Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Alış-verişte Şahid Bulundurmanın Hükmü ve Günümüzdeki Pratiği Nasıl Olur?

Mukim Çevrimdışı

Mukim

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
"...Ancak aranızda devretmeye hazır olan peşin bir ticaret (alım-satım) ise, o zaman bunu yazmamanızdan dolayı sizin üzerinize bir günah yoktur. alım-satım yaptığınız zaman da şahit tutun..." (Bakara 282).

Esselamu aleykum hocam,
Sorum şöyle: yukarıdaki ayette buyrulan alım-satım yaptığınızda şahit tutun emrini bu asırda nasıl tatbik ederiz? Bu alım-satım belirli bir alış-veriş mi (mesela özel veya pahalı eşya'nın alımı-satımı gibi) yoksa bütün alış-verişleri kapsar mı (mesela bakkaldan ekmek almak veya günlük alış-verişi yapmak gibi). Şahid tanıdık biri olursa sorun olur mu? Veya kaç sahid gerekli vs? Delilleri/içtihadları ile yazarsan abi makbule geçer.

Şu notuda almanızı isterim: bu emri müslümanlar kendi aralarında heryerde (darul harp/küfürde de) tatbik etmeli. Doğrudan devlet yetkililerine verilen bir emir yok burda. Bütün alış-veriş yapan müslümanlara verilen bir emirdir. Fakat gözlemlediğim kadarıyla günümüzde bu emir yerine getirilmediği için alış-verişte zaman zaman bazı sorunlar çıkıyor ortaya.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Aleykum selam we rahmetullah ;

"Ey iman edenler, belirli bir vadeye kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın. Bunu, aranızda bir kâtib doğru olarak yazsın. Kâtib onu, Allahın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borçlu olan kimse yazdırsın. Ve Rabbi olan Allah'tan korksun. Borcundan hiçbir şey eksiltmesin. Eğer borçlu aklı ermez veya zayıf yahut da yazdırmaya gücü yetmeyen bir kimse ise onun yerine velisi doğru olarak yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahid tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, şahidlerden kendisine güvendiğiniz bir erkek ve biri unutunca diğerinin hatırlaması için iki kadın (şahidlik etsin) Şahidler çağırıldıklarında kaçınmasınlar. Borç büyük olsun küçük olsun onu, müddetiyle birlikte yazmaya üşenmeyin. Bu, Allah katında en âdil, şahidlik için en doğru, şubhe etmemeniz için en yakın bir yoldur. Ancak aranızda yaptığınız ticaret, peşin olursa yazmamanızdan dolayı size bir günah yoktur. Alış veriş yaptığınız zaman da şahid tutun. Kâtibe de şahide de zarar verilmesin. Eğer zarar verirseniz o sizin için doğru yoldan sapma olur. Allahtan korkun. Allah size doğruy öğretiyor. Allah, her şeyi çok iyi bilendir." (Bakara 282)

Ey iman edenler, belli bir vadeye kadar alış veriş veya ödünç verme gibi şeylerden dolayı birbirinize borçlandığınız zaman o borcu yazın. Aranızdaki bu borçlanmayı bir kâtib, hak ve adaleti gözeterek yazsın. Bunu yazacak olan kâtib Allahın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın. Bu borcu kâtibe bizzat borçlu yazdırsın. Rabbinin azabından korksun. Alacaklının hakkından herhangi bir şey eksiltmesin. Eğer borçlu, yazdırmayı bilmemek veya neyin sağlam olacağını idrak edememk gibi sebeplerden dolayı aklı ennez birisi ise yahut kekemelik veya dilsizlik gibi sebeblerden dolayı yazdınnaktan âciz birisi ise ya da hapiste bulunmak veya kaybolmak gibi sebeplerden dolayı yazdırma imkânı yoksa, onun yerine velisi, kâtibe doğru olarak yazdırsın.

