları her gaibin cenaze namazını kılmaları şeklindeki uygulamalarıyla bir karşılaştıralım. Hele bu gaib eğer tanınan ve bilinen birisi ise. İsterse sadece siyasi bakımdan tanınan fakat salih olup olmadığı, İslama hizmet ettiği bilinmeyen bir kimse dahi olsun. İsterse bu kişi Harem-i Mekki'de ölmüş ve onun cenaze namazını hac mevsiminde binlerce kişi hazırda bulunan bir cenaze olarak kılmış olsunlar. Şimdi bizim sözünü ettiğimiz durumu böyle bir namaz ile bir karşılaştıralım. O zaman kesinlikle şu bilinecektir. Peygamber (s.a)'ın sünnetini ve selefin (r.anhum) mezhebini bilen hiçbir kimse bunun bid'atlerden bir bid'at olduğu hususunda asla şüphe ve tereddüt etmez.
Kâfirlerin ve münafıkların cenaze namazlarını kılmak, onlar için mağfiret ve rahmet dilemek haramdır. Çünkü şanı yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma. Kabrinin başında da durma. Çünkü onlar Allah'a ve Rasûlüne kâfir oldular ve fasık olarak öldüler." (et-Tevbe, 9/84)
Ali (r.a)'dan da şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Bir adamın müşrik olan anne-babasına mağfiret dilediğini duydum. Ben: müşrik oldukları halde anne-babana mağfiret mi diliyorsun dedim. Adam: İbrahim de müşrik olduğu halde babası için mağfiret dilememiş miydi dedi. (Ali) dedi ki: Bunu Peygamber (s.a)'a söyledim. Bunun üzerine şu buyruklar indi:"O çılgın ateşlikler oldukları açıkça ortaya çıktıktan sonra akrabaları dahi olsalar müşriklere peygamberin de, mü'minlerin de mağfiret dilemeleri olur şey değildir. İbrahim'in babasına mağfiret dilemesi ancak ona verdiği bir sözden dolayı idi ama onun Allah'ın düşmanı olduğu açıkça kendisine belli olunca ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim çokça yalvarıp yakaran ve gerçekten yumuşak huylu idi." (et-Tevbe, 9/113-114)
Derim ki: Bu şekilde mağfiret dilemeyi yüce Allah İbrahim suresinin sonlarında onun duası olarak da bize zikretmiş bulunmaktadır: "Rabbimiz hesabın görüleceği gün beni ana-babamı ve bütün iman edenleri bağışla." (İbrahim, 14/41) Müfessirlerin naklettiklerine göre o bu duayı babasının ölümünden ve Mekke'ye hicret etmesinden sonra yapmıştır. Zaten sözü geçen âyet-i kerimenin son olarak zikredildiği diğer âyetlerin ifadesi de bunu göstermektedir. Buna göre mağfiret dileme âyetinde sözkonusu edilen açıklama yine babasının ölümünden sonra olmuş olmalıdır. Bu da yüce Allah'ın ona hükmü bildirmesi suretiyle olmuştur. Suyutî'nin fetvalarında (II, 419) belirttiği üzere İbn Ebi Hatim sahih bir sened ile İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "İbrahim babasına ölene kadar mağfiret dileyip durdu. O ölünce artık onun Allah'ın bir düşmanı olduğunu açıkça gördü, bundan ötürü ona mağfiret dilemez oldu."
Nevevi -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- el-Mecmu (V, 144, 258)'de şunları söylemektedir: "Kâfire namaz kılmak, onun günahlarının bağışlanması için dua etmek, Kur'ân nassı ile ve icma ile haramdır."
Derim ki: İşte buradan günümüzde bazı müslümanların kimi kâfirlere rahmet okumalarının Allah'ın onlardan razı olmalarını dilemelerinin ne kadar yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Hele bu kimi gazete ve dergi sahiblerinin çokça yaptıkları bir iştir.
