6. Bölüm: HAC
1) Haccın Farz Oluşu
Hac, sözlükte kasdetmek demektir. Daha sonra şer’î ve örfî bakımdan yüce Allah’ın evini ziyaret ve oraya gitmek hakkında kullanılmaya başlanmıştır. O bakımdan bu kelime mutlak olarak kullanıldığı takdirde ancak bu özel türden olan kasıt anlaşılır. Çünkü meşrû olan ve çokça görülen kasıt budur.
Şeriatte hac, özel zamanlarda, özel mekanlarda, özel kişi tarafından yapılan özel fiillerin adıdır. Hac İslâmın üzerinde yükseldiği beş esastan birisidir. Haccın farz oluşunun asıl dayanağı kitab, sünnet ve icmadır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
”Oraya bir yol bulabilenlerin o Evi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Artık kim inkar ederse şüphesiz ki Allah âlemlere muhtaç değildir.” (Al-i İmran, 3/97)
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: “İslam beş şey üzerine bina edilmiştir.” diye buyurmuş ve bunlar arasında haccı da saymıştır. Yine bir başka hadisinde: “Ey insanlar! Haccetmek size farz kılındı. Binaenaleyh haccediniz.” diye buyurmuştur.
Ümmet de gücü yeten kimsenin hayatta bir defa, haccetmesinin vâcib (farz) olduğunu icma ile kabul etmiş bulunmaktadır.
2) Umrenin Vacib Oluşu
Umre sözlükte ziyaret etmek demektir. Şer’î bir terim olarak ihram, tavaf, sa’y ve saçları traş etmek ya da kısaltmak sonra da ihramdan çıkmak suretiyle özel bir şekilde Beyt-i Atik’i (eski evi Kâbe’yi) ziyaret etmektir.
Sahih olan umrenin haccın vacib olduğu kimseler hakkında da vacib oluşudur. Çünkü Ömer b. el-Hattab Radiyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Cebrail aleyhisselam’a sorduğu soru üzerine şu cevabı verdiği sabit olmuştur:
“...İslam, Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, hac ve umre yapman, cünubluktan dolayı gusletmen, tam anlamıyla abdest alman ve Ramazan ayında oruç tutmandır.”
Âişe radiyallahu anha da Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem’e şöyle sormuştur:
“Ey Allah’ın Rasûlü, kadınların cihad yükümlülükleri var mıdır?” Peygamber:
“Evet, onların, savaşı bulunmayan bir cihad yükümlülükleri vardır. O da hac ve umredir.” diye buyurmuştur.
Ebu Rezîn’den rivayete göre o:
“Ey Allah’ın Rasûlü, benim babam oldukça yaşlı bir kimsedir. Ne haccedebilir, ne umre yapabilir, ne de bineğin sırtında durabilir”, diye sormuş, Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem ona:
“Babanın yerine sen hac ve umre yap.” diye cevab vermiştir.
İbn Ömer radiyallahu anhuma da şöyle buyurmuştur: “Üzerinde bir hac ve bir umre yükümlülüğü bulunmayan hiçbir kimse yoktur.”
İşte şer’î delillerin gösterdiği şekilde doğru olan budur. Umre de tıpkı hac gibi bir farzdır ve kendisine haccın vacib olduğu kimse üzerinde hayatta bir defa olmak üzere vacib (farz)dır. Ömer, İbn Abbas, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer, Cabir b. Abdullah ve onların dışında daha başka sahabenin sözlerinden anlaşılan mana budur.
Hac ve umre ömürde bir defa vacibtir. Çünkü İbn Abbas radiyallahu anhuma’ın rivayet ettiği hadise göre Akra’ b. Hâbis, Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem’e:
“Ey Allah’ın Rasûlü hac her sene mi yoksa ömürde bir defa mı”, diye sormuş, Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem:
“Hayır, ömürde bir defa. Kim bundan fazlasını yaparsa o tatavvu (nafile)dir.” diye cevab vermiştir.
3) Hac Ve Umrenin Farz Oluşlarının Şartları
Hac ve umre beş şartın bulunması halinde farz olur.
