AHMET KALKAN DİYE BİRİSİ…
Ahmet kalkan öldü ya, herkes rahmet okuma yarışına girdi. Daha düne kadar onu hadis inkarcısı olarak adlandıranlar ve ona reddiyeler yazanlar şimdi ona rahmet okuma yarışına girmişler ve susuyorlar. Bu nasıl bir ikiyüzlülüktür böyle? Peki, kimdir Ahmet kalkan? Hadisleri aklına göre yorumlayan, aklına uymayan hadisleri reddeden, sözde hadisleri Kur’an’a arzeden, kendi kof aklına göre Kur’an’la çatıştığı için hadisleri reddeden bir adam. Ahmet Kalkan denilen adam kabir azabının olmadığını, kur’an’da nesh diye bir şeyin olmadığını iddia eden bir adam. Bu adam Allah rasûlüne iftira atan, sahabeye, bütün selefi sâlihin ulemaya iftira atan bir adam. Îmanı olan, Allah Rasûlünü seven, Allah rasûlünün ashabını seven, Allah Rasûlünün ve onun hepsi de âdil olan ashabının yolundan giden tâbiîn ve etbâi tâbiîn âlimlerini seven hiçbir kimse Ahmet Kalkan diye birisini sevemez, ona rahmet okuyamaz. Neden mi? Çünkü Ahmet Kalkan kabir azabını inkar ediyor ve diyor ki: “Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp-giderler. Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". [Yasin Suresi, 51-52]
Bu ayette inanmayanların şaşkınlık içinde kalkmasıdaha önce bir azap yaşamadıklarını gösteriyor. Eğer bir işkence veya azap yaşasalardı her şeyi anlamış olacakları için sonrasında şaşkınlık içinde olmayacaklardı. Aynı zamanda Allah'ın dininin gerçek olduğunu da o anda anlıyorlar. Öncesinde bir azap olsaydı dinin gerçek olduğunu zaten biliyor olurlardı ve bunu anladıklarında şok yaşamazlardı.
Ayrıca ölümden sonra zaman, hafıza ve hisler yoktur. Birisi öldüğünde, öldüğü an ile kalktığı an arasında zaman geçmez. Bunun göz açıp kapayınca kadar olduğunu Allah ayette bildiriyor:
Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. (Kıyamet) Saatin(in) emri de yalnızca (süratli) göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz, Allah her şeye güç yetirendir. [Nahl Suresi, 77]
Dolayısıyla ölüm anı ve kalkma anı arasında bir azap yoktur. Eğer olsaydı apaçık ve eksiksiz olan Kuran ile Allah bildirirdi.”
Evet Ahmet Kalkan denilen adam böyle diyor ve öldükten sonra kabir azabının olmadığını iddia ediyor. Peki Allah rasûlü ne diyor bir de ona bakalım mı? Allah Rasûlü de diyor ki:
Hz. Peygamber (s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur." (Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26) buyurmuşlardır.
"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizî, Kıyamet, 26).
"Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" O da şöyle cevap verir. "O, Allah'ın kulu ve Resuludur. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed de O'nun kulu ve elçisidir." Bunun üzerine melekler; "Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik", derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye: "Yat ve uyu " derler. O da; "Aileme gidin de durumu haber verin" der. Melekler ona; "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi, mahşer gününe kadar sen uyumana devam et." derler."
"Eğer ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" Münâfık da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum." Melekler ona; "Böyle diyeceğini zaten biliyorduk" derler. Daha sonra yere "Bu adamı alabildiğine sıkıştır" diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder." (Tirmizi Cenâiz 70).
Ebü Hüreyre Radıyallahu anh, Hazreti Peygamber’in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şekilde dua ettiğini söylemiştir:
“Allahümme innî eûzu bike min azâbi’l-kabri ve min azâbi’n-nâri ve min fitneti’l-mahyâ ve’I-memâtü ve min fitneti’l-mesîhi’d-deccâl.”
Âişe (Radıyallahu anha) Allah Resûlü’ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) “İnsanlara kabirlerinde azap olunur mu?” diye sordu. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) “Evet, kabir azabı (vardır)” buyurdu.