Farz namazlarda vacib olduğu gibi cenaze namazında da cemaat vacibtir. Bunun iki delili vardır: Birinci delil Peygamber (s.a)'ın bu şekilde cemaate devam etmesidir. Diğeri ise Peygamber (s.a)'ın: "Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz, siz de öylece namaz kılınız." buyruğudur. Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir.
Eğer cenazenin namazını tek tek kılacak olurlarsa farz düşmekle birlikte cemaati terkettikleri için günahkar olurlar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Cenaze namazı için cemaat olabilecek asgari sayı hakkında varid olan rivayet üç kişidir. Abdullah b. Ebi Talha rivayet ettiği hadisinde şöyle demektedir:
"Ebu Talha, Rasûlullah (s.a)'ı, Umer b. Ebi Talha vefat ettiğinde (cenaze namazını kılmaya) çağırdı. Rasûlullah (s.a) yanına gitti ve evlerinde onun cenaze namazını kıldı. Rasûlullah (s.a) öne geçti, Ebu Talha onun arkasında idi. Um Süleym de Ebu Talha'nın arkasında idi. Beraberlerinde başka kimse de yoktu."
Cemaat çoğaldıkça ölü için daha faziletli ve daha faydalı olur. Çünkü Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Herhangi bir ölüye müslümanlardan sayısı yüze ulaşan bir topluluk namaz kılacak ve hepsi de ona şefaat dileyecek olurlarsa mutlaka onun hakkında şefaat dilekleri kabul olunur." Bir başka hadisde: "Ona mağfiret olunur" denilmektedir.
Müslüman olmaları ve tevhidlerine şirkin herhangi bir şekilde bulaşmadığı takdirde namaz kılanların sayısının yüzden aşağı olmaları halinde bile ölüye mağfiret edilebilir. Çünkü Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Bir müslüman ölür de onun cenazesi üzerine Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmayan kırk adam (namaz kılmak üzere) durursa mutlaka Allah onların onun hakkındaki şefaat dileklerini kabul eder."
Vali ya da onun vekili ölenin velisinden daha çok cenaze namazına imam olma hakkına sahibtir. Çünkü Ebu Hazim rivayet ettiği hadiste şöyle demektedir: "Ben el-Hasen b. Ali'nin öldüğü günde hazır idim. el-Hüseyn b. Ali'nin Said b. el-As'a -boynunu dürterek şöyle dediğini gördüm-: Haydi öne geç eğer bu sünnet olmasaydı, seni öne geçirmezdim. (Said o gün için Medine'de emir idi.) Aralarında bir çeşit hoşnutsuzluk vardı."
Şâyet vali (en yüksek derecedeki idari sorumlu) yahut onun vekili hazır değilse imam olmaya en layık olan onların (cenazede bulunanların) Allah'ın kitabını en iyi bilenleridir. Daha sonra Peygamber (s.a)'ın şu hadisinde sözkonusu edilen sıraya bakılır:
"Cemaate Allah'ın kitabını en iyi bilen kişi imamlık yapar. Eğer Allah'ın kitabını bilmekte eşit iseler sünneti en iyi bilenleri imam olur. Şâyet sünneti bilmekte eşit iseler daha önce hicret etmiş olanları imam olur. Eğer hicrette eşit iseler daha önce müslüman olmuş olanları imam olur. Kişi, kişiye sorumluluğu altındaki bir yerde imam olmamalıdır. Onun evinde, onun iznini almadan, ona ait özel yerde oturmamalıdır."
Erkek ve kadınlardan oluşan birkaç cenaze birarada bulunacak olursa, hepsi için bir tek namaz kılınır. Erkekler -yaşları küçük olsalar dahi- imama yakın yerleştirilir. Kadınların cenazeleri ise kıble tarafında bırakılır.