Birinci Şart: Müslüman olmaktır. Çünkü yüce Allah:”Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra artık onlar Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar” (et-Tevbe, 9/28) diye buyurmuştur. Ayrıca böyle bir iş yapmaları sahih değildir. Sahih olmayan bir şeyin farz olması da imkansızdır.
Bir diğer delil Ebu Hureyre Radiyallahu anh’ın şu rivayetidir: “Rasûlullah Salallahu aleyhi ve sellem’in Veda Haccından önce Ebu Bekir es-Siddîk’ı hac Emiri olarak tayin ettiği hac esnasında beni de kurban bayramı birinci gününde insanlara şu ilanı yapmak üzere gönderdiği kimseler arasında gönderdi: “Artık bu seneden sonra hiçbir müşrik hac edemeyecektir ve Beytullah’ı çırılçıplak tavaf edemeyecektir.”
İkinci Şart: Akıl. Diğer ibadetlerde olduğu gibi -aklı başına gelinceye kadar- deli olana hac da, umre de farz değildir. Çünkü Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kalem üç kişiden kaldırılmıştır. (Onlara sorumluluk yoktur.) Aklı başından gitmiş deli ayıkıncaya kadar, uyuyan uyanıncaya kadar, küçük çocuk da ergenlik yaşına gelinceye kadar.”
Üçüncü Şart: Bâliğ olmak. Az önce geçen hadis gereğince ergenlik yaşına gelinceye kadar küçük çocuğa hac farz değildir. Bununla birlikte küçük çocuk hac yapacak olursa haccı sahihtir, fakat farz olan haccın yerini de tutmaz. Çünkü İbn Abbas’ın rivayet ettiği hadise göre bir kadın küçük bir çocuğu kaldırmış ve Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem’e gösterip:
“Bunun haccı olur mu?” diye sormuş, Peygamber de:
“Evet, senin için de ecir vardır.” diye buyurmuştur.
Yine Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Herhangi bir çocuk hacceder, sonra ergenlik yaşına gelirse, onun bir defa daha haccetmesi icab eder. Herhangi bir köle hacceder sonra ona özgürlüğü verilecek olursa bir defa daha haccetmesi gerekir.”
Dördüncü Şart: Tam hürriyet. Köleye haccetmesi farz değildir. Bununla birlikte haccedecek olursa haccı sahihtir, fakat farz olan haccın yerini tutmaz. Çünkü Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem az önce kaydedilen İbn Abbas’ın rivayet ettiği: “...Ve eğer bir köle hacceder, sonra da ona özgürlüğü verilirse onun bir defa daha haccetmesi gerekir.” hadisi bunu gerektirmektedir.
Beşinci Şart: İstitaat (güç yetirebilmek): Hac, Kur’ân’ın nassı, bu hususta çokça varid olmuş sünnetten deliller ve müslümanların icmaı dolayısı ile ancak oraya gitmeye yol bulabilen kimselere farzdır. Bununla birlikte güç yetiremeyen bir kimse haccedecek olursa onun bu haccı farz haccın yerine geçer.
Kadına özel bir şart: Beraberinde mahrem bir kimsenin bulunması. Çünkü Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Bir erkek, herhangi bir kadın ile beraberinde bir mahremi bulunmadıkça sakın başbaşa kalmasın. Kadın ancak mahremi ile birlikte yolculuk yapar.” Bir adam kalkarak
“Ey Allah’ın Rasûlü, dedi. Benim hanımım haccetmek üzere yola çıktı ve ben de şu şu gazaya katılmak üzere yazıldım.” Peygamber şöyle buyurdu:
“Git, hanımınla birlikte haccet.”
Buna göre beraberinde kocası ya da mahrem olan bir kişi bulunmadığı sürece kadının hac için yolculuğa çıkması vacib de değildir, caiz de olmaz. Ancak kadın mahremi olmaksızın haccedecek olursa bu haccı farz haccın yerine geçer, fakat bununla birlikte masiyette bulunmuş olur ve büyük bir günah kazanır.
Bu şartların hepsini taşıyan bir kimsenin derhal haccetmesi icab eder. Haccını bir dahaki seneye ertelemesi caiz değildir. Çünkü İbn Abbas radiyallahu anhuma şöyle demiştir: Rasûlullah Salallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“-Farz olan haccı kastederek- haccetmekte acele ediniz. Çünkü sizden hiçbir kimse ne ile karşı karşıya kalacağını bilemez.”