Hazreti Âişe (Radıyallahu anha) şöyle der: Bundan sonra Allah Resûlü’nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sonunda kabir azabından Allah’a sığınmadığı hiçbir namazını görmedim. (Buhârî, cum’a/986, 988-989, 991, 996, 998, cenâiz/1283, bed’ul-haIk/2964, teftîru’l-K.ur’ân/4258, nikâh/4820, da’avât/5889, eymân/6141; Müslim, küsûf/1499, 1501-1502, 1504-1506; Tirmizî, cum’a/514; Nesâî, küsûf/1453, 1455, 1457-1459; Ebû Dâvud, salât/995, 997; İbn Mâce, ikâmetu’s-salât/1253; İbn Hanbel, bakî musnedi’I-Ensâr/22917, 23048, 23133, 23333, 23379, 23432, 23529, 24088, 24148, 24184, 24815; Mâlik, nidâ/398, 400; Dârimî, salât/1486.)
Bu sunduğum rivayetler kabir azabı ile ilgili rivayetlerin sadece bir kaçıdır. Hepsini sunsam yerimiz yetmez. Kabir azabı ile ilgili rivayetler mütevâtir rivâyetlerdir. Bundan dolayı da ehli sünnet uleması “kabir azabı haktır” demişlerdir. “Kabir azabı yoktur”, demek ise dalâlettir, sapıklıktır. Kabir azabı yoktur diyen adam iki şeyden birisini yapmaktadır.
a- Ya kabir azabı ile ilgili tüm rivayetlerin uydurulduğunu iddia ediyor, ki o zaman bu hadisleri kendilerinden sonrakilere aktaran tüm sahabeyi hadis uydurmakla itham ediyor ve sahabeden sonra gelen tâbiîn ve etbâi tâbiîn âlimlerini, bu hadisleri rivayet eden büyük büyük hadis alimlerini de keza hadis uydurmakla, Kur’an’a muhalefet etmekle suçluyor. Bu ise büyük bir cürümdür. Allah Rasûlünün ashabına dil uzatan ise Allah rasûlüne dil uzatmıştır. Neden? Çünkü Allah rasûlü buyurmuştur ki:
"Ashabıma sövmeyin! Canım elinde olana (Allah’ a) yemin ederim ki eğer biriniz, Uhud (Dağı) kadar altını Allah yolunda harcasa bu, onlardan birinin bir ölçek ya da yarım ölçek sadakasına erişemez." (Ebu Davud, es- Sünen, Sünnet, 10.)
“Ashabımı seven, beni sevdiği için sevmiştir. Onlara buğzeden ise beni sevmediği için onlara buğzetmektedir. Onlara eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden Allah’ı gazaba getirmiş olur. Allah’ı gazaba getiren kimsenin ise helak olması yakındır.” (Tirmizî, Ahmed, İbnu Hıbban)
b- Kabir azabı yoktur diyen ya da Allah rasûlünün Kur’an’ı anlamadığını, Kur’an’da kabir azabı ile ilgili bir ayet olmadığı halde Allah Rasûlünün kabir azabı olduğunu söylemesi ile Kur’an’a muhâlefet ettiğini iddia ediyor ki bu, birinciden daha vahim bir durumdur.
Kabir azabı yoktur diyen birisi, kabir azabı haktır diyen bütün sahabenin, tâbîînin, etbâi tâbiînin ve bütün ehli sünnet âlimlerinin Kurânı anlamadıklarını, kabir azabı hakkında uydurulmuş olan hadislerin peşinden gittiklerini iddia ederek, kendisinin Kur’an’ı onlardan daha iyi anladığını belirtmektedir. O zaman bizim de sorma hakkımız yok mu?
Ahmet Kalkan hiçbir âlimden ders almamış, kendi kendisini yetiştirmeye çalışmış bir adamdır. Kendi kendisini yetiştirmeye çalışanların çoğunluğu da belirli bir seviyeye geldikten sonra kendisinin bir şey olduğuna inanmaya başlar ve şeytanın oyuncağı olur.
Ahmet Kalkan Kur’an’da neshin olmadığını iddia ediyor ve diyor ki: “Kur’an’da nesh diye bir şey uydurmuşlar”
Evet, Ahmet Kalkan Kur’an’da neshin olduğunun uydurulma olduğunu iddia ediyor. Açın ne kadar tefsir kitabı varsa okuyun. Kur’an’da neshin olduğunu söyleyen sahâbelerdir. Hem de bir sahabe falan değil, tüm sahabelerdir. Kur’an’da neshin olmadığını söyleyen bir tane sahabe var mı? Sahabeden sonra gelen âlimler de Kur’an’da neshin olduğunu sahabeden alarak söylemişlerdir. Buna göre, sahabe, tâbiîn, etbai tâbiîn ve bütün selefi sâlihîn âlimleri Kur’anı Ahmet Kalkan’ın kof aklı kadar anlayamamışlar demekki. Üstelik büyük bir cürüm işleyerek Kur’an’ın şu âyeti şu âyetini neshetmiştir diyerek Kur’an’ın bir çok hükümlerini ortadan kaldırmışlar demekki.
Kur’an’da neshin olmadığını iddia edenlere burada bir soru soralım; bilindiği gibi Kur’an’da kıblenin değişmesi ile ilgili bir âyet vardır. Kıble mescid’i aksa tarafından mescid-i haram tarafına çevrilmiştir ve bu âyetle de sabittir. Sorumuz şu: Müslümanların namaz kılacakları zaman mescid-i Aksâ tarafına dönmeleri ile ilgili bir tane âyet yoktur. Peki Allah Rasûlü ve sahâbeler Mekke’de ve Medîne’ye hicret ettikten sonra on altı veya on yedi ay daha Mescid-i Aksâ tarafına dönerek namaz kılmayı neye dayanarak yapmışlardır? Kendi kafalarına göre mi yapmışlardır? Eğer Allah Rasûlü kendi kafasından yapmışsa neden kıblenin mescid-i haram tarafına dönmesini bekliyor du? Madem kendisi Mescid-i Aksa tarafına namaz kılmaya başlamıştı yine kendisi Mescid-i haram tarafına dönebilirdi. Tıpkı, “Ben size kabir ziyaretlerini yasaklamıştım ama artık onları ziyâret edebilirsiniz” demesinde olduğu gibi. Halbuki biz biliyoruz ki, İslam’ın daha başında Cebrail aleyhisselam gelerek topuğu ile yere vurmuş, çıkan sudan abdest almış, Allah Rasûlü de ondan gördüğü gibi abdest almış daha sonra cebrâil aleyhisselam imam olarak iki rekat namaz kıldırmıştır. Ve o namazda kıble olarak Mescid-i Aksâ tarafına döndüğü için Allah Rasûlü ve sahabeler de namaz kılarlarken Mescid-i Aksâ tarafına dönmüşlerdir. Yani Kıble olarak ilk önce Mescid-i Aksâ’nın belirlenmesi de ilâhî bir vahiyledir. Her ne kadar bu Kur’an’da belirtilmemişse de Cebrailin getirdiği vahyi gayri metlüv bir vahiyle olmuştur. Bundan dolayı Allah Rasûlü kıblenin değiştirilmesi için yeni bir âyetin gelmesini beklemiştir.
Evet, şimdi burada soruyoruz: Ey Ahmed Kalkan’ın tevhîdî bir mücâdele yaptığını iddia ederek ona rahmet okuyanlar! Ahmet Kalkan ve onun gibiler Allah rasûlünün hadislerini inkar ederek mi tevhidi bir mücâdele ediyordu? Sahabeyi ve hadis âlimlerini hadis uydurmakla, neshi uydurmakla itham ederek mi tevhîdî mücâdele yapıyordu? Bunun için mi ona rahmet diliyorsunuz? Ey dün Ahmet Kalkan’ın hadis inkarcısı olduğunu söyleyip onu sapıklıkla suçlayanlar! Şimdi ne oldu da dut yemiş bülbül kesildiniz veya ona rahmet okuyorsunuz? Bana gelince, ben, Ahmet Kalkan ve benzerleri için diyorum ki: ALLAH NASIL BİLİYORSA ÖYLE YAPSIN.
Ahmet kalkan öldü ya, herkes rahmet okuma yarışına girdi. Daha düne kadar onu hadis inkarcısı olarak adlandıranlar ve ona reddiyeler yazanlar şimdi ona rahmet okuma yarışına girmişler ve susuyorlar. Bu nasıl bir ikiyüzlülüktür böyle? Peki, kimdir Ahmet kalkan? Hadisleri aklına göre yorumlayan, aklına uymayan hadisleri reddeden, sözde hadisleri Kur’an’a arzeden, kendi kof aklına göre Kur’an’la çatıştığı için hadisleri reddeden bir adam. Ahmet Kalkan denilen adam kabir azabının olmadığını, kur’an’da nesh diye bir şeyin olmadığını iddia eden bir adam. Bu adam Allah rasûlüne iftira atan, sahabeye, bütün selefi sâlihin ulemaya iftira atan bir adam. Îmanı olan, Allah Rasûlünü seven, Allah rasûlünün ashabını seven, Allah Rasûlünün ve onun hepsi de âdil olan ashabının yolundan giden tâbiîn ve etbâi tâbiîn âlimlerini seven hiçbir kimse Ahmet Kalkan diye birisini sevemez, ona rahmet okuyamaz. Neden mi? Çünkü Ahmet Kalkan kabir azabını inkar ediyor ve diyor ki: “Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp-giderler. Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". [Yasin Suresi, 51-52]
Bu ayette inanmayanların şaşkınlık içinde kalkmasıdaha önce bir azap yaşamadıklarını gösteriyor. Eğer bir işkence veya azap yaşasalardı her şeyi anlamış olacakları için sonrasında şaşkınlık içinde olmayacaklardı. Aynı zamanda Allah'ın dininin gerçek olduğunu da o anda anlıyorlar. Öncesinde bir azap olsaydı dinin gerçek olduğunu zaten biliyor olurlardı ve bunu anladıklarında şok yaşamazlardı.
Ayrıca ölümden sonra zaman, hafıza ve hisler yoktur. Birisi öldüğünde, öldüğü an ile kalktığı an arasında zaman geçmez. Bunun göz açıp kapayınca kadar olduğunu Allah ayette bildiriyor:
Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. (Kıyamet) Saatin(in) emri de yalnızca (süratli) göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz, Allah her şeye güç yetirendir. [Nahl Suresi, 77]
Dolayısıyla ölüm anı ve kalkma anı arasında bir azap yoktur. Eğer olsaydı apaçık ve eksiksiz olan Kuran ile Allah bildirirdi.”
Evet Ahmet Kalkan denilen adam böyle diyor ve öldükten sonra kabir azabının olmadığını iddia ediyor. Peki Allah rasûlü ne diyor bir de ona bakalım mı? Allah Rasûlü de diyor ki:
Hz. Peygamber (s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur." (Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26) buyurmuşlardır.
"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizî, Kıyamet, 26).
"Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" O da şöyle cevap verir. "O, Allah'ın kulu ve Resuludur. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed de O'nun kulu ve elçisidir." Bunun üzerine melekler; "Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik", derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye: "Yat ve uyu " derler. O da; "Aileme gidin de durumu haber verin" der. Melekler ona; "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi, mahşer gününe kadar sen uyumana devam et." derler."
"Eğer ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" Münâfık da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum." Melekler ona; "Böyle diyeceğini zaten biliyorduk" derler. Daha sonra yere "Bu adamı alabildiğine sıkıştır" diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder." (Tirmizi Cenâiz 70).
Ebü Hüreyre Radıyallahu anh, Hazreti Peygamber’in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şekilde dua ettiğini söylemiştir:
“Allahümme innî eûzu bike min azâbi’l-kabri ve min azâbi’n-nâri ve min fitneti’l-mahyâ ve’I-memâtü ve min fitneti’l-mesîhi’d-deccâl.”
Âişe (Radıyallahu anha) Allah Resûlü’ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) “İnsanlara kabirlerinde azap olunur mu?” diye sordu. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) “Evet, kabir azabı (vardır)” buyurdu.