Nafi', İbn Ömer'den zikrettiği rivayettir: "O (İbn Ömer) dokuz cenaze üzerine birlikte namaz kıl(dır)dı. Erkekleri imama yakın, kadınları da kıble tarafına yakın yerleştirdi. Kadınları cenazelerini tek bir saf yaptı. Ali (r.a)'ın kızı ve Ömer b. el-Hattab'ın hanımı olan Um Külsum'un cenazesi ile Zeyd adındaki bir oğlu ile birlikte konuldular. İmam o gün Said b. el-As idi. İnsanlar arasında da İbn Abbas, Ebu Hureyre, Ebu Said ve Ebu Katade vardı. Çocuğu imama yakın yerde koydu. Bir adam: Ben bunu uygun görmedim. Bunun için İbn Abbas, Ebu Hureyre, Ebu Said ve Ebu Katade'ye baktım ve: Bu da ne diye sordum. Onlar: Bu sünnettir dediler."
Her bir cenaze üzerine ayrıca bir namaz kılınması da caizdir. Çünkü aslolan budur. Diğer taraftan Peygamber (s.a) da uhud şehidlerine böyle namaz kıldırmıştır.
İbn Abbas'tan: Dedi ki: "Rasûlullah (s.a) Hamza'nın cenazesi başında durunca... emir vererek kıbleye doğru yerleştirildi. Sonra üzerine dokuz tekbir getirdi. Sonra diğer şehidler onun yanına getirildi. Önüne bir şehid getirildikçe Hamza'nın yanına konuldu. Üzerine ve diğer şehidler üzerine onunla birlikte namaz kıldı. Nihayet hem onun üzerine, hem diğer şehidler üzerine yetmişiki defa namaz kıldı."
Cenaze üzerine mescidde namaz kılmak caizdir. Çünkü Aişe (r.anha)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Sad b. Ebi Vakkas vefat ettiğinde Peygamber (s.a)'ın hanımları onun cenazesini mescide getirmelerini ve böylece üzerine namaz kılacaklarını bir haberciyle bildirdiler. (Yakınları) bu şekilde yaptılar. Sad'i cenazesini Peygamber efendimizin hanımlarının hücreleri önünde bıraktılar, onlar da üzerine namaz kıldılar. Oturma yerleri yanındaki cenazeler kapısından çıkarılıp, götürüldü. Peygamberin hanımlarına insanların bu davranışı ayıpladıkları ve: [Bu bir bid'attir] cenazeler hiçbir şekilde mescide sokulmuyordu dediklerini haber aldılar. Bu durum Aişe'ye ulaşınca şöyle dedi: İnsanlar hakkında bilgileri olmadık hususlarda ayıplamaya kalkışmakta ne kadar da çabuk davranıyorlar. Onlar mescide bir cenaze getirilmesinden dolayı bizi ayıpladılar. [Allah'a yemin olsun] Rasûlullah(s.a) Süheyl b. Beyda [ve kardeşi] üzerine mescidin içinden başka bir yerde namaz kılmadı."
Fakat efdal olan cenaze namazının mescidin dışında cenazeler üzerine namaz için hazırlanmış bir yerde kılınmasıdır. Nitekim Peygamber (s.a) döneminde durum böyle idi. Bu hususta onun hidayet yolunun uygulamaları çoğunlukla da bu şekilde idi. İbn Ömer (r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Yahudiler Peygamber (s.a)'a kendilerinden olan ve zina etmiş bir erkek ve bir kadın getirdiler. Peygamberin verdiği emir üzerine mescidin yanındaki cenazeler mahalline yakın bir yerde recm edildiler."16
Hadisi Buhari (III, 155)'de rivayet etmiş ve bunun ve gelecek olan dördüncü hadisin bulunduğu bölüme şöylece başlık açmıştır: "Musallada ve mescidde cenazeler üzerine namaz babı."
Cenaze namazının kabirler arasında kılınması caiz değildir. Çünkü Enes b. Malik (r.a)'ın rivayet ettiğine göre: "Peygamber (s.a) kabirler arasında cenazeler üzerine namaz kılınmasını yasaklamıştır."