Böylece Peygamber Efendimiz hac etmekte acele edip, eli çabuk tutmayı emir buyurmuştur. Emir ise vücub (farz oluşu) gerektirir. Bundan dolayı Ömer b. el-Hattab Radiyallahu anh’ın şöyle dediği sabit olmuştur: “Şu ülkelere birtakım kimseler göndermeyi kararlaştırmak istedim. Onlar imkanı olup da haccetmeyen kimseleri tesbit etsinler ve bu gibi kimseleri cizyeye bağlasınlar. Böyleleri müslüman değildir, böyleleri müslüman değildir.”
Bir diğer rivayette de şöyle dediği nakledilmektedir:
“Genişlik ve imkân bulduğu halde yolu da açık ve serbest olmakla birlikte haccetmeyen bir adam -üç defa tekrar ederek- ister yahudi, ister hristiyan ölsün.”
Buna göre bu şartlar bir kimsede bulunacak olursa o kimseye haccetmek farz olur.
Bu durumda kişi bizzat haccetme gücüne sahibse haccetmesi farz olur. Eğer bizzat haccetme gücüne sahib değilse iki hal sözkonusudur:
1- Eğer -bu güç yetirememe halinin sona ermesini ve geçici bir hastalığa yakalanıp şifa bulmayı ümit eden hastanın halinde olduğu gibi- iyileşmeyi ümit ediyorsa bizzat haccedebilme gücüne erişinceye kadar haccetmeyi erteler. Eğer bundan önce vefat ederse onun terekesinden (geriye bıraktığı mirasından) onun adına hac yapılır ve günahkâr olmaz.
2- Eğer kendisine haccın vacib olduğu kişi, sona ermesi ümid edilemeyen, iyileşmesi beklenmeyen sürekli bir acizlik içerisinde ise -oldukça yaşlı, iyileşme ümidi olmayan kötürüm hasta, bineğe binemeyen kimse gibi- bu kimse kendisi adına hac ve umre yapacak birisini vekil tayin eder.
4) Hac Ve Umrede Vekâlet
Bineğe binemeyen, binek üzerinde duramayan, binek üzerinde yolculuk yapamayan, iyileşmesi ümit olunamayan hasta gibi şartları tamamlanmakla birlikte bizatihi hac ve umre yapamayan kimsenin kendisi adına hac ve umre yapacak bir vekil tayin etmesi gerekir. Çünkü İbn Abbas radiyallahu anhuma’nın rivayet ettiği bir hadise göre Has’amlılardan bir kadın:
“Ey Allah’ın Rasûlü, dedi Allah’ın kulları üzerine farz kıldığı hac yükümlülüğü babamı yaşı ilerlemiş bir halde iken gelip buldu. O binek sırtında duramıyor, onun yerine ben hac edeyim mi?” Peygamber:
“Evet” diye buyurdu. Bu da Veda haccında olmuştu.
Müslim’in bir rivayetinde de: “Onun yerine sen haccet.” dediği zikredilmektedir.
Ebu Rezîn’in rivayet ettiği hadise göre:
“Ey Allah’ın Rasûlü benim babam yaşlı birisidir. Hac da edemez, umre de yapamaz, yolculuğa da dayanamaz.” Peygamber ona:
“Babanın yerine sen haccet ve umre yap.” diye buyurdu.
Kendisine haccın farz olduğu kimse haccetmeksizin vefat edecek olursa geriye bıraktığı maldan kendisi adına hac ve umre yapılmak üzere gereken miktar ayrılır. Çünkü İbn Abbas radiyallahu anhuma şöyle demiştir: Sinan b. Abdullah el-Cühenî’nin hanımı Rasûlullah Salallahu aleyhi ve sellem’a haccetmeden ölen annesi hakkında, kendisi onun adına haccedecek olursa onun yerine haccı olur mu, diye sorulmasını (birisine) teklif etti. Peygamber şöyle buyurdu: “Evet, O, annesinin boynunda bir borç bulunsaydı onun adına bu borcunu ödeseydi, bu onun ödemesinin yerini tutar mıydı?” (Soruyu soran)
“Evet” dedi. Peygamber de:
“O halde o da annesinin yerine haccetsin” diye buyurdu.
İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem’a bir kadın gelerek dedi ki:
“Benim annem haccetmeyi adadı fakat haccedemeden öldü. Onun yerine ben haccedeyim mi?” Peygamber şöyle buyurdu:
“Evet, onun yerine haccet. Eğer annenin üzerinde bir borç bulunsaydı onu sen öder miydin?” diye sordu. Kadın:
“Evet” deyince, Peygamber:
“O halde alacaklı olanın hakkını veriniz. Şüphesiz Allah, hakkı ödenmeye en layık olandır.”
Bir rivayette de: “Allah’ın hakkını ödeyiniz. Çünkü Allah hakkı ödenmeye en layık olandır.” diye buyurdu.
Yine bir rivayette belirtildiğine göre bir adam dedi ki:
“Benim kızkardeşim haccetmeyi adadı, fakat vefat etti.” Peygamber şöyle buyurdu:
“Allah’ın hakkını öde. Çünkü O hakkı ödenilmeye en layık olandır.”
Başkasının adına vekaleten hac yapacak kimsenin bizzat kendi adına haccetmedikçe vekâleten haccetmesi caiz olmaz. Çünkü İbn Abbas radiyallahu anhuma’nın rivayet ettiği hadise göre Rasûlullah Salallahu aleyhi ve sellem bir adamın:
“Ya Rabbi Şubrume adına sana lebbeyk diyorum”, dediğini duymuş ve:
“Şubrume de kim?” diye sorunca, adam:
“Benim bir kardeşim yahut benim bir yakınımdır”, diye cevab vermiş. Peygamber:
“Peki kendi adına hac yaptın mı?” diye sormuş, adam.
“Hayır” deyince Peygamber:
“Önce kendi adına hac yap, sonra da Şubrume adına” diye buyurdu.
Vekâleten hac yaptıracak olan kimsenin, hac ve umre hükümlerini bilen ve bu hususta Allah’tan korkacağını ümit ettiği uygun bir vekil seçmeye özen göstermesi gerekir. Vekâleten haccedecek olan da Allah için ihlaslı bir niyete sahib olmalıdır ve sahih kabul edilen görüşe göre; bir kimsenin başkası adına haccetmek üzere bir mal alabilmesinin ancak şu iki halden birisi için sözkonusu olacağını bilmesi gerekir:
1- Kişi ölen şahsın hac sorumluluğundan kurtulmasını ve bu borcunun ödenmesi suretiyle ona iyilik yapmayı ister. Bu, ya aralarındaki bir akrabalık ya da genel olarak bütün müminlere karşı bir merhametinden dolayı olur. Bu durumda o vekil haccı eda etmesine imkan verecek kadar bir mal alır, geriye kalan malı ise hak sahiplerine iade eder. Bu şekilde hareket eden bir kimse, muhsin (iyilik yapan) bir kişidir. Allah da iyilik yapanları sever.
2- Vekâleten haccedecek kimse haccı seven, meşâiri görmeyi arzu eden bir kimse olmakla birlikte, gerekli masrafı karşılayamayan bir kimse olabilir. Bu durumda ihtiyacını görecek kadar malı alır ve kardeşi adına hac farizasını eda eder.
Özetle, vekâleten hac yapacak olan kimsenin haccetmek için gerekeni alması gerekir. Almak için haccetmelidir. Böyle bir kimsenin pek büyük bir sevab alacağı ve kendisini vekil tayin edenin yahutta kendisi adına haccettiği kimsenin ecri gibi ecir alacağı -yüce Allah’ın izniyle- ümit edilir. Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:
“Emrolunduğunu eksiksiz gönül hoşluğu ile ödeyen güvenilir hazinedar, sadaka verenlerden birisidir.”
Âhiret için yapılması gereken bir amel ile mal alan yahut dünyayı murad eden ve ancak gelip geçici dünyalığı maksat olarak gözeten bir kimsenin ise âhirette alacak hiçbir payı olmaz.