Bu alacak hakkınızı yazdınrken iki mülsüman hür erkeği de şahid gösterin. Eğer iki erkek bulunmazsa adaletli, dindar ve salih kimselerden uygun gördüğünüz bir erkek ve iki kadın şahid gösterin. Zira bu kadınlardan birisi şaşırır veya unutursa diğeri ona hatırlatır. Şahidler, çağırıldıklarında şahidlik yapmaktan kaçınmasınlar. Borç ister az olsun ister çok olsun, onun vade miktarını yazdırmaktan üşenmeyin. Çünkü yazma, hem ödeme zamanı hem de borcun miktarını tesbit etmekte en sağlam yoldur. Şahidlerin şahidlik etmeleri için de en sağlam yoldur. Çünkü bu yazı satıcının da müşterinin de veya borçlunun da alacaklının da ikrar ve ifadelerini ihtiva etmektedir. Böylece şahidlik edilecek hususta şahidler arasında ihtilafta olamaz. Bu şekilde yazmak, şahidlerin şahidliğinden şubhe etmemeye en yakın olanıdır.
Eğer alış veriş nakit olarak peşin yapılırsa, onu yazmamanızda bir mahzur yoktur. Çünkü bu durumda her iki taraf birbirlerinden ayrılmadan alacaklarını almış vereceklerini vennişlerdir.

Haklarınız zayi olmasın diye alış verişlerinizde şahid bulundurun. Kâtib de şahidde zarara uğratılmasın. Yani, özel bir işi ile meşgul olan bir kimse kâtiblik yapmaya, yine başka bir şeyle meşgul olan bir insan da o işi bırakıb şahidlik yapmaya zorlanmasın.
Eğer kâtibe yahut şahide zarar verirseniz, Rabbinize isyan etmiş günah işlemiş ve ona itaatten ayrılmış olursunuz. Koymuş olduğu hudutları aşmak hususunda Allahtan korkun. Allah size, dininizin hükümlerini, nelerin vazifeleriniz nelerin ise hakkınız olduğunu öğretiyor. Allah, sizin bütün yaptıklarınızı bilen ve sizi, amellerinize göre cezalandıracak olandır.

Âyet-i kerimede Allah teala bizlere çeşitli muamelelerimizi yazı ile tesbit etmemizi öğretiyor, hayat sistemimizi nasıl tanzim edeceğimizi bildiriyor. Buna uyduğumuz takdirde tartışmalar yerini kaynaşmaya, ayrılmalar yerini birleşmeye terkeder. İslam dini zannedildiği gibi sadece ibadet dini değildir. Bu din, hayatın bütününü tanzim eden bir dindir. Evet İslam dini hem ibadet, hem ahlak hem iktisat hem siyaset hem de idari bir sistemdir. Bu yüce İslam nimetine karşılık Allaha ne kadar hamdetsek azdır.

Âyet-i kerimenin başında "Ey iman edenler, belirli bir vadeye kadar birbirinize borçlandığınız zaman" duyurulmaktadır.
Tâberi buradaki "Borçlanma" ifadesine vadeli alış vadeli satış, bir malı sipariş etme, sipariş verme, bir malın bedelini verip belli bir süre sonra teslim edilmek üzere ısmarlama, ödünç verme gibi bütün borçlanmaların dahil olduğunu ve âyet-i kerimenin, bunların hepsinin yazılmasını emrettiğini söylemiştir.

Abdullah b. Abbas'a göre ise buradaki "Borçlanma" ifadesine, sadece İslam hukukunda "Selem" diye adlandırılan, parası peşin verilib malın sonradan teslim alınması şeklinde olan alış veriş girmektedir. Ayet-i kerimede, borçlanmanın yazılması emredilmektedir. Mufessirler bu emrin mensuh olup olmadığı hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

Dehhak, ibn-i Cureyc, Rebi1 b. Enes ve Katade'ye göre buradaki emir farziyet ifade etmektedir ve halen geçerliliğini korumaktadır.

Şa'bi, İbn-i Zeyd, Hasan-ı Basri ve Ebu Said el-Hudri'ye göre ise daha önce bu âyete göre borçları yazmak farz iken, şu âyet-i kerime bu farziyeti neshetmiş ve ortadan kaldırmıştır. "...Şayet birbirinize güveniyorsanız, güvenilen kimse, emaneti yerine versin." (Bakara 283)
Âyet-i kerimenin devamında "Bunu, aranızda bir kâtib doğru olarak yazsın. Kâtib onu, Allah'ın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin." buyurulmaktadır.

Mucahid, Ata ve Amir eş-Şa'bîye göre, borcu yazmaya çağırılan kâtibin bu vazifeyi yerine getirmesi onun üzerine farzdır. Çünkü âyet- kerimede "Kâtib onu yazmaktan çekinmesin." buyrulmaktadır.

Şa'bî, İbn-i Cureyc, İbn-i Zeyd, Hasan-ı Basri, Ebu Said el Hûdri, Dehhak ve Reb' b. Enese göre ise, borcu yazmaya çağırılan kâtibin bunu yazması farz idi. Fakat daha sonra neshedildi ve "Kâtibe de şahide de zarar verilmesin." buyuruldu.

Suddi'ye göre ise, borcu yazmaya çağırılan kâtibin işi olmadığı takdirde onu yazması üzerine farzdır. Şayet meşgul ise, onu yazmak üzerine farz değildir.

Taberi diyor ki: "Tercihe şayan olan görüş, Allah tealanın, borcunun yazılmasına dair burada zikrettiği emir, farziyet ifade etmektedir ve mensuh da değildir. Zira, Allah teala, belli bir vadeye kadar borçlanma ile muamelede bulunan iki tarafa, aralarında bulunan borcu yazdırmalarını ve yazmaya çağrılan kâtibin de hakkaniyetli bir şekilde bu borcu yazmasını emretmiştir. Allah tealanın emirleri ise aslında farziyet ifade etmektedir. Ancak, emrin farz olmayıp mendub olduğuna veya irşad edici mahiyette olduğuna dair delil bulunması halinde Allah telanın emirleri mendubiyet veya irşad hükmü ifade ederler. Bu âyet-i kerimede böyle bir delil olmadığına göre, borçlanan tarafların borçlarını yazdırmaları ve bunu yazmaya çağırılan kâtibin de bunu yazması farzdır. Bir kısım âlimlerin: "Şayet birbirinize güveniyorsanız, güvenilen kimse emaneti yerine versin." (Bakara 283) âyetini delil göstererek borcu yazma farziyetinin neshedildiğini söylemeleri isabetli değildir. Zira bu son âyet-i kerime, borcu yazdırmaya bir imkân olmadığı veya borcu yazacak bir kâtib bulumadığı durumları sözkonusu etmektedir.
Yazma işinin mümkün olduğu ve yazacak kâtibin de bulunduğu durumlarda borcu yazmanın farz olması hükmü geçerlidir. Bu itibarla bu son âyetin, birinci âyeti neshettiği söylenemez. Çünkü, iki âyetin birbirini neshettiğini söyleyebilmek için ikisinin hükmünün bir mesele üzerinde aynı anda çakışmaları gerekir. Şayet birinin hükmünü uygulama imkân dahilinde olmadan ikinci hükmü, bir alternatif olarak uygulanacaksa, burada nâsih ve mensuh sözkonusu değildir. Bir sıralama vardır. Eğer denilirse ki: "Şayet birbirinize güveniyorsanız güvenilen kimse, emaneti yerine versin." (Bakara 283) âyeti "Ey iman denler, belirli bir vadeye kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın." âyetini neshetmiştir. Bu takdirde "Şayet hasta iseniz yahut yolculukta bulunuyorsanız veya herhangi biriniz tuvaletten gelmişse veya kadınlara dokunmuşsanız ve su da bulamamışsanız temiz toprakla teyemmum yapın" (Maide 6) ifadesinin: "Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve ellerinizi, dirseklere kadar yıkayın" (Maide 6), "başlarınızı meshedin, ayaklarınızı da topuklara kadar yıkayın." ifadesini neshettiğini söylemek icabeder ki bunun böyle olduğunu kimse iddia edemez. Zira, abdest almaya imkân bulamayan kimselerin teyemmum etmeleri emredilmiştir.
Keza, zihar, keffareti hakkında "Azad edecek köle bulamayanın ise karısı ile temasta bulunmadan önce aralıksız iki ay oruç tutması gerekir." (Mucadele 4) âyetinin "Karılarına zıhar yapıp sonra da söylediklerinden dönenlerin kanlarıyla temasta bulunmadan evvel bir köle azad etmeleri gerekir" (Mucadele 3) âyetini neshettiğini söylemek icabeder ki bunun da yanlış olduğu ortadadır.
Zikredilen bu son âyetlerle bahse konu olan âyetin ve onu neshettiği iddia edilen âyetin, birbirlerine alternatif olma bakımından, aralarında hiçbir fark yoktur. Nasıl ki, abdest alma imkânı bulamayana teyemmum etmesi emredilmiş, zıhar keffaretinde köle azad etmeye gücü yetmeyene iki ay peşpeşe oruç tutması emredilmiş, aynı şekilde borcu yazdırmaya imkân bulamayana da "Şayet birbirlerine güveniyorlarsa" yazdırmadan borçlanma muamelesini yapabileceklerine izin verilmiştir. Bunların, birbirlerini neshettiklerini söylemek yersizdir.