İmam erkeğin baştarafının, kadının da göbek tarafının arkasında durur. Ebu Galib el-Hayyat'tan rivayet edilmiştir. O dedi ki: "Enes b. Malik'in bir erkeğin cenaze namazını kıldırdığına şahid oldum. Baştarafında durdu (bir rivayette: tabutun baştarafında). Bu cenaze kaldırılınca bu sefer Kureyş'ten -ya da ensardan- bir kadının cenazesi getirildi. Ona: Ey Ebu Hamza bu cenaze filanın kızı filan hanımın cenazesidir. Onun namazını kıl(dır). O da namazını kıl(dır)dı. Cenazenin orta tarafında durdu. (Bir rivayette onun kalça tarafında durdu ve üzerinde yeşil bir naaş vardı.) Aramızda da el-Ala b. Ziyad el-Adevi de bulunuyordu. Enes'in erkek ve hanım için farklı yerlerde durduğunu görünce şöyle dedi: Ey Hamza'nın babası Rasûlullah (s.a) bu şekilde senin durduğun gibi mi kadının cenazesi için de durduğun yerde mi duruyordu? Enes evet dedi. (Ebu Galib) dedi ki: Bunun üzerine el-Ala bize döndü ve: İyice belleyin dedi."
Cenaze üzerine dört yahut beş tekbir hatta dokuz tekbire kadar tekbir alır. Bütün bu sayılar Peygamber (s.a)'dan sabit olmuştur. Hangisini yaparsa yeterli olur. Fakat daha uygunu çeşitlendirmektir. Bazan bunu, bazan ötekini yapar. Benzeri durumlarda olduğu gibi mesela namaza başlarken okunacak dua (istiftah duası), teşehhüd şekilleri, İbrahimî salavat ve benzerleri de böyledir. Eğer mutlaka bunlardan bir türüne bağlı kalmak istiyorsa o vakit dört tekbire bağlı kalır. Çünkü bu husustaki hadisler daha fazladır. Şimdi bunu açıklayalım:
A. Dört tekbir getirmek ile ilgili ashab-ı kiram'dan bir topluluktan gelmiş hadisler vardır: Ebu Umame (Esad Bin Sa’d el Ensari) (r.a)'dan rivayet edilen hadis; O şöyle demektedir: "Cenaze namazında sünnet olan birinci tekbirden sonra gizlice fatiha'yı okuması, sonra üç tekbir alması ve bunların sonuncusunun akabinde selam vermesidir."
Abdullah b. Ebi Evfa'dan şöyle dediğine dair gelen rivayet: "Rasûlullah (s.a) (cenaze namazında) dört tekbir getirirdi." Hadisi Beyhaki (IV, 35) sahih bir senedle kaydetmiş bulunmaktadır.
B. Beş tekbir ile namaz kılmaya gelince, bu hususta Abdu'r-Rahman b. Ebi Leyla'nın rivayet ettiği hadis vardır. O şöyle demiştir: Zeyd b. Erkam bizim cenazelerimiz üzerine dört tekbir alırdı. Bir gün o bir cenaze üzerine beş tekbir getirdi. Ben ona sordum da şöyle dedi: Rasûlullah (s.a) bu şekilde tekbir getirirdi. [İşte bu sebebten dolayı] ondan sonra herhangi bir kimse için [ebediyyen bir daha terketmeyeceğim.]
C. Altı ve yedi tekbir getirmeğe gelince, bu hususta mevkuf bazı eserler (rivayetler) vardır. Fakat bu rivayetler merfu hadisler hükmündedir. Çünkü ashabın büyüklerinden olan bazı kimseler yine ashabtan bir topluluğun huzurunda bu şekilde tekbir getirmişler ve onlardan kimse bu davranışlarına itiraz etmemiştir.