1) Haccın Farz Oluşu
Hac, sözlükte kasdetmek demektir. Daha sonra şer’î ve örfî bakımdan yüce Allah’ın evini ziyaret ve oraya gitmek hakkında kullanılmaya başlanmıştır. O bakımdan bu kelime mutlak olarak kullanıldığı takdirde ancak bu özel türden olan kasıt anlaşılır. Çünkü meşrû olan ve çokça görülen kasıt budur.
Şeriatte hac, özel zamanlarda, özel mekanlarda, özel kişi tarafından yapılan özel fiillerin adıdır. Hac İslâmın üzerinde yükseldiği beş esastan birisidir. Haccın farz oluşunun asıl dayanağı kitab, sünnet ve icmadır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
”Oraya bir yol bulabilenlerin o Evi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Artık kim inkar ederse şüphesiz ki Allah âlemlere muhtaç değildir.” (Al-i İmran, 3/97)
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: “İslam beş şey üzerine bina edilmiştir.” diye buyurmuş ve bunlar arasında haccı da saymıştır. Yine bir başka hadisinde: “Ey insanlar! Haccetmek size farz kılındı. Binaenaleyh haccediniz.” diye buyurmuştur.
Ümmet de gücü yeten kimsenin hayatta bir defa, haccetmesinin vâcib (farz) olduğunu icma ile kabul etmiş bulunmaktadır.
2) Umrenin Vacib Oluşu
Umre sözlükte ziyaret etmek demektir. Şer’î bir terim olarak ihram, tavaf, sa’y ve saçları traş etmek ya da kısaltmak sonra da ihramdan çıkmak suretiyle özel bir şekilde Beyt-i Atik’i (eski evi Kâbe’yi) ziyaret etmektir.
Sahih olan umrenin haccın vacib olduğu kimseler hakkında da vacib oluşudur. Çünkü Ömer b. el-Hattab Radiyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Cebrail aleyhisselam’a sorduğu soru üzerine şu cevabı verdiği sabit olmuştur:
“...İslam, Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, hac ve umre yapman, cünubluktan dolayı gusletmen, tam anlamıyla abdest alman ve Ramazan ayında oruç tutmandır.”
Âişe radiyallahu anha da Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem’e şöyle sormuştur:
“Ey Allah’ın Rasûlü, kadınların cihad yükümlülükleri var mıdır?” Peygamber:
“Evet, onların, savaşı bulunmayan bir cihad yükümlülükleri vardır. O da hac ve umredir.” diye buyurmuştur.
Ebu Rezîn’den rivayete göre o:
“Ey Allah’ın Rasûlü, benim babam oldukça yaşlı bir kimsedir. Ne haccedebilir, ne umre yapabilir, ne de bineğin sırtında durabilir”, diye sormuş, Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem ona:
“Babanın yerine sen hac ve umre yap.” diye cevab vermiştir.
İbn Ömer radiyallahu anhuma da şöyle buyurmuştur: “Üzerinde bir hac ve bir umre yükümlülüğü bulunmayan hiçbir kimse yoktur.”
İşte şer’î delillerin gösterdiği şekilde doğru olan budur. Umre de tıpkı hac gibi bir farzdır ve kendisine haccın vacib olduğu kimse üzerinde hayatta bir defa olmak üzere vacib (farz)dır. Ömer, İbn Abbas, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer, Cabir b. Abdullah ve onların dışında daha başka sahabenin sözlerinden anlaşılan mana budur.
Hac ve umre ömürde bir defa vacibtir. Çünkü İbn Abbas radiyallahu anhuma’ın rivayet ettiği hadise göre Akra’ b. Hâbis, Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem’e:
“Ey Allah’ın Rasûlü hac her sene mi yoksa ömürde bir defa mı”, diye sormuş, Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem:
“Hayır, ömürde bir defa. Kim bundan fazlasını yaparsa o tatavvu (nafile)dir.” diye cevab vermiştir.
3) Hac Ve Umrenin Farz Oluşlarının Şartları
Hac ve umre beş şartın bulunması halinde farz olur.
