Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Ahkam Ayetlerinin Izahi

S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
1- Allah Teâlâ; "Ey iman edenler, Allah'a itaat ediniz Rasûlune itaat ediniz, sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde çekişmeye (ihtilafa) düşerseniz onu Allah'a ve Rasûlune götürünüz. Eğer Allah'a ve âhirete inanıyorsanız bu sizin için daha hayırlı ve en güzel bir hüküm vermedir." (Maide 50)

A-Ulu'l Emr kimdir?

İbni Abbas'a göre: fukaha ve din ulemâsıdır. Mücahid'e göre: İlim sahipleridir. Ebu Hureyre'ye göre: Emirlerdir. İbni Kesir: "Zahir olan, âyetin emir sahibi olan tüm emir ve ulemaya şamil olduğudur", diyor. Tefsir-i Melar'da "Ulu'l Emri, ehli hail vel akd heyeti ile, emirler, sultanlar, ilim adamları, ordu komutanları, diğer idareciler ve önderlerdir ki; ümmet bunlara adalet, takva, istikamet ve ihlasla güzel ve doğru karar verme maslahatını korumakta sahip oldukları güven yüzünden başvurur" der.

B- Allah Teâlâ "ve sizden olan emir sahiplerine" der.

"Sizden olan emir sahiplerinden maksat nedir? Bundan maksat, Allah'a iman edip Allah'a ve Rasûlüne (sav) itaat eden ve Allah'ın Şeriatı'na bağlı olan hüküm ve iktidar sahipleri demektir. O halde ulu'l emrin mutlaka iman, istikamet ve takva ehlinden olmaları gerekir. Çünkü görevleri, Müslümanların işlerine "velayet" etmek, Şeriat Sahibi (sav)'i; dinin korunması noktasında "hilafet" ve "naiblik" hükmünde bir yetkiyle temsil etmektir. O halde bu emaneti, bu dine inanan ve onun ahkamını hayatına hakim kılan ve Allah'ın şeriatını uygulayan bir insan veya iktidarın eline teslim etmek gerektiği kendiliğinden açıklık kazanmış oluyor.

Ancak, bizden olmayan, yani müminlerden olmayan ya da İslam'la alay edip onu aşağılayan, Allah'ın hadlerini (cezai müeyyidelerini) ayaklar altına alan, faizli muameleyi kanunileştiren, Allah'ın Şeriatıyla hükmetmeyen ve Allah'ın haram kıldığı şeylerin çoğunu haram kabul etmeyen, medeni hukuk ve evlenme kanunlarını değiştirmede Allah'ın dinine karşı pervasızca bir tavır takınan, Müslümanlara asla merhamet etmeyeceğini tehdit edip ilan eden, Siyonistlere Nil'in suyundan vereceğini vaat edip bütün dinleri bir çatı altında (İslam - Yahudilik - Nasranilik) toplayacağını savunan, yeryüzünde Müslümanlara karşı en amansız ve acımasız biçimde düşmanlık besleyen yahudilerle Camp David andlaşmasını imzalayıp siyonistlerle ilişkilerimizi sanki hiç bir şey olmamışçasına yumuşatan, İsa Aleyhisselam'ın çarmıha gerildiğini söyleyen, dinin temel kaidelerini birbirinden ayırıp parçalayan, Kur'an'ı ardına atan ve SİYASETTE DİN, DİNDE DE SİYASET OLAMAZ diyen bir insan asla ve kesinlikle ulu'l emr'den olması mümkün olmadığı gibi, üstelik itaate da layık değildir

C- "Allah'a itaat ediniz ve Rasûlune itaat ediniz."

Allah Teâlâ âyet-i kerimede "etıy'û-itaat ediniz" fiilini Rasûlü için de sahip olduğu makama uygun olarak ikinci bir kez tekrarlayarak zikrediyor. Burada Allah (c.c.) Rasûlü (sav) hakkında özel bir itina göstermekte, ona, kendisinden sonra "itaat" ta başkasına tanımadığı bir istiklal ve muhtariyet vermektedir.
Sonra, "etıy'û" fiilini ulul emr için tekrar edip zikretmedi. Buradan da, onların itaat edilmede başlı başına bir istiklal ve muhtariyet sahibi olmadıkları çıkıyor. Onlara itaat, ancak Allah'a ve Rasulü'ne itaatlerinden sonra vacip olur. İtaatleri bu sınırı aşamaz ve bunun üzerine çıkamaz.

D- İhtilaf durumunda ne olacak?

Âyet-i kerime devamla, hakim idareci ile idare edilenler arasında bir ihtilaf olursa bunun hallinin nasıl olacağına işaret edilmekte. "Bir şeyde çekiştiğiniz zaman, onu Allah'a ve Rasulu'ne çeviriniz (havale ediniz, başvurunuz). Bir şeyin hükmünü Allah'a havale etmek, Kur-an'a, Rasûle havale etmek ise sünnetine baş vurmak anlamınadır. Bu âyet-i kerime, her hangi bir şeyde ihtilafa düştüğümüz zaman, onu Allah'ın Kitab'ına ve Rasûlünün sünnetine baş vurarak halletmek hususunda bize yol göstermek için nazil olmuştur.

Daha sonra, tüm meseleyi Allah'a ve âhiret gününe imana bağlıyor. "Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız bu sizin için hayırlı ve daha güzel bir hükümdür" (Nisa 59)
Âyet-i kerime açıklıkla; kişi veya toplum çekişmelerinde Kur'an veya sünnete baş vurup Kur'an veya sünnetin hakemliğini kabul etmiyorsa, kesinlikle Allah'a ve âhiret gününe iman etmediklerini vurguluyor.

E- "Eğer bir şeyde çekişirseniz"

Buradaki "şey" kelimesi belirsizlik ifadesi taşımaktadır. Arapçada şart cümlesindeki belirsizlik ifadesi, umum anlamındadır. Yani; itikat, ibadet, mülkiyet, cinayet, kan davaları, hadler, din ve dünya işlerinin hepsinde husule gelen ihtilaflardan her hangi birisinde Müslümanlara farz olan; yönetenler olsun, yönetilenler olsun, zahiri, batini her meselede Kitap ve Sünnet'e müracaat edilmelidir. Yoksa asla Müslüman olamazlar velev ki Müslüman olduklarını iddia etseler. Çünkü bir vakıa, içerdiği tüm hakikatlarla kendisidir, mücerret yalan iddialar ve boş temennilerle değil.

F- "İtaat" nelerde ve hangi şeyde olur?

1. ULULEMR'E İTAAT
Ululemre itaat, ancak ma'rufta ve Allah'a itaati buyurduğu şeylerde vardır, Allah'a isyanı emrettiklerinde değil. Çünkü: "Allah'a isyanda mahlukata itaat yoktur."

Yukarıdaki âyet-i kerime Abdullah b. Huzeyfe (r.a.) hakkında nazil olmuştur. Bir vakit Allah'ın Rasûlü (sav) onu bir seriye ile gazveye göndermişti. Abdullah (r.a.) seriye de bulunan arkadaşlarına bir ateş yakmalarını ve bu ateşin içine girmelerini emreder. Bunun üzerine seriye de ki sahabeler onun bu buyruğu üzerine tartışmaya başladılar, bu durum Rasulullah (sav)'e ulaşınca şöyle dedi: "Şayet o ateşe girmiş olsaydınız, ebediyen oradan çıkamazdınız.İtaat ancak maruftadır.(Buhari, Müslim ve Müsned)

Ulu'l emre itaati sınırlayan ve onu kayda bağlayan hadisi şerifler çoktur. Buhari'de "İtaat ancak ma'ruftadır", Yine "Günahta itaat yoktur" ve yine "Onlardan kim size günah işlemeyi emrediyorsa ona itaat etmeyiniz" buyrulmuştur. Müslim'de ise Ümmül Husayn (r.a.) diyor ki: Allah'ın Rasûlü (sav) veda hutbesinde; "Eğer üzerinizde sizi Allah'ın Kitabıyla idare eden bir köle bile seçilmiş olsa, ona itaat ediniz." buyurulmuştur. Yine Allah'ın Rasûlü (sav): "Müslüman kişiye, sevdiğinde ve sevmediğinde ulu'l emre, Allah'a asi olmakla emrolunmadıkça itaat etmesi gerekir. Ne zaman günah işlemekle (asi olmakla) emr olunursa, bu emirde ne onu dinlemek, ne de ona uymak vardır."

İşte bu hadisler, "Emir Habeşli bir köle dahi olsa, itaat!" emreden hadislerin mutlak anlamını mukayyed kılmakla, emirlere emirlerinde hoşlanmadığımız hususlarda uyup uymamasının sınırlarını çizmektedir. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'indeki bir hadis-i şerifte: "Allah'a itaat etmeyene itaat yoktur." buyrulur. Yine Müsned'de, "Allah'a asi olana itaat yoktur." buyrulur. Diğer bir rivayette: "Allah Teâlâ'ya asi olana itaat yoktur." Yani Müslümanların bunlara itaat etmesi gerekmediği gibi, gücü yetenler için bu itaati reddetmeleri de farzdır.

Ebu Şeybe'nin Müsned'inde: "sizin üzerinize bazıları emir olacaklar, onlara itaat etmek size vacip değildir." buyrulur. Bir diğer rivayette: "Allah'a baş kaldırana itaat olmaz." buyrulmaktadır. Bir adam Abdullah b. Ömer'e (r.a.): "Bize masiyetle emir buyuran bir emir hakkında ne buyurursunuz?" dediğinde; "Allah'a itaatinde ona itaat et , asi oluşunda etme!" buyurdu.

Müslim'de geçen bir hadiste: "Sizin üzerinize bazı insanlar emir olarak gelecekler, hem ma'rufla, hem münkerle amil olacaklar; kim bunların yaptıkları münkerden kerahetle nefret ederse, Allah indinde kendini berî (suçsuz) kılmıştır., kim de alenen inkar ederse selamete ermiştir. Fakat kim de onlardan yana olur ve onlara uyarsa" deyince sahabeler Rasulullah (sav)'e: "onlarla o zaman savaşalım mı?" diye sordular. Allah'ın Rasulü (sav): "Hayır, namazı ikame ettikleri sürece..." buyurdu. Burada namazı ikame etmekten kinaye, Allah'ın dinini ikame etmektir. Rasûlu'nün yoluna tabi olup Allah'ın indirdiği ile hükmetmek, ihtilaf ve hükümlerimizde Allah'ın şeriatına baş vurmak ve namazı ikame etmenin hukukuna gerçekten riayet etmektir. Namazı ikame etmek, namazı kamil şartları içinde erkan ve adabıyla, farz, vacip ve sünnetlerine hakkıyla riayet ederek kılmak ve yaşamaktır, ikamenin cümlesinden olarak; vakit namazlarını emirin cemaatle mescidte kılması ve kendisi hakkında yönetilenlerce bunun açıkça bilinmiş olması şarttır. Eğer böyle yapmazsa ona itaat etmek gerekmez. Aksine, "Şeriatta" onunla savaşmak emr olunmuştur

Şimdi bize vacip olan, hadisin anlamı üzerinde biraz daha durup, maksat ve gayesini iyice anlamaktır. Namaz kılıp Rabbine iman, takva ve ihlasla secde eden, O'nun celal ve azametine boyun büken bir kişi için, secdenin ruhu ve cevheri olan namazının, kendisini fuhşiyattan ve münkerden alıkoymuş olması başta gelen hususlardandır. Namaz gerçekten sahibini fuhşiyattan ve münkerattan alıkoyduğu zaman gerçek namazdır.

Allah Teâlâ'nın Kitab'ında yasakladığı faizli alış-verişler de, namazın men etmesi gereken münkerattandır. Bu konuda İbni Abbas, İbni Mes'ud ve Hasan el Basri diyorlar ki:

"Namazın kendisini fuhşiyattan ve münkerattan alıkoymadığı insan, Allah'tan uzaklaşmaktan başka bir şey elde edemez. "Şüphesiz ki namaz, fuhşiyyat ve münkerden nehyeder" (Ankebut 45)

g- Müfessirler ve hadis ehli ma'siyyette itaatin olmadığında icma ettikleri gibi, küfürlerinde ve dinden sapmaları yüzünden de onlara karşı çıkma hususunda da icma etmişlerdir. Bu arada unutmamak için buna şehadet eden bazı görüşleri rivayet etmek istiyorum.
 
S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
ULEMÂNIN GÖRÜŞLERİ
1- İmam Kurtubî: İbn Huveyz Mendad'dan rivayetle naklediyor. Dedi ki: "Sultan'ın emirlerine itaat etmeye gelince; Allah'ın emirlerine uymayı buyurmasında itaat etmek vardır (vacibdir), ma'sıyeti buyurmasında ise itaat yoktur (vacib değildir). Bunun için zamanımız velayet sahibi (yöneticilerine) itaat, onlara yardım, onları ta'zim etmek (yüceltmek) ve saymak caiz değildir. Eğer bizimle namaz kılmıyorsa, ma'sıyetinden ötürü fasıklar, onlarla namaz caizdir. Fakat dinde bid'at ehlinden iseler (arkalarında) onlarla namaz kılmak caiz değildir. Ancak müminler böyle yöneticilerin şerrinden emin olmazlar da onlarla namaz kılmak zorunda kalırlarsa, namazlarını daha sonra tekrar iade ederler.

2- Alûsî: "Onlara itaat etmenin vücubu (farz oluşu) hak üzere (Kur'an ve Sünnet) üzere olduklarındandır. Allah Teâlânın Şeriatına muhalefet ettiklerinde onlara itaat etmek vacip değildir. Bu da, "Hiç bir beşere Allah'a isyanda itaat yoktur." hadisine mebnidir. Bu hadisi ibni Ebî Şeybe rivayet etmiştir."

3- Bazı Şafii uleması demişlerdir ki; "İmama itaat,haram olan bir şeyi buyurmadıkçadır. Diğer bazıları da; "Emrettikleri, umum ümmetin yararına olmayan şeylerse, buna uymak gerekmez."

4- Tabiin Ulemasının Emevilere cevabı: Bu konuda tabiinden bazı alimlerin Emevilerden bazı emirlere söyledikleri sözler gerçekten de çok güzel çarpıcı bir cevap mahiyetindedir. Bu emirlerden birisi, tabiin'den birisine: Allah "sizden olan emir sahipleri" âyetiyle bize itaat etmenizi emretmedi mi? Tabiin'den olan bu zât da: Allah size itaati; "Eğer bir şeyde ihtilafa düşerseniz onu Allah'a ve Rasûlü'ne havale edin" demekle, bu itaat yetkisini sizin elinizden almadı mı? diye cevap verdi. Bununla sanki şöyle denmiştir. "Hakkıyla amel etmediklerinde onlara itaat etmeyin, ihtilafa düştüğünüz konularda Allah'ın Kitab'ı ve Rasûlünün sünnetine başvurun".

5- İbn Hacer el Askalânî: "Fukaha, güç ve galebe sahibi olan sultanla beraber cihad etmek hususunda icma etmişlerdir. Bu sultana bu esnada itaat etmek, ona karşı gelmekten daha hayırlıdır. Fakat bu sultan açıkça küfür irtikab ettiği zaman, Buhârî'de Cünade b. Cündüb'ün Rasûlullah (sav)'den rivayet ettiği bir hadisi şerifin hükmüne göre ona karşı güç yetirenin cihad etmesi vacibtir, itaat caiz değildir. "Cünade (r.a): Ubâde b. Samit hasta yatağında yatıyordu. Kendisini ziyarete gittik. Ona; Allah sana salah versin. Rasûlullah (sav)'den Allah'ın sana ecir yazacağı bir hadis duyduysan onu bize söyle, dedik. Ubade b. Samit (r.a.): Allah'ın Nebisi (sav) bize davette bulundu (biz de O'na icabet ederek) bey'at ettik. Kendisine sağlığımızda, güç ve kuvvetimiz yerinde oldukça, zorluk ve bolluk vaktimizde, zararımıza da olsa sözünü tutmak ve emrine itaat etmek için bizden bey'at aldı. Ve yine, emirin hareketlerinde yanımızda Allah'tan bir delil bulunup açık bir küfür görmedikçe, onunla cidale girmememiz hususunda beyat aldı." Diğer bir rivayette de şöyle denir: "Darda ve bollukta da Allah yolunda harcamak, ma'rufu emretmek, münkeri nehy etmek ve her nerede ve hangi şartlarda olursa olsun hak ile kaim olmak, Allah için yaptıklarımızda kınayıcının kınamasından korkmamak hususunda bizden bey'at aldı" Hadisdeki "küfran buvahan" tabirinden maksad; açık ve zahir bir şekilde küfrünü ilan etmek ve onu yaymaktır. Müslim'in bazı nüshalarında "küfran bürahan" olarak geçer ki zahir olmak, açık olmak anlamına gelir, başka bir rivayette de "küfran suvahan" diye geçer.

6- İmam Nevevi; Burada küfürden murad Allah'a asi olmaktır. Hadisin anlamı; İşlerinizin o aşına tayin edilen yöneticilerle, onlardan islam'ın temel kaidelerine aykırı düşen mutlak anlamda münkerleri görmedikçe onlara itiraz etmeyin (önlerine geçmeyin), eğer bunu görürseniz, nasıl ve nerede olursanız olun, bu yaptıklarını kabul etmeyip hakkı yüzlerine söyleyiniz, der.

7- İbn Tıyn'ın ed-Davudi'den yaptığı rivayette: "Ulemanın üzerinde ittifak ettikleri; zalim emirleri dinde fitneye sebeb olmadan ve zulüm yapmadan indirmek mümkünse, tahtından indirilmeli. Eğer bu mümkün değilse, imkan elde etmek için sabredilmelidir. Bazı alimler, temelde fasığa velayet akdi (bey'at) yapılmaz dediler. Eğer adaletli bir yönetimden sonra zulme saparsa, bu durumda ona isyan ve karşı çıkmaya fetva vermede ihtilafa düştüler. Asıl olan onu zulmünden men etmektir. Ancak kafir olunca, ona karşı cihad etmek farzdır."

8- İbn Hacer Feth ul Bârî'de: 'Emir'e küfründen dolayı karşı çıkıp cihad etmek icma ile sabittir. Ona karşı kıyam her müslümana farzdır. Kim buna güç yetirirse onun için "mücahid" sevabı vardır. Kim böyle bir emire yardakçılık edip yağ çekerse, günahkâr olur. Huruçda bulunamayana da (cihad etmeyene de) oradan hicret etmek vacib olur." diyor.

9- İmam Kurtubîde: Ebu Hanife'nin, "Hakim (devlet reisi) rüşvet alırsa derhal geciktirilmeden azlolunur. Eğer azlolunmazsa bundan sonra verdiği tüm hükümler batıl olur" dediğini rivayet ediyor. Bunda Allah'ın izniyle kimsenin ihtilafa düşmemesi gerekir. Çünkü rüşvet almak fısktır, fasığın hükmü caiz değildir.

10- Aynı şekilde İmam İbni Kudame de rüşvetin haramlığı hakkında böyle söyledi. Ben de diyorum ki, rüşvet alan devlet reisi bundan dolayı fasık oluyor, yönetimden düşürüldüğüne ve verdiği her hükmün batıl olduğuna göre, yüzlerce büyük günah işleyen ve Allah'ın şeriatını yürürlükten kaldıran insanın durumu ne olur?

11- İbn Abidin: "İmamet akdi, irtidad (dinden çıkma) gibi bir fiille münhal olur ve düşer. Bunun gibi, fışkından dolayı böyle bir imamın azlolunacağını söylemişlerdir, imam Şafii ve Ebu Hanife'nin (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun) mezheblerinin zahiri budur. İmam Muhammed'e göre, ittifakla yönetimden indirilir."

12- el-Mevakıf ve şerhinde: "Ümmetin, imamı caiz kılıcı bir sebebten dolayı azletme hakkı vardır. Misal olarak, "yönetimiyle müslümanların ahvalini bozması, din işlerinde kusur edip dini yüceltmemesi gibi durumlarda görevinden alınır." Bunun gibi, ümmetin aynı zamanda imamı nasbetme (imamlığa getirme) yetkisi gibi, ümmetin düzeni ve refahı için imamın yerinden indirilmesi, zararların en hafifi göz önüne alınarak bazı fitnelere yol açsa bile menfaati galip olan cihet tercih edilir." denilmektedir.

13- İbn Hazm'a sorulan bir fetvada: "Yahudileri işlerinin başına getiren, Nasranileri de ordusunda asker yapan, Müslümanlardan her bulduğuna kılıç çeken, Müslümanlara karşı aşağılayıcı ve alay edici her türlü tavrı sergileyen, Müslüman kadınlara zinayı mubah kılan ve bütün bu yaptıklarına rağmen ve İslam'ı kabul eden ve namaz kılan bir "Sultan" hakkında ne dersiniz?" denildi. İbni Hazm: "Eğer Müslümanlar bu "Sultan"a karşı sabretmeyi caiz görürlerse, top yekûn İslam'a muhalefet etmiş olurlar ve İslam'dan çıkarlar." Fakat bu "sultan"a karşı cihad ilan edilir ve kendisiyle harb edilir derlerse, yeniden hakka (İslam'a) dönmüş olurlar. Hatta bir tek Müslüman erkek veya kadının öldürülmesi, bir tek kişinin malının gasb edilmesi, bir tek insanın bedenen eziyet ve zulüm görmesi gibi hadiselerde dahi bu zulmü reddetmeyi vacip görürlerse, yine İslam'a dönmüş olurlar."

Müslümanlara vacib olan, zulmün hangi türlüsü olursa olsun, velev ki bu basit bir şey de olsa; imama bunun tebliğ edilmesi ve imamın bundan men edilmesidir. Vaz geçer ve tevbe ederse, onun imamlıktan alınmasına gerek yoktur. Şayet zulümden rücu etmeyi reddeder de imam olarak vacib olan emirleri uygulamaya koymaz ve yolundan dönmezse, onu imamlıktan alıp yerine hakkı kaim kılan bir başkasını ikame etmek vacibtir. Bu Allah Teâlâ'nın şu emrine uyularak yapılmış olmalıdır. "Hayır ve takva üzerine bir birinizle yardımlasın. Günah ve düşmanlık üzerine bir birinizle yardımlaşmayın." (Maide 2)

Allah'ın emirlerinden hiç bir vacibin ziyanına (yok olmasına) sükut etmek caiz değildir... Tevfik Allah'tandır."

14- Şeyh Salah Ebu İsmail, mahkeme huzurundaki şehadetinde; "Ebu Bekir (r.a.)'ın halife olarak kendisine bey'at edildiği günde irad ettiği hutbesini zikrettikten sonra şöyle dedi: "Ümmetin cumhur fukahası, selef olsun, ondan sonra gelenler olsun, kafire imametin (devlet başkanlığının) akdedilip verilmeyeceğinde icma etmişlerdir. Eğer imamın akidesine ve ameline küfür sirayet edecek olursa, azledilmesi vacib olur. İnsanların ona itaat etmedeki zorunluğu da ortadan kalkar.

Prof. Dr. Ali Gerişe (eski müsteşar) Erkânü'ş-Şeriatü'l İslamiyye isimli kitabında, "Allah'ın şeriatının bir kısmını yasaklayan kişiye karşı cihad etmede -fukaha arasında-ihtilaf olmadığına göre; Allah'ın şeriatının tamamını yasaklayan kişiye karşı cihad edilmesi daha elzemdir. Şeyh Salah Ebu İsmail de aynen bu görüşe katılmış ve bunu doğrulamıştır.

15- Şu anda Ezher Şeyhi (Rektörü) sayın Mısır eski müftüsü de, İslami yoldan ayrılan devlet başkanının azledilmesine "el-fariydatü'l gaibe" adlı risaleye yazdığı reddiyede fetva vermiştir. Bu reddiyesinde diyor ki: "Eğer devlet başkanı Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse ve şeriatının tamamını uygulamazsa, emrettiği ve yasakladığı şeyde kendisine itaat edilmez." Müftü devamla:

"Kim böyle bir idarecinin icraatını gücü nisbetinde reddedip inkar ederse selamete ermiştir, kim de böylesinin idaresinden razı olursa, o artık asilerden olmuştur." Müftü sözlerine şunları da ekliyor: "Müslümanların halifesi ümmetin vekilidir, hükmetmede ümmetin iradesine (İslam doğrultusunda ) boyun eğmek zorundadır. Bundan dolayı ümmetin imamını seçme ve azletme hakkı vardır."

16- İbn Tıyn şöyle diyor: "İslam fukahası; halife eğer müslümanları küfre veya bid'ata davet ederse ona karşı kıyam edilip onunla harb edilmesinde icma etmişlerdi, ancak halifenin malları gasbetmesi, kan dökmesi ve bazı haram şeyleri yapması hususunda ise kıyam edilip edilmemesinde ihtilaf etmişlerdir." (Fethul Bari 13/116)

17- İsmail el Kâdî, Ahkamü'l Kur'an'da; "Ayetlerin zahir hükmü, kim (kafirlerin yaptığı gibi) yapar ve onlar gibi hüküm ortaya koyar ve bununla Allah'ın hükmüne muhalefet ederse, kafirler hakkında caiz olan tüm cezalara müstehak olur. ister bu insanların hakimi (sultanı-idarecisi) veya her hangi bir insan olsun, hüküm böyledir. (Fethul Barî, 13/120)"

18- İmam Malik el Muvatta'da: "Bu iş bizim dinimizde şöyledir: Kim Allah'ın farz kıldığı farzlardan herhangi birini yasaklar ve müsmülanlar da bu farzların ikame edilmesi iznini onun elinden alamazlarsa, müslümanlara onunla cihad etmeleri farzdır." (Muvatta, 2/269)

İbn Battal (rh.) "Eğer bu idareci feraizin mubah olduğunu kabul eder de yapmazsa, kendisine karşı kıyam etmekte hilaf yoktur." İbni Hacer, şerhinde buna bir açıklama getirerek; "Allah'ın farz kıldıklarını ikrar edip kabul etmezse, bu insan kafirdir." diyor. (Fethul Barî 12/275)

İmam Buhari (rh.) Sahih'inde özel bir bab açarak bu bölüme "Allah'ın feraizini kabul etmeyenin katli ve dinden dönmeye nisbet edilenler" adını vermiştir.İbni Hacer yorumunda; "Vacib olan ahkamı kabul edip amel etmeyenin katlinin cevazı" diye bir bölüm açarak İmam Buhari'nin sözünü daha da netleştirmiştir.

19- Allame eş-Şınkıtî Advâü'l Beyan adlı tefsirinde: "O (Allah) hükmünde kimseyi ortak kılmaz." (Kehf 26) âyetinin tefsirinde Allah Teâlâ'nın zatına mahsus kanun koyma yetkisinden söz ettikten sonra; Allah'ın Kitab'ına muhalif beşer yapısı kanunları icad edip onu merci olarak kabul edenler hakkında: Bunların küfründe ancak Allah'ın, Kur'an'ın nurunu görmekten mahrum kılıp basiretlerini kör ettiği insanlardan gayrisinin indinde, şek ve şüphe yoktur."

20- Prof. Dr. Salahaddin Debbus; "Halifenin Seçilmesi ve Azledilmesi" adlı kitabında, halifenin azledilmesi ile ilgili ahkam ve ölçülerin tefsirinde diyor ki: "ikinci miyar (ölçü): Halifenin halife olarak yapması ve uygulaması gereken şer'î vacibleri üslenmekten açık bir şekilde kaçınması, onun küfründe asla şüphe bırakmaz. Bu halde ona itaat edip yardım etmek; müslümanlara vacib değildir. Çünkü o artık hilfetten düşmüştür. Bu durumun içine, halifenin İslamî hayatta insanlara yol göstermesi de girer. Veliyyül emr ya da halife, bu önderliğini terk ederse hükümden düşürülür. Çünkü Rasulullah (sav) müslümanların başına velayet (şura ve bey'at) yoluyla seçilmiş olan ulü'l emrden açık bir küfür görmedikçe onlara itaat etmemizi emretmiştir. Müslim, Ubade bin Samit (r.a.)'dan rivayet ettiği hadiste, "Ulu'l emre din ahkamını uygulamada muhalefet etmemenizi tavsiye ederim. Ancak onda, yanınızda Allah indinden bir burhan inmiş olan bir küfür görürseniz." diye istisnada bulundu.

Dr. Debbus devamla; "Burada fitne düşüncesini getirip ortaya atmanın hiç bir anlamı yoktur. Zira imamın veya halifenin küfründen ve İslamî hayattan uzaklaştırmasından daha büyük bir fitne yoktur" demektedir. Dr. Debbus aynı kitabında: "Eğer halifenin seçilmesi, dinin hakimiyeti, Allah'ın kullarının işlerinin ıslahı ve onların hüsn-ü siyasetle idare edilmesi gayesine matuf ise; halifenin kendisine düşen bu vazifeleri yerine getirmesi vaciptir. bunu yapmazsa, Müslümanların işleri ve huzurları bozulur. Dinin başarısızlığa uğraması, hayatta uygulanmaması, halifenin görevinden alınması için yeter bir sebep sayılır. Fıkhın kabul ettiği kaide bu olduğu gibi, kelam ilmi de aynı kaideyi tasdik ediyor" der. (Halifenin Seçilmesi ve Azledilmesi, Cild 1/370)

21- İbni Kesir .Tefsirinde (2/67) diyor ki: "Kim bunu işlerse (yani Allah'ın şeriatını terk eder ve onun yerine başka bir -kanunu- koyarsa, şüphesiz mutlak bir kafirdir. Allah'ın ve Rasûlünün (sav) hükmüne dönüp Kur'an ve Sünnet'te ı başka hükmettiği batılı terk edinceye kadar ona karşı cihad farzdır" der. Çünkü Allah Teâlâ: "Yoksa onlar cahiliyye (küfür) hükmünü mü arzuluyorlar?" (Maide 50) buyurarak durumun ciddiyetine işaret etmiştir.