Abdullah b. Muğaffel: "Ali b. Ebi Talib, Sehl b. Huneyf'in cenaze namazını kıl(dır)dı. Üzerine altı tekbir getirdi. Sonra bize dönerek: O Bedir'e katılmış birisi idi dedi."
eş-Şabi dedi ki: Alkame Şam'dan geldi. İbn Mesud'a şöyle dedi: Şam'da bulunan kardeşlerin kıldırdıkları cenaze namazları üzerine beş tekbir getiriyorlar. Siz bize belli bir sayı tesbit etseniz de bu hususta biz de size uysak. Abdullah bir süre başını önüne eğdi, bir şey söylemedi. Sonra dedi ki: Sizler cenazelerinize bakınız. Onların namazlarını kıldıran imamlarınızın getirdikleri tekbir sayısınca siz de tekbir getiriniz. Bunun için ne sayı, ne de miktar tesbit edilir."
D. Dokuz tekbire gelince, Abdullah b. ez-Zübeyr'den: "Peygamber (s.a) Hamza üzerine cenaze namazı kıldı ve üzerine dokuz tekbir aldı..."
Cenaze üzerine getirilen tekbir sayısı hususunda bizim tesbit edebildiğimiz azami sayı bu kadardır. Bundan dolayı bu sınırda durulur ve buna daha fazla tekbir ilave edilmez. Dokuzdan dörde kadar da inebilir. En az varid olan sayı da bu kadardır. İbnu'l-Kayyim, Zadu'l-Mead adlı eserinde zikrettiğimiz bazı rivayet (eser) ve haberleri kaydettikten sonra şunları söylemektedir:
"Bunlar sahih birtakım rivayetlerdir. Bunları kabul etmemeyi gerektiren bir husus yoktur. Peygamber (s.a) da dört tekbirden fazlasını men etmiş değildir. Aksine kendisi de, ondan sonra ashabı da bunu yapmışlardır."
Birinci tekbirde ellerini kaldırması meşrudur. Ebu Hureyre'den: "Rasûlullah (s.a) bir cenaze üzerine (kıldığı namazda) tekbir getirdi ve ilk tekbirde ellerini kaldırdı. Sağ elini, sol elinin üzerine koydu."
Nevevi, el-Mecmu (V, 232)'de şunları söylemektedir: "İbnu'l-Münzir, el-İşraf ve el-İcma adlı kitablarında şöyle diyor: İlk tekbirde ellerini kaldıracağı hususunda icma etmişlerdir fakat diğerlerinde ihtilaf etmişlerdir."
Derim ki birinci tekbirin dışında elleri kaldırmanın meşruiyetine delalet eden herhangi bir şey sünnette bulamadım. Bundan ötürü bunun meşru olmadığı görüşündeyiz. Hanefilerle başkalarının benimsediği görüş de budur. Şevkâni ve diğer muhakkikler de bunu tercih etmişlerdir. İbn Hazm da bunu benimseyerek (V, 128) şunları söylemektedir:
"Elleri kaldırmaya gelince yalnızca birinci tekbir dışında Peygamber (s.a)'ın cenaze namazı tekbirlerinin herhangi birisinde ellerini kaldırdığına dair hiçbir rivayet gelmemiştir. O halde bunu yapmak caiz olamaz. Çünkü bu hakkında nass gelmedik bir işi namazda yapmaktır. Peygamber (s.a)'dan gelen rivayet sadece onun her eğilip kalkmada tekbir getirip ellerini kaldırdığıdır. Cenaze namazında ise eğilip kalkmak yoktur. Ebu Hanife'nin cenaze namazındaki herbir tekbir hakkında ellerin kaldırılmasını kabul etmiş olmasına hayret edilir. Halbuki Peygamber (s.a)'dan sair namazlarda her eğilip kalkmada ellerin kaldırılmasını yasaklayan Peygamber (s.a)'dan herhangi bir rivayet gelmemiştir ve bu şekilde elleri kaldırmak Peygamber (s.a)'dan sahih olarak da rivayet edilmiştir."