Birinci Şart: Müslüman olmaktır. Çünkü yüce Allah:”Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra artık onlar Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar” (et-Tevbe, 9/28) diye buyurmuştur. Ayrıca böyle bir iş yapmaları sahih değildir. Sahih olmayan bir şeyin farz olması da imkansızdır.
Bir diğer delil Ebu Hureyre Radiyallahu anh’ın şu rivayetidir: “Rasûlullah Salallahu aleyhi ve sellem’in Veda Haccından önce Ebu Bekir es-Siddîk’ı hac Emiri olarak tayin ettiği hac esnasında beni de kurban bayramı birinci gününde insanlara şu ilanı yapmak üzere gönderdiği kimseler arasında gönderdi: “Artık bu seneden sonra hiçbir müşrik hac edemeyecektir ve Beytullah’ı çırılçıplak tavaf edemeyecektir.”
İkinci Şart: Akıl. Diğer ibadetlerde olduğu gibi -aklı başına gelinceye kadar- deli olana hac da, umre de farz değildir. Çünkü Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kalem üç kişiden kaldırılmıştır. (Onlara sorumluluk yoktur.) Aklı başından gitmiş deli ayıkıncaya kadar, uyuyan uyanıncaya kadar, küçük çocuk da ergenlik yaşına gelinceye kadar.”
Üçüncü Şart: Bâliğ olmak. Az önce geçen hadis gereğince ergenlik yaşına gelinceye kadar küçük çocuğa hac farz değildir. Bununla birlikte küçük çocuk hac yapacak olursa haccı sahihtir, fakat farz olan haccın yerini de tutmaz. Çünkü İbn Abbas’ın rivayet ettiği hadise göre bir kadın küçük bir çocuğu kaldırmış ve Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem’e gösterip:
“Bunun haccı olur mu?” diye sormuş, Peygamber de:
“Evet, senin için de ecir vardır.” diye buyurmuştur.
Yine Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Herhangi bir çocuk hacceder, sonra ergenlik yaşına gelirse, onun bir defa daha haccetmesi icab eder. Herhangi bir köle hacceder sonra ona özgürlüğü verilecek olursa bir defa daha haccetmesi gerekir.”
Dördüncü Şart: Tam hürriyet. Köleye haccetmesi farz değildir. Bununla birlikte haccedecek olursa haccı sahihtir, fakat farz olan haccın yerini tutmaz. Çünkü Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem az önce kaydedilen İbn Abbas’ın rivayet ettiği: “...Ve eğer bir köle hacceder, sonra da ona özgürlüğü verilirse onun bir defa daha haccetmesi gerekir.” hadisi bunu gerektirmektedir.
Beşinci Şart: İstitaat (güç yetirebilmek): Hac, Kur’ân’ın nassı, bu hususta çokça varid olmuş sünnetten deliller ve müslümanların icmaı dolayısı ile ancak oraya gitmeye yol bulabilen kimselere farzdır. Bununla birlikte güç yetiremeyen bir kimse haccedecek olursa onun bu haccı farz haccın yerine geçer.
Kadına özel bir şart: Beraberinde mahrem bir kimsenin bulunması. Çünkü Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Bir erkek, herhangi bir kadın ile beraberinde bir mahremi bulunmadıkça sakın başbaşa kalmasın. Kadın ancak mahremi ile birlikte yolculuk yapar.” Bir adam kalkarak
“Ey Allah’ın Rasûlü, dedi. Benim hanımım haccetmek üzere yola çıktı ve ben de şu şu gazaya katılmak üzere yazıldım.” Peygamber şöyle buyurdu:
“Git, hanımınla birlikte haccet.”
Buna göre beraberinde kocası ya da mahrem olan bir kişi bulunmadığı sürece kadının hac için yolculuğa çıkması vacib de değildir, caiz de olmaz. Ancak kadın mahremi olmaksızın haccedecek olursa bu haccı farz haccın yerine geçer, fakat bununla birlikte masiyette bulunmuş olur ve büyük bir günah kazanır.
Bu şartların hepsini taşıyan bir kimsenin derhal haccetmesi icab eder. Haccını bir dahaki seneye ertelemesi caiz değildir. Çünkü İbn Abbas radiyallahu anhuma şöyle demiştir: Rasûlullah Salallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“-Farz olan haccı kastederek- haccetmekte acele ediniz. Çünkü sizden hiçbir kimse ne ile karşı karşıya kalacağını bilemez.”
