ULEMÂNIN GÖRÜŞLERİ
1- İmam Kurtubî: İbn Huveyz Mendad'dan rivayetle naklediyor. Dedi ki: "Sultan'ın emirlerine itaat etmeye gelince; Allah'ın emirlerine uymayı buyurmasında itaat etmek vardır (vacibdir), ma'sıyeti buyurmasında ise itaat yoktur (vacib değildir). Bunun için zamanımız velayet sahibi (yöneticilerine) itaat, onlara yardım, onları ta'zim etmek (yüceltmek) ve saymak caiz değildir. Eğer bizimle namaz kılmıyorsa, ma'sıyetinden ötürü fasıklar, onlarla namaz caizdir. Fakat dinde bid'at ehlinden iseler (arkalarında) onlarla namaz kılmak caiz değildir. Ancak müminler böyle yöneticilerin şerrinden emin olmazlar da onlarla namaz kılmak zorunda kalırlarsa, namazlarını daha sonra tekrar iade ederler.
2- Alûsî: "Onlara itaat etmenin vücubu (farz oluşu) hak üzere (Kur'an ve Sünnet) üzere olduklarındandır. Allah Teâlânın Şeriatına muhalefet ettiklerinde onlara itaat etmek vacip değildir. Bu da, "Hiç bir beşere Allah'a isyanda itaat yoktur." hadisine mebnidir. Bu hadisi ibni Ebî Şeybe rivayet etmiştir."
3- Bazı Şafii uleması demişlerdir ki; "İmama itaat,haram olan bir şeyi buyurmadıkçadır. Diğer bazıları da; "Emrettikleri, umum ümmetin yararına olmayan şeylerse, buna uymak gerekmez."
4- Tabiin Ulemasının Emevilere cevabı: Bu konuda tabiinden bazı alimlerin Emevilerden bazı emirlere söyledikleri sözler gerçekten de çok güzel çarpıcı bir cevap mahiyetindedir. Bu emirlerden birisi, tabiin'den birisine: Allah "sizden olan emir sahipleri" âyetiyle bize itaat etmenizi emretmedi mi? Tabiin'den olan bu zât da: Allah size itaati; "Eğer bir şeyde ihtilafa düşerseniz onu Allah'a ve Rasûlü'ne havale edin" demekle, bu itaat yetkisini sizin elinizden almadı mı? diye cevap verdi. Bununla sanki şöyle denmiştir. "Hakkıyla amel etmediklerinde onlara itaat etmeyin, ihtilafa düştüğünüz konularda Allah'ın Kitab'ı ve Rasûlünün sünnetine başvurun".
5- İbn Hacer el Askalânî: "Fukaha, güç ve galebe sahibi olan sultanla beraber cihad etmek hususunda icma etmişlerdir. Bu sultana bu esnada itaat etmek, ona karşı gelmekten daha hayırlıdır. Fakat bu sultan açıkça küfür irtikab ettiği zaman, Buhârî'de Cünade b. Cündüb'ün Rasûlullah (sav)'den rivayet ettiği bir hadisi şerifin hükmüne göre ona karşı güç yetirenin cihad etmesi vacibtir, itaat caiz değildir. "Cünade (r.a): Ubâde b. Samit hasta yatağında yatıyordu. Kendisini ziyarete gittik. Ona; Allah sana salah versin. Rasûlullah (sav)'den Allah'ın sana ecir yazacağı bir hadis duyduysan onu bize söyle, dedik. Ubade b. Samit (r.a.): Allah'ın Nebisi (sav) bize davette bulundu (biz de O'na icabet ederek) bey'at ettik. Kendisine sağlığımızda, güç ve kuvvetimiz yerinde oldukça, zorluk ve bolluk vaktimizde, zararımıza da olsa sözünü tutmak ve emrine itaat etmek için bizden bey'at aldı. Ve yine, emirin hareketlerinde yanımızda Allah'tan bir delil bulunup açık bir küfür görmedikçe, onunla cidale girmememiz hususunda beyat aldı." Diğer bir rivayette de şöyle denir: "Darda ve bollukta da Allah yolunda harcamak, ma'rufu emretmek, münkeri nehy etmek ve her nerede ve hangi şartlarda olursa olsun hak ile kaim olmak, Allah için yaptıklarımızda kınayıcının kınamasından korkmamak hususunda bizden bey'at aldı" Hadisdeki "küfran buvahan" tabirinden maksad; açık ve zahir bir şekilde küfrünü ilan etmek ve onu yaymaktır. Müslim'in bazı nüshalarında "küfran bürahan" olarak geçer ki zahir olmak, açık olmak anlamına gelir, başka bir rivayette de "küfran suvahan" diye geçer.
6- İmam Nevevi; Burada küfürden murad Allah'a asi olmaktır. Hadisin anlamı; İşlerinizin o aşına tayin edilen yöneticilerle, onlardan islam'ın temel kaidelerine aykırı düşen mutlak anlamda münkerleri görmedikçe onlara itiraz etmeyin (önlerine geçmeyin), eğer bunu görürseniz, nasıl ve nerede olursanız olun, bu yaptıklarını kabul etmeyip hakkı yüzlerine söyleyiniz, der.
7- İbn Tıyn'ın ed-Davudi'den yaptığı rivayette: "Ulemanın üzerinde ittifak ettikleri; zalim emirleri dinde fitneye sebeb olmadan ve zulüm yapmadan indirmek mümkünse, tahtından indirilmeli. Eğer bu mümkün değilse, imkan elde etmek için sabredilmelidir. Bazı alimler, temelde fasığa velayet akdi (bey'at) yapılmaz dediler. Eğer adaletli bir yönetimden sonra zulme saparsa, bu durumda ona isyan ve karşı çıkmaya fetva vermede ihtilafa düştüler. Asıl olan onu zulmünden men etmektir. Ancak kafir olunca, ona karşı cihad etmek farzdır."
8- İbn Hacer Feth ul Bârî'de: 'Emir'e küfründen dolayı karşı çıkıp cihad etmek icma ile sabittir. Ona karşı kıyam her müslümana farzdır. Kim buna güç yetirirse onun için "mücahid" sevabı vardır. Kim böyle bir emire yardakçılık edip yağ çekerse, günahkâr olur. Huruçda bulunamayana da (cihad etmeyene de) oradan hicret etmek vacib olur." diyor.
9- İmam Kurtubîde: Ebu Hanife'nin, "Hakim (devlet reisi) rüşvet alırsa derhal geciktirilmeden azlolunur. Eğer azlolunmazsa bundan sonra verdiği tüm hükümler batıl olur" dediğini rivayet ediyor. Bunda Allah'ın izniyle kimsenin ihtilafa düşmemesi gerekir. Çünkü rüşvet almak fısktır, fasığın hükmü caiz değildir.
10- Aynı şekilde İmam İbni Kudame de rüşvetin haramlığı hakkında böyle söyledi. Ben de diyorum ki, rüşvet alan devlet reisi bundan dolayı fasık oluyor, yönetimden düşürüldüğüne ve verdiği her hükmün batıl olduğuna göre, yüzlerce büyük günah işleyen ve Allah'ın şeriatını yürürlükten kaldıran insanın durumu ne olur?
11- İbn Abidin: "İmamet akdi, irtidad (dinden çıkma) gibi bir fiille münhal olur ve düşer. Bunun gibi, fışkından dolayı böyle bir imamın azlolunacağını söylemişlerdir, imam Şafii ve Ebu Hanife'nin (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun) mezheblerinin zahiri budur. İmam Muhammed'e göre, ittifakla yönetimden indirilir."
12- el-Mevakıf ve şerhinde: "Ümmetin, imamı caiz kılıcı bir sebebten dolayı azletme hakkı vardır. Misal olarak, "yönetimiyle müslümanların ahvalini bozması, din işlerinde kusur edip dini yüceltmemesi gibi durumlarda görevinden alınır." Bunun gibi, ümmetin aynı zamanda imamı nasbetme (imamlığa getirme) yetkisi gibi, ümmetin düzeni ve refahı için imamın yerinden indirilmesi, zararların en hafifi göz önüne alınarak bazı fitnelere yol açsa bile menfaati galip olan cihet tercih edilir." denilmektedir.
13- İbn Hazm'a sorulan bir fetvada: "Yahudileri işlerinin başına getiren, Nasranileri de ordusunda asker yapan, Müslümanlardan her bulduğuna kılıç çeken, Müslümanlara karşı aşağılayıcı ve alay edici her türlü tavrı sergileyen, Müslüman kadınlara zinayı mubah kılan ve bütün bu yaptıklarına rağmen ve İslam'ı kabul eden ve namaz kılan bir "Sultan" hakkında ne dersiniz?" denildi. İbni Hazm: "Eğer Müslümanlar bu "Sultan"a karşı sabretmeyi caiz görürlerse, top yekûn İslam'a muhalefet etmiş olurlar ve İslam'dan çıkarlar." Fakat bu "sultan"a karşı cihad ilan edilir ve kendisiyle harb edilir derlerse, yeniden hakka (İslam'a) dönmüş olurlar. Hatta bir tek Müslüman erkek veya kadının öldürülmesi, bir tek kişinin malının gasb edilmesi, bir tek insanın bedenen eziyet ve zulüm görmesi gibi hadiselerde dahi bu zulmü reddetmeyi vacip görürlerse, yine İslam'a dönmüş olurlar."
Müslümanlara vacib olan, zulmün hangi türlüsü olursa olsun, velev ki bu basit bir şey de olsa; imama bunun tebliğ edilmesi ve imamın bundan men edilmesidir. Vaz geçer ve tevbe ederse, onun imamlıktan alınmasına gerek yoktur. Şayet zulümden rücu etmeyi reddeder de imam olarak vacib olan emirleri uygulamaya koymaz ve yolundan dönmezse, onu imamlıktan alıp yerine hakkı kaim kılan bir başkasını ikame etmek vacibtir. Bu Allah Teâlâ'nın şu emrine uyularak yapılmış olmalıdır. "Hayır ve takva üzerine bir birinizle yardımlasın. Günah ve düşmanlık üzerine bir birinizle yardımlaşmayın." (Maide 2)
Allah'ın emirlerinden hiç bir vacibin ziyanına (yok olmasına) sükut etmek caiz değildir... Tevfik Allah'tandır."
14- Şeyh Salah Ebu İsmail, mahkeme huzurundaki şehadetinde; "Ebu Bekir (r.a.)'ın halife olarak kendisine bey'at edildiği günde irad ettiği hutbesini zikrettikten sonra şöyle dedi: "Ümmetin cumhur fukahası, selef olsun, ondan sonra gelenler olsun, kafire imametin (devlet başkanlığının) akdedilip verilmeyeceğinde icma etmişlerdir. Eğer imamın akidesine ve ameline küfür sirayet edecek olursa, azledilmesi vacib olur. İnsanların ona itaat etmedeki zorunluğu da ortadan kalkar.
Prof. Dr. Ali Gerişe (eski müsteşar) Erkânü'ş-Şeriatü'l İslamiyye isimli kitabında, "Allah'ın şeriatının bir kısmını yasaklayan kişiye karşı cihad etmede -fukaha arasında-ihtilaf olmadığına göre; Allah'ın şeriatının tamamını yasaklayan kişiye karşı cihad edilmesi daha elzemdir. Şeyh Salah Ebu İsmail de aynen bu görüşe katılmış ve bunu doğrulamıştır.
15- Şu anda Ezher Şeyhi (Rektörü) sayın Mısır eski müftüsü de, İslami yoldan ayrılan devlet başkanının azledilmesine "el-fariydatü'l gaibe" adlı risaleye yazdığı reddiyede fetva vermiştir. Bu reddiyesinde diyor ki: "Eğer devlet başkanı Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse ve şeriatının tamamını uygulamazsa, emrettiği ve yasakladığı şeyde kendisine itaat edilmez." Müftü devamla:
"Kim böyle bir idarecinin icraatını gücü nisbetinde reddedip inkar ederse selamete ermiştir, kim de böylesinin idaresinden razı olursa, o artık asilerden olmuştur." Müftü sözlerine şunları da ekliyor: "Müslümanların halifesi ümmetin vekilidir, hükmetmede ümmetin iradesine (İslam doğrultusunda ) boyun eğmek zorundadır. Bundan dolayı ümmetin imamını seçme ve azletme hakkı vardır."
16- İbn Tıyn şöyle diyor: "İslam fukahası; halife eğer müslümanları küfre veya bid'ata davet ederse ona karşı kıyam edilip onunla harb edilmesinde icma etmişlerdi, ancak halifenin malları gasbetmesi, kan dökmesi ve bazı haram şeyleri yapması hususunda ise kıyam edilip edilmemesinde ihtilaf etmişlerdir." (Fethul Bari 13/116)
17- İsmail el Kâdî, Ahkamü'l Kur'an'da; "Ayetlerin zahir hükmü, kim (kafirlerin yaptığı gibi) yapar ve onlar gibi hüküm ortaya koyar ve bununla Allah'ın hükmüne muhalefet ederse, kafirler hakkında caiz olan tüm cezalara müstehak olur. ister bu insanların hakimi (sultanı-idarecisi) veya her hangi bir insan olsun, hüküm böyledir. (Fethul Barî, 13/120)"
18- İmam Malik el Muvatta'da: "Bu iş bizim dinimizde şöyledir: Kim Allah'ın farz kıldığı farzlardan herhangi birini yasaklar ve müsmülanlar da bu farzların ikame edilmesi iznini onun elinden alamazlarsa, müslümanlara onunla cihad etmeleri farzdır." (Muvatta, 2/269)
İbn Battal (rh.) "Eğer bu idareci feraizin mubah olduğunu kabul eder de yapmazsa, kendisine karşı kıyam etmekte hilaf yoktur." İbni Hacer, şerhinde buna bir açıklama getirerek; "Allah'ın farz kıldıklarını ikrar edip kabul etmezse, bu insan kafirdir." diyor. (Fethul Barî 12/275)
İmam Buhari (rh.) Sahih'inde özel bir bab açarak bu bölüme "Allah'ın feraizini kabul etmeyenin katli ve dinden dönmeye nisbet edilenler" adını vermiştir.İbni Hacer yorumunda; "Vacib olan ahkamı kabul edip amel etmeyenin katlinin cevazı" diye bir bölüm açarak İmam Buhari'nin sözünü daha da netleştirmiştir.
19- Allame eş-Şınkıtî Advâü'l Beyan adlı tefsirinde: "O (Allah) hükmünde kimseyi ortak kılmaz." (Kehf 26) âyetinin tefsirinde Allah Teâlâ'nın zatına mahsus kanun koyma yetkisinden söz ettikten sonra; Allah'ın Kitab'ına muhalif beşer yapısı kanunları icad edip onu merci olarak kabul edenler hakkında: Bunların küfründe ancak Allah'ın, Kur'an'ın nurunu görmekten mahrum kılıp basiretlerini kör ettiği insanlardan gayrisinin indinde, şek ve şüphe yoktur."
20- Prof. Dr. Salahaddin Debbus; "Halifenin Seçilmesi ve Azledilmesi" adlı kitabında, halifenin azledilmesi ile ilgili ahkam ve ölçülerin tefsirinde diyor ki: "ikinci miyar (ölçü): Halifenin halife olarak yapması ve uygulaması gereken şer'î vacibleri üslenmekten açık bir şekilde kaçınması, onun küfründe asla şüphe bırakmaz. Bu halde ona itaat edip yardım etmek; müslümanlara vacib değildir. Çünkü o artık hilfetten düşmüştür. Bu durumun içine, halifenin İslamî hayatta insanlara yol göstermesi de girer. Veliyyül emr ya da halife, bu önderliğini terk ederse hükümden düşürülür. Çünkü Rasulullah (sav) müslümanların başına velayet (şura ve bey'at) yoluyla seçilmiş olan ulü'l emrden açık bir küfür görmedikçe onlara itaat etmemizi emretmiştir. Müslim, Ubade bin Samit (r.a.)'dan rivayet ettiği hadiste, "Ulu'l emre din ahkamını uygulamada muhalefet etmemenizi tavsiye ederim. Ancak onda, yanınızda Allah indinden bir burhan inmiş olan bir küfür görürseniz." diye istisnada bulundu.
Dr. Debbus devamla; "Burada fitne düşüncesini getirip ortaya atmanın hiç bir anlamı yoktur. Zira imamın veya halifenin küfründen ve İslamî hayattan uzaklaştırmasından daha büyük bir fitne yoktur" demektedir. Dr. Debbus aynı kitabında: "Eğer halifenin seçilmesi, dinin hakimiyeti, Allah'ın kullarının işlerinin ıslahı ve onların hüsn-ü siyasetle idare edilmesi gayesine matuf ise; halifenin kendisine düşen bu vazifeleri yerine getirmesi vaciptir. bunu yapmazsa, Müslümanların işleri ve huzurları bozulur. Dinin başarısızlığa uğraması, hayatta uygulanmaması, halifenin görevinden alınması için yeter bir sebep sayılır. Fıkhın kabul ettiği kaide bu olduğu gibi, kelam ilmi de aynı kaideyi tasdik ediyor" der. (Halifenin Seçilmesi ve Azledilmesi, Cild 1/370)
21- İbni Kesir .Tefsirinde (2/67) diyor ki: "Kim bunu işlerse (yani Allah'ın şeriatını terk eder ve onun yerine başka bir -kanunu- koyarsa, şüphesiz mutlak bir kafirdir. Allah'ın ve Rasûlünün (sav) hükmüne dönüp Kur'an ve Sünnet'te ı başka hükmettiği batılı terk edinceye kadar ona karşı cihad farzdır" der. Çünkü Allah Teâlâ: "Yoksa onlar cahiliyye (küfür) hükmünü mü arzuluyorlar?" (Maide 50) buyurarak durumun ciddiyetine işaret etmiştir.
Hülasa olarak; bizzat kendisinden ötürü İdareciye (sulltana, başkana) itaat edilmez. Ona, Allah'ın ve Rasulünün (sav) hükmünü uygulamada uyulur. İdare eden ve edilenler arasındaki İhtilaflarda ancak Kur'an ve Sünnet'le hüküm verilebilir. Fukahanın çoğu da bu konuda İttifak etmişlerdir. Allah'ın Kİtab'ı, Rasulünün sünneti ve fukahanın İttifakından sonra bu konuda söylenecek her hangi bir söz olamaz.
İKİNCİ OLARAK: Allah Teâlâ "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir" (Maide 44) buyuruyor. Bu âyeti kerime, yahudilerin Tevrat'ın emirlerine muhalefet ederek Allah'ın, zina eden erkekle ilgili hükmünü değiştirip inkar ederek "Bu emir bize farz değildir" dediklerinde, bu sözleri söyleyenlerin hepsinin kafir olduklarını ve iman ehli olmaya hak kazanamayacaklarını, onların ne Musa Aleyhisselam'a, ne Tevrat'a, ne Muhammed Aleyhisselam'a ve ne de Kur'an'a inanmayacaklarını söyleyen âyeti kerimenin sonunda nazil olmuştur, İslam alimleri bu âyetin tefsirinde "küfür" sıfatının kimleri içine aldığı hususunda ihtilafa düşmüşlerdir.
"KİM ALLAH'IN İNDİRDİĞİ ÎLE HÜKMETMEZSE İŞTE ONLAR KAFİRLERİN TA KENDİLERİDİR"
AYETİ HAKKINDA ALİMLERİN GÖRÜŞLERİ
1-Abdülazîz b.Yahya el-Kinanî: "Allah'ın indirdiği ile" ifadesi umum (genellik) arz eder. "Kim ki Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse" cümlesinin anlamı; kim Allah'ın indirdiği hükümlerden olmayan ve ona muhalif olan bir hükümle hükmederse, kafirlerin cümlesindendir. Ve bu haktır. Çünkü kafir, gerçekte hükümlerinde, Allah (cc)'ın tüm indirdiğine muhalif hüküm verendir. Bundan maksad, Allah'ın İndirdiği hükümleri kabul etmeyip terk etmektir.
Bu konuya, kişinin İslam ve tevhid üzere olup olmadığının hükmü de girer. Fakat fasıka gelince, o bir çok ahkamda Allah'ın hükmünün gayrisini işlemiştir. İtikad ve ikrarda ise Allah'ın bütün emirlerini kabul eder. Abdülaziz b. Yahya el-Kinânî, "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse kafirdir" diyor. Ama kim tevhid İle hükmeder de Allah'ın bazı emirlerini ihmal ederse, bu âyeti kerimenin tefsiri içine girmez. Burada nefyin umumundan maksad, "ma" edatının "cins" üzerine hamledilmesidir (yani tüm emirler). Böyle olunca, Allah'ın indirdiği hükümlerden sadece her hangi biriyle hükmeden, Allah'ın emirlerini tasdik edici sayılmaz, küfründe de tartışmaya mahal kalmaz.
2- İbn'ul Enbârî: "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse" âyetinin anlamı, kafirlerin davranışına benzer davranışlarda bulunmaktır ki, bu da emirlerin zahirinden yüz çevirmektir.
3- Kimi alimler de, âyet-i kerimenin ifade ettiği mana: "Kasten ve cehaletten, yahut bir tevil ve ictihad hatası olmadan Allah'ın hükümleriyle hükmetmeyi terk etmek, şeklindedir demişlerdir." imam Beğavi bunu tüm ilim ehline atfetmiştir.
4- Kimi alimler de, "Bu idareciye göre değişir. Eğer kendinden olan bir kanunu Allah indindenmiş gibi uygularsa, bu Allah'ın dinini tebdildir, onun küfrünü gerektirir. Ama hevasına uyarak bunu yaparsa bu bir ma'siyettir. Ehli sünnet inancına göre bütün günah işleyenlerin günahlarının bağışlanması için tevbe kapısı açıktır." demektedirler.
5- İbn'ul Kayyım: "Gerçek olan, Allah'ın indirdiği ile hükmetmek konusunun büyük ve küçük küfrü beraber içine aldığıdır. Bu, sultanın durumuna göre değişir. Eğer bu sultan, Allah'ın emirleriyle hükmetmenin vücubuna inanıyorsa, bununla hükmetmemekten dolayı cezaya müstahaktır. İşte bu küçük küfürdür. Şayet Allah'ın indirdiği ile hükmetmenin vacib olmadığına itikad edip iman ediyor ve bilmesine rağmen insanın buna uyup uymamakta serbest olduğunu söylüyorsa, bu en büyük küfürdür. Fakat cehaletinden dolayı bir hatada bulunmuşsa, hakkında hata edenlerin hükmü uygulanır.
Bazıları; "Bu âyet-i kerimedeki küfürden maksad,insanı dinden çıkarmayan küçük küfürdür" dediler. Bu, ibni Abbas (r.a.) ve sahabenin genel görüşüdür. İbni Abbas (r.a.): "Bu küfür insanı dinden çıkaran küfür değildir. Bunu yaptığında belki kafir olur fakat, bu küfür Allah'ı ve âhireti inkar edenin küfrü gibi değildir" demiştir. Yine İbni Abbas (r.a.)'dan rivayet olunan, "bu sözü edilen küfre giriş değildir". Bunu Hakim Müstedrek'inde rivayet ediyor. Buharı ve Müslim bunu rivayet etmediler fakat, ikisinin de şartına uygun olarak bu sözü İbn Münzir ve Hakim, Abdullah b. Abbas (r.a.)'dan rivayet eder. Beyhâki'nin sahih saydığı rivayet te bunu desteklemekte. İbni Abbas (r.a.) diyor ki: "O sizin dediğiniz küfür değildir. O dinden çıkaran bir küfür de değildir. O küfrün dûnunda (aşağısında) bir küfürdür."
Tavus da; "Bu küfür, Allah'ı, meleklerini, kitaplarını ve peygamberlerini inkar edenlerin küfrü gibi değildir." dedi. İbn Tavus: "Bu insanı dinden çıkaran küfür değildir" dedi. Ata: "Bu, küfürden gayrı bir küfür, fısktan başka bir fısktır, zulümden gayri bir zulümdür" dedi.
İbn Cerir et Taberi, Ali b. Husayn'dan "Bu küfür şirk küfrü, bu zulüm şirk zulmü, bu fısk şirk fışkı gibi bir şeydir" dediğini rivayet eder. Sanki bu imamlar küfretmeyi, dini (kurallarıyla) inkar biçiminde değil de, küfran-ı nimet şeklinde anlamışlardır.
7- Ayrıca bu hükümde ima (gizleme, muhteva olarak işaret) vardır. Yani "Kim Allah'ın indirdiği Kur'an'ı ve Rasûlünün sözlerini inkar etmek gayesiyle uygulamazsa şüphesiz kafir olmuştur. İbn Abbas ve Mücahid (r.a.) "âyet-i kerimenin umumu bunun üzerinedir" Abdullah b. Abbas ve Hasan el-Basrî, "âyet-i kerime Müslümanlar, yahudiler ve kafirlerden, Allah'ın indirdiği ile hükmetme-meyi caiz gören herkes hakkındadır" dediler. Fakat Müslümanlardan birisi bunu yapar, sonra bunun günah ve haram olduğunu bilirse, bu kişi Müslümanların fasıklarından olur. Onun işi Allah Teâlâ'ya kalmıştır. Dilerse onu bağışlar, dilerse ona azap eder.
İkrime (r.a): "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse" âyeti kerimesi; ancak kalbiyle kabul etmeyip ve diliyle inkar edenler hakkındadır. Yalnız, Allah'ın emirlerini kalbiyle bilip O'nun hükmü olduğuna inanan ve diliyle bunu ikrar eden kişinin yaptığı; Allah'ın hükmünü bildiği halde ona aykırı davranmaktır. Onun yaptığı şey, hükmü terk etmektir. Bununla da, bu müslümanın bu âyeti kerimenin ahkamı içerisine girmesi gerekmez."
İbni Abbas (r.a): "Kim Allah'ın indirdiğini inkar ederse, şüphesiz kafir olmuştur. Kim kabul eder de onunla hükmetmezse, zalim ve fasıktır." diyor (İbni Cerir'in rivayeti) Böylece âyeti kerimenin zahiri, kişilerin durumuna göre tefsire açık bırakılmıştır. Hüküm, kalbin ve bedenin amellerine şamil olmakla beraber, kalbiyle Allah'ın hükmünü kabul etmeyenin de küfrü hakkında asla bir ihtilaf yoktur.
Âyet-i kerimenin Allah'ın indirdiği hükümleri inatla inkâr şeklindeki yorumu, ibni Cerir et Taberi ve Fahruddin Râzi gibi büyük müfessirlerin görüşüdür. İbn'ul Kayyım'ın bu görüşü kabul edip rıza göstermemesi ise, bunu ihtiyatî bir görüş ve tevil olarak kabul etmesindendir.
8- Bu ve diğer iki âyet-i kerime Allah'ın hükmünü değiştiren kafirler hakkında nazil oldu. Bera b. Azib (r.a.)'in Müslim'den gelen bir rivayetine göre. müslüman büyük bir günah işlemiş olsa bile tekfir olunmaz. Bu âyeti kerimelerin nüzul sebepleri için; Bera b. Azib, Huzeyfe bin Yeman, İbn Abbas, Ebu Miclez ve Ebu Reca el Utaridi, İkrime, Ubeydullah ve Hasan el Basri ve diğerleri, ehli kitap hakkındadır, demişlerdir.
İbn Cerir et Taberi, Ebu Salih'ten bir rivayetinde Maide süresindeki üç âyet-i kerimenin "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse" hükmü ehli islam için değil, kafirler hakkında nazil olmuştur" denilmekte. İbn Ebi Hatem, bu rivayetin benzerini İkrime, İbni Cerir ve Dehhak'tan alarak takviye etmiştir.
Bunların âyet-i kerime'de geçen üç vasıfla sıfatlandırılmalarının hikmeti, belki de bazı hallerde küfür, bazı hallerde zulüm ve bazısında da fısk üzere oldukları; Allah'ın hükümlerinin emredildiği yer ve meselede uygulamalarından doğan ihtilaftan olsa gerek.
9- Bazı müfessirler bu âyetin özellikle yahudiler hakkında nazil olduğunu söylerler. Bir kısmı da "kim hükmetmezse"den murad, Abdurrezzak'ın İbrahim (en Nehai olabilirden rivayetinde bu âyetlerin İsrail oğulları hakkında indiğini söyler. İbn Abbas'tan gelen bir başka rivayette Benî Kurayza ve Benî Nadr hakkında inmiştir denilir. Said b. Mansur, Ebu Şeyh, İbni Merdeveyh yaptıkları rivayette İbn Abbas "işte onlar kafirler, zalimler ve fasıklardır" hükmü özellikle yahudiler hakkında inmiştir. İmam Şa'bî de; yahudiler hakkında indi, demekte, imam en-Nahhas bu görüşü benimseyerek, buna üç şey delalet eder, diyor.
a- Örnek olarak "yahudileşenlere" cümlesi geçtikten sonra zamiri tekrar zikrinde "onlar" zamirine dönüş var. sözün akışı da buna delalet ediyor.
b- Biraz sonra gelen "Onların üzerine yazdık (farz kıldık)" cümlesindeki zamirden maksad, icma ile yahudilerdir. Zira yahudiler "recm ve kısas"ı inkar ettiler.
c- Eğer biri kalkar da, âyetteki (men) ceza için olduğu zaman bunu tahsis eden bir delil bulunmadıkça, umum ifade eder derse, ona buradaki (men)in (ellezi) olduğunu zikrettiğimiz delillerle anlaşılmış olduğunu söyleriz. Ayetin takdiri (Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen yahudiler yok mu, işte onlar kafirlerin ta kendileridir) olur. İmam Kurtubi ve Taberi de aynı görüşü seçmişlerdir. Taberi, "ilk âyet ehli kitabın kafirleri hakkında inmiştir. Çünkü ondan önce ve sonra geçen ayet-i kerime de onlar hakkında nazil olmuştur. Ayetten kastedilen de onlardır. Bunun onlarla ilgili bir haber olması daha evladır" kaydını zikreder.
10- Diğer bazı alimler: "Ayet ehli kitap hakkında inmiştir. Fakat gaye, müslüman ve kafiriyle tüm insanlığa hitaptır." Bu söz, Ömer ve Ali (r.a.)'a nisbet edilmekte, İbrahim en Nehai, Hasan el Basri ve Mesruk'un görüşleri budur.
11- Bazıları da âyetteki kafirlerden maksat ehl-i İslam, zalimlerden maksat yahudiler, fasıklardan maksat ise nasranilerdir demişlerdir. Bu görüş de Ebu Bekir ibn Arabi'nin kanaatidir. Ahkamu'l Kur'an'da Cassas (4/93) ilk âyet Müslümanlar, ikinci âyet yahudiler, üçüncü âyet ise nasraniler hakkında inmiştir" der. Şa'bi, "kafirler" lafzı Müslümanlar hakkında, "zalimler" lafzı yahudiler hakkında, "fasıklar" da nasraniler hakkında inmiştir" demekte. Şa'bi'nin bu görüşünden sonra Alû-sî Tefsiri'nde; "Eğer böyle olursa, müminlerin yahudi ve nasranilerden daha kötü bir halde olmaları gerekiyor. Ancak, küfür müminlere nisbet edildiği zaman tehdit ve tağliz anlamındadır" denilmekte. Kafir, fasıklık ve zulümle vasıflandırıldığı zaman, bu onun küfrünün ve isyanının derecesini tanımlamak için zikredilir. Huzeyfe (r.a.)nın de sözleri bu görüşü destekleyecek mahiyettedir.
12- Hariciler bu âyeti delil getirerek, âyet Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen ne kadar insan varsa hepsinin küfrüne hükmetmektedir dediler. Dolayısıyla her günah işleyen, Allah'ın indirdiği ile hükmetmediğinden kafir olmuştur. Bu âyetten yola çıkarak, fasık kafirdir, mümin değildir hükmüne vardılar. Bu sözlerinin de dayanağı, âyet-i kerimedeki "men" harfinin Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen her insan hakkında umumi bir anlam taşıdığı inancıdır. Böylece, Allah'ın emirlerini tasdik eden bir fasık ta, bu yorumun içine girer. Bu düşüncenin karşısında denilecek şey, âyetin zahirinin hükme açık olduğudur. Hükmün kalbî ve bedenî hareketlere şamil olmasına rağmen, burada esas gaye kalbin durumu ve amelidir. O da, tasdik etmek veya etmemektir.
Allah'ın indirdiğini tasdik etmeyenin kafirliğinde ihtilaf yoktur. Âyetteki "ma" olumsuzluk edatının cinse hamledilmesi, şüphesiz ki Allah'ın indirdiği hükümlerden her hangi birisini kalbiyle tasdik etmeyip, ancak kabul etmeyen kişidir. Onun da küfrü hususunda tartışmaya gerek yoktur. Hakkı söylemek gerekirse, doğru olan ve delillerin desteklediği görüşte budur. Âyet, Müslüman, yahudi ve nasranilerin tümünü içine almaktadır. Allah'ın indirmediği ile hükmeden bir sultan kafirdir. Allah'ın hükümlerini uygulamamakla işlenen küfür, sahibini dinden çıkarır. Birazdan zikredeceğimiz âyet ve hadisler bunu daha güzel açıklayacaktır. Bu âyet, yahudiler recmin uygulamasını inkar ettikleri zaman indi. Ancak usûl kaidesi: "ibret, sebebin özel oluşuyla değil, lafzın umumuyladır" der.
"Kim hükmetmezse" cümlesindeki "men" şart edatıdır. Bu bir genellemeyi ifade eder. O da, âyetin her hangi bir taifeye mahsus olmadığının açık delilidir ve hüküm başına getirilen her insanı kapsayıcıdır.
Tevrat ve İncil ehli, Allah'ın Tevrat ve İncil'de indirdikleri ile hükmetmedikleri zaman kafir, zalim ve fasık olarak isimlendirilirlerse; Kur'an'da indirdikleriyle hükmetmek istemeyen ve müslüman görünenlerin de kafir, zalim ve fasık olarak isimlendirilmeleri elbette daha uygundur. Gerçek olan, âyetin kitap ehli ve diğerlerini de içine aldığıdır. Hakim'in tahric ettiği ve sahih gördüğü, Abdurrezak ve İbn Cerir'in Huzeyfe (r.a.)'dan rivayetlerinde: "Bir gün Huzeyfe'nin yanında bu üç âyet okundu, orada bulunanlardan birisi; Bu İsrailoğulları hakkında indi, deyince. Huzeyfe; Evet, İsrailoğulları sizin ne güzel kardeşlerinizdir. Bütün iyilikler sizin, ne kadar kötülük varsa onların, değil mi? Allah'a yemin ederim ki siz de öyle olacak ve ayakkabınızın bağı kadar da olsa onlara uyacaksınız" dedi.
Yine rivayet edilir ki Huzeyfe (r.a.)'a bu üç ayet hakkında; "Acaba İsrailoğulları hakkında mı indi?" diye soru sordular. O da; "Evet, o âyetler onlar hakkında indi. Fakat siz de onları adım adım takip edeceksiniz" dedi. İbn Cerir, Alkame ve Mesruk'tan rivayetlerinde; "Abdullah İbni Mesud'a rüşvet hakkında soru sordular. İtini Mesud; O faizdir, dedi. Peki, ya hükümde rüşvet nedir dediler. Bu da küfürdür, dedi. Sonra, "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse o kafirlerin ta kendisidir" âyetini okudu. Buna benzer bir rivayeti de İbn Cemile, Ali (raydan rivayet etmektedir. Müfessir es-Süddî: "Allah Teâlâ'nın indirdiği ile hükmetmeyip kasten terk ettiğini bilen kişi artık kafirlerden olmuştur" der. Kuşeyrî ve Hasan el Basrî, Süddi'ye atıfta bulunarak, "Kim rüşvet alır ve Allah'ın hükmünden başkasıyla hükmederse o kafirdir" dediğini nakleder. Hasan el Basrî'-den; "Âyet yahudiler hakkında indi, fakat bizim hakkımızda da geçerlidir" sözü nakledilir.
Abdurrezzak'ın, İbrahim en Nehai'den rivayetinde; "Âyet İsrailoğulları hakkında nazil oldu ancak Allah Teâlâ bu ümmet için de bu hükme razı olmuştur" dediği nakledilir.
Alûsî; "Zahir olan bu hitabın yahudi olmayanlar hakkında umum ifade etmesidir. Âyetteki tabirler, işlenen günahın ve küfrün ağırlığını, cesametini belirtmek için kullanılmıştır. İlim ehlinin dediklerine göre zulüm ve fısk sıfatlarından maksat; küfrün onları mutlak zulüm ve fişka itmesinden ötürü, bu vasıflar iki ayrı âyet-i kerimede zikr olunmuştur.
Ebussuud tefsirinde: Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, bu kişi kim olursa olsun, bu âyet-i kerimenin çerçevesi içerisine girer. Allah'ın âyetlerinde yaptıkları tebdil ve tahriften ötürü buna müstahak olmuşlardır. "İşte onlar kafirlerin ta kendileridir", yani Allah'ın emirlerine ihanet edip onu aşağıladıklarından kafir olmuşlardır. Bu cümle, kendinden önce geçen cümlenin anlamını tasdik ve destek mahiyetindedir. Ayrıca insanları sapıklığa götürmekten şiddetli bir sakındırmadır. Çünkü Allah Teâlâ "tekfir" hükmünü, sadece kendi emirlerini terk ettikleri için veriyor. Peki, bu hükümlerin hilafına hükmetmek ve bir de buna âyetlerin yerini ve anlamlarını değiştirmek eklenince ne olur? Bu görüşe cevap olarak, sadece Allah'ın indirdiği ile hükmetmemek küfür değil, belki küfür, inatla kabul etmeyip reddetmektir ve aynı zamanda şöyle denilebilir: Âyet, "Kim Allah'ın indirdiği ile itikat etmezse" dememiştir. İbni kayyım el Cevzi bu görüşü inkar edip bozuk olduğunu ispat etmiştir. Beğavî, ilim ehlinden yaptığı nakillerde; "Küfür, nassın hilafına kasıtlı olarak, cehalet ve tevil hatası bulunmadan davranmaktır" diye rivayette bulunmaktadır.
İşte ancak burada bu söze vereceğimiz cevapta "küfürden gayrı küfür" tabiri gündeme girer. Râzî de bu sözü söyleyenlerdendir. Fakat bu görüş zayıftır. Çünkü küfür lafzı bir şeyde veya yerde kullanıldığı zaman (dinde küfür) anlamına gelir. Bunun, lafzın zahirinin hilafına olduğunu söylemek hiç mümkün değildir. Eğer küfür lafzı sahih hadislerde geçmiştir, denilirse, onlara ilim ehlinin "bu, küfürden gayrı bir küfürdür" dediği söylenir. Bundan maksat küçük küfürdür.
Hadis-i şerifler: Müslim ve Buhari'de: "Benden sonra birbirinizin boynunu vurup kafir olmayın." Yine Müslim'in rivayetinde: "insanlar (arasında) iki şey (haslet) vardır. Onlar (la) olan küfürdür; insanların neseplerine iftira ile dil uzatmak, ve ölüye ağıt yakmak." Sahih bir hadis; "Müslümana sövmek fasıklık, müslümanı öldürmek küfürdür" "Kim bir kahine (sihirbaza) veya falcıya gelir de onun dediklerini doğrularsa, Muhammed (sav)'e indirileni inkar etmiştir." "Kim Allah'tan gayrısıyla yemin ederse Allah'a şirk koşmuştur."
Eğer, niçin bu âyetlerde geçen "küfür" lafzının büyük küfür olduğunu söylüyorsunuz? derseniz: Deriz ki, hadislerde varid olan küfür lafzı belirsiz isim sığası, fiil veya tanımlanmış bir masdar olarak geçmektedir. Fakat âyet-i kerimede geçen küfür lafzı, cümlede her iki "ülaike-işte-onlar" "elkafirun" kelimesinde görüldüğü üzere "el" tarif harfiyle açıkça belirtilerek zikr olunur. "Hum,onlar" zamirinin de "ulaike" kelimesi ile "kafirun" arasına girmesi, bu anlamı daha da güçlendirmekte ve desteklemektedir. Buna "kasr" ve hasr" üslûbu denir.
Bu mesele şu üç sebebten böyledir. Birincisi, tanımlanmış vasıf (sıfat). İkincisi, cümlede söz konusu kişi, olayın tanımlanması (iki tarafın tanımı). Üçüncüsü, fasi zamiri ile bu âyet-i kerime diğerlerinden ayrılmıştır. Bu üslub, söz konusu küfrün küçük küfür değil, dinden çıkaran büyük küfür olduğunda en ufak bir şüphe bırakmıyacak kesinlikte açıktır ve nettir. Yukarıdaki, "âyetten maksad, Allah'ın indirdiği tüm hükümlerle hükmetmemektir" diyen görüşe karşı, "Allah Teâlâ'nın kullarını bu şekilde korkutması, Allah'ın hükümlerinin hem bazısını, hem tamamını iptal etmeyi ele almaktadır" diye cevap verilebilir. Eğer bu âyet-i kerime Allah'ın sadece bir hükmüne muhalefet edenler hakkında inmiş olsaydı, yahudilerin recm olayında Allanın hükmünü inkarlarını ele almazdı. Müfessirlerin, bu tehdidin, yahudilerin Allah Teâlâ'nın recm olayı hakkındaki âyetinin inkar etmesinin de ele aldığını söylemeleri, âyetin sadece özel bir olay hakkında indiğini söyleyen görüşün iptali için yeter.Ahir zamanda ilimden nasipleri kıt olan ve hakkı bulmakta anlayışları sapmış bazıları zuhur edip, âyetteki "küfür" kelimesinin sadece günah işlemek olduğunu, bundan başka bir ahkamı ifade etmediğini söyleyebiliyorlar. Buldukları bahaneye bakın. Eğer insan evinde,ailesinde, tarlasında, fabrikasında ve işyerinde işçiye iyi davranmıyor, terazi tartarken eksik tartıyor, işçisinin hakkını vermiyorsa günahkardır, kafir olmaz, insanlar arasında hükmeden idarecinin de durumu böyledir. Onlara; Allah'ın Rasulü (sav) "Cehaletin şifası sormaktır" dediğini hatırlatınız, bilmiyorsanız alimlere de mi sormadınız? Cehaletin ilacı ilim ehline sormaktır.
Maide süresindeki "Ey Peygamber, küfürde yarışanlar seni üzmesin" âyetiyle başlayan ve bu bölümün sonuna kadar devam eden âyet-i kerimelerin akışından ve beyanından âyetin, evinde, ailesinde, ticaretinde veya bir mahkeme ve her hangi bir sanatın başındakiler için değil, özellikle bir devleti, ümmeti veya insanlar topluluğunu idare edenler hakkında hükmün usulünü beyan ve tahsis ederek inmiştir. Âyetlerin tamamı yahudilerin recm olayında Allah'ın hükmünü inkarla ilgili olarak inmiştir. Müfessirlerin de sebebi nüzulünde icma ettikleri bu âyetlerin biraz öncesine baktığımız zaman aynı surede hırsızlığın ve yol kesmenin cezai mükellefiyetinden söz edilmediğini görürüz. Ayetlerin tamamı imametin (hilafetin) ve insanlar arasında Allah'ın şeriatını uygulamanın usullerini açıkladığı gibi, Allah'ın indirdiği hükümlere aykırı hükümler koyanların da küfürlerini belgelemektedir.
İbni Kesir el Bidaye ve'n-Nihaye'de: "Kim Allah'tan Hatemü'l Enbiya Muhammed b. Abdullah (sav)'e indirilmiş olan hükümleri bırakıp, uydurma ve batıl kanunları seçerse mutlak kafir olur. Durum böyle olunca, Cengiz ve Hulagu'nun kanunlarını Allah'ın dininden üstün tutanın hali ne olur? Kim bunu yaparsa, müslümanların icmaıyla kafir olur"
Allah Teâlâ: "Cahiliyye hükmünü mü arzu ediyorlar?" Ve "Hayır, senin Rabbına yemin ederim ki, onlar aralarında çıkan çekişmelerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümde nefislerinde hiç bir darlık duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar" (Nisa 65)
"Gerçekten iman etmiş bir kavim için Allah'ın hükmünden daha güzel kimin hükmü olabilir?" (Maide 50)
Ahmed b. Ali b. Atik en Necdî, "Cahiliyye hükmünü mü arzu ediyorlar?" âyetinin tefsiri hakkında şunları söyler: Bunların misali, bugün bedeviler arasında Şer'ur Rifaka-Aşiret Meclisi kanunu dedikleri geleneksel, mel'un bir yasayı Allah'ın Kitab'ı ve Rasulü (sav)'in sünnetine tercih edenler gibidir. Bunların cümlesiyle, Allah'ın şeriatına dönüp onunla hükmedinceye kadar cihad edilmesi zaruridir."
Şeyhül İslam İbn Teymiyye: "Allah'tan Rasulüne indirilenle hükmetmenin farziyyetine inanmayanın küfründe şüphe yoktur. Kim kendi heva ve hevesiyle yaptığı şeye (Allah'ın indirdiği hüküm dışında) uymayı adalet sayarsa o da kafir olmuştur" diyor.
Her topluluk adaletle yönetilmek ister. Kiminin inancında adalet büyüklerinin uyguladığı kararlardır. Hatta İslam'a intisab eden insanların çoğu, eski bedevi hayatında olduğu gibi, töreleriyle hükmetmekteydiler. Bu insanların başlarında bulunanlar bunu Kur'an ve Sünnet dışında uyulması gereken hükümler olarak görürlerdi, işte bu da küfrün bizzat kendisidir. Hatta islam'a girenlerin çoğu ancak kendi aralarında cari (yürürlükte) olan kanunlarla hükmetmekteler, başlarında bulunanlara bu noktadan itaat ediyorlar. Eğer bu insanlar Allah'ın indirdiğinden başka bir hükümle hükmetmenin caiz olmadığını bilip İslam'a ciddiyetle sarılmaz ve ona aykırı kanunlarla hükmedilmesini mubah görürlerse; böyle düşünenlerin tümü kafir olur.
Mısır eski Kadısı müsteşar Abdülkadir Udeh (rh.) Teşrîi'l cinâî'de: "Çağımızda İslam şeriatını değil de. onun, yerine insanların koyduğu kanunları uygulamak, bugün küfrün en bariz örneklerinden biridir." diyor. İslam'da asıl olan Allah'ın indirdiği ile hükmetmenin farz, Allah'ın Kur'an'da indirdiği ile hükmetmemenin ise nasslarla haram ve yasak olduğu kesinlikle sabit olduğudur.
"Hüküm ancak Allah'ındır", "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir", "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir", "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir" (Maide 44, 45, 47)
Ve yine Allah Teâlâ: "Size Rabbinizden gelene tabi olunuz, ondan başka dostlar edinmeyiniz. Ne kadar az hatırlıyorsunuz" (A'raf 9)
"Sonra biz seni bu işte (dinde) bir şeriat üzere kıldık. Ona uy, bilmeyenlerin nevalarına uyma!" (Casiye 18)
"Eğer sana icabet edip uymazlarsa bil ki onlar kendi nevalarına uyuyorlar" (Kasas 50)
"Allah'tan gelen hidayeti bırakıp kendi nevasına uyandan daha sapık kim olabilir? Şüphesiz Allah zalimleri doğru yola iletmez." (Kasas 50)
"Sana daha önceki kitabı doğrulayıcı ve onu koruyucu olmak üzere bu kitabı gönderdik. Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen gerçeği bırakıp onların arzularına uyma!" (Maide 48)
"Allah'ın dininden başka din mi arzuluyorlar? Göklerde ve yerde ne varsa, O'na isteyerek te (olsa) istemeyerek te (olsa) teslim olmuştur. Ve O'na dönücüdürler."
"Kim İslam'dan başka bir din arzu ederse (onun bu dini) ondan kabul edilmeyecektir. O, sonunda zarara uğrayanlardan olacaktır." (Âi-i İmran 85)
Fukaha ve ulema, İslam şeriatına aykırı olan tüm kanunların batıl olduğunda icma etmiştir. Bu kanunlara İtaat etmek müslümanlara farz değildir, islam şeriatına aykırı ne kadar kanun varsa bunlara uymak Müslümanlara haramdır. Mevcut otorite bunlara uymayı emretse bile bu hüküm değişmez. Ehli ilim arasında üzerinde ittifak edilen hükümlerden birisi de, Müslümanlardan hangisi Allah'ın indirdiği hükümlerin dışında hükümler koyarsa, hakkında Allah Teâlâ'nın sıfat olarak verdiği, küfür, zulüm ve fısk sıfatları uygun düşmüş olur. Herkes Allah'ın ahkamına karşı olan tavrına göre vasıflandırılır. Mesela kim hırsızlığın, kazf'in ve zinanın cezalarını uygulamakta beşer kanunlarını üstün tutarak Allah'ın ahkamını terk edip yüz çevirirse, kesin bir surette kafir olmuş olur. Kim de Allah'ın hükümlerini inkar etmediği halde, zorlayıcı herhangi bir sebepten dolayı uygulamıyorsa zalim, kendi hükmü ve otoritesiyle bir hakkı iptal veya adaleti terkle eşitliği gözetmiyorsa fasıktır. Yine kim, Allah'ın ve Rasûlü'nün emirlerinden herhangi birinde şüphe edip kabul etmeyi reddederse İslam'dan çıkmıştır. Sahabe, zekatı vermeyenlerin icma ile küfrüne ve İslam'dan çıkışlarına hüküm vermişlerdir. Çünkü Allah Teâlâ, Rasûlu'nun getirmiş olduğu emir ve yasakları kabul etmeyeni iman ehlinden saymıyor.
"Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında meydana gelen çekişmelerde seni hakem tayin edip senin verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan teslim olmadıkça iman etmiş sayılmazlar." (Nisa 65)
Prof. Dr. Ali Ceriyşe Usûlü'ş Şerîa isimli eserinde şöyle söyler: "Kim Allah'ın şeriatından başka bir şeriata meyledip sahip çıkarsa, Allah'ın Rabb lığını bırakıp kendine yeni ilahlar edinmiştir." Çünkü şeriat koymak ancak rububiyyetin ve uluhiyetin özelliklerinden olduğu için Allah Teâlâ'nın halis hakkıdır. Yine, Allah'ın şeriatından tamamen yüz çevirip tadilat yapanların da hükmü budur. Çünkü bunu yapmak, aynı seviyede bir otorite veya yüksek bir hüküm merciini kabul etmekle olur ki, bu da Allah'a şirk koşmanın bizzat kendisidir. Allah Teâlâ'yı bundan tenzih ederiz. Bir şeyi helal ve haram kılma, biraz yukarıda âyetlerin işaret buyurduğu gibi; yüz çevirme ve din ahkamında değiştirme anlamına gelmektedir. Kim içkinin haramlığım inkar edip mubah olduğunu açık bir şekilde söylerse, Allah'ın haram kıldığını helal kılmıştır. Bununla da küfre ve şirke düşmüş olur.
Beşeri kanunlar, İslam'da cezası gereken herhangi bir konuda cezayı öngörmezse, bununla da o yasağı (haramı) mubah kılmış olur. Böylece Allah'ın haram kıldığı helal kılınmış olur. Bu da İslam'dan yüz çevirmenin açık bir şeklidir. İslam'ın hükümlerini değiştirme ve reformize etmeye gelince; Bu noktada hüküm haramdan helale dönüşmüyor. Fakat tadilat, suç olan fiillerin cezalandırılmasında ortaya çıkıyor. Buna zinanın cezasını örnek gösterebiliriz. Kanun hem İslâmî cezayı madde olarak bünyesinde bulundurur, hem de infazda beşeri olan hükümlere göre hüküm ve karar verir, bu cezayı hapse çevirir. Beşeri kanun içtihatları Allah'ın hükümlerini değiştirmeyi içerdiği gibi, ayın zamanda onu saf dışı bırakıp kabul etmemeyi de ifade etmektedir. Çünkü Allah Teâlâ'nın koyduğu cezayı bırakıp yerine başkasını uygulamak, İslam'dan yüz çevirmektir. Allah Teâlâ bu cezaları elçisi yoluyla insanlığa gönderirken, kullarının nefislerini onlardan çok daha iyi bildiği için onlara hayırlı olan ne ise onu göndermiştir. Mevdûdî İslam'da Hükümet isimli eserinde:
"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir." (Maide 44)
"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir." (Maide 45)
"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir." (Maide 47) ayetlerini zikrettikten sonra diyor ki: "Burada Allah Teâlâ, kendi indirdiği ile hükmetmeyenler hakkında: 1-Kafir, 2- Zalim, 3- Fasık oldukları hükmünü vermiştir.
Bu açık hükümlerden sonra, Allah'ın indirdiği ile değil de insanların koyduğu kanunlarla hükmedenler, dolayısıyla üç türlü cinayet işlemiş olurlar.
BİRİNCİSİ: Bu davranışı, Allah'ın hükmünü reddetmek anlamındadır ki, bu küfürdür.
İKİNCİSİ: Bu davranışı adalet ve insafa aykırıdır. Çünkü insanların yaratılışına gerçekten en uygun kanun Allah'ın indirdiği kanundur. Bundan başkasını tercih etmek.elbette apaçık bir zulümdür.
ÜÇÜNCÜSÜ: Kul olması hasebiyle bunu yapmakla, kendisini yaratan; hakimi, maliki ve kendisine rızık veren Rabbinin itaat dairesinden çıkmış, kendisinin veya kendisi gibi başka insanların koyduğu kanunlara uymakla, kulluk yapmaktan kaçmış oluyor ki, bu da fısktır, fasıklıktır.
Küfür, zulüm ve fısk tabii olarak Allah'ın hükmünden sapmanın özellikleri olmaktadır. Allah'ın hükmünden uzaklaşıp sapmanın üç şekil dışında bir tanımı yoktur. Tabii dolayısıyla küfrün de, zulmün de, fışkın da dereceleri Allah'tan uzaklaşmanın keyfiyetine göre farklılık arz eder. Kim Allah'ın indirdiği şeriatı yanlış, kendisi gibi insanların koyduğu kanunları doğru kabul ederse, bu insan hem kafir, hem zalim ve hem de fasıktır. Kim de Allah'ın indirdiği şeriatın gerçek ve doğru olduğunu kabul ettiği halde başka kanunlarla hükmederse imanına küfür, zulüm ve fısk karıştırmıştır. Fakat bununla İslam'dan çıkmış sayılmaz. Yine, Allah'ın hükümlerini tamamen bir tarafa bırakan insan, hem kafir, hem zalim ve hem de fasık sayılır. Allah Teâlâ'nın emirlerinin bir kısmını uygulayıp bir kısmını uygulamayan insanın hayatı, küfür, zulüm ve fısk ile karışık bir hayattır.