Daha sonra sağ elini sol elinin dış tarafı, bileği ve kolun üzerine koyar ve bunları göğsü üzerinde bağlar. Bu hususta birtakım hadisler vardır ki bunların bazısını zikretmemiz gerekmektedir:
Sehr b. Sad'dan rivayet edilmiştir. O şöyle demiştir: "İnsanlar namaz kıldıklarında erkeklerin sağ ellerini, sol kolu üzerine koymakla emrolunurlardı."
İbn Abbas (r.a)'dan rivayet edilmektedir. O şöyle demiştir: Ben Allah'ın Peygamberini (s.a) şöyle buyururken dinledim: "Biz peygamberler topluluğu oruç açmakta elimizi çabuk tutmak, sahuru geciktirmek ve namazda sağ ellerimizi, sol ellerimizin üzerine koymakla emrolunmuşuzdur."
Ellerin göbeğin altında konulmasına gelince, bu Nevevi, Zeylai ve başkalarının da belirttikleri gibi ittifakla zayıftır.
Daha sonra birinci tekbirin akabinde fatiha'yı ve bir sure okur.23 Çünkü bu hususta Talha b. Abdullah b. Avf'ın şu rivayeti vardır: "Ben İbn Abbas (r.a)'ın arkasında bir cenaze namazı kıldım. Fatiha'yı [ve bir sureyi okudu. Bize işittirecek sesini yükseltti. Namazını bitirince elini tuttum ve ona sordu.] O dedi ki: [Sesimi yükseltmemin sebebi] bunun bir sünnet [ve bir hak] olduğunu bilmeniz içindir."
İmam Muhammed Muvatta (s. 175)'de şöyle demektedir: "Cenaze üzerinde Kur'ân okunmaz. Ebu Hanife'nin görüşü de budur."
Okumayı gizli yapar. Çünkü Ebu Umame b. Sehb rivayet ettiği hadiste şöyle demiştir: "Cenaze namazında sünnet olan birinci tekbirden sonra Ummu'l-Kur'ân'ı (Fatiha'yı) gizlice okuması, sonra üç tekbir getirmesi, sonuncusundan az sonra da selam vermesidir."
Daha sonra ikinci tekbiri alır, Peygamber (s.a)'a salavat getirir. Çünkü Ebu Umame'nin rivayet ettiği ve az önce zikredilen hadise göre Peygamber (s.a)'ın ashabından bir adam kendisine şunu haber vermiştir: "Cenaze üzerine namaz kılmakta sünnet imamın tekbir getirmesi, sonra birinci tekbirin akabinde kendi kendisine gizlice fatiha suresini okuması, sonra Peygamber (s.a)'a salavat getirmesi, sonra (3) tekbirde cenazeye ihlas ve samimiyetle dua etmesidir. Bunların hiçbirisinde (Kur'ân) okumaz. Sonra [bitirince [sağına] ve sünnete uygun olan arkasında bulunanların da imamlarının yaptığı gibi yapmasıdır.] Kendi kendisine gizlice selam verir."
Şafiî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dedi ki: "Peygamber (s.a)'ın ashabı yüce Allah'ın izniyle Rasûlullah (s.a)'ın sünneti dışında hiçbir şey için sünnet ve hak tabirini kullanmazlar."
Cenaze namazında Peygamber (s.a)'a getirilecek salavat ifadelerine gelince, bu husustaki sahih hadisler arasında herhangi bir şey tesbit edemedim.24 Açıkça görüldüğü kadarıyla cenaze de salavat için özel bir şekil bulunmamaktadır. Bunun yerine farz namazdaki teşehhüd hakkında sabit olan şekillerden birisi okunur.
Daha sonra diğer tekbirleri alır ve bunlardan sonra ölüye samimi olarak dua eder. Çünkü az önce geçen Ebu Umame hadisi ile Peygamber efendimizin: "Ölü üzerine namaz kıldığınız vakit ona ihlasla (samimiyetle) dua ediniz."26 buyruğu bunu ifade etmektedir.