Böylece Peygamber Efendimiz hac etmekte acele edip, eli çabuk tutmayı emir buyurmuştur. Emir ise vücub (farz oluşu) gerektirir. Bundan dolayı Ömer b. el-Hattab Radiyallahu anh’ın şöyle dediği sabit olmuştur: “Şu ülkelere birtakım kimseler göndermeyi kararlaştırmak istedim. Onlar imkanı olup da haccetmeyen kimseleri tesbit etsinler ve bu gibi kimseleri cizyeye bağlasınlar. Böyleleri müslüman değildir, böyleleri müslüman değildir.”
Bir diğer rivayette de şöyle dediği nakledilmektedir:
“Genişlik ve imkân bulduğu halde yolu da açık ve serbest olmakla birlikte haccetmeyen bir adam -üç defa tekrar ederek- ister yahudi, ister hristiyan ölsün.”
Buna göre bu şartlar bir kimsede bulunacak olursa o kimseye haccetmek farz olur.
Bu durumda kişi bizzat haccetme gücüne sahibse haccetmesi farz olur. Eğer bizzat haccetme gücüne sahib değilse iki hal sözkonusudur:
1- Eğer -bu güç yetirememe halinin sona ermesini ve geçici bir hastalığa yakalanıp şifa bulmayı ümit eden hastanın halinde olduğu gibi- iyileşmeyi ümit ediyorsa bizzat haccedebilme gücüne erişinceye kadar haccetmeyi erteler. Eğer bundan önce vefat ederse onun terekesinden (geriye bıraktığı mirasından) onun adına hac yapılır ve günahkâr olmaz.
2- Eğer kendisine haccın vacib olduğu kişi, sona ermesi ümid edilemeyen, iyileşmesi beklenmeyen sürekli bir acizlik içerisinde ise -oldukça yaşlı, iyileşme ümidi olmayan kötürüm hasta, bineğe binemeyen kimse gibi- bu kimse kendisi adına hac ve umre yapacak birisini vekil tayin eder.
4) Hac Ve Umrede Vekâlet
Bineğe binemeyen, binek üzerinde duramayan, binek üzerinde yolculuk yapamayan, iyileşmesi ümit olunamayan hasta gibi şartları tamamlanmakla birlikte bizatihi hac ve umre yapamayan kimsenin kendisi adına hac ve umre yapacak bir vekil tayin etmesi gerekir. Çünkü İbn Abbas radiyallahu anhuma’nın rivayet ettiği bir hadise göre Has’amlılardan bir kadın:
“Ey Allah’ın Rasûlü, dedi Allah’ın kulları üzerine farz kıldığı hac yükümlülüğü babamı yaşı ilerlemiş bir halde iken gelip buldu. O binek sırtında duramıyor, onun yerine ben hac edeyim mi?” Peygamber:
“Evet” diye buyurdu. Bu da Veda haccında olmuştu.
Müslim’in bir rivayetinde de: “Onun yerine sen haccet.” dediği zikredilmektedir.
Ebu Rezîn’in rivayet ettiği hadise göre:
“Ey Allah’ın Rasûlü benim babam yaşlı birisidir. Hac da edemez, umre de yapamaz, yolculuğa da dayanamaz.” Peygamber ona:
“Babanın yerine sen haccet ve umre yap.” diye buyurdu.
Kendisine haccın farz olduğu kimse haccetmeksizin vefat edecek olursa geriye bıraktığı maldan kendisi adına hac ve umre yapılmak üzere gereken miktar ayrılır. Çünkü İbn Abbas radiyallahu anhuma şöyle demiştir: Sinan b. Abdullah el-Cühenî’nin hanımı Rasûlullah Salallahu aleyhi ve sellem’a haccetmeden ölen annesi hakkında, kendisi onun adına haccedecek olursa onun yerine haccı olur mu, diye sorulmasını (birisine) teklif etti. Peygamber şöyle buyurdu: “Evet, O, annesinin boynunda bir borç bulunsaydı onun adına bu borcunu ödeseydi, bu onun ödemesinin yerini tutar mıydı?” (Soruyu soran)
“Evet” dedi. Peygamber de:
“O halde o da annesinin yerine haccetsin” diye buyurdu.
İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem’a bir kadın gelerek dedi ki:
“Benim annem haccetmeyi adadı fakat haccedemeden öldü. Onun yerine ben haccedeyim mi?” Peygamber şöyle buyurdu:
“Evet, onun yerine haccet. Eğer annenin üzerinde bir borç bulunsaydı onu sen öder miydin?” diye sordu. Kadın:
“Evet” deyince, Peygamber:
“O halde alacaklı olanın hakkını veriniz. Şüphesiz Allah, hakkı ödenmeye en layık olandır.”
Bir rivayette de: “Allah’ın hakkını ödeyiniz. Çünkü Allah hakkı ödenmeye en layık olandır.” diye buyurdu.
Yine bir rivayette belirtildiğine göre bir adam dedi ki:
“Benim kızkardeşim haccetmeyi adadı, fakat vefat etti.” Peygamber şöyle buyurdu:
“Allah’ın hakkını öde. Çünkü O hakkı ödenilmeye en layık olandır.”
Başkasının adına vekaleten hac yapacak kimsenin bizzat kendi adına haccetmedikçe vekâleten haccetmesi caiz olmaz. Çünkü İbn Abbas radiyallahu anhuma’nın rivayet ettiği hadise göre Rasûlullah Salallahu aleyhi ve sellem bir adamın:
“Ya Rabbi Şubrume adına sana lebbeyk diyorum”, dediğini duymuş ve:
“Şubrume de kim?” diye sorunca, adam:
“Benim bir kardeşim yahut benim bir yakınımdır”, diye cevab vermiş. Peygamber:
“Peki kendi adına hac yaptın mı?” diye sormuş, adam.
“Hayır” deyince Peygamber:
“Önce kendi adına hac yap, sonra da Şubrume adına” diye buyurdu.
Vekâleten hac yaptıracak olan kimsenin, hac ve umre hükümlerini bilen ve bu hususta Allah’tan korkacağını ümit ettiği uygun bir vekil seçmeye özen göstermesi gerekir. Vekâleten haccedecek olan da Allah için ihlaslı bir niyete sahib olmalıdır ve sahih kabul edilen görüşe göre; bir kimsenin başkası adına haccetmek üzere bir mal alabilmesinin ancak şu iki halden birisi için sözkonusu olacağını bilmesi gerekir:
1- Kişi ölen şahsın hac sorumluluğundan kurtulmasını ve bu borcunun ödenmesi suretiyle ona iyilik yapmayı ister. Bu, ya aralarındaki bir akrabalık ya da genel olarak bütün müminlere karşı bir merhametinden dolayı olur. Bu durumda o vekil haccı eda etmesine imkan verecek kadar bir mal alır, geriye kalan malı ise hak sahiplerine iade eder. Bu şekilde hareket eden bir kimse, muhsin (iyilik yapan) bir kişidir. Allah da iyilik yapanları sever.
2- Vekâleten haccedecek kimse haccı seven, meşâiri görmeyi arzu eden bir kimse olmakla birlikte, gerekli masrafı karşılayamayan bir kimse olabilir. Bu durumda ihtiyacını görecek kadar malı alır ve kardeşi adına hac farizasını eda eder.
Özetle, vekâleten hac yapacak olan kimsenin haccetmek için gerekeni alması gerekir. Almak için haccetmelidir. Böyle bir kimsenin pek büyük bir sevab alacağı ve kendisini vekil tayin edenin yahutta kendisi adına haccettiği kimsenin ecri gibi ecir alacağı -yüce Allah’ın izniyle- ümit edilir. Peygamber Salallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:
“Emrolunduğunu eksiksiz gönül hoşluğu ile ödeyen güvenilir hazinedar, sadaka verenlerden birisidir.”
Âhiret için yapılması gereken bir amel ile mal alan yahut dünyayı murad eden ve ancak gelip geçici dünyalığı maksat olarak gözeten bir kimsenin ise âhirette alacak hiçbir payı olmaz.