Hazreti Âişe (Radıyallahu anha) şöyle der: Bundan sonra Allah Resûlü’nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sonunda kabir azabından Allah’a sığınmadığı hiçbir namazını görmedim. (Buhârî, cum’a/986, 988-989, 991, 996, 998, cenâiz/1283, bed’ul-haIk/2964, teftîru’l-K.ur’ân/4258, nikâh/4820, da’avât/5889, eymân/6141; Müslim, küsûf/1499, 1501-1502, 1504-1506; Tirmizî, cum’a/514; Nesâî, küsûf/1453, 1455, 1457-1459; Ebû Dâvud, salât/995, 997; İbn Mâce, ikâmetu’s-salât/1253; İbn Hanbel, bakî musnedi’I-Ensâr/22917, 23048, 23133, 23333, 23379, 23432, 23529, 24088, 24148, 24184, 24815; Mâlik, nidâ/398, 400; Dârimî, salât/1486.)
Bu sunduğum rivayetler kabir azabı ile ilgili rivayetlerin sadece bir kaçıdır. Hepsini sunsam yerimiz yetmez. Kabir azabı ile ilgili rivayetler mütevâtir rivâyetlerdir. Bundan dolayı da ehli sünnet uleması “kabir azabı haktır” demişlerdir. “Kabir azabı yoktur”, demek ise dalâlettir, sapıklıktır. Kabir azabı yoktur diyen adam iki şeyden birisini yapmaktadır.
a- Ya kabir azabı ile ilgili tüm rivayetlerin uydurulduğunu iddia ediyor, ki o zaman bu hadisleri kendilerinden sonrakilere aktaran tüm sahabeyi hadis uydurmakla itham ediyor ve sahabeden sonra gelen tâbiîn ve etbâi tâbiîn âlimlerini, bu hadisleri rivayet eden büyük büyük hadis alimlerini de keza hadis uydurmakla, Kur’an’a muhalefet etmekle suçluyor. Bu ise büyük bir cürümdür. Allah Rasûlünün ashabına dil uzatan ise Allah rasûlüne dil uzatmıştır. Neden? Çünkü Allah rasûlü buyurmuştur ki:
"Ashabıma sövmeyin! Canım elinde olana (Allah’ a) yemin ederim ki eğer biriniz, Uhud (Dağı) kadar altını Allah yolunda harcasa bu, onlardan birinin bir ölçek ya da yarım ölçek sadakasına erişemez." (Ebu Davud, es- Sünen, Sünnet, 10.)
“Ashabımı seven, beni sevdiği için sevmiştir. Onlara buğzeden ise beni sevmediği için onlara buğzetmektedir. Onlara eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden Allah’ı gazaba getirmiş olur. Allah’ı gazaba getiren kimsenin ise helak olması yakındır.” (Tirmizî, Ahmed, İbnu Hıbban)
b- Kabir azabı yoktur diyen ya da Allah rasûlünün Kur’an’ı anlamadığını, Kur’an’da kabir azabı ile ilgili bir ayet olmadığı halde Allah Rasûlünün kabir azabı olduğunu söylemesi ile Kur’an’a muhâlefet ettiğini iddia ediyor ki bu, birinciden daha vahim bir durumdur.
Kabir azabı yoktur diyen birisi, kabir azabı haktır diyen bütün sahabenin, tâbîînin, etbâi tâbiînin ve bütün ehli sünnet âlimlerinin Kurânı anlamadıklarını, kabir azabı hakkında uydurulmuş olan hadislerin peşinden gittiklerini iddia ederek, kendisinin Kur’an’ı onlardan daha iyi anladığını belirtmektedir. O zaman bizim de sorma hakkımız yok mu?
- Ahmet Kalkan tefsir ilmini hangi tefsir âliminden veya âlimlerinden almıştır?
- Ahmet Kalkan hadis ilmini hangi hadis âlimi veya hadis âlimlerinden almıştır?
- Ahmet Kalkan fıkıh ilmini hangi fıkıh âliminden veya âlimlerinden almıştır?
- Ahmet Kalkan usül ilimlerini hangi âlimlerden almıştır?
Ahmet Kalkan hiçbir âlimden ders almamış, kendi kendisini yetiştirmeye çalışmış bir adamdır. Kendi kendisini yetiştirmeye çalışanların çoğunluğu da belirli bir seviyeye geldikten sonra kendisinin bir şey olduğuna inanmaya başlar ve şeytanın oyuncağı olur.
Ahmet Kalkan Kur’an’da neshin olmadığını iddia ediyor ve diyor ki: “Kur’an’da nesh diye bir şey uydurmuşlar”
Evet, Ahmet Kalkan Kur’an’da neshin olduğunun uydurulma olduğunu iddia ediyor. Açın ne kadar tefsir kitabı varsa okuyun. Kur’an’da neshin olduğunu söyleyen sahâbelerdir. Hem de bir sahabe falan değil, tüm sahabelerdir. Kur’an’da neshin olmadığını söyleyen bir tane sahabe var mı? Sahabeden sonra gelen âlimler de Kur’an’da neshin olduğunu sahabeden alarak söylemişlerdir. Buna göre, sahabe, tâbiîn, etbai tâbiîn ve bütün selefi sâlihîn âlimleri Kur’anı Ahmet Kalkan’ın kof aklı kadar anlayamamışlar demekki. Üstelik büyük bir cürüm işleyerek Kur’an’ın şu âyeti şu âyetini neshetmiştir diyerek Kur’an’ın bir çok hükümlerini ortadan kaldırmışlar demekki.
Kur’an’da neshin olmadığını iddia edenlere burada bir soru soralım; bilindiği gibi Kur’an’da kıblenin değişmesi ile ilgili bir âyet vardır. Kıble mescid’i aksa tarafından mescid-i haram tarafına çevrilmiştir ve bu âyetle de sabittir. Sorumuz şu: Müslümanların namaz kılacakları zaman mescid-i Aksâ tarafına dönmeleri ile ilgili bir tane âyet yoktur. Peki Allah Rasûlü ve sahâbeler Mekke’de ve Medîne’ye hicret ettikten sonra on altı veya on yedi ay daha Mescid-i Aksâ tarafına dönerek namaz kılmayı neye dayanarak yapmışlardır? Kendi kafalarına göre mi yapmışlardır? Eğer Allah Rasûlü kendi kafasından yapmışsa neden kıblenin mescid-i haram tarafına dönmesini bekliyor du? Madem kendisi Mescid-i Aksa tarafına namaz kılmaya başlamıştı yine kendisi Mescid-i haram tarafına dönebilirdi. Tıpkı, “Ben size kabir ziyaretlerini yasaklamıştım ama artık onları ziyâret edebilirsiniz” demesinde olduğu gibi. Halbuki biz biliyoruz ki, İslam’ın daha başında Cebrail aleyhisselam gelerek topuğu ile yere vurmuş, çıkan sudan abdest almış, Allah Rasûlü de ondan gördüğü gibi abdest almış daha sonra cebrâil aleyhisselam imam olarak iki rekat namaz kıldırmıştır. Ve o namazda kıble olarak Mescid-i Aksâ tarafına döndüğü için Allah Rasûlü ve sahabeler de namaz kılarlarken Mescid-i Aksâ tarafına dönmüşlerdir. Yani Kıble olarak ilk önce Mescid-i Aksâ’nın belirlenmesi de ilâhî bir vahiyledir. Her ne kadar bu Kur’an’da belirtilmemişse de Cebrailin getirdiği vahyi gayri metlüv bir vahiyle olmuştur. Bundan dolayı Allah Rasûlü kıblenin değiştirilmesi için yeni bir âyetin gelmesini beklemiştir.
Evet, şimdi burada soruyoruz: Ey Ahmed Kalkan’ın tevhîdî bir mücâdele yaptığını iddia ederek ona rahmet okuyanlar! Ahmet Kalkan ve onun gibiler Allah rasûlünün hadislerini inkar ederek mi tevhidi bir mücâdele ediyordu? Sahabeyi ve hadis âlimlerini hadis uydurmakla, neshi uydurmakla itham ederek mi tevhîdî mücâdele yapıyordu? Bunun için mi ona rahmet diliyorsunuz? Ey dün Ahmet Kalkan’ın hadis inkarcısı olduğunu söyleyip onu sapıklıkla suçlayanlar! Şimdi ne oldu da dut yemiş bülbül kesildiniz veya ona rahmet okuyorsunuz? Bana gelince, ben, Ahmet Kalkan ve benzerleri için diyorum ki: ALLAH NASIL BİLİYORSA ÖYLE YAPSIN.