Peygamber (s.a)'dan sabit olmuş dualar arasında okur. Avf b. Malik (r.a)'dan, o şöyle demektedir: "Rasûlullah (s.a) bir cenaze üzerine namaz kıldı. Onun okuduğu dualar arasında şu söylediklerini belledim: Allah'ım ona mağfiret buyur, ona merhamet eyle, ona afiyet ver, onu affet, onun konaklayacağı yeri şerefli kıl, gireceği yeri genişlet, su, kar ve dolu ile onu yıka, onu günahlardan beyaz elbiseyi kirlisinden ayırdığın gibi (bir rivayette ayrıldığı gibi) ayır (ve arındır). Ona şimdiki yurdundan daha hayırlı bir yurt, ailesinden daha hayırlı bir aile, eşinden (bir rivayette zevcesinden) daha hayırlı bir eş ver. Onu cennete girdir ve onu kabir azabından, cehennem ateşinin azabından koru."
(Avf b. Malik) dedi ki: "O ölmüş kişi ben olsaydım diye temenni ettim."
Son tekbir ile selam vermek arasında dua meşrudur. Çünkü Ebu Ya'fur'un, Abdullah b. Ebi Evfa (r.a)'dan rivayetle dedi ki: "Ben onun bir cenaze üzerine dört defa tekbir getirdiğini gördüm. Sonra bir süre durdu. Dua etti -demek istemektedir- sonra dedi ki: Benim beş defa tekbir getireceğimi mi zannettiniz. Onlar hayır dediler. Şöyle dedi: Rasûlullah (s.a) dört defa tekbir getiriyordu."
1. Hafız et-Telhis (1825)'de şunları söylemektedir: "Bazı alimler şöyle demiştir: Cenaze namazındaki dualar hakkında hadislerin farklı rivayetleri Peygamber efendimizin bir ölüye bir dua ile bir diğerine başka bir dua ile dua ettiği şeklinde yorumlanır. Onun bu hususta asıl emrolunduğu şey sadece dua etmektir."
2. Şevkâni, Neylu'l-Evtar (IV, 55)'de şunları söylemektedir: "Şâyet cenaze namazı kılınan çocuk ise namaz kılanın şöyle demesi müstehab olur: Allah'ım sen bunu bize bir geçmiş, bizden önce gidip ecre vesile olan birisi kıl" demesi müstehabtır. Bunu Beyhaki, Ebu Hureyre'nin naklettiği bir hadis olarak rivayet ettiği gibi, Süfyan da bunun bir benzerini el-Hasen'den Cami'inde rivayet etmiştir."
Daha sonra farz namazda selam verdiği şekilde biri sağına, diğeri soluna olmak üzere iki selam verir. Çünkü Abdullah b. Mesud (r.a) rivayet ettiği hadiste şöyle demektedir: "Rasûlullah (s.a)'ın yaptığı fakat insanların terkettiği üç haslet vardır. Birisi cenaze namazında tıpkı namazda selam gibi selam vermektir."
Müslim'in Sahih'inde ve başka eserlerde İbn Mesud'dan sabit olduğuna göre Peygamber (s.a) namazda iki defa selam verirdi.
Sadece ilk selam ile yetinmek de caizdir. Çünkü Ebu Hureyre (r.a) şöyle bir hadis rivayet etmektedir: "Rasûlullah (s.a) bir cenaze üzerine namaz kıl(dır)dı. Üzerine dört tekbir aldı ve bir tek selam verdi."
Bu selam vermede "ve berekatuhu" lafzını ilave etmek meşrudur. Çünkü bu lafız daha önce geçen ve farz namazda iki defa selam verileceğine dair İbn Mesud'un rivayet ettiği hadisin kimi rivayet yollarında sabit olmuştur. Bu meselede önceden de geçtiği üzere cenaze namazı da farz namaz gibidir.