Hülasa olarak; bizzat kendisinden ötürü İdareciye (sulltana, başkana) itaat edilmez. Ona, Allah'ın ve Rasulünün (sav) hükmünü uygulamada uyulur. İdare eden ve edilenler arasındaki İhtilaflarda ancak Kur'an ve Sünnet'le hüküm verilebilir. Fukahanın çoğu da bu konuda İttifak etmişlerdir. Allah'ın Kİtab'ı, Rasulünün sünneti ve fukahanın İttifakından sonra bu konuda söylenecek her hangi bir söz olamaz.

İKİNCİ OLARAK: Allah Teâlâ "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir" (Maide 44) buyuruyor. Bu âyeti kerime, yahudilerin Tevrat'ın emirlerine muhalefet ederek Allah'ın, zina eden erkekle ilgili hükmünü değiştirip inkar ederek "Bu emir bize farz değildir" dediklerinde, bu sözleri söyleyenlerin hepsinin kafir olduklarını ve iman ehli olmaya hak kazanamayacaklarını, onların ne Musa Aleyhisselam'a, ne Tevrat'a, ne Muhammed Aleyhisselam'a ve ne de Kur'an'a inanmayacaklarını söyleyen âyeti kerimenin sonunda nazil olmuştur, İslam alimleri bu âyetin tefsirinde "küfür" sıfatının kimleri içine aldığı hususunda ihtilafa düşmüşlerdir.

"KİM ALLAH'IN İNDİRDİĞİ ÎLE HÜKMETMEZSE İŞTE ONLAR KAFİRLERİN TA KENDİLERİDİR"
AYETİ HAKKINDA ALİMLERİN GÖRÜŞLERİ

1-Abdülazîz b.Yahya el-Kinanî: "Allah'ın indirdiği ile" ifadesi umum (genellik) arz eder. "Kim ki Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse" cümlesinin anlamı; kim Allah'ın indirdiği hükümlerden olmayan ve ona muhalif olan bir hükümle hükmederse, kafirlerin cümlesindendir. Ve bu haktır. Çünkü kafir, gerçekte hükümlerinde, Allah (cc)'ın tüm indirdiğine muhalif hüküm verendir. Bundan maksad, Allah'ın İndirdiği hükümleri kabul etmeyip terk etmektir.

Bu konuya, kişinin İslam ve tevhid üzere olup olmadığının hükmü de girer. Fakat fasıka gelince, o bir çok ahkamda Allah'ın hükmünün gayrisini işlemiştir. İtikad ve ikrarda ise Allah'ın bütün emirlerini kabul eder. Abdülaziz b. Yahya el-Kinânî, "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse kafirdir" diyor. Ama kim tevhid İle hükmeder de Allah'ın bazı emirlerini ihmal ederse, bu âyeti kerimenin tefsiri içine girmez. Burada nefyin umumundan maksad, "ma" edatının "cins" üzerine hamledilmesidir (yani tüm emirler). Böyle olunca, Allah'ın indirdiği hükümlerden sadece her hangi biriyle hükmeden, Allah'ın emirlerini tasdik edici sayılmaz, küfründe de tartışmaya mahal kalmaz.

2- İbn'ul Enbârî: "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse" âyetinin anlamı, kafirlerin davranışına benzer davranışlarda bulunmaktır ki, bu da emirlerin zahirinden yüz çevirmektir.

3- Kimi alimler de, âyet-i kerimenin ifade ettiği mana: "Kasten ve cehaletten, yahut bir tevil ve ictihad hatası olmadan Allah'ın hükümleriyle hükmetmeyi terk etmek, şeklindedir demişlerdir." imam Beğavi bunu tüm ilim ehline atfetmiştir.

4- Kimi alimler de, "Bu idareciye göre değişir. Eğer kendinden olan bir kanunu Allah indindenmiş gibi uygularsa, bu Allah'ın dinini tebdildir, onun küfrünü gerektirir. Ama hevasına uyarak bunu yaparsa bu bir ma'siyettir. Ehli sünnet inancına göre bütün günah işleyenlerin günahlarının bağışlanması için tevbe kapısı açıktır." demektedirler.


5- İbn'ul Kayyım: "Gerçek olan, Allah'ın indirdiği ile hükmetmek konusunun büyük ve küçük küfrü beraber içine aldığıdır. Bu, sultanın durumuna göre değişir. Eğer bu sultan, Allah'ın emirleriyle hükmetmenin vücubuna inanıyorsa, bununla hükmetmemekten dolayı cezaya müstahaktır. İşte bu küçük küfürdür. Şayet Allah'ın indirdiği ile hükmetmenin vacib olmadığına itikad edip iman ediyor ve bilmesine rağmen insanın buna uyup uymamakta serbest olduğunu söylüyorsa, bu en büyük küfürdür. Fakat cehaletinden dolayı bir hatada bulunmuşsa, hakkında hata edenlerin hükmü uygulanır.

Bazıları; "Bu âyet-i kerimedeki küfürden maksad,insanı dinden çıkarmayan küçük küfürdür" dediler. Bu, ibni Abbas (r.a.) ve sahabenin genel görüşüdür. İbni Abbas (r.a.): "Bu küfür insanı dinden çıkaran küfür değildir. Bunu yaptığında belki kafir olur fakat, bu küfür Allah'ı ve âhireti inkar edenin küfrü gibi değildir" demiştir. Yine İbni Abbas (r.a.)'dan rivayet olunan, "bu sözü edilen küfre giriş değildir". Bunu Hakim Müstedrek'inde rivayet ediyor. Buharı ve Müslim bunu rivayet etmediler fakat, ikisinin de şartına uygun olarak bu sözü İbn Münzir ve Hakim, Abdullah b. Abbas (r.a.)'dan rivayet eder. Beyhâki'nin sahih saydığı rivayet te bunu desteklemekte. İbni Abbas (r.a.) diyor ki: "O sizin dediğiniz küfür değildir. O dinden çıkaran bir küfür de değildir. O küfrün dûnunda (aşağısında) bir küfürdür."

Tavus da; "Bu küfür, Allah'ı, meleklerini, kitaplarını ve peygamberlerini inkar edenlerin küfrü gibi değildir." dedi. İbn Tavus: "Bu insanı dinden çıkaran küfür değildir" dedi. Ata: "Bu, küfürden gayrı bir küfür, fısktan başka bir fısktır, zulümden gayri bir zulümdür" dedi.

İbn Cerir et Taberi, Ali b. Husayn'dan "Bu küfür şirk küfrü, bu zulüm şirk zulmü, bu fısk şirk fışkı gibi bir şeydir" dediğini rivayet eder. Sanki bu imamlar küfretmeyi, dini (kurallarıyla) inkar biçiminde değil de, küfran-ı nimet şeklinde anlamışlardır.

7- Ayrıca bu hükümde ima (gizleme, muhteva olarak işaret) vardır. Yani "Kim Allah'ın indirdiği Kur'an'ı ve Rasûlünün sözlerini inkar etmek gayesiyle uygulamazsa şüphesiz kafir olmuştur. İbn Abbas ve Mücahid (r.a.) "âyet-i kerimenin umumu bunun üzerinedir" Abdullah b. Abbas ve Hasan el-Basrî, "âyet-i kerime Müslümanlar, yahudiler ve kafirlerden, Allah'ın indirdiği ile hükmetme-meyi caiz gören herkes hakkındadır" dediler. Fakat Müslümanlardan birisi bunu yapar, sonra bunun günah ve haram olduğunu bilirse, bu kişi Müslümanların fasıklarından olur. Onun işi Allah Teâlâ'ya kalmıştır. Dilerse onu bağışlar, dilerse ona azap eder.

İkrime (r.a): "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse" âyeti kerimesi; ancak kalbiyle kabul etmeyip ve diliyle inkar edenler hakkındadır. Yalnız, Allah'ın emirlerini kalbiyle bilip O'nun hükmü olduğuna inanan ve diliyle bunu ikrar eden kişinin yaptığı; Allah'ın hükmünü bildiği halde ona aykırı davranmaktır. Onun yaptığı şey, hükmü terk etmektir. Bununla da, bu müslümanın bu âyeti kerimenin ahkamı içerisine girmesi gerekmez."

İbni Abbas (r.a): "Kim Allah'ın indirdiğini inkar ederse, şüphesiz kafir olmuştur. Kim kabul eder de onunla hükmetmezse, zalim ve fasıktır." diyor (İbni Cerir'in rivayeti) Böylece âyeti kerimenin zahiri, kişilerin durumuna göre tefsire açık bırakılmıştır. Hüküm, kalbin ve bedenin amellerine şamil olmakla beraber, kalbiyle Allah'ın hükmünü kabul etmeyenin de küfrü hakkında asla bir ihtilaf yoktur.

Âyet-i kerimenin Allah'ın indirdiği hükümleri inatla inkâr şeklindeki yorumu, ibni Cerir et Taberi ve Fahruddin Râzi gibi büyük müfessirlerin görüşüdür. İbn'ul Kayyım'ın bu görüşü kabul edip rıza göstermemesi ise, bunu ihtiyatî bir görüş ve tevil olarak kabul etmesindendir.

8- Bu ve diğer iki âyet-i kerime Allah'ın hükmünü değiştiren kafirler hakkında nazil oldu. Bera b. Azib (r.a.)'in Müslim'den gelen bir rivayetine göre. müslüman büyük bir günah işlemiş olsa bile tekfir olunmaz. Bu âyeti kerimelerin nüzul sebepleri için; Bera b. Azib, Huzeyfe bin Yeman, İbn Abbas, Ebu Miclez ve Ebu Reca el Utaridi, İkrime, Ubeydullah ve Hasan el Basri ve diğerleri, ehli kitap hakkındadır, demişlerdir.

İbn Cerir et Taberi, Ebu Salih'ten bir rivayetinde Maide süresindeki üç âyet-i kerimenin "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse" hükmü ehli islam için değil, kafirler hakkında nazil olmuştur" denilmekte. İbn Ebi Hatem, bu rivayetin benzerini İkrime, İbni Cerir ve Dehhak'tan alarak takviye etmiştir.
Bunların âyet-i kerime'de geçen üç vasıfla sıfatlandırılmalarının hikmeti, belki de bazı hallerde küfür, bazı hallerde zulüm ve bazısında da fısk üzere oldukları; Allah'ın hükümlerinin emredildiği yer ve meselede uygulamalarından doğan ihtilaftan olsa gerek.

9- Bazı müfessirler bu âyetin özellikle yahudiler hakkında nazil olduğunu söylerler. Bir kısmı da "kim hükmetmezse"den murad, Abdurrezzak'ın İbrahim (en Nehai olabilirden rivayetinde bu âyetlerin İsrail oğulları hakkında indiğini söyler. İbn Abbas'tan gelen bir başka rivayette Benî Kurayza ve Benî Nadr hakkında inmiştir denilir. Said b. Mansur, Ebu Şeyh, İbni Merdeveyh yaptıkları rivayette İbn Abbas "işte onlar kafirler, zalimler ve fasıklardır" hükmü özellikle yahudiler hakkında inmiştir. İmam Şa'bî de; yahudiler hakkında indi, demekte, imam en-Nahhas bu görüşü benimseyerek, buna üç şey delalet eder, diyor.

a- Örnek olarak "yahudileşenlere" cümlesi geçtikten sonra zamiri tekrar zikrinde "onlar" zamirine dönüş var. sözün akışı da buna delalet ediyor.

b- Biraz sonra gelen "Onların üzerine yazdık (farz kıldık)" cümlesindeki zamirden maksad, icma ile yahudilerdir. Zira yahudiler "recm ve kısas"ı inkar ettiler.

c- Eğer biri kalkar da, âyetteki (men) ceza için olduğu zaman bunu tahsis eden bir delil bulunmadıkça, umum ifade eder derse, ona buradaki (men)in (ellezi) olduğunu zikrettiğimiz delillerle anlaşılmış olduğunu söyleriz. Ayetin takdiri (Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen yahudiler yok mu, işte onlar kafirlerin ta kendileridir) olur. İmam Kurtubi ve Taberi de aynı görüşü seçmişlerdir. Taberi, "ilk âyet ehli kitabın kafirleri hakkında inmiştir. Çünkü ondan önce ve sonra geçen ayet-i kerime de onlar hakkında nazil olmuştur. Ayetten kastedilen de onlardır. Bunun onlarla ilgili bir haber olması daha evladır" kaydını zikreder.

10- Diğer bazı alimler: "Ayet ehli kitap hakkında inmiştir. Fakat gaye, müslüman ve kafiriyle tüm insanlığa hitaptır." Bu söz, Ömer ve Ali (r.a.)'a nisbet edilmekte, İbrahim en Nehai, Hasan el Basri ve Mesruk'un görüşleri budur.

11- Bazıları da âyetteki kafirlerden maksat ehl-i İslam, zalimlerden maksat yahudiler, fasıklardan maksat ise nasranilerdir demişlerdir. Bu görüş de Ebu Bekir ibn Arabi'nin kanaatidir. Ahkamu'l Kur'an'da Cassas (4/93) ilk âyet Müslümanlar, ikinci âyet yahudiler, üçüncü âyet ise nasraniler hakkında inmiştir" der. Şa'bi, "kafirler" lafzı Müslümanlar hakkında, "zalimler" lafzı yahudiler hakkında, "fasıklar" da nasraniler hakkında inmiştir" demekte. Şa'bi'nin bu görüşünden sonra Alû-sî Tefsiri'nde; "Eğer böyle olursa, müminlerin yahudi ve nasranilerden daha kötü bir halde olmaları gerekiyor. Ancak, küfür müminlere nisbet edildiği zaman tehdit ve tağliz anlamındadır" denilmekte. Kafir, fasıklık ve zulümle vasıflandırıldığı zaman, bu onun küfrünün ve isyanının derecesini tanımlamak için zikredilir. Huzeyfe (r.a.)nın de sözleri bu görüşü destekleyecek mahiyettedir.

12- Hariciler bu âyeti delil getirerek, âyet Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen ne kadar insan varsa hepsinin küfrüne hükmetmektedir dediler. Dolayısıyla her günah işleyen, Allah'ın indirdiği ile hükmetmediğinden kafir olmuştur. Bu âyetten yola çıkarak, fasık kafirdir, mümin değildir hükmüne vardılar. Bu sözlerinin de dayanağı, âyet-i kerimedeki "men" harfinin Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen her insan hakkında umumi bir anlam taşıdığı inancıdır. Böylece, Allah'ın emirlerini tasdik eden bir fasık ta, bu yorumun içine girer. Bu düşüncenin karşısında denilecek şey, âyetin zahirinin hükme açık olduğudur. Hükmün kalbî ve bedenî hareketlere şamil olmasına rağmen, burada esas gaye kalbin durumu ve amelidir. O da, tasdik etmek veya etmemektir.

Allah'ın indirdiğini tasdik etmeyenin kafirliğinde ihtilaf yoktur. Âyetteki "ma" olumsuzluk edatının cinse hamledilmesi, şüphesiz ki Allah'ın indirdiği hükümlerden her hangi birisini kalbiyle tasdik etmeyip, ancak kabul etmeyen kişidir. Onun da küfrü hususunda tartışmaya gerek yoktur. Hakkı söylemek gerekirse, doğru olan ve delillerin desteklediği görüşte budur. Âyet, Müslüman, yahudi ve nasranilerin tümünü içine almaktadır. Allah'ın indirmediği ile hükmeden bir sultan kafirdir. Allah'ın hükümlerini uygulamamakla işlenen küfür, sahibini dinden çıkarır. Birazdan zikredeceğimiz âyet ve hadisler bunu daha güzel açıklayacaktır. Bu âyet, yahudiler recmin uygulamasını inkar ettikleri zaman indi. Ancak usûl kaidesi: "ibret, sebebin özel oluşuyla değil, lafzın umumuyladır" der.
"Kim hükmetmezse" cümlesindeki "men" şart edatıdır. Bu bir genellemeyi ifade eder. O da, âyetin her hangi bir taifeye mahsus olmadığının açık delilidir ve hüküm başına getirilen her insanı kapsayıcıdır.

Tevrat ve İncil ehli, Allah'ın Tevrat ve İncil'de indirdikleri ile hükmetmedikleri zaman kafir, zalim ve fasık olarak isimlendirilirlerse; Kur'an'da indirdikleriyle hükmetmek istemeyen ve müslüman görünenlerin de kafir, zalim ve fasık olarak isimlendirilmeleri elbette daha uygundur. Gerçek olan, âyetin kitap ehli ve diğerlerini de içine aldığıdır. Hakim'in tahric ettiği ve sahih gördüğü, Abdurrezak ve İbn Cerir'in Huzeyfe (r.a.)'dan rivayetlerinde: "Bir gün Huzeyfe'nin yanında bu üç âyet okundu, orada bulunanlardan birisi; Bu İsrailoğulları hakkında indi, deyince. Huzeyfe; Evet, İsrailoğulları sizin ne güzel kardeşlerinizdir. Bütün iyilikler sizin, ne kadar kötülük varsa onların, değil mi? Allah'a yemin ederim ki siz de öyle olacak ve ayakkabınızın bağı kadar da olsa onlara uyacaksınız" dedi.

Yine rivayet edilir ki Huzeyfe (r.a.)'a bu üç ayet hakkında; "Acaba İsrailoğulları hakkında mı indi?" diye soru sordular. O da; "Evet, o âyetler onlar hakkında indi. Fakat siz de onları adım adım takip edeceksiniz" dedi. İbn Cerir, Alkame ve Mesruk'tan rivayetlerinde; "Abdullah İbni Mesud'a rüşvet hakkında soru sordular. İtini Mesud; O faizdir, dedi. Peki, ya hükümde rüşvet nedir dediler. Bu da küfürdür, dedi. Sonra, "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse o kafirlerin ta kendisidir" âyetini okudu. Buna benzer bir rivayeti de İbn Cemile, Ali (raydan rivayet etmektedir. Müfessir es-Süddî: "Allah Teâlâ'nın indirdiği ile hükmetmeyip kasten terk ettiğini bilen kişi artık kafirlerden olmuştur" der. Kuşeyrî ve Hasan el Basrî, Süddi'ye atıfta bulunarak, "Kim rüşvet alır ve Allah'ın hükmünden başkasıyla hükmederse o kafirdir" dediğini nakleder. Hasan el Basrî'-den; "Âyet yahudiler hakkında indi, fakat bizim hakkımızda da geçerlidir" sözü nakledilir.

Abdurrezzak'ın, İbrahim en Nehai'den rivayetinde; "Âyet İsrailoğulları hakkında nazil oldu ancak Allah Teâlâ bu ümmet için de bu hükme razı olmuştur" dediği nakledilir.
Alûsî; "Zahir olan bu hitabın yahudi olmayanlar hakkında umum ifade etmesidir. Âyetteki tabirler, işlenen günahın ve küfrün ağırlığını, cesametini belirtmek için kullanılmıştır. İlim ehlinin dediklerine göre zulüm ve fısk sıfatlarından maksat; küfrün onları mutlak zulüm ve fişka itmesinden ötürü, bu vasıflar iki ayrı âyet-i kerimede zikr olunmuştur.

Ebussuud tefsirinde: Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, bu kişi kim olursa olsun, bu âyet-i kerimenin çerçevesi içerisine girer. Allah'ın âyetlerinde yaptıkları tebdil ve tahriften ötürü buna müstahak olmuşlardır. "İşte onlar kafirlerin ta kendileridir", yani Allah'ın emirlerine ihanet edip onu aşağıladıklarından kafir olmuşlardır. Bu cümle, kendinden önce geçen cümlenin anlamını tasdik ve destek mahiyetindedir. Ayrıca insanları sapıklığa götürmekten şiddetli bir sakındırmadır. Çünkü Allah Teâlâ "tekfir" hükmünü, sadece kendi emirlerini terk ettikleri için veriyor. Peki, bu hükümlerin hilafına hükmetmek ve bir de buna âyetlerin yerini ve anlamlarını değiştirmek eklenince ne olur? Bu görüşe cevap olarak, sadece Allah'ın indirdiği ile hükmetmemek küfür değil, belki küfür, inatla kabul etmeyip reddetmektir ve aynı zamanda şöyle denilebilir: Âyet, "Kim Allah'ın indirdiği ile itikat etmezse" dememiştir. İbni kayyım el Cevzi bu görüşü inkar edip bozuk olduğunu ispat etmiştir. Beğavî, ilim ehlinden yaptığı nakillerde; "Küfür, nassın hilafına kasıtlı olarak, cehalet ve tevil hatası bulunmadan davranmaktır" diye rivayette bulunmaktadır.

İşte ancak burada bu söze vereceğimiz cevapta "küfürden gayrı küfür" tabiri gündeme girer. Râzî de bu sözü söyleyenlerdendir. Fakat bu görüş zayıftır. Çünkü küfür lafzı bir şeyde veya yerde kullanıldığı zaman (dinde küfür) anlamına gelir. Bunun, lafzın zahirinin hilafına olduğunu söylemek hiç mümkün değildir. Eğer küfür lafzı sahih hadislerde geçmiştir, denilirse, onlara ilim ehlinin "bu, küfürden gayrı bir küfürdür" dediği söylenir. Bundan maksat küçük küfürdür.

Hadis-i şerifler: Müslim ve Buhari'de: "Benden sonra birbirinizin boynunu vurup kafir olmayın." Yine Müslim'in rivayetinde: "insanlar (arasında) iki şey (haslet) vardır. Onlar (la) olan küfürdür; insanların neseplerine iftira ile dil uzatmak, ve ölüye ağıt yakmak." Sahih bir hadis; "Müslümana sövmek fasıklık, müslümanı öldürmek küfürdür" "Kim bir kahine (sihirbaza) veya falcıya gelir de onun dediklerini doğrularsa, Muhammed (sav)'e indirileni inkar etmiştir." "Kim Allah'tan gayrısıyla yemin ederse Allah'a şirk koşmuştur."

Eğer, niçin bu âyetlerde geçen "küfür" lafzının büyük küfür olduğunu söylüyorsunuz? derseniz: Deriz ki, hadislerde varid olan küfür lafzı belirsiz isim sığası, fiil veya tanımlanmış bir masdar olarak geçmektedir. Fakat âyet-i kerimede geçen küfür lafzı, cümlede her iki "ülaike-işte-onlar" "elkafirun" kelimesinde görüldüğü üzere "el" tarif harfiyle açıkça belirtilerek zikr olunur. "Hum,onlar" zamirinin de "ulaike" kelimesi ile "kafirun" arasına girmesi, bu anlamı daha da güçlendirmekte ve desteklemektedir. Buna "kasr" ve hasr" üslûbu denir.

Bu mesele şu üç sebebten böyledir. Birincisi, tanımlanmış vasıf (sıfat). İkincisi, cümlede söz konusu kişi, olayın tanımlanması (iki tarafın tanımı). Üçüncüsü, fasi zamiri ile bu âyet-i kerime diğerlerinden ayrılmıştır. Bu üslub, söz konusu küfrün küçük küfür değil, dinden çıkaran büyük küfür olduğunda en ufak bir şüphe bırakmıyacak kesinlikte açıktır ve nettir. Yukarıdaki, "âyetten maksad, Allah'ın indirdiği tüm hükümlerle hükmetmemektir" diyen görüşe karşı, "Allah Teâlâ'nın kullarını bu şekilde korkutması, Allah'ın hükümlerinin hem bazısını, hem tamamını iptal etmeyi ele almaktadır" diye cevap verilebilir. Eğer bu âyet-i kerime Allah'ın sadece bir hükmüne muhalefet edenler hakkında inmiş olsaydı, yahudilerin recm olayında Allanın hükmünü inkarlarını ele almazdı. Müfessirlerin, bu tehdidin, yahudilerin Allah Teâlâ'nın recm olayı hakkındaki âyetinin inkar etmesinin de ele aldığını söylemeleri, âyetin sadece özel bir olay hakkında indiğini söyleyen görüşün iptali için yeter.Ahir zamanda ilimden nasipleri kıt olan ve hakkı bulmakta anlayışları sapmış bazıları zuhur edip, âyetteki "küfür" kelimesinin sadece günah işlemek olduğunu, bundan başka bir ahkamı ifade etmediğini söyleyebiliyorlar. Buldukları bahaneye bakın. Eğer insan evinde,ailesinde, tarlasında, fabrikasında ve işyerinde işçiye iyi davranmıyor, terazi tartarken eksik tartıyor, işçisinin hakkını vermiyorsa günahkardır, kafir olmaz, insanlar arasında hükmeden idarecinin de durumu böyledir. Onlara; Allah'ın Rasulü (sav) "Cehaletin şifası sormaktır" dediğini hatırlatınız, bilmiyorsanız alimlere de mi sormadınız? Cehaletin ilacı ilim ehline sormaktır.

Maide süresindeki "Ey Peygamber, küfürde yarışanlar seni üzmesin" âyetiyle başlayan ve bu bölümün sonuna kadar devam eden âyet-i kerimelerin akışından ve beyanından âyetin, evinde, ailesinde, ticaretinde veya bir mahkeme ve her hangi bir sanatın başındakiler için değil, özellikle bir devleti, ümmeti veya insanlar topluluğunu idare edenler hakkında hükmün usulünü beyan ve tahsis ederek inmiştir. Âyetlerin tamamı yahudilerin recm olayında Allah'ın hükmünü inkarla ilgili olarak inmiştir. Müfessirlerin de sebebi nüzulünde icma ettikleri bu âyetlerin biraz öncesine baktığımız zaman aynı surede hırsızlığın ve yol kesmenin cezai mükellefiyetinden söz edilmediğini görürüz. Ayetlerin tamamı imametin (hilafetin) ve insanlar arasında Allah'ın şeriatını uygulamanın usullerini açıkladığı gibi, Allah'ın indirdiği hükümlere aykırı hükümler koyanların da küfürlerini belgelemektedir.

İbni Kesir el Bidaye ve'n-Nihaye'de: "Kim Allah'tan Hatemü'l Enbiya Muhammed b. Abdullah (sav)'e indirilmiş olan hükümleri bırakıp, uydurma ve batıl kanunları seçerse mutlak kafir olur. Durum böyle olunca, Cengiz ve Hulagu'nun kanunlarını Allah'ın dininden üstün tutanın hali ne olur? Kim bunu yaparsa, müslümanların icmaıyla kafir olur"

Allah Teâlâ: "Cahiliyye hükmünü mü arzu ediyorlar?" Ve "Hayır, senin Rabbına yemin ederim ki, onlar aralarında çıkan çekişmelerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümde nefislerinde hiç bir darlık duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar" (Nisa 65)

"Gerçekten iman etmiş bir kavim için Allah'ın hükmünden daha güzel kimin hükmü olabilir?" (Maide 50)

Ahmed b. Ali b. Atik en Necdî, "Cahiliyye hükmünü mü arzu ediyorlar?" âyetinin tefsiri hakkında şunları söyler: Bunların misali, bugün bedeviler arasında Şer'ur Rifaka-Aşiret Meclisi kanunu dedikleri geleneksel, mel'un bir yasayı Allah'ın Kitab'ı ve Rasulü (sav)'in sünnetine tercih edenler gibidir. Bunların cümlesiyle, Allah'ın şeriatına dönüp onunla hükmedinceye kadar cihad edilmesi zaruridir."

Şeyhül İslam İbn Teymiyye: "Allah'tan Rasulüne indirilenle hükmetmenin farziyyetine inanmayanın küfründe şüphe yoktur. Kim kendi heva ve hevesiyle yaptığı şeye (Allah'ın indirdiği hüküm dışında) uymayı adalet sayarsa o da kafir olmuştur" diyor.

Her topluluk adaletle yönetilmek ister. Kiminin inancında adalet büyüklerinin uyguladığı kararlardır. Hatta İslam'a intisab eden insanların çoğu, eski bedevi hayatında olduğu gibi, töreleriyle hükmetmekteydiler. Bu insanların başlarında bulunanlar bunu Kur'an ve Sünnet dışında uyulması gereken hükümler olarak görürlerdi, işte bu da küfrün bizzat kendisidir. Hatta islam'a girenlerin çoğu ancak kendi aralarında cari (yürürlükte) olan kanunlarla hükmetmekteler, başlarında bulunanlara bu noktadan itaat ediyorlar. Eğer bu insanlar Allah'ın indirdiğinden başka bir hükümle hükmetmenin caiz olmadığını bilip İslam'a ciddiyetle sarılmaz ve ona aykırı kanunlarla hükmedilmesini mubah görürlerse; böyle düşünenlerin tümü kafir olur.

Mısır eski Kadısı müsteşar Abdülkadir Udeh (rh.) Teşrîi'l cinâî'de: "Çağımızda İslam şeriatını değil de. onun, yerine insanların koyduğu kanunları uygulamak, bugün küfrün en bariz örneklerinden biridir." diyor. İslam'da asıl olan Allah'ın indirdiği ile hükmetmenin farz, Allah'ın Kur'an'da indirdiği ile hükmetmemenin ise nasslarla haram ve yasak olduğu kesinlikle sabit olduğudur.

"Hüküm ancak Allah'ındır", "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir", "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir", "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir" (Maide 44, 45, 47)

Ve yine Allah Teâlâ: "Size Rabbinizden gelene tabi olunuz, ondan başka dostlar edinmeyiniz. Ne kadar az hatırlıyorsunuz" (A'raf 9)

"Sonra biz seni bu işte (dinde) bir şeriat üzere kıldık. Ona uy, bilmeyenlerin nevalarına uyma!" (Casiye 18)

"Eğer sana icabet edip uymazlarsa bil ki onlar kendi nevalarına uyuyorlar" (Kasas 50)

"Allah'tan gelen hidayeti bırakıp kendi nevasına uyandan daha sapık kim olabilir? Şüphesiz Allah zalimleri doğru yola iletmez." (Kasas 50)

"Sana daha önceki kitabı doğrulayıcı ve onu koruyucu olmak üzere bu kitabı gönderdik. Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen gerçeği bırakıp onların arzularına uyma!" (Maide 48)

"Allah'ın dininden başka din mi arzuluyorlar? Göklerde ve yerde ne varsa, O'na isteyerek te (olsa) istemeyerek te (olsa) teslim olmuştur. Ve O'na dönücüdürler."
"Kim İslam'dan başka bir din arzu ederse (onun bu dini) ondan kabul edilmeyecektir. O, sonunda zarara uğrayanlardan olacaktır." (Âi-i İmran 85)

Fukaha ve ulema, İslam şeriatına aykırı olan tüm kanunların batıl olduğunda icma etmiştir. Bu kanunlara İtaat etmek müslümanlara farz değildir, islam şeriatına aykırı ne kadar kanun varsa bunlara uymak Müslümanlara haramdır. Mevcut otorite bunlara uymayı emretse bile bu hüküm değişmez. Ehli ilim arasında üzerinde ittifak edilen hükümlerden birisi de, Müslümanlardan hangisi Allah'ın indirdiği hükümlerin dışında hükümler koyarsa, hakkında Allah Teâlâ'nın sıfat olarak verdiği, küfür, zulüm ve fısk sıfatları uygun düşmüş olur. Herkes Allah'ın ahkamına karşı olan tavrına göre vasıflandırılır. Mesela kim hırsızlığın, kazf'in ve zinanın cezalarını uygulamakta beşer kanunlarını üstün tutarak Allah'ın ahkamını terk edip yüz çevirirse, kesin bir surette kafir olmuş olur. Kim de Allah'ın hükümlerini inkar etmediği halde, zorlayıcı herhangi bir sebepten dolayı uygulamıyorsa zalim, kendi hükmü ve otoritesiyle bir hakkı iptal veya adaleti terkle eşitliği gözetmiyorsa fasıktır. Yine kim, Allah'ın ve Rasûlü'nün emirlerinden herhangi birinde şüphe edip kabul etmeyi reddederse İslam'dan çıkmıştır. Sahabe, zekatı vermeyenlerin icma ile küfrüne ve İslam'dan çıkışlarına hüküm vermişlerdir. Çünkü Allah Teâlâ, Rasûlu'nun getirmiş olduğu emir ve yasakları kabul etmeyeni iman ehlinden saymıyor.

"Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında meydana gelen çekişmelerde seni hakem tayin edip senin verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan teslim olmadıkça iman etmiş sayılmazlar." (Nisa 65)

Prof. Dr. Ali Ceriyşe Usûlü'ş Şerîa isimli eserinde şöyle söyler: "Kim Allah'ın şeriatından başka bir şeriata meyledip sahip çıkarsa, Allah'ın Rabb lığını bırakıp kendine yeni ilahlar edinmiştir." Çünkü şeriat koymak ancak rububiyyetin ve uluhiyetin özelliklerinden olduğu için Allah Teâlâ'nın halis hakkıdır. Yine, Allah'ın şeriatından tamamen yüz çevirip tadilat yapanların da hükmü budur. Çünkü bunu yapmak, aynı seviyede bir otorite veya yüksek bir hüküm merciini kabul etmekle olur ki, bu da Allah'a şirk koşmanın bizzat kendisidir. Allah Teâlâ'yı bundan tenzih ederiz. Bir şeyi helal ve haram kılma, biraz yukarıda âyetlerin işaret buyurduğu gibi; yüz çevirme ve din ahkamında değiştirme anlamına gelmektedir. Kim içkinin haramlığım inkar edip mubah olduğunu açık bir şekilde söylerse, Allah'ın haram kıldığını helal kılmıştır. Bununla da küfre ve şirke düşmüş olur.

Beşeri kanunlar, İslam'da cezası gereken herhangi bir konuda cezayı öngörmezse, bununla da o yasağı (haramı) mubah kılmış olur. Böylece Allah'ın haram kıldığı helal kılınmış olur. Bu da İslam'dan yüz çevirmenin açık bir şeklidir. İslam'ın hükümlerini değiştirme ve reformize etmeye gelince; Bu noktada hüküm haramdan helale dönüşmüyor. Fakat tadilat, suç olan fiillerin cezalandırılmasında ortaya çıkıyor. Buna zinanın cezasını örnek gösterebiliriz. Kanun hem İslâmî cezayı madde olarak bünyesinde bulundurur, hem de infazda beşeri olan hükümlere göre hüküm ve karar verir, bu cezayı hapse çevirir. Beşeri kanun içtihatları Allah'ın hükümlerini değiştirmeyi içerdiği gibi, ayın zamanda onu saf dışı bırakıp kabul etmemeyi de ifade etmektedir. Çünkü Allah Teâlâ'nın koyduğu cezayı bırakıp yerine başkasını uygulamak, İslam'dan yüz çevirmektir. Allah Teâlâ bu cezaları elçisi yoluyla insanlığa gönderirken, kullarının nefislerini onlardan çok daha iyi bildiği için onlara hayırlı olan ne ise onu göndermiştir. Mevdûdî İslam'da Hükümet isimli eserinde:

"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir." (Maide 44)

"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir." (Maide 45)

"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir." (Maide 47) ayetlerini zikrettikten sonra diyor ki: "Burada Allah Teâlâ, kendi indirdiği ile hükmetmeyenler hakkında: 1-Kafir, 2- Zalim, 3- Fasık oldukları hükmünü vermiştir.

Bu açık hükümlerden sonra, Allah'ın indirdiği ile değil de insanların koyduğu kanunlarla hükmedenler, dolayısıyla üç türlü cinayet işlemiş olurlar.

BİRİNCİSİ: Bu davranışı, Allah'ın hükmünü reddetmek anlamındadır ki, bu küfürdür.

İKİNCİSİ: Bu davranışı adalet ve insafa aykırıdır. Çünkü insanların yaratılışına gerçekten en uygun kanun Allah'ın indirdiği kanundur. Bundan başkasını tercih etmek.elbette apaçık bir zulümdür.

ÜÇÜNCÜSÜ: Kul olması hasebiyle bunu yapmakla, kendisini yaratan; hakimi, maliki ve kendisine rızık veren Rabbinin itaat dairesinden çıkmış, kendisinin veya kendisi gibi başka insanların koyduğu kanunlara uymakla, kulluk yapmaktan kaçmış oluyor ki, bu da fısktır, fasıklıktır.

Küfür, zulüm ve fısk tabii olarak Allah'ın hükmünden sapmanın özellikleri olmaktadır. Allah'ın hükmünden uzaklaşıp sapmanın üç şekil dışında bir tanımı yoktur. Tabii dolayısıyla küfrün de, zulmün de, fışkın da dereceleri Allah'tan uzaklaşmanın keyfiyetine göre farklılık arz eder. Kim Allah'ın indirdiği şeriatı yanlış, kendisi gibi insanların koyduğu kanunları doğru kabul ederse, bu insan hem kafir, hem zalim ve hem de fasıktır. Kim de Allah'ın indirdiği şeriatın gerçek ve doğru olduğunu kabul ettiği halde başka kanunlarla hükmederse imanına küfür, zulüm ve fısk karıştırmıştır. Fakat bununla İslam'dan çıkmış sayılmaz. Yine, Allah'ın hükümlerini tamamen bir tarafa bırakan insan, hem kafir, hem zalim ve hem de fasık sayılır. Allah Teâlâ'nın emirlerinin bir kısmını uygulayıp bir kısmını uygulamayan insanın hayatı, küfür, zulüm ve fısk ile karışık bir hayattır.
 
S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
AYETLERİN GÜNÜMÜZLE İLGİSİ
Bazı müfessirler Maide Sûresi'ndeki bu âyetlerin Ehl-i Kitab hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Fakat Allah'ın Kitab'ı bu tevili kabul etmez. Bunlara en güzel cevap Huzeyfe (r.a)'ın verdiği cevabtır. Kendisine, bu âyetler sadece yahudiler hakkında nazil olmuştur, diyenlere Huzeyfe (r.a.): "Öyleyse israil oğulları sizinle ne güzel kardeştirler. Ekşi olan ne varsa onlara, tatlı olan ne varsa o da size, öyle mi? Allah'a yemin ederim ki, ayakkabınızın bağına kadar onlara uyacaksınız!" diye çok sert bir cevap vermiştir.

Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ'nın ilahi hakimiyeti, temel bir prensip olarak sık sık bir çok yerde tekrarlanır. Allah'tan gayri otorite sahibi olarak tanınan herkes Kur-an'ın tabiriyle TAĞUT'tur. Bu da, Allah'a ubudiyetine karşıt bir anlam ifade eder. ibn Zeyd, "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir." âyeti hakkında; "Kim yanında bulunan bir kitapla hükmeder ve bunun Allah'tan geldiğini zannederse kafir olmuştur." İbn Cerir et Taberi bu âyetlerin tefsirinde diyor ki: Kim Allah'ın kulları arasında uygulansın diye indirmiş olduğu hükmü gizleyip saklar ve başka kanunla hükmederse, işte bunlar Allah'ın Kitab'ında indirmiş olduğu ile hükmetmemiş ve Allah'ın hükmünü başkasıyla değiştirmiş, tahrif etmiş olur. Dolayısıyla bunlar da kafirdirler.(Bakara 159, 174)

Bunlar, insanlara beyan edip açıklayacakları ilahi hükmü saklarlar. Yerine başkasını uygulayıp nefislerine hoş gelen dünya menfaati uğruna İslam ahkamını bırakırlar, İslam ahkamıyla hükmetmezler. Müfessir eş-Şınkıtî tefsirinde: "Hükmüne kimseyi ortak koşmaz" âyetini tefsir ederken, yedi kıraat imamından İbn Amir "tuşrik", diğerleri "yuşrik" okumuşlardır. Âyetteki (la) edatı olumsuzluk bildirir. Böylece âyetin anlamı, "Allah hükmünde kimseyi ortak olarak kabul etmez" oluyor. Hüküm sadece O'nun, kesinlikle O'ndan gayri kimsenin değildir. Helal O'nun helal kıldığı, haram O'nun haram kıldığı, din de O'nun koyduğu din, yargı da O'nun yargısıdır. İbn Amir "vela tuşrik" şeklinde okumuştur. Bu okuyuşa göre, "Hiç kimseyi Allah'ın hükmünde ortak kabul etme! Gerçekte Allah'ın hükmüne ihlasla bağlı ol, şirk koşmaktan O'nu tenzih et, başkasını Allah'ın hükmüne karıştırma" anlamını ifade eder. "Hükmünde kimseyi ortak kılmaz" âyeti, Allah Teâlâ'nın takdir buyurduğu her şeye şamildir, kanun koyma konusu da bunun başında gelir. Bu âyet-i kerimede hükmün ancak Allah'a (c. c.) ait olduğuna dair her iki okunuşun da anlamını içeren âyetler varid olmuştur.

"Hüküm ancak Allah'ındır, ancak kendisine kulluk (ibadet) etmenizi emretti." (Yusuf 90)

"Her hangi bir şeyde çekişmeye düşerseniz, onun hükmü Allah'a aittir." (Şura 10)

"İşte böylece sizler, yalnız Allah'a çağrıldığınız zaman inkar ettiniz (küfrettiniz). Eğer O'na ortak koşulursa inanırsınız. Hüküm ancak çok yüce ve büyük olan Allah'ındır." (Mümin 12)

"Allah'ın zatından başka (yaratılmış) her şey yok olucudur. Hüküm O'nundur. Ve O'na döndürüleceksiniz." (Kasas 88)

"Hamd (övgü), dünya hayatında da, ötede de Allah'adır. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz." (Kasas 70)

"Onlar cahiliyye hükmünü mü istiyorlar? Gerçekten iman etmiş bir kavim için Allah'tan daha iyi hüküm sahibi kim olabilir." (Maide 50)

"De ki, Allah size (bu) Kitab'ı ayrıntılı (bir biçimde) indirmişken, O'ndan başka (bir) hakem mi isteyeyim?" (En'am 114)

Bunun gibi daha bir çok âyet-i kerime bu konuyu ele almaktadır. "Hükmünde kimseyi ortak kabul etmez" âyeti kerimesinde işaret edildiği gibi; Allah'ın indirdiği hükümlerden başkasına uyanlar Allah'a ortak koşanlardır.

Ölmüş hayvanın etinden yemeyen Müslümanlara "Allah'ın öldürdüğünden yemiyorlar!" diye sataşıp, şeytanın kanununa uyan münafıklara verilen cevapta Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Allah'ın adının üzerine zikredilmediği bir şeyden yemeyiniz. Şüphesiz ki o fısktır (dinden çıkıştır). Şeytanlar dostlarına sizinle mücadele etmesi için vahye derler. Eğer siz onlara itaat ederseniz (biliniz ki, siz de) müşrik olursunuz" (En'am 121)

Böylece Allah Teâlâ sahabelere, şeytana ve şeriata aykırı bir kanuna uymanın şirk olduğunu bildirmiş oluyor. Bu itaat etme şirktir. Şeytana ibadetten maksat ta budur.

"Ey Adem oğulları, şeytana ibadet etmemeniz için size ahid verip söz almadım mı? O sizin için açık bir düşmandır. Bana ibadet ediniz, işte bu dosdoğru yoldur (dememiş miydim?)" (Yasin 60, 61)

İbrahim Aleyhisselam Allah'tan gelen vahiy ile babasına şöyle demişti: "Ey babacığım, şeytana tapma, şeytan şüphesiz ki Rahman (olan Allah)a baş kaldırandır" (Meryem 44) Ve yine: "Allah'tan gayri çağırdıkları (dua ve ibadet ettikleri) ancak dişilerdir. Onlar lanetlenmiş şeytandan başkasına yalvarmıyorlar" (Nisa 117) Yani şeytandan başka bir şeye ibadet etmiş olmazlar. Bu da şeytanın kanunlarına uymakla olur.Bundan dolayı Cenab-ı Allah; kendi yaptıkları kanunlarla insanlardan kendilerine itaat bekleyenlere müşrikler demekte.

"Böylece (şirkte ortakları) müşriklerin çoğuna, çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi güzel gösterdi." (En'am 137) Allah'ın Rasulü (sav)'e Adiyy b. Hatem "Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rab edindiler..." (Tevbe 31) âyet-i kerimesi hakkında sorduğu zaman Yahudi ve Hıristiyanların din adamları helali haram, haramı da helal kıldıkları halde onlara itaat edip peşlerinden gittikleri için onları rab edindikleri Rasulullah (sav) tarafından beyan edilmiştir. Bu konuda en açık delil şudur. Allah Teâlâ Nisa suresinde, kendinden başkasının kanunlarına müracaat edip onları hakem olarak kabul ettikleri halde iman ettiklerini zannedenleri; taaccüp içeren bir ifadeyle tanıtır, onlara dikkatimizi çeker. Tağuta uyup onun kanunlarına hakem olarak baş vurmalarından dolayı mümin olduklarını söylemeleri açık bir yalan oluyordu.

"Sana ve senden önce indirilene inandıkların sananları görmedin mî? Onlar tağutu inkar etmekle emrolundukları halde onun önünde muhakeme olmayı istiyorlar. Şeytan ise onları büsbütün geri dönüşü zor bir sapıklığa itmek istiyor" (Nisa 60)

Bütün bu zikrettiğimiz semavi nasslardan sonra ortaya çıkan gerçek şudur. Allah'ın, elçileri aracılığıyla göndermiş olduğu şeriata muhalif olarak şeytanın ve dostlarının koyduğu kanunlara uyanların küfründe ve şirk koştuklarında, gözleri kör ve vahyin nurundan mahrum kalanlar hariç,-basiret sahibi insanlardan hiç birinin nezdinde şüphe yoktur. Şınkıtî şöyle diyor: "Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah Teâlâ'nın şeriatından başka bir şeriata tabi olmak, göklerin ve yerin yaratıcısını inkardır." Bunun örneklerini şöylece sıralayabiliriz. Mirasta erkeğin kadından daha fazla pay almasının insafsızlık olduğu, kadın ve erkeğin eşit olmaları gerektiği, taaddüd-ü zevcâtın ve boşanmamın kadına zulüm olduğu, recm ve hırsızlık haddinin vahşice bir muamele olup insanlığa sığmadığını söylemek gibi...

Bu iddiada olan bir nizamı toplumun ekonomik hayatında, zina meselesinde neseplerin sübutunda, akıl ve inançlarında hakem tayin edip uygulamak, âlemlerin Rabbi olan Allah'ı inkar ve şirk olduğu gibi, aynı zamanda Allah Teâlâ'nın kainatı var ederken koyduğu ilahi nizama karşı da bir baş kaldırmadır.

"Yoksa Allah'ın izin vermediği (indirmediği) bir şeyle dinde kanun koyan ortaklan mı var?" (Şura 21)

"De ki, Allah'ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helal, bir kısmını haram kılmanızı gördünüz mü? De ki, Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" (Yunus 59)

"Dillerinizin kolayına geldiği gibi; bu helal, bu haramdır deyip Allah'a yalan (isnat ederek) iftira etmeyin. (Bilin ki) Allah'a iftira edenler (hiç bir zaman) kurtuluşa eremezler." (Nahl116)

Şınkıtî, Advau'l Beyan isimli eserinde bu âyeti tefsir ederken; Âyetten insanın aklına ilk gelen; "İşte onlar kafirlerin ta kendileridir" âyetinin müslümanları ilgilendirmek için inmiş olduğudur. Çünkü Allah (c,c) ondan önce Müslümanlara hitap ederken: "İnsanlardan korkmayınız, benden korkunuz. Benim âyetlerimi (çıkarlarınız için, vazgeçerek) az bir (dünya) ücreti karşılığında satmayınız. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir" (Maide 44) âyeti, müslümanlara açık bir hitaptır. Dolayısıyla kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmez ve Allah'ın hükmünü iptal etmek için, peygamberlerin getirdiği -tevhid- dinine muhalefet ederse, zulmü de, fışkı da, küfrü de tümüyle onu İslam milletinden olmaktan çıkarır.

Şınkıtî; "Şüphesiz ki bu Kur'an en doğru yola erdirir" (İsra 9) âyetinin tefsirinde; "Adem oğullarının en şereflisi olan Muhammed (sav)'e gelen şeriatı bırakıp başka kanunlara itaat edenin itaati; İslam'dan çıkarıcı bir küfürdür" der.

Kafirler Allah'ın Rasûlüne (sav): "Koyun ölü olarak bulunursa, onu kim öldürmüştür?" diye sordular. Rasûlullah (sav) onlar "Allah öldürmüştür" cevabını verince; "Kendi ellerinizle kestikleriniz helal oluyor da, Allah'ın kendi mübarek ikram sahibi elleriyle kestiği niçin haram oluyormuş, o halde siz Allah'tan daha mı iyisiniz? diye karşılık verdiler. Allah Teâlâ da bunun üzerine "Allah'ın adının üzerine anılmadığı şeyden yemeyiniz. Şüphesiz ki o fısktır.'Şeytanlar dostlarına, sizinle (dinde) mücadele etmeleri için vahye derler. Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz ki müşrik olursunuz." (En'am 121)

Bu, Allah'ın şeytana uyarak ölü hayvanın etinden yemeyi helâl kılanların şirki hakkında ettiği bir yemindir. Bu şirk, Müslümanların icmaı ile sahibini İslam'dan çıkarır. Allah Teâlâ da kıyamet günü ona şiddetli bir azapla karşılık verecektir.

"Ey adem oğullan, şeytana ibadet etmemeniz için size ahid verip söz almadım mı? O sizin açık bir düşmanınızdır" (Yasin 60) Zira Allah'ın şeriatına aykırı bir kanun koymak şeytana uymaktır, ona ibadet etmektir. Allah Teâlâ: "Onlar ancak lanetli şeytana dua ederler" buyuruyor. Bunun böyle kabul edilmesi, insanların şeytanın koyduğu kanunlara uymasından dolayı idi. Yine Allah(c.c.): "Böylece ortak koşmuş oldukları (şeyler), müşriklerin çoğuna çocuklarını öldürmeyi güzel gösterdi" (Nisa 117) Onları ortakları olarak isimlendirdi. Çünkü onlar Allah'a isyanda şeytana uydular. Peki şimdi Allah'ın indirmediği kanunlarla hükmedenin Müslüman olduğunu savunmasına nasıl şaşılmaz? "

"De ki, Allah'tan başka hakem mi isteyeyim, size kitabı ayrıntılı olarak indiren O'dur." (En'am 114)

Bundan sonra şunu söylemek bir zaruret olmakta: Kafir devletler tarafından yapılmış ithal kanunları İslam ülkelerinde tatbik edip, özellikle Kur'an ve sünnete açıkça aykırı olan uygulamaları sürdürmek; mesela faizin serbest bırakılışı gibi davranışlar şüphe kabul edilmeyecek şekilde küfürdür. Yine bunun gibi zinanın yayılması, içki içene, zina eden erkek ve kadına, hırsıza ve dinle harb edene karşı İslam'daki cezaları uygulamayıp ilga etmek" küfür olduğu gibi, bu kanunlara rıza gösterip baş vurmakta küfürdür.

İkinci olarak: "Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını zannedenleri görmedin mi? Onlar tağutu inkar etmekle emr olundukları halde onun hükmüyle muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan ise onları büsbütün saptırmak istiyor." (Nisa 60) Kısacası anlam olarak âyet-i kerime: "Sana ve senden önce indirilen ilahi emirlere inandıklarını zanneden ve aynı anda imana karşı yıkıma geçenleri gördün mü? Öyle bir kavimdir ki bunlar, sana ve senden önce indirilene hem iman ederler, hem de ona baş vurmazlar. Onlar İslam'dan başka bir nizama, başka bir otoriteye baş vurmak isterler. Onlar Allah'ın sana indirdiğine ve daha önce indirilene aykırı davranan Tağut'un elinde hiç bir sened, hiç bir ölçü olmadığını ve Allah'ın emirleriyle hükmetmeyi yasakladığını çok iyi bilmelerine rağmen, gidip onun hükmüne boyun eğiyorlar. Şeytan onları büs bütün saptırmak istiyor. İşte, Tağut'a baş vurmalarının gerisindeki illet...

Âyet-i kerimede çok net bir şekilde men ve İslam'ın sınırlarının belirginleştiğini görürüz. Yine âyet-i kerimede Allah, kendisinden başkalarının hükmüne baş vurmayı imansızlık olarak tanımlıyor. Halbuki onlar tağutu tüm otoriteleriyle inkar etmekle emr olunmuşlardı.

İbni Kesir; "Bu, Allah Teâlâ'nın Muhammed (sav) ve ondan daha önceki peygamberlere indirdiği ile hükmetmeyip, meselelerini halletmek için sünneti bırakarak başka hüküm sahiplerine baş vuranların imanlarının olmadığına dair açıklamasıdır." dedikten sonra âyet-i kerimenin nüzul sebebini de şöyle anlatıyor: "Ensardan birisiyle bir yahudi arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Yahudi; benimle senin arandaki bu meselenin halli için ancak Muhammed (sav)'e giderim diyor, karşısındaki münafık ise, "Hayır, Ka'b b. Eşrefe gidelim diye tutturuyordu." Düşündüğünüz zaman, Allah'ın Şeriatı'na muhalif kanunların ve Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenin de böylece tağut olduğunu görürsünüz. Çünkü tağut Kur'an ve sünnete, Ümmetin icma'ma uymayan bir kanunla hükmündedir.

Tağut; Allah Teâlâ'yı tanımayan, Şeriatı'na saygı duymayan, Onunu rabliğini ve ilahlığını reddeden ve tanıdıkları halde inanmayan insanların düşüncelerinden oluşmuş bir küfür çöplüğü ile hükmederler. Allah ve Resulü (sav) varken, insanlara rablik ve ilahlık atfeden, onlara mutlak itaat ve boyun eğmeyi öngörenlerde hangi iman ve İslam kalır?

Dördüncü olarak: "Hayır, senin Rabbine yemin ederim ki, onlar aralarında çıkan çekişmelerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hüküme nefislerinde hiç bir darlık duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa 65)

Allah Teala temiz nefsine yemin ederek, Rasûlünü (sav) tüm işlerinde zahiren ve batinen hakem kabul edip uymayanın tam iman etmediğini söylüyor. "Sonra da nefislerinde hiçbir darlık duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar" Yani "Ey Muhammed, onlar seni aralarında hakem tayin ettiklerinde, sana zahirden ve batından uyarlar, ve sana tam bir teslimiyetle, nefislerinde hiçbir engelleme ve çekişme olmadan itaat ederler" demek istiyor.
İmam Buhari Sahih'inde Urve (ra) dan şu kıssayı rivayet eder. Zübeyr (ra) su arkı yüzünden birisiyle çekişir. Allah'ın Rasulü (sav) Zübeyir'e "Sula, sonra suyu komşuna salıver" deyince öteki adam; Ya Rasulullah, amcanın oğul olduğundan değil mi? diyerek itirazda bulunur. Bunun üzerine Rasûlullah'ın (sav) yüzü renkten renge girer ve Zübeyir'e "Sula Ey Zübeyr, sonra su köklere ulaşıncaya kadar tut, ondan sonra da komşuna sal" der. Böylece Allahın Rasulü (sav) Zübeyr'in hakkını vermiş oldu. Halbuki daha önce de her ikisinin yararına olan bir karar vermişti. Böylece "Senin rabbine yemin ederim ki, onlar aralarında çıkan çekişmelerde seni hakem yapıncaya kadar"ın anlamını daha iyi idrak etmiş oluyoruz. Allah Teala'nın imanı nasıl yok saydığını, Allah'ın Rasûlü'nü hakem etmeyenin davranışlarında görelim.

1. Ayette Allah Teâlâ girişi yemin (kasem) cümlesiyle başlattı. Bilindiği gibi yemin siğası ancak teyid ve tekid için zikrolunur. Burada da imanın olmayışını, zatına yemin ederek bildiriyor.

2. Allah'ın Resûlü'nün (sav) emrini uyguladıktan sonra içimizde herhangi bir sıkıntı duymamamızı vurguluyor. Dolayısıyla kitap ve sünnet de aynı anlamda söz konusu olmuş olmakta.

3. Allah Teala "Yusellimu" fiilini "teslimen" mastarıyla daha da vurgulayarak âyetin anlamını pekiştirmektedir. Bu vurgulamaların en azametlisi, Allah Teala'nın kendi Kitabı ve Rasûlü'nün sünnetine razı olmayanların imansızlıklarının getirilmesidir. Bu konuda sadece bu ayeti kerime dahi nazil olsaydı, bütün bu tartışmalara kafi gelecekti. EI-Kadi (*): "bu, ayetlere göre tağutların mahkemelerine başvuranların ve Muhammed (sav)'in hükmüne razı olmayanın küfrünün onaylanmış olduğuna dikkat edelim.

A - Allah Teala: "Tağuta (gidip) onun hükmüne başvurmak istiyorlar. Halbuki onu inkar etmekle emr olundular" demekte.Allah Teala burada tağuta hükümde başvurmanın tağuta iman etmiş olduğunu söylüyor. Şüphe yok ki tağuta iman küfür, tağutu inkar da İslami istihalta imandır.

B - Allah Teala'nın şu sözü: "Hayır, senin Rabbine yemin ederim ki, onlar aralarında çıkan çekişmelerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümde nefislerinde hiçbir darlık duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar" (Nisa : 65)

' EI-Kadi: Mutezile imamlarından Kadı Abdül Cebbar veya Ebu Bekir Ibn Arabi veya ismail el-Kadi olabilir. (Mütercim) Bu, Allah'ın Rasûlü (sav)'in hükmüne razı olmayanların "tekfir" lerinin Kur'an nassıyla ifadesidir.

C - "Onun emrinden başkasına yönelenler, kendilerin bir fitne veya bir azabın gelip çatlamasından sakınsınlar" (Nur: 63) Ayet Allah'ın Rasûlü'ne (sav) muhalefetin büyük bir günah olduğuna delalet eder. Ayrıca ayeti kerimede Allah ve Rasûlü'nün (sav) emri olan bir şeyden şüphe etmenin veya isyan cihetinden olsun reddetmenin İslam-dan çıkmak için yeterli sebep olduğu söylenmiş olmakta.

Bu sahabilerin zekatı vermeyenlerin dinden çıkıp (irtidad) ettiklerinde verdikleri hükmün sıhhatine bir delil ve şahittir (Tefsir-l Kebir 3/9) Allah'ın Rasûlü (sav) İbrahim'in annesine yaklaşmamak ve bal yememek için yemin edip kendine haram kıldığında; "Ey peygamber, eşlerinin rızalarını isteyerek Allah'ın sana helal kıldığı şeyleri niçin kendine haram kılıyorsun" (Tahrim: 1) ayeti indi. Aynı hitap Câsiye Sûresinde de vardır: 'Sonra seni dinde bir şeriat üzere kıldık ona uy. Bilmeyenlerin nevalarına uyma" (Casiye.18)

Alemlerin gelmiş ve gelecek tüm insanlığın efendisi 'bütün insanlığa rahmet olarak gönderilmiş olan bir Rasule (sav) Allah Teâlâ'nın kendisine helal kıldığını haram kılmaya hakkı olmadığı, kafir, müşrik ve cahil arapların nevalarına uymaması için yaptığı uyarı bu olursa; kendisini kanun koyucu kılan, halkı egemenliğin ve otoritenin kaynağı kabul eden ve bunun için çeşitli kanun ve düzenler icad edip insanları kendisine uymaya mecbur eden kişinin hali ne olur? Özellikle de bu kanunların tamamı olmasa da çoğu, açıkça Allah'ın Kitabı ve Rasûlü'nün (s.a.v.) sünnetine aykırı iken…

Allah Teala, Rasûlü'ne itaatsizlik hakkında: "Onun emrinden başkasına yönelenler kendilerin bir fitne veya azabın gelip çatmasından sakınsınlar" (Nur: 63) ve bir başka ayet-i kerimede de "Kim bu "Rasûle" (sav) itaat ederse, Allaha itaat etmiştir. (Nisa 80) derken şunu söylemek istiyor. "Kim Allanın Rasûlü'nün (sav) hükümlerine itaat edip, sünnetine uymaz ise Allah Teala'ya isyan etmiş sayılır.

"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir" (Maide:44)

"İşte onlar zalimlerin ta kendileridir" (Maide: 45)

"İşte onlar fasıkların ta kendileridir" (Maide: 47) ayeti kerimelerinin özellikle şu ayeti kerimenin zikrinden sonra gelmiş olması da özel bir anlam ifade etmektedir.

"Biz içinde hidayet ve aydınlık olan Tevratı indirdik, onunla (Allaha) teslim olmuş peygamberler, rabbaniler ve din önderleri, Allah'tan kitabın korunması kendisinden istenmiş olanlar; yahudiler arasında hüküm verir ve buna da şahitlik ederlerdi" (Maide: 44)

"İnsanlardan korkmayınız, benden korkunuz, benim ayetlerimi (çıkarlarınız için, vazgeçerek) az bir dünya ücreti karşılığında satmayınız" (Maide: 44) Ondan sonra 48. ayette; Allah'u Teala: "sana (bu) kitabı (Kur'an'ı hakla ve önceki kitabı doğrulayıcı koruyucu ve muhafaza edici olarak indirdik. Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp ta onların hevalarına uyma. Sizden her birinize bir şeriat ve yol verdik. Allah dileseydi sizi tek bir ümmet kılardı. Fakat verdiğinde sizi denemek için böyle buyurdu" "Öyleyse hayırlı işlerde yarışın hepiniz topluca dönüşü Allah'adır. Allah ayrılığa düştüğünüz şeylerde size haber verecektir" (Maide: 48) Daha sonra şu ayeti kerimeleri okuyunuz. "Aralarında Allanın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uymadan Allah'ın sana indirdiği bazı emirlerden seni saptırmalarından sakınman için sana emrettik" (Maide:49) "Onlar cahiliye hükmünü arıyorlar, gerçekten iman etmiş bir kavim için kim Allahtan daha iyi hüküm sahibi olabilir?" (Maide:50) Allah Teala, Kitap ve Sünnete dayanmayan tüm hükümleri cahiliye yasaları olarak mahkum etmekte, cahiliye hükmü ise küfür ve sapıklıktır. Zira yasa koyma hakkı ancak Allah'ındır.

Kur'an insanları yolların ayırım noktasına getirip bırakmakta; işte bu yol ayırımında hüküm, ya Allah'ın hükmü veya cahiliye hükmüdür. Bu iki yoldan başka üçüncü bir yol yoktur. Yeryüzünde Allah'ın hükmü kaim olmalı ve insanların hayatına uygulanmalı. Ya Allah'ın Şeriatı insan hayatına yön verir. Veya cahilliyenin heva ve hevesi. Köleliğin kanunları, bunlar hangisini istiyorlar? Cahiliyyenin anlamı bu şekilde Kur'an nassıyla tamamen açıklığa kavuşur. Allah'ın tanımlamasına göre cahiliye, insanın insana (kendisinin koyduğu yasalarla) hükmetmesidir. Buna, kulun kullara kulluğu denir. Dolayısı Allah'ın kulluğundan çıkış, O'nun ilahlığını ret, buna karşılık insanlardan bazısının ilahlığını kabul ve ona kulluk ediştir. Cahiliye, Kur'an nassının belirlenmesine göre; her hangi bir zaman dilimi değil, hayatın biçimlerinden bir kesit ve görünümdür. Bu kanun dün de bulunuyordu, bugünde yarında bulunacak ve cahiliyyenin tüm özelliklerini taşıyarak İslam'a karşı duracak ve İslam'la çatışacaktır.

İnsanlar hangi zaman ve mekanda olurlarsa olsunlar, ya Allah'ın indirdiği hükümlerin tümüne teslim olarak saymadan hükmedecekler ve Müslüman olarak kalacaklar veya insan yapısı cahili bir kanunla hükmedeceklerdir. O zaman da cahiliye dinine girmiş olurlar. Böylece onlar, yasalarını uyguladıkları otoritenin dinine girmiş olacaklar ve Allahın dininde yer almayacaklardır. Allah'ın hükmünü kabul etmeyen cahiliye hükmünü istiyordur. Allah'ın şeriatını reddeden cahiliye şeriatını kabul etmiş ve cahiliye içerisinde yaşamaktadır. İşte bu yol ayrımıdır. Allah Teala, tüm insanlığı bu yol ayrımında durdurmuştur. Onlar, bundan sonra serbest bir seçim iradesiyle baş başa bırakılmışlardır, (bkz. Nas: 3) Allah Teala cahiliye sistemlerini arzulayanları kınarken, en güzel hükmün kendi hükmü olduğunu bize bildirmekte.

"Gerçekten iman etmiş bir kavim için kim Allah'tan daha güzel hüküm sahibi olabilir" (Maide: 50)

Evet kim Allah'tan daha iyi hüküm sahibi olabilir? Kim insanları yönetmek için Allah'tan daha iyi bir hüküm sahibi olduğunu iddia edebilir? Bu büyük iddiada hangi haklı çıkma deliline sahiptir. Veya insanlara, insanların Rabbi olan Allah'tan daha çok merhametli olduğunu söyleyebilir? Hangi insan, yaratan Allah'tan biz insanları daha iyi bildiğini iddia edebilir? insanların yararına olacak şeyi, insanların Rabbinden daha iyi bildiğini söyleyebilir mi? Kendisini kanun koyucu olarak gören bir insan; dinini kemale erdiren son peygamberini gönderip, şeriatının ebediyete kadar devam edeceğini haber veren Allah Teala'nın çağımızda zuhur eden bazı karışık durumlardan haberdar olmadığını, fakat insanların kendi ilimleriyle bunun çözümünü bulduklarını söyleyebilir mi?

'Allah'ın şeriatını bir yana atıp, hayata uygulamaktan kaçman ve onun yerine cahiliye hüküm ve sistemini koyup, kendi neva ve hevesini halkın hevasıyla tevhid eden veya bir grup insanın hevasını Allah'ın hükmünden ve şeriatından üstün tutan bir kişi, Müslüman olduğunu iddia etmekle ne demek istiyor?

"Şimdi şartlar hiç uygun değil, karışıklıklar ve sıkıntılar başımızdan eksik olmaz, halk ta rıza göstermiyor, bir tarafta da düşmanların tehdidi varken" diye bahaneler uyduran kişiye (Enver Sedat'a) şunu söylemek gerekiyor. Allah Müslümanlara kendi hükmü ve Şeriatı ile hükmedip ona uymayı emir buyurduğu zaman, bütün bu sayılıp dökülen yalanları, veya sonradan meydana gelecek yeni olayları bilmiyor muydu? Yahut bu olanlar ilminin dışında mı idi ki, bazıları kalkıp ilahlık taslıyor?

Öyleyse bu adamlar neyi iddia ediyorlar? Allah'ın Şeriatının insanoğlunun ihtiyaçlarına cevap veremeyeceğini ve her gün meydana gelen yeni hadiseler karşısında aciz kalacağını mı sanıyorlar? Bu, Allahın ilmi dahilinde değilse niçin bu kadar şiddetli biçimde kullarını kendine asi olmaktan men ediyor? Yol ayrımında tercih; ya İslam (Allah'ın Hükmü), ya cahiliye, ya iman yahut da cahiliye hükmü olacaktır. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenleri hem kafir, hem zalim hem de fasıktırlar. İdare edilen insanlardan da Allah'ın hükmünü kabul etmeyenler mümin değildir.

İbn Kesir, bu âyetin tefsirinde; "Allah Teala'nın her hayra şamil, her kötülüğü yasaklayan ve her iyiliği emreden ilahi hükmünü bırakıp ta bazılarının Allahın şeriatına dayanmadan ortaya koydukları düşünce ve sistemlerle; cahiliye döneminde olduğu gibi, sapıklık ve cehaletle kendi hevesleriyle kafalarının estiği gibi kanun koyup onunla hükmedenlerin davranışlarını şiddetle inkar ediyor" der

Bir zamanlar Moğollar'ın siyasi hakimiyet günlerinde, Cengiz Han'ın Yahudilik, Nasranilik ve İslam dahil bir çok kaynaktan toplayarak meydana getirdiği "YESAK" adlı kanunu Allah'ın şeriatından üstün tuttuğu gibi, oğulları da kendisinden sonra aynı şekilde heva ve heveslerine uyarak bu kanunlar üzerine bir yönetim uyguladılar. Onu Allah'ın Kitabı ve Resulünün (sav) sünnetine tercih ettiler.İnsanlardan hangisi böyle yaparsa, kafirdir. Allah'ın Kitabı ve Rasûlü'nün (sav) sünnetine dönünceye kadar ona karşı "cihad etmek" vacibtir.

"Cahiliyye hükmünü mü istiyorlar" cümlesi: "Allah'ın hükmünden mi yüz çeviriyorlar anlamındadır." Gerçekten iman etmiş bir kavim için; kim Allah'tan daha güzel hüküm sahibi olabilir? Allah'ın adaletini görmüş, O'nun hakimler hakimi, merhametlilerin en merhametlisi; bir annenin çocuğuna olan şefkatinden daha çok, kullarına şefkat eden, her şeyi bilen ve her şeye kadir olduğuna inanmış bir insan için Allahtan daha adil kim olabilir?..

İbn Ebi Hatem, Hasen-ı Basri'ye dayanan bir rivayette şöyle diyor: "Kim Allanın hükmünden başka bir hükümle idare ederse, o cahiliyse hükmüyle hükmetmiştir" Taberani, İbn Abbas (ra) dan rivayetinde Allah'ın Rasûlü (sav) "Allah'ın indinde en çok iki kişi sevilmez, birisi; Müslüman olduktan sonra cahiliye sünnetini arzu eden, diğeri de haksız yere bir insanın kanını talep edip, onun kanını döken kişidir" buyurduğu rivayet olunur.

Şeyh (Allame) Ahmed Şakir, İbn Kesir'in sözlerine yaptığı ek yorumda: "Müslüman olduğunu söyleyen insanlara, Allah'ın Şeriatına inanmış oldukları halde, memleketlerinde putperest kafir Avrupa'nın yaptığı; heva heves ve batıl düşüncelerle ve koyucusunun İslam'a uymuş uymamış diye düşünmeden yaptığı kanunlarla hükmetmek hiç yakışır mı?

Müslümanların tarihlerinde "Hülagu Asrı" hariç, hiçbir zaman böyle bir belayla karşılaştıkları görülmemiştir.O asır ki katmerli zulüm karanlıklarının tüm islam alemini kasıp kavurduğu bir asırdı. Bu zulme ve tuğyana rağmen, Müslümanlar Moğollara boyun eğmediler. Sonunda İslam Moğollara karşı üstünlüğünü ve zaferini yeniden elde etti ve bir zamanlar İslam'ı yeryüzünden silmeye azmetmiş olan Moğollar, kafile kafile İslam'a girmeye başladılar. Bu zalim tâğûtî idarenin kaynağı, Cengiz Han soyundan gelen zalim idarecilerdir. O gün Müslümanlardan hiç kimse ne bu idari sistemin içine girip, hizmet etti, ne de onların uyguladıkları "YESAK" in yasaların, öğrenip çocuklarına öğretti. Böylece çok kısa zamanda tesiri yok olup gitti.

Gördünüz mü İbn Kesir'in 8. Hicri asırda, İslam düşmanı Cengiz Han'ın koyduğu kanunları nasıl vasf edip yorumladığını? Siz, ibni Kesir'in o gün Hicri 14. asırda ki Müslümanların halini nasıl dile getirip vasf ettiğini görmüyor musunuz? Ancak bir fark var, o zaman yönetime hakim insanların çoğu aradan bir müddet geçtikten sonra islam ümmetinin saflarına katıldılar. Böylece yaptıklarının tesiri yavaş yavaş yok olup gitti. Müslümanlar bugün, o günkünden daha kötü, daha çok zulüm, daha da karanlık içerisindeler, islam şeriatına tamamen aykırı ve küfrü apaçık zahir olan kafir bir insanın koyduğu "YESAK" adlı yasalara benzeyen ve İslam düşmanları tarafından ortaya konulmuş olan kanunları öğrenip, nesillerine de bunu öğretmekteler, sonra da meselelerinin tek çözüm kaynağı olarak çağdaş "YESAK" a uymaktalar. Belki de bu nedenle tamamen yok olup gitmek üzereler. Hal böyleyken, buna karşı gelen Müslümanları hor görüp İslam şeriatına bağlı kalmak isteyenlere gerici yobaz diye iftirada bulunmaktalar.

Bu ve buna benzer adi sözlerle saldırılarını sürdürmekteler. Daha da kötüsü, devlet idaresinde ve kanunlarda kalmış olup İslam Şeriatı'na dayanan cüz'i kanunlara da ellerini uzatarak, kalan kısmı da bozmak iğcin her türlü sahtekarlığa başvurmaktalar. Onu modern bir "YESAK" haline getirmek istiyorlar. Bunu da yer yer yönetim organlarında kullanarak açıkça ilân edebiliyorlar. Bunlar dini devletten, devleti de dinden ayrı tutuyoruz derken hiçte haya etmiyorlar. Peki bu halde, Müslüman'ım diyen hangi insan çıkıp ta bu yeni dini (YESAK) kabul edebilir? Acaba hiç Müslüman'ım diyen bir insanın bu modern yasak gölgesindeki, yargı organlarında kendisine Allah'tan gönderilmiş olan aydınlık şeriatı bırakıp, görev alması ve insanları bu yasalara muhakeme etmesi caiz midir?

Beşeri kanunların durumu güneşin parlaklığı gibi gözlerden saklanamayacak kadar açıktır. Bu kanunların hiç bir gizil yanı kalmadan ve tevile gerek te olmadan sarih küfür oldukları malumdur. İslamiyet'e intisap eden bir kimsenin bu kanunlarla amel edip boyun eğmesi, kabul ve ikrar etmesinin asla bir özrü yoktur. Herkes, kendi nefsinin muhasebesini en iyi yapandır. Bütün dava şu sorunun cevabınım özünde yatmakta; insanlar arasında hükmetmek ve onları yargılamak acaba Allah'ın ilahi bir mesaj olarak tüm peygamberlerine birbiri ardına gönderdiği ve hepsine de gölgesinde yürümeleri emredilen Allah'ın şeriatıyla mı hükmetmek gereklidir, yoksa hüküm ve egemenlik ne olduğu belli olmayan, insana göre değişen heva ve heves, çıkarlar ve Allah'ın şeriatıyla hiç bir ilgisi olmayan törelerin egemenliği mi olmalı? Diğer bir tabirle yeryüzünde uluhiyet ve rububiyet Allah'ın mı olmalı, yoksa bunun bir kısmı veya tamamı Allah'ın yarattığı mahlukattan olup ta onun izin verip indirmediği bir şeyle hükmeden bir insanın mı olmalı?

İslâm bir bütün olarak kendinden başka ilâh olmayan Allah Teala'nın uluhiyeti'nin icabıdır ve kullarının da O'na ibadet etmeleri için göndermiş olduğu kanunlar, tüm peygamberlerce uygulanmış, onlardan sonra gelen ümmetlere de aynı kanunları uygulamak vacip olmuştur. Allah Teala, bu meseleyi hidayet veya dalalet meselesi diye ayırmıştır. Bunun dışında herhangi bir yol olmadığı gibi İslâm'la savaşanlarla da barış imkanı kalmamıştır. Müminler; sadece Allah'ın indirdiği ile hükmedenlerdir. Onlar Allah'ın indirdiği hükümleri tahrif etmedikleri gibi, O'nun hiç bir emrini de değiştiremezler. Kâfirler, zalimler ve fasıklar ise Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenlerdir.

Devlet yöneticileri ya Allah'ın indirdiği ile hükmederler ki ancak o zaman iman dairesine girerler veya Allah'ın indirmediği başka bir kanunla hükmederler.O zaman da kafir, zalim ve fasık olurlar. İnsanlar ya yönetici ve yargılayıcılarının işlerinde verdikleri hükümlerin Allah'ın hükümleri olmasını isterler veya aksi takdirde imandan çıkarlar. İslamla öbür yol arasında vasat bir yol yoktur. İnsanlar İslam'dan başka bir yol seçerlerse hiç bir bahaneleri kabul edilmeyecektir.

Hûlasa:

Allah Teâlâ, bütün insanlığın Rabbidir ve onların yararlarına olan şeyi en iyi O bilir, O'nun hükmünden ve Şeriatından daha üstün bir hüküm ve Şeriat olamaz. Allah'ın kullarından hiçbiri çıkıp, ben Allah'ın şeriatını inkar ediyorum veya ben Allah'tan daha iyi insanların yararına .iş yaparım iddiasında bulunamaz. Bunu kim dili, hali ve fiilleri ile söylerse iman dairesinden çıkar.

İşte, bu mesele, İslam'da tevhid (akaid), metod ve yaşayış tarzının en büyük ve tehlikeli meselesidir. Asıl gaye Allah'ın indirdiği ile hükmetmek, ümmet olarak bunu kabul etmek ve Allah'ın indirdiği Şeriat'ın dışında herhangi bir şeriata rağbet etmemektir.

İslam, teslim olup itaat etmek, Allah'ın rubûbiyyetinde ve uluhiyetinde varlığın tamamen hakimi ve mutlak mutasarrıfı olduğuna iman etmektir. Allah'ın Şeriatını istememek Allah'tan gayrisinin kanunlarına itaat edip boyun eğmek, Allah Tealâ'nın mülkinde hakimiyet, rububiyet, ve uluhiyet sıfatlarıyla tasarruf kudretini inkar etmektir.
O zaman, bu dava imanla küfür, İslam ile cahiliye davası olur. Allah'ın Şeriatının insan toplulukları ve Müslümanlar için, her zaman ve mekanda en iyi nizam olduğunu kabul etmek de hakeza, iman küfür meselesine girmektedir. Hiçbir insan kalkıp da insanoğlunun yaptığı kanunun, Allah'ın Şeriatından insanlığın gelişme süresindeki herhangi bir çağda, daha faydalı olduğunu savunamaz. Allah'a iman ettiğini ve Müslüman olduğu söyleyen birisinin, insanların halini Allah'tan daha iyi bildiğini, O'ndan daha iyi ve güzel bir biçimde insanların hayatını tertip ve düzene soktuğunu söylemesi veya Allah'ın, Şeriatını koyarken bazı şeyleri bilmediğini, bildiği halde hakkında bir şey indirmiş olmadığını söylemesiyle; iman ve İslam dairesinde olduğunu ileri sürmesi birbiriyle çelişen şeylerdir.

Allah'ın Şeriatının efdaliyeti külli bir şekilde bir veya iki nesilde kolay kolay idrak edilmeyebilir. Ancak zamanla insanlar bazı gerçekleri gözleriyle görerek keşfederler. Burada Fi Zilali'l Kur'an'da arz edilen bir kaç ifadeyi zikretmekte fayda görüyoruz. "Allah'ın Şeriatı", hayatı bir bütün olarak her safhasında tanzim, irşat ve terakki yönünden ele alan, şümullü ve kamil bir metottur. İslam Şeriatı, insan denen varlığın sebeb-i vücudunu, onun muhtelif ihtiyaçlarını ve içinde yaşadığımız kainatın hakikatinin ve insanın insanlığına hükmeden kanunların hakikatinin külli bir ilmidir.

Sonra bu dünyevi hayatın hiçbir meselesinde ifrata imkan tanımaz. İslam'da, hayat gerçeği ile kevni hadiseler arasında herhangi yıkıcı bir çarpışma (sürtüşme)yoktur. Bu nizamda ancak denge, itidal, uyumluluk ve disiplin vardır. Bu, insan hayatının ancak belli bir dönemini veya gözle görülen çıplak yanlarını bilen, çoğu kez insanın cahili etkilerinden kurtulamayan ve hiç bir zaman da yıkıcı ve tahrip edici oluşumlardan, insanlığı sarsıcı çatışmalardan hali olmayan, beşer ilminin ulaşamadığı bir şeydir.

Her şeyden evvel İslam mutlak olarak, adalet üzerine kaim bir nizamdır. Çünkü Allah Teâlâ, adaletin en iyi şekilde nasıl tahakkuk edeceğini en iyi bilendir. İkinci olarak: Allah Teâlâ tüm insanlığın Rabbidir. insanlar arasında adaletin kanununa ancak o maliktir. Koyduğu şeriat heva heves ve her türlü zaaftan beridir. Hakeza İslam şeriatı, kusur ve aşırılıktan uzaktır.

Bu özelliğiyle İslam tüm kötü temayüllerden uzak, her türlü kusur ve cehaletin fevkindedir. Kanun koyan; fert olsun, toplum olsun, bir sınıf veya bir ümmet olsun hepsinin de kendine göre nevası, şehveti, arzuları ve temayülleri vardır. Bundan da ötesi, insanlığın her hangi bir döneminde her hangi bir kesiti hakkındaki görüşleri de tam ve mütekamil değildir.

İslam ise kainatın var oluş kanunuyla disiplinli bir uyum içindedir. Çünkü bu kanunun sahibi tüm kainatın sahibi, hakimi ve malikidir, insan ve kainatı o yarattı. İnsana bir şeriat gönderdiğinde, ona yarattığı kainatlardan bazısı üzerinde tasarruf hakkı verdiği bir varlık olarak hitap eder. Bu da onu yaratıcısının gösterdiği yolda yürümek, bunun esaslarını, eşyaya hükmeden kanunlarla beraber bilmek ve tanımakla mükellef kılar. İşte burada insanla kainat arasında bir uyum ve disiplin başlamış olur. Şeriat burada âlemşümul bir özellik arz eder. Böylece İslam'la kaynaşan insan sadece kendi nefsi veya kendi kardeşleriyle değil, içinde yaşadığı geniş alemde tüm canlılar ve eşya ile bir diyalog içine girer. Buradan kendini kuşatan alemden; kaçıp kurtulmanın imkanına sahip değildir.

Onun bu âlem çevresinde olan her şeyle ilişkisinde çok kuvvetli metin ve sarsılmaz bir metot ve düzen sahibi olması gerekir, insanlığın, kullara kulluk etme esaretinden kurtulabildiği tek nizam İslam Şeriatıdır. İslami hayat şeriattır. İslami hayat metodunun dışındaki tüm hayat sistemlerinde insana kulluk edilmektedir. Yalnızca İslami hayat ve sistemde insanlar kulların ibadetinden eşi ve ortağı olmayan Allah'ın kulluğuna, ibadetine girerler.

"Hakimiyet, ulûhiyet" en hususi meziyetlerdendir, insanlar için kendinden kanun koyan kimse, ulûhiyetin özelliklerini kullanmak isteyen bir insandır. O insanlar da kendilerine kanun koyan bu insanın köleleridir. Allah'a ibadet eden kullar değil... Onlar Allah'ın dininde değil, o insanın dinindendirler.

İslam kanun koymayı sadece Allah'a ait bir hak olarak getirdiği zaman, insanları kulların kulluğundan kurtarıp, Allah'ın kulluğuna çıkararak, insanın gerçek kurtuluşunu ilan etti. Beli insanın gerçek doğuşunu müjdeledi. İnsan kendisi gibi bir insanın boyunduruğundan kendisini kurtarmadıkça gerçekten doğmuş ve hür olmuş sayılmaz. O ne zaman bütün insanlarla, insanların Rabbi Allah'ın indinde eşit olursa, işte o zaman yeniden doğmuş ve gerçek kimliğini elde etmiş olur. Dava budur. Bu dava akidenin en tehlikeli ve en büyük meselesidir. Akide bunun için iman, küfür, İslam ve cahiliye meselesi olarak karşımızdadır.

Cahiliye tarihin herhangi bir dönemindeki zaman dilimi değildir. Cahiliye kendini oluşturan temel unsurların bir durum veya sistemde bulunduğu zaman hemen gündeme geliverir. Cahiliye aslında hüküm ve kanun koymada, Allah'ın hükmü ve şeriatına başvurmak değil, insanların hevalarına başvurma hadisesidir. Madem ki Allah'ın şeriatına uyup onunla amel etmiyorlar, öyleyse yaptıklarının tümü heva ve heveslerine göredir. Bir insan hakim olduğu toplum için kanun koyuyor, bir bakıyorsunuz ki cahiliye burada ortaya çıkıvermiş… Çünkü onun istekleri veya görüşü kanundur.Fark ancak ifade biçimlerindedir. İnsanlardan bir sınıf diğer bir sınıf için kanun koyuyor, bir de bakıyorsunuz ki o da cahiliye. Çünkü kanun artık bir sınıfın çıkarları veya parlamentodaki çoğunluğun görüşüdür, fark yine ancak ifade şekillerindedir. Mesele yine kulluk meselesidir.

Bir grup insanın bir milletin arasından çıkıp, insanlık için kanun koyduklarını görüyoruz, bir de ne çıksın ortada; cahiliye…. Çünkü artık kanun kavmiyetçilikleri, uluslararası bir heyetin aldığı kararlar manzumesidir. Fark yine ifade şeklinden başka bir şeyde değildir. İnsanların, cemaatlerin, milletlerin nesillerin Rabbi olan Allah bir kanun ve şeriat koyuyor, bir de bakıyorsunuz; onda ne bir ferdin, ne bir cemaatin, ne bir devletin ne de herhangi bir ırkın, bir neslin veya sınıfın, alemlerin rabbi önünde diğerlerinden bir farkı ve üstünlüğü olmadığını görüyorsunuz.

Çünkü Allah insanların yararına olan bir şeyi en iyi bilendir. Hiçbir ifrat ve tefrit yapmadan onların salahına olan şeylerden karar verir ve onları korur. Allah'tan başka, kanun, nizam ve düzen koyanlara bakıyorsunuz, bir de ne görürsünüz; insanlar, bu kanun koyanların köleleri oluvermişlerdir. Bunun bir insan, bir topluluk, bir sınıf veya insanlardan bir konsey olması arasında hiçbir fark yoktur. Allah insanlar için bir Şeriat koymuştur, bir de ne göresiniz? Şeriatta tüm inanan insanlar hür, eşit, Allah'tan başka kimse için alınlarını yere koyup secde etmiyorlar, Allah'tan başkasına ibadet etmiyorlar, işte buradan sonra başlıyor, bu davanın insan hayatında ve kainat nizamındaki önemi ve tehlikeli, ciddi yeri...

"Eğer Hak, (Allah'ın dini) onların heva ve heveslerine uysaydı. Gökler ve yer ve içinde bulunan kim varsa fesada (bozguna) uğrardı" (Müminun 71)

Allah'ın indirmediği bir nizam, kanun ve sistemle hükmetmek; nihayetinde, fesadın, şerrin ve Allanın itaatinden çıkmanın Kur'an nassıyla bizzat kendisidir.
 
U Çevrimdışı

uksimu

Aktif Üye
Frm. Yöneticisi
ALLAH RAZI OLSUN KARDEŞİM GÜZEL ÇALIŞMA RABBİM DEVAMINI SAGLASIN İNŞALLAH . SELAMETLE.
 
A Çevrimdışı

AllahuMevlana

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Evet! Rabbim senin gibi( seni bizim bildiğimizden daha iyi kılsın) kardeşlerin sayısını arttırsın da, zifiri karanlıktan güneşin doğuşuna biraz daha yaklaşalım inşallah...
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Allah razı olsun... müslümanlar olarak cahil kaldığımız bir konu :hacıabi
 
S Çevrimdışı

salih111

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
PAYLAŞIMLARINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM BENİM BİR İSTEĞİM OLACAK BU BİLGİYE ULAŞAMADIM BANA YARDIMCI OLURSANIZ SEVİNİRİM.

İMAM KURTUBİ AHKAMİ'L KURAN 16/109 DOSTLUKLA İLGİLİ BİR YAZI YADA TEFSİRDİ. İZMİR ALSANCAKTA FUARIN İÇİNDEKİ KÜÇÜK BİR CAMİNİN AVLUSUNDA DUVARDA ASILIYDI HEPSİNİ YAZMADIM SADECE KAYNAĞINI ALMIŞTIM AMA ŞİMDİ BULAMIYORUM BULURSANIZ BANA EMAİL ATARSANIZ ÇOKK SEVİNİRİM TEŞEKKÜRLER
 
Üst Ana Sayfa Alt