Âyet-i kerimede: "Borçlu olan kimse yazdırsın ve rabbi olan Allahtan korksun. Borcundan hiçbir şey eksiltmesin." buyrulmaktadır. Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi, borcu yazdırma yükümlülüğü borçluya aittir. Onun borcu yazdırması, üzerine farzdır. Borcunu yazdırırken alacaklısının hakkında herhangi bir şeyi eksiltmemesi emredilmiştir.

Âyet-i kerimede: "Eğer borçlu, aklı ermez veya zayıf yahut da yazdırmaya güc yetmeyen bir kimse ise onun yerine velisi doğru olarak yazdırsın." buyrulmaktadır.
Âyetin bu bölümünde, borcunu yazdırmaktan âciz olan kimseler zikredilmektedir. Onlar da şu kimselerdir:
a- Aklı ermeyen diye tercüme edilendir. Mucahide göre "Sefih"ten maksat, yazdırmayı ve diğer işleri kavramayan kimse demektir.
Suddi ve Dehhaka göre ise buradaki "Sefih"ten maksat, küçük çocuktur. Taberi buradaki sefihten maksadın, yazdırmayı bilemeyen kişi okluğunu söyleyen görüşün daha evla olduğunu, küçük çocuğun da bu ifadenin kapsamına girdiğini söylemiştir.
b- Zayıf olan kimse'den maksat ise, dilindeki peltelikten veya konuşmaktan acizliğinden dolayı kâtibe yazdıramayan demektir. Dehhak, Suddi ve Mucahide göre buradaki "Zayıf kimseden maksat, ahmak olan kimsedir.
c- Yazdırmaya gücü yetmeyen kimseden maksat ise, yazma anında orada bulunmayan veya hapsedilmiş gibi kimselerdir.
Ayet-i kerimede "Erkeklerinizden iki de şahid tutun." buyurulmaktadir. Burada geçen "Erkekleriniz" ifadesinden maksat, müslüman ve hür olan erkeklerdir. Köleler ve kâfirler bu ifadenin dışındadır. Onların şahidlikleri söz konusu değildir. Nitekim Mucahid, bu kelimeyi bu şekilde yorumlamıştır.
Âyet-i kerimede: "Eğer iki erkek bulunmazsa, şahidlerden, kendisine güvendiğiniz bir erkek ve biri unutunca diğerinin hatırlaması için iki kadın şahidlik etsin." buyrulmaktadır.
Burada "Kendilerine güvendiğiniz" şeklinde tercüme ifadesinden maksat, Reb' b. Enes ve Dehhaka göre, dinine ve dürüstlüğüne güvenilen kimselerdir
Ayet-i kerimede "Kadınlardan biri unutursa diğerinin hatırlaması için" şeklinde geçen ifade üç şekilde okunmuştur.
a- Bütün Hicaz ve Medine halkı ile Irak halkının bir kısmı, âyetin bu bölümünü, Kur'an-ı Kerimde tesbit edilmiş olan bu şekliyle okumuşlardır ve âyetin mânâsının "Şayet şahidlik edecek iki erkek bulunmazsa bir erkek iki de kadın şahidlik etsinler. Kadınların iki oluşunun sebebi, onlardan birinin meseleyi toparlayamaması halinde diğerinin ona hatırlatması içindir." şeklinde olduğunu söylemişlerdir.
b- Diğer bir kısım âlimler ise âyetin bu bölümünü şeklinde okumuşlardır. Âyeti bu şekilde okuyanlar, mânâsı hususunda iki kısma ayrılmışlardır.
Bunların bazılarına göre âyetin mânâsı şöyledir: "Eğer iki erkek bulunmazsa, şahidlerden kendisine güvendiğiniz bir erkek ile iki kadın şahidlik etsin. Kadınların iki oluşunun sebebi, onlardan birinin meseleyi toparlayamaması halinde, diğeri onu takviye ederek bir erkek gibi yapması içindir." Yani, kadınlardan biri şahidlik esnasında irade zaafıyetine düşecek olursa diğeri onu güçlendirir. Böylece ikisi bir erkeğin yerini tutmuş olur. Sufyan b. Uyeyne, âyetin bu bölümünü işte bu şekilde izah etmiştir."
Âyetin bu bölümünü bu kıraatla okuyan diğer bazı âlimlere göre ise mânâ şöyledir: "Kadınlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması için bir erkeğin yerine iki kadın şahidliği aranmıştır."
c- Diğeri bir kısım âlimler ise âyetin bu bölümünü şu şekilde okumuşlardır: Mânâsının da şöyle olduğunu zikretmişlerdir: "Erkeklerinizden iki de şahid tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, şahidlerden kendisine güvendiğiniz bir erkek ve iki kadın şahid tutun. Eğer kadınlardan biri unutacak olursa diğeri ona hatırlatsın." âyet-i kerimeyi bu şekilde A'meş okumuştur.
Taberi, birinci kıraat şeklini tercih etmiş ve âyetin bu bölümünün mânâsının: "Eğer iki erkek bulunmayacak olursa bir erkek ile iki kadın şahidlik etsin. Ta ki kadınlardan biri unutacak olursa diğeri ona hatırlatmış olsun." şeklinde olduğunu söylemiştir. Taberi bu kıraat şeklini tercih etmesinin sebebinin, önceki ve sonraki kurraların, âyet-i kerimeyi bu şekilde okumaları ve bu kıraatin yaygın bir kıraat olduğu, bunun dışındaki A'meş'in kıraatinin ise ferdi bir kıraat olmasıdır. Taberi, Sufyan b. Uyeyne'nin te'vilinin de yanlış olduğunu söylemiştir. Zira Sufyan b. Uyeyne bütün müfessirlerin aksine bir yorumda bulunmuş, ayrıca kadınlardan birinin diğerini erkek gibi yapacağım ifade eden bir açıklama yapmıştır. Onun bu izahı doğru değildir. Çünkü kadınlardan birinin meseleden sapması erkeklerde olduğu gibi onu unutmasıyla olur. Diğer kadın onu erkek haline getirmez unuttuğunu ona hatırlatır. Nitekim Reb'i b. Enes, Suddi ve Dehhak âyeti: "Onlardan biri unutursa diğeri ona hatırlatsın." şeklinde izah etmişlerdir. Bu da bizim izah tarzımıza uygundur.

Ayet-i kerimede: "Şahidler çağrıldıklarında kaçınmasınlar." buyrulmaktadır. Mufessirler, şahidlerin çağırılmaları halinde hangi çeşit şahidlikten kaçınmalarının yasaklandığı hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Katade ve Rebi' b. Enese göre âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir:
Bir yazışma veya herhangi bir hak için şahid olmaya çağırılan insanlar, şahid olmaktan kaçınmasınlar, Kendilerini çağıranın çağırışını kabul etsinler." Bu hususta Rebi b. Enes diyor ki: "Kişi geliyor bir çok topluluklar geziyor, şahid tutacak birini arıyordu. Fakat kimse onun çağırışını kabul etmiyordu. Allah teala bu âyet-i kerimeyi indirdi ve "Çağırıldıkları vakit, şahid olacak kişiler imtina etmesinler." buyurdu. Böylece çağırılan kişinin şahidlik etmesi gerekli oldu.
b- Şa'bi'ye göre ise âyet-i kerimenin bu bölümü ifade etmektedir ki, herhangi bir hak için şahid olmaya çağırılan kimsenin şahidlik yapmasının farz olması için, orada çağırılan kimseden başkasının olmaması gerekir. Şayet başka kimse varsa çağırılan kişi şahid olmayı kabul edib etmemekte serbesttir.
c- Hasan-i Basri, Ma'mer ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir:
"Şahidler bir şey için şahid tutulmaya çağırıldıkları zaman veya bildikleri bir şey hakkında şahidlik yapmaya davet edildikleri zaman bu çağın ve daveti kabul etsinler, bundan kaçınmasınlar." Bu hususta Ma'mer Hasan-ı Basri'nin şöyle dediğini rivayet ediyor:
"Bu âyet iki şehadet şeklini ifade etmektedir. Sen, bildiğin bir şey hakkında şahidlik etmeye çağırılacak olursan şahidlik etmekten kaçınma. Yine sen bir şey için şahid tutulmaya çağırılacak olursan o mesele hakkında şahid olmaktan kaçınma."
d- Mucahid, Ebu Miclez, Âmir eş-Şa'bî, İkrime, Ata, Said b. Cubeyr ve diğer bir kısım âlimlere göre âyet-i keriminin bu bölümünün mânâsı şöyledir:
"Şahidler, daha önce şahid tutuldukları mesele hakkında şahidliğe çağrıldıkları zaman şahidlik yapmaktan kaçınmasınlar." Görüldüğü gibi bunlara göre daha önce olaya şahid olmayan kimse, şahid tutulmaya çağırıldığı zaman, onu yapıp yapmamakta serbesttir.
îbn-i Cureyc diyor ki: "Ben Ataya dedim ki: "Nasıl olur da bir kişi borçlanma ile ilgili bir muameleyi yapmaya çağırıldığında onu yazmaya mecbur olur?" Ata da dedi ki: "Bu böyledir. Kâtibin yazması, üzerine farzdır. Fakat şahidin şahid olması, üzerine farz değildir. Çünkü şahidler çoktur.

e- Atiyye el-Avfî ve Atadan nakledilen diğer bir görüşe göre Allah teala âyet-i kerimede, herhangi bir hak için şahid tutulmaya çağırılan erkek ve kadına, davete icabet etmelerini ve şahid olmaktan kaçınmamalarını emretmiştir. Ancak buradaki emir farziyet değil mendupluk ifade etmektedir. Şahidlikten kaçınan kimse günahkâr olmaz. Görüldüğü gibi bunlara göre buradaki şahidlikten maksat, kişinin, bildiği bir mesele hakkında şahidlik yapması değil belli bir muamelede şahid gösterilmesidir.

Taberi diyor ki: Bu görüşlerden tercihe şayan olan görüş, buradaki şahidlikten maksadın, kişinin bildiği bir şey hakkında, idarecinin veya hakimin huzurunda şahidlik etmesi ve böylece hak sahibinin hakkının, yükümlü olandan alınmasına vasıta olmasıdır. Kişi bu şekilde bir şahidlik yapmaya davet edildiğinde bu davete icabet etmesi gerekir.

Taberi diyor ki: "Burada zikredilen şahidden maksadın, bildiği bir mesele hakkında şahidlik yapacak kimse olduğunu söylememizin ve bu görüşü tercih etmemizin sebebi, âyet-i kerimede, bu insanlara "Şahidler" ismi verilmesidir. İnsanlar, ancak olaylara şahid tutulmaları ve olayları daha önce bilmeleri halinde kendilerine "Şahid" denir. İnsanları belli bir olay için şahid tutmadan onlara "Şahid" adı vermek caiz değildir. Ayrıca "Şahidler" kelimesinin başında harf-i tarifinin bulunması, bunlann belli şahidler olduklarını, yani olayı daha önceden bilen kişiler olduklarını ifade eder ki bu da bizim izah şeklimizi te'yid etmektedir.

Taberi eliyor ki: "Her ne kadar, âyetin bu bölümünde zikredilen "şahidler"den maksat, daha önce geçen bir olaya şahid tutulan kimseler ise de herhangi bir olaya şahid olmayan kimselerin belli bir mesele veya hak hususunda şahid tutulmaya çağınlmalan halinde, şayet kendilerinden başka şahidlik etmeye musaid biri bulunmayacak olursa bu gibi kimselerin de bu gibi çağırılan kabul etmeleri farzdır. Şahid olma davetine icabetten imtina edemezler. Çünkü, haklan tavsik eden bir belgeyi yazmaya çağırılan katib imtina edemeyeceği gibi, ona şahid tutulmak istenen kimse de imtina edemez. Bu mesele tıpkı, Allanın dinini ve İslam şeriatını bilen bir kimseye dini ve imanı bilmeyen cahil bir kimsenin, kendisine din ve imanı öğretmesini istemesi gibidir. Şayet orada, bu çağırılan kişinin dışında imani esesları ve İslam şeratını bilen başka bir kimse bulunmazsa o kişinin, çağıranın davetini kabul etmesi farzdır. Ancak bu hüküm bu âyet-i kerimeden değil zikrettiğimiz diğer delillerden çıkartılmaktadır.
Âyet-i kerimede "Alış veriş yaptığınız zaman da şahid tutun." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat, peşin olarak yapılan alış verişlerde de şahid tutmaktır. Âyetin bundan önceki bölümünde peşin olarak yapılan alış verişlerin yazılmamasının bir mahzuru olmadığı belirtildikten sonra bu bölümünde de şahid tutmanın yazdırma gibi olmadığı, peşin yapılan alış verişlerde dahi şahid tutmanın icabettiği belirtilmektedir. Zira, şahid tutulmaması halinde her iki tarafın da zarara uğramalarından korkulmaktadır.
Mesela, muşterinin hakkının zayi olması şu şekilde olabilir. Satıcı satışı inkâr etmiş olabilir. Sattığı malın, kendi malı olduğuna dair bir şahid bulur, satıcı, şahidiyle birlikte malın kendisine ait olduğuna dair yemin edecek olursa, hakim satıcı lehine karar verir. Böylece alıcının satın aldığı mal elinden çıkmış olur. Satıcının hakkının zayi olması ise şu şekilde olur. Muşteri teslim aldığı malı satın aldığınu inkâr eder. Elinde bulunan malın kendisine ait olduğuna dair yemin eder. Böylece satıcının sattığı malın bedelini alma hakkı zayi olur. İşte bu gibi durumların meydana gelmemesi için alış verişlerinde şahid tutmaları emredilmiştir.
Ancak mufessirler taraflara, buradaki emrin mendubiyet mi yoksa farziyet mi ifade ettiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

a- Hasan-i Basri ve Şa'bîye göre, âyetin bu bölümündeki şahid tutma emri, mendubiyet ifade eder. Peşin alış veriş yapanlar, dilerlerse şahid tutarlar dilemezlerse tutmazlar. Bunlar, görüşlerine delil olarak şu âyeti zikretmişlerdir: "Şayet birbirinize güveniyorsanız, güvenilen kimse emaneti yerine versin." (Bakara 283)
Görüldüğü gibi, birbirine güvenen kimselerin şahid tutmaktan muaf oldukları beyan edilmektedir.
b- Dehhak'a göre ise âyetin bu bölümündeki "Şahid tutun" ifadesi, farziyet ifade etmektedir. Buna göre peşin alış veriş yapan taraflar, muamelelerini yazdırmak zorunda değillerse de, ona mutlaka şahid tutmak zorundadırlar.
Taberi bu son görüşü tercih etmiş, bu görüşüne gerekçe olarak ta şunu zikretmiştir:
Aslında Allah tealanın bütün emirleri farziyet ifade ederler. Ancak bu emirlerin mendubiyet ve irşad ifade ettiklerine dair kesin bir delil bulunması halinde bu emirler mendubiyet veya irşad ifade ederler. Burada buna dair herhangi bir delil bulunmadığına göre her satıcı ve muşterinin yaptıkları alış verişe şahid tutmaları farzdır. Bu farziyeti ortadan kaldıran herhangi bir delil yoktur.

Âyet-i kerimede geçen ve "Kâtibe de şahide de zarar verilmesin." şeklinde tercüme edilen cumlesi mufessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

a- Tavus, Hasan-ı Basri, Katade ve İbn-i Zeyde göre bu âyet-i kerimenin mânâsı şöyledir:
"Kâtib de şahid de, yazdıran ve şahidlik yaptıran kimselere zarar vermesinler. Yani, kâtib, yazdırılandan daha fazla veya daha eksik yazarak kendisine yazdıran tarafa ve karşı tarafa zarar vermesin. Tutulan şahid de şahidlik ederken doğruyu söylemeyerek tarafların haklarını zayi etmesin." Görüldüğü gibi, âyeti bu şekilde tefsir edenler kelimesinin aslının olduğunu kabul etmişlerdir.
b- Ata, Abdullah b. Abbas ve Mucahid de âyette zikredilen kelimesinin aslının olduğunu, bu nedenle âyetin mânâsının, "Kâtib de şahid de, yazdırana ve şahidlik yaptırana zarar vermesinler." demek olduğunu söylemişler ancak kâtibin ve şahidin taraflara zarar vermelerinin, yazmaktan ve şahidlik yapmaktan kaçınmakla meydana geleceğini söylemişlerdir. Bunlara göre alış veriş yapan insanlar, bu muamelelerini yazmak için bir kimseyi yazmaya çağıracak olurlarsa o kimse çağıranlara uyup muamelelerini yazmalıdır. Aksi takdirde âyetin bu bölümünde de ifade edildiği gibi, taraflara zarar vermiş olur. Şahid olmaya çağırılan kimsenin durumu da böyledir.
c- Ömer, Abdullah b. Mes'ud, Mucahid, Abdullah b. Abbas, İkrime, Dehhak Suddi, Rebi1 b. Enes ve Tavus'tan nakledilen diğer bir görüşe göre âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir:
"Yaptıkları muameleyi yazdırmak isteyen ve bu muameleye şahid tutmak isteyen kimseler, yazacak olan kâtibe ve şahidlik yapacak olan şahide zarar vermesinler."
Bunlara göre kelimesinin aslıdır. Kâtib ve şahide zarar verilmesi ise, bunları yapacak başka insanların bulunmasına ve bunların meşgul olmalarına rağmen, muameleyi yazmaya ve şahid olmaya manevi bir baskı ile zorlanmaları ile olur. Mesela: "Benim işim var git başkasına yazdır." diyen kâtibe: "Sen yazmakla emrolundun. Allah teala 'Kâtib onu, Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın.' buyurmaktadır." diyerek onu mecbur etme ile olur.
Şahid için de aynı şeyler sözkonusudur. Mealde bu görüş tercih edilerek âyete buna göre mânâ verilmiştir. Taberi de bu görüşü tercih etmiş ve gerekçe olarak özetle şunları söylemiştir:
"Allah teala âyet-i kerimenin başından sonuna kadar borçla muamele yapan kimselere hitabetmiş, onlara bir kısım şeyleri emretmiş ve bir kısım şeyleri de yasaklamıştır."
Âyet-i kerimede, borçla muamele yapan tarafların dışındaki kişilere yapılan hitab ise emr-i gaib ve nehy-i gaip siygasıyla (istek ve dilek kalıblarıyla) ifade edilmiştir. Mesela: "Kâtib doğru olarak yazsın" "Şahidler çağırıldıklarında kaçınmasınlar." şeklinde ifade edilmişlerdir. Burada da "Kâtib ve şahid zarar görmesin" demek daha isabetlidir. Çünkü onlar için yine emr-i gaib siygası kullanılmış olur. Ayrıca âyet-i kerimenin devamında ikil kalıbı kullanılmayıp çoğul kalıbı kullanılarak: "Eğer zarar verirseniz o sizin için doğru yoldan sapma olur" buyurulması da gösteriyor ki burada kendilerine zarar verilmesi yasaklanan kimseler kâtib ve şahiddir. Zarar vermemeleri istenenler ise borçla muamele yapan taraflardır. Şayet, kâtib ve şahidin zarar vermemesi istenecek olsaydı ikil kalıbı kullanılır ve "Eğer o ikisi zarar verirse" denirdi ve muhatab yerine gaip cümleleri kullanılırdı.
Âyet-i kerimede "Eğer zarar verirseniz o sizin için doğru yoklan sapma olur." duyurulmaktadır. Dehhak, Abdullah b. Abbas ve Rebi1 b. Enes âyetin bu bölümünü "Ey borçla muamele yapan insanlar, şayet sizler, kâtibe veya şahide zarar verecek olursanız, şubhesiz ki böyle yapmanız, doğru yoldan ayrılmak ve günah işlemek olur." şeklinde izah etmişlerdir.
İbn-i Zeyd ise "Şayet kâtib, kendisine yazdırılanın dışında bir şey yazarak şahid de şahidliğini değiştirerek borçla muamele yapan kişilere zarar verecek olurlarsa bu onlar için haktan ayrılma ve yalana düşme olur." şeklinde izah etmiştir. (Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri)
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Ana Sayfa Alt