Sünnet olan cenaze namazında selamı gizlice vermektir. İmam ve onun arkasında ona uyanlar bu hususta eşittirler. Çünkü bu meselede Ebu Umame'nin rivayet ettiği hadisin lafzı şöyledir: "Sonra namazdan ayrılacağı vakit kendi kendine gizlice selam verir. Sünnet olan da onun arkasında bulunanların imamının yaptığının benzerini yapmaktır."
Daha sonra Abdullah b. Ömer'den şunu rivayet etmektedir: "O bir cenaze namazını kıldı mı yanında bulunanlara sesini işittirecek şekilde selam verirdi." Bunun da senedi sahihtir.29
Namaz kılmanın haram olduğu üç vakitte cenaze namazı kılmak caiz değildir. Bir zaruret dolayısıyla olması müstesna. Çünkü Ukbe b. Amir (r.a) şöyle demiştir: "Üç vakit vardır ki Rasûlullah (s.a) bizlere o vakitlerde namaz kılmayı ya da o vakitlerde ölülerimizi gömmeyi nehyederdi: Güneş parlak olarak doğup yükselinceye kadar, öğle vakti dik duran güneş (batıya) meyledinceye kadar ve güneş batmaya yaklaşırken büsbütün batıncaya kadar."
Hadis umumu itibariyle cenaze namazını da kapsar. Ashab-ı kiram'ın anladığı da budur. Malik, Muvatta (I, 228)'de onun rivayet yoluyla Beyhaki, Muhammed b. Ebi Harmele'den rivayet ettiğine göre Ebu Seleme'nin kızı Zeynep vefat etti. O sırada Tarık Medine'nin emiri idi. Sabah namazından sonra cenazesi getirildi ve bakie bırakıldı. (Muhammed) dedi ki: Tarık sabah namazını aydınlanma vaktine kadar bırakırdı. İbn Ebi Harmele dedi ki: Ben Abdullah b. Ömer'i cenaze sahiblerine şöyle dediğini işittim: Ya şu anda cenazenizin namazını kılarsınız yahutta güneş yükselinceye kadar bırakırsınız. Bu rivayetin senedi Buhari ve Müslim'in şartına göre sahihtir.
Daha sonra Malik, İbn Ömer'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: İkindiden sonra ve sabah namazından sonra -bu iki namaz vakitlerinde kılındığı takdirde- cenaze namazı kılınabilir. Bunun da senedi sahihtir.
Beyhaki ceyyid bir senedle şunu rivayet etmektedir: İbn Cüreyc'den (dedi ki) bana Ziyad'ın haber verdiğine göre Ali ona şunu haber vermiştir. Güneşin (ışığının) sarardığı bir zamanda Basralıların kabristanına bir cenaze konuldu. Güneş batana kadar üzerine namaz kılmadı. Ebu Berze, münadiye namaz kılınacağını ilan etmesini emretti. Sonra cenazeyi önüne yerleştirdi. Ebu Berze öne geçti. Onlara akşam namazını kıldırdı. Cemaat arasında Enes b. Malik de vardı. Ebu Berze, Peygamber (s.a)'ın ashabından ve ensardan birisi idi. Ondan sonra cenaze namazını kıldılar.
Hattabi Mealimu's-Sünen (IV, 327)'de özetle şunları söylemektedir: "İnsanlar bu üç vakitte cenaze namazının kılınması ve defninin cevazı hususunda farklı görüşlere sahibtirler. İlim ehlinin çoğunluğu bu vakitlerde cenaze namazı kılmanın mekruh olduğu görüşündedir. Ata, Nehai, Evzai, Sevri, Re'y ashabı, Ahmed ve İshak bu görüştedir. Şafiî ise gece ya da gündüz hangi vakit olursa olsun namazın kılınabileceği, defnin yapılabileceği görüşündedir. Ancak hadise uygun olması dolayısıyla cemaatin kabul ettiği görüş daha uygundur."
Derim ki: İşte bu ifadeden Nevevi'nin böyle bir namazın icma ile caiz olduğu iddiasının bir yanılma olduğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun.